HABERLER
Dini Haber

KUR'AN'IN ALLAH VEYA BİR YARATICIDAN GELMEDİĞİNİN DELİLLERİ

Yazan: Kainatta Toz Zerresi
KTZ, din, islamiyet, Kur'an Allah'ın sözleri midir?, Kur'an insan yazmasıdır, İlahi kitaplar insan ürünüdür, Kur'an ilahi bir kitap mı?, Kur'an'ı kim yazdı?, Kur'an bir yaratıcıdan mı geldi?, Kur'an vahiy mi?,

KUR'AN'IN ALLAH VEYA BİR YARATICIDAN GELMEDİĞİNİN DELİLLERİ

İslâm dininin kutsal kitabı Kur’an-ı Kerim’de, çelişki olmadığı iddiası, bizzat Kur’an ayetinde yazmaktadır. Hatta çelişki olmadığına dair de bir meydan okuma vardır.
 Nisa 82: Onlar hâlâ Kur´an´ı  gereği  gibi düşünüp anlamaya çalışmazlar mı? Eğer o Allah´tan başkası tarafından indirilmiş  olsaydı mutlaka onda birçok çelişkiler bulurlardı.
Bu ayette açıkça görülüyor ki Allah’ın iddiasına göre eğer Kur’an’da bir çok çelişki bulunursa Kur’an Allah tarafından değil başkası tarafından indirilmiştir. Ben de bu iddiayı değerlendireyim ve çelişki var mı yok mu, az mı çok mu kararı siz verin. Çelişkili ayetlere madde madde değineceğim.
     
Şefaat Çelişkisi
Kulun suçunun ya da günahının bağışlanması için ahrette kim şefaat edebilir?
Zümer 44: De ki: “Şefaat tümüyle Allah’a aittir. Göklerin ve yerin hükümranlığı O’nundur. Sonra yalnız O’na döndürüleceksiniz.”
Bu ayette “Şefaat Allah’a ve Allah’ın izin verdiklerine aittir” demiyor. Şefaat izni Allah’a aittir de demiyor. “Şefaat tümüyle Allah’a aittir”diyor. Devam edelim.
Secde 4: Allah, gökleri ve yeri, ikisi arasındakileri altı gün içinde (altı evrede) yaratan sonra da Arş’a kurulandır. Sizin için O’ndan başka hiçbir dost, hiçbir şefaatçi yoktur. Hâlâ düşünüp öğüt almayacak mısınız?
Bu ayette  Sizin için O ve O’nun izin verdiklerinden hariç şefaatçi yoktur demiyor. “Sizin için O’ndan başka hiçbir dost, hiçbir şefaatçi yoktur.” Diyor.
Enam 70: … o zaman Allah´ın yüce huzurunda O´ndan başka ne bir koruyucu, ne de bir şefaatçi bulunur. Her türlü fidyeyi denkleştirse bile kabul edilmez…
Bu ayette de aynı şeyden bahsediyor yani Allah’tan başka şefaatçi yoktur. Şimdi de sadece Allah’ın şefaatçilik edeceğini söylediği bu üç ayetle çelişen ayetlere geçelim.
Zuhruf 86: Onların Allah´ı  bırakıp da taptıkları  putlar şefaat hakkına sahip değillerdir. Ancak bilerek hakka şahitlik edenler şefaat edebilir.
Sebe 23: Allah katında, O’nun izin verdiği kimseden başkasının şefaati yarar sağlamaz. (Şefaat için izin verilip de) kalplerinden korku giderilince birbirlerine, “Rabbiniz ne söyledi?” diye sorarlar. Onlar da “Gerçeği” diye cevap verirler. O, yücedir, büyüktür.
Taha 109: O gün, Rahmân’ın izin verdiği ve sözünden razı olduğu kimseden başkasının şefaati fayda vermez.
Yunus 3: Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı gün içinde (altı evrede) yaratan, sonra da Arş’a kurulup işleri yerli yerince düzene koyan Allah’tır. O´nun izni olmaksızın, hiç kimse şefaatçi olamaz. İşte O, Rabbiniz Allah’tır. O hâlde O´na kulluk edin. Hâlâ düşünmüyor musunuz?
Necm 26: Göklerde nice melekler vardır ki onların şefaatleri; ancak Allah’ın izniyle, dilediği ve hoşnut olduğu kimselere yarar sağlar.
Toparlayacak olursak:
Allah’tan başkasının kesin kes şefaat edemeyeceğini  belirten ayetler.
Zümer 44, Secde 4, Enam 70
Bir ayette Allah’ın izni  olmaksızın, diğerlerinde ise Allah’ın izin vermesi ile başkalarının da şefaat  edilebileceğini belirten ayetler.
Zuhruf 86, Sebe 23, Taha 109, Yunus 3, Necm 26  dır.

Ganimet Çelişkisi
Enfal 1: (Ey Muhammed!) Sana ganimetler hakkında soruyorlar. De ki: “Ganimetler, Allah’a ve Resûlüne aittir. O hâlde, eğer mü’minler iseniz Allah’a karşı gelmekten sakının, aranızı düzeltin, Allah ve Rasûlüne itaat edin.”
Enfal 41: Bilin ki, ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri mutlaka Allah’a, Peygamber’e, onun yakınlarına, yetimlere, yoksullara ve yolculara aittir. Eğer Allah’a; hak ile batılın birbirinden ayrıldığı gün, (yani) iki ordunun (Bedir’de) karşılaştığı gün kulumuza indirdiklerimize inandıysanız (bunu böyle bilin). Allah, her şeye hakkıyla gücü yetendir.
Herhangi bir ayette Enfal suresi 1’inci ayetin veya Enfal suresi 41’inci ayetin yükümlülüğünün kalktığından bahsetmez. Dolayısıyla kimse kendi başına sonraki gelen ayet, ilk inen ayeti fesh etmiştir diyemez. Şu durumda iki ayet arasında apaçık çelişki var. Enfal 1’de ganimetlerin Allah’a ve Peygamberine ait olduğu belirtildikten sonra bir de müminlere korku salınıp “Mümin iseniz Allah’a karşı gelmekten sakınınız” diye tehdit ediliyor. Enfal 41’de ise Ganimetlerin beşte birinin Allah’a, Peygambere ve onun yakınlarına, yetimlere, yoksullara ve yolculara ait olduğu belirtilirken beşte dördünün kime ya da kimlere ait olduğu, nasıl dağıtılacağı belirtilmemiş ama Peygambere ve Allah’a düşen ganimet yüzdesi tamı tamına belirtilerek ayete konmuş, gerisi önemli değil zaten. Şimdi ganimet ile ilgili hangi ayet geçerli?

Başka dinlerin ahretteki kurtuluşunun çelişkisi
İslâm dini dışındaki dinlere inananların ahrette kurtuluşu olacak mı?
Âli İmrân 85: Kim İslâm’dan başka bir din ararsa, (bilsin ki o din) ondan kabul edilmeyecek ve o ahrette hüsrana uğrayanlardan olacaktır.
Bakara 62:  Şüphesiz iman edenler; Yahudilerden, Hıristiyanlardan ve Sâbiilerden de Allah´a ve ahret gününe inanıp sâlih amel işleyenler için Rableri katında mükâfatlar vardır. Onlar için herhangi bir korku yoktur onlar üzüntü çekmeyeceklerdir.
Bu iki ayetin çelişmemesi için ayetler nasıl olmalı hemen örnek vereyim. Birincisi, Âli İmrân 85’te “Kim, İslâm’dan başka bir din ararsa” şeklinde değil de “Kim Allah’ın gönderdiği dinlerden başka bir din ararsa” gibi bir ifade olsaydı bu ayet Yahudi, Hıristiyan ve Sabbilerden imanlı olanların öte tarafta mükafatlandırılacağını söyleyen Bakara 62 ile çelişmezdi. Veya Bakara 62’de “önceden Hıristiyan, Yahudi veya Sabii olup da sonradan İslâm dinine geçenlerden…” şeklinde  bahsetseydi bu kez bu ayet Ali İmran 85 ile çelişmezdi.

Kötülük kimden gelir çelişkisi
İnsanların başına gelen kötülük kimdendir?
Nisa 78: Nerede olursanız olun, sağlam ve tahkim edilmiş kaleler içinde bulunsanız bile ölüm size ulaşacaktır. Onlara bir iyilik gelirse, “Bu, Allah’tandır” derler. Onlara bir kötülük gelirse, “Bu, senin yüzündendir” derler. (Ey Muhammed!) De ki: “Hepsi Allah’tandır.” Bu topluma ne oluyor ki, neredeyse hiçbir sözü anlamıyorlar!
Nisa 79: Sana ne iyilik gelirse Allah’tandır. Sana ne kötülük gelirse kendindendir. (Ey Muhammed!) Seni insanlara bir peygamber olarak gönderdik. Şahit olarak Allah yeter.
Bu iki çelişkili ayeti okunduğu  zaman kötülüğün kimden olduğu anlaşılmıyor fakat tefsirciler sağolsunlar, Allah’ın çelişkili gönderdiği ayetleri, sayfalar dolusu yazı yazıp allem edip kallem edip kendi kafalarındaki çelişkisiz manaya getirinceye kadar epey takla atıyorlar.

Kur’an’ın iniş sebebine yönelik çelişkiler
Kur’an, niçin indirilmiştir?
Sad 29: (Resûlüm!) Sana bu mübarek Kitab´ı, âyetlerini düşünsünler ve aklı olanlar öğüt alsınlar diye indirdik.
Kalem 52: Hâlbuki o (Kur’an), âlemler için ancak bir öğüttür.
En’âm 92: Bu (Kur´an), Ümmü´l-kurâ (Mekke) ve çevresindekileri uyarman için sana indirdiğimiz ve kendinden öncekileri doğrulayıcı mübarek bir kitaptır. Âhirete inananlar buna da inanırlar ve onlar namazlarını hakkıyla kılmaya devam ederler.
Acaba  yukarıdaki bütün Ayetler Kur’an’ın indirilme sebebi olabilir mi? Sad 29’da “Resulüm, Kur’an ayetlerini insanlar düşünsünler ve aklı olanlar öğüt alsınlar.” Şeklinde bir cümle olsa idi çelişki olmazdı fakat bu ayetteki cümle, “Kur’an’ı insanlar düşünsünler ve aklı olanlar öğüt alsınlar diye indirdik” şeklinde ifade ederek Kur’an’ın indirilme sebebini açıklıyor. Kalem 52’de, “Kur’an’ı bütün insanlık alemi öğüt alsın” dense idi yine çelişki olmazdı fakat “Kur’an, alemler için ancak bir öğüttür” ifadesi kullanılarak başka nedenleri devre dışı bırakıyor. En’am 92’de ise “Kur’an, Mekke ve çevresini uyaran bir kitaptır” dense idi yine çelişki yoktu fakat “Mekke ve çevresini uyarman için indirdik” diyerek diğer indirilme olasılıklarını ortadan kaldırıyor. Böylelikle bu ayetler bir biri ile çelişiyor. Ayetleri bir biri ile çeliştiren kelimeler “ancak, için, diye…” şeklindeki sebep ilişkisini anlatan ifadelerdir. O yüzden dilbilgisi kurallarını hiçe sayıp bu ayetleri olmadık sebeplerle bir birine bağlayıp farklı sonuçlar çıkartmaya gerek yoktur.  Şu durumda Kur’an niçin indirildi?

Zina yapan kadına uygulanacak ceza çelişkisi
Nisa 15: Kadınlarınızdan fuhuş (zina) yapanlara karşı içinizden dört şahit getirin. Eğer onlar şahitlik ederlerse, o kadınları ölüm alıp götürünceye veya Allah onlar hakkında bir yol açıncaya kadar kendilerini evlerde tutun (dışarı çıkarmayın).
Nisa 16: Sizlerden fuhuş (zina) yapanların her ikisini de incitip kınayın. Eğer onlar tövbe edip ıslah olurlarsa, onları incitip kınamaktan vazgeçin. Çünkü Allah, tövbeleri çok kabul edendir, çok merhamet edendir.
Nur 2: Zina eden kadın ve zina eden erkekten her birine yüzer değnek vurun. Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsanız, Allah’ın dini(nin koymuş olduğu hükmü uygulama) konusunda onlara acıyacağınız tutmasın. Mü’minlerden bir topluluk da onların cezalandırılmasına şahit olsun.
Nisa 15 ve 16’da çelişki yoktur. Öncelikle zina yapan kadın için dört şahit istiyor. Zina ettiğine dair 4 şahit olursa o kadınları ölüm alıp götürünceye kadar veya Allah onlar hakkında bir yol açıncaya kadar evlerde tutun diyor ve sonraki ayette fuhuş yapanların incitilip kınanması emrediliyor ve fuhuş yapan kimseler eğer tövbe ederse bu incitme ve kınamadan vazgeçilmesi emrediliyor fakat Nur suresi 2’inci ayete gelindiğinde Zina eden kadına ve erkeğe 100 sopa vurulması ve onlara acınmaması gerektiği bildiriliyor. Müslüman kesimin iddiasına göre fuhuş yapanlara 100 sopa cezası, fuhuştan dolayı tövbe etmeyenlere yönelikmiş. Eğer bu ayet Nisa 16’daki fuhuş yapanlardan tövbe edilmesi ya da tövbe edilmemesi durumu ile  ilişkilendirilmek  gerekseydi Nur suresi 2’inci ayetteki ifade, “Zina eden kadın ve zina eden erkekten her birine yüzer değnek vurun” şeklinde değil   “Zina eden kadın ve zina eden erkeğin tövbe etmeyenlerinden her birine yüzer değnek vurun” şeklinde bir cümle geçerdi. Zaten çelişki de burada ortaya çıkıyor. Ayetin birinde fuhuş yapanların incitilip kınanmasından bahsederken bunun nasıl yapılacağı yani incitmenin hangi yöntemle yapılacağı bildirilmiyor ve tövbe edenlere eziyet edilmemesi emrediliyor fakat başka ayette ise ne tövbeden bahsediyor ne de şahitlikten bahsediyor. Nur suresindeki cümleler ve emirler objektif bir şekilde okunduğunda Nisa 15 ve 16’ıncı ayetlerden tamamen bağımsızdır.  Bu ayetlerde kararsız kalmış veya bir ayeti gönderdikten sonra kararını değiştirmiş ya da  önceki gönderdiği ayeti unutmuş bir bilinç çıkıyor karşımıza. Nur suresi 2’inci ayette yazan cümleler,  Nisa 15 ve 16’nın devamı olan 17’inci ayete yazılmış  olsa idi iddia edildiği şekilde belki tövbe etmeyenlerin cezası kapsamına girebilirdi fakat iki surenin ayeti de bir birinden farklı.
Zina yapan kadına, hangi ayetin hükmü uygulanacak?

Hitap çelişkisi
Zuhruf 11: O, gökten bir ölçüye göre yağmur indirendir. Biz onunla ölü araziyi canlandırdık. İşte siz de, böyle diriltileceksiniz.
Bu ayette konuşan kimdir? Gökten bir ölçüye göre yağmuru indiren Allah ise ölü araziyi canlandıran kimdir? Ölü araziyi canlandıran Allah ise gökten yağmuru indiren kimdir? Tek bir ayetin içindeki bu hitap çelişkisi nedir? Hz Muhammed’in ağzından birebir yazılmış hissi veren bir sürü ayet var. Dindar kesim bu hitap şekillerini Arapçada var olduğu söylenen ve “İltifat sanatı” dedikleri bir sanat şekline bağlıyorlar. İddialarına göre bu ayette de böyle bir sanat icra edilmiş. Zuhruf suresi 9 ve 10’u takiben  11’inci ayetin yarısına kadar Allah kendinden bahsederken üçüncü tekil şahıs olan “O” zamirini kullanıyor ve sonra diyor ki  “Ben bu ayetin yarısında  iltifat sanatı icra edeyim ve üçüncü tekil şahıs zamirinden, birinci  çoğul zamirine geçeyim”. Bak sen şu Allah’ın işine! İnanılan Allah, Zuhruf suresinde kendisinden bahsederken “Ben, gökten bir ölçüye göre yağmur indirip o yağmurla ölü araziyi canlandıranım, sizi de böyle dirilteceğim” gibi  çeviri sırasında bütün milletlerin, bütün lisanların kolayca anlayabileceği ve ayeti evrensel yapabilecek bir cümle kurmak yerine ayeti, 1400 yıl önceki çöl Araplarının sanatının kaderine bırakmış. Kimse Kur’an’ın evrenselliğinden bahsetmesin. İltifat sanatını olsa olsa Peygamberin kendisi icra etmiştir. Alemlere kitap indiren ve “Kolaylaşsın diye onu Arapça” olarak indirdik diyen bir İlâh, indirdiği kitabı, başka milletlere, başka alemlere de kolaylaştırması gerekirdi. Eğer iddia edildiği üzere bu tür ayetlerde iltifat sanaıt ircaa edilmişse Kur’an ayetlerinin kolaylığı sadece Arap milletleri üzerinedir. Diğer milletlerden her hangi bir fert, Kur’an’ın bu ayetlerini okuduğu zaman Arap sanatını bilmediği için ki bilmesine gerek olmamalıdır, bu ayetlerin tek bir Yaratıcı tarafından indirilmediğini anında görür. Eminim 1400 yıl öncesinin çöl Araplarına, “İltifat sanatı” yapılmadan da her dildeki milletin anlayabileceği düz cümleler, ayet olarak gönderilebilirdi ve sorun çıkmazdı. Sonuç olarak Zuhruf suresi 11’inci ayet, hitap edenin kimliğinin belirsizliği açısından kendi içinde çelişkilidir.

Başka bir hitap çelişkisi
Zuhruf 68: Ey Benim kullarım! Bugün size hiç korku yoktur ve siz üzülmeyeceksiniz de.
Ankebut 56: Ey iman eden kullarım! Şüphesiz ki benim arzım (yeryüzü) geniştir. O hâlde, ancak bana kulluk edin.
Zuhruf 68 ve Ankebut 56’da kullarım diyen Allah’tır.
Zümer 10: (Resûlüm!) De ki: Ey inanan kullarım! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Bu dünyada iyilik yapanlara iyilik vardır. Allah´ın (yarattığı) yeryüzü geniştir. Yalnız sabredenlere, mükâfatları hesapsız ödenecektir.
Zümer 53: De ki: “Ey kendilerinin aleyhine aşırı giden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları affeder. Çünkü O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”
Zümer 10 ve 53’de ise “Kullarım” diyen ya da “Kullarım” denmesi istenen kişi Peygamberin kendisidir. Bu ayetlerin çevirilerinde “Bizim adımıza de ki” gibi eklemeler yapılmış olsa da ayetlerin orjinalinde böyle ifadeler yoktur. Zümer 10 ve Zümer 53’üncü ayetlerin inananlara yönelik düzgün bir mana ile anlaşılabilmesi için Allah’ın Peygamberine,  “Ey inanan kullarım” şeklinde değil, “İnanan kullarıma de ki” şeklinde başlayan bir ayet göndermesi  gerekirdi. Şu durumda yukarıdaki ayetler göz önüne alındığında,  insanlar  Allah’ın kulu mudur yoksa Hz Muhammed’in kulu mudur?

Şirk ve affetme çelişkisi
Bir önceki ayeti tekrar okuyarak başka bir çelişkiye geçiyorum.
Zümer 53: De ki: “Ey kendilerinin aleyhine aşırı giden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları affeder. Çünkü O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”
Nisa 116: Şüphesiz Allah kendisine ortak koşulmasını affetmez.  Bunun dışında dilediğini bağışlar. Allah´a ortak koşan, muhakkak ki, derin bir sapıklığa düşmüştür.
Allah eğer, şirki affetmeyecek ise neden Zümer 53’e “bütün günahları affeder” ifadesini yerleştirdi? Bu iki ayette çelişki olmaması için Zümer 53’de “Şirk dışındaki bütün günahları affeder” şeklinde olması gerekirdi ama önemli değil, Kur’an savunucuları, bu çelişkili ayetleri de kendilerince bir felsefe oluşturarak arzu ettikleri kılıflara uyduruyorlar.

Yaratılış çelişkisi
Alak 2: O, insanı bir kan pıhtısından yarattı.
Hicr 26: Andolsun, biz insanı kuru bir çamurdan, şekillendirilmiş bir balçıktan yarattık.
Kur’an’a göre insan neyden yaratıldı? Hangi ayet doğru?

Allah’ın muhtaçlığı çelişkisi
İhlâs 2: “Allah Samed’dir. (Her şey O’na muhtaçtır; O, hiçbir şeye muhtaç değildir.)”
 Muhammed 7: Ey iman edenler, eğer siz Allah´a yardım ederseniz O da size yardım eder ve ayaklarınızı kaydırmaz.
İhlâs suresi 2’inci ayette Allah’ın hiçbir şeye muhtaç olmadığı vurgulanırken Muhammed 7’de İman edenler eğer Allah’a yardım ederse Allah’ın da onlara yardım edeceği söylenip karşılıklı bir yardımlaşma ve işbirliği hali anlatılıyor. Muhammed suresi 7’inci ayette “Allah’a yardım” kısmı bir kısım çevirilerde “Allah’ın dinine yardım” şeklinde çevirilmişse de ayetin içinde “din” kelimesi yoktur. Yani açık bir şekilde kulun kendisini yaratan Allah’a yardım etmesinden bahseder. Eğer iddia edildiği gibi Allah’ın dinine yardım ima ediliyor olsa idi ayet “Allah’ın dinine” şeklinde ifade edilirdi. Bu iki ayet Hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah’ın kulunun yardımına muhtaç olması ile çelişmektedir.

Putlara küfür çelişkisi
En’âm 108: Onların Allah dışında yalvardıkları putlara sövmeyiniz ki, şaşkınlığa kapılarak körü körüne Allah´a sövmesinler. Böylece her ümmete davranış ve tutumlarını cazip gösterdik. Sonunda dönüşleri Rablerinedir, O onlara yaptıklarının içyüzünü bildirir.
Hac 30: Emir budur, Allah´in yasaklarına kim saygı gösterirse, bu, kendisi için Rabbinin katında şüphesiz hayırdır. Size bildirile gelenden başka bütün hayvanlar helal kılınmıştır. O halde o pis putlardan kaçının ve yalan sözden sakının.
Allah, En’âm 108’de Puta tapanların putlarına sövmeyin derken Hac 30’da putlardan kaçınılmasını emrederken bizzat kendisi  “Pis Putlar” demektedir.

İblis yani Şeytan Cin mi Melek mi çelişkisi
İblis Melek midir yoksa Cin midir?
Bakara 34: Hani meleklere, “Âdem için saygı ile eğilin” demiştik de İblis hariç bütün melekler hemen saygı ile eğilmişler, İblis (bundan) kaçınmış, büyüklük taslamış ve kâfirlerden olmuştu.
Kehf 50: Hani biz meleklere, “Âdem için saygı ile eğilin” demiştik de İblis’ten başka hepsi saygı ile eğilmişlerdi. İblis ise cinlerdendi de Rabbinin emri dışına çıktı. Şimdi siz, beni bırakıp da İblis’i ve neslini, kendinize dostlar mı ediniyorsunuz? Hâlbuki onlar sizin için birer düşmandırlar. Bu, zalimler için ne kötü bir bedeldir!
Kehf suresi 50’inci ayete göre İblis cinni bir varlık fakat Bakara 34’üncü ayette İblisin meleklerden birisi olduğu anlaşılıyor. Bu iki ayet arasındaki çelişki, çok bilindik bir çelişki olduğu için Bakara 34’te “İblis hariç bütün melekler” ifadesinin aslında “İblis cini hariç bütün melekler” şeklinde anlaşılması gerektiği iddiası hakimdir. Savunulan bu mantığa göre “Adem’e secde etme sürecinde melekler çoğunlukta idi ve iblis de dahil olmak üzere çok az bir cin topluluğu vardı ve hitap edilirken çoğunluk esas alınarak “Meleklere” şeklinde emir gönderildi veya cin olarak orada sadece  İblis vardı ve diğerleri tamamen Melek idi ve yine çoğunluk esas alınarak “Meleklere…” şeklinde hitap edildi”. Diye yapılan bu açıklamanın kabul edilmesi imkânsız çünkü eğer bu şekilde bir yaklaşımda bulunulmak gereği ortada olsa idi Allah, Bakara suresi 34’üncü ayette “Hani meleklere, Adem için saygıyla eğilin…” demek yerine “Hani meleklere ve bir kısım cinlere, Adem için saygıyla eğilin…” hitabını kullanırdı veya “Hani meleklere ve bir cin olan İblise, Adem için saygıyla eğilin…” şeklinde bir hitap kullanarak inananları şüphede koymazdı. Koskoca Allah, kafa karıştırıcı olabilecek bir durumu, kesin anlaşılır kelime ve cümle ile anlatmaktan yoksun değildir herhalde. Dolayısıyla eveleyip gevelemeye gerek yoktur, iki ayet bal gibi de bir biri ile çelişmektedir çünkü İblis cin midir melek midir belli değildir.

İlk Müslüman’ın kim olduğu çelişkisi
Üçüncü çelişki için Kur’an-ı Kerim’e, “İlk Müslüman kimdir?”  diye soru soruyorum.
En’âm 162: Ey Muhammed! De ki: “Şüphesiz benim namazım da, diğer ibadetlerim de, yaşamam da, ölümüm de âlemlerin Rabbi Allah içindir.”
En’âm 163: “O’nun hiçbir ortağı yoktur. İşte ben bununla  emrolundum. Ben müslümanların ilkiyim.”
Zümer 12: Bana, müslümanların ilki olmam da emredildi.
Âli İmrân 67: İbrahim, ne Yahudi idi, ne de Hıristiyan. Fakat o, hanif (Allah’ı bir tanıyan, hakka yönelen) bir müslümandı. Allah’a ortak koşanlardan da değildi.
Âli İmrân 52: İsa, onların inkârlarını sezince, “Allah yolunda yardımcılarım kim?” dedi. Havariler, “Biziz Allah yolunun yardımcıları. Allah’a iman ettik. Şahit ol, biz müslümanlarız” dediler.
Araf 143 : Musa tayin ettiğimiz özel vakitte gelip Rabbi O´na kelamiyle iltifatta bulununca: «Ey Rabbim, göster bana kendini, Sana bakayım.» dedi. O da buyurdu ki: «Beni katiyyen göremezsin, ancak dağa bak, eğer yerinde durursa demek beni görebileceksin» Derken Rabbi dağa tecelli buyurunca onu un ufra (toz duman) ediverdi. Musa da baygın düştü. Ayılınca: «Münezzehsin, Sana tevbe ile döndüm ve ben mü´minlerin ilkiyim.» dedi.   
İlk Müslüman  Enam 162, 163 ve Zümer 12’ye göre Hz Muhammed’dir.
İlk Müslüman Âli İmrân 67’ye göre Hz İbrahim’dir.
İlk Müslüman Âli İmrân 52’ye göre Hz İsa ya da onun havarileridir.
İlk Müslüman Araf 143’e göre Hz Musa’dır.
Enam 162 ve 163’te Hz Muhammed’in Müslüman’ların ilki olduğu belirtilmişse de diğer ayetlerde Hz İbrahim’in,  Hz Musa’nın ve diğerlerinin  Müslüman olduğunun belirtilmiş olması Hz Muhammed’i ilk Müslüman olmaktan men eder çünkü diğer Peygamberler,  Hz Muhammed’en çok daha önce yaşayıp ölmüşlerdir. İlâhiyatçılar bu çelişkiyi bildikleri için kendilerince bahaneler üretmişlerdir.
Bir ilâhiyatçının iddiasına göre Hz Muhammed, “Ben Müslümanların ilkiyim” derken Müslümanların en önde gideniyim en birincisiyim manasında söylüyormuş ki ayette böyle bir mana asla yoktur. İnanılan Allah, ayete böyle bir mana vermek isteseydi açık ve anlaşılır şekilde cümleler kurup:  “… takva ve iman yönünden bana O’ndan daha yakın bir Müslüman yoktur.  O, bütün Müslüman âleminin önderidir, takvada, imanda hepinizden ileride olandır” derdi. Kitabına  onca tarihi ayetleri tıkış tıkış dolduran bir Yaratıcı, anlaşılır  iki cümle fazladan yazmaya üşenmemiştir herhalde.
Diğer bazı ilâhiyatçıların iddiasına göre ise Hz Adem’den başlamak üzere kıyamete kadar sürecek olan zamanda Allah’a inanan herkes Müslüman kategorisine giriyormuş ve dolayısıyla her Peygamber kendi döneminin ilk Müslüman’ı oluyormuş. Bu sadece zorlama bir açıklama tarzıdır. Ayetlerin hiç birisinde bütün Peygamberlerin kendi devirlerinin Müslüman’ı olduğuna dair bir bilgi yoktur. Eğer Hz Muhammed için “Müslümanların ilki” ifadesi kullanılmasa idi ve sadece “O bir Müslüman idi” ifadesi kullanılsaydı  bu iddia doğru kabul edilir ve her Peygamber kendi devrinin Müslüman’ı olarak kabul edilirdi fakat Hz Muhammed için açıkça “Müslümanların ilki” ifadesi kullanılmış. Şu durumda ondan öncekilere de Kur’an Müslüman dediğine göre İlk Müslüman’ın Hz Muhammed olması mümkün değildir ve bu ayetler bir biri ile çelişir.

Cehennem menüsündeki çelişki
Cehennemdekiler acıkınca ne yiyecek?
Gâşiye 6: Onlar için kuru bir dikenden başka yiyecek de yoktur.
Duhan 43-44: Şüphesiz, zakkum ağacı, günahkârların yemeğidir.
Bu iki ayet, cehennem sakinlerinin yiyecekleri yemeklerle alakalıdır. Gaşiye 6’da cehennemdeki kişilerden için “Kuru diken onların yiyecekleridir” gibi bir ifade kullanılsaydı  belki Duhan 43-44’üncü ayetler ile çelişmeyebilirdi  fakat Gaşiye 6’da “…kuru dikenden başka yiyecek yoktur.” İfadesi cehennemde kuru dikenden başka hiçbir yiyecek olmadığını açıkça belirtir fakat Duhan 43 ve 44’te cehennem yiyeceği olarak bir de Zakkum ağacı olduğu belirtilmiş. Dolayısıyla Gaşiye6’daki “Kuru dikenden başka yiyecek yoktur” ifadesi iki ayeti bir biri ile çelişkili kılmaktadır. Sanki bu iki ayeti başka başka kişiler yazmıştır.

İnsanların ve cinlerin yaratılma nedenlerinin çelişkisi
İnsanlar ve cinler ne için yaratıldılar?
Zariyat 56: Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.
A’raf 179: Andolsun ki, cin ve insanlardan bir çoğunu cehennem için yarattık
Eğer A’raf 179’da “Bana kulluk etsinler diye yarattığım insanların ve cinlerin bir çoğu cehennemi tercih etti” gibi bir ifade olsa idi iki ayet çelişmezdi fakat iki ayette de insanı ve cini yaratan Allah. Yaratma sebebini belirten de Allah. Bu iki ayetten ne anlamalıyız? Allah insanları ve cinleri kendisine kulluk etsin diye mi yarattı yoksa cehennem için mi?

Farklı dinlerin imtihan çelişkisi
Maide 48: …Her birinize bir şeriat ve bir yol yöntem verdik. Allah dileseydi sizi tek bir ümmet yapardı. Fakat size verdikleriyle sizi denemek istedi…
Maide 51: Ey inananlar! Yahudi ve Hristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostlarıdırlar. Sizden kim onları dost edinirse, kuşkusuz o da onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğunu doğruya iletmez.
Allah, Kutsal kitabında, Maide 48’de, İnsanları denemek için (bazı çevirilerde imtihan için) farklı şeriat ve yollar verdiğini ve eğer dileseydi herkesi tek bir ümmet yapabileceğini söylüyor. Yani insanların bir kısmı Hristiyan, bir kısmı Müslüman ve bir kısmı da Yahudi ise bu Allah’ın isteği ya da kararı ile oluyor ve Allah Maide 51’de diyor ki “Yahudi ve Hristiyanları dost edinmeyin. Sizden kim onları dost edinirse, kuşkusuz o da onlardandır.” Bu nasıl bir çelişki? Madem Hristiyanların ve Yahudilerin dost edinilmemesi söyleniyor o zaman Allah neden insanların bir kısmını Hristiyan, bir kısmını Yahudi olarak ayırıyor? Allah, kulları ile dalga mı geçiyor?

İslâm dininde zorlama var mıdır yok mudur çelişkisi
İslâm dininde zorlama var mıdır? Ayetlerdeki ifadeler neyi anlatıyor?
Bakara 256: Dinde zorlama yoktur. Çünkü doğruluk sapıklıktan iyice ayrılmıştır. O hâlde, kim tâğûtu tanımayıp Allah’a inanırsa, kopmak bilmeyen sapasağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.
Yunus 99:  (Resûlüm!) Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin hepsi elbette iman ederlerdi. O halde sen, inanmaları için insanları zorlayacak mısın?
Bakara 193: Hiçbir zulüm ve baskı kalmayıncaya ve din yalnız Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Onlar savaşmaya son verecek olurlarsa, artık düşmanlık yalnız zalimlere karşıdır.
Bakara suresi 256’ıncı ayette “Dinde zorlama yoktur” derken Yunus 99’da “İnanmaları için insanları zorlayacak mısın” diyerek bunun yanlış olduğunu ima ediyor. Buna rağmen Bakara suresi 193’üncü ayette Din yalnız Allah’ın oluncaya kadar savaşılması emrolunuyor.
Bakara 193’te “Din yalnız Allah’ın oluncaya ” ifadesi hiç olmasa idi  ve geride sadece “Hiçbir zulüm ve baskı kalmayıncaya  kadar onlarla savaşın.” Cümlesi  olsaydı bunda hiçbir çelişki ve problem olmazdı fakat görüldüğü üzere Hiçbir baskı ve zulüm kalmayıncaya kadar savaşmak yeterli değil aynı zamanda Din yalnız Allah’ın da oluncaya kadar savaşılması gerekiyor.

İmanın sebebi çelişkisi
Bakara  257: Allah, iman edenlerin Velisi (dostu ve destekçisi)dir. Onları karanlıklardan nura çıkarır; inkar edenlerin velileri ise tağut'tur. Onları nurdan karanlıklara çıkarırlar. İşte onlar, ateşin halkıdırlar, onda süresiz kalacaklardır.
Hucurat  7: Ve bilin ki Allah'ın Resûlü içinizdedir. Eğer o, size birçok işlerde uysaydı, elbette sıkıntıya düşerdiniz. Ancak Allah size imanı sevdirdi, onu kalplerinizde süsleyip-çekici kıldı ve size inkarı, fıskı ve isyanı çirkin gösterdi. İşte onlar, doğru yolu bulmuş (irşad) olanlardır.
Nur  47: Onlar derler ki: "Allah'a ve elçisine iman ettik ve itaat ettik" sonra bunun ardından onlardan bir grup sırt çevirir. Bunlar iman etmiş değildirler.
Yunus 100: Allah’ın izni olmadıkça, hiçbir kimse iman edemez. Allah, azabı akıllarını (güzelce) kullanmayanlara verir.
Bu ayetler okunduğunda birincisi İman eden kişiyi Allah’ın aydınlığa çıkartacağını, ikincisi Allah’ın imanı insana sevdirip süsleyip çekici kıldığını inkârı çirkin gösterdiğini buna karşın üçüncüsü yani insana imanın süslü püslü göstertilip çekici kılınmasına rağmen bir gurup insanın imana karşı sırt çevirdiğini ki iman etmeyip  inkâr edenlerle ilgili bir sürü ayet var. Yani eğer iman etmek insana çekici ve süslü kılınsaydı istisnasız bütün insanlar iman ederdi ve dördüncü olarak Allah istemedikçe hiç kimsenin iman edemeyeceği anlatılıyor ve ayetin sonunda Allah’ın akıllarını kullanmayanlara azap verdiği belirtiliyor. İman etmek ile aklı kullanmak aynı ya da benzer şeyler midir? Bu ayeti okuyunca “inkâr edenler aklını kullanmayanlardır” sonucuna mı ulaşılıyor? Bu ayetler içinde bir sürü çelişki mevcuttur, çık şimdi işin içinden çıkabilirsen.

Peygamberleri kim öldürdü?
Bakara 87: Andolsun, Mûsâ’ya Kitab’ı (Tevrat’ı) verdik. Ondan sonra ard arda peygamberler gönderdik. Meryem oğlu İsa’ya mucizeler verdik. Onu Ruhu’l-Kudüs (Cebrail) ile destekledik. Size herhangi bir peygamber, hoşunuza gitmeyen bir şey getirdikçe, kibirlenip (onların) bir kısmını yalanlayıp bir kısmını da öldürmediniz mi?
Âli İmrân 145: Hiçbir kimse Allah’ın izni olmadan ölmez. Ölüm belirli bir süreye göre yazılmıştır. Kim dünya menfaatini isterse, kendisine ondan veririz. Kim de ahiret mükâfatını isterse, ona da ondan veririz. Biz şükredenleri mükâfatlandıracağız.
Bu iki ayet okunduğu zaman Peygamberleri insanlar mı öldürmüş oluyor yoksa Allah’mı öldürmüş oluyor? Tefsircilerin yorumuna göre bu iki ayette çelişki yok. Onların yorumuna göre olay şöyle cereyan ediyor: Herkesin belirli bir kader süresi varmış. O kader anı yani önceden hesaplanmış yaşam süresi dolunca Allah o insanın canını mutlaka alıyormuş. Kimilerinin ölümüne cinayet, kimilerininkine hastalık, kimisine kaza, kimisine de yaşlılık vesile oluyormuş. Daha özetle Allah Bakara 87’de diyormuş ki: “Benim  elçilerimin  hastalıktan ya da yaşlılıktan dolayı canlarını tam alacağım zamanda niye onlara hançer sapladınız, niye darbe indirdiniz? Niye ölüm sebeplerini cinayet yaptınız?  Ben zaten canlarını alacaktım, zaten size ayak bağı olmayacaklardı. İşin içine niye siz de karışıp katil oldunuz, bak şimdi herkes bu can almaları sizden biliyor üstelik  cehennemlik de oldunuz.

Çelişkili ayetlerin bir kısmını paylaştım. Konunun başında paylaştığım Nisa suresi 82’inci ayeti tekrar okuyalım:
Nisa 82: Onlar hâlâ Kur´an´ı  gereği  gibi düşünüp anlamaya çalışmazlar mı? Eğer o Allah´tan başkası tarafından indirilmiş  olsaydı mutlaka onda birçok çelişkiler bulurlardı.
Ayeti tekrardan okuduk. Neymiş? Eğer Kur’an, Allah’tan başkası tarafından indirilmiş olsaymış mutlaka onda bir çok çelişkiler bulunurmuş. Çelişkiler bulundu mu? O halde “Kur’an, Allah’tan başkası tarafından indirilmiştir” diyebilir miyiz ne dersiniz?

DENİZLERİN KARIŞMAMASI MUCİZESİ (!)

Yazan: Kirpi


DENİZLERİN KARIŞMAMASI MUCİZESİ (!)

Hayatım boyunca tartıştığım her 2 Müslümandan biri bana denizlerin karışmaması mucizesini delil olarak sunmuştur. Bunu her duyduğumda hem gülümsemiş hemde üzülmüşüm. Komik olan şu ki bunu söyleyen Müslümanlar sözde deniz bilimleri üzerine yüksek lisans yapmış kişilerdi.  Beniz üzen şey ise her defasında bu mucize diye yutturulmaya çalışılan teoriyi çürütmeye mecbur olduğumdu. Bu gün bir kere daha bu mucizenin ne kadar yalan olduğunu sizlerin huzurunda kanıtlayacağım. Öncelikle Kuranda konumuzun bahsi geçen ayetlere göz atalım.

Rahman Süresi 19-20: “İki denizi birbirlerine kavuşmak üzere salıvermiştir. Aralarında bir engel vardır, birbirlerine geçip karışmıyorlar.”

Ayet iki denizin olduğunu ve sularının bir birine karışmadığını iddia ediyor. Peki bu denizin özellikleri nelerdir? Kurandaki ilgili ayetlere bakalım.

Furkan 53: “İki denizi birbirine salıveren de O’dur. İşte şu susuzluğu gideren tatlı bir su, diğeri de tuzlu ve acı bir sudur. Aralarında ise, Allah, birbirlerinin sınırlarını aşmaktan alıkoyan bir engel koymuştur.”

Ayette bahsi geçen iki denizden birinin suyunun tatlı diğerininse tuzlu olduğu açık bir şekilde yazıyor. Peki soruyorum Müslümanlara “Dünyada tatlı suyu olan denizin ismi ne?”

Orta okul çocuğu bile yer yüzünde tatlı suyu olan bir denizin olmadığını biliyor. En azından her Müslüman mutfağında tatlı ve tuzlu suyu karıştırarak sonucu test ede bilir ve kendi gözleriyle gayet iyi bir şekilde karıştığını göre bilir. Bunu Müslümanlarda iyi biliyor fakat zamanında bir mucize dedikleri için şimdi yanıldık diyemiyorlar. Hatasını kabul ede bilmek bir erdemdir diyelim ve konumuza devam edelim.

Gerçek mi?

Tabii ki gerçek değil. Dünya üzerinde bir biriyle bağlantısı olan her bir su kütlesi karışmak zorundadır.
Dünyanın saymakla bitmeyecek kadar fazla yerinde bir biriyle bağlantısı olan su kütleleri özellikle nehirler kavuştukları bölgede mineral ve kompozisyon(içerik) farklılıklarından ötürü farklı renklerde görünürler ve akış yönlerine/hızlarına da bağlı olarak kavşak (conflux ve ya confluence) denen buluşma noktalarında çıplak gözle bir biriyle karışmıyor gibi görünebiliyorlar. Halbuki tüm su kütleleri bir biriyle karışmak zorundadır. Zira karışmazlarsa işte o vakit felaket olur.

Bu mucize nasıl yaratıldı?

Bu iddia ilk olarak 2007 yılında ortaya çıktı. Ve iddianın yayılmasına neden olan fotoğraf işte budur.



Kaynak- Ken Bruland 2007
Fotoğraf Santa Kruz'da bulunan Kaliforniya Üniversitesi'nde okyanus bilimleri profesörü olan Ken Bruland tarafından 2007 yılında bir araştırma gemisinden çekilmiştir. Aşağıdaki fotoğrafsa iddianın dahada viral olmasını sağlamıştır.


Kaynak- Gütefrage Alaska Körfezi
2010 yılında Temmuz Alaska Körfezi turuna çıkan bir turist olan Kent Smith'in kamerasından çekilmiştir. Ancak Smith, hatalı bir şekilde fotoğrafı "okyanusların karışmadığı nokta" açıklamasıyla yüklemiştir. Kısa sürede Flickr ve Reddit üzerinden yayılan bu iki fotoğraf Müslümanlar tarafından Kurandaki denizlerin karışmadığını anlatan ayetlere kanıt olarak sunulmaya başlandı. Hiç bir şeyi araştırmayan Müslümanlarda bu yemi kolaylıkla yuttular. Artan yalan haberler üzerine bölgedeki bilim insanları bir açıklama yapmaya mecbur oluyorlar zira tüm Müslüman dünyasındaki basın mensupları şu fotoğrafı mucize diye manşet yapmaya başlamıştılar.

Santa Kruz'da bulunan Kaliforniya Üniversitesi'nde okyanus bilimleri profesörü olan Ken Bruland, fotoğrafı paylaşanların iddiasının yalan olduğunu açıklamış, fotoğrafın Alaska Körfezi'ndeki glasiyel (buzullara ait) kalıntıları taşıyan 286 mil uzunluğundaki Copper Nehri gibi nehirlerin okyanusa açıldığı bölgelerden birine ait olduğunu söylemiştir.

Yani bu fotoğrafta görülenler bırakın iki okyanusu iki denizin bile kavuştuğu yer değil yalnızca buzullardan gelen nehirlerin okyanusa kavuştuğu yerdir. Fakat ortada bir mucize iddiası varsa emin olun Müslümanlar hiç araştırmadan onu doğru diye paylaşırlar.

Fotoğrafta ve benzerlerinde gördüğünüz, Alaska Körfezi'nde bulunan ve oşinografik (okyanus bilimi) açısından iki ayrı su kütlesi olarak değil, tek bir su kütlesi olarak kabul edilen "okyanus bölgesi"nin içerisindeki buzul suları ile kıyı sularının birbirine kavuştuğu alandır. Bu suların renklerinin birbirinden farklı olma sebebi içeriğindeki başta demir olmak üzere mikropartiküllerden bazı çökelti tiplerine kadar ve hatta kimi durumda sıcaklık farkına kadar birçok unsurdur. Bu görüntünün tuzluluk oranıyla doğrudan ilgili olmadığı bilinmektedir; yani iddia edildiği gibi tatlı su ile tuzlu suyun birbirine karışmamasıyla alakalı bir durum yoktur.

Farklı Sular Birbirine Nasıl Karışır?

Farklı tuzluluk veya yoğunluk oranı olan sıvı kütlelerinin karşılaşması sonucu oldukça karmaşık bir kimyasal ve fiziksel denge oluşmaktadır. Ancak bu denge statik değil, dinamiktir. Örneğin yağ ve su aynı kaba konduklarında oldukça statik bir denge oluştururlar ve sabit kalırlar (her ne kadar esasında aralarındaki karışma bölgesi yine dinamik yapıda olsa da). Okyanuslar ve devasa su kütleleri için bu hiçbir şekilde doğru değildir. Farklı özelliklere sahip bu kadar büyük su parçaları bir araya geldiklerinde, ciddi anlamda dinamik bir dengeye ulaşılır ve sular kilometrelerce küplük hacimlerde birbirlerine karışırlar. Sadece dışarıdan bakıldığında, suların içeriğine bağlı olarak ışığın farklı kırınımından ötürü renklerin farklı gözükmesi, Alaska Körfezi'nde olduğu gibi görünür ve suların birbirine karışmadığına dair bir sanrı yaratır. Bu doğru değildir. Bununla ilgili olarak Santa Kruz Kaliforniya Üniversitesi'nden Okyanus Bilimci (Oşinograf) Prof. Dr. Ken Bruland (ki hemen üstteki fotoğrafı 2007'deki bir araştırma gezisinde kendisi çekmiştir) şöyle söylüyor:

“Örneğin benim çektiğim fotoğrafta çökelti bakımından zengin bir nehrin genel okyanus suyuyla buluştuğu bölge görülmektedir. Bu iki su tipinin birbirine karışmadığını söylemek kesinlikle doğru değildir. Nihayetinde iki su birbirine tamamen karışır; ancak bu fotoğrafların çekildiği anda, çok güçlü gradyanlara sahip oldukları için geçici olarak bu şekilde karışmıyormuş gibi gözükürler. Bu sınırlar hiçbir zaman bir duvar gibi statik değildir. Sürekli olarak hareket ederler ve bir bütün olarak yok olurlar. Bunlar çökelti miktarına ve suyun hareketine bağlıdır.”

Oşinograf (Oşinografi: Okyanuslarda, suyun fiziki özelliklerini ve dalga hareketlerini, okyanus tabanlarının jeolojik şekilleriyle tortu tabakalarını, suları kimyasal yönden inceleyen ve denizlerdeki bitkilerle hayvanların hayatlarını araştıran bilim dalı, kısaca "okyanus bilimi") Micheal Pilson ise şöyle diyor:
“İnsanların neden okyanusların karışmadığını düşündüğünü anlayamıyorum. Okyanuslar karışırlar. Her saniye, milyonlarca ton Pasifik Okyanusu suyu, Atlas Okyanusu'na karışır. Atlas Okyanusu'nun derinlerindeki sular, Antarktika etrafından dolaşarak Pasifik Okyanusu'yla karışır. Her an, milyonlarca ton! (...) Bu, milyonlarca yıldır bu şekilde devam etmektedir.”

Haloklin: Aynı Su. Farklı Katmanlar

Kısmen sığ veya korunaklı sularda, okyanus diplerindeki mağara ve benzeri bölgelerde, oldukça sınırlı alanlarda haloklin (İng: "halocline") adı verilen ve tuz farklılığından oluşan bölgesel ayrımlara ve katmanlaşma olgusuna rastlanabilir. Ancak bu farklılığı okyanus gibi devasa su kütlelerinde görmek mümkün değildir. İki okyanusu birbirinden fiziksel olarak ayırabilecek hiçbir doğa unsuru bulunmamaktadır.


Ancak haloklin, aynı su parçasının farklı tuzluluk oranları arasındaki geçiş bölgeleridir; bağımsız sular arasında oluşmaz. Kimi zaman iyi karışmayan haliçler ve fiyortlarda da oluşabilir; ancak çoğu zaman aynı suyun durgun parçaları arasında oluşur. Bu, bardakta beklettiğiniz bir suyun alt kısımlarında, üst kısımlarına göre daha çok tuzun birikmesi gibidir.

İşin garip tarafı suların karışmadığını iddia eden Müslümanlar sular karışmazsa orada yaşayan tüm canlıların telef olacağından haberi yok. Okyanusların birbirine karışması sırasında, sıcaklık, içerik, vb. unsurların farklılıklarından ötürü çok ciddi su altı akımları meydana gelir ve bunların sürekliliği için okyanusların da sürekli olarak birbirleriyle dinamik bir biçimde etkileşmeleri ve birbirlerine karışmaları gerekmektedir. Eğer ki herhangi bir sebeple okyanuslar birbirlerinden tamamen, tıpkı bir engel girmiş gibi ayrılacak olurlarsa, bu akıntıların büyük bir kısmı son bulacak ve dolayısıyla denizlerdeki canlılık çok ciddi hasarlar alacak, sayısız tur üreme ve avlanma yollarını yitirerek yök olacaktır.

Temel Fizik yasalarına Aykırı

Eğer ki iki nehir veya deniz kolu bir araya geliyorsa ve birleşerek tek bir yöne doğru akıyorlarsa, birleşmeden önceki kütlelerin toplamı, sonrakiyle eşit olmak zorundadır. Bu durumda sular, eğer ki bir kaybolma veya bir başka kaynağa yönelim yoksa, karışmak zorundadırlar. Nehirlerde ve okyanuslarda gördüğümüz de budur. Her ne kadar denizler ve okyanuslar, nehirlere kıyasla çok daha durgun su kütleleri gibi gözükseler de, daha önceden de açıklandığı gibi bu su kütleleri de son derece dinamik bir şekilde birbirleriyle etkileşirler ve hatta bu etkileşimden akıntılar doğar ve su altı yaşantısına can verir. Zira fiziğin kütle korunumu gibi en basit ilkeleri ışığında bile bir sisteme giren ve çıkan kütlelerin toplamının daima sabit olması gerektiği bilinir.


Karışmıyor Gibi Gözüken Sulara Örnekler

Dünyada farklı renklere sahip nehirlerin kavuştuğu bölgede karışmıyor gibi gözüktüğü bir çok yer var. Onlardan bir kaçına göz atalım.

Rhone ve Arve nehirleri arasındaki kavşak (Cenevre, İsviçre)

Ilz, Danube ve Inn Nehirlerinin Passau/Almanya'da buluştuğu bölge...

Jialing ve Yangtze Nehirlerinin Çin'in Chongqing kentinde buluşması...

Green ve Colorado Nehirlerinin ABD'nin Utah eyaletinin Canyonlands Ulusal Parkı'nda buluşması...

Thompson ve Fraser Nehirlerinin Kanada'nın Lytton kentinde buluşması...

Gördüğünüz gibi denizler karışmıyor değil, yoğunluk, tuzluluk ve katman farklarından dolayı karışmıyor gibi görünen yerler mevcut...
Yazan: Kirpi

GARANİK OLAYI (ŞEYTAN AYETİ)

Yazan: Kirpi
K, din, islamiyet, Şeytan ayeti, Şeytan ayetleri, Necm suresine şeytan müdahalesi, Garanik olayı, Garanik, Garanik vakası, Şeytan'ın Muhammed'i kandırması, Hac 52 nüzul nedeni, Muhammed'in Lat Menat Uzza'yı övmesi,

GARÂNÎK OLAYI (ŞEYTAN AYETİ)

İslam literatüründe Garanik ismi Muhammedin Mekke'li müşrikleri İslama ısındırma devrinde yaptığı bazı eylemler sırasında ortaya çıkmıştır. Müslüman kesiminin neredeyse tümü tarafından reddedilen bu olay en eski İslami kaynaklarda bile kendine yer bulmuştur. Namazı, orucu, Muhammed'in hayatına dair neredeyse tüm bilgiyi sahih diye kabul ettikleri aynı kaynakta yer alan Garanık olayını her ne hikmetse Müslümanlar kabul etmiyor. Hatta bu olay hakkında ilk kapsamlı araştırma yaparak kitap yazan Salman Rüşdi bile İslam alimleri tarafından sert bir şekilde eleştirilmiş ve hatta hakkında ölüm fetvası bile çıkarılmıştı. Peki nedir bu Garanik olayı? Bu yazımızda bunu araştıracağız hep birlikte. Hazırsanız başlayalım.

Şeytanın Ayeti
Garanik sözlükte beyaz su kuşu, kuğu, turna, beyaz tenli genç ve güzel kız anlamına gelen gürnûḳ (girnîḳ) kelimesinin çoğuludur.  İbnu’l-Kelbî ile Yâkūt el-Hamevî’nin  belirttiklerine göre Kureyş kabilesi putlarını Allah'ın kızları olarak nitelendiriyor ve onların aracılığıyla Allah'a yani baş tanrı olan El-İlaha daha yakın olacaklarını düşünüyorlardı. Zira şimdiki Müslümanlar da Muhammed'i Ali'yi, Hüseyin'i kendilerine şefaatçiler ederek Allah'a daha yakın olacaklarını düşünüyorlar. Kabeyi tavaf eden müşrikler Lat, Uzza ve Menat isimlerini bağırarak onları yüksekte uçan kuşlara benzetiyorlardı ve Allah'a kendilerinden daha yakın olduklarını düşündükleri için onlardan yardım bekliyorlardı.

Garanik olayıyla ilgili ilk rivayet erken devir siyer yazarlarından İbni İshak'a aittir. İbni İshak sözde Mekke'li müşriklerin zulmünden kaçarak Habeşistan'a, kafir bir padişaha sığınan Müslümanların geri dönüşünü naklederken şöyle anlatmaktadır.

Resûl-i Ekrem kendisine nazil olan Necm sûresini okumaya başlamış, yanında bulunan müslüman-müşrik herkes onu dikkatle dinlemiş, fakat, “Gördünüz mü Lât ile Uzzâ’yı” (53/19) meâlindeki âyete geldiğinde şeytan, “Andolsun ki bizi Allah’a yaklaştırmaları için onlara tapıyoruz” (والله لنعبدهنّ ليقربونا إلى الله زلفى) şeklindeki bir cümleyi araya sokunca müminlerin bir kısmı tasdik etmiş, bir kısmı kabul etmemiş. 7

Muhammed’in Lat ve Uzza'nın şefaati beklenen melekler olduğunu söylemesi üzerine hem Müslümanlar hemde müşrikler secde etmiş. Onların secde etmesine dair rivayetler en muteber hadis kitaplarında bile var. Buhari'nin kendi kitabında bu olayla ilgili yazdıklarına göz atalım:

حَدَّثَنَا أَبُو مَعْمَرٍ حَدَّثَنَا عَبْدُ الْوَارِثِ حَدَّثَنَا أَيُّوبُ عَنْ عِكْرِمَةَ عَنْ ابْنِ عَبَّاسٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمَا قَالَ سَجَدَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ بِالنَّجْمِ وَسَجَدَ مَعَهُ الْمُسْلِمُونَ وَالْمُشْرِكُونَ وَالْجِنُّ وَالْإِنْسُ
İkrime, ibni Abbas r.a’dan şöyle rivayet etti: “Nebi s.a.a Necm suresi’nde secde etti ve O’nunla birlikte Müslümanlar, müşrikler, bütün cinn ve ins de secde ettiler”

Bu hadisten sonra Buhari konu hakkında Abdullah b. Mesud'dan başka bir hadis rivayet etmektedir:
حَدَّثَنَا نَصْرُ بْنُ عَلِيٍّ أَخْبَرَنِي أَبُو أَحْمَدَ حَدَّثَنَا إِسْرَائِيلُ عَنْ أَبِي إِسْحَاقَ عَنْ الْأَسْوَدِ بْنِ يَزِيدَ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ قَالَ أَوَّلُ سُورَةٍ أُنْزِلَتْ فِيهَا سَجْدَةٌ وَالنَّجْمِ قَالَ فَسَجَدَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَسَجَدَ مَنْ خَلْفَهُ إِلَّا رَجُلًا رَأَيْتُهُ أَخَذَ كَفًّا مِنْ تُرَابٍ فَسَجَدَ عَلَيْهِ فَرَأَيْتُهُ بَعْدَ ذَلِكَ قُتِلَ كَافِرًا وَهُوَ أُمَيَّةُ بْنُ خَلَفٍ
…Esved b. Yezid, Abdullah b. Mes’ud r.a’dan şöyle rivayet etti: “içinde secde ayeti inen ilk sure Necm suresi’dir, demiştirRasulullah s.a.a bu sureyi okuduğunda secde etti, O’nunla beraber arkasında bulunan kimseler de secde ettiler. Yalnız bir adam secde etmedi. Ben onun bir avuç toprak alıp da onun üzerine secde ettiğini gördüm. Bu hadiseden sonra ben o adamı Bedir’de kafir olarak öldürülmüş gördüm. O, Umeyye ibnu Haleftir” 2

Taberani'nin “Mucem el-Kebir”  adlı eserinde konuyla ilgili su ifadeler geçmekte.
حدثنا الحسين بن إسحاق التستري ، وعبدان بن أحمد ، قالا : ثنا يوسف بن حماد المعني ، ثنا أمية بن خالد ، ثنا شعبة ، عن أبي بشر ، عن سعيد بن جبير ، لا أعلمه إلا عن ابن عباس أن رسول الله صلى الله عليه وسلم : ” قرأ النجم فلما بلغ أفرأيتم اللات والعزى ومناة الثالثة الأخرى ألقى الشيطان على لسانه تلك الغرانيق العلى وشفاعتهن لترتجى فلما سجد سجد المسلمون والمشركون ، فأنزل الله عز وجل : وما أرسلنا من قبلك من رسول ولا نبي إلا إذا تمنى ألقى الشيطان إلى قوله : عذاب يوم عقيم يوم بدر
…Said b. Cübeyr, ibni Abbas’dan şöyle rivayet etti: Rasulullah s.a.a Mekkede Necm suresini okuyordu. “Gördünüz mü Lat’ı ve Uzza’yı? ve üçüncü olan Menat’ı?” (Necm 19-20) ayetine varınca Şeytan, Rasulullah s.a.a’e “bunlar şanı yüce putlardır ki, şefaat edecekleri umulur” sözlerini telkin etti. 3

Taberî’nin kaydettiği bir rivayette İbn Sa‘d’dan farklı olarak hadisenin başlangıcı şöyle anlatılır: Hz. Peygamber, tebliğ ettiği vahiylerden dolayı kavmiyle arasının açılmasına üzülmüş, sevgi duyduğu hemşehrilerini kendisine yaklaştıracak ve onların küskünlüklerini ortadan kaldıracak bazı âyetlerin gelmesini arzu etmiş, bunun üzerine Necm sûresi nâzil olmuştur 4

Olayın başlangıcıyla ilgili olarak Taberî’nin naklettiği bir başka rivayet işe şöyledir: Kureyşliler, eğer ilâhlarını hayırla anarsa Resûl-i Ekrem’in meclisine katılabileceklerini, bunu görecek Arap ileri gelenlerinin de kendisine destek vereceğini söylemiş, şeytan da bu yolda ona telkinde bulunmuştur 5

Gördüğünüz gibi Müslümanların kabul etmemesine rağmen bu rivayet tüm muteber kaynaklarda aktarılmış ve hepsi de şeytanın Kur'an'a ayet ilave ettiğini tasdik etmiş.

İslam ansiklopedisinde olayla ilgili su ifadeler kullanılmış:

“Garânîk meselesinin bir aslı bulunmakla birlikte konuyla ilgili rivayetlerin hepsi doğru ve güvenilir olmadığından hadise tutarlı bir şekilde te’vil edilmelidir. Ferrâ el-Begavî, Kastallânî, İbn Hacer el-Askalânî, Ebü’l-Fidâ, İbn Kesîr, Süyûtî gibi âlimler bu görüştedir. Bu âlimlere göre Saîd b. Cübeyr’den nakledilenlerin dışındaki rivayetler isnad açısından zayıf ve münkatı‘ olmakla birlikte hadisenin değişik birçok rivayetle nakledilmiş olması bunun bir aslının bulunduğunu gösterir. Nitekim başta Buhârî olmak üzere sahih hadis kaynaklarında, Hz. Peygamber’in Necm sûresini okumasının ardından müşriklerin Müslümanlarla birlikte secdeye kapandığı rivayet edilmiştir.  Bu da olayın tamamen asılsız olmadığını gösterir. Bundan dolayı garânîk hadisesinin reddedilmesi isabetli olmadığı gibi bu rivayetlerin âhâd olduğu gerekçesiyle bilgi ifade etmediğini söylemek de uygun değildir. Çünkü Hac sûresinin 52. âyeti bunların bir aslı bulunduğuna işaret etmektedir.”6

Cebrailin Muhammed'i Azarlaması
Bu olaydan sonra Cebrail Muhammedin yanına gelerek söylediklerinin Allah'ın değil, şeytanın sözleri olduğunu bildirmiş. Muhammed bundan çok korkmuş ve bunun üzerine Hac suresi 52. ayet nazil olmuş.

وَمَآ أَرْسَلْنَا مِن قَبْلِكَ مِن رَّسُولٍ وَلَا نَبِىٍّ إِلَّآ إِذَا تَمَنَّىٰٓ أَلْقَى ٱلشَّيْطَٰنُ فِىٓ أُمْنِيَّتِهِۦ فَيَنسَخُ ٱللَّهُ مَا يُلْقِى ٱلشَّيْطَٰنُ ثُمَّ يُحْكِمُ ٱللَّهُ ءَايَٰتِهِۦ ۗ وَٱللَّهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ
Senden önce hiçbir resûl ve nebî göndermedik ki, bir şey temenni ettiği zaman, şeytan onun bu temennisine dair vesvese vermiş olmasın. Ama Allah, şeytanın vesvesesini giderir. Sonra Allah, âyetlerini sağlamlaştırır. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

Görüldüğü gibi olayı nakleden pek çok farklı kaynak vardır. Bu kaynaklar olayı bazı detay farklılıkları ile naklederler. Bütün bu farklı rivayetler en sonda tek bir ortak ravi olan Muhammad ibn Ka'b'a dayanır. Kaynaklarda Muhammed'in Mekke'de akraba ve komşularını Müslüman yapmak için çaba harcadığı ve onlara Necm Suresinden ayetler okurken şeytanın araya girip 19 ve 20. ayetlerden sonra kendisine şunları söylettiği rivayet edilir:
19 Lât ve Uzza'ya
20 ve diğer üçüncüsü Menat'a ne dersiniz?
21 bunlar şefaatleri umulan yüce turnalardır.

Bunlara ek olarak bu olaydan sonra Muhammed sözlerini geri alır ve ayetler şu şekilde düzeltilir:
19 Lât ve Uzza'ya
20 ve diğer üçüncüsü Menat'a ne dersiniz?
21 erkek size de, dişi O'na mı?
22 öyle ise bu çok insafsızca bir paylaştırmadır.
23 onlar ancak sizin ve atalarınızın (ilah edindiğiniz şeylere) taktığınız isimlerdir. Allah, onlar hakkında hiçbir delil indirmemiştir. Onlar (putperestler)yalnız zanna ve nefislerin arzusuna tâbi oluyorlar. Andolsun ki, kendilerine, Rableri katından yol gösterici gelmiştir.

Sonuç olarak bu olayın sanıldığı gibi iftira olmadığı açık ve net bir şekilde görülmektedir.
Yazan: Kirpi