HABERLER
Dini Haber

EVRİM TEORİSİ |BÖLÜM 2

Yazan: Evrim Işığı


EVRİM TEORİSİ |BÖLÜM 2


Zihin Karmaşası

Geçmişten bu günümüze ulaşan ve geleceğe de el atan evrimsel zihin karmaşası. Evrimsel süreci bir topluluğa kabul ettirmek sanıldığı kadar kolay değildir. Bunun nedeni evrimi ütopik bir olay olarak anlatmaktır. Aynı zamanda yer çekimine inanmayan bir insana bunu ispatlamak cebindeki bozuk parayı havaya atmak kadar kolaydır. Evrimi ispatlamak için bilimsel çalışmalara başvurulmalıdır. Örneğin bakterilerin antibiyotik karşısında nasıl direnç gösterdiklerini, günümüz hastalığı olan COVİD-19 virüsünün nasıl kolayca engellenemediğini, nasıl üreyebildiklerini ve ciddi şekilde evrimleştiklerini gösteren, kanıtlayan bilgiler sunmak gerekir.

COVİD-19

Az önce de belirttiğim gibi evrimin en güncel örneğidir. Virüsler yakın tarihte keşfedilmişlerdir. Yapısal olarak incelendiğinde ise hem canlı hem de cansız özellikler göstermektedir. Bunun yanımda kendilerinde DNA RNA gibi bazı yapıların dışında bir şey bulunmaz. Virüsler çok hızlı mutasyon geçiren varlıklardır. Kendi başlarına aktif değillerdir. Ancak bakteri gibi bazı hücrelere hücum ederek içlerine girer ve aktifleşirler. İnsan vücudun da ortalama 1.5 kg bakteri bakteri bulunur. Bu da virüsler için bulunmaz nimettir elbette. Korona virüsü havada asılı kalabilen virüs çeşitlerindendir. Bu nedenle her daim maske takmak korunmak açısından şarttır. Yapılan çalışmalar gösterdi ki virüsün yayılmaya başladığı noktada yaşayan insanlarda(yarasaların yaşadığı mağara etrafındaki yerleşimler) bu virüse karşı bağışıklık sistemi gelişmiştir. Aslında bu da evrimin en büyük örneklerindendir. Evrim olayları karmaşık ancak hepsi birbirini takip eden mekanizmalardır.

Evrimsel Aile Kavramı

Doğada yalnızca yaşayan canlıların evrimi yoktur. Duyguların, düşüncelerin ve daha birçok şeyin evrimi mevcuttur. Örnek verecek olursak aile içi hiyerarşik düzeni ele alabiliriz. Baba-anne-çocuklar olmak üzere bir düzen mevcuttur. Bu durum toplumdan topluma değişiklik gösterse de bu hiyerarşik düzene uyulmaması aile içi geçimsizliği doğurur. Evrimsel süreçte uyum çok önemlidir. Doğada bu hiyerarşik sıralamayı görmek oldukça kolaydır.

İnsan Hayvan Değildir

Bunun cevabı aslında nettir. İnsanı doğadan ayıramayız. Taksonomi sınıflandırmasında memeli hayvanlar içinde bulunuruz. Doğada zeka gibi bazı unsurlarca en gelişmiş canlı olsak bile neticede “Sapiens” bir hayvandır.

Bebeklikten Yaşlılığa Evrim

Az önce de dediğim gibi evrim yalnızca biyolojik olarak ilerlemez. Örneğin sosyolojik, psikolojik gibi birçok dalda da ilerler.
 Bebeklerde doğumdan önce ve sonra psikolojik evrim gözlenir. Örneğin geçimsizlik yaşanan bir evde büyüyen bireyin gençlik zamanındaki davranışları normaliteden farklı olabilecektir. Halk arasında “çocuktur anlamaz” klişe lafı tamamen yanlıştır. Aslında tam tersi insanlar özellikle 0-7 yaş arasında gördüğü, duyduğu ve öğrendiklerini bilinçaltına kazır ve büyüdükçe bu bilinçaltı sonuçları neticesinde psikolojik evrim gözlenir. Psikolojiye etki edenler yalnızca bunlar da değildir. Genetik faktörleri de unutmamak lazım. Ancak genetiği ev ortamında ayarlayamayacağımız için diğer faktörlere oldukça dikkat etmek gerekir. Bu nedenle benim görüşüm birey yetiştirilirken psikologlardan destek alınmalıdır.

Evrim Değil Adaptasyon

Başlıktan da anlaşılacağı üzere adaptasyon, modifikasyon, mutasyon gibi olayları kabul eden insanlar evrimi kabul edemiyorlar. Bunun en önemli nedenlerinden birincisi evrimi ütopik bir olay gibi anlatmaktır. Bir diğeri ise eğitim sisteminde evrimin açıklayıcı anlatımı oldukça azdır. Okullarda kitap, makale okuma alışkanlığı, sorgulama ve yorum yeteneği gibi önemli değerlerin kazandırılması lazımdır. Aksi takdirde adaptasyona inanıp evrime inanmayanlar bitmeyeceklerdir. Aslında bu saydığım olaylar evrimin bir parçasıdır.

Kitlesel Evrim

Kitlesel evrim bir nevi adaptasyondur. Örneğin avcı-toplayıcı kitlesi yerleşik hayata geçince  birçok özelliği de bununla beraber keşfetmiş, yani evrimleşmişlerdir. Hayatta kalmak için ekilen buğday, ısınmak için yakılan ateş, kolay avlanmak için geliştirilen tuzaklar..... Hepsi birer birer evrime neden olmuştur. Örneğin ateş bulununca etleri çiğ olarak tüketen kitle pişirerek yemeye başlamıştır. Bu da çene kemiği ve dişler gibi birçok yapıyı değiştirmiştir. Kısacası evrimi tetikleyen olaylar illa ki doğadan gelecek diye bir kaide yok. Bizim buluşlarımız da evrimi tetikler ve yön verir.

Maymunlar Neden İnsan Olmuyor?

Bu sorunun yanıtı defalarca kez verildi ancak en sık sorulan sorulardan birisi olduğundan tekrardan ele almak istedim. Darwin evrim ağacı tek atadan kollara ayrılan türleri simgeler. Maymunlar ve insanlar bir koldan ayrılan iki türdür. Yani ataları ortaktır. Yapılan çalışmalar göstermiştir ki bu ortak ata genomu maymun genomundan çok insan genomuna benzerlik gösteriyor. Bunun gibi benzerlik yakalanması genom haritalarının çıkartılıp karşılaştırılması ile olur. Evrimsel süreç bizlere bağlı olduğu gibi doğaya da bağlıdır. Hatta doğaya bağlılık oranı bizlerin icatlarına bağlılık oranından çok daha yüksektir. Bu nedenle şuan ki maymunlar neden insan olsun ? Herhangi bir Doğal Afet yok. Gök taşı yağmuru, buzul çağı, dünyanın oluşması... Bunlar gibi birçok ciddi sebep yok. Aynı zamanda bölüm birde de bahsettiğim gibi makro ve mikro evrimler vardır. Yani şuan ki herhangi bir canlıda mikro bir evrim gözlense dahi bunu çıplak gözle görebilmek çokta mümkün değildir. Makro evrim ise mikro evrimsel süreçlerin birleşmesi ile oluşur. Örneğin dişinizin birisi düşmek üzere. Dişinizdeki bir kan damarının ve bir sinirin o dokuyu besleyememesi ya da beslememesi mikro bir evrimdir. O dokuyu besleyen bütün damarların ve sinirlerin kopması sonrasında düşen diş ise makro bir evrimdir. Mikro bir evrimde dişiniz olduğu yerde duruyordur. Ancak doktora gittiğinizde belirli tetkikler sonucu ne olduğunu söyleyebilir. Oysa ki mikro evrimde siz dişin düşeceğini tahmin edemediniz. Ancak makro evrimde bütün besleyici damarlar ve sinirlerin işlevi bittiğinde dişiniz düştü ve siz rahatça çıplak gözle bunu görebildiniz. İşte evrimsel süreçlere güzel bir örnek.

Bilim Güvenilirse Bilgiler Neden Değişiyor?

Bilimsel bilgiyi güvenli kılan en büyük sebep tam da budur aslında. Aynı zamanda bilimsel bir bilgi deney ve gözlemlere dayanır. Popular Science gibi akademik makale dergilerinde ya da bazı akademik internet sitelerinde yapılan deneylerin sonuçlarını, fotoğraflarını hatta videolarını bile görmek mümkündür. Bilim, canlı bir mekanizmadır. Sürekli olarak hareket halinde, değişir ve gelişir. İnsanın hayatı anlama çabasıdır aslında. Çok uzun zamandan beri sorgulayan insan, yaşadığı coğrafyanın nasıl oluştuğunu, nelerin izlerini taşıdığını, hangi zamanlardan geçtiğini ve üzerinde neler bulundurduğunu anlamlandırmaya çalışır. Teknolojinin ilerlemesi ile birlikte bilimsel alanda yapılan çalışmalar daha güvenilir ve daha detaylıdır.

“Bilimin güzel tarafı ona insansanız da inanmasanız da gerçek olmasıdır.”
“Neil DeGrasse Tyson”

Bilimsel makaleler ve yapılan çalışmalar her zaman tartışmaya açıktır. Bu da doğruluğunun göstergesidir.

Evrimi Anlamanın Kısa Yolları

Aslında böyle bir durum mümkün değildir. Evrimi anlamakta kısa yollara başvurulursa bazı bilgiler eksik ve yetersiz kalacaktır. Bu da evrimi tam anlamı ile anlamayı zorlaştıracaktır. Makalelerimi takip ederek evrimsel olayları ve sonuçlarını açıklayıcı biçimde öğrenebilirsiniz. Bunun yanında Charles Darwin “Türlerin Kökeni”,”Sapiens” gibi önemli evrimsel süreç kitaplarını da okuyabilirsiniz. BBC News gibi akademik makale sitelerinden yapılan çalışmalara ulaşabilir ve sorularınızın yanıtını bulabilirsiniz. Belgeselleri takip edip doğayı anlayabilirsiniz. Bunların hiçbiri size evrimi kısa yoldan öğretmez ancak daha net biçimde anlamanızı sağlar. Makalemi okuyan siz değerli bilimsever insanlar, sorularınıza yanıt bulmak için yorum kısmına sorularınızı yazıp bana ulaştırabilirsiniz. Böylelikle aklınızdaki evrim sorularının yanıtlarını bulabilirsiniz.

“Believing in science is understanding life...”

Özetle toparlayacak olursak evrim mekanizmaları biyolojik, kültürel, psikolojik dalların yanı sıra birçok farklı durumda da hayatımızın tam ortasındadır. Milyonlarca yıldır süregelen ve rayından hiç çıkmayan evrim mekanizmaları bu gün olduğu gibi yarında, insanlar inansalar da inanmasalar da devam edecektir....

Bölüm 1 için tıklayınız.

ZOR İTİRAF

Yazan: Kainatta Toz Zerresi


ZOR İTİRAF

Medeni kanunlar ve insan hakları, biz dinsizleri insan yurduna koyup dinli dinsiz fark etmeksizin bize aynı eşit hakları sunarken dinler ve dinlerin oluşturduğu toplum kuralları ve yine dini kuralların oluşturduğu geleneksel yapı, biz dinsizleri şeytan ya da benzeri mahlukatlar olarak tarif eder ve bu yüzdendir ki bir çoğumuz DIŞLANMA korkusu, SEVDİKLERİMİZİ KAYBETME korkusu, İŞİMİZİ KAYBETMEK korkusu, ÖLDÜRÜLMEK veya LİNÇ EDİLMEK veya  AYRIMCI MUAMELEYE maruz kalmak gibi endişelerimizden dolayı inançsızlığımızı söylemekte bir hayli zorlanırız. Hatta bir çoğumuz buna teşebbüs bile edemez. Hadi şimdi hayali olarak itiraf edelim. İtiraf edeceğimiz kişi ailemiz, arkadaşımız ya da bir komşumuz olabilir. Fakat itiraflar genellikle en yakınlardan başladığı için hayali olarak annemize itirafta bulunalım. Esasen bu duruma İTİRAF demek bile garip kalıyor ama ben başka bir kelime bulamadım.

İtirafçı: Anne, seninle önemli bir konuda konuşmak istiyorum ve hatta önemli bir itirafta bulunmak istiyorum fakat benden duyacağın şey hiç hoşuna gitmeyecek.
Anne: Eyvah! Cinayet mi işledin?
İtirafçı: Hayır.
Anne: Sigaraya mı başladın?
İtirafçı: Hayır.
Anne: Uyuşturucu falan mı?
İtirafçı: Hayır.
Anne: Yoksa satıyor musun?
İtirafçı: Hayır.
Anne: Birini mi dolandırdın?
İtirafçı: Hayır.
Anne: Birini hamile mi bıraktın?
İtirafçı: Hayır.
Anne: Askerlikten kaçacak mısın yoksa?
İtirafçı: Hayır.
Anne: Birine ağır küfür mü ettin?
İtirafçı: Hayır.
Anne: Akrabamızın kalbini mi kırdın?
İtirafçı: Hayır.
Anne: Düşman ajanı mısın?
İtirafçı: Hayır.
Anne: Mafyaya mı karıştın?
İtirafçı: Hayır.
Anne: Bilmediğimiz bir kan davasına felan mı karıştın?
İtirafçı: Hayır.
Anne: Birini mi dövdün?
İtirafçı: Hayır.
Anne: Bir suç işledin de hapse mi gireceksin?
İtirafçı: Hayır.
Anne: Bizi terk mi ediyorsun?
İtirafçı: Hayır.
Anne: Hırsızlık mı yaptın?
İtirafçı: Hayır.
Anne: Haram kazancın mı var?
İtirafçı: Hayır.
Anne: Ölümcül hastalığın mı var?
İtirafçı: Hayır.
Anne: Bir çeteye mi karıştın?
İtirafçı: Hayır.
Anne: Yasa dışı işler mi çeviriyorsun?
İtirafçı: Hayır.
Anne: Bir garibana zararın mı dokundu?
İtirafçı: Hayır.
Anne: Bir hayvana zarar mı verdin?
İtirafçı: Hayır.
Anne: Kadın mı pazarlıyorsun yoksa?
İtirafçı: Yok artık!
Anne: Silah kaçakçılığı mı yapıyorsun?
İtirafçı: Hayır.
Anne: Naylon fatura mı kesiyorsun?
İtirafçı: Hayır.
Anne: Markaların sahtelerini mi üretiyorsun?
İtirafçı: Hayır.
Anne: Adam kaçırıp fidye mi istedin?
İtirafçı: Yok anne yaaa!
Anne: Bürokratlarla yolsuzluğa mı karıştın?
İtirafçı: Hayır.
Anne: Belediyeye rüşvet verip usulsüz işler mi yaptın?
İtirafçı: Hayır.
Anne: Hayır işleri için toplanan paraların üzerine mi yattın?
İtirafçı: Hayır.
Anne: Nonoş mu oldun yoksa eşcinsel misin?
İtirafçı: Hayır.
Anne: Bir kadını taciz mi ettin?
İtirafçı: Hayır.
Anne: Karıkocayı mı ayırdın?
İtirafçı: Yok anne yok yaaa!
Anne: O değil, bu değil, ney ya oğlum?
İtirafçı: Ben artık Müslüman değilim anne, İslâm dinini bıraktım.
Anne: Tü  Allah belanı versin senin. Sütüm sana zehir zıkkım olsun.
İtirafçı: Niye öyle diyorsun anne? Kötü bir şeyler yapmadım, yapmayacağım da! Sadece iç dünyam değişti. Ben yine sizin çocuğunuzum, sizi seviyorum, insanları seviyorum. Bundan sonra benim için değişen çok fazla bir şey olmayacak. Sizi yine sevmeye ve vefalı bir evlat olmaya, ülkesini seven, insanlara saygı duyan bir yurttaş olmaya devam edeceğim…
Anne: Kaybol gözümün önünden kâfir, şeytan ayartmış seni!

İslâm dininde İMAN, Müslümanlar tarafından,  Allah’a, Meleklere, Kitaplara, Peygamberlere, Kaza ve kadere, Ahrete ve Kelime-i şehadete inanmak gibi şartlara, kaidelere    bağlanmış olsa da genel itibari ile İman etmek,  Kainatı ve bütün alemleri yaratan bir Tanrının olduğuna ve o Tanrının Allah olduğuna,  son  olarak gönderdiği Hz Muhammed ile birlikte Kur’an-ı Kerim’i indirip, hükmünün kıyamete kadar geçerli olduğuna inanmaktır. Kısacası Allah’a inanıyorsanız Müslümansınız, inanmıyorsanız Kur’an’ın deyimi ile kâfirsiniz.

İnsan hayatına yön veren inanç tek başına soyuttur fakat soyut olan bu kavrama yönelik yapılan eylemler somuttur ve bu somut eylemler hem gerçek hem de hayali sonuçlar verir. Biraz karışık oldu galiba, daha basite indirgeyelim. Karşınızda kırmızı renkli bir elma var. O elmanın kırmızı renkli olduğunu ve karşınızda durduğunu rahatlıkla söyleyebilirsiniz çünkü gözleriniz kırmızı elmayı algılayıp beyninize iletebiliyor. Kırmızı elmayı görüyor olmanız somut bir şeydir. Canınız o elmayı yemek ister ya da elmanın sağlıklı olduğunu düşünüp yine elmayı yemeye karar verirsiniz. Elmayı alıp ısırır ve çiğnemeye başlarsınız yani birkaç saniye önceki düşünsel kararınızı ve arzunuzu eyleme geçirirsiniz. Elmanın sizin ağzınızdaki tadı, lezzeti, çene kemiğinizin hareketleri, elmayı sindiren iç organlarınızın faaliyetleri gerçektir. Elma bittiği zaman mutlu ve doymuş olursunuz ve dahası vücudunuzun canlılığını koruyan ve yaşamanızı sağlayan bir miktar vitamini de kanınıza iletmiş olursunuz, bunlar gerçek sonuçlardır.  Gerçek bir sonuç daha vardır ki o da, birkaç dakika önce masanın üzerinde duran elma artık orada durmamaktadır  ve o elmanın yemediğiniz çekirdekli kısmı, çöp kovasının içine atılmıştır.

Şimdi de soyutsal bir örnek olarak dînî  inanca geçelim. Gözlerinizle görmediğiniz, kulaklarınızla işitmediğiniz, dokunamadığınız bir varlığın, size öğretildiği özellikleri ile  var olduğuna inanıyorsunuz. İnanıyor olmanızın asıl nedeni, bilimin bu duruma, yani Tanrı-Yaradılış-Öte alem gibi konulara  net bir açıklama getirecek kadar ilerlememiş olmasından kaynaklanıyor. Bu yüzden inanma kısmı sadece soyut çünkü ortada duyu organlarınızın algıladığı, bilimin kesin olarak ispatladığı hiçbir gerçeklik yok, tamamen soyut yani hayalî. Bu öğretiyi size öğretenlerin de ve onların atalarının da gözleri ile gördükleri, işittikleri bir somutluk yok.  İnandığınız Tanrının sizin için yine öngördüğüne inandığınız(geçmişten gelen bir kitapla ve dini gelenekle inandırıldığınız)  ibadetleri yerine getirmek için fiziksel olarak gerekeni yaparsınız yani eyleme geçersiniz. Eyleme geçiş gerçektir. Eğer Müslüman iseniz bu eylem sırasında günde beş vakit namaz kılarsınız, senede bir ay oruç tutarsınız, gününüzün ortalama bir saatini ne bileyim tespih ile zikir çekerek geçirirsiniz, cumaları camiye gidersiniz, arkadaşlarınızı, eşinizi,  sizin gibi inançlı olan insanlar arasından seçersiniz vesaire… Bütün bunlar sizin soyut olarak kabul ettiğiniz kavrama karşın gerçekleştirdiğiniz gerçek faaliyetlerdir ve sizin hayatınıza bizzat etkisi vardır. Sonuca gelecek olursak, soyut inancınıza yönelik yaptığınız gerçek eylemlerin gerçek sonuçları, kendi çabanızla iletişime geçtiğiniz ve sizin gibi inanan arkadaşlar kazanmış olmanız, gününüzün en az ortalama üç  saatini ibadete ayıran bir yaşantıya odaklanmış olmanız, okumak için seçtiğiniz kitapların önemli bir kısmının dini kitaplardan oluşması, inancınızdan dolayı dini bütün olarak gördüğünüz siyasi bir partiye oy vererek yaşadığınız ülkenin geleceğinin şekillenme biçiminde payınızın olması, insanlara, kanunlara ve  başka canlılara zararı olmamasına rağmen sırf günah diye ya da caiz değildir diye  kendinizi bazı imkânlardan, güzelliklerden uzak tutmanız ve bu doğrultuda geliştirmiş olduğunuz ön yargılarınız, inancınız doğrultusunda şekillenmekte olan karakteristik yapınız ve bu yapınızın sizin ve başkalarının hayatına olan etkileri, tıpkı diğer dinlerdeki dindarların(Budist, Hristiyan, Yahudi, Hindu gibi) hissettiği gibi sizin de ibadetleriniz sırasında ve sonrasında psikolojik  olarak kendinizi huzurlu ve mutlu hissetmiş olmanız ve benzeri durumlar. Bütün bu etkiler, fizik kuralları ile psikoloji ile açıklanabilen gerçek etkilerdir. Gerçek olmayan etkiler ise, hayali etkilerdir ve onlara etki demek de yanlış olur. Bunlar, öldükten sonra sorguya çekileceğine inanmak, cennet ve cehenneme inanmak, adının Allah olduğuna inandığın Tanrının  seni ve yaptıklarını görerek öte dünyadaki durumunun ne olacağına karar verdiğine inanmak gibi. Verdiğim iki örnekteki durumları madde olarak ayıracak olursam şöyle bir özet çıkıyor:

ELMA 
  • Somut olan gerçeklik: Masanın üzerinde duran gerçek bir elma.
  • Somut olan gerçek faaliyet: Elmayı eline alır, ısırır yersin.
  • Somut olan gerçek sonuç: Elmanın masadan yok olunuşu, mideye inmesi, vitaminlerinin kana karışması, yenmeyen kısımlarının çöpte olması.
 
DİN
  • Soyut düşüncenin kabullenişi: Tanrının var olduğuna ve kendisine inananlara  kurallar gönderdiğine  inanmak. Gözle göremediğimiz elektrik enerjisinin ve radyo dalgalarının var olduğu  bilimsel yöntemlerle ispatlanmıştır ve yine bilimsel, teknolojik cihazlar yardımı ile kullanılmaktadır fakat bir Tanrının ve İslâm inancındaki gibi bir Öte alemin var olduğuna dair zerre kadar bir bilimsel tespit yoktur. Sadece hayali bir inanç söz konusu.
  • Somut olan gerçek faaliyet: Atalarından gelen hayali inancın doğrultusunda , var olduğuna inandığın Tanrının senden istediği  faaliyetleri yerine getirmek(namaz kılmak, oruç tutmak, aynı fikirde olan insanlarla bir arada bulunmak gibi).
  • Somut olan gerçek sonuç: Bu faaliyetlerin fiziksel sonuçlarını bizzat dünya hayatında yaşamak(dindar birisi ile evlenmiş olmak, çocuklarını dindar yetiştirmek, mesela çocuğun doktor olmak istiyorsa onu zorla İlâhiyat fakültesine yönlendirmiş olmak, dinine yönelik kıyafetlerle dolaşmayı alışkanlık haline getirmek, yaşadığın ülkenin gidişatının dini bir yöne doğru kaymasında bizzat etkenlerden birisi olmuş olmak gibi) .
  • Soyut inancın  hayali sonuçlarına inanmak: Bu dini faaliyetlerin uhrevi sonuçlarının öldükten sonra gerçekleşeceğine inanmak(cennet cehennem), bir yerde bir felaket yaşandığı zaman o felaketi  doğa olayı ya da tedbirsizlik olarak nitelemeyip Tanrının insanlara bir gazabı ya da cezası olduğuna inanmak, ibadet eden insanların daha güzel ve yakışıklı olduğuna inanmak, dindar görünen insanların güvenilir olduğuna inanmak gibi bazı ön yargılara sahip olmak, vb.

Hayat, gerçek sonuçlarla ilerler fakat öncesinde her zaman hayal gücü vardır. Bilim ve sanat insanlarında hayal gücü,  aşırı dindar kesimlerde ise sadece dinsel yani inanç gücü.  Tüm dünyayı gözlemlediğimizde aşırı dini yönetimlerle yönetilen ülkelere ve bir de aklın yolu ile yönetilen ülkelere bakıldığında ve “Dini sonuçlar mı?” yoksa “Aklın sonuçları mı?” diye bir soru sorulduğunda gerçek gün gibi size bakar. Bir tarafta nüfus planlaması olmayan ve pıtır pıtır çoğalan, açlık çeken, cinsiyet eşitliğinden uzak ve kadını bacak arası(namus) bir mahlukat olarak değerlendiren, kız çocuklarını henüz akıl olgunluğuna erişmeden erkeğin cinsel ihtiyacını karşıladığı bir meta gibi görmenin oluşturduğu bir sonuç olarak neredeyse çocuk yaşta evlendiren ve buna rağmen kendilerini dünyanın en ayrıcalıklı insanları olarak niteleyen toplumlar, diğer tarafta ise demokrasiyi yaşayan, kâinatın kanunlarına(bilime) sıkı sıkıya sarılmış ve ülkelerini yöneten liderlerden hesap soracak kadar kendilerine değer veren ve ayrıcalıklı koşullarda yaşayan ileri toplumlar. Acı ama garip bir durum olarak bu Müslüman toplumlarının en zenginlerini bile ne yazık ki, Müslüman olmayan toplumların liderleri yönetiyor. Modernist geçinen İslâm savunucuları ve aynı görüşe sahip bizim Müslüman  halkımız, diline sık sık “Falanca ülke İslâm’ı gerektiği şekilde yaşamıyor, O ülkenin insanları yobaz…” gibi söylemlerde bulunsalar bile koskoca Dünya’da Allah’ın dinini (Medeni yasalardan bağımsız olan şeriat yasalarını) yaşayıp da dünyaya demokrasi ve insanilik açısından örnek olacak bir tek İslâm ülkesi göstertemiyorlar. Hani Allah’ın kudreti? Peygamberlerine onca yardımda bulunan Tanrı, geldiğimiz dönemde ve çağdaki kullarına küstü mü? Küçücük teknolojik cihazlarda bile Hıristiyan, Yahudi ya da Ateist şirketlerin ürünlerine muhtacız. İslâm çağırtkanlığı ve savunuculuğu bile Müslüman olmayan şirketlerin video paylaşım siteleri üzerinden yapılıyor. Üstelik İslâm ülkelerinde ne kadar zeki, akıllı ve beyni pırıl pırıl insan varsa bunların pek çoğu bu yeteneklerini yabancı ülkelerde değerlendirmek zorunda kalıyorlar. Kendilerini, bilimsel yeteneklerini oralarda geliştirebiliyorlar.

Şunu hiç soruyor musun kendine? Allah, neden her çağa uyacak ve her çağda kendisine inanan kullarını bilimde, teknolojide ve insanlıkta en üst seviyeye çıkartacak, insanlar arasında birliği, dirliği sağlayacak düzeyde bir sosyal sistem oluşturacak bir kutsal kitap göndermedi?  Teknoloji yarışının yaşandığı şu çağda ve hele hele insan beynini kontrol altına alacak olan biyolojik silahların gündeme geldiği şu zamanda Arapça bilen ve egosunu eğitmiş zeki, olgun bir Müslüman, inandığı dinin kutsal kitabını eline alıp okumaya başladığında, kendisine inanmayan insanları sonsuz cehenneme atmakla tehdit eden, egosunu eğitememiş ve  bundan binlerce yıl önce yaşamış olan Peygamberlerin, kavimlerin deveyle, kuşla, fillerle, firavunlarla yaşadıkları olayları adeta dedikoducu bir mahalle kadınından dinler gibi “Şu şunu yaptı, bu bunu yaptı, biz de onlara böyle böyle yaptık, Allah İntikam sahibi, Güçlü ve Üstün olan değil midir?...  Hristiyanları ve Yahudileri dost edinmeyin… Elbette, ehl-i kitaptan [Yahudi ve Hristiyan] olsun, müşriklerden olsun bütün kâfirler (Allah’a inanmayanlar),  Cehennem ateşindedir, orada ebedi kalırlar. Onlar yaratıkların en kötüsüdür. …” gibi cümleleri, ayetleri okurken, kendi yaşadığı ve vatandaşı olduğu demokratik Batı ülkesinin başkanını karşılaştırmayacak mı? Vatandaşlığına geçtiği ülkenin yasalarının, yurttaşının  dini inancına bakmaksızın her  vatandaşına eşit yasa ve kural uygulayan, dil, din, ırk ayrımı gözetmeyen insani ve olgun  sistem ile ailesinin kendisine zorla öğrettiği İslâm’ın ilâhının ve yasalarının  insana bakış açısını karşılaştırdığında ne düşünmesi gerekecek? Hangisini daha olgun görecek?  En önemlisi, kaç kişi bu değerlendirmeyi yapacak? Bir şeye gönülden inanıyorsan ya da inandırılmışsan, aklını ve mantığını, inandırıldığın durum üzerinde zaten gerçekçi ve tarafsız olarak kullanman çok zor.
   
“İNANMAK” denilen deyimi biraz daha anlaşılır bir şekilde açmak istiyorum: Bazı örnekler vermek istiyorum.

Örnek 1: Beni sevdiğine o kadar inanmıştım ki, hiç beklemediğim bir anda terk edilince uyandım, gözlerimi açtım, kendime geldim. Meğer pembe gözlükler varmış gözümde ve ona olan sevgimden, inancımdan ve güvenimden dolayı onun başka yönlerini görememişim.
(Bu örnekte işlenen İNANÇ, kişinin tutarlı bir bilgiye dayanarak emin olduğu bir durum değil, daha çok mutluluğun verdiği içsel sevginin ve bu sevgiye olan arzunun oluşturduğu bir hayale ya da hisse tutunma durumu. Yani bu inancın ayağının altı boşlukta ve her an kaymaya ya da çukura düşmeye meyilli. Fakat bu inancın da bir avantajı var, bu avantajlardan birisi,  kişiye geçici bir süre mutluluk yaşatıyor, ikincisi ise zor olan ayrılık süreci  gerçek dünyada gerçekleştiği için kişinin kendini toparlayıp kendisine yeni bir yol tutması için zaman ve imkân tanıyor.)

Örnek 2: Senin bu işi başaracağına yürekten inanıyorum. Sen eğer istersen ve azmedersen her şeyi başarırsın.
(Bu örnekteki İNANÇ kişiyi, ulaşması gereken bir yolda motive etmekle alakalı)

Örnek 3: Benim inancıma göre sadece canlıların değil cansızların da ve hatta insan eli ile yapılmış olan şu çalı süpürgesinin bile bir ruhu ve bir karakteri var. Bu yüzden ben gördüğüm bütün nesnelerle konuşurum ve onların beni duyduğunu, beni dinlediğini bilirim, hissederim. Ben böyle inanıyorum.
(Buradaki İNANÇ bilimsel olarak ispatlanmamış ya da ispatlanması mümkün olmayan fakat kişinin kendi iç dünyasında oluşturduğu ve başkalarınca  kabul edilmeyen bir hayali duruma tutunma durumu. Bu hayali inancın da güzel sonuçları var. Kişi, etrafındaki hiçbir malzemeyi hor görmez, tertipli, düzenli ve temiz kullanır ve bu davranışları alışkanlık haline dönüştüğünde ise hem psikolojik olarak kişiyi düzenli olarak rahatlatır hem de bu davranışların oluşturduğu bir alışkanlığın sonucu olarak kişi diğer insanlara da iyi davranır. Amma velakin, kişide oluşturabileceği bütün iyi özelliklere rağmen bu durum, kişinin inandığı şekilde yani her şeyin bir ruhunun olduğunun göstergesi değil, tamamen o kişinin inandığı bir hayali durumdur.)

Örnek 4: Beni terk etmiş olsa bile kalbinin derinliklerinde bir yerlerde beni hâlâ sevdiğine inanıyorum. O ne derse desin, beni seviyor, bunu biliyorum hatta buna kalıbımı basarım.
(Dördüncü örnekte, son cümleden de anlaşılacağı üzere, kişinin terk edilmişlik duygusunu aşamadığını, kabullenemediğini ve bu kabullenememe durumunun oluşturduğu bir inatla, gerçek olan durumu reddederek  kendisinin istediği ve arzu ettiği bir duruma ya da sonuca  İNANMAK tercihinde bulunduğu görülür. İnsanlar İNANMAK durumunu, neye inanmak olursa olsun kolay kolay terk edemezler, hele ki bu dini inanç ise.)

İNANÇ ya da İNANMAK  kelimeleri aslında daha ziyade  ispatı olmayan bir şeyin ya da durumun gerçek olabileceğine ya da arzu ettiğin şekilde sonuçlanacağına yönelik bir emin olma çabasını  ifade eder. “Ben Allah’ın var olduğuna İNANIYORUM”  demek bile bir çaba ve bir niyettir çünkü Allah’ın var olduğuna dair kesin bir kanıt ya da kesin bir değerlendirme olsa bu duruma inanmanız gerekmez, gerçek gün gibi ortada olur ve Allah’ın varlığı da bilimsel bir gerçeklik olur. Eğer bir Tanrının var olduğu ve hatta bu Tanrının Müslümanların ilâhı olan Allah olduğu, bilimselliğe yakın oranda bile tespit edilmiş olsa “ALLAH’A inanmak” ya da “ALLAH’A iman etmek” gibi kavramlar ya da kelimeler anlamını tamamen yitirir, bunun yerine “Allah’a boyun eğmek, Allah’ın emirlerini yerine getirmek” kavramları esas kabul edilir. Şu durumda Müslümanların ilâhı olan Allah’ın emirlerini yerine getirmek için ilk önce O’na inanmak ile ilgili çabaya girmek ya da bir çoğumuza yapılan gibi çocukluktan itibaren yapılan bir baskı ile kabul etmek gerek. Hangi gerekçelerle? MÜSLÜMAN BİR  AİLEDE DOĞMUŞ OLMAK GEREKÇESİ İLE TABİ Kİ! Ve ne gariptir ki bu var olduğuna inandırılmaya çalışılan Allah, ilahi ve uhrevi olan her şeyi, ölümden sonrasına yani Bilimin, ilimin tespit edemediği  insan duyuları ile algılanamayacak bir boyuta ve zamana bırakmıştır. Sonra da, hiçbir zaman yaşarken göremeyeceğin yani kesin olarak emin olamayacağın bir boyutu kast ederek, “3 boyutlu hayatta yaşarken bana inanır da şunu şunu yaparsan, şu an için göremeyeceğin öte alemde yani öldükten sonra Cennetliksin yoksa cehennemliksin” demektedir.

Milyonlarca insan, inandıkları Tanrının, kendilerine inanıldığı şekilde ödül vereceğini  görebilmeleri ya da anlayabilmeleri için ölmeyi beklemeleri gerekecek. Eğer insanlara din göndermiş olan bir Tanrı var ise, bu Tanrı onlara sağlayacağı en güzel nimetlerini neden o insanların ölümünden sonrasına bırakacağı bir sistem kurar? Bu Tanrı, neden yarattığı insanların kendisi ile karşılaşmalarını, yaşamlarının son buluşunun sonrasına bırakır? Neden böyle bir şey yapar? Bu sorular devreye girdiği zaman gelen cevaplar şu şekildedir: “İmtihan işte, böyle olur! Mevlâmın işine akıl sır ermez, koskoca Allah ne yapacağını sana mı soracaktı, sen kim oluyorsun da Allah’a talimat verir gibi neyi nasıl yapacağını tarif ediyorsun?”  gibi haykırışlar hemen yükselir. İnançlı insanların bu ve benzeri soruları cevaplama şekilleri, geçtiğimiz 1400 yıl içinde hayli gelişmiş ve ustalaşmıştır. Her şeyin bir cevabı mutlaka vardır. Bazı tartışmacılar içinden iki gurup oluşturun ve bunlara “Ayran beyaz mıdır yoksa siyah mıdır?, falanca güne hazırlanın” diye talimat verin. Ayranın siyah olduğunu iddia edecek  gurup, iyi bir hazırlığın ardından beyaz olarak gördüğümüz ayranın  aslında siyah olduğunu size rahatlıkla kanıtlayabilir  ve tartışmayı kazanır. Yani, birilerini aslında bir şeye inandırmak için o şeyin gerçek olması gerekmez. Şimdi bu kadar inançlı insan, sırf atalarından ve kendilerine verilen ve gerçek olduğu iddia edilen bilgilere, çocuklarını inandırmak için zorlayacak ve çocuğunu sırf bu bilgileri yani gerçekliğine dayalı hiçbir ispatı olmayan bu bilgiyi kabul etmediği için reddetme noktasına gelecek.

Bu kadar şartlanmışlığı, körü körüne bir inancı yaşayan insanların arasında, gözünü kulağını açıp,  silkelenip sonra da en yakınlarına veya çevresine, sadece içsel yaşamında, inançsal yaşamında olan bir değişikliği bildirmek hakikaten çok zor. Eğer Müslüman isen ve birine zarar vermişsen, Tövbe kapısı her zaman açık. Hatta Müslüman olmayan birisini öldürmüşsen Kur’an’a göre sana verilebilecek her hangi bir ceza bile yok fakat dinden çıkmak başka. Kimse sana “Müslüman olur musun yoksa olmaz mısın?”  diye sormadı. Ailen başta olmak üzere, çevren, okulda din dersi öğretmenin ve Diyanet işleri başkanlığı, seni dindar bir Müslüman yapmak için canla başla çalıştı. Bazı çocuklar dindar bir Müslüman yaptırılma yolunda  dayak yedi, yurtlara kapatıldı, baskı gördü ama zoraki de olsa Müslüman yapıldı. Sen zaten kendi rızanla Müslüman edilmedin ve sonuçta Müslümanlıktan çıkışını da kimse sana sormayacak ve hatta böyle bir şeye izin bile vermemeye çalışacaklar. Hapishaneye zorla tıkılan bir mahkûm gibi. Ne de olsa dinde zorlama yoktur değil mi?

YOKSA BİZ KUR'AN'I YANLIŞ MI ANLADIK?



YOKSA BİZ KUR'AN'I YANLIŞ MI ANLADIK?

KURANI KERİM EVRENSEL BİR KİTAPTIR...
KUR'AN'I KERİM HAK DİNİN KİTABIDIR...
KUR'AN'I KERİM ALLAH'IN İNSANLARA İNDİRDİĞİ SON MUKADDES KİTAPTIR...
KURANI KERİM ferde ve cem`iyete, bütün insan sınıflarına, bütün memleketlerde ve bütün devirlerde insan hayatının bütününe, maddî - mânevî bir hidayet rehberidir...
KURANI KERİM muazzam bir kitaptır. Onu biz indirdik. Çok mübarektir. (Fayda ve bereketi çoktur).... vs.

Bu esaslara sahip olan kuranı kerimin Elmalılı Hamdi Yazır'ın tefsiriyle Kur'an'ın içerisinde geçen bazı kelimelere gelin beraber bir göz atalım.
evrensel olarak nitelendirilen kuranın, acaba içerisinde zıt anlamlı kelimeler hangi ayetlerde kaç kere geçiyor.

HÜR = 7-2 defa geçiyor
Bakara 178
Nisa 1 (bu ayetteki hür kelimesi hürmet etmek anlamında kullanılmıştır)
Nisa 25
Maide 5
Nahl 75
Hac 30 (bu ayetteki hür kelimesi hürmet etmek anlamında kullanılmıştır)

ÖZGÜR = 0

SERBEST = 3-1 (serbest bırakmak) defa geçiyor
En'am (44)(bu ayetteki serbest kelimesi serbestlik rahat hareket etmek anlamında kullanılmıştır)
Araf (127)
Tevbe (5) (("kayıt dışı") bu ayetin içi sizi dışı beni yakar zaten hiç içeriğine girmiyorum zaten)

KÖLE  = 16 defa geçiyor
Bakara (178)
Bakara (221)
Nisa (36)
Nisa (92)
Maide (89)
Tevbe (60)
Nahl (75)
Mu'minun (47)
Nur (32)
Nur (33)
Nur (58)
Şuara (22)
Rum (28)
Ahzab (55)
Mücadele (3)
Beled (13)

CARİYE = 12 defa geçiyor
Bakara (221)
Nisa (3)
Nisa (24)
Nisa (25)
Nisa (36)
Mü'minun (6)
Nur (31)
Nur (32)
Nur (33)
Ahzab (50)
Ahzab (52)
Mearic (30)

ESİR = 26-17 ( esir almak) defa geçiyor
Bakara (85)
Bakara (163) (bu ayetteki esir kelimesi esirgemek anlamında kullanılmıştır)
Bakara (177)
Bakara (226) (bu ayetteki esir kelimesi esirgemek anlamında kullanılmıştır)
Ali imran (30) (bu ayetteki esir kelimesi esirgemek anlamında kullanılmıştır)
Ali imran (89) (bu ayetteki esir kelimesi esirgemek anlamında kullanılmıştır)
Ali imran (129) (bu ayetteki esir kelimesi esirgemek anlamında kullanılmıştır)
Nisa (24)
Nisa (92)
En'am (54) (bu ayetteki esir kelimesi esirgemek anlamında kullanılmıştır)
Enfal (67)
Enfal (70)
Hud (90) (bu ayetteki esir kelimesi esirgemek anlamında kullanılmıştır)
Meryen (26) (bu ayetteki esir kelimesi esirgemek anlamında kullanılmıştır)
Meryem (44) (bu ayetteki esir kelimesi esirgemek anlamında kullanılmıştır)
Meryem (75) (bu ayetteki esir kelimesi esirgemek anlamında kullanılmıştır)
Meryem (78) (bu ayetteki esir kelimesi esirgemek anlamında kullanılmıştır)
Taha (90) (bu ayetteki esir kelimesi esirgemek anlamında kullanılmıştır)
Rum (21) (bu ayetteki esir kelimesi esirgemek anlamında kullanılmıştır)
Ahzab (26)
Hadid (9) (bu ayetteki esir kelimesi esirgemek anlamında kullanılmıştır)
Mücadele (12) (bu ayetteki esir kelimesi esirgemek anlamında kullanılmıştır)
Hasr (22) (bu ayetteki esir kelimesi esirgemek anlamında kullanılmıştır)
Tahrim (1) (bu ayetteki esir kelimesi esirgemek anlamında kullanılmıştır)
İnsan (8)

BARIŞ = 9 (barışmak-barış yapmak) defa geçiyor
Bakara (208)
Bakara (228)
Nisa (35)
Nisa (90)
Nisa (91)
Nisa (128)
Enfal (61)
Muhammed (35)
Hucurat (9)

SAVAŞ = 62 (savaşmak-harp) defa geçmektedir
Bakara (177)
Bakara (190)
Bakara (191)
Bakara (217)
Bakara (218)
Bakara (246)
Bakara (249)
Bakara (279)
Ali İmran (121)
Ali İmran (142)
Ali İmran (146)
Ali İmran (147)
Ali İmran (156)
Ali İmran (167)
Ali İmran (168)
Ali İmran (195)
Ali İmran (200)
Nisa (77)
Nisa (90)
Nisa (95)
Maide (24)
Maide (33)
Maide (54)
Maide (64)
Enfal (5)
Enfal (57)
Enfal (60)
Enfal (72)
Tevbe (13)
Tevbe (14)
Tevbe (16)
Tevbe (29)
Tevbe (36)
Tevbe (38)
Tevbe (39)
Tevbe (41)
Tevbe (42)
Tevbe (45)
Tevbe (81)
Tevbe (83)
Tevbe (91)
Tevbe (92)
Tevbe (107)
Nahl (81)
Nahl (110)
Isra (5)
Enbiya (80)
Hac (39)
Neml (33)
Ahzab (25)
Muhammed (20)
Fetih (16)
Hucurat (9)
Hucurat (15)
Hasr (11)
Hasr (12)
Hasr (14)
Mümtahine (1)
Mümtahine (8)
Mümtahine (9)
Saf (11)
Tahrim (9)

Yoksa biz bu kitabı yanlış mı anladık? Bahsi geçen HUZUR, MUKADDESLİK, EVRENSELLİK, HAK DİN, MADDİ MANEVİ HİDAYET, MÜBAREKLİK, FAYDA, BEREKET vs. nerede hani ???
(("kayıt dışı") Buna benzer bir çok örnek var. Ben ufak bir kısmını paylaştım ama siz ne demek istediği mi çoktan anladınız zaten. Zıt anlamlı sözcükleri tarayınca karşımıza maalesef şunlar
çıkıyor: Hür, özgür, serbest-köle, cariye, esir, barış-savaş...

SİZDEN GELENLER | Yazan: İsimsiz

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)

DİNDEN SIYRILMA HİKAYEM



DİNDEN SIYRILMA HİKAYEM
(Takipçimin Dinden Sıyrılma Süreci)

Merhaba ben Hakan 35 yaşımdayım yaklaşık 2 buçuk yıldır dinden sıyrılıp hakikati gördüm diyebilirim. Henüz yeni sayılırım kanaatimce ve benim durumum ani ve birden oldu. Sabrederseniz size bu durumun nasıl olduğunu anlatacağım. Anlatımıma geçmeden önce bana bu fırsatı veren kanalınıza-sitenize teşekkürü bir borç bilip minnettar olduğumu ayrıca belirtmek isterim.

Çocukluğumu hemen hemen herkes gibi arada yaz tatillerinde 1 ay Kur'an kursuna gidip Arapçasından 5-10 sure ezberletilip ve yine Arapçasından Kur'an okumasını hasbel kader öğrenmeye çalışarak geçirdim. Belli bir yaşa kadar da dine inanmak dışında pek işim olmadığını söyleyebilirim. Arada annemin zoruyla cuma namazına gidip gelmek ve ramazan aylarında 10-15 gün oruç tutmak dışında tabii. O belli yaş 25'imde iken çok yakın bir arkadaşımın hasta olan babasıyla yapmaya çalıştığımız 1 saate yakın muhabbetten sonra başladı diyebilirim. Yanlış anlamayın dini bir muhabbet değildi. Arkadaşımın babası Parkinson hastalığına yakalanmış yaşlı biriydi ve o zamana kadar evine devamlı gidip geldiğim bu adamla hiç bu kadar uzun vakit geçirmemiştim.
Amcanın bu durumu beni derinden etkilemişti ve üzmüştü doğrusu. Eve dönüş yolumda derin düşüncelere dalmıştım ve bu hayatın çok kısa olduğunu biraz da öbür tarafı düşünüp iyi şeyler yapmak gerektiğini düşünmüştüm. Bir süre sonra da kendimi namaz kılarken buldum. Bu şekilde 5 vakit namaza başlamıştım.

Evimizde Arapçasının yanında mealinin de olduğu bir Kur'an da vardı, ara ara onu okumaya da başlamıştım. İnanır mısınız insan inançlıyken dine karşı okuduklarına ve duyduklarına çok saf bakıyor. O zamanlar okuduklarınıza eleştirel bakamıyorsunuz. Çocukluğunuzdan beri öyle kodlanıyorsunuz adeta. Bize öyle öğretildi, bu kitap bizim gözümüzde Muhammed zamanından beri harf bile değiştirilmeden günümüze kadar korunarak gelmişti. Aklıma azıcık eleştirel bir şey gelse yine bize öğretildiği gibi "şeytan şu an benim aklımı çelmeye çalışıyor" diyerek hemen tövbe edip yaratana sığınırdım. Bu şekilde arada namazı bırakıp tekrar başlayarak 5-6 yıl geçirdim. Ama imanım eksik olduğundan dolayı ara ara ibadetlerden koptuğumu düşünmeye başlamıştım. Sonunda tek olduğum ve çevremde benim gibi dine yönelmiş bir insan bulamadığım için bu durumda olduğuma kanaat getirmiştim. Bu durumu da dinle ilgili daha çok araştırarak, kitap okuyarak aşacağımı düşündüm ve öyle de yaptım. Boş zamanlarımda kitap okumaya, daha çok da ilgi alanım olduğundan dinle ilgili kitaplar okumaya başladım. Okudukça da inancımın ve ilmimin arttığını düşünüyor ve bu durumdan keyif alıyordum. Yaşar Nuri Öztürk hocanın YouTube dan eski programlarını izliyor ve edinebildiğim kitaplarını okuyordum. Hayatımın bu döneminde beni özellikle etkileyen bir kaç kitaptan bahsetmek istiyorum. Yaşar hocanın ana dilde ibadet meselesiyle ilgili bir kitabını okuyup, etkilenip namazda okunan sure ve duaların Türkçe'sini ezberleyip tamamen Türkçe, yani anladığım dilde namaz kılmaya başlamıştım ve gerçekten namazdan aldığım keyif ve huzurun bir kaç kat arttığını söyleyebilirim. Hatta tam da bu yüzden dinin Tanrı tarafından gönderildiğine inanmayı bıraktıktan sonra bile aylarca namazı bırakamamıştım. Düşünsenize abdestli, namazlı bir inançsız.. Size çok garip geldiğini tahmin edebiliyorum ama durum tam da buydu.

Her neyse, yine okuduktan sonra beni çok etkileyen bir diğer kitap ta Kur'an araştırmaları grubunun yazdığı "Uydurulan Dinden İndirilen Dine" adlı kitaptı. Bu kitap ile hadislerin Muhammed'in ölümünden 150-200 yıl kadar sonra kaleme alındığını ve gerçekten akla mantığa sığmayan hadis örneklerinin olduğunu öğrendim ve araştırınca birçoğunun doğru olduğunu gördüm. Bunlar gibi bir çok kitap daha okudum ve tabiri caiz ise modernist bir İslamcı olup çıkmıştım.

Mehmet Okuyan, Mustafa İslamoğlu, Caner Taslaman gibi hocaların kitaplarını okuyan ve programlarını izlemekten haz duyup mutlu huzurlu namazını kılan, öyle kendi halinde yaşayıp giden bir adamdım. Bu arada da evlenmiştim. Evlenmeden önce kafamda ki eş manevi açıdan benden daha güçlü olsun ki birlikte birbirimize destek olup beraberce bu yolda yürüyüp gidelim istiyordum. Gönlüme göre de bulmuştum doğrusu mutluydum. Onunla arada bu tip konularda konuşur fikir alışverişinde bile bulunurduk. Zamanla okumalarım, araştırmalarımda artıyordu. Dinle ilgili ne bulursam ilgimi çekiyordu, okuyor, okuyordum. Samimi bir inanandım ve kendimi hakikati arayan bir insan olarak görüyor ve o hakikatin de dinde olduğunu zannediyordum.

Mesela İhsan Eliaçık hocanın "bana dinden bahset" adlı kitabından edindiğim bir bilgiden bahsetmek istiyorum. Kur'an da Süleyman peygamberin rüzgâra emir verip istediği yere gidebildiğiyle ilgili ayetleri biliyorsunuzdur. İhsan hoca buradaki "istenilen yere götüren rüzgarın" gerçekte o dönemde yaşayan Fenikelilerin yelkenli gemi yapımında çok ileri olduğunu ve Süleyman peygamberin de yaşadığı dönemde bu teknolojiden yararlandığını anlattığını söylüyordu. Yani esasen Kur'an da bunu anlatıyormuş.

O dönem bunu okurken "vay be çok mantıklı bir anlatım, gerçek bu olmalı" dediğimi hatırlıyorum. Şimdi ise madem öyle, madem doğrusu bu, o halde Tanrı neden gönderdiği kitabında bu durumu açık açık belirtmemiş, belirtse bizde aynı şekilde anlardık, üstelik kitapta her şeyi apaçık açıkladığını iddia ediyor diyordum.

Neyse yaşadığım şehirde düzenli kitap aldığım bir kaç yer vardı o noktalardan birinde dolaşırken şans eseri sevgili Arif Tekin'in "Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an" adlı kitabı gözüme çarptı. İlk bakışta normal dini bir kitap izlenimi veriyordu, kapağında Arapça yazısı olan ve ilgi uyandıran gizemli bir havası vardı. Kitabın arkasındaki yazıyı okumamla birlikte daha bir merak içinde kalıp hemen aldım. Nereden bilebilirdim ki o kitabın benim dine eleştirel bakma penceremi alabildiğine açacağını.
Kitabı okuduktan sonra ufkum açılmıştı adeta. Kitapta yazan ve eleştirilen ayetler benim daha önce hiç bakmadığım bir bakış açısıyla yorumlanıyordu ve hemen hepsi de doğruydu, gerçeklerden kaçamıyordum doğrusu.
Bir çok yerde telefonuma indirdiğim Kur'an mealini açıp bakıyordum, yetmiyor öncesine ve sonrasına bakıyordum ve diyordum ki "evet hoca haklı, burada bunu demek istiyor". Kur'an'ın cariyeliği ve köleliği yasaklamadığını, tam tersine teşvik ettiğini, kadınları erkeklerin tarlası ve yarım insan yaptığını, Muhammed'in akıl hocalarının olduğunu ve daha bir çok şeyi bu kitaptan öğrendim.

Akla ve vicdana ters o kadar fazla şey vardı ki, kendi kendime Kuran'ın mealini defalarca okumama rağmen nasıl bunları görememişim diye hayret etmiştim. Daha önce de dediğim gibi bu durumun insanların küçüklükten beri toplumun beyin yıkama operasyonuna tabi olmasından kaynaklandığını düşünüyorum. Özellikle alkolle ilgili ilk gelen ayetlerde onun insan için iyi bir şey olduğunu sonra hem iyiliğin hem de kötülüğün bulunduğunu, daha sonraki ayette ise komple yasakladığını biliyordum. Ama Allah'ın bu şekilde insanı denediğini ve insanın bu sınavdan başarısız olduğunu görünce yasaklamış olduğunu düşünürdüm. Şimdi bu düşünce saçma geliyor. Her şeyi bilen Tanrı neden insanlarla bu şekilde oynasın ki, direk yasaklasın. Yoksa o her şeyi bilmiyor mu? neresinden baksanız bir tuhaf.

Daha önce imanımı güçlendirsin diye yukarıda adını yazdığım hocaların onca kitabını okumama rağmen Arif Tekin hocanın bu kitabı benim imanımı şüpheye sokmaya yetmişti. Uzun bir süre dinle ilgili hiç bir şey okumamaya karar vermiştim, artık bu konularla ilgili konuşmuyor, okumuyor sadece Türkçe namazımı kılıp oturuyordum. Bu konuları konuştuğum 1 arkadaşım vardı, bir tek onunla konuşuyordum ve benim bu değişimime çok şaşırmıştı. Özellikle de bu kadar ani oluşuna, zira kendisi henüz 3-4 aylık bir deistti ve bu duruma uzun yıllar süren ufak ufak sorgulamalar ile gelmişti, benimki ise aniden olmuştu.

Arif hocanın kitabı tıpkı beklenmedik anda gelen sert bir tokat gibi uyandırmıştı beni. 5 ay kadar dayandıktan sonra bu kez Arif Tekin'in "Kur'an'ın Kökeni" adlı kitabını aldım okudum. Arkasından İlhan Arsel'in "Kur'an Eleştirisi 2" kitabı geldi. Artık bu kitap sonrası peygamberin de dinin de Tanrı ile alakası olamayacağına iyice kanaat getirmiştim.

Bir tanrının olup olmadığı da şüpheli bana göre. Dinden çıkınca insanların bir çoğu ilk durak olarak deizmi görür, bende bu öyle olmadı. Direk agnostik düşünmeye başlamıştım, şimdi de aynı noktadayım diyebilirim.

Richard Dawkins'in kör saatçisini ve bir çok bilim kitabını da okudum ve okumaya araştırmaya da keyifle devam ediyorum. Okumaktan araştırmaktan korkmamanızı öneririm.
Benim hayatımda bir dönem en korktuğum şey bir gün inancımı kaybetmekti. Bana çok kötü bir durum gibi gelirdi. İnançlıların inançsızlarla ilgili bildiği bir çok yanlıştan biri de sanki inançsız birinin vicdanı olmaz, dini, Allah'ı olmayınca kötülüğe çabuk düşer gibi bir ön yargının olması.

Arkadaşlar hiç öyle bir durum olmuyor rahat olun. Hatta daha düşünceli, ahlakını aklından ve vicdanından alan özgür düşünceli bir birey oluyorsunuz inanın. Bazı arkadaşlar evlilik durumumun bu şekilde nasıl gittiğini merak ediyor olabilirler.
İlk dinden çıktığım, sorgulamaya başladığım zamanlarda insan haliyle bu konularda daha bir ateşli daha bir paylaşımcı oluyor. Durumu eşime bir kaç kez anlatmaya çalıştım ama maalesef başaramadım, olmadı. Bende boş verdim şimdi arada bir eşimin isteğiyle besmele çekip ayda yılda bir namaz kılıyorum. Onu seviyorum ve bu durumdan dolayı evliliğimizin zarar görmesini yada boşanmayı istemiyorum. Maalesef din böle karıyla kocayı birbirinden ayıran saçma sapan bir ideoloji.

İlk zamanlar kendimi çok rahatsız hissediyordum ki halen bazen yalan söylediğim için rahatsız olurum ama bunun başka bir yolu yok. Kendimi de suçlamıyorum çünkü insanın düşüncelerinin ileride nereye evrileceğini bilmek imkansız, bazen yaprak misali sürüklenip gidersin.

Muhtemelen burada bir gruba göre münafık diğer arkadaşlara göre de yalancı ve korkak oluyorum. Kime ne hayat benim, bu yaşam benim, en azından şimdilik doğru olduğunu düşünüyorum. Birazcık özel konulara girdiğim için affedin dostlar.

Tekrar din meselelerine gelirsek, uzak durun kardeşler uzak durun. Hiçbir din insanlığı ötekileştirmekten, düşmanlaştırmaktan başka bir şey vermez. İnsanı insan olduğu için sevin, kimseye kötülük etmemeye çalışın. Güzel, onurlu bir hayat yaşayın, sonra da ölün gitsin.

Şöyle düşünüyorum eğer bir Tanrı varsa, yani bizim Güneş sistemimiz gibi 400 milyar güneşin, yani yıldızın olduğu, adına Samanyolu dediğimiz galaksiyi yaratan ve yine bunun gibi milyarlarca galaksiyi yaratmış bir Tanrı sırf ona inanmadığı için ki; aslında bir bakıma ona inanmıyor değilim yalnızca kutsal kitapların onunla alakası olmadığını iddia ediyorum. Adına ahiret yurdu denilen bir yerde benim gibi insanları toplayıp sonsuza dek cehennemde yakacak ve bundan olabildiğine keyif alacak öyle mi?

Son olarak benim düştüğüm hataya düşmeyesiniz diye size reformist İslamcılardan sakınmanız gerektiğini söylemek isterim dostlar. Kur'an'ın sözde çok anlamlılığına sığınarak 1400 yıl önce akla ve vicdana ters verdiği hükümleri bu dönemin insanına yedirmek için canla başla çalışan bir kesim var. Örneğin kadınların dövülmesine hüküm veren ayetin dövme kelimesini alıp ayrılmak olarak değiştirenler var. Cümle içinde kelimelerin anlamlarını ve cümlenin gidişatını değiştirip farklı göstermeye çalışan bir zihniyet mevcut.

Okuyun araştırın eleştirel düşünün, düşündüğünüzü sınayın, test edin, üzerine gidin, cesaretli olun, sakın korkmayın. İyi şanslar dostlar benden bu kadar...

SİZDEN GELENLER | Yazan: Hakan

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)

DİN VE KOMPLO TEORİLERİ



DİN VE KOMPLO TEORİLERİ


Komplo dilimize Fransızcadan geçmiş tuzak tertip anlamında bir sözcüktür. Daha geniş anlamıyla ise en az iki kişi tarafından gerçekleştirilen belirli bir kişi ya da gruba karşı kötü amaçlar içeren planlardır. Komplo teorisi ise komploları açıklamak için oluşturulan düşünceler, teorilerdir. Komplo yada komplo  teorileri çok eskiden beri tarihte görülmektir. Örneğin milattan sonra 64 yılında büyük Roma yangınından sonra Neron’un Roma’yı yaktığı hakkında komplo teorileri yayılmış bu haberleri duyan Neron da suçu Hristiyanların üzerine atmış ve kendi komplo teorisini yaymıştır.  Komplo teorileri Günümüzde Amerika’da özellikle 1960’lardan sonra popüler olmuştur. Türkiye’de ise 1990 ve 2000’lerde küçük bir kesim tarafından takip edilmişler özellikle internetin gelişmesiyle günümüzde çok popüler olmuştur. Öyle ki komplo teorileri gerçeklerin önüne geçmiş ve pek çok inanan kazanmıştır. Örneğin Amerika’da yapılan bir araştırmaya göre 120 milyon Amerikalı chemtrail komplo teorisine yani uçakların havaya zararlı kimyasal maddeler saldıklarına kısmen yada tamamen inanmaktadır. Türkiye’de komplo teorilerine inanların çokluğunu basılan pek çok komplo kitabının büyük satış rakamlarına ulaşmasından, komplo videolarının binlerce kez izlenmesinden anlayabiliriz.

Türkiye’de ki çoğu komplo teorisini kaynağı Batı ülkeleri özellikle de Amerika’dır. Genellikle Amerikan teorisyenlerinin iddiaları tercüme edilerek sunulur. Fakat bazen yanlış çeviriler kendi milli komplo teorilerimizin oluşmasına da neden olabiliyor. Örneğin son günlerde oldukça popüler olan “faiz lobisi” teorisi hem “faiz” hem de “çıkar/menfaat/ilgi ” anlamına gelen “interest” kelimesinin yanlış tercümesi sonucu uydurulmuştur.

Komplo teorilerinin çeşitlerine gelecek olursak pek çok farklı gruplandırma yapılabilir; belirli kişi yada olaylarla bağlantılı teoriler örneğin 11 eylül olayları, Michael Jackson’ın aslında hayatta olduğu, Kennedy suikastı  gibi teoriler. Belirli geniş amaçlarla belirli bir grup yâda ülkenin dünyayı kontrol ettiğini iddia eden teoriler. Komünistler yada Yahudilerin dünyayı ele geçireceği ile ilgili teoriler bu gruptadır. Bir diğer grup ise tüm komploları birleştiren kötücül bir en büyük üst gücün varlığına dair teorilerdir.

Peki, komplo teorilerinin dinlerle benzerliği ne?  Komplo teoriler dinin her şeyi kontrol eden ve hükmeden tanrı düşüncesinin modern halidir. Kesinlik arayışındaki insan zihnini dinler ve komplo teorileri rahatlatmaya yarar. Dünyada hiçbir şey tesadüf değildir. Her şeyin bir amacı vardır. Hiçbir şey göründüğü gibi değil dünyada mutlak iyi ve mutlak kötü savaşmaktadır.  Bir komplo teorisyeni “gerçeği” bulmuştur ve başka insanlar bu gerçeğe ulaşamamıştır. Diğer insanlar gerçeği bulabilecek kapasitede değildir.  Mutlak, çürütülemez, sarsılmaz gerçeği yalnızca kendisi bilmektedir. Teorisinin, kanıtlarının ve kendi düşüncelerinin yanlış olma ihtimali yoktur.  Komplo teorisine inanan kişi adeta seçilmiş kişidir diğerlerinden farklıdır. Bu tür düşünceler insanların kendini önemli hissetme ihtiyacından yada kendine olan güveni abartmaktan doğmakta ve insanların kolayca teorilere ve inançlara bağlanmasına neden olmaktadır.

Pek çok komplo teorisyeni kendi teorilerinin bilimsel olduğunu, kanıtları olduğunu söylese de bu kanıtlar uydurma kanıtlardır veya bilimsel kanıtların kendi amaçları doğrultusunda yanlış kullanılmasıdır. Dinler de bilimsel gerçekleri kendi inanışlarına göre düzenlerler. Bilimsel gerçekler ve kanıtlarla komplo teorilerini çürütseniz dahi yeni düzenlemelerle teorilerine inanmayı sürdürürler.  Hem dinler hem de komplo teorileri bu sebeplerle yanlışlanamaz. Pek çok bilim adamına göre bu yönüyle komplo teorisyenleri fanatik dincilere oldukça benzemektedir.

Komplo teorisine inanan kişi internet, kitap, belge araştırmalarını yine kendisi gibi gerçeğe ulaşmış, çok önemli, önder olarak gördükleri kişilerin kaynaklarından yaparlar. Bu önderlerin iddiaları kesinlikle gerçektir. Onlar için bu önderler adeta birer peygamberdir.   Bu düşüncelerle birlikte komplo teorisine inanan kişide acilen harekete geçme istediği uyanır.  Kendi teorisini ve gerçek bilgisini başka insanlara da yaymalı onların da gerçekleri görmesine yardım etmelidir.  Bu amaçla internette, televizyonda, yakın çevresinde teorisini yayar. Diğer insanları kendi teorisine inandırarak iyilik yapıp, sevap işlemiş olur.

Fakat dinlerde olduğu gibi komplo teorisine inananlarında düşmanları vardır. Bilim, devletler, teorilerine inanmayan diğer kişiler onlara düşmandır. Düşmanlara karşı birlik olunmalı, savaşılmalı daha çok inanan toplanmalıdır.

Bu tür benzerlikler komplo teorilerinin dinler yâda siyaset tarafından kendi amaçları doğrultusunda pek çok şekilde kullanılmasına ve komplo teorileriyle dinlerin iç içe geçmesine neden olmaktadır. Örneğin düz dünya teorisinin oldukça popülerleşmesindeki önemli nedenlerden birisi Yahudilik Hristiyanlık ve Müslümanlıkta dünyanın düz olduğuna inanılmasıdır.

 Psikolojik yansıtma bir kişinin kendi kötü özellik ve düşüncelerini başka bir kişi yada guruba yansıtmasıdır. Dinler komplo teorilerini kullanarak diğer gruplara kendilerinde olan şiddet ayrımcılık insanları köleleştirme gibi kötü özellikleri kolayca yansıtabilirler. Komplo teorisindeki düşman aslında o kişinin özelliklerini barındırır. Ya da kendi başarısızlıklarının kötü özelliklerinin sebebi komplodaki düşmandır. Sürekli dış güçlerin, gizli örgütlerin ya da başka bir dinin kendine komplo kurduğunu ve saldırdığını iddia eden Müslümanlar kendi eksikliklerini kolayca gizleyebilmektedir.  Müslümanlar bilimde, sanatta, ekonomide geri kalmışlığı, kötü yöneticileri,  fakirliği, eşitsizliği torpil ve rüşvet gibi sorunlarını sorgulamak yerine komplo teorileriyle oyalanmaktadır.  Hâlbuki diğer ülkelerin bilimsel araştırmalara, sanata ve kültüre harcadığı kaynaklar incelense neden Müslümanların en fakir en geri kalmış ülkeler oldukları kolayca görülebilir.

Komplo teorilerinin dinler tarafında başka bir kullanım amacı da düşmanlar ve korkutmadır.  Dinlerin en büyük kaynağı korkudur. Dinler cehennem ve cezalar gibi hikâyelerle inananları bir arada tutmaya çalışsa da, günümüzde bu yöntemler işe yaramamakta her yıl ateist ve deist sayısı artmaktadır. Bu tür hikayeler yerine komplo teorilerinde geçen gizli güçler yada diğer dinlerden düşmanlar insanları korkutmak için daha etkilidir. Korkan insanlar kendi dinine düşman grup karşısında birleşme eğilimi gösterip dinine daha sıkı sarılmaktadır.

Daha pek çok sebep komplo teorileriyle dinlerin kardeşliğini pekiştirmektedir.
Sonuç olarak Komplo teorileri hem toplum hem de kişiler için oldukça tehlikeli olmaktadır. Komplo teorileri psikoloji, psikiyatri, sosyal psikoloji, siyaset bilimi, sosyoloji gibi disiplinler tarafından incelenmektedir. Son yapılan bazı psikolojik araştırmalar şizofren ve paranoyak kişilerle komplo teorilerine inananların aynı belirtileri gösterdiğini saptamıştır. Toplumsal etkileri ise daha yıkıcıdır. Bu nedenle kendimizi komplo teorilerinden korumak için hayatın her alanında bilimsel ve analitik düşünceyi esas almak zorundayız.

SİZDEN GELENLER | Yazan: Efe Balcı

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)

NASIL ATEİST OLDUM?

Yazan: Karanehir35


NASIL ATEİST OLDUM?

Herkese merhaba. Neredeyse hepimiz İslam kültürünün içinde doğmuş insanlarız. Her insanın bir sorgulama ve şüphe etme dönemi vardır ancak bu yolla gerçeğe ulaşabiliriz. Ben de gerçeğe nasıl ulaştığımı anlatmak istedim, belki benim durumumda olanlar için de bir fikir ve bir ilham olur kaynağı olur.

 Benim annem beş vakit namaz kılan, çok katı bir dindardır. 9-10 yaşlarından beri her okul bitiminde beni Kur'an kursuna yollardı. Orada cüz, namaz ve sureler öğretilirdi. Hocanın elinde kalın ve uzun tahta bir cetvel olurdu. Yaramazlık yapana ya da sureyi ezberlemeyene şak diye indirirdi. Ben de 9-10 yaşlarında bir çocuktum. Bir gün hoca yanımda duran arkadaş yaramazlık yaptı diye o ağır tahta cetvelle ona bir tane indirecekken arkadaş elini hızla çekti ve cetvel benim omzuma indi. Anında arkaya devrildim. Devrilmem ile beraber camiden kaçtım. Anneme ben camiye gitmeyeceğim, hocadan korkuyorum, böyle din mi öğretilir dedim ve o sene camiye gitmedim.

Ertesi sene annem yine beni zorla Kur'an kursuna gönderdi. Bu defa önceki hoca yoktu, daha sevecen biri vardı. 3 ay kursa devam ettim, cüzü bitirdim, namaz kılmayı öğrendim. Sonraki sene yine sil baştan bir daha Kur'an kursuna yolladı beni annem. Cami avlusunda beklerken kursa gelmiş olan bir kız çocuğu, hocaya "Allah var mıdır, nasıl görebilirim, neden kendini göstermiyor" diye birkaç sordu. Hoca da rüzgarı da göremeyiz ama rüzgar vardır, onu hissederiz dedi. Çocuk "rüzgarın fırtına, hortum şeklinde işaretleri var ama Allah'ın hiç işareti yok" dedi. Hoca da ona kızdı. Bu diyalog o gün kafama takıldı ve içimde yer etti. Bendeki ilk şüphe orada, bu konuşmayla oluştu diyebilirim. O sene de kursu bitirdim. Sonraki seneler annem ne yaptıysa bir daha Kur'an kursuna gitmedim. Kendimi dine, namaza tam veremedim. İçimde Allah'a dair bir şey hissetmedim. Zaten kurstan sonra namaz kılmayı da bırakmıştım. Teyzemin 14-15 yaşındaki kızları bazen bize uğrar, "neden Kur'an okumuyor, namaz kılmıyorsun" diye bana kızarlardı.

Annemin bütün zorlamalarına rağmen hiçbir Ramazan'da oruçta tutmadım, kardeşlerim ise oruç tutuyorlardı. Annem kendi anne babasından ve televizyondan ne duymuşsa üstüne bir şey eklememişti. Ne Kur'an'ın mealini okuduğu ne de din üstüne başka kitapları okuduğu vardı. Türbe ziyaretlerine ve türbelerin bahçesinden şifalıdır diye taş toplayıp eve getirmeye, onları kendine sürtmeye pek meraklıydı.

Lise 2'ye gidene kadar, yani 16-17 yaşıma kadar ne dine çok yakın ne de çok uzaktım, fakat kesinlikle bir dinsiz değildim. Henüz sorgulama dönemim başlamamıştı. Lise 2'de felsefeye merak saldım, özellikle Nietzsche'nin kitaplarını okudum. Nietzsche bu kitaplarda Tanrı'yı insanın/insanın zihninin yarattığından bahsediyor, Tanrı öldü diyerek Tanrı'nın ölümünü ilan ediyor, kutsal kitaplarda yazılanların bir masal olduğundan söz ediyordu. Özellikle Hristiyanlığa çok keskin eleştiriler getiriyordu.

Ona göre bu tanrı, insanları yeryüzüne acı çekmesi için yollamıştır. Emredicidir. Birçok buyruk ve yasağı vardır ve hayatı katlanabilir kılar. Nietzsche buna karşı çıkar. Çünkü ona göre, gerçekleşmeyecek vaatler veren dinler insanı sadece çileciliğe iterler. Bu da insanın özgür doğasına aykırıdır.
Nietzsche’ye göre Hristiyanlık bilim düşmanıdır. Deccal adlı kitabında şöyle der:

“Hristiyanlık gibi gerçeklikle ilişkisi olmayan, gerçeklik gelir gelmez uzaklaşmak zorunda olan bir din, doğal olarak dünya hikmetinin, yani bilimin düşmanı olacaktır”

Nietzsche Yahudiliğin de Hristiyanlık gibi insanın önüne engeller koyan bir din olduğunu düşünüyordu. O'nun bu düşünceleri üstünde epey düşünmüştüm ve bana mantıklı gelmişti. Sonra varoluşçuluk kuramının kurucusu Fransız Filozof Jean Paul Sartre'ı (okunuş: Jön Poül Saght*) okumaya başladım.

Sartre’nin ahlak anlayışı iki temele dayanmaktaydı:  Birincisi Tanrı’nın yok sayılmasının gerekliliği, ikincisi ise insanın özgürlüğe mahkum oluşudur. Tanrı’nın olmaması ile insanın özgür olması arasında sıkı bir ilişki vardır. Tanrı’nın varlığı kabul edildiği taktirde insan özgürlüğünü kaybedecektir. Çünkü Tanrı, insan üzerinde bir belirlenmişliğe neden olmaktadır. Böylesi aşkın bir varlığın kabulü de insanı sınırlandıracaktır. Böylece insan ne özünü kendisi belirleyecek, ne de özgürce hareket edecektir. Sonunda da hayatının her anında kendisi için belirlenen bir kaderi yaşamaya mahkum olacaktır. Tanrı olmadığında ise durum tersine dönecektir. Bu durumda insan dünyaya geldiği andan itibaren belirlenmemiş bir öze sahip olmasından dolayı özgürce hareket ederek özünü belirleyecek, özüyle birlikte değerlerini oluşturacaktır.

Ben de kendi özümü oluşturabilmek için öncelikle kafamdaki tanrı imgesinden kurtulmam gerektiğini anladım. Çünkü ben varsam tanrı yoktu, tanrı varsa da ben yoktum. Niezsche'nin günlük hayatta Tanrı'yı hiç düşünmemek hakkında, var olmayan bir varlık üstüne düşünmeye değmeyeceği yönündeki sözlerini de kendine ilke edindim ve Tanrı'yı yok sayıp onun üstüne hiç düşünmemeye başladım. Bu sorgulamalardan yaklaşık bir kaç ay sonra tam anlamıyla ateist oldum.

 Felsefi araştırmalardan sonra bir de Kur'an'ın mealini okuyayım dedim. Şiirle ve edebiyatla aram iyi olduğundan ve şiir de yazdığımdan, Kur'an'ın kafiyeli yapısı dikkatimi çeken ilk öge oldu. Kur'an mealini okudukça çok şaşırdım, o zamana kadar Kur'an acaba neler anlatıyor diye merak edip açıp okumamıştım. Bize hep Arapçası öğretilmişti. Ne büyük bir hata işlediğimi ve gaflette bulunduğumu o zaman anladım. Felsefeden yola çıkıp aklımı çalıştırmasaydım belki de Kur'an'ı araştırıp gerçeklere hiç ulaşamayacaktım.

Kur'an'da çok fazla tekrar gördüm, ayet sonlarında nakarat gibi devamlı "Allah ilim ve hikmet sahibidir" gibi tekrarlanan ayet sayısı bir hayli çoktu. Konu bütünlüğü yoktu, sürrealist metinler gibi bilinç akışı yöntemi ile rastgele yazılmış gibiydi. Üstelik bu Allah çok fazla ve durmaksızın yemin ediyordu. Bazen incirin, bazen zeytinin üstüne edilen yeminler oldukça çoktu. Aynı konular çeşitli ayetlerde devamlı işleniyor, tekrarlanıyordu. Özellikle Musa'nın adı her yerde ve çokça geçiyordu.  Ve okurken karşımda çok öfkeli ve hiddetli bir Allah buldum. Halbuki camide "Allah insanları sever" deniyordu. Buradaki Allah tam tersiydi. Sürekli insanları tehdit ediyor, cehennemden bahsediyor, insanlara maymun ve köpek diye hakaret ediyordu. Kendi kendime dedim ki "bir Tanrı bu kadar öfkeli olamaz." Her şey o kadar açık ve seçik yazılmış ki ayetlerde, inanın bu yüzden tefsirlere bakma gereği bile duymadım. Çoğu ayetin bir açıklamaya ihtiyacı bile yoktu. İslam alimlerinin hepsi ayetlere takla attıran cinsten olduğu için tefsirleri okuma gereği duymadım.

Dinin direği denilen namazın Kur'an'da nasıl kılınacağı bile anlatılmazken, Muhammet'in hanımlarına, cihada, ganimete ve Nuh tufanı-Musa-Yusuf gibi efsanelere-kıssalara bu kadar çok yer ayrılması Allah kelamı denilen bir kitaba yakışmayacak türdendi. Bu kitap her haliyle belli ki bir insan sözüydü. Bazı ayetler ise diğer ayetlerin hükmünü geçersiz kılıyordu.
Basit bir ceza hukukunda bile birbirini geçersiz kılan maddeler ve çelişkiler yoktur. Allah kelamı olduğu söylenen bir kitapta böyle çelişkilerin olması hayatın olağan akışına terstir.

Kısaca Kur'an'da say say bitmeyecek bir yığın çelişki ve hata var. Kur'an'da aynı ayetlerin devamlı tekrar edilmesi, hiçbir surede konu ve anlam bütünlüğünün olmaması, bir surede anlatılıp kesilen bir olayın başka bir surede tekrar anlatılması, daha başka bir surede o anlatılan olayın devam etmesi bana aynı zamanda Muhammet'in ne kadar unutkan ve dikkatsiz biri olduğunu düşündürdü. Böyle bir kitap yazıp bir editöre gönderin, editör işin içinden çıkamayacak, her yeri düzeltilmeye muhtaç bu kitabı olduğu gibi size geri yollayacaktır. Benim gözümde İslam, Muhammet'in günlük siyaseti ve işleri sonucu oluşmuş bir kurallar bütünüdür. Kesinlikle bir Tanrı buyruğu kitap değildir. Bir tane bile orjinal hikaye barındırmaz. Ne bileyim insanda biraz hayal gücü olur. En azından Tevrat'tan ayrıştırmak için içine farklı hikayeler koyar insan. Tevrat'ta, İncil'de hangi hikaye geçiyorsa Muhammet onları özet olarak aynen Kur'an'a eklemişti.

Bununla da yetinilmemiş, İmrul Kays gibi büyük Arap şairlerinin şiirleri ayet olarak Kur'an'a alınmış, Zerdüştlük'ten cennet-cehennem ve sırat köprüsü motifleri alınmış. Kısaca Kur'an kolaj bir kitaptır. Özellikle bizim insanlarımız bir kere Kur'an'ın mealini açıp okusalar gerçeği görecekler fakat ülkedeki sistem Kur'an'ı Türkçe olarak okumamak, anlamamak ve okutmamak üzerine kurulu. Kur'an Arapça okunup geçiliyor. Anlamını soran var mı? Yok.

Daha sonra İslam tarihi üzerine derin okumalara giriştiğimde, bize okullarda öğretilen İslam'ın gerçek İslam tarihiyle alakası olmadığını öğrendim. Öncelikle bize yüce kişilikler olarak gözyaşları içinde Ebu Bekir'den tutun da Ömer'e Osman'a Ali'ye kadar anlatılan o kahramanlık ve yoksulluk hikayelerinin hepsi yalanmış. Bizzat Muhammet bile eceliyle ölmemiş, Ebu Bekir ve Ömer tarafından zehirlenerek öldürülmüş. Muhammed peygamber olduğu için toprak altında bile bozulmayacağı söylenen cesedi 3 gün boyunca Arabistan sıcağında bekletilerek çürümüş. Alelacele, gece Ali tarafından defni yapılmış. Çünkü Ebu Bekir ve Ömer o ara halifelikle ilgileniyorlar. Birbirini seven şu insanlara bakın. Mevki makam derdindeler. Muhammet umurlarında mı?
İslam'ın kurucu kadrosu Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali bile öldürülmüş. Hiçbiri eceliyle ölmemiş. Üstelik Muhammet'in ölümünden sonra zorla Müslüman olanların büyük kısmı kitleler halinde İslam'ı terk ediyorlar. Buna fırsat vermemek için Ebu Bekir gönderdiği ordularla büyük katliamlara imza atıyor. Yani İslam'ın temeli kan, kolonları kan, binası, her şeyi kan. İslam tarihinde beyaz bir sayfa göremezsiniz. Bütün dinler tehlikelidir. Fakat İslam kadar tehlikeli bir din daha yoktur. İslam insanları cahil bırakmak için özel olarak oluşturulmuş, tümüyle bilim ve insanlık dışı bir din. Hiçbir uygulaması İnsan haklarına uygun değil. Öyle ki köleliği bile kaldırmamış ve köleliği kaldırmaya gücü yetmeyen Allah, kitabında köleliğin şartlarını iyileştirmekle övünmüştür. Nereden tutsan elinde kalıyor.

Özellikle beni İslam'ın gerçek yüzünü görme konusunda aydınlattıkları için Turan Dursun, İlhan Arsel, Muazzez İlmiye Çığ ve Arif Tekin'e teşekkürü bir borç bilirim. Herkesin gerçekleri söylemekten tereddüt ettiği bir ülkede büyük bir cesaretle ortaya çıktılar. Ve İslam yine o kanlı yüzüyle, eleştiriye tahammül edemeyen o azı dişleriyle Turan Dursun'u katledip aldı aramızdan. Oysa ki Turan Dursun sadece gerçekleri yazmıştı. Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali gibi kimseyi katletmemişti. Muhammet gibi 9-10 yaşlarındaki kız çocuklarıyla evlenmemiş, evlatlığının hanımını kendine eş yapmamış, insanları din diyerek kandırmamış, kimseleri sömürmemişti. Sadece gerçekleri söylemişti. Buna bile tahammül edemediler.

Müslümanlar sakın ola inancımıza saygı gösterin demesinler. Müslümanlar gücü ele geçirince diğer inanç sahiplerine neler yaptığını çok iyi biliyoruz. "İnancıma saygı göster" sözü aslında bir kılıftır, "dinim hakkında konuşma, gerçekleri gün yüzüne çıkarma" kılıfıdır bu.

NEDEN DİNİ EĞİTİM AHLAKLI İNSAN YETİŞTİREMEZ?



NEDEN DİNİ EĞİTİM AHLAKLI İNSAN YETİŞTİREMEZ?

Kafamda dönüp duran deli soruydu. En küçük hatada senelerce cehennemde yanacağına inanan insanlar nasıl bu kadar kolay günah işleyebiliyor.

Geçen pikniğe gittiğimiz yerde her yeri çöp içerisinde görünce, istemsiz olarak olaya başka bir açıdan bakı vermişim. “Buraya çöp atmak yasaktır” yazısına rağmen, orayı çöplüğe çeviren insanlarla namaz kılmak farzdır deyip namaz kılmayan insanlar acaba aynı insanlar mı? Japonya, Hollanda gibi inançsız memleketlerde her yer tertemizken neden bizim gibi inançlı memleketler pislik içerisinde? Neden Müslümanlar toplum yararına olan kurallara uyma konusunda bu kadar başarısız?
Çocukluğum, Avrupa ve Arap ülkelerinde işçi olarak çalışmaya giden gurbetçi insanların arasında geçti. Çevrem gittikleri yerde yaşadığı hikayeleri anlatan insanlarla doluydu. Bir Almancı teyze anlatmıştı. Almanca bilmiyor ama alışveriş yapması lazım. Demişti ki; 100 mark alırdım yanıma, almak istediğim şeyleri alırdım. Almana 100 markı verirdim. Bana üstünü verirdi, Almanlar bizi hiç kandırmadı hep paramızın üstünü tam verirdi. Almanların dini mini yoktu ama çok dürüst insanlardır, dürüstlükleri bizim dinimizdeki gibi demişti.

Sonra Arabistan'a giden bir amca anlatıyor hikayesini. Bir kavgadan ötürü haklı olmasına rağmen mahkemeye düşmüş. İstediğin kadar haklı ol, her zaman Arap haklıymış. Hapishaneye atmışlar bunu, makarnayı el arabası ile dökmüşler önüne de, bu eliyle yerden yemiş makarnayı. Yine hacca giden teyzem anlatmıştı, Tekerlekli sandalye ile para karşılığı tavaf ettiren adam, eksik tur attırmış, bırakmış gitmiş, teyzem tekerlekli sandalyenin üstünde kala kalmış.  Demişti ki Şeytanın büyüğü oradaymış, meğer ondan taşlamaya oraya gidiliyormuş.

İnsan ister istemez soruyor. Neden dinin az olduğu yerler bu kadar ahlaklı iken, en küçük hatada yıllarca cezalandırılıp yanacağına inanan, inançlı insanların olduğu yerler bu kadar ahlaksız?
Bu soruyu sorunca inançlı insanlar hemen müdahale ediyor. Müslümanlara istediğin eleştiriyi yapabilirsin ama İslam kötülüklerden münezzehtir, İslamı eleştiremezsin diyorlar. Ama ben bunu yapmak istemiyorum, çünkü bu zaten İslamın yapılmasını istediği şeydir. İslam insanların eksik, hata yapan ve Allah'a borçlu mahlukat olarak görür. Mesela, imamlar, cemaate, istiğfar duası ettirerek ne kadar hatalı, eksik ve günahkar olduklarını tekrar tekrar hatırlatırlar, ama ben bu oyuna gelmek istemiyorum. Hayır, sorun Müslümanlarda değil, sorun inandıkları dinden kaynaklanıyor.

Anadolu'nun eski evlerinin çoğu kerpiçten yani topraktan yapılmıştır. Toprak evler pek ıslanmayı sevmez, içlerinde banyo yoktur. Olasılıkları kafanızda değerlendirin, böyle bir yerde İslami kurallara göre kim boy abdesti alabilir? Çocukken yaşlı bir teyze anlatmıştı. Evde banyo olmayınca yıkanmak için dama gidermiş yani hayvanların olduğu bölüme. Soyununca eşek buna bakmaya başlamış. Eşeğin bakışlarından rahatsız olan kadın eşeğin gözlerini yazma ile bağlamış ta boy abdesti almış. Yani her boy abdesti almak gerektiğinde köyün çeşmesinden kaplarla su getireceksin, Konya’nın ayazında akan su ile abdest alamazsınız. Onu ısıtacaksın sonra dam içine gideceksin ve yarı karanlıkta bedeninizde iğne ucu kadar kuru yer kalmayana dek yıkanacaksın. Sizce dedelerimiz ninelerimiz her seferinde bu zahmete girip boy abdesti almışlar mıdır? Kandırmayın kendinizi böyle bir şey olmadı, bir kere çektilerse bu zahmeti, diğer seferde yapmadılar ve dinin istediği gibi hatalı olup, cenabet dolaştılar. İslamın koyduğu kuralların bir çoğu böyle, günahkar olmaktan kaçamayacağınız kurallardır. Zaten diğerleri de insanlığın bir arada yaşamak için koyduğu evrensel kurallardır, dine özgü değildir.

Cehennemi-cenneti olan dinlerde insanların günahkar olması önemli. Bu nedenle az önceki örnekte açıklamaya çalıştığım gibi yaparken zorlanacağı, yapamayacağı şeyleri inananlara ödev olarak yüklemeniz gerekir. Müminleri Allah'a karşı eksik, hatalı ve borçlu olduğuna inandırmanız lazım ki dinin temsilcileri inanlardan bir şeyler koparabilsin. Mesela Hristiyanlıkta günah çıkarma var, veriyorsun parayı günahlarından kurtulabiliyorsun ama İslam üst versiyon olduğundan biraz daha karmaşık yollardan ister alacağını. Örneğin; derki benim ideolojim yolunda ölürsen şehit olacaksın ve tüm günahların affolacak. Özetle kaçışın yoktur, ne yaparsan yap günahkar olmak zorundasındır. En halis Müslüman bile günahkardır. “Ben cana kıymadım, hırsızlık yapmadım, kimsenin ırzına geçmedim. Kendi halimde yaşıyorum. Ben iyiyimdir, beni niye yaksınlar” derseniz, bu olmaz. Böyle bir inancı olan insandan bir şey kopartamazsınız.

Çocukluğumun ve gençliğimin bir döneminde dini eğitim veren yerlerde kaldım. Düşünün gençsiniz hayat gürül gürül akıyor. Ama başınızdaki hoca sabah akşam beş vakitte size dinin kurallarından, uymazsanız ne kadar yanacağınızdan bahsediyor. Kendinizi yaman bir çelişkinin içinde bulursunuz bir tarafta dinin kuralları var, diğer tarafta tavana vurmuş insani dürtüleriniz. İnsani dürtüleriniz çoğu zaman baskın gelir ve hocanın anlattıklarını, kitaplarında yazanları bir şekilde görmezden gelmeyi ve kendinizi bu çelişkiyle yaşamayı öğretirsiniz. Böyle büyüdüğünüz için inandığınız kurallar ile yaptıklarınız arasındaki çelişki artık sizi rahatsız etmez. Bu açıdan bakınca imamın dediğini yap ama yaptığını yapma ata sözündeki derin anlamı daha iyi anlıyorsunuz. Camide Suriyeli kadın ile basılan imam, ya da yan soyunma kabinindeki kadının resmini çekmeye çalışan müftü sizi şaşırtmasın. "Yahu bu insanlar bu yaptıklarının karşılığında yıllarca cehennemde yanacaklarına inanmıyorlar mı? Nasıl bunu yapıyorlar" sorusunun cevabını bulmaya çalışarak kendinizi yormayın. O müftü aslında, hocası göz zinasını anlattıktan sonra, gece yatağında porno izleyen imam hatip öğrencisinin büyümüş halidir. Yanlış anlaşılmasın imam hatip öğrencilerine karşı bir tavrım, eleştirim yok, İmam hatip genci izliyor da dinsizin çocuğu izlemiyor mu, onlarda izliyordur ama onları bundan ötürü bilmem kaç bin yıl yanacağına inandırmaya çalışan birileri yok.

Bu çelişki toplumumuza öyle işlemiştir ki, gerekli gereksiz kurallar koymayı ve o kuralları bizzat çiğnemeyi adeta karakter haline getirmişiz. Ünlü Ortadoğu tarihçisi Bernard Lewis’in "doğu toplumları kurallara uymayı sevmez" diye bir lafı vardı. Gerisini getirmemiş rahmetli. Evet doğru, doğu toplumları kurallara pek uymaz çünkü bizzat inandıkları din insanları bu hale dönüştürüyor.
Biraz uzun oldu biliyorum, son bir örnekle bitiriyorum.

Düşünün ki; son model sağlam bir arabanız var ve düz bir yolda ilerliyorsunuz, yol geniş ve bomboş. Sonra bir tabela görüyorsunuz, hız sınırı 50. Anlam veremiyorsunuz. Hız sınırı 50 ama böyle yolda ayağınız ister istemez gaz pedalına gidiveriyor. Az ilerleyince polis durduruyor, hız sınırını aştınız, ceza yazacağız diyor. Böyle bir durumla karşılaşırsanız kendinizi suçlu hissetmeyin, trafik polisinin amacı trafik güvenliği, insanların sağlığı falan değildir. Sebebi devletin paraya ihtiyacı olmasıdır..

SİZDEN GELENLER | Yazan: K. Sarı

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)

DİNLERDEKİ DEVLER

Yazan: Kirpi


DİNLERDEKİ DEVLER


UYARI: Yazılarımızda yaptığımız eleştirilere doğru düzgün cevap vermek yerine herkes bizi kendine düşman bellediği guruplarla eşleştirmeye çalışıyor. Ermeni, Alevi, Mason, Siyonist gibi türlü iftiralar atılıyor. Şunu tekrar belirteyim, biz çoğunluğu Müslüman olan bir toplumu aydınlatmaya ve uyandırmaya çalışıyoruz. Bu nedenle sıklıkla İslam'ı eleştirmemiz doğal bir şeydir. Eğer Avrupa'da ve yahut Amerika'da yaşasaydık doğal olarak Hristiyanlığı daha fazla eleştirirdik. Ben kendi adıma söylüyorum, Dinsizim; hiç bir dine inanmıyorum. Benim için insanlar arasında din, dil, ırk gibi bir ayrım yok. Ben insanlara insan oldukları için kıymet veriyorum.

Her dinde mutlaka boyutlarıyla başkalarından aşırı güçlü ve öfkeli yaratıklar hakkında bilgiler verilir ve neredeyse tüm dinlerde bu insan üstü güçlere sahip yaratıkları o dinin Tanrısı tarafından yapılan bir yardımla öldüren kahramanlar mevcuttur.

DEV KELİMESİNİN KÖKENİ

Dev kelimesine ilk rastladığımız yer Sanskritçe'dir (Eski Hintçe). Bu dilde dev kelimesinin anlamı “Tanrı” olarak belirtilmiştir. Örneğin erkek tanrılara DEVA TANRILAR kadın tanrılaraysa DEVİ TANRIÇALAR denmiştir. [1][13] Bu kelime sonraları fars diline geçmiş ve oradan da günümüzdeki manasını kazanmıştır.
Neredeyse tüm toplumlarda devlerle ilgili mitolojik hikayeler mevcuttur. Örneğin Bulgar mitolosinde İspolin ismiyle bilinen devlerin daha insanlar var olmadan dünyada yaşamakta olduklarına dair inanış görülür. Onların dağlarda yaşadığına etle beslendiklerine ve yiyeceklerini savaştıkları ejderhaları yemekle temin ettiklerine inanılıyordu.
Semavi dinlerde de devlere atıflar yapılmış ve onlar hakkında bazı rivayetler aktarılmıştır. Örneğin Yahudi, Hristiyan ve İslam kaynaklarının ortak bir dev kıssasını sizlerle paylaşmak isterim.

Câlût (Golyat)

İslamdaki ismiyle Calut İncilde'ki ismiyle Golyat'ın M.Ö 11 yüzyılda [2] yaşadığı düşünülür. Tanah (Hristiyanlarda ismi Eski Ahit) ve Kur'an'da bahsi geçen bu devin Davut'la düeolloya çıktığı ve kaybettiği aktarılır. Tanah ve Eski Ahit'e göre Golyat'ın yaşadığı bölge Antik Filistin şehri Gat'tan'dır [2] Antik Filistinliler İslam'daki adı Talut olan İsrail kralı Saul ile savaş halindedir ve Golyat her gün İsrail ordusuna meydan okur, savaşmaya çağırır. Fakat İsrail ordusu içinde onunla savaşmaya cesaret eden birisi yoktur.[3]

En sonunda İsrail ordusunda bulunan Davud Golyat'tan fiziksel olarak çok zayıf olmasına rağmen savaşmayı kabul eder.  Golyat Davud'dan fiziksel olarak bir kaç kat büyüktür. Eldeki en eski kaynaklardan olan Ölü Deniz Tomarları'na, 1. yüzyıl tarihçilerinden Josephus'a ve 4. yüzyıl Septuaginta'sına göre 4 dirsek ve 1 karıştır. Bu da günümüz ölçü birimleriyle yaklaşık olarak 2 metreye denk gelir. Fakat daha sonraki kaynaklarda Golyat'ın boyu 6 dirsek 1 karış olarak belirtilir ve bu da yaklaşık olarak 3 metreden fazla yapar.

Bu boyutlarına rağmen Davud Golyat'ı sapanıyla tek atışta öldürür. Liderlerinin ölümünden sonra Filistinlilerin ordusu dağılır ve kaçmaya başlarlar. Devin kolları kesilerek tapınağa götürülür. Bundan sonra Davud'un halk arasındaki namı hızla yayılır ve adına şiirler, maniler yazılır. Bundan endişelenen kral Saul Davud'u öldürme kararı alır ve (1.Samuel kitabı 18. bölüm) Davud kraldan kaçarken Golyat'ın kılıcını kendi yanında götürür. (1. Samuel 21: 1-9). [4][2]

Kur'an'da da Davud'un devle mücadelesi aşağı yukarı aynı şekilde geçer ve bahsi geçen konu Kur'an'ın Bakara suresinde şu şekilde aktarılır:

Bakara 249: Talut, ordu ile hareket edince dedi ki: "Allah sizi mutlaka bir nehirle imtihan edecek. Kim ondan içerse, benden değildir. Kim de onu tatmazsa, işte o bendendir. Ancak eliyle bir avuç alan başka (bu kadarına ruhsat vardır)." Derken içlerinden pek azı hariç, hepsi de varır varmaz ondan içtiler. Talut ve beraberindeki iman eden kimseler nehri geçtiklerinde. "Bizim bugün, Calut ile ordusuna karşı duracak gücümüz yok." dediler. Allah'a kavuşacaklarına inanıp, bilenler ise şu cevabı verdiler: "Nice az topluluklar, Allah'ın izniyle nice çok topluluklara galip gelmişlerdir. Allah, sabırlılarla beraberdir."
Bakara 250: Calut ve ordusuna karşı savaş meydanına çıktıkları zaman da şöyle dediler: "Ey Rabbimiz! Üzerlerimize sabır dök, ayaklarımızı sabit tut ve kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et!"
Bakara 251: Derken, Allah'ın izniyle onları tamamen bozdular. Davud, Calut'u öldürdü ve Allah, kendisine hükümdarlık ve hikmet (peygamberlik) verdi ve ona dilediği şeylerden de öğretti. Eğer Allah'ın, insanları birbirleriyle savması olmasaydı, yeryüzü mutlaka bozulur giderdi. Fakat Allah, bütün âlemlere karşı büyük bir lütuf sahibidir.

Bunun dışında Arapların devlerle savaşan kendi kahramanları da mevcuttur. Onun ismi Ali ibn Ebu Talib'dir. Hendek savaşında Amr bin Abdüved ile savaş yapan Ali masalını da bu kabilden saymak mümkündür. Zira anlatılanlara göre Amr 2 metreden fazla boya sahip iri cüsseli biriydi. Ali'yle Amr'ın savaşı hadislerde şu şekilde aktarılır:

İlk saldırı Amr'dan geldi. Vurduğu kılıç darbesi Ali'nin kalkanını parçalayarak başından yaralanmasına neden oldu. Sıra kendisine geldiğinde Ali indirdiği darbe ile Amr'ı cansız yere yuvarladı. Müslümanlar sevinçle tekbir getirirken müşrikler büyük bir hayal kırıklığına uğradılar.
Hz. Ali, Amr'ın işini bitirince Dirar ile Hübeyre Ali'nin üzerine yürüdüler. Dirar Hz. Ali'nin yüzüne bakar bakmaz dönüp kaçmaya başladı. Sonradan Dirar, bu kaçış hakkında "Ölüm meleği surete bürünmüş bana görünmüştü." dedi. Çarpışmaya yeltenen Hübeyre de Ali'nin bir kılıç vuruşu ile zırhı delinince kurtuluşu kaçmakta buldu. [5][6][7][8][9][10][11]

Elmalılı Hamdi Yazır bu konuya dair şunları anlatır:

...Hz. Ali ona: "Ey Amr! Senin bir adetin vardır. Kureyş’ten birisi sana iki teklifte bulunsa mutlaka birisini tutarsın, değil mi?" dedi.
Amr, "Evet" dedi.
Hz. Ali: "O halde ben seni Allah'a ve İslam'a davet ediyorum."
Amr: "O'na ihtiyacım yok."
Hz. Ali: "Öyleyse seni binitlerimizden inip dövüşmeye davet ediyorum."
Amr: "Vallahi ben seni öldürmek istemem." diye alay etti.
Hz. Ali: "Fakat ben seni öldürmeyi arzu ediyorum." dedi.

Bunun üzerine Amr kızıp atından indi, bir kılıç darbesiyle atının ayağını kesti, Hz. Ali'ye saldırdı. Amr'ın darbesi Hz. Ali'nin kalkanını parçalayıp alnını kanatmıştı. Hz. Ali karşı darbe ile Amr'ı omuzundan biçmiş, Allahu ekber diye bağırmıştı, derhal etraftan yükselen tekbir sesleri ortalığı çınlattı, Amr ile birlikte bir iki kişi daha vurulmuştu; birini Hz. Ali öldürmüş, birine de bir ok isabet etmişti. [12]

Benim şahsi düşüncem Araplar Hristiyanlık ve Musevilikte olan devlerle savaş kıssalarını Kur'an'a kopyalamakla kalmamış aynı zamanda kendi devlerle savaşan kahramanlarına dair efsaneler üreterek onları Ali bin Ebu Talib'e atfetmişlerdir. Hristiyan ve Musevilerin kutsal metinler diye kabul ettiği kitaplarda aktarılan Golyat isimli dev ne kadar mistik ve mitolojik ise Kur'an'ın Çâlût isimli devi ve Ali'nin savaştığı Amr bin Abdüved'de o kadar mistik ve mitolojiktir.
Bunlar kendilerine ait kahramanlar yaratmak ve toplumlarını yüceltmek için uydurulmuş masallardan başka bir şey değildirler.

PUTPERESTLİKTEN KURTULUŞ



PUTPERESTLİKTEN KURTULUŞ

İsmim Gökhan, Adana'da yaşıyorum. Bir haftadır araştırıyorum. Önceleri Kur'an'ın Türkçe meallerine baktığımda bir şey anlamazdım ama yinede Allah boş bir şey göndermemiştir diye detayına girip okumazdım. Arapça daha mantıklı gelirdi, daha doğrusu sesi hoş geliyordu ve bir şey anlamadığım için büyüleniyor gibi hissederdim, Allah konuşuyordu sonuçta.

Ne söylediğini bilmiyordum ama Allah'ın kelamı olduğuna inandığımdan bizim için güzel öğütler veriyor sanırdım, hep öyle dediler ya "Allah'ın kelamı sorgulanmaz, araştırılmaz, günaha girersin"
Lan araştırılmaz sorgulanmaz diyorsunuz da bana ne diyordu bu Allah? Nasıl olmamı istiyordu , hiç bir şey bilmiyordum. Birazda anne tarafından tarikatçı tayfası vardı kördüm yani.

Seneler seneleri kovalıyor, hep bir bekleyiş, hep bir dua.. "Bir gün Allah bana da verecek maneviyatı, parayı, huzuru" diye bekleyip duruyordum ama değişen hiç bir b-k yoktu.
Zorda kaldığım zaman dualar, namazlar, feryat, figan ediyordum ve bir süre sonra biraz düzelir gibi olunca "aha Allah beni duydu" diyordum fakat fazla sürmüyor bir süre sonra durum yine aynı oluyordu. Bu sefer "ben ne yaptım" diyordum. Suçum ne, ne hata işledim? diyerek kendime hayıflanıyordum ama yine değişen bir şey olmuyordu. Seneler hep böyle bir ters bir düz devam ediyordu, son dokuz ay ailemden ayrı şehir dışında çalıştım. Gurbetteyim sonuçta, aile, çocuk kimse yok yapayalnız.
Yine Allah'a şükredeyim diye düşünüyordum. Niye "çünkü para kazanıyorum ya ondan" Hiç demiyorum ki lan mal zaten sefalet çekiyorsun üstüne aileden de uzak, huzursuz, yalnızsın, bu neyin şükrü?
O Allah bana verecek olsa şehrimde, ailemin yanında verir. "Vermediği için gurbetteyim" diye düşündüm ama yine de küfre girmedim, şükrettim.

Sezon bitti memlekete geldim üç hafta oldu, iş yok boşum. Geldiğimde biraz dua ettim, namaz kıldım falan fakat tık yok, belli ki duymuyordu ve neyse ki hanım çalışıyordu, sayesinde idare ediyorduk. Ben de çocuklarla ilgilenip okullarına gönderip, telefonla iş bakıp, bir sürede video izliyordum. Bir hafta önce sizin bir videonuzu izledim, önemsemedim. Altında bir video daha çıktı onu da izledim, biraz düşüncelere kapıldım ve ondan sonraki çekiç vurmak gibi oldu.

Sizin dinden çıkış videonuzu bir saat bıkmadan usanmadan dinledim hemde iki kez. Benim için sanki bir macera, aksiyon filmi gibiydi, o kadar keyif duyuyordum dinlerken. Sonra devamı geldi, Efe Aydal ve Evrim Ağacı gibi nicelerini izledikçe bir şeyler oturdu.
Belki bunlar yalan söylüyordur, meallerle oynuyordur yada öyle bir ayet yoktur diye düşünerek Kur'an'ın Türkçe mealini de okudum ama okudukça dinden, Kur'an'dan, Araplardan daha da nefret ettim. Bu kadın düşkünleri bizi resmen kandırmış, işlerine geldiği gibi kullanmıştı. İşlerine gelince kendilerini savunan bir ayet, işlerine gelince Müslümanlara savaş emri veren ayet.
O kadar saçma kelimelerdi ki anlaması güç, ama kurtulması zor.
Şuan bende inanç denen bir şey yok çünkü neye inanayım ki? Allah bana bir şey anlatmamış sadece Muhammed için ayetler göndermiş, ona inanana cennet vaadi, inanmayana cehennem tehditleri gibi boş cümleler..
İyi ki karşıma çıktın Din ve Mitoloji, beni uyandırdın, gözlerim açıldı çünkü artık güvendiğim bir din ve inandığım bir Allah yok. Ben bir canlıyım, her canlı gibi bende hayatta kalmalıyım, mücadele bu.
Bana Allah yerine vicdanım yeter. İyilik yapınca duyduğum mutluluk cennet, kötülük yaptığımda içimdeki oluşan sıkıntı ve huzursuzluk, vicdanımın yargılaması cehennemdir benim için ve bunlar bana yeter.
Teşekkürler Din ve Mitoloji!

SİZDEN GELENLER | Yazan: Gökhan

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)