HABERLER
Dini Haber
din ve mitoloji etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
din ve mitoloji etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

AHURA MAZDA'NIN İLAHİ KRALI CEMŞİD

Hazırlayan: A.Kara


AHURA MAZDA'NIN YOLDAN ÇIKAN SEÇİLMİŞ KRALI CEMŞİD

İron'ın mitolojik karakterlerinden biri olan Cemşid, Firdevsi'nin Şehname adlı eserine göre Keyânîler'den önceki krallık olan Pişdadiler hanedanının dördüncü kralıdır.

Asıl adı "Cem" olan bu karakterin güzel yüzlü olmasından ötürü "Şid" yani "ışık" lakabını aldığı belirtilir. Bu figür Avesta dilinde ışıltılı, ışık anlamlarına gelen Yima (-Kshaeta) adıyla görülür ve Zerdüşt yazıtlarında "Cemşid" adının da buradan türetildiği (örneğin Yasht 19, Vendidad 2) belirtilmiştir.

Cemşid, hala İran'ın çevresindeki bölgelerde popüler olan ortak bir İranlı ve Zerdüşt erkek adı olmaya devam etmektedir. Edward FitzGerald, ismin çevirisini biraz farklı yaptıysa da İran'ın doğu bölgelerinde, Orta Asya'da ve Hindistan alt kıtasının Zerdüştleri tarafından Cemşid olarak çevrilmiştir.

Zerdüşt dininin her şeyi bilen yaratıcısı Ahura Mazda, Avesta'nın ikinci bölümü olan Vendidad'da iyi bir çoban olan Yima'dan onun yasalarını alıp insanlara iletmesini ister. Ancak Yima reddedince Ahura Mazda ona farklı ve daha ağır bir görev yükler: Bu da canlıların geliştiğini görebilmesi için dünyayı yönetip beslemektir. Yima bu görevi kabul eder ve Ahura Mazda ona altın bir mühür ve altınla işlenmiş bir hançer sunar.

Yima üç yüz yıl boyunca kral olarak hüküm sürer ve dünya insanlarla, kuş ve hayvan sürüleri ile dolar. Fakat hükümdarlığı süresince kötü güç Ahriman'ın şeytani hizmetkârları olan devaları servetinden, topluluk ve itibarından mahrum bırakır. İyi insanlar bolluk bereket içinde yaşar ve ne hasta olur ne de yaşlanırlar. Her biri on beş yaşından büyük görünmeyen baba ve oğul birlikte yürürler. Ahura Mazda bir kez daha ziyaret ederek onu aşırı nüfus konusunda uyarır. Işıkla parıldayan Yima yüzünü güneye doğru çevirir, altın mührü toprağa bastırır ve hançeriyle onu delip geçerken şöyle der "Ey Spenta Armaiti, hayvan sürülerini ve toplulukları taşımak için kibarca birbirinden ayrı bölgelere açıl ve uzaklara uzan, genişle".

Aynı sorun bir kez daha meydana gelmeden önce dünya kabarır ve Yima altı yüz yıl daha hüküm sürer. Yima bir kez daha mührü ve hançeri toprağa bastırır ve yeryüzünün daha fazla insanı ve hayvanı taşıyacak şekilde kabarıp genişlemesini ister ve dünya yeniden şişer. Dokuz yüzyıl sonra dünya yeniden dolar, aynı çözüm kullanılır ve toprak tekrar şişer.

Hikayenin bir sonraki bölümü, Ahura Mazda ve Yazataların "mükemmel topraklar" ın ilki olan Airyanem Vaejah'da buluşmasını anlatır. Yima burada "ölümlülerin en iyileri" grubuna katılırken Ahura Mazda onu yaklaşan bir felaket konusunda uyarır: "Ey güzel Yima, Vivaŋhat'ın oğlu! Maddi dünyaya kötü kışlar düşmek üzere, bu şiddetli olacak, dağların en yüksek tepelerindeki bir arədvi bile olsan ölümcül don ile maddi dünyanın üzerine kötü kışlar düşmek üzere, bu kar tanelerini kalınlaştıracak. "

Ahura Mazda bu uyarısından sonra Yima'ya iki mil (3 km) uzunluğunda ve iki mil (3 km) genişliğinde çok katlı, mağara şeklinde bir Vara (Avesta dilinde: muhafaza/korunaklı yer) yapmasını tavsiye eder. Bu sığınak, en güçlü, sağlıklı erkek ve kadınlarla, her hayvan, kuş ve bitkiden çift olacak şekilde doldurulur ve önceki yaz toplanan yiyecek ve sular da burada depolanır. Yima, toprağı ezerek bir ayağının damgası yani iziyle tıpkı bir çömlekçinin kil yaptığı gibi onu şekillendirip yoğurarak Vara'yı yaratır. Sokakları ve binaları yaratır ve orada 2.000'e yakın insanı yaşatır. Karanlığı engellemek için bu korunak içinde yapay ışık yaratır ve sonunda Vara'yı altın bir yüzük ile mühürler.

Fakat zaman geçtikçe Avesta'nın söz konusu kahramanı Yima, Pers mitolojisinin dünyayı yöneten karakteri Cemşid'e dönüşür ve inanışa göre onun Cam-i Cem adında sihirli, ölümsüzlük iksiriyle dolu ve evreni gözlemlemesine izin veren yedi halkalı bir bardağı vardır.

Firdevsi'nin Şehname'sine göre dünyanın dördüncü kralı olan Cemşid dünyanın tüm melek ve şeytanlarına hükmediyordu ve Hürmüz'ün (Bir dönem İranlılarının Ahura Mazda'sı) hem kralı hem de baş rahibiydi. Zırh ve silah imalatı, keten, ipek ve yünlü giysilerin dokunması ve boyanması, tuğladan ev inşası, mücevher ve değerli metal işçiliği, parfüm ve şarap yapımı, tıp sanatı ve yelkenli gemilerin seyri konusunda rehberlik etmek gibi halkı için hayatı daha güvenli kılan pek çok icattan sorumluydu. Zerdüştlerin giydiği dini kıyafet olan südre ve bağladıkları kusti adlı kuşak Cemşid'e atfedilir.

Cemşid insanları 4 gruba ayırır:
  1. Hürmüz'e ibadet eden rahipler
  2. Kollarının gücüyle halkı koruyan savaşçılar
  3. İnsanları besleyen, tahılı yetiştiren çiftçiler
  4. Halkın rahatlığı ve keyfi için ürünler üreten zanaatkarlar

Cemşid artık dünyanın tanıdığı en büyük hükümdar haline gelir. Kendisine ilahi lütufla onun için yanıp tutuşan, göz alıcı bir ihtişamı olan kraliyet bahşedilir. Fakat Cemşid bulunduğu büyük ve güçlü konumu beğenmeyerek yükseklere çıkmak ister ve mücevherlerle kaplı bir taht yaptırır. Eğer isterse devler tahtını kaldırarak göklere kadar çıkarır.
Bir gün bu tahtın üzerine oturur ve ona hizmet eden devler tahtı yukarı kaldırdığında Cemşid havanın ortasında parlayan güneş gibi oturur. Dünyanın bütün halkları onun talihindeki parlaklığı görünce hayrete düşer ve onu överler. Cemşid'in üzerine mücevherler saçarak o güne Nevruz adı verirler. 
Ferverdin ayının ilk günü olan bu günde ilk olarak Nevruz bayramını ("yeni gün") kutlarlar. İnanışa göre yeni yılın ilk günü olan Ferverdin ayının birinci gününde insanın vücudu zahmet ve kinden kurtulur. Zerdüşt takvimine ek olarak Hindistan Zerdüştlerinin izlediği varyantında Ferverdin ayının ilk gününe hala Cemşid-i Nevruz denmektedir.

Bir hata sonucu Cemşid'in başkentinin Persepolis harabelerinin bulunduğu yerde olduğuna inanılıyordu. Yüzyıllar boyunca (MS 1620'ye kadar) "Cemşid'in Tahtı", Taht-ı Cemşid olarak adlandırıldı. Ancak Persepolis aslında Ahameniş krallarının başkentiydi ve İskender tarafından tahrip edilmişti. Benzer şekilde Persepolis yakınlarındaki Ahameniş ve Sasani mezar oymalarının efsanevi kahraman Rüstem'in görüntüleri olduğuna inanılıyordu ve bu yüzden Naş-ı Rüstem olarak adlandırılıyordu.

Cemşid'in üç yüz yıl boyunca hükmettiği dönemde uzun ömür artar, hastalıklar def edilir, barış ve refah hüküm sürer ve tüm devler birer köle gibi onun emrinde bulunurlar. Ancak Cemşid'in gururu gücüyle birlikte büyür ve saltanatının tüm nimetlerinin Tanrı'ya bağlı olduğunu unutmaya başlar. Halkına sahip oldukları tüm iyi şeylerin yalnızca kendisinden geldiğini söyleyerek övünür ve sanki kendisi Yaradanmış gibi halktan kendisine ilahi şerefler, sıfatlar verilmesini talep eder.

Bu andan itibaren tanrının lütfu Cemşid'den ayrılır, halk ona karşı tavır almaya ve ondan yüz çevirmeye başlar. Öyle ki koca ordusu bile 21 yıl içinde tamamen yok olur. Cemşid tövbe eder ancak artık zaferler ona asla geri dönmeyecektir.

Bu kısım Şehname'de şöyle geçer:
Geçen bu müddet zarfında, hiç kimse, padişahtan iyilikten başka bir şey görmedi.
Âlem baştanbaşa kendisine kul oldu ve o da taşıdığı büyüklükle tahtında oturdu.
Bir gün, tahtına baktı, birdenbire kendisine bir gurur geldi, dünyada kendisinden başka kimseyi görmedi.
O , Tanrı’ya tapan padişah benlik gösterdi, Tanrı’sından yüz çevirdi, nankörlükte bulundu.
Ordusundan ileri gelen adamları çağırdı ve bak onlara nasıl sözler söyledi.
Bu yaşlı, büyük adamlara: "Ben, dünyada kendimden başka (kimseyi tanımıyorum...
"Hüner, sanat benim sayemde meydana geldi. Saltanat tahtında benim gibi bir padişahı kim
görmüştür?
"Dünyayı güzellikle süsleyen benim. Dünyayı istediğim hale getirdim.
"Yemeniz, uyumanız, rahatınız, giyinmeniz, hulâsa bütün emelleriniz benim sayemde vücut buldu.
"Büyüklük, taç ve padişahlık benimdir. Benden başka bir kimsenin padişah olduğunu kim söyleyebilir?
"Benim bulduğum devalarla herkes sağlığa kavuştu. Artık hastalık, ölüm kimseye zarar vermez
oldu..
"Dünyada benden başka birçok padişahlar olsa bile, bir adamı ölümden kurtarmak benden başka kime nasip olmuştur? ”
"Siz, vücudunuzdaki zekâ ve canı bana borçlusunuz! Bana yalnız Ehrimen olan tapmaz.
“Dünyayı istediğim hale getirdim!’’ yerine “Yeryüzünden zahmeti kaldıran benim!”
"Eğer siz şimdi bunların hepsini benim yaptığımı kabul ediyorsanız, cihanı benim yarattığıma
inanmalısınız!

Cemşid tanrıyı oynamaya kalkınca her şey ters teper. Ahriman'ın etkisi altındaki Arabistan'ın yasal hükümdarı Dahhāk Cemşid'e savaş açar ve Cemşid'in pek çok hoşnutsuz tebaası tarafından memnuniyetle karşılanır. Cemşid başkentinden dünyanın öbür ucuna kaçar ama sonunda Dahhāk tarafından tuzağa düşürülerek vahşice öldürülür. Böylece 700 yıllık bir saltanattan sonra insanlık medeniyetin tepelerinden Dahhak'ın yönetmeye başladığı Karanlık Çağ'a geri döner.

CEMŞİD VE ŞARAP EFSANESİ

Cemşid ile ilgili bir şarap efsanesi de vardır.
Kral Cemşid şarabın tarihi ve keşfi ile ilgili bir masalda da belirgin bir şekilde yer alır. Pers efsanesine göre kral harem hanımlarından birini krallığından sürerek onun umutsuzluğa kapılmasına ve intihar arayışına girmesine neden olur. Kralın deposuna giden kız bozulmuş ve içilemeyeceği düşünülen üzüm kalıntılarını içeren "zehir" işareti olan bir kavanoz aramaktadır.
Kız bozuk olduğunu düşündüğü sözde zehri içtikten sonra üzerindeki hoş etkilerini fark eder ve morali yerine gelir. Keşfini krala götürür ve kral bu yeni içeceğine yani şaraba o kadar hayran kalır ki kızı haremine geri almakla kalmaz, aynı zamanda Persepolis'te yetişen tüm üzümlerin şarap yapımına adanmasına karar verir.
Çoğu şarap tarihçisi bu hikayeyi saf bir efsane olarak görse de şarabın erken dönem Pers kralları tarafından bilindiğine ve kapsamlı bir şekilde ticarete konu edildiğine dair arkeolojik kanıtlar vardır.

BABİLONYA YARATILIŞ MİTOSU 'ENUMA ELİŞ' VE İSLAM

Hazırlayan: A.Kara
A, Allah ve Marduk, Anunnaki, Anunnakiler, Babil mitolojisi, din ve mitoloji, Enuma Eliş, İslam ve mitoloji, İslamiyet ve Babil, Kur'an'ın kökeni, Marduk, mitoloji, Mitoloji ve din, Yaratılış destanı,

BABİLONYA YARATILIŞ MİTOSU: "ENUMA ELİŞ"
(SÜMER YARATILIŞ MİTOSUNUN BABİL ÇEŞİTLEMESİ)


Yükseklerde Gök henüz isimlendirilmemişken,
Ve aşağıda, Dünya çağrılmamışken ;
Boş ama başlangıçta mevcut olan APSU, Vücuda getiren onları,
MUMMU ve TİAMAT – hepsini doğurandı o,
Birbirine karışmıştı suları.

Saz bitmemişti, bataklıklar ortaya çıkmamıştı.
Tanrıların hiçbiri vücuda gelmemişti,
Hiçbirinin adı yoktu, kaderleri belirlenmemişti;
İşte tam ortalarında tanrılar şekillendi.

Sümer mitolojisi ve İslam konulu yayında, ilgili Sümer efsanelerinin daha sonra Babil'e, farklı toplum ve kültürlere farklılaşarak geçtiğini belirtmiştim. Bunun üzerinden devam edelim.

Sümer yaratılış efsanesinde yaratılış eylemlerini gerçekleştiren tanrılar sayıca çok olsa da temelde Enki ve Enlil başrolü oynamaktaydı. Fakat ilgili efsane Babil'e geçtiğinde Babilonyalıların "Akitu" adını verdikleri Yeni Yıl Şenliği ile ilişkilendirilmesinden dolayı Sümer'de olduğundan daha fazla öneme sahip oldu. Öyle ki törensel bir hal alarak "bir zamanlar yukarılarda" anlamına gelen ve "Enuma Eliş" adıyla bilinen yaratılış destanı şiirinde kendine yer buldu. Yeni Yıl etkinlikleri her yıl sonbaharın başlangıcını simgeleyen 10 günlük kutlamalardan oluşurken, evrenin düzenlenmesini, hayatın yenilenmesini ve gelecek yıl için tüm insanlığın kaderinin yazılmasını vurgulamaktaydı.

Sümer dinini anlatırken "yazgı tabletleri"nin büyük bir öneme sahip olduğu görmüştük. Yaratılış mitosunun Babil çeşitlemesinde yaratılış tabletlerine sahip olacak olan tanrı "Marduk" olduğundan ilgili mitosun baş rolünde de Marduk bulunmaktadır. Babil mitolojisinde Enlil'in yerini alan bilgelik tanrısı Ea yani Enki'dir fakat Marduk Ea'nın oğlu olduğundan ve kendisine verilen görev ve yetkilerden dolayı Marduk ön plana çıkar.

Bu yaratılış mitosuna dair anlatıların en temel kaynağını İngiliz araştırmacıların bulduğu ve yaratılış destanının Babil çeşitlemesini içeren 7 tablet oluşturur ve bilginlerin çoğunun ortak görüşü bu efsanenin M.Ö. 2000 yıllının başlarına ait olduğudur.

Nasıl ki Enki ile Enlil'in baş rolleri Marduk tarafından ele geçirildiyse benzer şekilde Enuma Eliş'in Asur dilinde bulunan bir Asur çeşitlemesinde de Marduk'un yerini Asur tanrısı Asur'un aldığı görülmektedir. Yani imparatorluklarının, başkentlerinin ve tanrılarının adı olan Asur'u (Aşur) ilgili efsaneyi kendilerine göre uyarlarken efsanenin baş rolü konumdaki tanrının yerine getirmişlerdir.

"Enuma Eliş" bizim için bir destan olsa da antik Babil dininde bunun sihirli güçlere sahip bir ilahi-şiir olarak görüldüğü, bu yüzden de bilhassa Babilonya Yeni Yıl kutlamalarında rahipler tarafından okunduğu bilgisine bulunan tabletlerden erişilmektedir.

Nasıl ki Sümer mitoslarında ilk yaratıcı tanrıların daha öncesine dair anlatımlar bulunmuyorsa aynı şekilde Babil Yaratılış Efsanesi de doğrudan tatlı-su okyanusu Apsu ile tuzlu-su okyanusu Tiamat ve vezirleri Mummu (Mummu'dan bazen oğulları olarak bahsedildiği de görülür) dışında hiçbir şeyin bulunmadığı ilksel durumu ve bunların evreni yaratmasını anlatarak başlar. Fakat bu yaratıcıların nasıl var olduğu konusuna değinmez.

►Efsaneye detaylıca girmeden önce dikkat edilmesi gereken nokta şudur ki, efsanede adları geçen tanrı ve tanrıçalar insan olarak düşünülmemelidir. Bunlar gezegenleri, yıldızları, onların hareketlerini, doğadaki güçleri, kent devletlerinin mücadelesini ve siyasal gelişmeleri simgelemektedir. Yani ilgili Babil destanı çıplak gözle görülebilen gezegen ve yıldızların, doğa güçlerinin ilahlaştırılmasını ve bunlar üzerinden evrenin yaratılmasına dair oluşan inancı ve içerir.

Tuzlu su ile tatlı su olan bu iki tanrının karışmaları sonucu yeni tanrılar meydana gelir. Bunlardan ilk ikisi tanrı Lahmu (Lakmu) ve tanrıça Lahumu'dur (Lakamu).

Daha sonra Apsu ile Tiamat'ın çocukları olan bu ikilinin de birleşmeleri sonucu Anşar ile Kinşar, bunların da birleşmeleri sonucu gök-tanrı Anu ile toprak ve su tanrı Nidimmud, diğer bilinen adıyla Ea dünyaya gelir. Daha sonra, 50 isme sahip olan Babil'in koruyucu tanrısı, dünyanın ve cennetin efendisi lakaplı Marduk dünyaya gelir.
Marduk'a, Enki, Enlil, Ninhursag, Ninurta gibi tanrıların vasıfları yüklenir ve böylece Marduk Babil şehrinin baş tanrısı olur.

İlgili efsanede bir süre sonra ilksel tanrılar ile onların çocukları olan tanrılar kuşağı arasında çatışmalar yaşanmaya başlanır ve durum kendi çocuklarını öldürmek isteyen anne-baba halini alır. Yani İbrahimi dinlerde de karşılaştığımız, "yarattıklarını öldürmek isteyen" bir tanrı-tanrılar inancı görülür.

Başlangıç okyanusunu simgeleyen dişi deniz ejderhası yani bir yılan olan Tiamat'ın 2 yönlü kişiliği vardır ve bu yüzden bir yandan var ederken diğer yandan yıkmak ister.

Tanrıça Tiamat ve Apsu diğer tanrıların var olmasını sağlamıştı fakat artık genç tanrıların gürültüleri onları rahatsız etmeye başlar, öyle ki onları yok edip bu gürültüye bir son vermek isterler ve kendilerine akıl vermesi, nasıl yok edeceklerine dair yol göstermesi için Apsu'nun veziri Mummu'ya danışırlar. Tiamat onları yok etme konusunda istekli değilse de kocası Apsu oldukça kararlıdır çünkü genç tanrılar yok edildiğinde rahatlıkla uykusuna devam edebilecektir. Apsu ile Mummu bir yok etme planı hazırlarlar.

Fakat bu plan bir şekilde ortaya çıkınca genç tanrılar korku içinde koşturmaya başlarlar. Her şeyi bilen ve hatta Apsu'nun bile üstadı olan bilgelik tanrısı Ea yani Enki onların yok etme planına karşı bir plan geliştirir. Büyü yapma gücüne sahip olan Ea tüm genç tanrıları etrafında toplar ve onları saldırılara karşı koruması için sihirli bir çember çizerek büyülü sözlerini üfleyerek efsununu gerçekleştirir. Apsu derin bir uykuya dalınca Ea onun krallık tacını başından alır, onun doğaüstü ışınımını üstünden alıp giyerek onun güç ve kudretine de sahip olduktan sonra onu öldürür ve Apsu'nun üzerine diğer tanrılar için kutsal bir ziyafet yeri olması adına yine Apsu adında bir tapınak inşa ettirir.

Bu işte Apsu'nun yanında olan vezir Mummu'yu bağlar, burnuna bir ip geçirir ve onu hapseder. Fakat tanrıça Tiamat'a zarar vermez çünkü o kocasının bu planına karşı çıkmıştır.

Ea ile karısı Damkina'nın oğulları, yüreklere korku salan, haşmetli ve gözleri şimşek gibi çakan bilge tanrı Marduk inşa edilen bu Apsu tapınağında dünyaya gelir ve tanrıçaların emzirdiği Marduk'un olağanüstü güce sahip olduğuna değinilir.

Burada değinilmesi gereken önemli noktalar vardır. Örneğin Ea'nın büyülü sözler mırıldanıp üflemesi, yere çizdiği çember sayesinde kötülük ve saldırılara karşı koruma sağlaması gibi anlatıların farklı kültür, din ve inanışlarda kendine nasıl yer bulduğunu açıkça göstermektedir.

Yok etme planı engellenmiştir ama tanrılar kuşağı arasındaki çatışma bunlarla sınırlı kalmaz. Eşi öldürülen Tiamat bu durumdan çok rahatsızdır, yerinde duramaz olur, gece-gündüz demeden dolaşıp durmaktadır. Tiamat'ın genç tanrılar safında yer almış olmayan öteki çocukları, özellikle de ilk çocuğu Kingu bu durumu fırsat bilerek Tiamat'ı babaları öldürülürken olanlara göz yumduğu ve sessiz kaldığı için kınar, onu kışkırtarak öfkesini körüklerler. Tiamat'ı öylesine kinlendirirler ki tanrı Anu ve onun yandaşlarını yok etmek üzere harekete geçer. Bu sırada başkaldıran bazı tanrılar Ea'ya karşı gelerek tanrıça Tiamat'ın safına geçer.

İlk çocuğu olan Kingu'yu saldırının önderi yapan Tiamat onu silahlarla, yazgı tabletleri ile donatır ve kendi sihirli gücünü ona hediye ederek Kingu'yu tüm tanrılardan üstün kılar. Eylemleri bununla da kalmaz.Güçlü bir saldırı oluşturmak adına akrep-adamlar, at-adamlar yani kentaurlar, yılan ve ejderhalar gibi çeşitli canavar kalabalığını doğurur.

Tiamat'ın saldırı hazırlığı içinde olduğu Ea'ya haber verilince Ea bu tehlike karşısında korkuya kapılır, Anşar sıkıntılanır, ah çekerek dövünür. Büyükbaba Anşar, Ea'ya Apsu'ya karşı kazandığı zaferi anımsatarak onu cesaretlendirmeye çalışır ve Tiamat'a karşı çıkması gerektiğini söyler.

Ea Tiamat karşısında başarısız olunca Anşar, oğlu Anu'yu tanrılar meclisinin yetkileriyle donatır ve tanrıçayı amacından vazgeçirmesi için gönderirken ona şöyle der:

"[Git] ve Ti'amat'ın önünde dur [ki] ruhu [sakinleşsinl ve yüreği yumuşasın. [Eğer] senin sözünü dinlemezse, ona bizim [sözümüzü (?)]söyle ki sakinleşsin."

Tiamat ile görüşen Anu başarısız olur ve düşmanlarını yenmenin yolunun fiziksel güç kullanmaktan geçtiğini anlar, korkuya kapılır ve Anşar'dan görevden affını ister. Tüm Anunnakiler korku içinde beklemekteyken Anşar'ın aklına bir fikir gelir ve tanrılar meclisinde ayağa kalkarak bu görevin daha önce yiğitliğini kanıtlamış olan güçlü kahraman Marduk'a verilmesini önerir.

Babası Ea Marduk'a bu görevi kabul etmesini öğütler. Marduk tüm kuvveti dışa vurmuş halde ve büyük bir özgüven ile Anşar'ın huzuruna çıkarak bu görevi kabul eder ve şöyle der:

"[Anşar], sessiz kalma, dudaklarını aç; ben gidip senin gönlünde yatan her şeyi gerçekleştireceğim! Ey atam, yaratıcı, memnun ol ve sevin; yakında Ti'amat'ın ensesine ayağını basacaksın!"

Marduk görevi kabul etmiştir ancak tanrılar meclisinde kendisine eşit ve eksiksiz yetki verilmesini ve sözlerinin yazgıyı değiştirilemeyecek şekilde saptamasının kabul edilmesini şart koşar. Yani tanrıları kurtarması karşılığında bütün tanrıların en üstünü sayılmak ve tartışılmaz yetkiye sahip olmak istemektedir.

Anşar bu isteği kabul eder fakat kararın tanrılar meclisinde onaylanması gerekmektedir. Bunun üzerine Anşar veziri Kaka'yı çok uzaklarda yaşayan ve bu yüzden olaylardan haberdar olmayan Lahmu ile Lahamu'ya ve diğer tanrılara gönderir. Kaka gerçekleşen bu kavgalardan ve tehlikeden bahsederek onları Anşar'ın huzuruna çağırır, duydukları karşısında şaşkına dönen tanrılar dehşete düşüp, bağrışır ve korkuya kapılırlar.

Anşar'ın huzuruna gelen tanrılar kurultay sarayını doldurur ve ziyafet sofrası ile karşılanırlar.

“Şarap korkularını dağıttı, bütün tanrılar gevşeyip rahatladılar. Moralleri yükselen tanrılar; öçlerini alacak olan Marduk için yazgıyı belirleyip ilan ettiler."

Tanrılar Marduk'a en yüce konumu bağışlayarak ona evrenin bütünü üzerine krallık verirler fakat bu güce sahip olup olmadığını sınamak isteyerek orta yere bir giysi koyarlar. Marduk bu giysiyi önce görünmez kılıp daha sonra tekrar görünür kılınca (bazı araştırmacılar bu kısmı giysiyi önce tahrip edip daha sonra eski haline döndürdüğü şeklinde çevirmiştir) tanrılar ikna olur ve alkışlayarak "Marduk kraldır" derler. Ona krallık simgeleri olan Asa, taht, krallık giysilerini ve güçlü bir silah verir ve "Git Tiamat'ın hayatını kes!" derler.

Tüm tanrıların en yücesi konumuna gelen Marduk'un 50 ismi vardır, tıpkı tüm diğer Arap putlarını yok ederek en yüceleri konumuna gelen ve 99 isme sahip olan El-ilah gibi. Sizce bu benzerlikler tesadüf mü? Yoksa Sami din ve efsanelerinin Arap coğrafyasındaki yansıması mı? Kararı siz verin.

Destana devam edelim.

Savaş için kendini silahlandıran Marduk bir ağ yapar ve onu Anu'nun armağan ettiği dört yönün yeline taşıtır. Ok ve yay, topuz, şimşek ve korku salıcı örme demir zırh kuşanır. Yedi azgın tayfun yaratır, yağmur selini boşandırır, bedenini yakıcı alevlerle doldurur ve korkunç dört efsanevi yaratık tarafından çekilen fırtına arabasına binerek onu takip eden tanrılar ile birlikte Tiamat'a saldırmak üzere ilerler.

Önemli bir noktaya değinmekte fayda var ki tanrıların bu alevli fırtına arabaları tasvirleri ve onları çeken korkunç yaratıklara dair tasvirler ufak değişiklikler ile Hezekiel kitabına da girmiştir.

Marduk'u gören rakip tanrıların ve Kingu'nun içine korku düşer. Ti'amat kükreyerek Marduk'u korkutmak istediyse de Marduk bundan etkilenmedi ve Ti'amat'ı teke tek dövüşmeye çağırır.

Meydan okumayı kabul eden tanrıçayı ağını atarak kıstırır ve Tiamat Marduk'u yutmak için ağzını açtığında ağzını tekrar kapayamasın diye kötü yeli ağzından içeri yollayarak onu şişirir ve delip geçen, yüreğini parçalayan okuyla onu mıhlar.

Yenilgiyle korkuya kapılan Tiamat'ın cinleri kaçmayı denerken ağa takılıp bağlanırken önderleri Kingu'da yakalanıp bağlanır ve Marduk ondan yazgı tabletlerini alıp kendi mühürü ile mühürleyip göğsüne bağlayınca tanrılar arasında en yüce yetkiye ulaşmış olur.

Marduk sopasıyla Ti'amat'ın kafasını yarıp ana damarlarını keser ve kanını güney rüzgarları ile evrenin en uzak noktalarına kadar taşıtır. Tiamat'ın gövdesinden evreni yaratır. Tanrıçanın gövdesinin yarısı ile yeri diğer yarısı ile göğü var eder, yani yer ile göğü birbirinden ayırır ve göğü direklerle tutturur.

Gördüğünüz üzere Sümer mitolojisinde karşımıza çıkan yer ve göğün birbirinden ayrılması anlatımı Babil inanışında da devam etmektedir ve bunun yansımaları daha sonra Arap coğrafyasına ve Kur'an'a başlangıçta bitişik olan yer ile göğün ayrılması şeklinde geçmiştir.

Bu durum farklı kültürlerin kendi ilahlarını diğer ilahlarla güç yarışına sokmalarının, üstün kılma çabalarının bir sonucudur.

Sümerlerdeki inanış ile birebir aynı görüşü, düz dünya betimlemesini anlatan Kur'an'da, Allah'ın göğü direksiz olarak yükseltmesi anlatımı (Ra'd: 2) Kur'an'ı yazanların kullandığı akıllıca bir yöntemdir çünkü böylece kendi ilahlarının Samilerden onlara anlatılagelen Marduk'dan daha güçlü, kudretli olduğunu, göğü yukarıda tutmak için direğe bile ihtiyaç duymadığını vurgulamak istemişlerdir:

"Allah, gökleri gördüğünüz gibi direksiz olarak yükseltti. Sonra arşı istiva etti. Her biri belli bir süreye kadar hareket edecek olan güneş ve ayı buyruğu altına aldı. Kesin olarak Rabbiniz’le buluşacağınıza inanmanız için buyruğunu yürütüp, ayetleri uzun uzun açıklıyor." (Ra'd suresi 2.ayet)

Bu ve benzeri onlarca net kanıttan sonra eğer hala Arapların Sümer ve Babil efsanelerinden haberdar olmadığını söyleyecek olan varsa, bilmelidir ki kimseyi inandıramaz. Marduk ile Allah arasındaki bağlantı konusunda anlatılmayı bekleyen çok sayıda detay var fakat bunlar ayrı bir videonun konusu.

Efsaneye kaldığı yerden devam edelim:

Marduk Tiamat'ın yarısından yarattığı gökyüzünü tutması ve tanrıçanın sularının boşalmasını önlemesi amacıyla yerleştirdiği direkleri korumaları için bekçiler atar. Daha sonra Anu ve Ea'yı kendi bölgelerine yerleştirir.

Buradan sonra Marduk'un en önemli görevi olan evrene düzen verme süreci başlar; ki bunun da en önemlisi takvim oluşturmaktır. Evreni düzenlemesini güneşin doğup batacağı doğu ve batı kapıları yaptırmak, ayın değişim evrelerini saptamak ve ona geceyi aydınlatması için ışık vermek, takımyıldızlarını göklere yerleştirmek, baş ucunda Anu'nun, kuzeyde Enlil'in ve güney göklerinde Ea'nın olmak üzere üç göksel yolu birleştirmek olur.

Marduk önce yer ve göğü birbirinden ayırmıştı, şimdi de göğü kandillerle donatmış ve onları düzenlemiş oldu.

Tiamat yenildiği için onun yanında yer alan rakip tanrılar Marduk'un safındaki tanrılara hizmet ekmekle görevlendirilince tutsak tanrılar Marduk'tan bu görevi kendilerinden almasını isteyince Marduk babası Ea'nın da tavsiyeleri ile insanı yaratmaya karar verir.

Tiamat'ın öfkesini körükleyen ve esir tutulmakta olan Kingu bağlanmış bir şekilde yüce mahkeme karşısında yargılanır, Marduk'un talimatı ile Ea ve bazı tanrılar Kingu'nun ana damarlarını kesip onun akan kanından Sümerce'de "lullu" olarak görülen ve Sami diline "amelu" olarak çevrilen canlı soyunu yani insanı yaratır.

Böylece tutsak tanrıların zafer kazanmış olan tanrılara hizmet görevi onlardan alınır ve insanoğluna verilince insanoğlu hem eski tutsak ilahların hem de zafer kazanmış olan tanrıların yeme-içme ihtiyacını sağlamak hem de tapınak ayinleri ile ilgili işleri yürütmek durumunda kalır.

Böylece Marduk tüm tanrıların gözünde yükselir ve Anunnakiler saygılarının bir işareti olarak Marduk'un büyük tapınağı Esegila'yı ve Babil kentini inşa eder. Yaptıkları şölende Marduk'un 50 adını okurlar. Bir kurultay ile tüm yetkiyi ve otoriteyi ayrıca okudukları 50 adı resmi olarak verir, onun yolunu tüm yollar arasında birinci kılarlar.

Efsanede görülen Marduk'un 50 ismi ile Allah'ın 99 ismi yine toplumların tanrılarını soktukları güç yarışının bir sonucu-yansıması olabilir.

Antik Sümer ve Babil dinine baktığımızda bunların İbrahimi dinlere ciddi şekilde kaynak oluşturduğu ortadadır ve gelecekte ele alacağım mitoslar ile daha böyle yüzlercesinin olduğunu göreceğiz.

Bu durumu savuşturmak için teistler "bunlar dinimizin eskiden de var olduğunun kanıtıdır, fakat sonradan bozulmuştur, bozulmuş şekilleridir" deseler de yüzlerce antik toplumun tamamının bozulduğuna inanmak, bir savunma güdüsü ile dini kurtarma çabasından başka bir şey değildir.

Allah, Rab veya Yehova'nın iddia edildiği gibi bu ve diğer antik medeniyetlere peygamber göndererek onlara tek tanrıyı tebliğ ettiğine yada bir zamanlar onların da teistlerin tek ilahına taptığına dair hiçbir kanıt yoktur!
İlgili antik topluluklar konusunda teistlerin bu iddasını destekleyen bir tane bile çivi yazısı, kabartma veya herhangi bir belgenin olmaması bu iddiayı sadece içi boş bir teori yapar.

SEMAVİ DİNLERE GÖRE DİLLERİN KÖKENİ

Yazan: Set


DİLLERİN KÖKENİ VE DİNLER


Diğer her şeye zamanının doğrularına göre anlam veren dinler insanların neden farklı diller konuştukları üzerine de  bir açıklama getirmeye çalışmıştır.
Hikayeye göre Nuh Tufanı olduktan sonra insanlar birleşmiş bir ırk olarak bir tek dil konuşurlar.Doğuya göç ettikleri esnada Şinar denen yere yerleşirler ve burada Göklere erişecek bir kule yapmaya karar verirler. Bu olay Eski Ahit’te (yani Tevrat’ta) şöyle geçer:

Yaratılış 11:1-9: Başlangıçta dünyadaki bütün insanlar aynı dili konuşur, aynı sözleri kullanırlardı. 2. Doğuya göçerlerken Şinar bölgesinde bir ova bulup oraya yerleştiler. 3. Birbirlerine, “Gelin, tuğla yapıp iyice pişirelim” dediler. Taş yerine tuğla, harç yerine zift kullandılar. 4. Sonra, “Kendimize bir kent kuralım” dediler, “Göklere erişecek bir kule dikip ün salalım. Böylece yeryüzüne dağılmayız.” 5. RAB insanların yaptığı kentle kuleyi görmek için aşağıya indi. 6. “Tek bir halk olup aynı dili konuşarak bunu yapmaya başladıklarına göre, düşündüklerini gerçekleştirecek, hiçbir engel tanımayacaklar” dedi, 7. “Gelin, aşağı inip dillerini karıştıralım ki, birbirlerini anlamasınlar.” 8. Böylece RAB onları yeryüzüne dağıtarak kentin yapımını durdurdu. 9. Bu nedenle kente Babil adı verildi. Çünkü RAB bütün insanların dilini orada karıştırmış ve onları yeryüzünün dört bucağına dağıtmıştı.

Eski Ahit’te “Babil Kulesi” yerine “şehir ve kule” veya sadece “şehir” olarak geçer. Babil kelimesinin kökeni ise belirsizdir.Akadca’da şehrin adi Bab-ilim olmakla beraber “Tanrının kapısı” anlamına gelir Bununla birlikte, bu biçim ve yorumun kendisinin artık genellikle anlamsız ve muhtemelen Semitik olmayan kökenli Babilla isminin daha önceki bir biçimine uygulanan Akkad halk etimolojisinin bir sonucu olduğu düşünülmektedir. Eski Ahit'e göre, şehir İbranice fiilinden ā (bālal), karmakarışık ya da karıştırmak anlamına gelen "Babil" adını aldı. [1][2][3]

Bazı bilim adamları Babil Kulesi'ni bilinen yapılarla, özellikle de Babil'de Mezopotamya tanrısı Marduk'a adanmış bir ziggurat olan Etemenanki ile ilişkilendirdiler. Benzer unsurlara sahip bir Sümer hikayesi Enmerkar ve Aratta Kralı'nda anlatılmaktadır. [4]

Hikayenin Tanrı ve insanlar arasındaki rekabet teması Yaratılış Kitabı'nın başka yerlerinde, Adem ve Havva'nın Cennet Bahçesi'nde geçer. Flavius ​​Josephus'ta bulunan 1. yüzyıl Yahudi yorumuna göre kule kibirli zalim Nemrut'un emrettiği Tanrı'ya karşı kasıtlı bir meydan okuma eylemi olarak inşa ediliyor.Bununla birlikte, bu klasik yorumda, anlatıda belirtilen kültürel ve dilsel homojenliğin açık güdüsüne vurgu yapılan bazı çağdaş zorluklar olmuştur Metnin bu okuması Tanrı'nın eylemlerini gurur için bir ceza olarak değil, kültürel farklılıkların bir etiyolojisi olarak görür ve Babil'i medeniyetin beşiği olarak sunar. [5]

Enmerkar ve Aratta’nın Efendisi olarak adlandırılan Babil Kulesi’ne benzer bir Sümer efsanesi bulunmaktadır. Enmerkar Eridu’da büyük bir ziggurat inşa eder ve inşaatı için Aratta’dan değerli bir haraç ister ve bir nokta Tanrı Enki’yi Subur,Hamazi,Sümer,Uri-ki(Akkad) ve Martu toprakları olarak adlandırılan yerleşim bölgelerinin dilsel birliğini restore etmesini (veya bazı çevirilere göre bozmasını) teşvik eden bir büyüyü hatırlatır.Tüm evren,iyi korunmuş insanlar-hepsi Enlil’e tek bir dilde hitap ederler.Bunun yanı sıra,Yeni Asur İmparatorluğu sırasında M.Ö. 8. Yüzyıldan kalma bir başka Süryani efsanesi, daha sonra Eski Ahit’teki hikayeyle benzerlikler taşır. [6][7]

Aynı zamanda ismi verilmese de Kur’an’da da benzer bir hikaye vardır. Tevrat'taki ile benzer olmasına rağmen Babil'de değil, Musa'nın yaşadığı dönemde Mısır'da geçer.Firavun,Haman’dan bir kule inşa etmesini ister ve bu sayede Musa’nın Tanrısını göreceğini söyler.

Kasas Suresi 38-40.Ayetler: Firavun, "Ey seçkinler! Sizin için benden başka tanrı tanımıyorum. Ey Hâmân! Haydi benim için tuğla fırınını yak, bana bir kule yap. Belki oradan Mûsâ’nın tanrısını görürüm; ama kesinlikle onun bir yalancı olduğunu düşünüyorum" dedi. Firavun ve askerleri, bize döndürülmeyecekleri kanaatine kapılarak yeryüzünde haksız yere büyüklük tasladılar. Biz de onu ve askerlerini alıp denizin içinde bıraktık. Bak işte, zalimlerin sonu nice oldu!

Kur'an'da Babil şehrinden Bakara Suresi, 102. ayette bahsedilir. Harut ve Marut isimli iki melek, insanları sihirle imtihan etmek için Allah tarafından Babil'e gönderilirler;

Bakara Suresi 102.Ayet: “Süleyman'ın hükümranlığı hakkında onlar, şeytanların uydurup söylediklerine tâbi oldular. Halbuki Süleyman büyü yapıp kâfir olmadı. Lâkin şeytanlar kâfir oldular. Çünkü insanlara sihri ve Babil'de Hârut ile Mârut isimli iki meleğe indirileni öğretiyorlardı. Halbuki o iki melek, herkese: Biz ancak imtihan için gönderildik, sakın yanlış inanıp da kâfir olmayasınız, demeden hiç kimseye öğretmezlerdi. Onlar, o iki melekten, karı ile koca arasını açacak şeyleri öğreniyorlardı. Oysa büyücüler, Allah'ın izni olmadan hiç kimseye zarar veremezler. Onlar, kendilerine fayda vereni değil de zarar vereni öğrenirler.”

Babilden Yakut el-Hamavi'nin yazmalarında ve Lisan el-Arab'da bahsedilir. Öyküye göre tüm insanlar rüzgârın önüne katılarak bir yerde toplanırlar. Buraya sonradan Babil denir. Babil'de insanlara Allah tarafından değişik lisanlar tahsis edilir ve yeniden rüzgârla geldikleri yerlere dağıtılırlar.
9. yy İslam tarihçilerinden el-Tabari'nin "Peygamberler ve Krallar Tarihi" adlı eserinde daha detaylı bilgi verilir. Öyküye göre Nimrod Babil'de bir kule inşa ettirir. Allah bu kuleyi yıkar ve o zamana kadar aynı dili konuşan insanların dilini 72'ye ayırır. 13. yy. İslam tarihçilerinden Ebu el-Fida da aynı öyküden bahseder ve İbrahim'in atası Hud'un kendi dilini (İbranice) muhafaza etmesine izin verildiğini ekler. Zira Hud kulenin inşasına katılmamıştır.

Gerçekte ise dillerin kökeni bunlardan çok farklıdır.İnsanlık yaklaşık 60.000 yıl önce Afrika’dan başlayarak dünyaya dağılmaya başlayınca coğrafi koşullara ve dini inançlarına göre nesnelere önceleri basit sesler daha sonraları ise kelimeler takmışlardır. En büyük faktör ise coğrafi koşuldur.Örneğin deve olmayan bir coğrafyada yaşayan milletin dilinde deve kelimesi yoktu.Ancak günümüzdeki teknolojik gelişmelerle bu durum değişmektedir.

ADEM VE LİLİTH

Yazan: Serdar Kaangil
SK, Lilith, Adem ve Lilith, Hz Adem, Hz Adem'in ilk Eşi, Adem ve Lilith, mitoloji, din, Lilith miti, Lilith'in laneti, Havva ve Lilith, Lilith'in doğuşu, din ve mitoloji, Mitoloji ve din,

PEYGAMBERLERDE AŞIK OLUR |1
Adem’in Havva’sı ve Lilith’i


Kutsal kitaplara göre Adem eş ya da aşk seçeneği olmayan ilk insandı. Kendisine sunulanı kabullenmek, bulduğu ile yetinmek zorundaydı. Ama öyle olmadı.
Musevilerin ve Hristiyanların büyük bir kısmının inancına göre;
Yaratılan ilk kadın Havva değil Lilith idi.Uzmanlar ilk Lilith kaynaklarının 8. ve 10. Yüzyıllar arasından kaldığını belirtiyorlar ama bunlar yazılı kaynaklar, asıl öykünün ya da daha uygunu efsanenin ne zamandan geldiğini anlamak veya öğrenmek mümkün değil.
Antik Çağ´dan kalma bazı muskalarda ancak öykünün ilk paragrafına rastlanıyor ama hepsi bu. Zohar yani Musevi Kabalasının yorumlarında ve Gershom Scholem´in (Major Trends in Jewish Mysticism, sayfa 174) adlı kitabında Lilith ile ilgili muhtemelen daha eskilere yönelik göndermeler vardır. Buna karşın yeterince araştırmanın yapıldığı da söylenemez hatta kasten yapılmadığı söylenebilir. Peki neden? Bunun cevabını efsanenin bildiğimiz kadarını okuduktan sonra arayacağız.

Şimdi bir diğer kaynağa yönelelim; Kralın küçük oğlu hastadır; Kral Nebukadnezar; büyücü Ben Sira´ya “Oğlum iyileşsin, eğer bunu yapmazsan seni öldüreceğim.” der. Ben Sira oturur ve üzerinde kutsal isimlerin yazılı olduğu bir tılsım yani bir madalyon hazırlar. Tılsımda, şifa verici meleklerin isimleri, şekilleri, kanatları, elleri ve ayakları görünerek çizilmiştir. Nebukadnezar tılsıma bakar; “Bu kim?” der ve Ben Sira anlatır;
“Bunlar tıp melekleri Snvi, Snsvi ve Smnglof.

Havva ortada yokken Lilith vardı ama Lilith bir feministti.
Tanrı Adem´i yarattıktan sonra onun yalnız olduğunu gördü ve adamın yalnız olmasının iyi olmadığına karar verdi. (Tevrat/Yaratılış: 2:18)
Tanrı Adem için topraktan bir kadın yarattı ve ona Lilith adını verdi ama Adem ve Lilith kavga etmeye başladılar.

Lilith Adem´le yatmak istemiyor, birleştiklerinde hep üstüne çıkmasına karşı çıkıyor ve kendisinin de Adem gibi topraktan yaratıldığını yani eşit olduklarını söylüyordu. Anlaşmazlık sürdü, gitti ta ki Lilith Tanrı´nın kutsal isimlerinden birisini kullanıp, göğe uçuncaya kadar. Adem Tanrı´ya dua etti ve kadının kendisini terk ettiğini söyledi. Bunun üzerine Tanrı üç meleğini, Lilith´i geri getirmeleri için görevlendirdi ve eğer Lilith Adem´e geri dönmeyi kabul etmezse, her gün yüz çocuğunun öleceğini söylemelerini emretti. Melekler Tanrı´nın yanından ayrılarak Lilith´i izlediler ve onu Mısırlılar´ın intihar etmek için kullandıkları suyun ortasındaki adacıkta bulup, Tanrı´nın sözlerini tekrarladılar ama Lilith geri dönmek istemedi, bu kez melekler onu suya batırıp, boğacaklarını söylediler. Lilith cevap verdi;

“Beni rahat bırakın, sadece hastalıklı bebekler doğuruyorum; eğer erkek bir bebek olursa doğumdan sonra 8 gün, kız bebek olursa 20 gün onun kölesi olacağım.” dedi. Melekler ısrar etmeye devam ettiler ama Lilith Tanrı´nın adına yemin ederek meleklere; “Ne zaman isimlerinizi veya şekillerinizi bir muskanın üzerinde görürsem, onu takan bebeğe yaşam vermeyeceğim.” dedi ve her gün yüz çocuğunun ölmesini kabul etti. Anlatılana göre her gün yüz şeytan aynı nedenden öldü ve bizler o günden bu yana, o meleklerin isimlerini küçük çocukların boyunlarına asılı muskalara yazdık.

Lilith meleklerin isimlerini her gördüğünde yeminini hatırlar ve çocukları korur.” Ben Sira´nın Kral´a anlattıkları bu kadar ama efsanenin bir diğer versiyonu daha var;

Batılı bir çok insan için Tanrı insanı ve kadını kendi suretinde Yaradılış´ın Altıncı Günü´nde yaratmış. sonra ona dünyayı vermiştir ama o anda aslında Havva henüz yoktur. Tanrı, Adem adını verdiği ilk insana yaşayan her canlının adını öğretir ve dişi, erkek olarak iki ayrı cins olduklarını gösterir. Adem´in o sıralarda 20 yaşlarında olduğuna inanılır.
Adem hepsi birer çift olan canlıların birbirlerine duydukları aşkı kıskanmaya başlar. Her dişi canlı ile beraber olmaya çalışır ama tatmin olmayınca haykırır;
“Hepsi canlı ama ben uygun eş değilim.” ve Tanrı´ya bu haksızlığı gidermesi için dua eder.

Öteki Anlatı ve Lilith´in Laneti

Ve Tanrı ilk kadını Lilith´i yaptı, onu da Adem gibi oluşturdu ama bu kez saf toprak yerine Adem´den kalan tortuları kullanmıştı. Adem´in artıklarından Naamah ve Asmodeus başta olmak üzere sayısız cin türemişti ve bunlar insanlığın başına nesiller boyu dert olacaklardı. Hatta bin yıllar sonra Lilith ve Naamah, cinlere hükmeden Peygamber Kral Süleyman´ın Kudüs´de fahişeleri yargılamasına çağrıldılar. Adem ve Lilith asla barış içinde olmadılar, Adem ne zaman Lilith´le yatmak istediyse reddedildi; Lilith yere uzanmak istemiyor ve; “Niçin seninle yatmalıyım?” diyor ve soruyordu; “Ben de topraktan yapıldım ve seninle eşitim.” Adem onu zorladı ve güç kullandı ama Lilith öfkeyle karşı koyarak, Tanrı´nın sihirli adını kullanarak göğe yükseldi ve onu terk etti. Adem Tanrı´ya şikayet etti; Tanrı ilk olarak meleklerinden Senoy, Sansenoy ve Semangelof´u yollayarak, Lilith´i geri getirmelerini emretti. Melekler Lilith´i, Kızıl Deniz yakınında buldular; orası şehvet şeytanlarının yeriydi. Melekler Lilith´e gecikmeden Adem´e geri dönmesini aksi halde onu boğacaklarını söylediler. Lilith cevap verdi; “Burada kaldıktan sonra Adem´e namuslu bir ev kadanı olarak nasıl geri dönebilirim?” Melekler ısrar edince Lilith cevap verdi; “Tanrı beni yeni doğmuş çocuklara yaşam vermekle görevlendirdi. Erkek çocuklar yaşamın sekizinci gününde sünnet olduklarında, kızlar ise yirminci günde ölecekler. eğer ben sizin isimlerinizi veya görüntülerinizi yeni doğmuş bir bebeğe takılı bir madalyonun üstünde görürsem, yemin ederim onları esirgeyeceğim.” Lilith´in sözü kabul edildi ama Tanrı onu cezalandırdı ve her gün onun cin bebeklerinden yüz tanesi öldü. Lililth insan bebekleri öldüremedi çünkü hepsinde melek muskaları takılıydı ve kendi sözüne karşı gelemedi.Bazı kaynaklara göre Lilith, Saba Melikesi´ne karşı Zmargad´ın kraliçesi oldu ve cinlerine Job´un oğullarını öldürttü. Ama Adem´in laneti sürüyordu, Adem Cennet´den düşüşe kadar Lilith´e lanet etmeyi sürdürdü. Lilith ve melek Naamah intikam olarak insan bebekleri boğup öldüremediler ama erkeklerin rüyalarına ayartıcı olarak girdiler ve yanlız uyuyanların bazıları onların kurbanı oldular.
Evet, aşk Adem’le, ilk insanla, ilk peygamberle başlıyor efsaneye göre. Adem’den sonra gelen peygamberlerde de devam ettiği muhakkak. Hakkında pek bilgi olmayan bir çok peygamber var. Ancak öyküleri uzun anlatılanlarda aşka rastlıyoruz. Bunlardan en önemlileri de Davud’un ve oğlu Süleyman’ın aşkları.

BİR DİNE NE ZAMAN MİTOLOJİ DERİZ?

Yazan: Thesemyaza
THE, din ve mitoloji, eski dinler şimdi mitoloji, Dinler tarih olacak, Şimdiki dinler, İlerleyen süreçte dinler, din, Hinduizm ve Antik yunan medeniyetinin her ikisinde de diğer birçok medeniyet ve ulusta olduğu gibi Tanrılar ve Dinler vardı..

Dünyanın yaratılışıyla ilgili fikirlere mitoloji, ahlaki anlamlara sahip masallara ise "din" diyoruz.

Her ikisi de mitolojilerle ilgili diğer birçok dinler kadar benzer…

Oysa antik çağ denince ilk akla gelen uygarlıklarda olan Yunanların bir zamanlar ki dini şu an sadece mitoloji olarak varlığını sürdürüyor. Anlayacağınız Zeus’un tapınağının günümüz dünyasında bir din olarak pek etkisi yok.

Peki ama ne demeye çalışıyorum?

Yukarıda tanımını yaptığım Din ve Mitoloji kavramlarını ilk duyduğumuzda aklımıza iki farklı şey gelir oysa gerçekler öyle midir? Bakalım…

Günümüz dünyasının mitolojisi, ‘insanlar bunlara nasıl inanırdı’ diye hayret ederek okuduğumuz yunan ve Helenistik metinleri, bir zamanlar insanlar tarafından kutsal olarak kabul ediliyordu.

Ve hatta şu an olduğu gibi kutsal metinlere karşı çıkıp aleyhte konuşmalar yapan insanlar en ağır cezalara çarptırılıp toplum tarafından dışlanır ve toplumsal bütün hakları ellerinden alınırdı.

Şimdi yazıya biraz ara verip düşünmeni istiyorum yüce arkadaşım..

Dinsizlikle suçlanıp öldürülen Sokrates’in haklı olduğunu biliyorsun.

Ya da o zamanlar antik dini öğretilere karşı çıkıp bilimi savunup Yunan toplumuna inandıkları Tanrıların ve Dinlerinin yalan olduğunu haykıran ve sırf bu yüzden öldürülen  yüzlerce ve hatta binlerce  insanın haklı olduğunu biliyorsun.

Çünkü o öğreti ve dinlerin sadece masallar ve masal kahramanlarından oluştuğunu biliyorsun. Şu an samimi bir şekilde kendini ve içerisinde bulunduğun toplumunu düşünecek olursan kendi toplumunla antik toplumlar arasında pek de fark olmadığını göreceksin. (En azından inandıkları şeyler konusunda)


‘Ama benim dinim gerçek olan din, benim dinim hak din’ diyeceksin şu an kemiklerinden bile eser kalmamış çoğu dindar antik insanın dediği gibi. Evet takdir edersin ki bir dine inanan insanlar ‘sadece benim dinim gerçek’ düşüncesindedirler.

Yani şu an dünya üzerinde bulunan yaklaşık 4000 dünya dinine mensup farklı insan gruplar ‘Benim dinim gerçek kalanları yanlış ve bunun için bedel ödeyecekler’ düşüncesindedirler.  Tıpkı senin Yahudi veya Hristiyanlar hakkında düşündüğün gibi yahut dinin hangisiyse ve hangileri dinin dışında kalıyorsa.

4000 dinin mensuplarının bu görüşte olduğunu düşünecek olursan dünyada var olan karmaşanın sebebini anlaman daha kolaylaşacaktır. Yahudilere nasıl kutsal topraklar vadedilmişse Müslümanlar’a da cihat vadedildi. Herkese bir şeyler vadedildi. Ve herkes onu almanın peşinde.

Dünya bir kaos’a doğru ilerliyor ve kimse bunun farkında değil.

Gereğinden fazla kan, vahşet, şiddet gören dünya toprakları daha fazlasını kaldıramayacak.

Geleceğin mitolojisi için  insanların birbirlerini üzmelerine incitmelerine gerek yok. Bu böyle devam etmemeli.

İşte bu yüzden o bahsini geçtiğim 4000’lik güruhtan olmayan bizler, karanlığa ışık olmak için kenetlenmeliyiz…

Unutmayın ışık büyüdükçe karanlıklar azalacaktır…

MİTOLOJİK PEYGAMBER "İDRİS"

Yazan: Mehmet W. Gündoğdu
MWG, din, İdris, Hz İdris, Enoş, Enoch, yahudilik, islamiyet, İdris'in mitolojik kökeni,Mitoloji ve İdris, Hanok, din ve mitoloji, Mitoloji ve din, İdris'in miracı, Osiris ve İdris, Mitolojide İdris,

MİTOLOJİK PEYGAMBER: İDRİS


Din kaynaklarına göre; İdris’in, Âdem’den sonraki 7. Kuşaktan olduğu söylenilir. Şit peygamberin torunlarından Yeret’in oğlu İdris, Kuran ve Tevrat’tan başka öteki din kitaplarında da adı geçen peygamberlerdendir. Bazı kaynaklara göre peygamber değil ermiş bir kişidir. Babil ya da Mısır’da doğduğu söylenir. Kendisine otuz sayfalık kitap indirilmiş. Çeşitli hadislere göre; ölmeden tanrı katına çıkan kimine göre dört, kimine göre dokuz kişiden birisidir. Yetmiş iki dil ile konuşarak, her kavme kendi diliyle seslenip, dine davet etmiş.

İslam yazılı kaynaklarında İdris peygamberin adı Ahnut-Uhnut ya da Unnuh, batı dillerinde aslı İbranice olan Hanok’tur. Tevrat’ta da Hanok olarak anılır. Kuran’da iki yerde; Meryem ve Enbiya surelerinde adı İdris olarak geçer.

Eski Mısır tanrısı Osiris’in İdris olduğu ileri sürülür. Bununla birlikte Tevrat’ta İdris’e karşılık gelen Osiris’le ilişkilendirilir. Değişik inanç kitaplarında ve yazılı söylencelerde antik Mısır tanrısı Thot, Sümer ve Babil tanrısı Enlil ve antik Yunan tanrısı Hermes’in aslında İdris olduğu iddia edilir. Bu yazılı söylencelerde anlatılanlarla İdris’in yaşadığı olaylar birbirine çok benzer. Bu söylencelerin hepsinde ortak olay ve özellikleri görmemek için kör olmak gerek. Yani, İslam’ın içine; antik Yunan, antik Mısır ve Sümer’den alınmış olayların benzerliğine rastlantı denilebilir mi?

Tevrat’ın 5. Bölümünde Hanok şöyle anlatılır: “Yeret 162 yaşındayken oğlu Hanok doğdu. Hanok'un doğumundan sonra Yeret 800 yıl daha yaşadı. Başka oğulları, kızları oldu. Yeret toplam 962 yıl yaşadıktan sonra öldü. Hanok 65 yaşındayken oğlu Metuşelah doğdu. Metuşelah'ın doğumundan sonra Hanok 300 yıl Tanrı yolunda yürüdü. Başka oğulları, kızları oldu. Hanok toplam 365 yıl yaşadı. Tanrı yolunda yürüdü, sonra ortadan kayboldu; çünkü Tanrı onu yanına almıştı.”

TDV İslam Ansiklopedisi, 21.cilt 478- 480 sayfaları arasında İdris hakkında verilen ayrıntılar hadis ve Kuran yorumcularına dayanmaktadır. Kısaltarak aldığımız bu bölümdeki bilgiler şöyle:

“Müslüman müellifler, Kuran’daki bilgilerden hareketle ve Kuran dışı kaynaklardan, özellikle de Kitâb-ı Mukaddes, apokrif eserler ve rabbânî literatürden faydalanarak İdris’i, Kitâb-ı Mukaddes’te yer alan ve semaya kaldırılmış olan şahsiyetlerden (Hanok [Hanokh, Enoch, Uhnûh], İlyâ [İlyâs] veya Hızır) biri olarak kabul etmişlerdir. Diğer taraftan İdris, Hermes’le de bir sayılmıştır. İbnü’l-Kıftî, İdris’le ilgili şu görüşleri nakleder: Bazıları onun Mısır’da doğduğunu ve adının Hermesü’l-Herâmise olduğunu söylemektedir. Yunancada adı Ermis olup Arapça’ya Hermes olarak geçtiğini söyleyenler de vardır. İbraniler ona Hanûh demektedir, bu isim Uhnûh olarak Arapçalaştırılmıştır. Allah kitabında onu İdris olarak adlandırmaktadır (Mustafavî, et-Taḥḳīḳ, “drs” md.; İbnü’l-Kıftî, s. 1-2). Bîrûnî, Hermes’e İdris de denildiğini, bazılarının Buda’yı Hermes olarak kabul ettiklerini nakleder (el-Âs̱ârü’l-bâḳıye, s. 206). Müslüman müelliflerin hepsi İdris’in, Kitâb-ı Mukaddes’teki rivayete göre ebedî hayata ermiş olan veya Kitâb-ı Mukaddes dışı Yahudi dinî literatürüne göre ölmeden cennete giren Hanok (Honoch) olduğunu kabul eder. Bu görüşü benimseyen ilk müellif Taberî’dir (Târîḫ, I, 170). Fahreddin er-Râzî (XXI, 233), Nesefî (III, 265), İbnü’l-Esîr (I, 62) ve diğer müfessirler de İbrânîler’in Uhnûh’u ile Müslümanların İdris’inin aynı kişi olduğunu söylemektedir… toplam 365 yıl yaşar. Nihayet gözden kaybolur, çünkü onu Allah almıştır (Tekvîn, 5/21-24); şu halde o ölmemiştir (İbraniler’e Mektup, 11/5). …Hakkında Kitâb-ı Mukaddes dışında Talmud ve Midraş ile apokrif literatürde de bilgiler bulunan Hanok’un bir peygamber mi yoksa kutsî bir şahsiyet mi olduğu konusu Yahudi âlimleri arasında tartışmalıdır. Aggadah’ta (Yahudilerin Talmud ve Midraş’ın kıssalar, efsaneler, alıntılar, darbımeseller, folklorik temalar içeren bölümlerine verdikleri isim) Hanok, ölüm acısını duymadan cennete giren dokuz sadık insandan biri olarak gösterilir.


Yahudi kaynaklarındaki bilgilere göre Hanok, gizli bir yerde sadık bir insan olarak yaşarken bir melek kendisine gelir ve bu inzivadan çıkıp Tanrı’nın yolunda gitmeleri için insanlara öğretmenlik yapmasını ister. Bunun üzerine Hanok 243 yıl öğretmenlik (peygamberlik) yapar ve bu dönemde dünya huzur ve barışla dolar; hatta bütün krallar ve prensler ona boyun eğer. İnsanoğluna yaptığı hizmetlere karşılık Tanrı onu gökte de meleklerin kralı yapmaya karar verir ve şimşek gibi savaş atlarının çektiği alev saçan bir arabayla kendisini semaya alır. Tanrı Hanok’a muhteşem bir elbise ve gözleri kamaştıran bir taç giydirir. Ona hikmetin bütün kapılarını açar ve kendisine “Metatron” (bütün semavat sakinlerinin prensi ve başı) adını verir, bedenini bir şuleye dönüştürür, onu fırtına, kasırga ve gök gürlemesiyle kuşatır (EJd., VI, 794).

Hanok, mistik Yahudi grupları içerisinde kendisine büyük önem verilen bir şahsiyettir. Bu gruplara göre bazı melekler özel bir mazhariyete erişmiş olup bunların en başında Metatron yer alır. Böylece o baş melektir ve diğerlerinin prensidir. Merkabah literatürüne göre Metatron, Hanok’un beşerilikten kurtulmuş ve melekleşmiş hali olup göğe alındıktan sonra orada insanların amellerinin kaydını tutmaktadır (ER, V, 118).

Kabbalistler’e göre de altı harfle yazılmış olan Metatron Hanok’tur, fakat o yeryüzündedir. Zohar kitabına göre Hanok, Âdem’in nesillerinden her birinin kitapları gibi bir kitap sahibidir. Onun kitabı “hikmetin sırrı”dır (EJd., XI, 1443-1446). Dünyanın sonuna doğru Hanok, Eliya (İlyâ, İlyâs) ile beraber “yol açıcı” ve “hazırlayıcı”, dolayısıyla mehdî rolünü oynayacaktır. Bunlara göre Hanok melekleşince Metatron adını almış ve nuranileşmiştir. Eliya da ölmemiş, göğe çekilmiştir, fakat hâlâ beşerî formunu korumaktadır. Ancak Hanok ile Eliya’nın aynı şahıslar olup değişik isimlerle ifade edildiğini ileri sürenler de vardır (a.g.e., VI, 793). Hanok’la ilgili kaynaklardan biri de apokrif kabul edilen “Hanok’un Kitabı”dır. Üç farklı nüshası bulunan eserin Etiyopya dilinde yazılmış olanında Hanok iyi insanlarla Tanrı arasında bir aracıdır. Semavî bir yolculuğa çıkar ve bu yolculukta bütün yaratılışın sırlarına, unsurlarına muttali olur (a.g.e., VI, 795-796). Slav dilinde kaleme alınmış olanda ise Hanok’un meleğin kanadında yedi feleği ziyareti anlatılır. O, yedinci kat semada Tanrı’yı arşa istivâ etmiş olarak müşahede eder, ayrıca mühürlü kitapları da görür. Tanrı melek Vreveil’e, Hanok’a semanın ve arzın işleyiş düzenini ve diğer konuları anlatmasını, Hanok’a da bu anlatılanları 360 kitap içerisinde kaydetmesini emreder (a.g.e., VI, 797-798)…

Hz. İdrîs’in terzi olduğu, her iğne saplayışında “sübhânellah” dediği, akşam olduğunda yeryüzünde ameli ondan daha üstün hiç kimsenin bulunmadığı da İbn Abbas’tan rivayet edilmiştir (İbn Kesîr, Tefsîrü’l-Ḳurʾân, V, 236). “Biz onu yüce bir mekâna yükselttik” meâlindeki âyet açıklanırken kendisine hem peygamberlik hem de otuz sahîfe verilmesi yanında kalemle yazı yazan, elbise diken, hesap ve yıldız ilmiyle meşgul olan ilk insanın İdrîs olduğu belirtilir (Fahreddin er-Râzî, XXI, 233). İdrîs bazan İlyâ (İlyâs) ile aynı kişi sayılmıştır. Nitekim Abdullah b. Mes‘ûd’dan nakledildiğine göre, “İlyâs da şüphe yok ki gönderilmiş peygamberlerdendi” (es-Sâffât 37/123) mealindeki ayetin tefsirinde İbn Mesud ile İbn Abbas, İlyâs ile İdris’in aynı kişi olduğunu söylemişlerdir)…  Hz. İdris’e ilâhi bilgileri ihtiva eden otuz sayfa indirilmiştir. O, Âdem’in ve Şît’in sahîfelerini de kalbinin üzerinde taşırdı. Remil ilmi, heyet, nucüm, hesap, tıp, nebatların sırları, garip sanatlar, yazı yazmak, dikiş dikmek, terazi kullanmak gibi meslek ve sanatları İdris icat etmiştir. Sahifelerinde semavî sırlar, ruhanilere hükmetmenin yöntemleri, varlıkların özellikleri gibi konulara dair bilgiler vardı. Çok sayıda talebesi olan İdrîs, yeryüzünde ilk defa demiri keşfedip ondan aletler yapmış, ziraatı geliştirmiş, deri ve kumaşlardan elbise dikmiştir (İbnü’l-Esîr, I, 54; Nişancızâde, I, 124-128). Yıldızlar ve hesap ilmiyle ilk meşgul olan kişi olduğu için Yunanlı hakîmler ona “Hermesü’l-hakîm” (Hermesü’l-Herâmise) demişlerdir (İbnü’l-Esîr, I, 54-55, 59-60; İbn Kesîr, el-Bidâye, I, 99-100).

İdris’in kimliği konusunda en çok ilgi çeken hususlardan biri de onun yarı efsanevî bir şahsiyet olan Hermes’le ilgisidir. İslâmî kaynaklarda üç Hermes’ten söz edilmekte olup her biri değişik özelliklere sahiptir. Bunlar Hermes (Hermesü’l-Herâmise), Bâbilli Hermes ve Mısırlı Hermes’tir. Birinci Hermes hakkındaki rivayetler İdris’e dair anlatılanlara benzemekte, bazılarınca bunun Uhnûh ve İdris’le aynı kişi olduğu kabul edilmektedir. Bu Hermes, gökler hakkında bilgiye sahip olan ve insanlara tıp konusunda bilgiler veren ilk insandır. Onun harflerin ve yazının mucidi olduğuna, insanlara giyinmeyi öğrettiğine de inanılır; ilk defa Allah’a ibadet etmek için evler bina etmiş, Nuh tufanını haber vermiştir (Seyyid Hüseyin Nasr, s. 151-152; Kılıç, s. 49)….” (Ömer Faruk Harman- TDV İslâm Ansiklopedisi 21. Cilt, sayfa:  478-480 arası- 2000)

İdris’in Miracı( Göğe Çekilmesi)
Hadis ve Kuran yorumcularının ışığında anlatılan İdris’in göğe çıkması olayı ilk miraç kabul edilmektedir.

İdris yeryüzünde insan bulunan toplulukları dine davet ettiyse de pek karşılık bulamayınca, kendisine vekiller atadıktan sonra Aşure gününde göğe çıkarıldı.

Deylemi, Firdevs, İbni İshak, İbni Hişam, Buhari, Ümmü Selem gibi pek çok hadisçiler bu konuyu şöyle anlatırlar:

“Dünyada yaşadığı ömrünün sonuna doğru ölüm meleği Azrail, İdris’i ziyarete geldi. İdris, Azrail’e: “Bir anlık benim ruhumu al.” dedi. Bunun üzerine Allah Teâlâ, Azrail’e; “Onun ruhunu al!” diye vahiy etti. Azrail İdris’in ruhunu aldı. Allah Teâlâ, İdris’in ruhunu tekrar iade etti. İdris, Azrail’e; “Beni semalara götür. Cennet’i ve cehennem’i göreyim.” dedi. Allah Teâlâ, Azrail’e onu semaya götürmesini, cehennem’i ve cennet’i göstermesini vahiy etti. İdris’e cehennem gösterildi. Cennet’e götürüldü. Cennet’e girince, çıkmak istemedi. Kendisine; “Niçin çıkmıyorsun?” diye sorulunca; “Allah Teâlâ, «Her nefis ölümü tadacaktır.» buyurdu. Ben ise ölümü tattım. Yine Allah Teâlâ, «Herkes cehennem’e uğrayacaktır.» buyurdu. Ben oraya uğradım. Allah Teâlâ, «Onlar oradan (cennet’ten) çıkmayacaklardır.» buyurdu. İşte ben bunun için cennet’ten çıkmak istemem.” dedi. Bunun üzerine Allah Teâlâ, Azrail’e vahiy edip, İdris’in cennet’te kalmasını bildirdi. İdris böylece Cennet’te kaldı.

Nitekim Buhârî ve Müslim’de bildirilen hadisi şerifte, peygamberimiz Miraca çıktığı zaman, hazret-i İdris’i dördüncü kat semada gördüğünü bildirmiştir. İdris aleyhi selam diri olarak göğe çıkarılınca, onu çok sevenler, ayrılık acısına dayanamadılar. Hatırlamak için resmini yaptılar. Daha sonra gelenler bu resmi tanrı sandılar, çeşitli heykeller yapıp tapıldı. Böylece putperestlik meydana çıktı.”

Yine bazı hadislere göre; İdris’in göğe çekilmesinden sonra şeytan gelip, İdris’e inanmış olanlara; İdris’in resmini, sonra da halkın sevdiği saydığı başkalarının resimlerini de yapmış. Daha sonra bu resimler yontulara dönüşerek, toplantı yerlerine dikilmiş. Önce bu yontulara tapınılmadıysa da, sonradan puta tapma inancı ortaya çıkmış.

Bazı Sorular:
Burada sorulması gereken aykırı birkaç sorudan sonra bu konuyu kapatmak istiyoruz.
  • Ölüm meleği Azrail’in görevi can almaksa, İdris’i ziyarete gelebilir mi?
  • İdris’in cehennem ve cenneti görüp; Allah’ın verdiği sözlere dayanarak, Allah’ı “tongaya düşürmesi” olasılığı olabilir mi?
  • Hadislere göre; bütün her şeyi Muhammed peygamber için yarattığını söyleyen tanrı, Muhammed peygamberi değil de; neden İdris’i, İsa’yı ve başkalarını yanına alıp ölümsüzleştirdi?
Kuran’a göre peygamber Muhammed’i miraca çıkaran Cebrail. Oysa hadislere göre; İdris’i semaya çıkaran Azrail. Her iki kitaba göre; Cebrail ve Azrail’in böyle bir görevleri yok.

Soruları çoğaltabiliriz. Ne kadar soru sorulsa da, birileri çıkıp; “hikmetinden sual olunmaz” deyip geçiştireceklerdir.

TANRIÇA SERKET (SELKİS)

Derleyen & Çeviren: A.Kara
A, mitoloji, din ve mitoloji, mısır mitolojisi, Serket, Akrep tanrıça, Kötülük yapanları cezalandıran akrep tanrıça, Serqet, Selkis, Yarı akrep tanrıça, Zehirden koruyan tanrıça, Antik Mısır, Mısır Tanrıçaları, Kanopik ZEHİRLİ ISIRIKLARI İYİLEŞTİREN VE KÖTÜLÜK YAPANLARI CEZALANDIRAN AKREP TANRIÇA

Eski Mısır inancında Serket (Serqet, Selkis) hayatın soluğunu (nefes) kontrol ediyor, doğru işleri onaylayıp korurken, ölümcül yılan ve akrep ısırıklarını iyileştiriyor ve kötülük yapanları cezalandırıyordu.

Akrep veya bir kadın başı ve gövdesiyle bir akrep, hatta bazen başında akrep olan bir kadın olarak tasvir edildi. Akrep, M.Ö. 3100 civarındaki Erken Hanedanlar Dönemi'nin başlangıcında en eski insan yerleşim alanlarındaki Mısır eserleri üzerinde ortaya çıkan bir semboldür.

Yavrusunu korumakla ünlü olan akrep ile güçlü bir ilişki içinde olan Serket, anneliğin güçlü korumacı yanını ve çocukların beslenmesini sembolize ediyordu. Bu yönüyle, Horus'u çocukluğu boyunca kaos tanrısı Seth'ten koruyan Mısır tanrıçası İsis'le karıştırılıyordu.

Genel olarak yardımsever ve koruyucu bir tanrı olarak görülen Serket'e “Cennetin Hanımı”, “Kutsal Toprakların Hanımı”, “Güzel Çadırın Hanımı”, “Güzel Evin Hanımı” gibi farklı ve güzel sıfatlar verildi. Fakat inanışa göre bu tanrıça onaylanmadığı veya insanlarca onaylanmayacak kötü eylemler gerçekleştirenleri gerektiğinde cezalandırıyordu.

Eski Mısırlılar, Serket'in yılanlar ve akrepler, hatta onların zehirli, ölümcül ısırıkları üzerinde gücü olduğuna inanıyordu, böylece kötülük yapanlara acı çektirebiliyor, akrep sokmaları ve yılan ısırıklarından muzdarip olanları tedavi edebiliyordu.

Serket yılan ısırıklarını tedavi edebildiği için eski Mısır'da kötü yılan-tanrı olarak bilinen şeytani bir yılan figürü olan Apep (veya Apophis)'e karşı canlıları koruyan tanrıça olarak da biliniyordu. Yani Serket ayrıca yılana karşı mücadelede de rol oynuyordu.


Tabut Metinleri 752 tılsımında ölen kişi şöyle der: "Serket-Hetyt'in sanatında yetenekliyim; bu yüzden Apophis’i uzaklaştıracağım."

Piramit metinlerinde ölen kralın tabutunda yazanlar da Serket'in koruyucu rolünü kanıtlıyor (PT 1375): "Annem Isis, hemşirem Nephthys… arkamda Neith ve önümde Serket…”
Diğer üç tanrıça Nephthys, Isis ve Neith ile birlikte Serket, vefat eden kişinin vücudunu ve hayati organlarını koruyordu.

Organlar geleneksel olarak kanopik (Antik Mısır'da insanlar mumyalanırken iç organların konulduğu kaplardır) kavanozlarda saklanır ve 'Horus'un Dört Evlatı' olarak adlandırılan dört küçük tanrı tarafından korunurlardı.

Bunlardan biri akciğerleri koruyan ve Neftis'in (Nephthys) koruması altında olan maymun başlı Hapi (Hapy) idi. Ayrıca karaciğeri Isis tarafından korunan insan başlı Imsety, mideyi genellikle Neith (Nit) tarafından korunan çakal başlı Duamutef ve bağırsakları genellikle Serket tarafından korunan Qebehsenuef koruyordu.

Kavanozlar dört koruyucu tanrıça olan Isis, Nephtys, Neith ve Serket ile tanımlanıyordu.

Bu ilahın şerefine yükseltilmiş çok tapınağı yoktu ancak birçok toplulukta ona ibadet eden çok sayıda rahip vardı. Ona ilk başta Delta'da ibadet edildi, ancak ünü toprakların ötesine, Djeba (Edfu) ve Per-Serqet'te (Pselkis, el Dakka) bulunan tarikat merkezlerine kadar yayıldı.

Eski Mısırlılar, akrep tanrıçasına saygı göstererek kendilerini tüm zehirli yaratıklardan koruyabileceklerine inandılar.

Görünüşe göre bu tanrıça sihir ile de ilişkiliydi çünkü onun akrep ve yılanların zehirli ısırıklarıyla mücadele eden sihirli tıp pratisyenlerinin lideri olduğunu doğrulayan birçok büyülü tılsımı vardı.

Kaynaklar: Hart, G. A Dictionary of Egyptian Gods and Goddesses

İSİS

Yazan: A.Kara
A, mitoloji, mısır mitolojisi, din ve mitoloji, Bakire Meryem ve İsis, İsa ve Horus, mitoloji, Mısır Tanrıçaları, Isis, İsis, Mısır rahibeleri,

ANTİK MISIR'IN EN KÖKLÜ TANRIÇASI: "İSİS"

İsis eski Mısır'ın en eski tanrıçalarından biridir ancak kökenleri belirsizdir. Sina'dan geldiği düşünülen İsis'in aynı zamanda Busiris'in etrafındaki Aşağı Mısır'ın deltasında Osiris'e ibadetin yaygın olduğu en eski kült merkezinin bulunduğu bölgede ibadet edinilen ilk put olduğu muhtemeldir. Ancak İsis'in tarikatı ibadette bir alanla sınırlı kalmadı ve topraklardaki her tapınakta ona taptılar. Özellikle İsis'in kendisine adanmış ilk türbe 30 Hanedan'daki II. Nektanebo tarafından yaptırılmıştır.

Mısır tanrıçası İsis'in kültü Mısır'da çok popülerdi ve bir süre sonra neredeyse sınırsız niteliklere sahip bir tanrıça haline geldi. İsis onun Yunanca adıydı, eski Mısırlılar tarafından genellikle "tahtın dişisi" veya "tahtın kraliçesi" olarak çevrilen Aset (veya Ast, İset, Uset) olarak biliniyordu.

Onun asıl başörtüsü boş bir tahttı ve tahtın kişileştirilmesi olarak Firavunun gücünün önemli bir kaynağıydı. Ancak İsis adının tam anlamı hala tartışmalıdır. Plutarch, adının "bilgi" anlamına geldiğini, ancak bir başka olası çevirinin de "(dişi) beden" olduğunu, yani İsis'in Tanrıların Kraliçesi olmasına rağmen bir zamanlar ölümlü bir kadın olduğunu öne sürdü. Bu kesinlikle Isis'in ve kocası Osiris'in firavunlar döneminden önce Mısır'ı yönettiğini belirten Ennead'i çevreleyen mitolojiye de uymaktadır. Bununla birlikte Ölüler Kitabı onu “Cennete ve dünyaya kaynak veren, yetimleri ve dul kadınları bilen, fakirler için adalet arayan ve zayıflar için bir barınak olan” olarak tanımlamaktadır. Bu yüzden de bir ölümlüden fazlası olarak görülüyordu.

İsis, her Nome'de (Eski Mısır'ın 36 bölgesinden biri) "Hent" (Kraliçe) olarak biliniyordu ama aynı zamanda eski Mısır'da şaşırtıcı sayıda isim ve ünvanla tanınıyordu. Zamanla birçok tanrıçanın da özelliklerini kendine aldı. Bu da diğer tanrı ve tanrıçalarla arasında oldukça karmaşık ilişkiler olmasıyla sonuçlandı.

İsis, Geb (Dünya) ve Nut'un (Hava) kızları, Osiris'in karısı ve kız kardeşi, aynı zamanda Set ,Neftis (Nephthys) ve yaşlı Horus'un kız kardeşi olarak (Horus'un kızkardeşi olarak "sık" görülmez)  Helioploitan Panteonunun bir üyesiydi (Panteon değilde "Ennead" adıyla bilinir ve içinde 9 tanrı-tanrıça barındırır). Ancak tahtla olan ilişkisi nedeniyle İsis bazen Firavun'un koruyucusu olan Yaşlı Horus'un karısı olarak kabul edildi. Mısır tarihi boyunca Ra ve Horus yakından ilişkiliydi, Isis ise Hathor (Horus veya Ra'nın karısı olarak tanımlanır) ile yakından ilişkiliydi. Bu yüzden de Isis, Ra veya Horus'un karısı olarak görülebilecekti.

Ra ve Atum birleştiğinde, Isis, hem Atum'un (-Ra) kızı hem de (Atum-) Ra'nın karısı oldu. Bu durum, İsis'i Horus'un annesi, Ra-Atum'un torunu ve Osiris'in karısı olduğunu açıklıyordu.

Heliopolis (eski Mısır'da bir şehir) mitolojisinin ulusal din olarak benimsenmesi Osiris’i yer altının kralı konumuna getirmiştir. Ancak bu pozisyon zaten Anubis tarafından çoktan tutulmuştu. Bunun sonucunda da Neftis'in Osiris tarafından hamile kaldığı ve Anubis'i doğurduğu şeklinde bir efsane gelişti.

Bu masalın çeşitli versiyonları vardır. Bazı durumlarda Osiris Neftis ile birlikte olarak karısı İsis'e  karşı yanlış yapıyorken, bir diğer versiyonunda ise Neftis'in kasıtlı olarak Osiris'i kandırdığı görülür. Her iki şekilde de İsis, Osiris'den olan gayri meşru çocuğu onun kız kardeşinden ve kardeşi Set'in öfkesinden korumak için evlat edindi.

Mısırlılar aile yaşamına çok değer veriyorlardı ve İsis onlar için faziletli bir anne örneğiydi. Yeni Krallık'tan İsis arketipsel bir anne olarak kabul edilerek doğum ve anneliğin koruyucu tanrıçası halini aldı.

Horus yaşayan Firavun'un koruyucusu olduğu için, İsis Firavun'un annesi olarak tanımlanabilir. Isis'in ve oğlu Horus'a ait imgeler ile Meryem Ana'nın bebek İsa imgeleri arasında belirgin bir benzerlik bulunur ve çok sayıda örneği vardır. İsis ve bebek Horus imajı Mısır sanatında son derece popülerdi ve genellikle Hristiyan kiliselerinde görülen Meryem ve bebek İsa Mesih ikonografilerinin üzerinde büyük bir etkiye sahip oldukları reddedilemez gerçektir. Bununla birlikte Meryem çocuğundan bağımsız herhangi bir güce sahip olmayan pasif biri olarak tanımlanırken İsis yalnızca bir anne değil, kendinden emin, yetenekli bir kraliçe ve çok güçlü bir büyücü idi.

İsis, Ra'nın ona inanılmaz güçler veren gizli adını biliyordu. Piramit metinleri İsis'in Osiris'in öldürülecek olduğunu (önleyememiş olmasına rağmen) ve daha fazlasını gerçekleşmeden önce öngördüğünü ima ediyor. İsis'in ısrarı üzerine Anubis ve Thoth ölümünden sonra Osiris'e hayat vermek için ilk mumyalama ayinini gerçekleştirdi ve İsis kocasının üzerinde uçarak sihirli bir şekilde oğlu Horus'a hamile kalmayı başardı.

O, Lahitleri ve iç organları içeren kavanozları koruyan Bastet, Neftis ve Hathor'a eşlik eden dört koruyucu tanrıçadan biriydi (veya Neftis, Selket ve Neith ile birlikte). Ölen kişinin öbür dünyaya giderken ki zorlu yolculuklarında onlara yardım ettiği, bazen de ölülerin yargıçlığını yapanlardan biri olduğu düşünülüyordu.

İsis'in rahibeleri yetenekli şifacı ve ebelerdiler. Halk arasında bu rahibelerin büyülü güçlere sahip oldukları söyleniyordu. Bu özelliklerine ek olarak tıpkı Hathor rahibeleri gibi rüyaları da yorumlayabiliyorlardı ve ek olarak saçlarını (denizcilik kültürlerinde yaygın olan bir batıl inanç) saçlarını örerek ya da tarayarak havayı kontrol edebildikleri düşünülüyordu. Ptolemaios Krallığı döneminde denizcilerin koruyucu tanrıçası olan Astarte ile ilişkilendirildi ve denizciler için iyi bir rüzgar sağlayacağı düşünüldü.

İsis'in öldürülen kocasına ve çocuğuna olan sadakati, Set'e karşı koyarak gösterdiği cesareti, tüm insanlara (hatta Set'e) karşı olan sıcaklığı ve şefkati Isis'i gerçekten de Mısır'daki en sevilen tanrıçalardan biri ve eski dünyadan biri yaptı.

Isis genellikle tahtını (başındaki hiyerogliflerden biri olan) temsil eder şekilde başlık takan bir tanrıça olarak betimlendi. Ayrıca sık sık üzerinde bir yılanla birlikte akbaba başlığını giyen bir kraliçe olarak tasvir edilmiştir. Ara sıra bir nilüfer tomurcuğu veya çınar ağacının kabartmasını taşımıştır. Ayrıca, Ma'at'ın tüyleriyle birlikte Yukarı ve Aşağı Mısır'ın çift taçını giyen bir kraliçe veya tanrıça olarak da tasvir edilir.

İsis, kanatlı bir tanrıça olarak da tasvir edilirdi. Bu formda kanatları toprağa cennetsel bir koku yayıyor ve yeraltı dünyasına temiz hava getiriyordu. Yeni Krallıkta bir güneş diskinin her iki tarafında inek boynuzu olan akbaba başlığını da benimsedi. Bazen bir inek ya da bir ineğin başına sahip olan bir kadın olarak tasvir edilirdi. Bir diğer tasvirde ise başındaki taçtan bir kobra ile yılan tanrıçası Thermuthis formundadır.

Tjet tılsımı "İsis Düğümü", "İsis Tokası" veya "İsis Kanı" olarak da bilinir. Her ne kadar Tjet'in anlamı oldukça belirsiz olsa da bir kadının hijyenik kumaşını (bu nedenle kanla bağlantı) temsil ettiği veya bir düğümdeki büyülü güçle ilgili olabileceği düşünülmektedir (yine onu büyük sihirbaz İsis ile ilişkilendirir). Cenaze törenlerinde kullanılan Tjet'in diriliş ve yeniden doğuş fikirleriyle bağlantılı olduğu görünmektedir.

Aşağı Mısır'ı temsil ederken Neftis'in Ptah-Tanen ile ilişkilendirildiği gibi İsis de bazen Yukarı Mısır'ı temsil ederken ise Khnum ile ilişkilendirilmiştir.

HEKET

A, Mısır mitleri, mısır mitolojisi, mitoloji, Mısır Tanrıçaları, Eski mısırda doğum, Doğum tanrıçası, Mısır doğum tanrıçası, Heqet, Heket, Heqat, Mitoloji ve din, din ve mitoloji,
HEQET (HEQAT, HEKET)
Heqet (Heqat, Heket) Antik Mısır'da doğum ve bereket tanrıçasıydı. Kurbağa ya da kurbağa kafalı bir kadın olarak tasvir edilirdi. Adının anlamı kesin olmamakla birlikte "yönetici" veya "asa" anlamına gelen "heqa" kelimesinden türetildiği bilinmektedir. Kurbağa ile sembolize edilmesinin nedeni ise kurbağaların bereket ve yeni hayatı sembolize ediyor olmasıydı. Bu da araştırmacıları Heqet'in rahibelerinin aynı zamanda eğitimli birer ebe oldukları üzerinde düşünmeye itiyor.

Bir inanışa göre, Heqet, Abu yani Filipin'in yaratıcısı olan tanrı Khnum'un karısıydı. Her bir kişiyi çömlekçi çarkında yarattı ve annelerinin rahimlerine yerleştirilmeden önce onlara hayat verdi. Heqet ve Khnum, Deir el Bahri'deki Mortuary Tapınağında Hatshepsut'un doğum sütunlarında tasvir edilmiştir. Burada Heqet'in bebek Hatshepsut'a doğru bir ankh (yaşamı sembolize eder) ve onun Ka'sını tutmakta olduğu görülür.

Başka bir inanışa göre ise o Heh'in karısıydı ve her insanı onlara hayat vermeden önce yaratan kişi bizzat oydu. Bazen annesi Hathor'un formuna geçmesine rağmen yaşlı Horus'un karısı olarak da kabul edildiği görülmektedir.

Hamile kadınların koruma için Heqet'i betimleyen muskalar giydikleri ve Orta Krallık'ta doğum sırasında yapılan ayinlerde fil dişinden bıçaklar ve ismiyle yazılı tokmaklar kullanıldığı ve bununla kötülüğü önlemenin amaçlandığı görülmektedir. Ayrıca, doğum sancısı verebilir ve bu sancı sırasında kadına koruma sağlayabilirdi. Heqet'in dünyaya gelen 3 firavunun hikayesinin anlatıldığı Westcar parşömenindeki "Khufu ve Sihirbazlar" hikayesinde, 3 firavunun doğumuna yardım ederek krallığı koruyup kolladığı görülmektedir.

Ayrıca Heqet vefat eden kişinin dirilişine, ahirete gidişine de dahil olmuştu. Piramit metinlerinde görüldüğü üzere ebedi yıldızlar gökyüzüne doğru yol almakta olan firavuna yardım eder ve Denderah’da ölen Osiris'in defninin altında betimlenir. Qus'ta, Heqet için yapılmış Batlamyos'a ait bir tapınak vardı fakat sadece bir sütunu geride kalmıştır. Ayrıca Tuna el-Gebel'in mezarındaki Herwer'de bir tapınağa yapılan göndermeler vardır fakat araştırmalara rağmen bu tapınak henüz bulunamamıştır.

MİTOLOJİ VE DİN
Görüldüğü gibi İslamiyet ve diğer İbrahimi dinler öncesi eski Mısır ve birçok antik toplumda ölümden sonra hayat yani bir ahiret inancı ve çamurdan yaratılış efsaneleri bulunmaktaydı. İnsanlar yine ölünce başka bir aleme gittiklerine, orada ödül alacak yada ceza çekecek olduklarına inanıyorlardı ve yine tıpkı Adem ile Havva gibi, ilk insanların çamurdan yaratılışına dair masallara sahiptiler. Bu tanrıçanın İbrahimi tanrılardan tek farkı insanı çamurdan, bir çömlek çarkında işleyerek yaratıyor olmasıdır (Prometheus gibi).

Fakat tıpkı Kur'an'daki anlatım gibi antik bazı efsanelerde (ÇİN) insanın kanla karışık çamurdan yaratıldığına dair efsaneler bulunmaktadır.

Sünnet uygulamasının Mısırlılar'dan İbrahimi dinlere geçtiği örneği gibi mitoloji ve din her zaman birbiri ile bağlantılı olmuştur çünkü günümüzde her inançtan insanın DOĞRU, dediği dinleri aslında geçmişin mitolojilerinin YENİ HALLERİDİR!

Makale önerileri:
Çamurdan Yaratılış Hikayeleri
Yaratılış Destanları
Sünnetin Kökeni ve Tarihi

Yazan: A.Kara

GILGAMIŞ

mitoloji, sümer mitolojisi, din ve mitoloji, A,Gılgamış hakkında,Gılgamış kimdir?, mezopotamya mitolojisi, Tummal yazıtı,Gılgamışın mezarı
Çoğu yazar ve akademisyen binlerce yıl önce yaşamış olabileceğini iddia etse de, Gılgamış genellikle Sümer mitolojisinin efsanevi bir karakteri olarak kabul edilir. Yeryüzündeki ilk kahraman olarak anılır ve Gılgamış Destanında merkezi bir figürdür.

Sümer Kraliyet Listesi'ne göre Gılgamış, tanrıça Ninsun'un ve Kulab ilçesinin kralı ve Uruk kentinin beşinci kralı Rahip-Kral Lugalbanda oğludur (Irak'taki İncil'deki metinlerde, şimdiki Warqa'da). [Yıl MÖ 2750]

Büyük olasılıkla MÖ 2800 ile 2500 arasında hüküm sürdü ve ölümünden sonra tanrılaştırıldı.

Gilgamış Lugalbanda'nın kralı olmayı başardı. O, 126 yıl boyunca hüküm sürdükten sonra tahtı 30 yıl boyunca hüküm sürecek olan oğlu Ur-Nungal'a vermiştir.

Uruk'un kralı olan Gılgamış, genellikle bir insan olarak anılırken üçte ikilik bir tanrı ve üçte biri kadar insan olduğu söylenir.

Gılgamış'ın tanrılar tarafından güç, cesaret ve güzellikle kutsanmış olduğuna ve var olan en güçlü ve en büyük kral olarak adlandırıldığına inanılmaktadır.

Sümer dili okuyan ilk araştırmacılar, ismini hatalı şekilde "İzdubar" şeklinde okumuşlardır.
O belki de en çok Gılgamış Destanı olarak da anılan Gılgamış Şiirinin kahramanı olarak bilinir.

Gılgamış Destanı dünyanın en eski edebi eseri olarak kabul edilir ve dünyada bilinen en eski edebi yazılar arasında yer alır. Çalışma, 3. veya 2. binyıl sonlarına dayanan çivi yazılarında bir dizi Sümer efsanesi ve şiiri olarak ortaya çıkmıştır.

Tarihçiler, Gılgamış Destanı'nın İlyada ve Odise üzerinde önemli bir etki yaptığını kabul ederler.


Gılgamış Destanı, bir dizi tehlikeli görev ve maceraya başlarken, arkadaşı Enkidu ile birlikte seyahat eden tanrıça Nnisun'un oğlunu takip eder.

Karşı konulamaz bir kral olan Gılgamış yeni evli Uruk kadınıyla yatmıştı. Bu insanları mutsuz etti.
Yaratılış tanrıçası olan Aruru, Gılgamış'a karşı koyabilecek bir güç olarak Enkidu adlı güçlü bir vahşi adam yaratır.

Gılgamış ve Enkidu, Gılgamış'ın kazanan olarak çıktığı büyük bir savaşla mücadele eder. Sonrasında Gılgamış Enkidu’nun hayatını değiştirir ve arkadaş olurlar. Birlikte maceralara devam ederler. Humbaba'yı (Huwawa'nın Doğu Semitik adı) ve Cennetin Boğasını birlikte yenerler.

Gılgamış Destanında Enkidu, Tanrıların bir ceza olarak indirdiği bir hastalık yüzünden ölür. Bu olay Gılgamış'ın ölümünden korkmasına neden olur. Büyük tufandan kurtulan Utnapiştim adasını ziyaret etmeye karar verir çünkü ölümsüzlüğü aramaktadır.

Fakat Gılgamış ölümsüzlüğün sırrını bulamaz. Birçok kez başarısız olur ve sonunda Uruk'a döner. Ölümsüzlüğün onun ulaşabileceğinin çok ötesinde olduğunu fark eder.

Edebiyatın eski eserlerinde Gılgamış'ın ismi birçok yerde gerçeğine rağmen, günümüz araştırmacıları onun gerçekten yaşadığına dair kesin bir kanıt bulamadılar..

Gılgamış, Gılgamış'ın yaşamı boyunca ya da yanında yaşamış olduğuna inanılan, bilinen tarihi bir figür olan Kish Kralı Enmebaragesi'nin hükümdarı olarak anılır.

İşbi-Erra döneminde meydana gelen otuz dört satırlık bir tarih yazımı olan Tummal Yazıtı, Urg surlarının inşası sırasında Gılgamış'tan şöyle bahseder: "Tummalık 2.kez yıkılır, Gılgamış Enlil için Kununurra evini inşa eder. Gılgamış'ın oğlu Ur-lugal, Tummal'ı yüce ilan eder ve Ninlil'i Tummal'a getirir."

Me-Turan'da (modern Tell Haddad) bulunan destansı metnin parçaları, ölümünden sonra Gılgamış'ın nehir yatağının altına gömüldüğünü gösterir.

Kaynaklar:
Sümerler: Tarih, Kültür ve Karakter — Samuel Noah Kramer,
Gılgamış Destanı: Akademi ve Sümerdeki Babil Destanı ve Diğer Metinler - Andrew George,
Mezopotamya'dan Efsaneler: Yaratılış, Sel, Gılgamış ve Diğerleri (Oxford Dünyası Klasikleri) - Stephanie Dalley,
Aramızda Gılgamış: Antik Epik ile Modern Buluşmalar - Theodore Ziolkowski

Yazan & Derleyen & Çeviren: A.Kara

MUHAMMED'İN MİTOLOJİK ATI "BURAK"

mitoloji, İslam mitolojisi, Burak, Muhammed'in atı Burak, Muhammed'in binerek uçtuğu at, Burak atı, Kanatlı at Burak ve Kamadhenu, A, din ve mitoloji, Miraca uçuran at, Burak tasviri, Kamadhenu
Burk-E-Albani / البُراق‎ ‎ / Al-Burāq
Muhammed'in Mitolojik Atı

Burak'ın tavus kuşu kuyruğu yerine at kuyruğu vardır. Fakat birçok sefer aşırı benzerliğinden dolayı at kuyruğundan farklı olarak Kamadhenu'yla yakından ilişkilendirilmiş ve tavus kuşu kuyruğuyla (çoğu zaman Hindistan'ın sembolü olmuştur) resmedilmiştir.

Tanrıça Shri Kamadhenu bazen bir inek olarak tasvir edildiği gibi bazen bir tavuskuşu kuyruğu ve güzel bir kadının kafası ile mistik bir kanatlı inek olarak da tasvir edilir. Bu ikonografi Muhammed'i gece yolculuğuna sırtında taşıyan dişi at olan Burak'ınkine çok benzer.

Mistik Kamadhenu kanatlı bir inek olarak tanımlanırken, Burak kanatlı bir at olarak tanımlanmaktadır.

Kadın başlı, at gövdeli ve tavus kuşu kuyruklu Burak, Hz. Muhammed'in Miraçta, Yedi Gökten Kudüs'e gidişinde bindiği bir dişi melektir.

Tıpkı tek boynuzlu Unicorn gibi bir kadının kafasına sahip olan, kanatlı At benzeri yaratık olduğu söylenen Burak İslam'daki dişil İlahiliğin bir örneğidir ve 7 kat gökten Muhammed'in Miraç yolculuğunun aracı olmuştur. İnanışa göre Muhammed alevden bir enerji ile çevrilmiş ve melekler eşliğinde Burak'a binmiştir.

Ayrıca İslam inancında, eşi Sare ile yaşayan İbrahim peygamberin diğer eşi Hacer ve oğlu İsmail'i ziyaret etmek için Mekke'ye giderken Burak'ı kullandığı ve aynı gün içinde akşam vakti yine Burak ile geri döndüğü ifade edilmektedir.

mitoloji, İslam mitolojisi, Burak, Muhammed'in atı Burak, Muhammed'in binerek uçtuğu at, Burak atı, Kanatlı at Burak ve Kamadhenu, A, din ve mitoloji, Miraca uçuran at, Burak tasviri, Kamadhenu
Yukarıdaki görselde gördüğünüz Hindu Tanrıçası Kamadhenu ile Burak arasında bariz benzerlikler vardır. Kamadhenu'da tıpkı Burak gibi genellikle kanatlarla ve tavus kuşunun kuyruğuyla tasvir edilmiş, dilek yerine geçen bir canlı olarak kullanılmıştır.

Muhammed, Burak'a Binerek Cennete Uçuyor
Al-Burāq (Arapça: البُراق al-Burāq "yıldırım"), peygamberleri taşıyan göksel bir yaratık olarak tanımlanan bir mitolojik attır. En sık anlatılan hikayede 7. yüzyılda, Burak'ın İslam peygamberi Muhammed'i Mekke'den Kudüs'e, İsrail'e ve Mi'raj ya da “Gece Yolculuğu” na götürür ve bunlar Kur'an'da da yer almaktadır.

Kanatlı bir at olan Burak, Mısır mitlerinin meşhur yaratıklarından olan sfenksler ile de benzerlikler içermektedir. Bazı çizimlerde ise Burak'ın siyah saçları ve kulağındaki küpesi ile bir kadın yüzü vardır. Muhammed de sade bir elbise giymiştir. Bu resim tarzı Uzak Doğu sanatının etkisini göstermektedir.

Sahih-i Buhari'den bir alıntı yaparak Burak'ı nasıl tarif ettiğine bakalım:
“... Sonra bir katırdan daha küçük ve eşekten daha büyük beyaz bir hayvan bana getirildi.” ... "Hayvansalın adımı (o kadar genişti ki) hayvanın görüş alanının en uzak noktasına ulaştı."

Başka bir açıklama:
"Ardından Cebrail, güzel yüzlü ve dizginlenmiş Burak'ı, eşekten daha büyük, ancak katırdan daha küçük, uzun, beyaz bir canavarı getirdi. O, toynaklarını bakışlarının en uzak sınırına yerleştirebilirdi. Uzun kulakları vardı. Ne zaman bir dağla karşılaşırsa, arka ayakları uzardı ve yokuş aşağı gittiğinde ise ön bacakları uzardı. Bacaklarına kuvvet veren iki kanadı vardı."

Yine Sahih Buhari Hadislerinden,
İsra ve Mirac Hakkında Malik İbn-i Sa`Saa Hadisi (HadisNo: 1551)
...Daha sonra katırdan küçük ve merkepten büyük beyaz bir binit getirildi. -Râvî (Enes İbn-i Mâlik): "Bunun adı Burak`tır ki o, adımını gözünün irişebildiği yerin müntehâsına atardı" demişti:- Ben bunun üzerine bindirildim...

Taberî’nin naklettiği bir rivayette Hz. İbrâhim’in Kâbe’yi ziyarete giderken bu bineği kullandığı belirtilmekte ve bu sebeple buraktan “İbrâhim’in bineği” (dâbbetü İbrâhim) şeklinde söz edilmektedir (Tefsîr, XV, 5, 10). Ayrıca kıyamet günü, mahşer yerinde bulunan ümmetlerine ulaşabilmeleri için peygamberlere binek verileceği, Sâlih peygamber devesine binerken Muhammed’in de kızı Fâtıma ile birlikte buraka bineceği ve o gün Burak'ın sadece kendisine tahsis edileceği gibi hususlar da konu ile ilgili rivayetlerdendir.

Kaynaklar:
Lisânü’l-ǾArab, “brk” md.; Tâcü’l-Ǿarûs, “brk” md.; Müsned, III, 148; IV, 208; Buhârî, “Bedǿü’l-halk”, 6, “Menâkıbü’l-ensâr”, 42; Müslim, “Îmân”, 259, 264; Nesâî, “Salât”, 1; İbn Hişâm, es-Sîre, I, 396-398; İbn Sa‘d, et-Tabakāt, I, 214; Taberî, Tefsîr (Bulak), XV, 4-5, 10, 12, 13; Hâkim, el-Müstedrek, II, 360; IV, 606; Demîrî, Hayâtü’l-hayevân, I, 165-168; B. Carra de Vaux, “Burak”, İA, II, 804; R. Paret, “al-Burāk”, EI² (İng.), I, 1310-1311, Hint mitolojisi Kamadhenu;  Journeys in holy lands: The Evolution of the Abraham-Ishmael Legends in Islamic Exegesis, Reuven Firestone, State University of New York Press, New York, 1990

Yazan: A.Kara