HABERLER
Dini Haber
KTZ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
KTZ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

ZOR İTİRAF

Yazan: Kainatta Toz Zerresi


ZOR İTİRAF

Medeni kanunlar ve insan hakları, biz dinsizleri insan yurduna koyup dinli dinsiz fark etmeksizin bize aynı eşit hakları sunarken dinler ve dinlerin oluşturduğu toplum kuralları ve yine dini kuralların oluşturduğu geleneksel yapı, biz dinsizleri şeytan ya da benzeri mahlukatlar olarak tarif eder ve bu yüzdendir ki bir çoğumuz DIŞLANMA korkusu, SEVDİKLERİMİZİ KAYBETME korkusu, İŞİMİZİ KAYBETMEK korkusu, ÖLDÜRÜLMEK veya LİNÇ EDİLMEK veya  AYRIMCI MUAMELEYE maruz kalmak gibi endişelerimizden dolayı inançsızlığımızı söylemekte bir hayli zorlanırız. Hatta bir çoğumuz buna teşebbüs bile edemez. Hadi şimdi hayali olarak itiraf edelim. İtiraf edeceğimiz kişi ailemiz, arkadaşımız ya da bir komşumuz olabilir. Fakat itiraflar genellikle en yakınlardan başladığı için hayali olarak annemize itirafta bulunalım. Esasen bu duruma İTİRAF demek bile garip kalıyor ama ben başka bir kelime bulamadım.

İtirafçı: Anne, seninle önemli bir konuda konuşmak istiyorum ve hatta önemli bir itirafta bulunmak istiyorum fakat benden duyacağın şey hiç hoşuna gitmeyecek.
Anne: Eyvah! Cinayet mi işledin?
İtirafçı: Hayır.
Anne: Sigaraya mı başladın?
İtirafçı: Hayır.
Anne: Uyuşturucu falan mı?
İtirafçı: Hayır.
Anne: Yoksa satıyor musun?
İtirafçı: Hayır.
Anne: Birini mi dolandırdın?
İtirafçı: Hayır.
Anne: Birini hamile mi bıraktın?
İtirafçı: Hayır.
Anne: Askerlikten kaçacak mısın yoksa?
İtirafçı: Hayır.
Anne: Birine ağır küfür mü ettin?
İtirafçı: Hayır.
Anne: Akrabamızın kalbini mi kırdın?
İtirafçı: Hayır.
Anne: Düşman ajanı mısın?
İtirafçı: Hayır.
Anne: Mafyaya mı karıştın?
İtirafçı: Hayır.
Anne: Bilmediğimiz bir kan davasına felan mı karıştın?
İtirafçı: Hayır.
Anne: Birini mi dövdün?
İtirafçı: Hayır.
Anne: Bir suç işledin de hapse mi gireceksin?
İtirafçı: Hayır.
Anne: Bizi terk mi ediyorsun?
İtirafçı: Hayır.
Anne: Hırsızlık mı yaptın?
İtirafçı: Hayır.
Anne: Haram kazancın mı var?
İtirafçı: Hayır.
Anne: Ölümcül hastalığın mı var?
İtirafçı: Hayır.
Anne: Bir çeteye mi karıştın?
İtirafçı: Hayır.
Anne: Yasa dışı işler mi çeviriyorsun?
İtirafçı: Hayır.
Anne: Bir garibana zararın mı dokundu?
İtirafçı: Hayır.
Anne: Bir hayvana zarar mı verdin?
İtirafçı: Hayır.
Anne: Kadın mı pazarlıyorsun yoksa?
İtirafçı: Yok artık!
Anne: Silah kaçakçılığı mı yapıyorsun?
İtirafçı: Hayır.
Anne: Naylon fatura mı kesiyorsun?
İtirafçı: Hayır.
Anne: Markaların sahtelerini mi üretiyorsun?
İtirafçı: Hayır.
Anne: Adam kaçırıp fidye mi istedin?
İtirafçı: Yok anne yaaa!
Anne: Bürokratlarla yolsuzluğa mı karıştın?
İtirafçı: Hayır.
Anne: Belediyeye rüşvet verip usulsüz işler mi yaptın?
İtirafçı: Hayır.
Anne: Hayır işleri için toplanan paraların üzerine mi yattın?
İtirafçı: Hayır.
Anne: Nonoş mu oldun yoksa eşcinsel misin?
İtirafçı: Hayır.
Anne: Bir kadını taciz mi ettin?
İtirafçı: Hayır.
Anne: Karıkocayı mı ayırdın?
İtirafçı: Yok anne yok yaaa!
Anne: O değil, bu değil, ney ya oğlum?
İtirafçı: Ben artık Müslüman değilim anne, İslâm dinini bıraktım.
Anne: Tü  Allah belanı versin senin. Sütüm sana zehir zıkkım olsun.
İtirafçı: Niye öyle diyorsun anne? Kötü bir şeyler yapmadım, yapmayacağım da! Sadece iç dünyam değişti. Ben yine sizin çocuğunuzum, sizi seviyorum, insanları seviyorum. Bundan sonra benim için değişen çok fazla bir şey olmayacak. Sizi yine sevmeye ve vefalı bir evlat olmaya, ülkesini seven, insanlara saygı duyan bir yurttaş olmaya devam edeceğim…
Anne: Kaybol gözümün önünden kâfir, şeytan ayartmış seni!

İslâm dininde İMAN, Müslümanlar tarafından,  Allah’a, Meleklere, Kitaplara, Peygamberlere, Kaza ve kadere, Ahrete ve Kelime-i şehadete inanmak gibi şartlara, kaidelere    bağlanmış olsa da genel itibari ile İman etmek,  Kainatı ve bütün alemleri yaratan bir Tanrının olduğuna ve o Tanrının Allah olduğuna,  son  olarak gönderdiği Hz Muhammed ile birlikte Kur’an-ı Kerim’i indirip, hükmünün kıyamete kadar geçerli olduğuna inanmaktır. Kısacası Allah’a inanıyorsanız Müslümansınız, inanmıyorsanız Kur’an’ın deyimi ile kâfirsiniz.

İnsan hayatına yön veren inanç tek başına soyuttur fakat soyut olan bu kavrama yönelik yapılan eylemler somuttur ve bu somut eylemler hem gerçek hem de hayali sonuçlar verir. Biraz karışık oldu galiba, daha basite indirgeyelim. Karşınızda kırmızı renkli bir elma var. O elmanın kırmızı renkli olduğunu ve karşınızda durduğunu rahatlıkla söyleyebilirsiniz çünkü gözleriniz kırmızı elmayı algılayıp beyninize iletebiliyor. Kırmızı elmayı görüyor olmanız somut bir şeydir. Canınız o elmayı yemek ister ya da elmanın sağlıklı olduğunu düşünüp yine elmayı yemeye karar verirsiniz. Elmayı alıp ısırır ve çiğnemeye başlarsınız yani birkaç saniye önceki düşünsel kararınızı ve arzunuzu eyleme geçirirsiniz. Elmanın sizin ağzınızdaki tadı, lezzeti, çene kemiğinizin hareketleri, elmayı sindiren iç organlarınızın faaliyetleri gerçektir. Elma bittiği zaman mutlu ve doymuş olursunuz ve dahası vücudunuzun canlılığını koruyan ve yaşamanızı sağlayan bir miktar vitamini de kanınıza iletmiş olursunuz, bunlar gerçek sonuçlardır.  Gerçek bir sonuç daha vardır ki o da, birkaç dakika önce masanın üzerinde duran elma artık orada durmamaktadır  ve o elmanın yemediğiniz çekirdekli kısmı, çöp kovasının içine atılmıştır.

Şimdi de soyutsal bir örnek olarak dînî  inanca geçelim. Gözlerinizle görmediğiniz, kulaklarınızla işitmediğiniz, dokunamadığınız bir varlığın, size öğretildiği özellikleri ile  var olduğuna inanıyorsunuz. İnanıyor olmanızın asıl nedeni, bilimin bu duruma, yani Tanrı-Yaradılış-Öte alem gibi konulara  net bir açıklama getirecek kadar ilerlememiş olmasından kaynaklanıyor. Bu yüzden inanma kısmı sadece soyut çünkü ortada duyu organlarınızın algıladığı, bilimin kesin olarak ispatladığı hiçbir gerçeklik yok, tamamen soyut yani hayalî. Bu öğretiyi size öğretenlerin de ve onların atalarının da gözleri ile gördükleri, işittikleri bir somutluk yok.  İnandığınız Tanrının sizin için yine öngördüğüne inandığınız(geçmişten gelen bir kitapla ve dini gelenekle inandırıldığınız)  ibadetleri yerine getirmek için fiziksel olarak gerekeni yaparsınız yani eyleme geçersiniz. Eyleme geçiş gerçektir. Eğer Müslüman iseniz bu eylem sırasında günde beş vakit namaz kılarsınız, senede bir ay oruç tutarsınız, gününüzün ortalama bir saatini ne bileyim tespih ile zikir çekerek geçirirsiniz, cumaları camiye gidersiniz, arkadaşlarınızı, eşinizi,  sizin gibi inançlı olan insanlar arasından seçersiniz vesaire… Bütün bunlar sizin soyut olarak kabul ettiğiniz kavrama karşın gerçekleştirdiğiniz gerçek faaliyetlerdir ve sizin hayatınıza bizzat etkisi vardır. Sonuca gelecek olursak, soyut inancınıza yönelik yaptığınız gerçek eylemlerin gerçek sonuçları, kendi çabanızla iletişime geçtiğiniz ve sizin gibi inanan arkadaşlar kazanmış olmanız, gününüzün en az ortalama üç  saatini ibadete ayıran bir yaşantıya odaklanmış olmanız, okumak için seçtiğiniz kitapların önemli bir kısmının dini kitaplardan oluşması, inancınızdan dolayı dini bütün olarak gördüğünüz siyasi bir partiye oy vererek yaşadığınız ülkenin geleceğinin şekillenme biçiminde payınızın olması, insanlara, kanunlara ve  başka canlılara zararı olmamasına rağmen sırf günah diye ya da caiz değildir diye  kendinizi bazı imkânlardan, güzelliklerden uzak tutmanız ve bu doğrultuda geliştirmiş olduğunuz ön yargılarınız, inancınız doğrultusunda şekillenmekte olan karakteristik yapınız ve bu yapınızın sizin ve başkalarının hayatına olan etkileri, tıpkı diğer dinlerdeki dindarların(Budist, Hristiyan, Yahudi, Hindu gibi) hissettiği gibi sizin de ibadetleriniz sırasında ve sonrasında psikolojik  olarak kendinizi huzurlu ve mutlu hissetmiş olmanız ve benzeri durumlar. Bütün bu etkiler, fizik kuralları ile psikoloji ile açıklanabilen gerçek etkilerdir. Gerçek olmayan etkiler ise, hayali etkilerdir ve onlara etki demek de yanlış olur. Bunlar, öldükten sonra sorguya çekileceğine inanmak, cennet ve cehenneme inanmak, adının Allah olduğuna inandığın Tanrının  seni ve yaptıklarını görerek öte dünyadaki durumunun ne olacağına karar verdiğine inanmak gibi. Verdiğim iki örnekteki durumları madde olarak ayıracak olursam şöyle bir özet çıkıyor:

ELMA 
  • Somut olan gerçeklik: Masanın üzerinde duran gerçek bir elma.
  • Somut olan gerçek faaliyet: Elmayı eline alır, ısırır yersin.
  • Somut olan gerçek sonuç: Elmanın masadan yok olunuşu, mideye inmesi, vitaminlerinin kana karışması, yenmeyen kısımlarının çöpte olması.
 
DİN
  • Soyut düşüncenin kabullenişi: Tanrının var olduğuna ve kendisine inananlara  kurallar gönderdiğine  inanmak. Gözle göremediğimiz elektrik enerjisinin ve radyo dalgalarının var olduğu  bilimsel yöntemlerle ispatlanmıştır ve yine bilimsel, teknolojik cihazlar yardımı ile kullanılmaktadır fakat bir Tanrının ve İslâm inancındaki gibi bir Öte alemin var olduğuna dair zerre kadar bir bilimsel tespit yoktur. Sadece hayali bir inanç söz konusu.
  • Somut olan gerçek faaliyet: Atalarından gelen hayali inancın doğrultusunda , var olduğuna inandığın Tanrının senden istediği  faaliyetleri yerine getirmek(namaz kılmak, oruç tutmak, aynı fikirde olan insanlarla bir arada bulunmak gibi).
  • Somut olan gerçek sonuç: Bu faaliyetlerin fiziksel sonuçlarını bizzat dünya hayatında yaşamak(dindar birisi ile evlenmiş olmak, çocuklarını dindar yetiştirmek, mesela çocuğun doktor olmak istiyorsa onu zorla İlâhiyat fakültesine yönlendirmiş olmak, dinine yönelik kıyafetlerle dolaşmayı alışkanlık haline getirmek, yaşadığın ülkenin gidişatının dini bir yöne doğru kaymasında bizzat etkenlerden birisi olmuş olmak gibi) .
  • Soyut inancın  hayali sonuçlarına inanmak: Bu dini faaliyetlerin uhrevi sonuçlarının öldükten sonra gerçekleşeceğine inanmak(cennet cehennem), bir yerde bir felaket yaşandığı zaman o felaketi  doğa olayı ya da tedbirsizlik olarak nitelemeyip Tanrının insanlara bir gazabı ya da cezası olduğuna inanmak, ibadet eden insanların daha güzel ve yakışıklı olduğuna inanmak, dindar görünen insanların güvenilir olduğuna inanmak gibi bazı ön yargılara sahip olmak, vb.

Hayat, gerçek sonuçlarla ilerler fakat öncesinde her zaman hayal gücü vardır. Bilim ve sanat insanlarında hayal gücü,  aşırı dindar kesimlerde ise sadece dinsel yani inanç gücü.  Tüm dünyayı gözlemlediğimizde aşırı dini yönetimlerle yönetilen ülkelere ve bir de aklın yolu ile yönetilen ülkelere bakıldığında ve “Dini sonuçlar mı?” yoksa “Aklın sonuçları mı?” diye bir soru sorulduğunda gerçek gün gibi size bakar. Bir tarafta nüfus planlaması olmayan ve pıtır pıtır çoğalan, açlık çeken, cinsiyet eşitliğinden uzak ve kadını bacak arası(namus) bir mahlukat olarak değerlendiren, kız çocuklarını henüz akıl olgunluğuna erişmeden erkeğin cinsel ihtiyacını karşıladığı bir meta gibi görmenin oluşturduğu bir sonuç olarak neredeyse çocuk yaşta evlendiren ve buna rağmen kendilerini dünyanın en ayrıcalıklı insanları olarak niteleyen toplumlar, diğer tarafta ise demokrasiyi yaşayan, kâinatın kanunlarına(bilime) sıkı sıkıya sarılmış ve ülkelerini yöneten liderlerden hesap soracak kadar kendilerine değer veren ve ayrıcalıklı koşullarda yaşayan ileri toplumlar. Acı ama garip bir durum olarak bu Müslüman toplumlarının en zenginlerini bile ne yazık ki, Müslüman olmayan toplumların liderleri yönetiyor. Modernist geçinen İslâm savunucuları ve aynı görüşe sahip bizim Müslüman  halkımız, diline sık sık “Falanca ülke İslâm’ı gerektiği şekilde yaşamıyor, O ülkenin insanları yobaz…” gibi söylemlerde bulunsalar bile koskoca Dünya’da Allah’ın dinini (Medeni yasalardan bağımsız olan şeriat yasalarını) yaşayıp da dünyaya demokrasi ve insanilik açısından örnek olacak bir tek İslâm ülkesi göstertemiyorlar. Hani Allah’ın kudreti? Peygamberlerine onca yardımda bulunan Tanrı, geldiğimiz dönemde ve çağdaki kullarına küstü mü? Küçücük teknolojik cihazlarda bile Hıristiyan, Yahudi ya da Ateist şirketlerin ürünlerine muhtacız. İslâm çağırtkanlığı ve savunuculuğu bile Müslüman olmayan şirketlerin video paylaşım siteleri üzerinden yapılıyor. Üstelik İslâm ülkelerinde ne kadar zeki, akıllı ve beyni pırıl pırıl insan varsa bunların pek çoğu bu yeteneklerini yabancı ülkelerde değerlendirmek zorunda kalıyorlar. Kendilerini, bilimsel yeteneklerini oralarda geliştirebiliyorlar.

Şunu hiç soruyor musun kendine? Allah, neden her çağa uyacak ve her çağda kendisine inanan kullarını bilimde, teknolojide ve insanlıkta en üst seviyeye çıkartacak, insanlar arasında birliği, dirliği sağlayacak düzeyde bir sosyal sistem oluşturacak bir kutsal kitap göndermedi?  Teknoloji yarışının yaşandığı şu çağda ve hele hele insan beynini kontrol altına alacak olan biyolojik silahların gündeme geldiği şu zamanda Arapça bilen ve egosunu eğitmiş zeki, olgun bir Müslüman, inandığı dinin kutsal kitabını eline alıp okumaya başladığında, kendisine inanmayan insanları sonsuz cehenneme atmakla tehdit eden, egosunu eğitememiş ve  bundan binlerce yıl önce yaşamış olan Peygamberlerin, kavimlerin deveyle, kuşla, fillerle, firavunlarla yaşadıkları olayları adeta dedikoducu bir mahalle kadınından dinler gibi “Şu şunu yaptı, bu bunu yaptı, biz de onlara böyle böyle yaptık, Allah İntikam sahibi, Güçlü ve Üstün olan değil midir?...  Hristiyanları ve Yahudileri dost edinmeyin… Elbette, ehl-i kitaptan [Yahudi ve Hristiyan] olsun, müşriklerden olsun bütün kâfirler (Allah’a inanmayanlar),  Cehennem ateşindedir, orada ebedi kalırlar. Onlar yaratıkların en kötüsüdür. …” gibi cümleleri, ayetleri okurken, kendi yaşadığı ve vatandaşı olduğu demokratik Batı ülkesinin başkanını karşılaştırmayacak mı? Vatandaşlığına geçtiği ülkenin yasalarının, yurttaşının  dini inancına bakmaksızın her  vatandaşına eşit yasa ve kural uygulayan, dil, din, ırk ayrımı gözetmeyen insani ve olgun  sistem ile ailesinin kendisine zorla öğrettiği İslâm’ın ilâhının ve yasalarının  insana bakış açısını karşılaştırdığında ne düşünmesi gerekecek? Hangisini daha olgun görecek?  En önemlisi, kaç kişi bu değerlendirmeyi yapacak? Bir şeye gönülden inanıyorsan ya da inandırılmışsan, aklını ve mantığını, inandırıldığın durum üzerinde zaten gerçekçi ve tarafsız olarak kullanman çok zor.
   
“İNANMAK” denilen deyimi biraz daha anlaşılır bir şekilde açmak istiyorum: Bazı örnekler vermek istiyorum.

Örnek 1: Beni sevdiğine o kadar inanmıştım ki, hiç beklemediğim bir anda terk edilince uyandım, gözlerimi açtım, kendime geldim. Meğer pembe gözlükler varmış gözümde ve ona olan sevgimden, inancımdan ve güvenimden dolayı onun başka yönlerini görememişim.
(Bu örnekte işlenen İNANÇ, kişinin tutarlı bir bilgiye dayanarak emin olduğu bir durum değil, daha çok mutluluğun verdiği içsel sevginin ve bu sevgiye olan arzunun oluşturduğu bir hayale ya da hisse tutunma durumu. Yani bu inancın ayağının altı boşlukta ve her an kaymaya ya da çukura düşmeye meyilli. Fakat bu inancın da bir avantajı var, bu avantajlardan birisi,  kişiye geçici bir süre mutluluk yaşatıyor, ikincisi ise zor olan ayrılık süreci  gerçek dünyada gerçekleştiği için kişinin kendini toparlayıp kendisine yeni bir yol tutması için zaman ve imkân tanıyor.)

Örnek 2: Senin bu işi başaracağına yürekten inanıyorum. Sen eğer istersen ve azmedersen her şeyi başarırsın.
(Bu örnekteki İNANÇ kişiyi, ulaşması gereken bir yolda motive etmekle alakalı)

Örnek 3: Benim inancıma göre sadece canlıların değil cansızların da ve hatta insan eli ile yapılmış olan şu çalı süpürgesinin bile bir ruhu ve bir karakteri var. Bu yüzden ben gördüğüm bütün nesnelerle konuşurum ve onların beni duyduğunu, beni dinlediğini bilirim, hissederim. Ben böyle inanıyorum.
(Buradaki İNANÇ bilimsel olarak ispatlanmamış ya da ispatlanması mümkün olmayan fakat kişinin kendi iç dünyasında oluşturduğu ve başkalarınca  kabul edilmeyen bir hayali duruma tutunma durumu. Bu hayali inancın da güzel sonuçları var. Kişi, etrafındaki hiçbir malzemeyi hor görmez, tertipli, düzenli ve temiz kullanır ve bu davranışları alışkanlık haline dönüştüğünde ise hem psikolojik olarak kişiyi düzenli olarak rahatlatır hem de bu davranışların oluşturduğu bir alışkanlığın sonucu olarak kişi diğer insanlara da iyi davranır. Amma velakin, kişide oluşturabileceği bütün iyi özelliklere rağmen bu durum, kişinin inandığı şekilde yani her şeyin bir ruhunun olduğunun göstergesi değil, tamamen o kişinin inandığı bir hayali durumdur.)

Örnek 4: Beni terk etmiş olsa bile kalbinin derinliklerinde bir yerlerde beni hâlâ sevdiğine inanıyorum. O ne derse desin, beni seviyor, bunu biliyorum hatta buna kalıbımı basarım.
(Dördüncü örnekte, son cümleden de anlaşılacağı üzere, kişinin terk edilmişlik duygusunu aşamadığını, kabullenemediğini ve bu kabullenememe durumunun oluşturduğu bir inatla, gerçek olan durumu reddederek  kendisinin istediği ve arzu ettiği bir duruma ya da sonuca  İNANMAK tercihinde bulunduğu görülür. İnsanlar İNANMAK durumunu, neye inanmak olursa olsun kolay kolay terk edemezler, hele ki bu dini inanç ise.)

İNANÇ ya da İNANMAK  kelimeleri aslında daha ziyade  ispatı olmayan bir şeyin ya da durumun gerçek olabileceğine ya da arzu ettiğin şekilde sonuçlanacağına yönelik bir emin olma çabasını  ifade eder. “Ben Allah’ın var olduğuna İNANIYORUM”  demek bile bir çaba ve bir niyettir çünkü Allah’ın var olduğuna dair kesin bir kanıt ya da kesin bir değerlendirme olsa bu duruma inanmanız gerekmez, gerçek gün gibi ortada olur ve Allah’ın varlığı da bilimsel bir gerçeklik olur. Eğer bir Tanrının var olduğu ve hatta bu Tanrının Müslümanların ilâhı olan Allah olduğu, bilimselliğe yakın oranda bile tespit edilmiş olsa “ALLAH’A inanmak” ya da “ALLAH’A iman etmek” gibi kavramlar ya da kelimeler anlamını tamamen yitirir, bunun yerine “Allah’a boyun eğmek, Allah’ın emirlerini yerine getirmek” kavramları esas kabul edilir. Şu durumda Müslümanların ilâhı olan Allah’ın emirlerini yerine getirmek için ilk önce O’na inanmak ile ilgili çabaya girmek ya da bir çoğumuza yapılan gibi çocukluktan itibaren yapılan bir baskı ile kabul etmek gerek. Hangi gerekçelerle? MÜSLÜMAN BİR  AİLEDE DOĞMUŞ OLMAK GEREKÇESİ İLE TABİ Kİ! Ve ne gariptir ki bu var olduğuna inandırılmaya çalışılan Allah, ilahi ve uhrevi olan her şeyi, ölümden sonrasına yani Bilimin, ilimin tespit edemediği  insan duyuları ile algılanamayacak bir boyuta ve zamana bırakmıştır. Sonra da, hiçbir zaman yaşarken göremeyeceğin yani kesin olarak emin olamayacağın bir boyutu kast ederek, “3 boyutlu hayatta yaşarken bana inanır da şunu şunu yaparsan, şu an için göremeyeceğin öte alemde yani öldükten sonra Cennetliksin yoksa cehennemliksin” demektedir.

Milyonlarca insan, inandıkları Tanrının, kendilerine inanıldığı şekilde ödül vereceğini  görebilmeleri ya da anlayabilmeleri için ölmeyi beklemeleri gerekecek. Eğer insanlara din göndermiş olan bir Tanrı var ise, bu Tanrı onlara sağlayacağı en güzel nimetlerini neden o insanların ölümünden sonrasına bırakacağı bir sistem kurar? Bu Tanrı, neden yarattığı insanların kendisi ile karşılaşmalarını, yaşamlarının son buluşunun sonrasına bırakır? Neden böyle bir şey yapar? Bu sorular devreye girdiği zaman gelen cevaplar şu şekildedir: “İmtihan işte, böyle olur! Mevlâmın işine akıl sır ermez, koskoca Allah ne yapacağını sana mı soracaktı, sen kim oluyorsun da Allah’a talimat verir gibi neyi nasıl yapacağını tarif ediyorsun?”  gibi haykırışlar hemen yükselir. İnançlı insanların bu ve benzeri soruları cevaplama şekilleri, geçtiğimiz 1400 yıl içinde hayli gelişmiş ve ustalaşmıştır. Her şeyin bir cevabı mutlaka vardır. Bazı tartışmacılar içinden iki gurup oluşturun ve bunlara “Ayran beyaz mıdır yoksa siyah mıdır?, falanca güne hazırlanın” diye talimat verin. Ayranın siyah olduğunu iddia edecek  gurup, iyi bir hazırlığın ardından beyaz olarak gördüğümüz ayranın  aslında siyah olduğunu size rahatlıkla kanıtlayabilir  ve tartışmayı kazanır. Yani, birilerini aslında bir şeye inandırmak için o şeyin gerçek olması gerekmez. Şimdi bu kadar inançlı insan, sırf atalarından ve kendilerine verilen ve gerçek olduğu iddia edilen bilgilere, çocuklarını inandırmak için zorlayacak ve çocuğunu sırf bu bilgileri yani gerçekliğine dayalı hiçbir ispatı olmayan bu bilgiyi kabul etmediği için reddetme noktasına gelecek.

Bu kadar şartlanmışlığı, körü körüne bir inancı yaşayan insanların arasında, gözünü kulağını açıp,  silkelenip sonra da en yakınlarına veya çevresine, sadece içsel yaşamında, inançsal yaşamında olan bir değişikliği bildirmek hakikaten çok zor. Eğer Müslüman isen ve birine zarar vermişsen, Tövbe kapısı her zaman açık. Hatta Müslüman olmayan birisini öldürmüşsen Kur’an’a göre sana verilebilecek her hangi bir ceza bile yok fakat dinden çıkmak başka. Kimse sana “Müslüman olur musun yoksa olmaz mısın?”  diye sormadı. Ailen başta olmak üzere, çevren, okulda din dersi öğretmenin ve Diyanet işleri başkanlığı, seni dindar bir Müslüman yapmak için canla başla çalıştı. Bazı çocuklar dindar bir Müslüman yaptırılma yolunda  dayak yedi, yurtlara kapatıldı, baskı gördü ama zoraki de olsa Müslüman yapıldı. Sen zaten kendi rızanla Müslüman edilmedin ve sonuçta Müslümanlıktan çıkışını da kimse sana sormayacak ve hatta böyle bir şeye izin bile vermemeye çalışacaklar. Hapishaneye zorla tıkılan bir mahkûm gibi. Ne de olsa dinde zorlama yoktur değil mi?

AYRIŞTIRMA DİNİ İSLAM

Yazan: Kainatta Toz Zerresi
din, islamiyet, Ayrıştırma dini İslam, Ayrıştırma dini, Dinler ayrıştırır, KTZ, Ahiret inancı, Kurandaki çelişkiler, Çelişkili ayetler, Kur'an'a göre kafirler,

AYRIŞTIRMA DİNİ İSLAM

Son dönem ülkemiz siyaset dilinde sıkça karşılaştığımız ve “Bizlerden, onlardan, şunlardan…” gibi  sözlerle ifade edilen ve aynı bayrak altında yaşayan insanları, inançları, destek verdikleri partileri hatta tuttukları futbol takımları ile bir birinden ayırmaya çalışan ve insanı insan yapan en önemli değerleri ve insanî  birleştirici etkiyi, saf taraftarlığın içine hapsetmeye çalışan  zihniyetle milletçe mücadele etmeye çalışıyoruz. Cumhuriyetin ne denli önemli olduğunu, dil, din, ırk gözetmeksizin aynı bayrak altında ve demokrasi ile yönetilen bir ülkenin vatandaşlığı içinde kendinden farklı olana, senden farklı inanca sahip olana tahammül edebilmek, farklı olanların farklarına saygı duyup insanî yanlarını baz alarak iyilik, güzellik, bir arada ve barış içinde yaşamak, kanunlara riayet etmek, başkalarının hakkını çiğnememek gibi insanlarda tezahür etmesi beklenilen  ve çoğu kez de olgunluk gerektiren evrensel bakış açısını ve yaşam felsefesini  kendinde görüp geliştirebilmek ve çevrene de bunu yansıtabilmek hakikaten büyük bir erdemdir. Bir okulda, okul başarısının artırılması ve ülkenin geleceğini oluşturacak olan gençlerin, aynı bayrak altında farklılıklarıyla bir arada yaşama becerisini göstertecek şekilde yetiştirilmeleri için okul yönetimleri mümkün olduğu kadar okul bünyesindeki birliği, dirliği sağlamak ve öğrenciler arasında bu durumu alışkanlık haline getirmek için çaba sarf ederler. Herhangi bir şirket ya da iş yeri bünyesinde çalışan insanların iyi bir performans sergileyebilmeleri ve bunun sonucu olarak da bu performansın, hizmet ettikleri işletmeye fayda sağlayabilmesi için bu yetişkin insanların bir birlerini farklı özellikleri ile kabul etmeleri ve kabul edişin ardından iyi bir işbirliğinde bulunmaları şarttır. Bir futbol takımında, aynı sahada aynı takım için top koşturan futbolcular arasında bile farklı dil, farklı din ve farklı geleneği yaşayan kişiler bulunur. Bu oyuncular, bir birleri ile gerektiğinde dost olurlar, birlikte yer, birlikte içerler. Maç zamanı geldiğinde ve sahaya çıktıklarında, aralarındaki  birlik, yardımlaşma, dayanışma ve destek öyle bir noktaya ulaşır ki ve ulaşmalı ki, takım ruhu denilen o havayı teneffüs edip  başarıyı yakalayabilsinler.

Bir çok dindara garip ve gereksiz denilecek bazı soruları geçmişte kendi kendime sorar ve işin içinden çıkamazdım. Bir Tanrı neden din gönderir? Bir Tanrı neden yarattığı varlıkların  kendisini tanıyıp kendisine tapınmasını ister? Allah’ın gönderdiği düşünülen dine rağmen yaşam, insanların, ülkelerin çıkarları doğrultusunda zaten şekilleniyor. Dini kuralları, medeni kanunlara tercih eden ülkeler ise şu an, gelişmiş ülkelerin adeta kuklası olmuş durumdalar. İşin en ilginç yanı ise bu dindar ülkelerin aklı başında ve imkânı olan bireyleri, memleketlerini terk edip harıl harıl Avrupa ülkelerine kaçarken, geride kalanlar “Allah Allah”  naraları atarak, kendilerini ayrıcalıklı ve üstün bireyler olarak görüyorlar ve sadece dinlerine yönelik bazı ibadetlerini gerçekleştirdikleri için her şeyin yolunda olduğunu düşünüp ölünce nereye gideceklerinin belli olmadığı bir alem için cennet hayali kuruyorlar. Emin olduğum bir şey var ki o da: Eğer İslâm dini ortaya çıkmasa idi, Arap ülkeleri bu gün dünyanın gelişmekte olan veya gelişmiş milletleri arasına girerdi. Fakat İslâm dini, bu insanları, dinin gerektirdiği doğal bir sonuç olarak dünyadaki diğer insanlardan, medeniyetten ve gelişmişlikten alı koyarak ayrıştırdı. Hadi deyin şimdi:  “İslâm böyle bir din değiiiil, İslâm’ı yanlış yaşıyorlar, o milletler yobazdır, cahildir, dinlerini bilmiyorlar yobazlar…” diye karşı çıkın. Ne yaparsanız yapın, hangi bahaneleri öne sürerseniz sürün ama şu gerçeği değiştiremezsiniz: Medeni yasalarda “yanlış anlamak, kanunda yazanları yanlış yorumlamak” diye bir durum yoktur. Kanunlar açık ve anlaşılır bir şekilde yazar. Hayatın, medeniyetin ve şartların sürekli olarak ilerleyip değişmesine paralel olarak bu kanunlar da değişerek kendini yeniler ve yeni koşullara uyum sağlar. Meselâ eski yıllarda hayvanlara çok fazla değer verilmezken artık hayvanların da yaşadığımız gezegenin sahiplerinden birisi olduğu ve canlı oldukları için yaşamayı ve iyi davranılmayı hak ettikleri düşüncesi yaygınlaştığı için hayvanları korumak ve onlara eziyet etmemek ile ilgili yeni kanunlar eklenir. Dini kurallarda ise böyle bir uyumluluk, böyle bir değişim ve gelişim süreci  yoktur. Dini kurallar ve ayetler, eski dönem insanlarının kafa yapılarının birebir aynası durumundadır. Dahası, atasından, ailesinden aldığı dini inancın etkisinde olan ve dinini sorgulamak istemeyen belki de bırakmak istemeyen modernist yorumcular, eski insanların yaşamlarının bir parçası olan kutsal kitap ayetlerini, değişen ve  gelişen  günümüz dünyasına ve evrensel insan bakış açısına uydurabilmek adına adeta ayetlere takla attırırlar hatta bazı ayetleri kendi kendilerine fesih edip hükmünü kaldırmaya kalkarlar. Aslına onlar da değişen ve gelişen dünyanın, insanın manevi yönünü, bakış açısını  olması gerektiği gibi değiştirip dönüştürüyor olduğunun farkındalar. Bu yüzden istedikleri tek şey, inandıkları Kutsal kitap, bu değişimin gerisinde kalmasın.

Değişimin ve dönüşümün etkileri kendi yaşadığımız coğrafyada da zaman içinde kendini gösterdi. Kendi ülkemiz için örnek vermek istiyorum. 1980 ve 1990’lı yıllarda ülkemizin doğusu ve batısı arasında ciddi oranda bir kabulsüzlük ve tahammülsüzlük vardı. Bu örneği verirken  hassas bir konu olduğu için işin içine asla terör örgütlerini katmayacağım. O yıllarda ülkemiz genelinde, Kürt dendiği zaman bir çok insanımızın aklında hoş olmayan ve içinde öfke barındıran duygular hissedilirdi. Benzer şekilde Kürt vatandaşlarımızın yoğun  olduğu yerlerde ise Türk kökenli olan insanlara karşı hoş olmayan duygular beslenirdi. Bunu söylerken “istisnalar kaideyi bozmaz” sözünü hemen eklemek istiyorum çünkü bir birini insan olarak görüp hoş görü ile karşılayan insanlar ve bölgeler de vardı fakat genel kanı ve genel görüş olarak iki taraf da bir birini kabul etmekte zorlanıyordu. Bu öyle bir zor kabullenmişti ki  Kürt kökenli olup da Kürtçe şarkı söyleyen bazı ses sanatçıları, milliyetçilik duygularını esas alan bir çok gurup ve zihniyet  tarafından yuhalanıyor ve Kürtçe şarkı söylemek, vatana ihanet etmek gibi görülüyordu. Yaşı 35 ve üzeri  olan insanlarımız o dönemleri çok iyi bilirler. Günümüzde ise artık birlik ve beraberlik kelimelerinin anlamları değişmeye ve dönüşmeye başladı. Kendi bayrağımız altındaki Türk-Kürt ayrımı tarihe karışmaya başladı. İnsanlarımız artık bir birine karşı daha anlayışlı, daha yumuşak ve olması gereken bir kabulleniş içinde. Yeni nesil gençlerimizde ise insanî  duyguların ve farklılıklara olan kabullenişlerin daha yoğun olduğunu görüyoruz. İnsanları bir arada tutan ve güçlü yapan da budur zaten. Biraz eski  ve biraz da klişeleşmiş ama dünya insanlarınca bilinen ve genel kabul gören bir düşünce  vardır aslında. Bu düşüncenin yayılmasına zemin hazırlayan sözleri,  90’lı yıllarda, astronotlarla yapılan röportajlarda dinlerdik. Uzaya çıkıp dünyaya geriden bakan astronotlar, dünyada bu zamana kadar yapılan savaşların ne kadar anlamsız ve ne kadar gereksiz olduğunu fark ettiklerini söylerlerdi. O yıllarda dünya dışı varlıkların inanlara saldırıları ile ilgili filmler ve diziler de çok popülerdi. Dünya dışı ve kötü niyetli bazı varlıklar dünyayı ele geçirmek ya da insanları sömürmek için saldırıya geçer ve bu saldırının ardından dili, dini ne olursa olsun bütün insanlık el ele vererek gezegenlerini bu yabancı ırklardan temizlemeye ve korumaya çalışırlardı. Geleceği çok iyi bir şekilde görebilen, tahmin edebilen analistler var. Aslında onların öngörülerini bile dinlemenize gerek yok. Bu gün dünyaya dikkatli bir şekilde baktığınız zaman her ne kadar ülkeler, kendi çıkarları için olmadık şeyler yapsalar bile dünya insanlarının git gide bir birine doğru yaklaştığını, millet ve ırk farklılıklarını kendi içlerinde yok etmeye başladıklarını görürsünüz. Dünya aslında şu an yavaş yavaş bir birine doğru yaklaşıyor ve kenetleniyor. Dini inancı olmayan ya da dini inancı zayıf olan insanlar arasındaki kenetlenişin daha hızlı ve etkili olduğu görülüyor. Kendisini üstün ırk olarak gören dindar bir Yahudi’nin bu kenetlenmeye dahil olması çok zor. Yer yüzündeki tek gerçek dinin İslâm olduğuna inanan ve “Hristiyanları, Yahudileri dost edinmeyin, …(Maide 51)” ayetlerine sıkı sıkıya sarılmış olan  ve  çalışan kadına yönelik hiçbir ayet olmayıp Kur’an ayetlerindeki emirlerin genel sonucu olarak kadınların, medeni haklardan yararlanmalarını istemeyip onları, hizmetkârları olarak görmek isteyen dindar Müslüman erkeklerin  bu kenetlenmeye dahil olmaları ve hatta bunu istemeleri bile çok zor. Yetişkin bir kızınız olsa ve bir erkek onunla evlenmek istese ve sizin de ebeveyn olarak bu konuda söz hakkınız olsa o erkeğin düzgün bir insan olup olmadığı ile yakından ilgilenirsiniz. Fakat çok dindar bir aile iseniz o kişinin çok düzgün birisi olup olmadığı genellikle ikinci ya da üçüncü plandadır. Birinci özellik,  namaz kılıyor mu kılmıyor mu? Dindar mı değil mi? Gibi sorularınızın karşılığı olur. İnsan hayatında din o kadar ön planda ve o kadar önemlidir ki bazen bireylerin kişilik özellikleri görmezden gelinir. Günün birinde öyle bir dünyada yaşayalım ki, insanlar öncelikli olarak bir birlerinin insani özelliklerini ve insani değerlerini önemsesinler.

Üçüncü boyutta yani şu anki yaşadığımız dünya hayatında  insanlar,  içinde bulundukları çeşitli gurupların yanı sıra dini guruplar olarak da bir birinden ayrışırken ve bir birlerini kabul etmekte zorlanırken dinlerin insanlara verdiği mesaj içinde öte alemde yani yaşanılacağı düşünülen cennet cehennem aleminde durum nasıl olacak? Hristiyan ve Yahudi kökenli birisi olmadığım için ve dolayısıyla bu dinler hakkında yeteri kadar bilgim olmadığı için bu durumu İslâm dininin ahiret inancı üzerinden sorgulayacağım.  Konu ile ilgili bazı ayetleri okuyalım:

Bakara 217: ...Sizden kim dininden döner de kâfir olarak ölürse, öylelerin bütün yapıp ettikleri dünyada da, ahirette de boşa gitmiştir. Bunlar cehennemliklerdir, orada sürekli kalacaklardır.
İbrahim 18: Rablerini inkâr edenlerin durumu şudur: Onların işleri, fırtınalı bir günde rüzgârın şiddetle savurduğu küle benzer. (Dünyada) kazandıkları hiçbir şeyin (ahirette) yararını görmezler. İşte bu, derin sapıklıktır.
Fussilet 46: “Kim makbul ve güzel işler yaparsa kendi lehine, kim kötülük yaparsa kendi aleyhinedir. Rabbin kullarına asla zulmetmez.”
Zilzal 7-8: “Her kim zerre kadar iyilik yapmışsa, onun mükâfatını görecek. Ve her kim de zerre kadar kötülük yapmışsa, onun cezasını görecektir.”

Yukarıdaki ayetler okunduğunda sanki aralarında çelişki varmış gibi duruyor çünkü ilk iki ayette Allah’ı inkâr edenlerin dünyada yaptıkları hiçbir işin  öte alemde kabul edilmeyeceği ve bu inkârcıların ahrette ebedi cehenneme alınacağı yazarken diğer iki  ayette  ister iyilik olsun isterse kötülük olsun herkesin zerresine kadar karşılığını bulacağı yazıyor. Aslında bu ayetler arasında çelişki yoktur çünkü İslâm dinine göre Allah’a inanmamak ya da onu inkâr etmek zaten başlı başına bir kötülüktür. Kâfirin yaptığı iyi işlerin karşılığını göreceği yer de sadece dünya hayatıdır yoksa ahrette göreceği hiçbir iyi karşılık yoktur. Allah’ı inkâr eden ya da O’na inanmayan kimseyi  Kur’an iyi insan olarak nitelemez ve dolayısıyla iyi insan kategorisinde değil de kötü insan kategorisinde olan inkârcı ve kâfir olan kişinin bu dünyada yaptığı hiçbir iyilik öte alemde kabul edilmez. Yani bu dünyada ne yaparsan yap, istersen dünyanın en yardımsever en iyi insanı ol ama Allah’çı değilsen öte dünyada yandı keten helvan. Allah’a inanıp Allah için yaşamış olan guruplar Cennete ayrılır, Allah’a inanmayıp Allah için yaşamamış ve kâfir olarak ölenler de ebedi cehenneme ayrılır. Bu durumu yani öte alemde insanî  erdem ve insanî iyi niyet dışında sadece Allah’çı olan ya da Allah’çı olmayan insanların durumunu anlatan aşağıdaki ayetleri de okuyalım:

Bakara 161: Şüphesiz, inkâr edip kâfir olarak ölenler, Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların laneti bunların üzerinedir.
Al-i İmran 28: Mü'minler, mü'minleri bırakıp da kâfirleri veliler edinmesinler. Kim böyle yaparsa, Allah'tan hiçbir şey (yardım) yoktur. Ancak onlardan korunma gayesiyle sakınma(nız) başka. Allah, sizi Kendisi'nden sakındırır. Varış Allah'adır.
Al-i İmran  91: Şüphesiz küfredip kâfir olarak ölenler, bunların hiçbirisinden, yeryüzü dolusu altını olsa -bunu fidye olarak verse de- kesin olarak kabul edilmez. Onlar için acı bir azap vardır ve onların yardımcıları yoktur.
Al-i İmran  131: Ve kâfirler için hazırlanmış olan ateşten sakının.
Âli İmrân 85: Kim İslâm’dan başka bir din ararsa, (bilsin ki o din) ondan kabul edilmeyecek ve o ahirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır.

Peki cehennem ile cennet ehlini bir birinden ayırmanın, insan ayrımcılığı ile ya da ayrımcılıkla ne alakası var? İçinde yaşadığımız ülkeyi ve ülkemizdeki kanunları bir düşünün. Suç işleyen insanları kanunlar hapse attığı zaman “hapisteki insanlar özgür gezen insanlardan ayrıştırılıyor, ayrımcılık yapılıyor”  diyebilir misiniz? Suçluların hapse girmesinin nedeni, diğer insanların haklarını çiğneyerek onlara zarar vermektir. Fakat birileri kalkıp da falanca partiden diye veya falanca tarikata üye değil diye bazı kimseleri hapse gönderirseniz bunun adı bal gibi de ayrımcılık olur çünkü o insanların işledikleri bir suç yok. Suç olarak görülen faaliyetleri sadece birilerinin istemediği karşı A partiye kayıt olması ya da o partiye oy vermesi veya birilerinin “şu dînî cemaate katıl ve o cemaatten ol” çağrısını reddetmiş olmasıdır. İnsanları bir birinden ayrıştıran durumlar işlenen suçlar değildir. İnsanları, suç olmayan ve birilerine zarar vermeyen durumlara rağmen farklı guruplara ayırarak bu guruplar arasındaki insani iletişimi kesmeye çalışmaktır. Ne yazık ki İslâm dinindeki inanışta   kâfir olan yani deist ve özellikle ateist olan kimselerin kötü ve fena insanlar oldukları düşünülür ve onlarla dostluk edilmemesi de normal karşılanır. Adının Allah olduğuna inanılan İlâhın isteği de emri de bu yöndedir.

Sonuç olarak kendisine inanılan bir İlâh’ın tıpkı bir okul müdürü gibi ya da bir işletme sahibi gibi veya bir ülke başkanı gibi insanları ayrıştıran değil, birleştiren bir tutumda olması beklenirken ne yazık ki İslâm dininin İlâhının insana has olan egosal yaklaşımı  “Benden misin, değil misin? Bendensen tamam, yok eğer benden  değilsen sonsuzluk cehenneminde çekeceğin var”  tutumu buna müsaade etmez. Dünya insanlarının geleceğe doğru yol aldıkları güzergâha dikkatlice bakıldığında görünen o ki: İster dinli olsun isterse dinsiz olsun, insanlık  erdem, hoşgörü ve manevi medeniyet açısından İslâm’ın ilahı olan Allah’tan çok daha olgun bir seviyeye doğru ilerlemektedir.

KUR'AN'IN ALLAH VEYA BİR YARATICIDAN GELMEDİĞİNİN DELİLLERİ

Yazan: Kainatta Toz Zerresi
KTZ, din, islamiyet, Kur'an Allah'ın sözleri midir?, Kur'an insan yazmasıdır, İlahi kitaplar insan ürünüdür, Kur'an ilahi bir kitap mı?, Kur'an'ı kim yazdı?, Kur'an bir yaratıcıdan mı geldi?, Kur'an vahiy mi?,

KUR'AN'IN ALLAH VEYA BİR YARATICIDAN GELMEDİĞİNİN DELİLLERİ

İslâm dininin kutsal kitabı Kur’an-ı Kerim’de, çelişki olmadığı iddiası, bizzat Kur’an ayetinde yazmaktadır. Hatta çelişki olmadığına dair de bir meydan okuma vardır.
 Nisa 82: Onlar hâlâ Kur´an´ı  gereği  gibi düşünüp anlamaya çalışmazlar mı? Eğer o Allah´tan başkası tarafından indirilmiş  olsaydı mutlaka onda birçok çelişkiler bulurlardı.
Bu ayette açıkça görülüyor ki Allah’ın iddiasına göre eğer Kur’an’da bir çok çelişki bulunursa Kur’an Allah tarafından değil başkası tarafından indirilmiştir. Ben de bu iddiayı değerlendireyim ve çelişki var mı yok mu, az mı çok mu kararı siz verin. Çelişkili ayetlere madde madde değineceğim.
     
Şefaat Çelişkisi
Kulun suçunun ya da günahının bağışlanması için ahrette kim şefaat edebilir?
Zümer 44: De ki: “Şefaat tümüyle Allah’a aittir. Göklerin ve yerin hükümranlığı O’nundur. Sonra yalnız O’na döndürüleceksiniz.”
Bu ayette “Şefaat Allah’a ve Allah’ın izin verdiklerine aittir” demiyor. Şefaat izni Allah’a aittir de demiyor. “Şefaat tümüyle Allah’a aittir”diyor. Devam edelim.
Secde 4: Allah, gökleri ve yeri, ikisi arasındakileri altı gün içinde (altı evrede) yaratan sonra da Arş’a kurulandır. Sizin için O’ndan başka hiçbir dost, hiçbir şefaatçi yoktur. Hâlâ düşünüp öğüt almayacak mısınız?
Bu ayette  Sizin için O ve O’nun izin verdiklerinden hariç şefaatçi yoktur demiyor. “Sizin için O’ndan başka hiçbir dost, hiçbir şefaatçi yoktur.” Diyor.
Enam 70: … o zaman Allah´ın yüce huzurunda O´ndan başka ne bir koruyucu, ne de bir şefaatçi bulunur. Her türlü fidyeyi denkleştirse bile kabul edilmez…
Bu ayette de aynı şeyden bahsediyor yani Allah’tan başka şefaatçi yoktur. Şimdi de sadece Allah’ın şefaatçilik edeceğini söylediği bu üç ayetle çelişen ayetlere geçelim.
Zuhruf 86: Onların Allah´ı  bırakıp da taptıkları  putlar şefaat hakkına sahip değillerdir. Ancak bilerek hakka şahitlik edenler şefaat edebilir.
Sebe 23: Allah katında, O’nun izin verdiği kimseden başkasının şefaati yarar sağlamaz. (Şefaat için izin verilip de) kalplerinden korku giderilince birbirlerine, “Rabbiniz ne söyledi?” diye sorarlar. Onlar da “Gerçeği” diye cevap verirler. O, yücedir, büyüktür.
Taha 109: O gün, Rahmân’ın izin verdiği ve sözünden razı olduğu kimseden başkasının şefaati fayda vermez.
Yunus 3: Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı gün içinde (altı evrede) yaratan, sonra da Arş’a kurulup işleri yerli yerince düzene koyan Allah’tır. O´nun izni olmaksızın, hiç kimse şefaatçi olamaz. İşte O, Rabbiniz Allah’tır. O hâlde O´na kulluk edin. Hâlâ düşünmüyor musunuz?
Necm 26: Göklerde nice melekler vardır ki onların şefaatleri; ancak Allah’ın izniyle, dilediği ve hoşnut olduğu kimselere yarar sağlar.
Toparlayacak olursak:
Allah’tan başkasının kesin kes şefaat edemeyeceğini  belirten ayetler.
Zümer 44, Secde 4, Enam 70
Bir ayette Allah’ın izni  olmaksızın, diğerlerinde ise Allah’ın izin vermesi ile başkalarının da şefaat  edilebileceğini belirten ayetler.
Zuhruf 86, Sebe 23, Taha 109, Yunus 3, Necm 26  dır.

Ganimet Çelişkisi
Enfal 1: (Ey Muhammed!) Sana ganimetler hakkında soruyorlar. De ki: “Ganimetler, Allah’a ve Resûlüne aittir. O hâlde, eğer mü’minler iseniz Allah’a karşı gelmekten sakının, aranızı düzeltin, Allah ve Rasûlüne itaat edin.”
Enfal 41: Bilin ki, ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri mutlaka Allah’a, Peygamber’e, onun yakınlarına, yetimlere, yoksullara ve yolculara aittir. Eğer Allah’a; hak ile batılın birbirinden ayrıldığı gün, (yani) iki ordunun (Bedir’de) karşılaştığı gün kulumuza indirdiklerimize inandıysanız (bunu böyle bilin). Allah, her şeye hakkıyla gücü yetendir.
Herhangi bir ayette Enfal suresi 1’inci ayetin veya Enfal suresi 41’inci ayetin yükümlülüğünün kalktığından bahsetmez. Dolayısıyla kimse kendi başına sonraki gelen ayet, ilk inen ayeti fesh etmiştir diyemez. Şu durumda iki ayet arasında apaçık çelişki var. Enfal 1’de ganimetlerin Allah’a ve Peygamberine ait olduğu belirtildikten sonra bir de müminlere korku salınıp “Mümin iseniz Allah’a karşı gelmekten sakınınız” diye tehdit ediliyor. Enfal 41’de ise Ganimetlerin beşte birinin Allah’a, Peygambere ve onun yakınlarına, yetimlere, yoksullara ve yolculara ait olduğu belirtilirken beşte dördünün kime ya da kimlere ait olduğu, nasıl dağıtılacağı belirtilmemiş ama Peygambere ve Allah’a düşen ganimet yüzdesi tamı tamına belirtilerek ayete konmuş, gerisi önemli değil zaten. Şimdi ganimet ile ilgili hangi ayet geçerli?

Başka dinlerin ahretteki kurtuluşunun çelişkisi
İslâm dini dışındaki dinlere inananların ahrette kurtuluşu olacak mı?
Âli İmrân 85: Kim İslâm’dan başka bir din ararsa, (bilsin ki o din) ondan kabul edilmeyecek ve o ahrette hüsrana uğrayanlardan olacaktır.
Bakara 62:  Şüphesiz iman edenler; Yahudilerden, Hıristiyanlardan ve Sâbiilerden de Allah´a ve ahret gününe inanıp sâlih amel işleyenler için Rableri katında mükâfatlar vardır. Onlar için herhangi bir korku yoktur onlar üzüntü çekmeyeceklerdir.
Bu iki ayetin çelişmemesi için ayetler nasıl olmalı hemen örnek vereyim. Birincisi, Âli İmrân 85’te “Kim, İslâm’dan başka bir din ararsa” şeklinde değil de “Kim Allah’ın gönderdiği dinlerden başka bir din ararsa” gibi bir ifade olsaydı bu ayet Yahudi, Hıristiyan ve Sabbilerden imanlı olanların öte tarafta mükafatlandırılacağını söyleyen Bakara 62 ile çelişmezdi. Veya Bakara 62’de “önceden Hıristiyan, Yahudi veya Sabii olup da sonradan İslâm dinine geçenlerden…” şeklinde  bahsetseydi bu kez bu ayet Ali İmran 85 ile çelişmezdi.

Kötülük kimden gelir çelişkisi
İnsanların başına gelen kötülük kimdendir?
Nisa 78: Nerede olursanız olun, sağlam ve tahkim edilmiş kaleler içinde bulunsanız bile ölüm size ulaşacaktır. Onlara bir iyilik gelirse, “Bu, Allah’tandır” derler. Onlara bir kötülük gelirse, “Bu, senin yüzündendir” derler. (Ey Muhammed!) De ki: “Hepsi Allah’tandır.” Bu topluma ne oluyor ki, neredeyse hiçbir sözü anlamıyorlar!
Nisa 79: Sana ne iyilik gelirse Allah’tandır. Sana ne kötülük gelirse kendindendir. (Ey Muhammed!) Seni insanlara bir peygamber olarak gönderdik. Şahit olarak Allah yeter.
Bu iki çelişkili ayeti okunduğu  zaman kötülüğün kimden olduğu anlaşılmıyor fakat tefsirciler sağolsunlar, Allah’ın çelişkili gönderdiği ayetleri, sayfalar dolusu yazı yazıp allem edip kallem edip kendi kafalarındaki çelişkisiz manaya getirinceye kadar epey takla atıyorlar.

Kur’an’ın iniş sebebine yönelik çelişkiler
Kur’an, niçin indirilmiştir?
Sad 29: (Resûlüm!) Sana bu mübarek Kitab´ı, âyetlerini düşünsünler ve aklı olanlar öğüt alsınlar diye indirdik.
Kalem 52: Hâlbuki o (Kur’an), âlemler için ancak bir öğüttür.
En’âm 92: Bu (Kur´an), Ümmü´l-kurâ (Mekke) ve çevresindekileri uyarman için sana indirdiğimiz ve kendinden öncekileri doğrulayıcı mübarek bir kitaptır. Âhirete inananlar buna da inanırlar ve onlar namazlarını hakkıyla kılmaya devam ederler.
Acaba  yukarıdaki bütün Ayetler Kur’an’ın indirilme sebebi olabilir mi? Sad 29’da “Resulüm, Kur’an ayetlerini insanlar düşünsünler ve aklı olanlar öğüt alsınlar.” Şeklinde bir cümle olsa idi çelişki olmazdı fakat bu ayetteki cümle, “Kur’an’ı insanlar düşünsünler ve aklı olanlar öğüt alsınlar diye indirdik” şeklinde ifade ederek Kur’an’ın indirilme sebebini açıklıyor. Kalem 52’de, “Kur’an’ı bütün insanlık alemi öğüt alsın” dense idi yine çelişki olmazdı fakat “Kur’an, alemler için ancak bir öğüttür” ifadesi kullanılarak başka nedenleri devre dışı bırakıyor. En’am 92’de ise “Kur’an, Mekke ve çevresini uyaran bir kitaptır” dense idi yine çelişki yoktu fakat “Mekke ve çevresini uyarman için indirdik” diyerek diğer indirilme olasılıklarını ortadan kaldırıyor. Böylelikle bu ayetler bir biri ile çelişiyor. Ayetleri bir biri ile çeliştiren kelimeler “ancak, için, diye…” şeklindeki sebep ilişkisini anlatan ifadelerdir. O yüzden dilbilgisi kurallarını hiçe sayıp bu ayetleri olmadık sebeplerle bir birine bağlayıp farklı sonuçlar çıkartmaya gerek yoktur.  Şu durumda Kur’an niçin indirildi?

Zina yapan kadına uygulanacak ceza çelişkisi
Nisa 15: Kadınlarınızdan fuhuş (zina) yapanlara karşı içinizden dört şahit getirin. Eğer onlar şahitlik ederlerse, o kadınları ölüm alıp götürünceye veya Allah onlar hakkında bir yol açıncaya kadar kendilerini evlerde tutun (dışarı çıkarmayın).
Nisa 16: Sizlerden fuhuş (zina) yapanların her ikisini de incitip kınayın. Eğer onlar tövbe edip ıslah olurlarsa, onları incitip kınamaktan vazgeçin. Çünkü Allah, tövbeleri çok kabul edendir, çok merhamet edendir.
Nur 2: Zina eden kadın ve zina eden erkekten her birine yüzer değnek vurun. Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsanız, Allah’ın dini(nin koymuş olduğu hükmü uygulama) konusunda onlara acıyacağınız tutmasın. Mü’minlerden bir topluluk da onların cezalandırılmasına şahit olsun.
Nisa 15 ve 16’da çelişki yoktur. Öncelikle zina yapan kadın için dört şahit istiyor. Zina ettiğine dair 4 şahit olursa o kadınları ölüm alıp götürünceye kadar veya Allah onlar hakkında bir yol açıncaya kadar evlerde tutun diyor ve sonraki ayette fuhuş yapanların incitilip kınanması emrediliyor ve fuhuş yapan kimseler eğer tövbe ederse bu incitme ve kınamadan vazgeçilmesi emrediliyor fakat Nur suresi 2’inci ayete gelindiğinde Zina eden kadına ve erkeğe 100 sopa vurulması ve onlara acınmaması gerektiği bildiriliyor. Müslüman kesimin iddiasına göre fuhuş yapanlara 100 sopa cezası, fuhuştan dolayı tövbe etmeyenlere yönelikmiş. Eğer bu ayet Nisa 16’daki fuhuş yapanlardan tövbe edilmesi ya da tövbe edilmemesi durumu ile  ilişkilendirilmek  gerekseydi Nur suresi 2’inci ayetteki ifade, “Zina eden kadın ve zina eden erkekten her birine yüzer değnek vurun” şeklinde değil   “Zina eden kadın ve zina eden erkeğin tövbe etmeyenlerinden her birine yüzer değnek vurun” şeklinde bir cümle geçerdi. Zaten çelişki de burada ortaya çıkıyor. Ayetin birinde fuhuş yapanların incitilip kınanmasından bahsederken bunun nasıl yapılacağı yani incitmenin hangi yöntemle yapılacağı bildirilmiyor ve tövbe edenlere eziyet edilmemesi emrediliyor fakat başka ayette ise ne tövbeden bahsediyor ne de şahitlikten bahsediyor. Nur suresindeki cümleler ve emirler objektif bir şekilde okunduğunda Nisa 15 ve 16’ıncı ayetlerden tamamen bağımsızdır.  Bu ayetlerde kararsız kalmış veya bir ayeti gönderdikten sonra kararını değiştirmiş ya da  önceki gönderdiği ayeti unutmuş bir bilinç çıkıyor karşımıza. Nur suresi 2’inci ayette yazan cümleler,  Nisa 15 ve 16’nın devamı olan 17’inci ayete yazılmış  olsa idi iddia edildiği şekilde belki tövbe etmeyenlerin cezası kapsamına girebilirdi fakat iki surenin ayeti de bir birinden farklı.
Zina yapan kadına, hangi ayetin hükmü uygulanacak?

Hitap çelişkisi
Zuhruf 11: O, gökten bir ölçüye göre yağmur indirendir. Biz onunla ölü araziyi canlandırdık. İşte siz de, böyle diriltileceksiniz.
Bu ayette konuşan kimdir? Gökten bir ölçüye göre yağmuru indiren Allah ise ölü araziyi canlandıran kimdir? Ölü araziyi canlandıran Allah ise gökten yağmuru indiren kimdir? Tek bir ayetin içindeki bu hitap çelişkisi nedir? Hz Muhammed’in ağzından birebir yazılmış hissi veren bir sürü ayet var. Dindar kesim bu hitap şekillerini Arapçada var olduğu söylenen ve “İltifat sanatı” dedikleri bir sanat şekline bağlıyorlar. İddialarına göre bu ayette de böyle bir sanat icra edilmiş. Zuhruf suresi 9 ve 10’u takiben  11’inci ayetin yarısına kadar Allah kendinden bahsederken üçüncü tekil şahıs olan “O” zamirini kullanıyor ve sonra diyor ki  “Ben bu ayetin yarısında  iltifat sanatı icra edeyim ve üçüncü tekil şahıs zamirinden, birinci  çoğul zamirine geçeyim”. Bak sen şu Allah’ın işine! İnanılan Allah, Zuhruf suresinde kendisinden bahsederken “Ben, gökten bir ölçüye göre yağmur indirip o yağmurla ölü araziyi canlandıranım, sizi de böyle dirilteceğim” gibi  çeviri sırasında bütün milletlerin, bütün lisanların kolayca anlayabileceği ve ayeti evrensel yapabilecek bir cümle kurmak yerine ayeti, 1400 yıl önceki çöl Araplarının sanatının kaderine bırakmış. Kimse Kur’an’ın evrenselliğinden bahsetmesin. İltifat sanatını olsa olsa Peygamberin kendisi icra etmiştir. Alemlere kitap indiren ve “Kolaylaşsın diye onu Arapça” olarak indirdik diyen bir İlâh, indirdiği kitabı, başka milletlere, başka alemlere de kolaylaştırması gerekirdi. Eğer iddia edildiği üzere bu tür ayetlerde iltifat sanaıt ircaa edilmişse Kur’an ayetlerinin kolaylığı sadece Arap milletleri üzerinedir. Diğer milletlerden her hangi bir fert, Kur’an’ın bu ayetlerini okuduğu zaman Arap sanatını bilmediği için ki bilmesine gerek olmamalıdır, bu ayetlerin tek bir Yaratıcı tarafından indirilmediğini anında görür. Eminim 1400 yıl öncesinin çöl Araplarına, “İltifat sanatı” yapılmadan da her dildeki milletin anlayabileceği düz cümleler, ayet olarak gönderilebilirdi ve sorun çıkmazdı. Sonuç olarak Zuhruf suresi 11’inci ayet, hitap edenin kimliğinin belirsizliği açısından kendi içinde çelişkilidir.

Başka bir hitap çelişkisi
Zuhruf 68: Ey Benim kullarım! Bugün size hiç korku yoktur ve siz üzülmeyeceksiniz de.
Ankebut 56: Ey iman eden kullarım! Şüphesiz ki benim arzım (yeryüzü) geniştir. O hâlde, ancak bana kulluk edin.
Zuhruf 68 ve Ankebut 56’da kullarım diyen Allah’tır.
Zümer 10: (Resûlüm!) De ki: Ey inanan kullarım! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Bu dünyada iyilik yapanlara iyilik vardır. Allah´ın (yarattığı) yeryüzü geniştir. Yalnız sabredenlere, mükâfatları hesapsız ödenecektir.
Zümer 53: De ki: “Ey kendilerinin aleyhine aşırı giden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları affeder. Çünkü O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”
Zümer 10 ve 53’de ise “Kullarım” diyen ya da “Kullarım” denmesi istenen kişi Peygamberin kendisidir. Bu ayetlerin çevirilerinde “Bizim adımıza de ki” gibi eklemeler yapılmış olsa da ayetlerin orjinalinde böyle ifadeler yoktur. Zümer 10 ve Zümer 53’üncü ayetlerin inananlara yönelik düzgün bir mana ile anlaşılabilmesi için Allah’ın Peygamberine,  “Ey inanan kullarım” şeklinde değil, “İnanan kullarıma de ki” şeklinde başlayan bir ayet göndermesi  gerekirdi. Şu durumda yukarıdaki ayetler göz önüne alındığında,  insanlar  Allah’ın kulu mudur yoksa Hz Muhammed’in kulu mudur?

Şirk ve affetme çelişkisi
Bir önceki ayeti tekrar okuyarak başka bir çelişkiye geçiyorum.
Zümer 53: De ki: “Ey kendilerinin aleyhine aşırı giden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları affeder. Çünkü O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”
Nisa 116: Şüphesiz Allah kendisine ortak koşulmasını affetmez.  Bunun dışında dilediğini bağışlar. Allah´a ortak koşan, muhakkak ki, derin bir sapıklığa düşmüştür.
Allah eğer, şirki affetmeyecek ise neden Zümer 53’e “bütün günahları affeder” ifadesini yerleştirdi? Bu iki ayette çelişki olmaması için Zümer 53’de “Şirk dışındaki bütün günahları affeder” şeklinde olması gerekirdi ama önemli değil, Kur’an savunucuları, bu çelişkili ayetleri de kendilerince bir felsefe oluşturarak arzu ettikleri kılıflara uyduruyorlar.

Yaratılış çelişkisi
Alak 2: O, insanı bir kan pıhtısından yarattı.
Hicr 26: Andolsun, biz insanı kuru bir çamurdan, şekillendirilmiş bir balçıktan yarattık.
Kur’an’a göre insan neyden yaratıldı? Hangi ayet doğru?

Allah’ın muhtaçlığı çelişkisi
İhlâs 2: “Allah Samed’dir. (Her şey O’na muhtaçtır; O, hiçbir şeye muhtaç değildir.)”
 Muhammed 7: Ey iman edenler, eğer siz Allah´a yardım ederseniz O da size yardım eder ve ayaklarınızı kaydırmaz.
İhlâs suresi 2’inci ayette Allah’ın hiçbir şeye muhtaç olmadığı vurgulanırken Muhammed 7’de İman edenler eğer Allah’a yardım ederse Allah’ın da onlara yardım edeceği söylenip karşılıklı bir yardımlaşma ve işbirliği hali anlatılıyor. Muhammed suresi 7’inci ayette “Allah’a yardım” kısmı bir kısım çevirilerde “Allah’ın dinine yardım” şeklinde çevirilmişse de ayetin içinde “din” kelimesi yoktur. Yani açık bir şekilde kulun kendisini yaratan Allah’a yardım etmesinden bahseder. Eğer iddia edildiği gibi Allah’ın dinine yardım ima ediliyor olsa idi ayet “Allah’ın dinine” şeklinde ifade edilirdi. Bu iki ayet Hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah’ın kulunun yardımına muhtaç olması ile çelişmektedir.

Putlara küfür çelişkisi
En’âm 108: Onların Allah dışında yalvardıkları putlara sövmeyiniz ki, şaşkınlığa kapılarak körü körüne Allah´a sövmesinler. Böylece her ümmete davranış ve tutumlarını cazip gösterdik. Sonunda dönüşleri Rablerinedir, O onlara yaptıklarının içyüzünü bildirir.
Hac 30: Emir budur, Allah´in yasaklarına kim saygı gösterirse, bu, kendisi için Rabbinin katında şüphesiz hayırdır. Size bildirile gelenden başka bütün hayvanlar helal kılınmıştır. O halde o pis putlardan kaçının ve yalan sözden sakının.
Allah, En’âm 108’de Puta tapanların putlarına sövmeyin derken Hac 30’da putlardan kaçınılmasını emrederken bizzat kendisi  “Pis Putlar” demektedir.

İblis yani Şeytan Cin mi Melek mi çelişkisi
İblis Melek midir yoksa Cin midir?
Bakara 34: Hani meleklere, “Âdem için saygı ile eğilin” demiştik de İblis hariç bütün melekler hemen saygı ile eğilmişler, İblis (bundan) kaçınmış, büyüklük taslamış ve kâfirlerden olmuştu.
Kehf 50: Hani biz meleklere, “Âdem için saygı ile eğilin” demiştik de İblis’ten başka hepsi saygı ile eğilmişlerdi. İblis ise cinlerdendi de Rabbinin emri dışına çıktı. Şimdi siz, beni bırakıp da İblis’i ve neslini, kendinize dostlar mı ediniyorsunuz? Hâlbuki onlar sizin için birer düşmandırlar. Bu, zalimler için ne kötü bir bedeldir!
Kehf suresi 50’inci ayete göre İblis cinni bir varlık fakat Bakara 34’üncü ayette İblisin meleklerden birisi olduğu anlaşılıyor. Bu iki ayet arasındaki çelişki, çok bilindik bir çelişki olduğu için Bakara 34’te “İblis hariç bütün melekler” ifadesinin aslında “İblis cini hariç bütün melekler” şeklinde anlaşılması gerektiği iddiası hakimdir. Savunulan bu mantığa göre “Adem’e secde etme sürecinde melekler çoğunlukta idi ve iblis de dahil olmak üzere çok az bir cin topluluğu vardı ve hitap edilirken çoğunluk esas alınarak “Meleklere” şeklinde emir gönderildi veya cin olarak orada sadece  İblis vardı ve diğerleri tamamen Melek idi ve yine çoğunluk esas alınarak “Meleklere…” şeklinde hitap edildi”. Diye yapılan bu açıklamanın kabul edilmesi imkânsız çünkü eğer bu şekilde bir yaklaşımda bulunulmak gereği ortada olsa idi Allah, Bakara suresi 34’üncü ayette “Hani meleklere, Adem için saygıyla eğilin…” demek yerine “Hani meleklere ve bir kısım cinlere, Adem için saygıyla eğilin…” hitabını kullanırdı veya “Hani meleklere ve bir cin olan İblise, Adem için saygıyla eğilin…” şeklinde bir hitap kullanarak inananları şüphede koymazdı. Koskoca Allah, kafa karıştırıcı olabilecek bir durumu, kesin anlaşılır kelime ve cümle ile anlatmaktan yoksun değildir herhalde. Dolayısıyla eveleyip gevelemeye gerek yoktur, iki ayet bal gibi de bir biri ile çelişmektedir çünkü İblis cin midir melek midir belli değildir.

İlk Müslüman’ın kim olduğu çelişkisi
Üçüncü çelişki için Kur’an-ı Kerim’e, “İlk Müslüman kimdir?”  diye soru soruyorum.
En’âm 162: Ey Muhammed! De ki: “Şüphesiz benim namazım da, diğer ibadetlerim de, yaşamam da, ölümüm de âlemlerin Rabbi Allah içindir.”
En’âm 163: “O’nun hiçbir ortağı yoktur. İşte ben bununla  emrolundum. Ben müslümanların ilkiyim.”
Zümer 12: Bana, müslümanların ilki olmam da emredildi.
Âli İmrân 67: İbrahim, ne Yahudi idi, ne de Hıristiyan. Fakat o, hanif (Allah’ı bir tanıyan, hakka yönelen) bir müslümandı. Allah’a ortak koşanlardan da değildi.
Âli İmrân 52: İsa, onların inkârlarını sezince, “Allah yolunda yardımcılarım kim?” dedi. Havariler, “Biziz Allah yolunun yardımcıları. Allah’a iman ettik. Şahit ol, biz müslümanlarız” dediler.
Araf 143 : Musa tayin ettiğimiz özel vakitte gelip Rabbi O´na kelamiyle iltifatta bulununca: «Ey Rabbim, göster bana kendini, Sana bakayım.» dedi. O da buyurdu ki: «Beni katiyyen göremezsin, ancak dağa bak, eğer yerinde durursa demek beni görebileceksin» Derken Rabbi dağa tecelli buyurunca onu un ufra (toz duman) ediverdi. Musa da baygın düştü. Ayılınca: «Münezzehsin, Sana tevbe ile döndüm ve ben mü´minlerin ilkiyim.» dedi.   
İlk Müslüman  Enam 162, 163 ve Zümer 12’ye göre Hz Muhammed’dir.
İlk Müslüman Âli İmrân 67’ye göre Hz İbrahim’dir.
İlk Müslüman Âli İmrân 52’ye göre Hz İsa ya da onun havarileridir.
İlk Müslüman Araf 143’e göre Hz Musa’dır.
Enam 162 ve 163’te Hz Muhammed’in Müslüman’ların ilki olduğu belirtilmişse de diğer ayetlerde Hz İbrahim’in,  Hz Musa’nın ve diğerlerinin  Müslüman olduğunun belirtilmiş olması Hz Muhammed’i ilk Müslüman olmaktan men eder çünkü diğer Peygamberler,  Hz Muhammed’en çok daha önce yaşayıp ölmüşlerdir. İlâhiyatçılar bu çelişkiyi bildikleri için kendilerince bahaneler üretmişlerdir.
Bir ilâhiyatçının iddiasına göre Hz Muhammed, “Ben Müslümanların ilkiyim” derken Müslümanların en önde gideniyim en birincisiyim manasında söylüyormuş ki ayette böyle bir mana asla yoktur. İnanılan Allah, ayete böyle bir mana vermek isteseydi açık ve anlaşılır şekilde cümleler kurup:  “… takva ve iman yönünden bana O’ndan daha yakın bir Müslüman yoktur.  O, bütün Müslüman âleminin önderidir, takvada, imanda hepinizden ileride olandır” derdi. Kitabına  onca tarihi ayetleri tıkış tıkış dolduran bir Yaratıcı, anlaşılır  iki cümle fazladan yazmaya üşenmemiştir herhalde.
Diğer bazı ilâhiyatçıların iddiasına göre ise Hz Adem’den başlamak üzere kıyamete kadar sürecek olan zamanda Allah’a inanan herkes Müslüman kategorisine giriyormuş ve dolayısıyla her Peygamber kendi döneminin ilk Müslüman’ı oluyormuş. Bu sadece zorlama bir açıklama tarzıdır. Ayetlerin hiç birisinde bütün Peygamberlerin kendi devirlerinin Müslüman’ı olduğuna dair bir bilgi yoktur. Eğer Hz Muhammed için “Müslümanların ilki” ifadesi kullanılmasa idi ve sadece “O bir Müslüman idi” ifadesi kullanılsaydı  bu iddia doğru kabul edilir ve her Peygamber kendi devrinin Müslüman’ı olarak kabul edilirdi fakat Hz Muhammed için açıkça “Müslümanların ilki” ifadesi kullanılmış. Şu durumda ondan öncekilere de Kur’an Müslüman dediğine göre İlk Müslüman’ın Hz Muhammed olması mümkün değildir ve bu ayetler bir biri ile çelişir.

Cehennem menüsündeki çelişki
Cehennemdekiler acıkınca ne yiyecek?
Gâşiye 6: Onlar için kuru bir dikenden başka yiyecek de yoktur.
Duhan 43-44: Şüphesiz, zakkum ağacı, günahkârların yemeğidir.
Bu iki ayet, cehennem sakinlerinin yiyecekleri yemeklerle alakalıdır. Gaşiye 6’da cehennemdeki kişilerden için “Kuru diken onların yiyecekleridir” gibi bir ifade kullanılsaydı  belki Duhan 43-44’üncü ayetler ile çelişmeyebilirdi  fakat Gaşiye 6’da “…kuru dikenden başka yiyecek yoktur.” İfadesi cehennemde kuru dikenden başka hiçbir yiyecek olmadığını açıkça belirtir fakat Duhan 43 ve 44’te cehennem yiyeceği olarak bir de Zakkum ağacı olduğu belirtilmiş. Dolayısıyla Gaşiye6’daki “Kuru dikenden başka yiyecek yoktur” ifadesi iki ayeti bir biri ile çelişkili kılmaktadır. Sanki bu iki ayeti başka başka kişiler yazmıştır.

İnsanların ve cinlerin yaratılma nedenlerinin çelişkisi
İnsanlar ve cinler ne için yaratıldılar?
Zariyat 56: Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.
A’raf 179: Andolsun ki, cin ve insanlardan bir çoğunu cehennem için yarattık
Eğer A’raf 179’da “Bana kulluk etsinler diye yarattığım insanların ve cinlerin bir çoğu cehennemi tercih etti” gibi bir ifade olsa idi iki ayet çelişmezdi fakat iki ayette de insanı ve cini yaratan Allah. Yaratma sebebini belirten de Allah. Bu iki ayetten ne anlamalıyız? Allah insanları ve cinleri kendisine kulluk etsin diye mi yarattı yoksa cehennem için mi?

Farklı dinlerin imtihan çelişkisi
Maide 48: …Her birinize bir şeriat ve bir yol yöntem verdik. Allah dileseydi sizi tek bir ümmet yapardı. Fakat size verdikleriyle sizi denemek istedi…
Maide 51: Ey inananlar! Yahudi ve Hristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostlarıdırlar. Sizden kim onları dost edinirse, kuşkusuz o da onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğunu doğruya iletmez.
Allah, Kutsal kitabında, Maide 48’de, İnsanları denemek için (bazı çevirilerde imtihan için) farklı şeriat ve yollar verdiğini ve eğer dileseydi herkesi tek bir ümmet yapabileceğini söylüyor. Yani insanların bir kısmı Hristiyan, bir kısmı Müslüman ve bir kısmı da Yahudi ise bu Allah’ın isteği ya da kararı ile oluyor ve Allah Maide 51’de diyor ki “Yahudi ve Hristiyanları dost edinmeyin. Sizden kim onları dost edinirse, kuşkusuz o da onlardandır.” Bu nasıl bir çelişki? Madem Hristiyanların ve Yahudilerin dost edinilmemesi söyleniyor o zaman Allah neden insanların bir kısmını Hristiyan, bir kısmını Yahudi olarak ayırıyor? Allah, kulları ile dalga mı geçiyor?

İslâm dininde zorlama var mıdır yok mudur çelişkisi
İslâm dininde zorlama var mıdır? Ayetlerdeki ifadeler neyi anlatıyor?
Bakara 256: Dinde zorlama yoktur. Çünkü doğruluk sapıklıktan iyice ayrılmıştır. O hâlde, kim tâğûtu tanımayıp Allah’a inanırsa, kopmak bilmeyen sapasağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.
Yunus 99:  (Resûlüm!) Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin hepsi elbette iman ederlerdi. O halde sen, inanmaları için insanları zorlayacak mısın?
Bakara 193: Hiçbir zulüm ve baskı kalmayıncaya ve din yalnız Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Onlar savaşmaya son verecek olurlarsa, artık düşmanlık yalnız zalimlere karşıdır.
Bakara suresi 256’ıncı ayette “Dinde zorlama yoktur” derken Yunus 99’da “İnanmaları için insanları zorlayacak mısın” diyerek bunun yanlış olduğunu ima ediyor. Buna rağmen Bakara suresi 193’üncü ayette Din yalnız Allah’ın oluncaya kadar savaşılması emrolunuyor.
Bakara 193’te “Din yalnız Allah’ın oluncaya ” ifadesi hiç olmasa idi  ve geride sadece “Hiçbir zulüm ve baskı kalmayıncaya  kadar onlarla savaşın.” Cümlesi  olsaydı bunda hiçbir çelişki ve problem olmazdı fakat görüldüğü üzere Hiçbir baskı ve zulüm kalmayıncaya kadar savaşmak yeterli değil aynı zamanda Din yalnız Allah’ın da oluncaya kadar savaşılması gerekiyor.

İmanın sebebi çelişkisi
Bakara  257: Allah, iman edenlerin Velisi (dostu ve destekçisi)dir. Onları karanlıklardan nura çıkarır; inkar edenlerin velileri ise tağut'tur. Onları nurdan karanlıklara çıkarırlar. İşte onlar, ateşin halkıdırlar, onda süresiz kalacaklardır.
Hucurat  7: Ve bilin ki Allah'ın Resûlü içinizdedir. Eğer o, size birçok işlerde uysaydı, elbette sıkıntıya düşerdiniz. Ancak Allah size imanı sevdirdi, onu kalplerinizde süsleyip-çekici kıldı ve size inkarı, fıskı ve isyanı çirkin gösterdi. İşte onlar, doğru yolu bulmuş (irşad) olanlardır.
Nur  47: Onlar derler ki: "Allah'a ve elçisine iman ettik ve itaat ettik" sonra bunun ardından onlardan bir grup sırt çevirir. Bunlar iman etmiş değildirler.
Yunus 100: Allah’ın izni olmadıkça, hiçbir kimse iman edemez. Allah, azabı akıllarını (güzelce) kullanmayanlara verir.
Bu ayetler okunduğunda birincisi İman eden kişiyi Allah’ın aydınlığa çıkartacağını, ikincisi Allah’ın imanı insana sevdirip süsleyip çekici kıldığını inkârı çirkin gösterdiğini buna karşın üçüncüsü yani insana imanın süslü püslü göstertilip çekici kılınmasına rağmen bir gurup insanın imana karşı sırt çevirdiğini ki iman etmeyip  inkâr edenlerle ilgili bir sürü ayet var. Yani eğer iman etmek insana çekici ve süslü kılınsaydı istisnasız bütün insanlar iman ederdi ve dördüncü olarak Allah istemedikçe hiç kimsenin iman edemeyeceği anlatılıyor ve ayetin sonunda Allah’ın akıllarını kullanmayanlara azap verdiği belirtiliyor. İman etmek ile aklı kullanmak aynı ya da benzer şeyler midir? Bu ayeti okuyunca “inkâr edenler aklını kullanmayanlardır” sonucuna mı ulaşılıyor? Bu ayetler içinde bir sürü çelişki mevcuttur, çık şimdi işin içinden çıkabilirsen.

Peygamberleri kim öldürdü?
Bakara 87: Andolsun, Mûsâ’ya Kitab’ı (Tevrat’ı) verdik. Ondan sonra ard arda peygamberler gönderdik. Meryem oğlu İsa’ya mucizeler verdik. Onu Ruhu’l-Kudüs (Cebrail) ile destekledik. Size herhangi bir peygamber, hoşunuza gitmeyen bir şey getirdikçe, kibirlenip (onların) bir kısmını yalanlayıp bir kısmını da öldürmediniz mi?
Âli İmrân 145: Hiçbir kimse Allah’ın izni olmadan ölmez. Ölüm belirli bir süreye göre yazılmıştır. Kim dünya menfaatini isterse, kendisine ondan veririz. Kim de ahiret mükâfatını isterse, ona da ondan veririz. Biz şükredenleri mükâfatlandıracağız.
Bu iki ayet okunduğu zaman Peygamberleri insanlar mı öldürmüş oluyor yoksa Allah’mı öldürmüş oluyor? Tefsircilerin yorumuna göre bu iki ayette çelişki yok. Onların yorumuna göre olay şöyle cereyan ediyor: Herkesin belirli bir kader süresi varmış. O kader anı yani önceden hesaplanmış yaşam süresi dolunca Allah o insanın canını mutlaka alıyormuş. Kimilerinin ölümüne cinayet, kimilerininkine hastalık, kimisine kaza, kimisine de yaşlılık vesile oluyormuş. Daha özetle Allah Bakara 87’de diyormuş ki: “Benim  elçilerimin  hastalıktan ya da yaşlılıktan dolayı canlarını tam alacağım zamanda niye onlara hançer sapladınız, niye darbe indirdiniz? Niye ölüm sebeplerini cinayet yaptınız?  Ben zaten canlarını alacaktım, zaten size ayak bağı olmayacaklardı. İşin içine niye siz de karışıp katil oldunuz, bak şimdi herkes bu can almaları sizden biliyor üstelik  cehennemlik de oldunuz.

Çelişkili ayetlerin bir kısmını paylaştım. Konunun başında paylaştığım Nisa suresi 82’inci ayeti tekrar okuyalım:
Nisa 82: Onlar hâlâ Kur´an´ı  gereği  gibi düşünüp anlamaya çalışmazlar mı? Eğer o Allah´tan başkası tarafından indirilmiş  olsaydı mutlaka onda birçok çelişkiler bulurlardı.
Ayeti tekrardan okuduk. Neymiş? Eğer Kur’an, Allah’tan başkası tarafından indirilmiş olsaymış mutlaka onda bir çok çelişkiler bulunurmuş. Çelişkiler bulundu mu? O halde “Kur’an, Allah’tan başkası tarafından indirilmiştir” diyebilir miyiz ne dersiniz?

KUR'AN'IN İLK EMRİ OKU!

Yazan: Kainatta Toz Zerresi
KTZ, din, Kur'an'ın ilk emri, Kur'an'daki eksikler, Kur'andaki çelişkiler, islamiyet, İslami yorumlar, Kur'an mealleri,

Kur’an’ın İlk Emri OKU!

Kur’an-ı Kerim’in ilk Suresi ve ilk emri:
Alak Suresi 1’inci ayet: Yaratan rabbinin adıyla oku!
Kimilerine göre kitap okumak, kimilerine göre kutsal kitaba akıl erdirmek ve kafa yormak, kimilerine göre ortada henüz kitap olmadığı için “oku” değil  Yaratan rabbinin adıyla “Söyle”  manasına gelen “İkra”.

Türkiye’de kaç Müslüman var? Bütün Müslüman kardeşlerimiz, hepiniz okuyun. İnandığınız dinin kutsal kitabı Kur’an-ı Kerim’i kaç kez anlayabileceğiniz bir dille okudunuz? Şöyle başından sonuna kadar, ders çalışır gibi not alarak, akıl erdirerek.
“…Düşünmüyor musunuz?...”
“…Hiç akıl erdirmez misiniz?...”

Kur’an-ı Kerim’in bir çok ayetinde geçen düşünmek ve akıl erdirmek ile ilgili onca cümle varken siz hâlâ, “Kur’an-ı Kerim’i anlamak herkesin harcı değil, O mukaddes kitabı ancak Âlimler, İlâhiyatçılar anlar, bizlere anlatır” inancıyla mı yaşıyorsunuz? Adının Allah olduğuna inandığınız ya da inandırıldığınız İlah, Müslümanlara “…düşünmez misiniz, akıl erdirmez misiniz?...” sözlerini, sadece Âlimlere, Peygamberlere, İlâhiyatçılara hacılara hocalara mı göndermiş? Eğer bu cümleler sadece Âlimlere gönderildi ise sizin korkacak bir şeyiniz yok. Ne yaparsanız yapın, ne günahı işlerseniz işleyin cennetliksiniz, yani Kur’an’ın emir ve yasaklarından  muhafsınız. Ya da inandığınız hoca size nasıl bilgiler veriyorsa o bilgilerle yükümlüsünüz. Yok eğer hepiniz kutsal kitabınızı okuyup anlamakla sorumlu iseniz yani bu akıl erdirme ile ilgili cümleler herkese gönderilmiş ise sen ne yapıyorsun?

Kutsal kitabın olan Kur’an-ı Kerim’i kaç kez okudun Türkçe meali ile? Nasıl okuyorsun peki?
Kur’an-ı Kerim’i okumak sevaptır, kutsaldır”  deyip mevlüt okur gibi düşünmeden dümdüz mü okuyorsun?

Yoksa “bana Kur’an-ı Kerim’i okumak emredilmiştir, ömrümde bir kez bile olsa şu Kutsal kitabı başından sonuna kadar bir okuyum da Müslümanlık görevimi yerine getireyim, üstümdeki şu yük de kalksın” niyeti ile mi okuyorsun?

Sana doğuştan öğretilen bir dini, hakkını vererek öğrenmeden iman ediyorsun, inanıyorsun, aslında inandırılıyorsun farkında mısın? Aklını kullanmıyor musun? Hakkında çok fazla bir şey bilmediğin belki de hiç bilmediğin ve sana birilerinin “bu böyledir” diye öğrettiği bir şeylere dayanarak içinde sağlam bir inanç oluşturulmuş. Bu senin beyninde  bir şeyler uyandırmıyor mu? Hıristiyan, Yahudi, Hindu ve Budist olanlar da senin gibi dini bütün bir dindar olarak yetiştiriliyorlar. Bir çoğu kendi kitapları ya da dinleri hakkında hiçbir şey bilmeden inandırılıyorlar. Şu an bir Müslüman ailede değil de bir Yahudi ailesinde doğmuş olsa idin dinini sonuna kadar savunan bir Yahudi olacaktın? Yani Maide Suresi 51’inci ayette yazdığı üzere “…Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin…” denilenlerden olacaktın. Bunu hiç düşünmedin mi? Senin inandığın ve adının Allah olduğuna inandırıldığın İlâh,  Maide 48’inci ayette “Allah dileseydi sizi tek bir ümmet yapardı. Fakat size verdikleriyle sizi denemek istedi” derken Maide 51’de “Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin” derken ne demek istiyor hiç düşündün mü? Araştırdın mı? Yani bütün Hıristiyanlar ve Yahudiler şu an Allah’ın imtihanındalar. O imtihanda olan Yahudi ve Hıristiyanlardan kaç tanesi Müslüman oldu? Onların Müslümanlığa geçebilmesi için dünya Müslümanlarına baktıklarında nasıl bir sebep görüyorsun? Böyle bir imtihanın adaletini hiç düşündün mü? Nasıl adalet bu?

Kamer suresi 17 nci ve 22 nci ayette “Andolsun ki Kur’an’ı düşünülsün diye kolaylaştırdık. Düşünecek yok mu?” derken milyonlarca insanın akıl erdiremediği Kur’an’a yönelik binlerce soruyu hacılara hocalara, İslâm âlimlerine neden sormak zorunda kaldıklarını düşünmedin mi hiç? Bu nasıl kolaylaştırma, hiç aklını kullanmadın mı? Biz ilâhiyatçı olmayanların aklı ermiyorsa bile bu kolaylaştırılan kutsal kitap ayetlerinin tefsiri söz konusu olduğunda neden o kadar okuyup üfürmüş olan İlâhiyatçılar âlimler bir biri ile ittifak yapıp aynı görüşü paylaşamıyor? Hiç düşünmüyor musun bunları?

İnandırıldığın ilâh, dost edinmeyin dediği Hıristiyan ve Yahudileri, bugün dünyanın yöneticileri konumuna getirip de Müslüman alemini de açlıktan sefaletten sürünen ve adeta Hıristiyan aleminin kölesi  haline sokan bir dünya düzenine nasıl müsaade ediyor hiç mi düşünmüyorsun?
Müslüman ülkeler başta olmak üzere bugün dünyadaki bir çok kadın koca şiddetinden hayatını kaybederken, bu şiddete şahitlik eden çoluk çocuk, alt üst olmuş psikolojileriyle  berbat bir hayat yaşarken adının Allah olduğuna inandırıldığın İlâh,  kocasından dayak yiyen ve kimisi de bu dayakla hayatını kaybeden milyonlarca kadına yardım için “Kadınlara asla şiddet uygulamayınız” gibi bir ayeti,  bir tanecik ayeti niye göndermemiş hiç düşünmedin mi? İnandırıldığın Allah, çocuğunun gözü önünde dayak yiyen anneyi korumak için bir ayeti bile çok görürken Maşallah Ahzab suresi 50’inci ayetinde biricik Peygamberine hangi kadınların helal olduğunu anlatmak için en ince ayrıntısına kadar tarif etmiş, bu seni düşündürmüyor mu?  İnandırıldığın İlâhın, kadına ve çocuğa yönelik şiddeti önleyici tek bir ayeti bile göndermediğini ama buna karşın Nisa suresi 34 üncü ayette “…baş kaldırmasından endişe ettiğiniz kadınlara öğüt verin, onları yataklarda yalnız bırakın ve onları dövün…” emrini, milyonlarca erkeğin gönül rahatlığıyla ve sorunsuzca uyguladığını görmüyor musun? Bırak bizim İlahiyatçılarımızın “o kelime dövmek değil, evden göndermek anlamındadır” açıklamalarını kardeşim. Koskoca bir ilâh yaaaa, kâinatın en muhteşem zekâsı olduğuna inandığın bir ilâh, bu kadar önemli bir konuda hangi kelimeyi ayetine yazacağını ve o kelimenin nasıl anlaşılacağını düşünemedi de bizim İlâhiyatçılar mı fark etti? İnandığın İlâh bu kadar mı düşüncesiz, bu kadar mı geleceği görme yetisinden uzak?

Hayır hayır, İslâm böyle bir din değil, İslâmı yanlış yorumluyorlar… Siz de yanlış yorumluyorsunuz, bile bile ayetleri cımbızlayıp çarpıtıyorsunuz, iftira atıyorsunuz” diye naralar atıyorsun, sosyal medyalarda yorumlar yapıyorsun. Madem İslâm böyle bir din değil, sen bu ayetlerin doğrusunu araştır, öğret bize kardeşim, biz de öğrenelim. Allah, kadından iki kat güce sahip olan ve kadına kuvvetli bir tokadında, kadının beyninde kanama gerçekleştirebilecek güce sahip olan erkeğe hangi ayetinde “kadına vurma, kadına çocuğa şiddet uygulama” ayeti göndermiş, oku bana da öğret, aydınlat beni. Aydınlat ki, karısını döven en cahil adam bile okuduğunda hemen anlayabilsin karısını dövemeyeceğini. Ben de öğreneyim ve diyeyim ki “Aaaaa, gerçekten de ben İslâmı yanlış öğrenmişim, karısına tokadı indiren adama bu dünyada Allah’ın verdiği bir ceza hükmü olduğu gibi  öte dünyada da o adamın yatacak yeri yok, Kur’an’da yazıyor, falanca alim söylememiş filanca halife söylememiş bizzat kadını yaratan Allah söylemiş ” diyeyim.
Ülkemizde son yıllarda şahit olduğumuz ağaç katliamı, hiç ulaşmadığı seviyeye ulaştı. Yangınların bile neden çıktığını bilmeyen yok. Binlerce zeytin ağacı katledildi. Bazılarınız “Bunlar gerçek Müslüman değiller” naraları atmaya devam etsin. Hadi sizinle birlikte bir kampanya başlatalım. Hele şu Arap şeyhlerine peşkeş çekilen ağaçlık  alanları koruma altına almak için lüzumsuz ağaç katliamını önlemek için yazılmış olan Kur’an ayetini bulup sosyal medyada paylaşalım ne dersiniz? Peygamberin “kıyametin kopacağını bilseniz bir fidan dikiniz” hadisinden bahsetmiyorum. Bunca kâinatı, gezegeni ve bu gezegende hem insanlar hem de hayvanlar için inanılmaz öneme sahip olan ağaçları yaratan koskoca ilâh,  yarattığı bu kadar ağacı korumak için bir ayet göndermiş olmalı değil mi? 6000 sayfalık kitapta onca ayeti tekrar tekrar yazdırırken ağaç katliamını önleyen bir tanecik ayeti göndermiştir herhalde. Haydi Müslüman kardeşim, bul o ayeti de ağaçlık arazileri üç kuruş paraya peşkeş çeken  bürokratlara ver Allah’ın cevabını. Ney? Yoksa Allah, kendi yarattığı ağaçların korunmasına ya da sayılarının muhafaza edilmesine yönelik tedbir amaçlı dahi olsa ayet göndermemiş mi? Nasıl olur? Senin bahçeli bir evin olsa ve kiraya versen, kira sözleşmesine yazmaz mısın, “bahçedeki ağaçların bakımının sağlanması, eve düzgün bakılması gibi” anlaşma şartlarını yazmaz mısın? Koskoca bir ilâh yarattığı kuşların ve bir çok hayvanın tek yuvasının, insanların adeta akciğeri görevi gören bu eşsiz canlıların, müteahhitlerin hırsı uğruna hor görülmesini önlemek için bir ayet dahi göndermez mi? Adının Allah olduğuna inandırıldığın İlâh bu kadar mı fikirsiz, bu kadar mı aciz? Yoksa yorumlarını izlediğin İlâhiyatçıların Allah’ın kolaylaştırdığını söylediği kitaptan ağaç katliamının önlenmesi için gereken sonucun çıkartılmasına yönelik sana hiç ilgisi alakası olmayan bir sürü ayet okuyup matematikteki olasılık hesabı yapar gibi dolaylı yollardan sonuç çıkartacağın bir yol mu tarif edecekler? Aklını kullanmıyor musun Müslüman kardeşim?

Bugün İslâm dünyası bir sürü dini cemaate ve tarikata ayrılmış durumda ve üstelik hepsi de bir biri ile kavgalı ve hiç birisi bir birini sevmiyor. Birinin gittiği camiye öteki sınıf Müslüman gitmiyor. Dahası bu dini sınıflar, cemaatler ve tarikatların büyük kısmı bir birlerini kesip işkence ederek öldürüyorlar. Adının Allah olduğuna inandırıldığın İlâh, Maide suresi 38’inci ayette hırsızlık eden kadın ve erkeğin ellerinin kesilmesini emrederken bugün sırf alevi diye Allah’a inanan, tekrar ediyorum Allah’a inanan bir kızcağızın ırzına geçip onu öldüren ve kendine Müslüman diyen mahlukatların çükünün kesilmesini emreden bir ayet göndermiş mi? Okudun mu kutsal kitabını? İnandırıldığın ilâhtan geldiği söylenen kutsal kitabın adaletini araştırdın mı hiç? Yoksa sen bu dine inandırılırken bu dünyada hesabı görülmeyen bir çok şeyin hiç görmediğimiz öte aleme bırakıldığını mı anlattılar sana? Belki de doğrudur Müslüman kardeşim. Bugün ultra lüks bir Müslüman dindar ailesinde doğan bir erkek, lüks içinde yaşarken, bol parası ile de fakirlere bol bol yardımda bulunup bol bol sevaba girecek. Sen ise senin Allah’ının imtihan için verdiği fakir fukara hayatı içinde debelenirken bırak birilerine maddi manevi yardımda bulunarak sevaba girmeyi, aileni geçindirmek için gününün 12-13 saatini düşük ücretle çalışıp eve yorgun argın gelip uyuya kaldıktan sonra ve hayatını bu şekilde geçirdikten sonra ömrün tamamlanacak ve öte aleme gittiğinizde, dünya hayatında ultra zengin yaşayan Müslüman kardeşin ile fakir fukara hayatı yaşayan sen, cennetin hangi köşesine yerleştirileceksiniz? Belki de o zengin kardeşin, bol parasıyla çok insana ve aileye yardımda bulunduğu için, binlerce ailenin evine ekmek götürdüğü bir iş potansiyeli sağladığı ve bunu devam ettirdiği için yani o ultra lüks ailenin kucağında doğduğu için cennetin daha güzel yerine yerleştirilecek. Sen sadece ailenin karnını doyurup çocuk yetiştirebildin. Parayı kötü amaçlar için ve sadece çıkarı için kullanan zenginler de var fakat iyi kalpli bir zengin Müslüman adam ile iyi kalpli fakir Müslüman adam aynı sevabı işleyebilir mi? Düşündün mü hiç? Belki diyeceksin ki, o zengin kişinin işleyeceği sevapla benim işleyebileceğim sevap Allah katında aynıdır. Olabilir. Bir zenginin parasal durumuna göre 50 kişiye yardımda bulunması ile senin sadece aileni geçindirmen Allah katında belki de aynı hesaba geliyordur. Sen böyle devam et. Zengin Müslüman kardeşim de böyle devam etsin. Hiç görmediğimiz öte aleme gittiğinizde, aynı cennet katına yerleşirsiniz. İkinizin arasındaki tek fark ise dünya hayatı içinde senin fakirlikle cebelleşmen, zengin Müslüman kardeşinin ise dünya hayatı içinde bol para ile lüks ve sefa içinde yaşamış olması olur. Ya inandığın din gerçek değil ise. Öte aleme gittiğinizde seni hiç inanmadığın, haberdar olmadığın bir durum karşılayacaksa, zengin Müslüman kardeşin ile senin arandaki fark ne kadar olacak biliyor musun? Dünyalar kadar. Sen boş vakitlerini dinlenerek geçirmek yerine, ek iş yaparak, biraz daha para kazanmak için çareler arayıp hamallık yaparak geçirirken zengin arkadaşın boş zamanlarını, lüks tatil beldelerinde şezlonglara uzanarak geçirdi. Dünyanın en güzel şehirlerini gezdi. Tatmadığı lezzet kalmadı. Sen ise sefalet içinde süründün ve bu sefalete “haksızlık” veya “eşitsizlik” veya “adaletsizlik” deyip bu düzeni değiştirmek için, en azından çocukların ya da torunların için bu düzeni değiştirmek için bir şeyler yapmak yerine “kaderim, imtihanım bu” deyip öylece yaşantına devam ettin. Zengin insanların küfre düşmeleri, şeytana hizmet etmeleri daha kolay, onların durumu daha kritik değil mi? O kadar para ile şımarabilirler. Ya fakir insanlar? Fakir insanların da cehalete saplanmaları ya da o parasızlık içinde sırf para kazanmak için ahlâksızca ve insanlık dışı işlere girişmeleri kolay değil mi? Hele bir de ergen çocuklarınız varsa!  Şu durumda fakirin yoldan çıkması, zenginin yoldan çıkmasından daha mı zor? Düşünmüyor musun Müslüman kardeşim bunları? Kur’an’ın değimiyle akletmezmisin? Bu imtihan saçmalığını sana neden yutturmaya çalışıyorlar farkında değil misin?

İnandığın kutsal kitabın yarıdan fazlası geçmiş peygamberlerin yaşantısını anlatıyor. “…Onlar şöyle şöyle yaptılar, biz de onlara karşı şöyle şöyle yaptık. Onlara şunu şunu dedik. Onlar da bize şöyle dediler, sırt çevirdiler. Onlar Peygamberimize şunu şöyle dediler biz de Peygambere dedik ki onlara şöyle söyle, yapmazlarsa onların hesabını bize bırak dedik… Şunu dedik, bunu dedik, şöyle yaptık, böyle yaptık…” Müslüman kardeşim, dost edinmemeniz emredilen milletler bugün hem yazılımda hem robotik teknolojide hem ilaç üretiminde hem enerji kaynaklarının kullanılmasında ve hem dahası… dünyayı değiştiren yöneten geliştiren işlerle meşgulken sen inandığın kutsal kitabının yarıdan fazlasını meşgul eden ve şu an hiç birimizin bir yarasına merhem olmayan tarihi olayları “…şu şunu yaptı, bu bunu yaptı, biz de böyle böyle yaptık…” gibi mahalle dedikodusu anlatır gibi, masal anlatır gibi anlatan bir kitapla zaman geçirip kafa yoracaksın, anlamaya çalışacaksın. Akletmiyor musun? Hâlâ mı sorgulamayacaksın?

Seni anlıyorum. Ben de bir zamanlar senin gibiydim. Anamdan, babamdan, atamdan öyle gördüm. Okullardaki  öğretmenlerimizin çoğu ise tam bir dinci idi. Dindar demiyorum bile dinci. Benim de beynime öyle kazınmıştı. “İslâm yer yüzünün tek gerçek dini. Yobazlar bizim dinimizi kirletiyorlar” inancı sapasağlam oturmuştu beynime. Eninde sonunda sen de göreceksin gerçeği. 1400 yıl öncesinin çöl Araplarının hayalleri ve arzuları ile kurulmuş olan cennet ayetlerini okuyacaksın ve yine o dönem Araplarının geleneklerine uygun şekilde yazılmış olan Kur’an ayetlerini şu zamanın medeniyetine uyarlamaya ve ardından kafanda oluşan soru işaretlerine cevap armaya başlayacaksın. Nisa 34 üncü ayette bir erkeğin maddi açıdan karısına baktığı için karısından bir derece üstün olduğu belirtilen cümleyi okuduktan sonra bu çağda çalışma hayatının içinde olan kadınların Kur’an’daki yerini, hukukunu bulmaya çalışacaksın, bulamayacaksın. Ve ardından kadınların çalışmasını istemeyen ve bunun dine, Kur’an’a aykırı olduğunu haykıran onca İslâm ülkesine, Kur’an’dan verecek bir cevap ayeti olmadığını göreceksin. İşte o Arap ülkelerini cehaletle suçlayacak delilleri, kutsal kitabında bulamayacaksın. Bizler de bulamadık çünkü.

Okul yıllarından itibaren sana Türklerin geçmişte Talas savaşı sırasında  Araplara yardım ettiğini daha sonra da kültür ve inanç benzerliği nedeni ile Türklerin kendi rızası ile Müslümanlığa geçtiği masalını okudular. Şu an, senin göreneklerine ve dini inancına benzer bir toplulukla dost olsan, onların dinine geçer misin, güzel kardeşim. Niye Türkler Arapların dinini seçmiş de Araplar, biz Türklerin dinini seçmemiş? Biz Türklerin nasıl Müslüman yapıldığının hikâyesini araştırdın mı Müslüman kardeşim? Gözü kara ve adet göreneklerine, dinine aşırı bağlı bir Türk topluluğundan bahsediyoruz. Bizim Tarihsel kökenimizde gelenek ve göreneklerimize ve dinimize ne kadar bağlı olduğumuzu bilmeyen var mı? Özüne, dinine bu kadar bağlı  bir gurup atamız Araplara bir savaş sırasında yardım etmiş de ardından kendi dinini bırakmış ve Arabın dinini kabul edivermiş. Aklınızı kullanmıyor musunuz? Tarihi nereden okuyup nereden öğreniyorsunuz? İkra, oku, söyle!
Onca internet sitesi, video paylaşım sitesi, kulaktan dolma dini bilgilerle ve bebeklikten itibaren inandırılmış bir dini savunma sistemi ile yüzbinlerce dindarın yorumlarını yayınlıyor. Bu yorum yazanlarınızın çoğu, dinsiz olan insanlara Kur’an’ı okuyup araştırmalarını ve 6000 sayfalık kitabın ayetlerini cımbız ile seçerek bir şeylerin çarpıtıldığını iddia ediyor. O yorumları yazan dindar kardeşlerimiz, siz bize öğütlediğiniz kutsal kitabınızı bizzat kendiniz okudunuz mu? Bütün sayfalarını teker teker akıl süzgecinizden geçirdiniz mi? Biz okuduk hem de kaç defa! İkra! Siz de okuyun, siz de akledin.

Eğitime önem veren ve milli kaynaklarının çoğunluğunu eğitime harcayan ülkelerin vatandaşları, statüsü yüksek işlerde çalışıp bol para kazanıp yıllık tatillerinde dünyayı dolaşırken o ülkelerin tuvaletlerini, sokaklarını temizleyip çöp toplamak gibi ayak işlerini yaptırmak için gelişmemiş ülkelerin insanlarını göçmen olarak ülkelerine çağırıyorlar. Ayak işlerini yapan işçilerin çoğunluğu Müslüman. Adının Allah olduğuna inandırıldığın İlâhın, kendisine inanan bu kullarının durumuna ne diyor sence? Geleceği gören bir İlâh, bu günleri de hesap edip, eğitimin önemi ile ilgili ya da çocukların eğitim alması ile ilgili bir tek ayet bile göndermeyen İlâhının sana gönderdiğini düşündüğün kitabı aklederek okumadın mı hiç? Yoksa herkesin dilinde dolaşan “Allah, Kur’an’da bir çok bilimsel ayet indirmiştir” nakaratını mı söyleyeceksin. O zaman bu gün şöyle bir şey yap. O bilimsel dediğin ayetlerin hepsini bul, oku bakalım, ne anlayacaksın? O bilimsel dediğin ayetler, bilim dünyasına ne kazandırmış, bilim adamlarının hangi icadı bulmasını sağlamış bir düşün. Ya da o bilimsel dediğin bilgileri, İslâmiyetten binlerce yıl önce hangi kavimler keşfedip kullanmış bir de bunu araştır ve ardından bana bir Kur’an ayeti göster: “Ey iman edenler, ilimde bilimde yarışınız” gibi bir ayet yok mu? İnandığınız Allah, “Takvada yarışınız” diye ayet göndermiş. Yani bana kulluk ve ibadet konusunda yarışınız demeyi hiç unutmamış ama “Benim yarattığım kâinatın yasalarını öğrenin, ilminizi biliminizi geliştirin” gibi şu dönem Müslümanları için hayati öneme sahip olacak bir ayeti göndermeyi akıl edememiş Müslüman kardeşlerim. Sizler de bunları hiç akletmezmisiniz? Düşünmez misiniz?

Kur’an’da “kadınlara tecavüz etmeyin, onlarla zorla cinsel ilişkiye girmeyin, çocuklarla cinsel ilişkiye girmeyin” gibi uyarılar yoktur dediğimiz zaman hemen kükremeye başlıyorsunuz.  “6000 sayfalık Kur’an’ı okumuyorsunuz, dininizi Tv’lerden, kendine hoca diyen sahtekârlardan öğreniyorsunuz” açıklamasına sığınıyorsunuz. Siz okudunuz mu 6000 sayfalık kutsal kitabınızı? Hadi bize göstertin kadınların çocukların cinsel istismara uğramasını kesinlikle ve açık bir dille yasaklayan ayetleri. Biz cahilsek bulun bu ayetleri de bize öğretin Müslüman kardeşlerimiz. Ananızı, kızınızı, karınızı, bacınızı, çoluğunuzu çocuğunuzu  sağdan soldan sakındığınız kadar sakınıyorsunuz başlarına bir şey gelmesin diye Müslüman kardeşlerimiz. Bu kadar korktuğunuz bir cinsel saldırıyı engellemek için adının Allah olduğuna inandırıldığınız bir İlâh bu konuda hangi ayetleri göndermiş bilmiyor musunuz? Zinadan bahsetmiyorum, cinsel saldırıdan bahsediyorum. Hadi bize o ayetleri okuyun da öğretin. Apaçık bir ayet olmalı ama. Öyle evelemeli, gevelemeli, anlamı farklı şeylere de yorulabilecek bir ayetten bahsetmiyorum. Okuma yazması olmayan birisine bile okuduğunuzda şakkadanak hemen anlamalı.

Söyleyecek daha çok şey var aslında. Herhangi bir sosyal ortama girip sohbet etmeye başlıyorsun. Konu dine geliyor ve herkesin ağzında aynı cümleler, aynı nakaratlar, tıpkı değişmeyen telefon melodisi gibi, “Doğru tercümeyi bulmak lâzım, işte o cahil Araplar var ya İslâm dinini mahfeden onlar, biz dinimizin doğrusunu yaşıyoruz” gibi klişeleşmiş sözleri kullanmaktan ileri gitmeyen ondan sonra da yerinden kalkıp “Şükür Allah” çektikten sonra cebinde taşıdığı Arapça Kur’an’ı, hiç anlamını bilmediği Arapça okunuşu ile okuyan bir sürü Müslüman. Kimisi annemiz, kimisi komşumuz, kimisi arkadaş kimisi de akraba. Kur’an ayetleri ile ilgili gram bilgisi olmamasına rağmen karşısında birisi “Ben Allah’a inanmıyorum” dese, üstüne atlamaya hazır ve kendisini çok bilgili zanneden ateşli Müslüman topluluğu! Bu Müslüman topluluğunun inandığı Kutsal kitabın ise en önemli ihtiyacı okunmak! Anlaşılır şekilde ve hazmedilerek okunmak sadece.