HABERLER
Dini Haber
Hz Muhammed etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Hz Muhammed etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

MUHAMMED'İN EŞLERİ VE CARİYELERİ - 2

Yazan: A.Kara

MUHAMMED'İN EŞLERİ VE CARİYELERİ - 2
Zifafa Gir[e]medikleri
(Muhammed'in İsteyip Evlenemediği, Nikahı Tamamlanamayan, Vazgeçtiği, Boşadığı ve Kendini Muhammed'e Bağışlayan-Hibe Eden Kadınlar)


Bu çalışmada Buhari, Müslim, Tirmizi, İbn Sad, İbn İshak, İbn Hişam, Ahmed ibn Hanbel, Nesai, Ebu Davud gibi İslam kaynaklarında Muhammed'in eşleri ve cariyeleri hakkında yazanları özetleyerek sizlerle paylaşacak ve sizlerin fikirlerini öğrenmek istediğim için yazının sonunda konuyla ilgili birkaç soru yönelteceğim.
Önce 2 maddelik bilgilendirmede bulunayım:

1) Kaynaklardan bizzat kendiniz de açıp okuyabilirsiniz, ne yazıyorsa onları paylaşacağım. Bu yüzden "yalancı, iftiracı" gibi sözler sarf edecek veya tehdit mesajları yazacaksanız lütfen hemen şimdi bu içerikten çıkın.

2) Eğer "Hazreti" gibi yüceltici ya da "Allah ondan yazı olsun" anlamına gelen "radıyallahu anh" gibi terimleri kullanmamayı saygısızlık, terbiyesizlik olarak görüyorsanız, insanların sizin kutsalınız hakkında konuşurken onu yüceltmek, övmek ya da ona dua etmek zorunda olduğunu düşünüyorsanız yine tekrarlıyorum, lütfen hemen şimdi bu sayfayı kapatın.

Önceki bölümde nikahı tamamlanan ve ilişki yaşadığı eşlerine listelemiştim. Şimdi ikinci bölümde yine Buhari, Müslim, Tirmizi, İbn Sad, İbn İshak, İbn Hişam, Ahmed ibn Hanbel, Nesai, Ebu Davud gibi İslami kaynaklarda yer alan bilgilerden yola çıkarak sonuçlanmayan evlilikleri, boşadığı kadınları, kendini Muhammed' hibe eden veya Muhammed'in istediği ama nikahlanamadığı kadınlara değineceğiz. 

● EŞİ el-Kilâbiyye || 630
< BİRLİKTELİKLE SONUÇLANMAYAN EVLİLİKLER VEYA BOŞADIKLARI

el-Kilabiyye'nin kim olduğu ihtilaflıdır. Kimilerine göre Fâtıma bint ed-Dahhâk, kimilerine göre Amre bint Yezid, Âliye Bint Zübyân ya da Seba bint Süfyan'dır. Fakat Fâtıma bint Dahhâk olduğu görüşü ağır basmaktadır.

Hakkındaki çeşitli rivayetler vardır.

Kimi rivayetlere göre kadın kendini sakındığı ya da "Senden Allah'a sığınırım" dediği için Muhammed onu boşamıştı. Ağzına hayvan pisliği alır ve “Ben kötü biriyim.” derdi. Bazı rivayetlerde Muhammed eşlerinin yanına girerken kadının "ben kötü biriyim" dediği yazdığı gibi, Muhammed'in eşlerini onlardan ayrılabilecekleri konusunda muhayyer kıldığında kadının kavmine geri döndüğü için Muhammed'in onu boşadığı yer alır.

Kadının alaca hastalığına yakalanmasından dolayı ondan boşandığı söylendiği gibi boşanmaya dair bir diğer nedenin mescide gelen erkeklere bakması, onları izlemesi olduğu yazar. Söz konusu rivayete göre Muhammed'in diğer eşleri ona bu durumdan bahsettiklerinde "siz taşkınlık yapıyorsunuz" diye cevap vermişti. Eşleri "Biz onu, bu durumdayken sana gösterelim mi?" deyip kadını mescide gelen erkekleri izlerken gösterdiklerinde Muhammed onu boşamıştı. Mescide girenleri izlediği söylenen bu kadından Âliye Bint Zübyân olarak bahsedildiği de olmuştur.

Kilabiyye 60 yılında ölmüştür.

[Kaynaklar: Ebu Cafer Taberi cilt 39, s. 165; İbn Sa'd, Tabakat, cilt 10, bab 4968; (İbn İshak, 2004: 286; İbn Hişâm, 2006: IV, 401; İbn Habîb, s. 93, 96; Mâverdî: IX, 62; Hâkim, 1990: IV, 38; İbnü’l-Esîr, 1972: XII, 103; Nesâi, 5610; İbn Sa’d: 2001: X, 136-37; bab 4968; İbnü’l-Esîr, 1991: II, 285; Al-Tabari, Vol. 9, p. 136-139; A.g.e., vol.39, pp. 186-188; Belâzurî, 1996: II, 97-98; Askalânî, Telhîs, III, 140]

● EŞİ | Gıfarlı Kadın
< BİRLİKTELİKLE SONUÇLANMAYAN EVLİLİKLER VEYA BOŞADIKLARI

Açık şekilde bahsedilmediğinden kadının adı bilinmemektedir fakat Belazuri bu kadının yukarıda bahsettiğimiz kadınlardan Amre bint Yezid olduğunu rivayet etmiştir. İbn İshak ve İbn Kesir'in yer verdiğine göre Muhammed mehirini ödeyerek nikah kıydığı kadınla zifafa girdiğinde ona elbisesini çıkarmasını, soyunmasını söylemişti. Kadın soyunduğunda göğsünün kenarında alacalık hastalığının izini gören Muhammed, kadının hasta olduğunu fark edince "Elbiseni al ve giyin" diyerek sabah olduğunda mehrini vererek ailesinin yanına göndermişti. 

[İbn İshak, 2004: 286; İbn Kesîr, 1994: V, 497; Belâzurî, 1996: II, 94;]

● EŞİ | Şenba binti Amr el-Gıfâriyye
< BİRLİKTELİKLE SONUÇLANMAYAN EVLİLİKLER VEYA BOŞADIKLARI

Muhammed'in nikahlandığı Şenba'nın kabilesi olan Gıfâr, Kureyza kabilesinin müttefikiydi. Kadının Kureyza kabilesinden olduğu ve kabilesi yok edildiğinden soyunun bilinmediğini ya da Kinane kabilesinden olduğunu iddia edenler de vardır. 

Rivayete göre kadın Muhammed'in evine girdiğinde adet olmuştu. Muhammed'in oğlu İbrahim'in öldüğünü gördüğünde "Eğer o peygamber olsaydı en sevdiği kişi ölmezdi" dediği için Muhammed onu boşamıştır.

[Kaynaklar: Muhammed b. Cerîr et-Taberî, Târîḫu’r-rusül ve’l-mülûk. Translated by Landau-Tasseron, E. (1998), vol 9, p. 153; İbnü'l Esir, Kamil, II, 309; İbn Kesir, Siret, IV, 580]

● EŞİ | Esmâ bint Nu'mân || 630
< BİRLİKTELİKLE SONUÇLANMAYAN EVLİLİKLER VEYA BOŞADIKLARI

Muhammed, Haziran 630'da Kinde kabilesinden güzelliğiyle meşhur bir prenses olan Esma bint Nu'man ile evlenmişti. Rivayete göre en-Nu'man, Muhammed'in yanına gelmiş ve ona "“Ey Allah’ın Rasûlü! Seni Arapların en güzel dul kadınıyla evlendireyim mi? O, amcasının oğluyla evliydi. Eşi ölünce dul kaldı. Seninle evlenmek ve sana gelmek istiyor.” demiş, Muhammed'de kabul ederek 4.000 dirhem verebileceğini belirtmiş, Kinde kabilesi bu mehir tutarını az bulunca Nu'man ona mehirden kısmamasını söylemişti.

Muhammed cevaben "Ben eşlerime bundan fazla mehir vermedim. Kızlarım da bu miktardan fazla mehir almadılar." deyince Numan 4.000 dirheme razı olmuş, eşini alıp getirmesi için birini göndermesini söylemiş, bunun üzerine Muhammed, Esma'yı getirmesi için Ebu Useyd es-Sa'idi'yi göndermişti.

Esma henüz yeni Müslüman olduğundan düzgün örtünmemiş, bu yüzden Useyd onu uyarmış "Resulullah'ın eşlerini başka bir erkek göremez" demiş, orada 3 gün konakladıktan sonra örtü içindeki kadını bir deveye bindirerek Medine'ye getirmişti. Onu gören kadınlar hoş geldin diyerek karşılamış, güzelliğinden bahsetmiş, böylece geldiğinin ve Muhammed'in onunla evlendiğinin haberi Medine'de yayılmıştı.

Rivayete göre bunu duyan Ayşe “Rasûlullah (sas) yabancılarla evlenmeye başladıysa bu demektir ki, yakında bizden yüz çevirecektir.” diyerek Muhammed'in eşlerini teyakkuza geçirdi. Gelini hazırlamaya giden eşleri kadını görünce çok güzel olmasından dolayı kıskançlığa kapılmış, ona tuzak kurmuş ve "“Sen bir kraliçesin, şayet istersen Râsulullah (sas)’tan istediğini alırsın. Onun yanında değerin büyük olur. Bunun için de senin yanına girdiğinde ondan Allah’a  sığındığını söyle.” demişlerdi. 

Esma'nın cinsel ilişkiye hazır olduğu haberi üzerine Muhammed yanına vardı, örtüyü kaldırıp elini ona uzattığı an Esma "Senden Allah'a sığınırım" deyince Muhammed öfkelenerek "“Benden Allah’a sığındın, öyle mi? Haydi ailene geri dön!” demişti. Kızgın bir şekilde dışarı çıkmış ve Ebu Useyd'e "Bu kadına razikiyye kumaşından iki kat giysi ver ve onu ailesine geri götür" demiş, orada bulunanlar "ona hile yapıldı, o çok genç ve tecrübesizdir" dediyseler de kararından vazgeçmemişti. Esma daha sonra Ümmü Seleme'nin bir erkek kardeşi ile evlenmişti.

[Kaynaklar: İbn Sa’d, 2001: X, 138-140; bab 4969; İbn Habîb, s. 94-95; Ebû Davud no: 2107; İbn Hişam, 2006: IV, 401; Buhârî, 4955; İbnü’l-Esîr, 1991: II, 285; Rûdânî, 2011: IV, 18; Belâzurî, 1996: II, 94]

● EŞİ | Kuteyle Bint Kays || 632
< BİRLİKTELİKLE SONUÇLANMAYAN EVLİLİKLER VEYA BOŞADIKLARI

Kuteyle, Muhammed'in Kinde kabilesinden evlendiği bir diğer kadındır. Rivayete göre el-Eş'as, Esma'nın sözü sonrası onu geri gönderen ve kızgın olan Muhammed'in yanına gelerek ona "“Ya Resûlullah! Bu seni üzmesin, seni güzellik bakımından bir benzeri daha olmayan biriyle evlendireyim mi?” diye sorar. Muhammed "Kim?" diye sorunca " Eş'as "Kız kardeşim Kuteyle" diyince Muhammed kabul ederek "Onu eş olarak aldım" der.

Bunun üzerine adam, Kuteyle'yi almak için Hadramevt'e gitti, onu alıp Yemen'den dönmeye koyulduğu sırada Muhammed'in öldüğü haberini duyar. Akabinde kız kardeşini memleketine geri götürür, kendisi de kız kardeşi de İslam'ı terk ederler. Kadının dinden çıkmasıyla nikah da bozulmuş olur. Daha sonra kadın Kays b. Mekşuh ile evlenir.

Başka rivayetlere göre kadın ve kabilesi toplu halde İslam'ı terk eder, daha sonra onunla İkrime b. Ebu Cehil evlenince Ebubekir tepki gösterir. İkrime, Ebubekir'e, onun Muhammed'in hanımlarından olmadığını, çünkü Muhammed'in ne ona örtünmeyi emrettiği ne de muhayyer bıraktı, irtidat ettikleri için Allah onları peygamberden uzak kıldı" der.

[Kaynaklar: İbn Sa’d: 2001: X, 142; bab 4970; İbnü’l-Esîr, 1991: II, 285; İbn Habib, s.95]

● EŞİ | Müleyke bint Ka'b el-Leysi || 630
< BİRLİKTELİKLE SONUÇLANMAYAN EVLİLİKLER VEYA BOŞADIKLARI

Ailesi Mekke'nin Müslüman istilasına karşı direndiği için büyük kayıplar vermiş, babası bu sırada Halid b. Velid tarafından öldürülmüştü. Muhammed'in tıpkı Ayşe gibi oldukça küçük yaşta evlendiği biriydi.

Rivayete göre Ayşe, Müleyke'nin yanına gidip ona "Babanın katiliyle evlenmekten utanmıyor musun?" deyince korkmuştu. Akabinde Muhammed bu durumdan dolayı onu boşamış, insanlar bu boşamadan sonrası Muhammed'e "O daha yaşı küçük biridir. Bunu (olanları) anlamış da değildir ve kandırılmıştır. Onu nikahına geri al" demişlerse de Muhammed onunla tekrar evlenmemişti.
Bunu üzerine kızı Uzreoğulları'ndan biriyle evlendirmişlerdi.

Yani rivayetten anlaşılıyor ki kız çok küçük yaşta olduğundan olanları kavrayacak durumda değildi.

Başka bir rivayete göre asla boşanma olmamış, Muhammed, Hicri 8.yılı, Ramazan ayında evlendiği Müleyke ile gerdeğe girmiş ve Müleyke birkaç hafta sonra ölmüştü.

[Kaynaklar: Ebu Cafer Taberi cilt 39, s. 165; İbn Sa'd, Tabakat, cilt 10, bab 4971; 2001: X, 143; Askerî, 1994: s. 84; İbn Hişam, IV, 49-50;]

● Şerâf binti Halife
< BİRLİKTELİKLE SONUÇLANMAYAN EVLİLİKLER VEYA BOŞADIKLARI

Şeraf, Dihye'nin kız kardeşiydi. Havle bint Huzeyl ölünce Muhammed'in Şeraf ile evlendiği fakat onunla gerdeğe girmediği rivayet edilir.

[İbn Sa'd, Tabakat, cilt 10, bab 4982]

● Sebâ bint Esma b. Salt (Senâ)
< BİRLİKTELİKLE SONUÇLANMAYAN EVLİLİKLER VEYA BOŞADIKLARI

Belazuri, İbn Habib ve Taberi aynı zamanda Sena olarak bahsedilen kadının Muhammed ile evlendiğini fakat ona yetişemeden öldüğünü rivayet eder.

[İbn Habîb, Belâzurî, 1996: II, 97-98; Belâzurî, Ensab, I, 463; Taberî, 1407: II, 214; İbn Sa'd, Tabakat, cilt 10, bab 4973; Muhammed b. Cerîr et-Taberî, Târîḫu’r-rusül ve’l-mülûk. Translated by Landau-Tasseron, E. (1998), Vol. 9, pp. 135-136; A.g.e., Vol. 39, p. 166.; Saad (Bewley) 8:106-107; İbn Esir, Kamil, II, 309]

● Leyla Bint Hatim (Hutaym)
KENDİNİ MUHAMMED'E BAĞIŞLAYAN VEYA MUHAMMED'İN İSTEDİĞİ FAKAT NİKAHI TAMAMLANMAYAN KADINLARDAN

Bu Muhammed'in eşlerinin kıskançlığından dolayı başlamadan biten ilişkilerdendir. Leyla, sırtını güneşe vermiş şekilde oturan Muhammed'in yanına gelip eliyle sırtına vurur, Muhammed "bu kimdir?, bunu siyah (kurt/yılan) yesin" der. Tabakat'ta "Aslanlar yiyesice!" dediği de yazar. Leyla kendini Muhammed'e hiğbe etmeye gelmiştir ve Muhammed'e cevap olarak ona şöyle der:

"Ben kuşlara yem olmam, rüzgarla yarışanın, Hatim'in kızıyım, Leylayım. Benimle evlenmen için kendimi sana arz etmek üzere geldim." 

Muhammed onun teklifini kabul etse de kadın kavmine olanları anlattığında kavmi Leyla'nın da kıskanç biri olduğunu, Muhammed'in eşlerinin de çok kıskanç olduğunu, dolayısıyla sorun yaşayacaklarını ve eşlerinin ona beddua edeceğini söyleyerek bu işten vazgeçmesini önerirler.

Kadın Muhammed'in yanına dönerek akitten vazgeçip nikah sözleşmesini iptal etmesini isteyince evlilik planı iptal olur.

Rivayete göre Leyla bir gün Medine'de bir bahçede yıkanırken bir kurt ya da yılan üzerine sıçrayarak vücudunun bir kısmını parçalayınca kadın ölür. Başka bir rivayete göre etrafı duvarla çevrili bahçesinde yıkanırken bir kurt saldırıp bedeninden parça koparınca kadın hastalanıp ölür.

Kadının mistik bir şekilde öldüğünün ve kavminin uyarısının yer almadığı kayıtlar da vardır. Buna göre  Muhammed'in yanına giderek "Allah sana kadınlarla evlenmeyi helal kılmıştır. Ben dili uzun bir kadınım ve kumalara karşı da sabırlı değilim" demiş, akabinde Muhammed'den nikahı geçersiz kılmasını istemiştir.

[İbn Sa'd, Tabakat, cilt 10, bab 4974; İbn Habîb, s. 96; Belâzurî, 1996: II, 98; İbn Kesîr, 1994: V, 499; İbnü’l-Esîr, 1991: II, 285]

● Ümmü Hâni (Fahite) || Tarih: Hatice'den Önce
KENDİNİ MUHAMMED'E BAĞIŞLAYAN VEYA MUHAMMED'İN İSTEDİĞİ FAKAT NİKAHI TAMAMLANMAYAN KADINLARDAN

Fahite Ebu Talib'in kızı, Ali'nin kız kardeşidir. Muhammed cahiliye döneminde Ebu Talib'in kızı ile evlenmek istemişti fakat onu isteyen biri daha vardı: Hübeyre b. Ebu Vehb. Rivayetlere göre Ebu Talip kızını Hübeyre ile evlendirmiş, bunun üzerine Muhammed tepki göstererek "Ey amcacığım, Hübeyre'yi evlendirip beni terk mi ettin?" diye sorunca Ebu Talib "Ey yeğenim! Onlarla evlilikten dolayı akraba olduk. Asiller, asillere denk olur." der.

Mekke fethedildiği gün Fahite Müslüman olmuş, eşi Hübeyre Necran'a kaçmış, böylece ayrılmışlardı. Daha önce Müslüman olduğunu fakat kocasından korktuğu için gizlediğini söyleyenler de vardır. Muhammed onunla evlenmek istediğini yenileyince kadın, çocukları olduğunu ve Muhammed'e eziyet etmelerinden çekindiğini söylemişti.

Farklı bir rivayete göre Fahite "Sen benim için canımdan daha değerlisin. Fakat eşin hakları büyüktür. Ben de evlendikten sonra bu konuda kusur işlemekten korkuyor, çocuğumla ilgilenince eşimin hakkını zayi etmekten çekiniyorum" demiş, bunun üzerine Muhammed Kureyş kadınlarını övmüştür. 

Muhammed ile birlikte Hayber Savaşı'na katılmış ve Muhammed ona ganimetten pay vermiştir.

[İbn Sa‘d, VIII, 152; İbn Sa'd, Tabakat, cilt 10, bab 4975; Müsned, VI, 342-343; Müslim, “Ṣalâtü’l-müsâfirîn”, 83; Muhammed b. Cerîr et-Taberî, Târîḫu’r-rusül ve’l-mülûk. Translated by Landau-Tasseron, E. (1998), Vol. 9, p. 140; Vol. 39, p. 196 (Biographies 2465)]

● Dubâ’a binti Âmir
KENDİNİ MUHAMMED'E BAĞIŞLAYAN VEYA MUHAMMED'İN İSTEDİĞİ FAKAT NİKAHI TAMAMLANMAYAN KADINLARDAN

İslam öncesi dönemde özel kıyafetleri olmadığı için Kabe'yi çıplak tavaf ettiği söylenen Duba'a adlı kadın daha önce Hevze b. Ali ile evlidir ve kocası ölünce kendisine büyük miktarda mal miras kalır. Kadın daha sonra sırasıyla Abdullah b. Cüd'an ile, Hişam b. Muğire ile evlenir ve Hişam'dan Seleme adında çocuğu olur.

Bir süre sonra kocası Hişam ölür. Güzel ve ahlaklı olduğu rivayet edilen kadının güzelliği Muhammed'in yanında dile getirilince onu oğlu Seleme'den ister. Oğlu, teklifi annesine sormaya gider, diğer yandan Muhammed'in çevresindekiler kadın için "O artık yaşlandı" derler.

Oğlu annesine gidip "Resulullah seni benden istedi" deyince kadın evlenmek istediğini dile getirir. Oğlu dönüp bu cevabı ilettiyse de evlilikten vazgeçen Muhammed sessiz kalır.

[İbn Sa'd, Tabakat, cilt 10, bab 4976;  vol. VIII, 109-10; Muhammed b. Cerîr et-Taberî, Târîhu’r-rusül ve’l-mülûk. Translated by Landau-Tasseron, E. (1998), Vol. 9, p. 140; Belazuri, Ensab, I, 460; İbnü'l Esir, Kamil, II, 310]

● Safiyye binti Beşşâme
KENDİNİ MUHAMMED'E BAĞIŞLAYAN VEYA MUHAMMED'İN İSTEDİĞİ FAKAT NİKAHI TAMAMLANMAYAN KADINLARDAN

Beşşame kızı Safiyye savaşta esir alınan kadınlardandı.

İbn Abbas yoluyla iletilen rivayete göre Muhammed bu kadını ister. Kadını karşısına getirtip ona "İster bana eş olursun, istersen kocana gidersin" der. Kadın kocasını tercih edip Muhammed onu geri gönderince Temîmoğulları kadına lanet okurlar.

[İbn Sa'd, Tabakat, cilt 10, bab 4977; Muhammed b. Cerîr et-Taberî, Târîhu’r-rusül ve’l-mülûk. Translated by Landau-Tasseron, E. (1998), vol. 9, p. 140; Belazuri, Ensab, I, 459]

● Ümmü Şerîk / Guzeyye binti Cabir
KENDİNİ MUHAMMED'E BAĞIŞLAYAN VEYA MUHAMMED'İN İSTEDİĞİ FAKAT NİKAHI TAMAMLANMAYAN KADINLARDAN

Adı, Guzeyye binti Cabir bin Hakim olan kadın kimine göre Lüheyoğullarından, kimine göre ise Ezd kabilesinin Devs kolundandır.

Güzelliği ve yetenekleri Muhammed tarafından duyulunca Ebu Üseyd el-Ensari'yi göndererek evlenme teklif etmiştir. Kadın Muhammed'in yanına geldiğinde "Bu evlilik hakkında bana danışılmadı, Allah'ın adıyla senden sığınırım" der. Bunun üzerine Muhammed onu halkının yanına geri gönderir.

Kadının kendini Muhammed'e bağışladığı, kabul görmeyince ölene kadar evlenmediği de rivayet edilir.

[İbn Sa'd, Tabakat, cilt 10, bab 4978; İbnü'l Esir, Kamil, II, 310; Muhammed b. Cerîr et-Taberî, Târîhu’r-rusül ve’l-mülûk. Translated by Landau-Tasseron, E. (1998), vol. 9, p. 136; vol 39, p. 166]

● Havle bint Hakim (Huveyle)
KENDİNİ MUHAMMED'E BAĞIŞLAYAN VEYA MUHAMMED'İN İSTEDİĞİ FAKAT NİKAHI TAMAMLANMAYAN KADINLARDAN

Huveyle adıyla da bilinen kadın Osman b. Mazun ile evliydi. Daha sonra Medine'ye hicret eden kadın kocasının ibadete aşırı düşkün olup kendisiyle ilgilenmediğini, giyimine de önem vermediğini Ayşe'ye anlatmış, Ayşe'de bunu Muhammed'e iletmiştir.

Havle mehrini bağışladığını söyleyerek Muhammed'e evlenme teklif etmişti. Bu teklifi eşi öldükten sonra, hicretin 2. yılında yaptığı düşünülür.

Ayşe onun bu denli rahat şekilde arzusunu dile getirmesine tepki göstererek yadırgamış, inanışa göre bu olay üzerine Ahzab suresinin 50. ayeti vahiy olmuştu.

Konuyla ilgili Buhari'nin Nikah kitabındaki hadis şöyledir:

49- Bize Hişam tahdis etti ki, babası Urve şöyle demiştir:
Havle bintu Hakim, nefislerini Peygamber'e hibe eden kadınlardan idi. Bunun üzerine Aişe:
Kadın kendini erkeğe hibe etmekten haya etmiyor mu? dedi.

"Onlardan kimi dilersen geri bırakır, kimi de dilersen yanına alabilirsin. Geri bıraktıklarından kimi istersen (yanına almakta) de sana güçlük yoktur... " ayeti inince de Aişe:

Ya Rasulallah! Rabb'in Taala (kadınların değil) ancak Senin arzunun gerçekleşmesine çabuk davranıyor, dedim (demiştir).

Bir rivayete göre Muhammed'in istediği eşlerini boşayabileceğine dair Ahzab 51. ayeti vahiy olunca Havle'yi boşamıştı.

İbn-i Şebbe'nin "Medine Tarihi" adlı çalışmasından Havle'nin Muhammed'e hizmet ettiği ve olur da Taif'e sefer düzenleyip fethedecek olursa nam salmış bazı kadınların takı ve süs eşyalarını kendine vermesini istediği yazar.

[Buhârî, “Nikâḥ”, 29; Bab 30: Kadına Kendi Nefsini Bir Kimseye Hibe Etmesi (Helal) Olur Mu?; İbn Şebbe, Târîḫu’l-Medîneti’l-münevvere, III, 890.; İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, VIII, 158.; X, bab 4979; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ġābe, VII, 93-94.; İbn-i Kesir tefsiri, 33:50]

● Ümâme binti Hamza bin Abdulmuttalib
KENDİNİ MUHAMMED'E BAĞIŞLAYAN VEYA MUHAMMED'İN İSTEDİĞİ FAKAT NİKAHI TAMAMLANMAYAN KADINLARDAN

Süt kardeşlik bağından dolayı evlenmeyi kabul etmediği kadınlardandır.

Ali'nin Muhammed'e "Amcan Hamza'nın kızıyla evlenmez misin" diye sorduğu, Muhammed'in "Ey Ali! Sen Hamza'nın benim süt kardeşim olduğunu bilmez misin? Şüphesiz ki Allah nesep yönünden haram kıldığını süt emme yoluyla da haram kılmıştır" şeklinde cevapladığı rivayet edilir.

[Buhârî, “Şehâdât”, 7; Müslim, “Raḍâʿ”, 11; İbn Sa'd, Tabakat, cilt 10, bab 4980]

● Havle bint Huzeyl
KENDİNİ MUHAMMED'E BAĞIŞLAYAN VEYA MUHAMMED'İN İSTEDİĞİ FAKAT NİKAHI TAMAMLANMAYAN KADINLARDAN

Rivayete göre Havle'yi  Dihye bin Halife'nin kız kardeşi Hırnık binti Halife büyütmüştü. Muhammed onunla evlenmiş fakat kadın yoldayken ölmüştü.

[İbn Sa'd, Tabakat, cilt 10, bab 4981; Muhammed b. Cerîr et-Taberî, Târîhu’r-rusül ve’l-mülûk. Translated by Landau-Tasseron, E. (1998), Vol. 9, p. 139; Vol. 39, p. 166]

● Azze binti Ebu Süfyan & Dürre bint Ebu Seleme
KENDİNİ MUHAMMED'E BAĞIŞLAYAN VEYA MUHAMMED'İN İSTEDİĞİ FAKAT NİKAHI TAMAMLANMAYAN KADINLARDAN

Azze, Ümmü Habibe Remle binti Ebu Süfyan'ın kız kardeşidir. Dürre ise Ümmü Seleme'nin kızıdır. İkisi hakkında Müslim'in Nikah kitabında (3413) ve Sahih-i Müslim Muhtasarı'nda (1317) yer alan hadis şöyledir:
 
Ümmü Habîbe bint. Ebi Süfyân (r.anhâ)'dan rivayet edilmiştir: “Resulullah (s.a.v.) yanıma girmişti. Ona: “Kız kardeşim Ebu Süfyân'ın kızı olan Azze'yle evlenme hususunda bir arzun yok mu?” diye sordum. Resulullah (s.a.v.):
“Ne yapacağım!” buyurdu. Ben de:
“Onunla evlenirsin!” dedim. Resulullah (s.a.v.):
“Sen bunu ister misin?” buyurdu. Ben de:
“Ben senin bir tanen değilim. Dolayısıyla bana hayırda kız kardeşimin ortak olmasını isterim!” dedim. Resulullah (s.a.v.):
“O, bana helal olmaz!” buyurdu. Ben de:
“Fakat ben, senin, Dürre bint. Ebi Seleme'yle evlenmek istediğini haber aldım!” dedim.
Resulullah (s.a.v.):
“Ümmü Seleme'nin kızı mı?” diye sordu. Ben de:
“Evet!” dedim. Resuluİlah (s.a.v.):
“O, benim terbiyem altında bulunan üvey kızım olmasa bile o bana yine de Itdet değildir. Çünkü o, benim süt kardeşimin kızıdır. Onun babası ile beni, Süveybe emzirmiştir. Artık kızlarınızı ve kız kardeşlerinizi evlenmem için bana teklif etmeyin!” buyurdu.

[Müslim :: Kitap 8 : Hadis 3413; Sahih-i Müslim Muhtasarı, 4. bab (Üvey Kız ile Baldızın Evlilik Açısından Haram Olması), 1317. hadis; Sahih-i Müslim, Süt Emme, 1449;]

SORULAR
  1. Hatice'nin ölümü sonrası birçok kadın ile evlenen Muhammed, Hatice hayatta iken neden başka kadınlar ile evlenmemiştir? Hatice sonrası evlilik nedenlerine "sahip çıkmak için evlendi" gibi açıklamalar getirenler olduğunu biliyorum. Peki Hatice ile evli kaldığı yıllar boyunca hiç sahip çıkılması gereken kadın yok muydu?
  2. Siyasi yönden katkıda bulunacağı için yapıldığı söylenen evliliklerin benzerleri neden Hatice hayattayken gerçekleşmemiştir?
  3. Anlatılanın aksine evlenilen ya da evlenilmek istenen kadınların çoğu yaşlı değil genç ve güzeller. Üstelik bir çoğunun siyasi yönden katkıda bulunamayacağı da ortada. Sizce bu kadar fazla kadınla neden evlenmiş, evlenmek istemiştir?
  4. Muhammed bazı hocaların anlattığı gibi fakir biri ise evlendiği ya da evlenmek istediği kadınlara mehir olarak yüzlerce dirhemi nasıl sunmaktadır? Beli bir dönemde fakir, sonrasında zengin midir?
  5. Müleyke bint Ka'b el-Leysi gibi küçük bir kız ile neden evlenmiştir? Ayşe ile evliliği ona akrabalık kaynaklı siyasi ilişki sağlayabilir fakat Müleyke ona siyasi fayda sağlayacak durumda değildir?
  6. Muhammed kadınlarla sahip çıkma amacıyla evleniyorsa yaşlı olduğunu öğrendiği Dubâ’a binti Âmir ile evlenmekten neden vazgeçmiştir?

MUHAMMED ALEMLERE RAHMET DEĞİL ZAHMETTİR |2

Yazan: The Guiding
Guiding, islamiyet, din, Hz Muhammed, Muhammed'in kadınlar hakkında sözleri, İslam'da kadın, Nisa suresi, İslam'da çok eşlilik, Cariye ile yetinin, İslam'da cariye, Hz Muhammed ganimetler, Ganimetler Allah'ındır,

MUHAMMED ALEMLERE RAHMET DEĞİL, ZAHMETTİR |2


Muhammed için Kur’an’ın , Enbiya Suresi 107.ayetinde “Biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik.” der. Rahmet  kelimesinin sözlükte ; Birinin suçunu bağışlama, yargılama, merhamet etme anlamlarına geldiğini önceki yazımızda belirtmiştik.

Hadis kaynaklarında Sizin en hayırlınız öznesi ile başlayan cümle, farklı kişilikler ile son bulmaktadır. “Kur’anı öğrenen ve öğretendir.”, “Ahlakı güzel olanınızdır “Ailesine karşı en iyi olanınızdır. Ben de, ailesine karşı en iyi olanınızım!", "Kadınlarına hayırlı olanınızdır “, ”İnsanlara faydalı olanınızdır” (Buhari-Müslim-Tirmizi)

Yukarıdaki hadisler, kaynaklarda farklı kelime ve cümleler ile geçiyor olsa da; sonuç olarak, insanlara yapılacak olan iyilik övülmüş, kadınlara karşı hayırlı olma, onlara iyilik yapılması konusu ise biraz daha öne çıkmıştır. "Bana, (dünyanızdan) koku ve kadın sevdirildi. Gözümün nuru ise namazda kılındı." ve "Dünya bir meta'dan ibarettir. Onun en hayırlı meta'ı ise sâliha kadındır." hadisleride olduğu gibi.

Muhammed, bir başka hadisinde de kadınlar hakkında şöyle diyor: “Kadınlara iyi davranmanızı tavsiye ediyorum; vasiyetimi tutunuz. Zira kadın kısmı kaburga kemiğinden yaratılmıştır. Kaburga kemiğinin en eğri yeri üst tarafıdır. Eğri kemiği doğrultmaya kalkarsan kırarsın. Kendi hâline bırakırsan, yine eğri kalır. Öyleyse kadınlar hakkındaki tavsiyemi tutunuz.” (Buhari 3331 Kitap 60, Hadis 6 -Müslim 1468 a, Kitap 17, Hadis 80 - Tirmizi 1188 Kitap 13, Hadis 15 - Ebu Davud)

Kadınlar ile ilgili olarak Kuran’da ise, “Kadınlar” anlamına gelen “Nisa” isimli  surede, birden fazla evlendiğiniz kadınlar arasında adil olamazsınız uyarısı yapıldıktan sonra, hiç olmazsa eşiniz değilmiş gibi davranmayın diyerek kadınlara sözde lütuf emrediliyor:
“Kadınlarınız arasında her yönden adaletli davranmaya ne kadar uğraşsanız buna güç yetiremezsiniz. Bari birisine tamamen kapılıp da diğerini askıya alınmış gibi bırakmayın. Eğer arayı düzeltir ve haksızlıktan korunursanız, şüphesiz Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.“ (Nisâ sûresi-129)

Görüldüğü gibi, çok eşli olanların eşleri arasında adaleti sağlayamayacakları ayet ile bildirilmekte olup, madem birden fazla evlendiniz, eşlerinizden birini çok sevmişseniz; diğerinin gönlünü almaya devam edin diyor  ayet. Ancak bizi yaratan Allah, nasıl oluyorsa, adaleti sağlayamayacağımızı bilip, bize de bildirdiği  halde,  aşağıda yer alan ayette de ; eşler arasında adaleti sağlamaktan korkarsanız tek eş ya da cariye ile yetinin diyor.
“Yetimlerin hakkına riayet edemeyeceğinizden korkarsanız, beğendiğiniz kadınlardan ikişer, üçer, dörder nikâhlayın. Haksızlık etmekten korkarsanız tek kadın veya mülkiyetinizde bulunan câriye ile yetinin; bu, adaletten ayrılmamanız için en uygun olanıdır.” (Nisâ sûresi-3)

Aynı suredeki iki ayet arasındaki çelişkiyi görebiliyorsunuz değil mi? Sözde rahmet peygamberi, eşlerinizden sevmediğiniz eşinize karşı, eşiniz değilmiş gibi davranmayın, onun da gönlünü alın anlamında  ayet getirirken, diğer taraftan hem adaleti sağlayamazsınız deyip hem de adaleti sağlamaktan korkarsınız diyerek, Allah’ı kulları hakkında bilgisiz yerine koyuyor. Bu da bizim,  Kur’an’ın Allah’ın kitabı olduğu konusundaki  şüphemizi kuvvetlendiriyor.

Kadınların “Tarla” olarak ifade edilmesi ise ayrı bir konu. (Bakara Suresi-223) Bu türden çelişkileri diğer yazılarımızda bulacaksınız. Biz şimdi asıl konumuza geri dönelim, Muhammed’in rahmet peygamberi olmadığı konusuna…

Ahmet İbni Hanbel’in Muvatta isimli eserinde ve Müsned’inde geçen hadiste Muhammed; “Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim.” demiştir ancak, kendisinden pek ahlaklı davranışlar gördüğümüz söylenemez.

"Sizin en hayırlınız, kadınlarına hayırlı olanınızdır" diyen Muhammed, Bedir savaşı sonrası, Ramazan ayının son günlerinde,   kendisini şiirlerinde eleştiren 5 çocuklu Esma binti Mervan isimli kadını, gözleri görmeyen Umeyr bin Adi isimli bir adama öldürtmüştür. (İbn Abdülber, el-İstîʿâb, III, 1218) Bebeği annesinin üstünde ve her ikisi de uykudayken,  bebeği kenara koyarak, cinayeti gerçekleştiren adamın, acaba o kadını öldürmekle hatamı mı ettim? şeklindeki sorusu ve tedirginliği karşısında, Muhammed: “Onun için iki keçi bile tokuşmaz” demiştir. Yani ona sahip çıkacak kimse yok diyor. O kadına sahip çıkacak biri olsaydı Muhammed demekki bu cinayetten vazgeçecekti. Nitekim, damadı Osman’ın araya girmesiyle, önceleri vahiy katibi olup daha sonra Muhammed’in peygamberliğini reddeden,  Abdullah İbnu Sa'd İbni Ebi's-Sarh’ı öldürmekten vazgeçmiştir. Yaptığı işi bir de överek, Esma’yı öldüren Umeyr’e :  “Allah’a ve resulüne gıyabında yardım eden bir adam görmek isterseniz Umeyr b. Adî’ye bakın” sözleriyle iltifat etmiş, cinayetine Allah’ı da ortak etmiştir. (Vâkıdî, I, 173, İbn Ishak, Muhammed'in Hayatı, Sayfa 675-676)

Bedir Savaşı (13 Mart 624) ve daha sonra yapılan savaşlar ile ilgili olarak İslam kaynaklarında , Müslümanların savunmada kaldıkları ve kendilerine saldırı olmadıkça saldırmadıkları ve savaş sonrası esirlere iyi muamele yapıldığı, Mekke fethedildikten sonra da, daha önce iman etmeyenlerin serbest bırakıldıkları, onlardan intikam alınmadığı bilgisi verilir. Savaş için hareket edilmeden önce de Muhammed’in arkadaşlarına, “Allah’ın adıyla, Allah’ın inayetiyle ve Resulullah’ın dini üzere (cihad etmek üzere) yürüyün. Sakın piri fani yaşlıları, çocukları, kadınları öldürmeyin. Ganimetten bir şey çalmayın, ganimetlerinizi toplayıp uygun bir şekilde muhafaza edin. İyi davranış sergileyin, şüphesiz Allah iyi, güzel davrananları sever.” diye tembih ettiği rivayetleri yer alır. Temel kaynaklardan alınarak ortaya çıkarılan eserlerde bazı gerçekler, hangi gerekçe ile yapıldığı bilinmez ama; bazı konulara hiç değinilmez ya da kitabı yazan kişinin kendi anlayışına ve yorumuna  göre konunun işlendiği görülür. Müslümanlar Mekke döneminde inançlarından dolayı eza, cefa görmüşler, boykot edilmişler, açlık yokluk görmüşlerdir ancak; Bedir savaşı, Müslümanların müşriklerin mallarına yağma ile başlayan bir savaştır. Hatta savaş sonunda ele geçen ganimetler ile ilgili sahabiler arasında tartışma çıkmış, bunun üzerine Muhammed, aşağıdaki ayeti getirerek, taksimatı kendisine bırakmış, işin içine bir de Allah’ı katarak; ganimetin sahibinin kendisinin ve Allah olduğunu söylemiştir.

(Ey Muhammed!) “Sana ganimetler hakkında soruyorlar. De ki: "Ganimetler Allah'a ve Resûlüne aittir. O halde, eğer mü'minler iseniz Allah'a karşı gelmekten sakının, aranızı düzeltin, Allah ve Rasûlüne itaat edin." (Enfal Suresi-1)

Yukarıda Bedir Savaşı sonrası, sadece yazdığı şiirler yüzünden bir kadının Muhammed’in emriyle öldürüldüğünden bahsetmiştik. Aynı savaş sonrası, Ukbe bin Ebi Muayt ve Nadir bin Haris, diğer esirler fidye karşılığında serbest bırakılırken daha önce zulüm yaptıkları gerekçesiyle bu ikisi öldürüldüler. Esirlere yapılan muamelenin kendisine de uygulanmasını isteyen ve diğer esirler öldürülmediği halde kendisinin niçin öldürülmek istendiğini soran Ukbe’ye Muhammed: “Küfrün ve Allah’a, Rasûlü’ne düşmanlık ve iftiraların dolayısıyla.” demiştir.

Ukbe bunun üzerine “Çocuklarıma kim bakacak?” demiş, Muhammed de cevaben ona: “Sen hele cehenneme girmeye bak, onları Allah’a bırak!” demiştir. Daha sonra her ikisi de Âsım b. Sâbit veya Hz. Ali tarafından öldürülmüşlerdir.

Rahmet peygamberi olarak gönderildiği iddia edilen Muhammed’in biraz da beddualarından bahsedelim. Önce kendisinin beddua ve lanet etmeyin sözü ile başlayalım. Ebu Davud ve Tirmizi’de geçen hadis şöyle:
"Birbirinize Allah'ın lâneti, gazâbı ve cehennem azâbı  ile lânet ve beddua etmeyiniz!"
Şimdi de Cebrail üzerinden yapılan bedduaya onayını, yani  Amin! dediğini görelim. Bu hadis Buhari’de geçiyor.
Muhammed bir keresinde minbere çıkarken, üç adımda da amin diyor. Hutbesini bitirdikten sonra bu “Amin” lerin sebebi sorulduğunda: "Cebrail (a.s.) üç dua etti, ben de onlara amin dedim.
-Birincisi: Cebrail (a.s.): 'Annesine, babasına veya sadece onlardan birine ulaşmış bir evlat, (onlara güzel hizmet edip, onların hayır duasını alıp) cenneti kazanamadıysa, ona yazıklar olsun/burnu yerde sürtünsün!' dedi, ben de amin dedim.”

- İkincisi: "Cebrail (as): 'Sen peygamber olarak bir insanın yanında anıldığın zaman, sana salat-ü selâm getirmezse; ona yazıklar olsun!.. Onun burnu yere sürünsün!' dedi. Ben de ona amin dedim."

-“Üçüncüsü: "Cebrail (as): 'Ramazana eriştiği halde bir insan, Ramazanın feyzinden, bereketinden istifade edememiş, Ramazan gelmiş geçmiş de hâlâ Allah'ın mağfiret ettiği bir kul olamamışsa, Allah'ın affını, mağfiretini kazanamamışsa; yazıklar olsun o kula!.. Burnu yerde sürtsün!' diye  dua etti. Ben de ona amin dedim.”

Görüyorsunuz, Rahmet peygamberi olarak gönderilen kişi, anne babasına iyilikte bulunmayan kişilerin hidayete ermeleri,doğru yolu bulmaları  için değil de ; acı çekmeleri için beddua ediyor. Devamla, kendi adı anıldığı zaman hürmet göstermeyecek kişilere beddua ediyor. Yine devamla, Ramazan ayına ulaşmış Müslümanların tövbelerinin ve dualarının kabul olunması için dua etmiyor da;  yazıklar olsun diyerek acı çekmeleri için beddua ediyor. Hani Muhammed rahmet üzere gönderilmişti? Hani o, en güzel ahlak üzereydi? Hani o, en hayırlı olanın, insanlara hayırlı olan kişi olduğunu söylüyordu?

Şimdi bazıları bu hadisin zayıf ya da uydurma olduğunu düşünebilir. Yaptığım araştırmalarda hadisin sahih olmadığı ile ilgili bir bilgiye ulaşmadım. Bazıları hadisi evirmiş, çevirmiş, “Bu ifade mecazi bir ifade “ diyenler olmuş, Muhammed’in başka hadislerini  getirerek, durumu kurtarmaya çalışmış ama nafile. Hiçbiri zayıf ya da uydurma olduğunu söyleyememiş. O halde gerçek ortada. Bazıları şunu da diyebilir: ”Kur’an ile çeliştiğine göre biz Kur’anı ölçü alır, hadise itibar etmeyiz.” Keşke bu cümle sorunu çözse! Neden mi? Çünkü Kur’an ayetleri de çelişkilerle dolu. Yukarıda geçen hadiste ayrıca bir kavram kargaşası ile de karşı karşıya kalıyoruz. Güya bedduaları eden Cebrailmiş. Cebrail kim? Vahiy meleği değil miydi Cebrail?

O halde Cebrail ile ilgili tanımlara birlikte biraz göz atalım:
“Cebrail, İslam’a göre peygamberlere vahiy getirmek, Allah'ın emir ve yasaklarını bildirmekle vazîfeli melektir.” “Cebrâil'in ismi Kur’ân'da ayrıca Cibrîl, Rûh-ul-Emîn ve Ruhu'l-Kudüs diye de zikredilmektedir.”  “İslâm dininde Cebrâil, Hz. Peygamber’e ilâhî emirleri bildiren vahiy meleğidir ve dört büyük melekten biridir.” Buna benzer yapılan tanımların yanında, hiç günah işlemeyen, çok güçlü bir melek olduğundan, emrinde meleklerden bir orduya sahip olduğundan, insan kılığına girerek vahiy getiren biri olduğundan, büyüklüğünden , kanadının sayısı gibi özelliklerinden bahsedilmektedir. Kaynaklarda Cebrail’in İnsan kılığına girip giremeyeceği gibi konular tartışılmış  ancak Cebrail’in insanlara beddua eden bir özelliğine hiç değinilmemiştir. Zaten beddua ediyor olması garip değil midir? Neden bir melek beddua etsin ki? Günah işlemeyen bir varlık, neden Allah’ın izni olmadan bir insanın kötülüğünü istesin? Bunu eğer Allah istiyorsa;  neden ayeti ile bunu peygamberine bildirmiş olmasın da meleğine söyletsin?

Muhammed’in beddua ve lanet içeren sözleri,  yukarıdaki hadis ile sınırlı değildir. Hadislerinde pek çok konuda beddualarına ve lanetlerine rastlıyoruz. Dövme yapan ve yaptırana, başkasının saçını,  kendi saçına takanlara, canlı resim ve heykel yapanlara (insan veya hayvan), kocasına küsüp ondan ayrı sabahlayan kadına, kocasının cinsel isteğine cevap vermeyen kadına, sahabe hakkında kötü söz söyleyene, kafirlerin Müslümanlardan daha iyi ve daha dürüst olduğunu söyleyenlere, Faizi alana, verene, onun katipliğini ve şahitliğini yapana, çekirgeye, vb pek çok konuda beddua ettiğini görüyoruz. “Dövme yapmayın”, “Faiz alıp vermeyin” , "Sahabem hakkında güzel söz söyleyin" demek yerine bir peygamber neden beddua eder? Peygamberlerin görevi, ümmetine doğruyu göstermek, yanlıştan vazgeçirmek değil midir? Eğer bir peygamber beddua edecekse o zaman biz; (Ey Muhammed!) “Rabbinin yoluna, hikmetle, güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et. Şüphesiz senin Rabbin, kendi yolundan sapanları en iyi bilendir. O, doğru yolda olanları da en iyi bilendir.” (Nahl Suresi-125) ayetini nereye koyacağız? Kur’an’daki Muhammed ile hadislerdeki  Muhammed aynı Muhammed değil midir? Kur’an’ı ve hadisleri yazan katipler aynı olduklarına göre yorumu sizlere bırakıyorum.

MUHAMMED ALEMLERE RAHMET DEĞİL, ZAHMETTİR |1

Yazan: The Guiding
Guiding, din, islamiyet, Hz Muhammed, Muhammed'in peygamberlik iddiası, Muhammed'e yakınlarının inanmaması, Alemlere rahmet olarak gönderdik, Kur'an'da kölelik, Muhammed'in peygamberliği,

MUHAMMED ALEMLERE RAHMET DEĞİL, ZAHMETTİR |1


Kur’an’ın Enbiya Suresi 107.ayetinde “Biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik.” der. Hadis kaynaklarından Müslim’in “Sünen” isimli kitabında yer alan bir hadise göre ise Muhammed, kendisinin lanetçi olarak değil, alemlere rahmet olarak gönderildiğini söylemektedir. Diğer hadis kaynaklarında bedduanın yasaklandığına dair  benzer ifadeler yer almaktadır. (Ebu Davud -Tirmizi)
Rahmet  sözlükte ; Birinin suçunu bağışlama, yarlıgama, merhamet etme anlamlarına gelmektedir. İslami kaynaklarda, Muhammed 'den önce insanların birbirlerini yediği, kuvvetlilerin zayıfları ezdiği, kadınların hakaret gördüğü, kız çocuklarının diri diri toprağa gömüldüğü, insanların elleriyle yaptıkları putlara tanrı diye taptıkları rivayet edilir. Dünyanın küfür ve sapıklık içinde olduğu ifade edilir ve devamla denir ki; Allah  İnsanları bu haksızlıklardan kurtarıp özgürlüğe kavuşturmak, zayıfları korumak, ruhlarını vehim ve hurafelerin etkisinden kurtarmak için Muhammed’i göndermiştir.

Ancak durum hiç de böyle olmamıştır. Bunun örneklerini az sonra sizlerle paylaşacağım.   40 yaşına kadar dürüstlüğü ile halkın güvenini kazanan Muhammed, bu yaşından itibaren Allah’ tan vahiy aldığını iddia etmesiyle birlikte, o gün Mekke ve çevresi için ; bugün de dünyamız için zulmün kaynağı olmuştur. Peygamber olduğunu ve tebliğe yakınlardan başlaması gerektiğini iddia ettiği : “Bundan böyle en yakın akrabalarını ikaz et” (Şuarâ Suresi-214) ayeti üzerine, akrabalarını davete başladı. Muhammed’in en çok yakınlığını gördüğü amcası Ebu Talip’in, İslam kaynaklarına göre, Şam’a Muhammed ile henüz o 12 yaşındayken birlikte yaptıkları  ticari yolculukta, Bahira isimli rahip ile konuştuğu ve Bahira’nın Muhammed’i övdüğü iddia edilmektedir. Ancak buna rağmen Ebu Talip  Muhammed’in peygamberliğine inanmamıştır. Diğer amcası; aynı zamanda iki kızını oğullarına verdiği dünürü Ebu Lehep ise, yeğeninin mecnun olduğunu söylemiş, evi Muhammed’in evine yakın olduğundan, onun evini sık sık taşa tutmuş veya başkalarına taşlattırmış, kapısı önüne her çeşit pisliği atmaktan çekinmemiştir. O’nun peygamberlik iddiasını hiçbir zaman kabul etmeyen Ebû Leheb, Muhammed’i her yerde takip ederek sözlerini yalanlamaya, onun bir sihirbaz ve yalancı olduğunu, kavmini birbirine düşürdüğünü, sözlerine itibar edilmemesi gerektiğini söyleyegelmiştir. Muhammed’in kendisi de dahil olmak üzere, ona inananlar , anne-babaları ve yakınlarının inançları ile ters düşmüş, bu yüzden  ailesini terkedenler ve savaşta akrabalarıyla karşı karşıya gelenler olmuştur. İnsanın anne-babasıyla, kardeşleri ve çocukları ile her zaman aynı şeyi düşünmeleri, aynı şeylere inanmaları elbette gerekmiyor. Ancak, çocukluğundan beri Muhammed’i en iyi tanıyan amcalarının bile , Muhammed’in peygamber olmadığını düşünmeleri bizler için önemli bir delil olsa gerektir. O Muhammed ki; 40 yaşına kadar müşrikler ile beraber yaşamıştır. Birden, “Ben peygamberim” diye ortaya çıkması, insanlara garip gelmişti, peygamberliği inandırıcı değildi. İslami kaynaklara göre, Muhammed’in dedesi Abdülmuttalib, Hira dağına çıkıp Ramazan ayında orada ibadet etmeyi adet haline getirmişti. Dedesi gibi, Ramazan ayının sonunda Şevval hilalini gördükten sonra dağdan inen müşrikler, Kabe’yi tavaf ediyorlardı.  Muhammed de bu adeti sürdürüyordu. Vahiy aldığını söylediği gün de; Hira dağında ailesinden uzak olarak geçirdiği  o günlerden birine tesadüf etmişti. Mekke halkı müşrik olmalarına rağmen, abdest, gusül, teyemmüm  gibi ibadetleri yerine getiriyor, namaz kılıyor, oruç tutuyor, kurban kesiyor, hac ediyorlardı. Onları müşrik yapan şey, Allah’a ortak koşmalarıydı. Allah’a yakın olmanın şartı olarak, putları aracı kılıyorlardı. Dolayısıyla Muhammed yeni bir şey getirmemişti. Getirdikleri eskilerin tekrarıydı. Tek yenilik, kendisinin peygamber olduğu iddiasıydı. O yıllarda Yahudilik ve Hıristiyanlık’ta olan ve Hz İbrahim’den beri var olduğu  düşünülen inanç ve ibadetler yaşanıyordu. Daha sonra da Muhammed bunların aynısını yaşamaya devam etti. Allah’ın, Yahudiliği ve Hıristiyanlığı tasdik eden bir kitap gönderdiğini de söylüyordu zaten. “O sana kitabı, gerçeğin ta kendisi ve öncekileri doğrulayıcı olarak indirmiştir; daha önce insanlara doğru yolu göstermek üzere Tevrat ve İncil’i indirmişti.” (Ali İmran Suresi-3)

Muhammed, Yahudilerin tuttuğu aşure orucunu öğrenip: "Aşûre orucunu tutun; ancak bir gün önce veya bir gün sonra tutmak sûretiyle Yahudilere muhalefet edin" demiştir. Eşi Ayşe’den gelen bir  rivayette ise, müşriklerin de Muhammed’in de Mekke döneminde bu orucu tuttukları ancak; Ramazan orucu farz kılındıktan sonra Muhammedin bu orucu tutmadığı bilgisi vardır.

Muhammed, yakınlarından başlayarak insanları, peygamberi olduğunu iddia ettiği İslam dinine çağırmaya başladı. İlk davet ettiği kişiler, farklı kabilelerden oluşan ve sözü dinlenebilecek, Mekke’de ağırlığı olan kişilerdi. Ayrıca  ezilen, borç altında inleyen, gömülmekten şans eseri kurtulan kadınlara ve kölelere çok cazip geliyordu bu yeni  din. Bazı köleler, zengin Müslümanlarca azad ediliyorlardı. Köleler bu dini sevmişlerdi ama Muhammed onları sevmiyordu. Onun derdi daha çok, nüfuz sahibi kişilerdi. Evliliklerini de bu siyaset üzerine yapmıştı. Kendisine maddi ve manevi  olarak destek olacak kişileri seçmeyi başarmıştı. Vefatından sonra halife olan 4 kişinin, (Ebubekir, Ömer, Osman, Ali) ya damadı ya da kayınpederi olmaları bu siyaseti anlamak için yeterli bir örnek olsa gerektir. Rahmet peygamberi olduğu söylenen Muhammed, bakın köleler ile ilgili hangi ayeti getiriyordu. “Allah, hiçbir şeye gücü yetmeyen ve başkasının malı olan bir köle ile, kendisine verdiğimiz güzel rızıktan gizli ve açık olarak Allah yolunda harcayan kimseyi misal verir. Bunlar hiç eşit olur mu? Hamd Allah’a mahsustur, fakat onların çoğu bilmezler.” (Nahl Suresi-75)
Aynı Muhammed, Veda haccındaki hutbesinde ise köleler ile ilgili olarak: “Onlara yediklerinizden yedirin, giydiklerinizden giydirin” diyordu. Yani köleler, hür insanlar ile aynı kıyafeti giyecekler, onların yediklerini  yiyecekler ama asla hür insanlar gibi bir statüye sahip olamayacaklardı. Muhammed hiçbir zaman köleliği ve cariyeliği kaldırmak için çaba sarf etmedi. Çünkü cariyeler, onun şehvet aracıydı. Etrafında o kadar varlıklı insan olmasına rağmen, bir savaş için neredeyse tüm mal varlığını bağışlayacak kişiler olmasına rağmen, o kölelerin, o cariyelerin tamamını hürriyetlerine kavuşturma gayreti hiç olmadı. İslamın ilk yıllarında taraftar toplama adına göstermelik azad etmeler oluyordu. Muhammed’in, her ne kadar sahip olduğu, sayıları 50-80  arasında değişen kölelerinin tamamını azad ettiği söylense de bu konuda kesin bir bilgi yoktur. Zeyd Bin Harise’nin azad edilme ve evlatlık sayılma konusu ise; ayrı bir başlıkta işlenebilecek kadar karmaşık bir konudur. Sizleri düşünmeye, sorgulamaya ve araştırmaya sevk etmesi açısından şu kadarının bilinmesinde fayda görüyorum: Muhammed ile Zeyd’in aralarındaki yaş farkı 10 dur.

Kölelerin ve cariyelerin varlığı Muhammed’in işine geliyordu. Ya değilse, ganimet ve cariye vaadinde bulunduğu inananlarını, yapacağı savaşa nasıl ikna edecekti?

Bakın her şey ortada iken, kendisi hakkında nasıl ayetler getiriyor, kendisini nasıl şirin gösteriyordu. Sırf yazdıkları şiirler yüzünden Muhammed’in öldürdüğü kişileri bir sonraki yazıma bıraktım. Kadınları öven sözlerine rağmen, 5 çocuklu bir kadını nasıl öldürdüğünü paylaşacağım sizlerle. Şimdilik sizleri kendini övdüğü sözde ayetler ile başbaşa bırakıyorum. Övülen kişi ile gerçek kişinin hiç de aynı olmadığını diğer yazılarımda birlikte göreceğiz. Şimdilik hoşçakalın.

“Andolsun, size içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona ağır gelir, size çok düşkündür, müminlere karşı şefkat ve merhamet doludur.” (Tevbe Suresi-128)

“Sen onlara sırf Allah’ın lutfu sayesinde yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı kalpli olsaydın, hiç şüphesiz etrafından dağılır giderlerdi. Onları affet, onların bağışlanmasını dile, iş hakkında onlara danış, karar verince de Allah’a güven, doğrusu Allah kendisine güvenenleri sever.” (Ali İmran Suresi-159)

“O, Allah’ın elçisi Muhammed’dir. Onunla beraber olanlar da kâfirlere karşı sert, kendi aralarında merhametlidirler.” (Fetih Suresi-29)

“Sarp yokuş nedir bilir misin? Köle azat etmek veya açlık gününde yakını olan bir yetimi, yahut aç-açık bir yoksulu doyurmaktır. Sonra, inanıp birbirlerine sabır tavsiye edenlerden, merhametlilerden olmayı tavsiye edenlerden olmaktır.” (Beled Suresi-11-17)

“Mü'minlerden sana uyanlara (merhamet) kanadını indir.” (Şuara Suresi-215)

“Andolsun, Allah'ın Resülünde sizin için; Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Allah'ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır.” (Ahzab Suresi-21)

“(Ey Peygamber!) Allah’ın izniyle seni kendi yoluna çağıran bir davetçi ve aydınlatıcı bir kandil olarak gönderdik.” (AhzabSuresi-46)

“Ey iman edenler! Peygamberin evlerine vaktine bakmaksızın ve yemeğe izin verilmedikçe girmeyin. Fakat çağırıldığınız vakit girin. Yemeği yediğinizde de hemen dağılın. Sohbet etmek için de izinsiz girmeyin. Çünkü bu haliniz peygambere eziyet veriyor, ama o sizden utanıyor. Fakat Allah gerçeği söylemekten utanmaz.” (Ahzab Suresi-53)

“(Ey Peygamberim!) Şüphesiz ki sen (insanları) doğru yola iletiyorsun.” (Şura Suresi-52)

"Sen elbette yüce bir ahlâk üzeresin." (Kalem Suresi-4)

İSLAM'DA FARKLI İNANÇ ŞEKİLLERİ

Yazan: Kainatta Toz Zerresi
KTZ, din, islamiyet, İslam'da farklı inanç şekilleri, Farklı Müslüman inanışları, Peygamber mi Allah mı?, Allah dayatması, Hz Muhammed, İslamı sorgulamaya giden yol,

İSLAM'DA FARKLI İNANÇ ŞEKİLLERİ

Bu başlık altında ele alacağım konu, meshep ya da tarikatlarla, cemaatlerle ilgili değil.

Dindar olduğum dönemlerde, tanıdıklarla veya yeni tanıdığımız insanlarla bazen dini konuları içeren sohbetler yapardık. O zamanlar İslâm’ı modern şekilde yorumlamaya çalışan Yaşar Nuri ÖZTÜRK gibi İlâhiyatçılar çok popülerdi. Biz de ailecek, etrafımızdaki çok tutucu ve çok dindar olan dini yapıdan kendimizi bir parça ayırır ve Sosyete hocası denilen bu tür kişilerin görüşlerini dinler, hak verir ve etrafımıza da sohbet aralarında anlatmaya çalışırdık. Bu sohbetler bazen tartışmaya döner ve baktık ki işler kötüye gider,  bir birimize gireceğiz, karşılıklı olarak hemen konuyu kapatır, farklı şeylerden konuşmaya başlardık.

Yaşar Nuri ÖZTÜRK, hangi kanaldı hatırlamıyorum ama “Ayşe ÖZGÜN ile her gün” isimli bir programda Cuma günleri konuk olarak bulunuyordu. Ayşe hanım, Yaşar Nuri beyin, İslâm ile ilgili bir kitabını elinde bulunduruyor ve kendisine ilginç gelen konular ile ilgili sorular soruyordu. O günlerden hatırlayabildiğim şeyler, “İslâm’ın şartı 5 değildir, kadınlar Cuma namazı kılabilir, kadın başı açık şekilde namaz kılabilir, cenaze namazı sırasında kadınlar da erkeklerle  ön sırada saf tutup cenaze namazını kılabilir,…” gibi konular yer alıyordu. İnsanlar bu tür konuları dinlerken ve kendilerine öğretilen geleneksel din ile Kur’an’da var olan dinin farklı olduğunu fark edince şok oluyorlardı. Bu yönü ile kendisine bir çok taraftar toplamış olmasına rağmen bir çok kişiyi de karşısına almıştı. Yaşar Nuri bey, her ne kadar kendi çapında İslâm’ı,  yobaz  ve gerici bir din olmaktan çıkartıp modernleştirme çabasına girmiş olsa da (belki de öyle görünmeye çalışıyordu),  aslında bu ülke insanının bilincine çok güzel şeyler kattığına inanıyorum. Peki neler kattı?
  • Öncelikle geleneksel din ile Kur’an dini arasındaki farkları ve çelişkileri ortaya koyarak inançlı kesimin dikkatini uyardı. Buna, uyuklayan insanı omzundan tutup silkelemek de diyebiliriz.
  • Müslüman kesime, din ile ilgili bir ibadet veya bir emir ya da benzeri bir şey yaparken, “Ben bunu doğru yapıyor muyum? Allah gerçekten böyle yapmamı mı istemiş? Kur’an’da bu geçiyor mu? Bunun aslı faslı nedir?” gibi düşüncelerle dini yaşantısını sorgulama ve kontrol etme ihtiyacı hissettirdi. 
  • O zamanın ilahiyatçılarına dek, bir çok konuda soru soran ve sorgulama yeteneği olan fakat dini konularda sorular sormaya çekinen, aklına ters bir soru geldiğinde “şeytan işi” diyen “ayıptır, günahtır” diyen ve soru sormaktan çok fetvaya ihtiyaç duyan Müslüman’lara cesur sorular sormalarının ve sağlıklı sorgulama yapmalarının kapısını açtı. Bunun sağladığı en güzel fayda ise “DİN SORGULANMAZ!” inanç kalıbının yıkılmaya başlamasıdır.
  • O zamana kadar Kur’an’ı sadece Arapça okunuşu ile okuyan, Türkçe meali ile okuma alışkanlığı olmayan Müslüman halka “Evinizdeki Kur’an mealini, duvarınızda süs niyetine asmayın, açın okuyun” diyerek insanları Kur’an’ın Türkçe mealini okumaları yönünde teşvik etti. Bu çok önemliydi çünkü eski İlâhiyatçılar ve özellikle Diyanet, Kur’an’ın anlaşılması ağır bir kitap olduğunu ve ancak onu, alanında uzmanlaşmış İlâhiyatçıların ve hocaların okuyup anlayabildiklerini ve vatandaşın da ancak bu hocalardan gereken bilgiyi alabileceklerini söylerlerdi. Kur’an’ı anlama algısı  bu şekilde oluşturulmuştu. Yaşar Nuri ÖZTÜRK ile,  bu algı değişime uğramaya başladı. 
  • Emeviler ve Abbasiler gibi İslâm topluluklarının dini ve Kur’an’ı nasıl yozlaştırmaya çalıştığını ve tahrif edildiğini çok kez dillendirdi. Bu konularla ilgili olarak bir çok kişinin zihninde “Kur’an gerçekten de kıyamete kadar korunuyor mu?” şüphesini getirdi. 
  • Yaşar Nuri beyin, din ile ilgili bence bu ülke insanına kazandırdığı en güzel şeylerden birisi de her ne kadar İslâm Peygamberini yüceltse de Arap milletlerinin yaşantısından haz etmeyen ve o milletlerin yaşantısını, insan haklarına aykırı olarak gören ve bunu bir çok kez dile getirerek halkı bu konuda bilinçlendirmeye çalışmasıyla ilklerden biri olmasıydı.  Onun dönemine kadar bir çoğumuz, Suudi Arabistan’ı kutsal bir ülke olarak görürdük. Hatta Araplar da kutsaldı. Suudi Arabistan içinde yangın çıkan bir otelden kadınların kurtulmak için yarı çıplak bir şekilde can havliyle dışarı koşarken, emniyet güçlerinin “kadının dışarıya yarı çıplak şekilde çıkması günahtır” diyerek kadınları tekrar alevlerin olduğu otele tıkmaya çalıştığından tutun da, Ramazan ayına girişin tespiti için bilimsel ve kesin  yöntemler yerine görevli birisinin yüksek bir tepeye çıkartılıp ayın durumunu gözlemleyerek ancak Ramazan ayına girişin karar verildiğine kadar bir çok insanlık ve akıl dışı olayları yeri geldiğinde sık sık anlatırdı. Bunları dinleyen halk, haliyle Arap ülkeleri ile kendi yaşantısını ve ülkesini  karşılaştırıp Arap milletlerinin dindarlıktan çok cehaletle ve gericilikle yaşayan topluluklar olduğuna vakıf oldu. Şu an için bu tür bilgilere herkes ulaşabiliyor fakat internetin olmadığı ve televizyon kanalının tamamen devletin tekelinde olduğu ve özel kanalın sadece birkaç tane olduğu 90’lı yıllarda bu tür bilgilere ulaşmak çok zordu. Öğrencilik yıllarımızda ise din dersi öğretmenleri, Arap ülkelerini öyle yağlı ballı anlatırlardı ki, oralar sanki hayalimizde cennet diyarıydı. Yaşar Nuri ÖZTÜRK, bizlere cennet diyarı diye anlatılan masallardan insanların ciddi bir kısmını uyandırdı ve Medeni yasalar ile Şeriat yasaları arasındaki farkı irdeleyip anlamamıza vesile oldu. 
  • Yaşar Nuri ÖZTÜRK, Kur’an ve ükemizdeki İslâm geleneğine yönelik cesur yorumlarıyla gündeme oturmaya başladıktan sonra aynı görüşe ya da benzer görüşe sahip  diğer İlâhiyatçılar teker teker konuşmaya başladılar. Aslında bir çoğunun benzer görüşü yeni değildi fakat o dönemlerde insanların en etkili iletişim ve haber aracı olan televizyon vasıtası ile bu yolu diğerlerine açan Yaşar hoca oldu.
  • O dönemlerde, geleneksel din ile Kur’an arasındaki farklar incelenip sorgulanıp sonrasında Kur’an’ı kim daha doğru yorumluyor sorgulamalarına gidildi.  O sorgulamanın ardından gelen  soru ise “Kur’an ayetleri insan haklarına, çocuk haklarına ve kadın haklarına uygun mu?”. En son geldiğimiz noktada ise en popüler olan sorgulama sorusu şu şekilde: “Ateistler, dinimizde bunun böyle böyle olduğunu söylüyorlar, yoksa doğru mu?”

Bazı yazılarımda Modernist diye tabir ettiğim İlâhiyat profesörlerini, hocaları yerden yere vurup eleştirdiğim çok oldu fakat biraz derin düşününce, benim ve benim gibi bir çok kimsenin Arap yutturması bu dini sorgulayıp bırakmamızdaki süreçte onların katkılarını görmezden gelemem. Yaşar Nuri beyin döneminden önce, dine  yöneltilebilecek çok cesur soruları bırakın sormayı  aklımıza bile getirmezdik.
O dönemlerden bu dönemlere doğru gelindiğinde, dini bilgileri sorgulayan, araştıran, düşünen  bir kısım  insanın(ülkemiz için söylüyorum) kafasında bir birine benzemeyen ama en çok da İslâmiyet’e benzemeyen fakat İslâm gibi görünen inanç türleri oluştuğuna şahit oldum. Karşılaştığım bazı durumlar, yaptığım bazı sohbetler, tanıdığım bazı kimselerden tesadüfen işittiğim kişisel dini tutumlar  ve sosyal medyada gözlemlediğim izlediğim bazı durumlar üzerinden bunların neler olduğunu, ilgili başlıklar altında paylaşmak isterim.

  • Bir şeyler yanlış!
Dindar kesim içerisinde namaza başlayan ve bir süre sonra bırakan insanlara rastlamışsınızdır. Ben de o insanlardan biri idim geçmişte. Ortalama 5 yıl namaz kıldım. Çevremdeki insanların “namaza bir başlasan müptelası olursun, için o kadar huzur dolar ki…” gibi sözlerini dikkate alırdım ama o huzuru yaşadığımı söyleyemem. Gerçekten söyleyemiyordum çünkü bir kez söyledikten sonra “Sen Allah’ı gerektiği gibi sevmiyorsun” cevabını aldım ve susmayı tercih ettim. Sonrasında bıraktım namaz kılmayı. Namazı bırakmamın ardından 1 yıl sonra başka bir tanıdığım ile sohbet ederken konu namaza geldi(çekim yasası dedikleri bu olsa gerek). Tanıdık olan kişi İlâhiyatı bitirmiş. Kendisinin daha önceleri çok kez namaza başladığını fakat namaza kendisini bir türlü veremediğini, hûşû dedikleri huzuru ne namazda ne de namaz sonrasında hiç yaşamadığını ve namazın kendisine “gereksiz bir ibadet” hissi verdiğini ve en sonunda namaz kılmayı bıraktığını söyledi ve devamında “Bu namazda yanlış olan bir şeyler var. Günümüze kadar orjinali ile geldiğine inanmıyorum. Bence Allah’ın Peygamberimize öğrettiği namaz ile bize kadar gelen namaz, aynı namaz değil. O yüzden ben, namaz kılmak yerine, namaz vakitlerinde Allah’ı anıp oturduğum yerden dua ve sure okuyorum. Böylelikle kendimi daha huzurlu hissediyorum. Doğrusunu mu yapıyorum ondan da emin değilim”. Namaz hakkında bir ara ülkemiz gündemine de oturan tartışmalar ve görüş ayrılıkları yaşanmıştı. Kimileri namazın 3 vakit kimileri ise 5 vakit  kılınması gerektiğini. Kur’an’da namazın “salat” şeklinde geçtiğini ve nasıl kılınacağı konusunda bilgi vermediği için Müslüman’ın tamamen kendisine bırakıldığını ve isteyenin öğretildiği şekli ile eda edip isteyenin, ilgili vakitler uyarınca yürekten Allah’ı anıp dua ederek de namazı tamamlamış olacağına dair görüşler vardı. Bu görüşler ve tartışmalar boşa değilmiş ve havada kalmamış.

  • Peygamber mi Allah mı?
Yanında benim adım anılıp da bana salavat getirmeyenin burnu yerde sürtülsün." (Hakim ve Tirmizi). Hz Muhammed’in söylediğine inanılan bir sözdür ve kabul görür. Dindar Müslümanlar  bir birleri ile karşılaştıklarında  “Musafahalaşmak” denilen bir tokalaşma yöntemi ile selamlaşırlar. Bu tokalaşmak sırasında Peygambere selam gönderilir. Sadece selamlaşma sırasında değil, dualarda, namazlarda, sohbetlerde, mevlüdlerde Peygamberin ismi sık sık zikredilir. O’nun yaşantısı örnek alınır. O’nun gibi olmak istenir. Öte alemde O’nun yani Peygamberin şefaat edeceğine inanılır. Öte alemde, Peygamber ile aynı cennet katına yerleşmek için ve cennette onunla yaşamak için yarışanlar, ibadeti abartanlar bile vardır. Bir Müslüman rüyasında Hz Muhammed olduğuna inandığı birini görmüş ise uyanır uyanmaz rüya yorumcuları aranır bulunur, rüya anlatılır, hatim indirilir. O kişinin bir sıkıntısı var ise o sıkıntının Peygamber vesilesi ile bertaraf edileceğine ayrıca rüyayı gören kimsenin cennete gideceğine ve yine rüyayı gören kimsenin Peygambere Allah’a yakışır imanlı bir kul olduğuna dalalet edilir. Sülale boyu sevinilir. Konu komşu “Allah bize de nasip etsin Peygamberimizin nurlu yüzünü görmeyi” diye dua eder. Haaaasılı, Allah’ın ismi Peygamberin isminden daha az anılır. Peygamber bir tık daha yukarıdadır. Garip olan ise, Müslümanlar bunun pek farkında değillerdir, hallerinden şikâyetçi de değillerdir.

  • Allah’a inan,  gerisi yalan
Ben dinden çıkalı henüz bir yıl olmadı. İlk kez bu sene oruç tutmadım fakat dışarıda oruç tutuyormuş gibi yapmak durumunda kaldım. İş arkadaşlarının yanında sohbet ederken, dini konular gündeme geldiğinde, içini dökememek, inançsızlığını göğsünü gere gere söyleyememek sinir bozucu bir duygu. Ramazan ayına bir hafta kala, anneme açıldım. Annem pek dindar bir kadın değildir. Namaz kılmaz fakat orucunu tutar. Dini toplantılardan pek haz etmez. Kasabada yaşayan ve sağı solu dindar komşularla dolu olan birisi olarak onların tam zıddı ve kasaba kadınının geleneksel giyim kuşamına sahip olmasına rağmen tam bir Cumhuriyet kadınıdır. Anneme konuyu açarken Kur’an’ı bir süredir araştırdığımı ve takip edip görüşlerine önem verdiğimiz İlâhiyatçılara rağmen Kur’an’ın Allah katından inen bir kitap olduğuna inanmadığımı ve bu durumdan içsel olarak emin olduğumu, bu yüzden de Müslümanlığı bıraktığımı söyledim. Annemin bana çok ters ve kötü bir tepki gösterteceğini sandım fakat tepkisi aynen şu şekilde oldu: “Tamam kızım, Kur’an’a inanma da, Müslümanlıktan niye çıkıyorsun?”. HÖNK? HIH? O NEY ANNE ÖÖÖLE? “Gızım tamam, Kur’an sana anlamsız geliyo, Müslümanlığı niye bırakıyon ki? Dediğin doğru, Araplar Kur’an’ı mahfetmişler. İçindeki bilgilerin bir çoğu  bu zamana kadar yalan yanlış gelmiş, hocalar anlatıyor hiç dinlemedin mi? Ama Allah gerçek. Peygamberimiz de gerçek. Kur’an’ın emirlerine uyma, tamam. Zaten Kur’an’ın hangi ayetleri doğru gelmiş, hangileri yanlış gelmiş belli değil  ama Allah’a inanmayı bırakma,  Allah gerçek…” Sevineyim miiii, Üzüleyim miiii, Şaşırayım mı bilemedim gitti! Ben senelerdir içsel alemimde cebelleşirken Annem kendine göre çoktan meseleyi sonuçlandırmış beyninde. Annem yine de senede bir ay oruç tutmaya devam ediyor çünkü sağlığa faydalı olduğunu düşünüyor. İzlediğim youtube videolarından birisinde Müslüman olduğunu söyleyen birisi tıpkı annemin anlattığı gibi bazı ayetlerin tahrif edildiğine inandığını ama bunun kendisini dinden çıkarmak için yeterli bir neden olmadığını söylüyordu. Sosyal medya üzerinden yapılan yorumlarda buna benzer konuları gündeme getirenlere nadir de olsa  rastlıyorum. Yani ülkemizde böyle bir Müslüman kesimi var. Allah gerçek, Peygamber gerçek ama Kur’an tahrif edildi bu yüzden Allah’a inan, Kur’an’a inanma.

  • Gelgit yapan küskünler
Nahl 97: Erkek veya kadın, kim mü’min olarak iyi iş işlerse, elbette ona hoş bir hayat yaşatacağız ve onların mükâfatlarını yapmakta olduklarının en güzeli ile vereceğiz.

Buna benzer başka ayetler de var. Ülkemizin Müslüman halkı içinde de bu inanç mevcut. Her ne kadar bir kısım inanan, “bu dünyada,  yaptığımız iyiliklerin karşılığını bulamasak bile öbür dünyada mutlaka bulacağız” dese de diğer bir kısmı işin İlâhi adalet kısmında oldukça hassas bir gönül terazisine sahiptir ve başına gelen musibetlere ya da vermekte olduğu çetin hayat mücadelesine ya da bitmek bilmeyen ve artık dertleri sıkıntıları hastalık olarak vücudunda nüksetmeye başlamış bazı Müslümanlar, bir süre sonra isyan etmeye başlarlar. Bu konu ile ilgili çok detaya girmek istemiyorum çünkü her insan için gerçekten de çok hassas durumları içeriyor. Aile ya da akraba içinde ölüm nedeni ile yaşanan kayıplar, tedavisi çok zor olan ve hem maddi hem de manevi olarak bireyi çökertme durumuna gelen hastalıklar,  manevi şiddet, iflas,  sürekli  hor görülen  aşağılanılan bir ortamda yaşam mücadelesi vermek, savaş, iyilik yaptığın biri tarafından sırtından bıçaklanmak(manevi anlamda) vb durumlarla yüz yüze gelen çok sayıda Müslüman var. Bu kimselerden bazıları, dinlerini terk etme noktasına gelebiliyorlar ve hatta terk ediyorlar. Bir süre sonra farklı nedenlerden ya da bir şekilde emin olamadıklarından dolayı tekrar geri dönüyorlar İslâm’a fakat bu kez, hayatlarını iyiden iyiye incelemeye alıyorlar ve yaşamlarında karşılaştıkları her şeyi, kendi içlerindeki adalet tartılarıyla tartmaya başlıyorlar çünkü ters giden bir şeyler var. İyi bir insan olmaya ve yaşadıkları hayata, çevrelerine, yaptıkları işlere en iyisini katmak için çaba sarf etmelerine ve sürekli olarak dua etmelerine karşın, işler yolunda gitmiyor ve bitmek tükenmek bilmeyen  sıkıntılarla boğuşuyorlar. Bu Müslümanların  bir süre sonra İslâm’ı anlamak, yorumlamak ya da inanmakla ilgili belirgin bir kalıp çıkıyor zihinlerinden “Eğer Allah diye bir Tanrı varsa ve bu Tanrı, bize anlatıldığı gibi adil ise kendisine ibadet eden ve dünya hayatında da iyi işler yapan kullarını sadece cennet hayatında değil, dünya hayatında da mükafatlandırmalı. Eğer  O Tanrı, kendisine sadık kalmamı ve ibadetimde, imanımda devam etmemi istiyorsa, bunca yaptığım iyilik, gösterdiğim sabır, katlandığım sıkıntı ve yaptığım ibadetler karşısında bana karşılığını şu dünya hayatında göstertmeli, bekliyorum. Bu dünyada didiş, uğraş, sıkıntı çek, ödülünü hiç görmediğin öte tarafta al, yok öyle yağma…”  Müslümanlar arasında bu şekilde düşünen  asi ruhlu inançlılar da var. Her ne kadar toplum içinde kendilerini pek belli etmemeye çalışsalar da bazen yaşanan haksızlıklar  karşısında “Allah görmüyor bizi, görsün diye duysun sesimizi diye daha ne yapmalı bilmem ki!” gibi sitemleri duymuşsunuzdur. Aslında bu sitemlerin derininde daha büyük haykırışlar vardır fakat sitemde bulunan kişi, ağzından çıkan cümleleri kontrol etmeye çalışır.

  • El için mi Allah için mi?
Aile ve toplum bağlarına önem veren insanlarız. Bunun doğal bir sonucu olarak dedikodu ve bir birini eleştirme  gibi yan etkiler kaçınılmazdır. Dünyanın her toplumunda da bir parça vardır diye düşünüyorum.  Dindar olduğum yıllarda, çevremdeki dindarların içindeki  El korkusunun, Allah korkusundan üstün olduğuna inanırdım.  18-20 yaşlarımda, başımı kapatmamla ilgili dini ısrarlardan sonra bakıyorlar ki bende çıt yok, aldırmıyorum, bu kez, “biz senin iyiliğin için söylüyoruz, o başını kapatmazsan kimse seni oğluna almaz, evde kalırsın”, çıktı mı ipin alt ucu? Cuma namazına gitmek istemeyen erkekler olur. Gitmek zorundalar çünkü “falanca cumaya bile gelmiyor” denebilir. Bir çok küçük yerleşim yerinde Ramazan ayı gelince bayanların camiye teravihe gitme modası çıktı. Gitmeyenler dedikodu konusu olur. “Niye gelmiyorsun?, Tamam dini bir zorunluluk değil de gelsen ne olacak sanki? Ne kaybedeceksin?, Biz gidiyoruz bak, çok güzel şeyler öğreniyoruz, hem sevap kazanacaksın!”. “Üffffff, gidiym bari, elin çenesine düşmekten iyidir.”  Dini toplantılar yapılır. Bu toplantılar sırasında, gündelik hayatında,  saat başı bile Allah adını anmayan kimseler, her on dakikada bir “Allah, çok şükür, Allah’ım büyüksün, La ilahe illallah!...”  lar kırıla gider. Allah’a gönülden inanan ama gündelik hayatında namaz kılmadığını bildiğim  kadınların, bu dini toplantılar sırasında, öğlen ezanı okunurken hemen yerinden fırlayıp seccadeyi alıp da herkesten önce kıbleye doğru serip namaz kılanlarını  çok gördüm.  İnanç var fakat hangisine daha çok önem verilir? Allah biliyor kısmı mı daha önemli yoksa Elalem bilmeli, görmeli kısmı mı daha önemli?   Müslümanlar da bu tür durumlardan ve bu türlü davranışlardan çok yakınırlar fakat “Din” denilen şey zaten bu davranışın nedenidir. Dini ortadan kaldırdığınız zaman zaten insanlar bir birlerinin manevi Tanrılarına nasıl ibadet ettikleri ya da o manevi Tanrının isteklerini nasıl yerine getirdikleri ile ilgilenmezler. İlgilenecekleri şey direkt olarak Atasözümüzün de belirttiği gibi “Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz”. Şöyle de söyleyebiliriz “Ayinesi iştir kişinin ibadetine, şekline şemaline bakılmaz”. Keşke insanlar bir birlerini yargılayıp eleştirirken “Namazını kılar mı? Allah adı anılınca derlenip toplanıp saygılı oturur mu? Orucunu tutar mı?, Elhamı bilir mi?...” gibi ibadet şekillerine odaklanmak yerine “Çevrenin güzelleştirilmesi için ne yapar?, Fidan dikme çalışmasına katılıyor mu?, Kadınları koruma derneğine katkısı var mı?...” gibi sorular ve meraklar gündeme gelse. En azından hayatın güzelleştirilmesi ve iyileştirilmesi aşamasında faydası olurdu. Sonuç olarak Din inancının içinde, Din inancının sosyal yaşama etkisinin sonucu olarak insanlar ve özellikle de dindar kesim  bir birilerinin ilgisini ve dikkatini, toplumun ortak çıkarlarından çok manevi inançlarının görsellerine odaklıyorlar.

  • Hz Muhammed, iyi kalpli bir medyum idi
Bu kimselere Müslüman demek yanlış olur. Aslında Müslümanlığın dinsizliğe doğru giden adımları da diyebiliriz. Bu kimseler, Allah olarak bilinen Tanrı’nın, hiçbir insana ya da seçtiği bir Peygambere vahiy göndermeyeceğine inanırlar.  Fakat bazı insanların hissiyatlarının ve manevi yönlerinin çok güçlü olduğuna ve bu yönleri dolayısıyla tıpkı psişik güçleri olan kişiler veya bazı medyumlar gibi kâinatın manevi güçleri ile veya şahsi çalışmaları, meditasyonları sırasında direkt olarak Tanrı ile iletişim kurabileceklerini ve Tanrının kendilerine indirdiği bilgiyi değil de Peygamber olarak tanınan kişinin kendi çabası ile  ihtiyaç duyduğu konu hakkındaki İlâhi bilgiyi Tanrı katından özel bir çalışma yolu ile ilham şeklinde aldığına inanırlar. Bu kişilerin görüşlerine göre bazı Peygamberlerin de soy ağacının aynı olması, bu genetik psişik yeteneğin bu şekilde sonraki kuşaklara iletildiğinin bir göstergesidir. Buna inanan kimseler için Kur’an’daki çelişkilerin  izahı çok basittir. “Kur’an’ı aslında Tanrı göndermemiştir. Muhammed Peygamber, manevi yönünün gücü ve psişik yeteneklerinin bir sonucu ve özel çalışmaları nedeni ile bazı konular hakkında ilâhi kattan bilgi almak istemiştir ve psişik olarak Tanrı katına ilettiği bu isteğine karşılık, beklediği bilgiler kendisine Tanrı tarafından  ilhâm edilmiştir fakat bu bilgiler ya da ayetler, insanların Tanrı tarafından uyulmasını emrettiği bilgiler değildir. Bir çoğu, insanların iyiliği için Tanrı katından bir bilgi olarak gönderilmiş fakat Muhammed Peygamber, o bilgileri, dini bir kitaba dönüştürmek ve kendi çevresine kabul ettirmek için üzerinde değişiklikler yapmıştır. Bu değişiklikler o zamanın şartlarına göre gerekli idi. Aslında Muhammed Peygamber çok iyi ve eşsiz bir insan idi. Elinden gelenin en iyisini yaptı. Onun iyi bir insan olduğuna inanıyorum fakat Kur’an, her ne kadar Tanrı katından özel isteklerle  inen bazı bilgilerden oluşmuşsa da bu bilgiler, bizim  Kur’an denilen  Eski Araplara özel düzenlenmiş kitaba  inanmamızı ve uymamızı gerektirmez”.  Bu türlü düşünen ve bu mantığa inanan bir kısım insan var  ve dahası, kendisini tam bir Müslüman olarak tarif etmesine ve görmesine karşın, “Hz Muhammed’e vahiy nasıl inmiş olabilir?”, “Allah ile nasıl bir diyalog yaşandı?” gibi sorulara çok daha detaylı cevap almak isteyen ve bu konuda gereğinden fazla kafa patlatan kişilerin  inançları bu konu doğrultusunda az ya da çok evrim değiştirmeye başlıyor. Çünkü bir insanın “Bana Tanrıdan vahiy geliyor” demesi, hakikaten üzerinde çok düşünülmesi ve emin olmak için çok kafa patlatılması gereken bir durumdur. Bu şüphe bir çok Müslüman’ın içinde belli ya da belirsiz bir miktar bulunur. “Ya vahiy inmedi ise. Ya Muhammed Peygamber, kendisini bazı konularda şartlandırıp ilham edindiği bilgileri, Allah katından geldi diye algıladıysa…” gibi sorular, Müslümanların beynini kemiren kurtçuk gibidir. Sorgulamayı yapan söz konusu Müslüman, bu durumla baş edemez. Zaten kafasında, hoş olmayan ve İnsanlığa aykırı Kur’an ayetleri vardır ve o ayetlerin mantıklı bir izahı yoktur. Bir de üstüne “Muhammed’e gerçekten vahiy inmiş olabilir mi?” sorusunun olumsuz cevabı baskın olursa, kişi, çocukluğundan beri çok sevdirilmiş olduğu Peygamberini ve Allah’ı birden bire silemez ve sonuçta böyle bir yol bulur.  O inanç yolu da şudur: “Hz Muhammed  çok iyi bir insandı, Tanrı’ya Allah diye hitap ediyordu ve kendisine ilham edilen bilgiler Tanrı katından geliyordu fakat o bilgiler bizim için değildi, o dönem insanlarına gönderildi.

MUHAMMED'İN İBRETLİK ÖLÜMÜ VE CENAZESİ

Yazan: Mehmet W. Gündoğdu
din, Hz Muhammed'in kabri, Hz Muhammed'in ölümü, islamiyet, Muhammed'in ibretlik ölümü, MWG, Muhammed ölünce, Muhammedin cenazesi 3 gün yerde kaldı, Ebubekir, Hz Ömer, Hz Muhammed,

MUHAMMED'İN İBRETLİK ÖLÜMÜ VE CENAZESİ


Muhammed öldükten daha doğrusu zehirlenip öldürüldükten hemen sonra gelişen olayları kısaca anlayabilmek için Arif Tekin’in anlattıklarına bakalım:

“Muhammed vefat edince, Hz.Ali hem onun damadı, hem de amcaoğlu olduğu için, onun cenazesiyle ilgilendi. Yaygın olan görüşe göre de cenaze üç gün yerde kaldı. Peki niye? Çünkü iktidarı ele geçirmek için, halk tabiriyle halife olmak için çok ciddi çekişmeler vardı da ondan. Hele Ebubekir ile Ömer bu iktidar kavgasının merkezindeydi. Zaten Ebubekir ve Ömer'in, kızları Hafsa ve Ayşe eliyle, iktidar için Hz.Muhammed'i katlettiklerini daha önce yazdım. Ölümünden sonra artık sıra uygulamadaydı. Bu yüzden onlar iktidar derdindeydi; cenaze önemli değildi… Kaynaklarda Muhammed'in vefatı sonrasında Ömer'in ortaya çıkıp "Kim Muhammed ölmüştür diyorsa onu öldürürüm. Aslında o Allah'ın yanına çıkmış, yakında dönecektir" gibi sözler sarf ettiği anlatılıyor.

Daha sonra Ebubekir Sünh denilen Medine dışındaki ailesinin yanında iken ölüm haberini duyup gelince, hemen minber tarafına geçip konuşmaya başlar. Bu arada Ömer'e de kızıp, otur oturduğun yerde diye talimat verir ve o sırada halk huzurunda güya Ömer'i sakinleştirmek için Zümer Suresi 30.ayeti okur: "Ey Muhammed, şüphesiz sen de öleceksin, onlar da." (Canız, Osmaniyye, s. 80.)
Buna karşı Ömer, Ebubekir'e, "Sen hatırlatmasaydın böyle bir ayetten haberim yoktu" diyerek adeta teşekkür eder. Besbelli ki ikisi birlikte bu senaryoyu hazırlamışlar. Yoksa niye Ebubekir kalkıp toplum içinde Ömer'e kızsın, onu sustursun; başka adam mı yoktu: Biri nalına vuruyor, diğeri mıhına. Aslında zekice düzenlenmiş bir plandır. Benzer örnekler günümüzde de var: İnsanlar faili meçhule kurban gider (ki aslında failler belli) ve aynı katiller tarafından ah-vah denilerek onların cenazeleri kaldırılır. Bu gibi taktikler Ömer ile yandaşları için daha fazla geçerli. Bir taraftan vurmak, katletmek, diğer taraftan timsah gözyaşları dökmek! Niye timsah gözyaşları? Çünkü Ömer okur-yazar ve Muhammed'in vahiy kâtiplerinden. Dolayısıyla Kuran'da olup bitenleri iyi bilmesi lazımdır. Kendisi, bilerek işi acemiliğe vurmuş; yoksa Ömer Muhammed'in ölmeyeceğini iddia edecek kadar cahil biri değildi. Bir de, Ebubekir'in ona hatırlattığı ve onun da "bunu bilmiyordum" dediği ayet dışında, -Tanrı hariç- herkesin öleceğini açıklayan ayetler Kuran'da çok. Peki, hiç mi bir tane aklına gelmedi veya hiç mi onların içerdiği anlam Ömer'in aklında kalmadı?... İktidar için Muhammed'i ortadan kaldıran bir Ömer, Muhammed için üzülür mü hiç! Herhalde kalkıp da "Ey ahali, Muhammed'i ben öldürdüm" diyecek hali yoktu! Bir de orada kılıç çekmekle farklı bir mesaj da vermek istemiş aslında. Halk Ömer'in aşırı derecede dindar olduğuna inansın diye. Çünkü onun halkla işi vardı, ileride onların başına geçecekti; kendini daha iyi takdim etmek için tabii ki böyle bir reklam onun lehine olurdu. Bir diğer önemli taktik de, böyle yapmakla aslında zaman kazanmak istiyordu. Çünkü Ebubekir'le birlikte yola çıkmıştı, beraber bir plan gerçekleştirmişlerdi ve o an için de Ebubekir hazır değildi. Medine'nin dışına, başka bir hanımının yanına gitmişti. İşte Ebubekir'in yetişmesi için aslında oyalamak istiyordu. Hele Ebubekir de gelince ona, 'geç yerine, bilmiyor musun ki Kuran'da her canlı ölümü tadacaktır diye ayet var' demesi tiyatronun başka bir parçasıydı. Gerçekten Ebubekir'le Ömer adeta tiyatro oynuyorlardı. Defalarca Muhammed'i öldürmek isteyen ve sonunda başaran Ömer'in yukarıda yazdığım sözünün hiçbir değeri yoktur. Ebubekir sabahleyin Muhammed'in ölüm haberini alınca merkebine binip geldi ve Ömer'in az önceki (sözüm ona sinirli) halini gördü ve onu yatıştırıcı bir konuşma da yaptı. Hani kurt hep sisli havayı sever, diye bir söz var; Ömer de önemli kişilerin cenazeyle uğraşmalarını fırsat bilip bir an önce işi sonuca götürmek istedi ve nitekim de başardı. Halifelik işi sağlama alındıktan sonra Ebubekir'le kendisi kabir başına döndüler; ancak o zaman da artık cenaze kaldırılmıştı ve ona yetişemezlerdi. Ali kabirle meşgul iken onlar o 2-3 günde işi bitirmişlerdi. Cenaze kefenlenirken, yıkanırken, defnedilirken ne Ömer ne de Ebubekir ortalıkta vardı. Hele ünlü Kuran yorumcusu ve tarihçi Taberi (hicri 310'da vefat etmiş) kendi tarih kitabında Ebubekir'in üç gün sonra ancak cenaze başına geldiğini yazıyor...” (Arif Tekin-Bilinmeyen Yönleriyle Hz Muhammed’in Ölümü-Yurt Kitap Yayın)

Muhammed Yakınları Tarafından Zehirlenmiş Olabilir mi?

Hadislere bakıldığında Muhammed'in hastalığının ağırlaştığı sırada ağzına sancılanan kişilere verilen bir ilacı döküyorlar. Muhammed uyandığında ağzında acı hissedince hiddetlenip yemin ediyor ve olayın içinde olmayan amcası Abbas hariç odadaki herkesin aynı ilaçtan içmesini emrediyor.
[Sahih-i Buhârî, Tıp Kitabı, Ledüd Bâbı, Sahih-i Müslim, Selam Kitabı, Ledüd ile Tedavinin Mekruhluğu Bâbı, Müsned-i Ahmed b. Hanbel, c. 6, s. 118, Sünen-i Tirmizi, c. 3, s. 265]

Ayşe şöyle anlatıyor:
"Rasûlullah'a (asm) ağzından ilaç vermiştik. "Bana ilaç vermeyin." diye işarette bulundu. Biz bunu, hastanın ilaçtan hoşlanmadığında yaptığı bir hareket gibi olduğunu düşündük. Ayıldığında (ilaç verdiğimizi anladı ve) şöyle buyurdu:

"Sizi bana ilaç vermekten menetmedim mi? (Bana ilaç verdiğinizde) aranız­da bulunmadığından dolayı amcam Abbas hariç hepiniz (bu) ilaçtan içeceksiniz.”
[Buhârî, Tıbb 21; Müslim, Selâm 85]

Ümmü Seleme şöyle anlatıyor:
Rahatsızlığı, ağrı dolayısıyla şiddetlendiği bir sırada hanımları, amcası Abbas, Ümmü'l-Fazl bt. Haris ve Esma bt. Umeys (r. anhum) Allah Rasûlü (asm)'nün yanında toplanmışlardı. (Tedavi için) bir ilaç verme konusunda istişare yaptılar ve baygın bir halde iken ilacı ver­diler.

Ayıldığında Hz. Peygamber (asm) şöyle buyurdu: "Bunu bana kim yaptı? Bu (eli ile Habeşistan'a doğru işaret ederek) şu taraftan gelen kadınların işidir!"

Rasülullah'a Ümmü Seleme ile Esma ilaç içirmişlerdi. Bundan dolayı dediler ki: "Ey Allah'ın Rasûlü! Zâtülcenb hastalığına yaka­lanmış olmanızdan endişelendik."

Allah Rasûlü (asm): "Bana ne ilacı verdi­niz?" diye sorunca; "Ûd-i hindî, biraz vers ve birkaç damla, zeytinya­ğı." cevabını verdiler.

Bunun üzerine Allah Rasûlü: "Allah beni bu hastalı­ğa bulaştırmamıştır!" buyurdu ve sonra şöyle ilave etti: "Amcam Abbas ha­riç, evde bulunanlardan aynı ilacı (ceza olarak) içmeyecek kimse kalmasın."
[Hadisi İbn Sa'd (2/235), zayıf râviler kanalıylla Vâkıdî'den aktarmıştır. Bir benzerini Abdürrezzak, Musannef 'inde (9754) Esma bt. Umeys'den sahih bir isnadla nakletmiş, Hâkim (4/202) hadise sahihtir demiş, Zehebî de ona katılmıştır. Hafız İbn Hacer de ha­disi Abdürrezzak'tan nakletmiş ve hadisin isnadının sahih olduğunu söylemiştir. (İbn Hacer, Fethu'l-Bârî, 8/121]

Bu hadislere bakıldığında Muhammed'in ailem dediği çevresindeki insanlara aynı ilaçtan içmeleri için direttiğini görüyoruz. Bu bariz bir şekilde onlara güvenmediği ve zehirlenmekten korktuğunun belirtisidir fakat bazı İslami siteler buna bile "istenmediği şey ona yapıldığı için aynısını onlara uygulattırıyor" gibi kıvırmalarla işi kurtarmaya çalışıyor.

Bir de İslam kaynaklarında Muhammed'in ölümü öncesinde Veda Hutbesini yaptığı, ölmeye, Allah'a kavuşmaya hazırlanan bir peygamber olarak anlatılır. Fakat hadislere bakıldığında ölüm korkusu çeken ve çevresine güven duymayan, yaşamak isteyen biri gibi davranmaktadır.

Hadislere bakıldığında ailem dediği kişilerce zehirlenmiş olabileceği ve ölümüne yakın olan süreçte bundan şüphe duyduğu görülmektedir.

Muhammed kendi ateşi hakkında, “Bana yedi kuyudan su getirin, kullanayım da belki biraz serinlenirim; ama ateşimin düşüreceğini hiç sanmıyorum.” diyor.
[a- Buhari- Megazi, bab’ü merd-i nebi ve tıp kısmında, b- İbni Sad.Tabakat 2/367. c- Ebu davud, Sünen, Diyat kısmı no: 3913. d- A. Razzak, Musannaf, no: 19815]

Daha önce bir Yahudi kadının onu yemek sırasında etle zehirlediği bilinmektedir fakat bu olaylarla onun arasında 3 yıl gibi bir süre var. Yani bu olayların onunla bağdaştırılması imkansız çünkü 3 yıl önceki zehirli bir yemekten dolayı birdenbire ani ateş yükselmesi ve yüksek sancılar yaşaması mantıksız.

Ayrıca hadislerden görülüyor ki Muhammed evdeki herkes bana verdiğiniz ilaçtan içecek dediyse de hiçbir hadiste onların da ilacı içtiğinden bahsedilmiyor, zaten Muhammed çok rahatsız ve bu olay sonrası ölüyor. Yani muhtemelen hiçbiri onu dinleyip ona verdikleri şeyi içmedi.


Bazı Sorular Mutlaka Sorulmalıdır!

Muhammed’in çok yaşamayacağını bilen Ebubekir’in, Şehir dışındaki eşinin yanına gitmesi dikkat çekicidir. Bazı hadislerde Muhammed’in izniyle gittiği yazılıysa da, Muhammed ölüm döşeğindeyken; eşinin yanına giden, Ebubekir’in üç gün sonra dönmesi inandırıcı mı? Diyelim ki eşinin yanına gitti, bu arada Muhammed’in öldüğünü duymadı mı ki üç gün sonra gelebiliyor? Ebubekir halife olabilmek için kızı Ayşe'yi ikna edip yada ona baskı kurup Muhammed'i zehirletmiş olabilir mi? Çünkü anlaşılan o ki bilinçli bir plan uygulamaya konulmuş. Her ne kadar Ömer’le halifelikte anlaşmışlarsa da; kendisinin halife seçilmesi zor görünüyor. Çünkü ileri gelenlerin, kendisini halife seçtirmeyeceklerini bilerek; Ömer’in buna ortam hazırlamasını beklemiş. Ömer’de Ebubekir’in dönüşünü bekleyerek danışıklı dövüş yapmışlar. Başkaları ne derler bilmem, ama bu olayı ben böyle yorumluyorum.

Ali, Muhammed’in cenazesini neden üç günde hazırlayabiliyor? Cenazenin define hazırlanması bir iki saatlik bir iştir. Mezar kazılacak, cenaze yıkanıp kefenlenecek ve defnedilecek, işte hepsi bu kadar. Ayrıca O sıcak ortamda üç gün bekletilen bir cenazenin şişmesi, morarması, kokması da kaçınılmaz. Ve neden, Ali üç gün boyunca dışarıya çıkamamıştır? Neden üç gün sonra Muhammed’in cesedi kokmuş, kurtlanmaya başlamışken gece karanlığında gömülüyor? Demek ki Ali de, bir şeylerden ya da birilerinden korkmuş. Bana göre; Ali’nin korkuları çok. Birinci korkusu, Ömer’in kendisini halk içinde saf dışı etme olasılığı. İkincisi; Ömer’in kışkırtmasıyla linç edilebileceğini düşünmesidir. Üçüncüsü; Muhammed’in ölümüyle ortamın karışıklığı içine ve Ömer’in korkusuyla halifelik seçimine katılmanın son derece riskli olacağını biliyor. En önemlisi de, Muhammed’in cesedinin gündüz ve herkesin gözü önünde gömülmesinin ortalığı karıştırabileceği olasılığıdır. Bu yüzden, Ali üç gün boyunca kendisi dışarıya çıkamadığı gibi Muhammed’in cesedini de çıkaramamıştır. Ali’nin mücadele etme gücü yok. Ortaya çıkmaya korkuyor. Kendi açısından da haklıdır, karşısında Ömer gibi acımasız, çok kurnaz birisi var. Muhammed kızı, Ali’nin eşi Fatma daha cesur; daha sonra halkın önünde Ebubekir ve Ömer’e karşı sert çıkışlar yapabiliyor.

Muhammed’in eşi Ayşe, Muhammed’in ölümünü nasıl üç gün sonra duyabiliyor? Oysa Muhammed Ayşe’nin evinde ölmüştür. Genel kabule göre; öldüğü yere gömülmüştür. Neden Ayşe’nin hiçbir şeyden haberi yok?  Birçok kitap; Muhammed’in Ayşe’nin kucağında öldüğünü yazarken, Ayşe’nin her şeyden habersiz oluşu inandırıcı geliyor mu? Neden defin işine katılmıyor? Bu sorular çok önemlidir. Bu soruların açık ve net yanıtı verilebilmiş midir?

Bu sorular ister yanıtlansın, ister yanıtlanamasın ortada bir gerçek var. Muhammed’in cesedi üç gün bekletilmiş, ceset kokmuş haldeyken, bir akşam karanlığında; on üç- on beş kişinin katılımıyla toprağa verilmiştir. Üstellik toplu olarak imam eşliğinde cenaze namazı da kılınmamıştır.

Muhammed’in cenazesinin üç gün beklemesinin nedenleri ve cenaze namazı hakkında hadislere bakalım ki neler yazılmış, neler söylenilmiş?

Ayşe şöyle diyor:
"Biz cenazenin defnini, çarşamba sabahı yapılan duyurudan öğrendik: Muhammed'in cenazesi bugün gömüldü şeklinde duyuru yapıldı."
Bu hadisi aktaranlar arasında mezhep lideri var, önemli tarihçi ve Kur'an yorumcuları var; yani öyle uydurma hadis diyebileceğiniz bir söz değil.
[a- Ahmet b. Hanbel 6/62. Ayşe hadisleri. b- İbni Abdi'l Ber, Temhidö Muvatta şerhi, 24/396. c- İbni Sad, Tabakat: 2/401. Muhammed'in defni kısmında. Burada çarşamba yerine salı günü sabahı
geçiyor, d- Taberi Tarihi 1, 1. hicri yılı olayları, 3/217. e- İbni Kesir, Bidaye-Nihaye, 5/292. Hicri 11. yılı, ne zaman gömüldü konusunda. f- Beyhakı, Sünen-i Kübra, 3/403-409. g- Ibn'l Cevzi, El-Vefa bi Tarif-i Fedaili'l Mustafa. 35. bab. h- İbni Hişam, Sire 4/344.]

Aişe’den gelen diğer bir rivayette “Biz Resulullah’ın nereye defnedildiğinden haberdar değildik. Ancak kürek seslerini duyunca defnedilmekte olduğunu anladık” demektedir. (Ahmed b.Hanbel Müsned’de c6 s242 ve 274)

Ünlü İslam tarihçisi Taberi olayı; “İslamiyetle daha çok bütünleşmiş olanlardan bir bölümü (daha saf görünenler, Ali, Abbas, Evs, Usame gibileri) Peygamberin cenazesi ile meşgulken diğer bir bölümü (Ebu Bekir, Ömer, Sad b. Ubade, Ebu Ubeyde, Abdurrahman b. Avf, ibni Hişam gibileri) ise cesedi bırakıp Saide oğullarının çardağında (Sakiyfe) yeni halifenin kim olacağına ilişkin tartışma ve pazarlık içindeydiler” şeklinde aktarıyor.

“Resulullah’ın (s.a.v) tertemiz ve mukaddes cenazesini yıkayan Abbas, Ali b. Ebu Talib, Fazl b. Abbas ve Resulullah’ın (s.a.v) azat ettiği kölesi Salih, Hz. Peygamber’i toprağa verdiler. Sahabîler, Resulullah’ın (s.a.v) cenazesini ailesiyle baş başa bıraktılar. Hz. Peygamber’in gusül, kefen ve defin işiyle bu birkaç kişi uğraştı.” (Tabakat, İbn Sa’d, c.2, k. 2, s.70 ve buna yakın bir ifadeyle el-Bed’u ve’t-Tarih kitabında geçer; Kenzü’l-Ummal, c.4, s.54 ve 60.)

“Başka bir rivayete göre, Ali, Abbas Oğulları’ndan Fazl ve Kasım ile Resulullah’ın (s.a.a) Şekra adında azat ettiği kölesi ve bir rivayete göre de Usame b. Zeyd’le birlikte cenaze işiyle uğraştı.” (Ikdu’l-Ferid, c.3, s.61; Zehebî’nin Tarih’inde c.1, s.321, 324 ve 326’da) “Usame’ninde bulunduğu rivayet edilmiştir. Ebu Bekir b. Ebu Kuhafe ve Ömer ibni Hattab Peygamber efendimizin defninde bulunmamışlardı.” (Kenz’ul Ummal c3 s140)

Bazı hadisler Muhammed’in cenaze namazını Allah’ın ve meleklerin kıldığını yazıyorlar. Yorumculara göre; Allah’ın peygamber için namaz kılamayacağını ve ancak onu anarak yücelttiğinden, meleklerin hepsinin cenaze namazı kıldıklarından söz etmekteler. Bazı yorumculara göre; peygamberin aynı zamanda imam olduğunu, imamın önünde namaz kılınamayacağı için imam eşliğinde cenaze namazının kılınmadığını anlatıyorlar. Yine bazı hadisler cenazenin üç gün bekletilmesinin nedenini Müslümanların küçük topluluklar halinde cenaze namazı kılmalarına bağlıyorlar. Yine hadislerde peygamberlerin öldükleri yere gömülmesinin gelenek olduğundan, cenazenin dışarıya çıkarılmadan Muhammed’in yatağının altına gömüldüğü ve zaten küçük odaya Müslümanların guruplar halinde gelerek cenaze namazı kıldıkları yer alıyor. Ne diyelim? Arap aklı bu kadar mı olur? Cenazeyi dışarıya çıkarıp, cenaze namazı kılmayı akıl edecek birisi yok muydu? Üç gün bekletilen cesedin kokması, kurtlanmaya başlaması doğal bir olay, bunu herkes biliyorken; şu ya da bu nedenle bekleyip gece yarısına yakın bir zamanda defin yapmak ne kadar akla uygun olur? Kararı sizler veriniz.

Ek Bilgiler (Renkli Metinler) : A.Kara