HABERLER
Dini Haber
din etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
din etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

KORKU VE DİN

MT, Korku ve din, din, Tanrı, Yaratıcı, İnanç evrenseldir, Herkesin kendi Tanrısı, Dinler korkudan beslenir, Yaratıcı mantığını kullanarak ona ulaşanı sever, Din ve coğrafya,
Dinlerin bu günkü güçlü konumlarında olmasında ki en etken rol, İnanç ve korkudur. Haram-helal.
Korku inançla endeksli olduğu için derine girmeye çalışacağım. Birde sosyokültürel olunca tam tehlike arz eden bir durum olur (cehalet fazla olunca.)

KORKU 
Dikkat ederseniz din eğitiminde genelde yöntem, korku iledir. Daha küçük yaşta korku ile yetişen bir birey yaşı ilerledikçe bu korkunun etkisindedir. Psikolojiktir.
Bunda ebeveynler etkili rol oynar, ya çocuğunu tanrıdan korkan bir köle haline getirir yada tam tersi Yaratıcıyı seven ve aklı ile hareket eden bir birey yetiştirir.
Globalleşen gelişmelere aldırış etmeden içindeki bu korku, kişiyi köle olarak efendi/tanrıya sunar. Bir köle her zaman içinde nefret taşır ve buda korkunun etkisinde cereyan eder.
Yani korku bir köle daha yaratır. Asıl olan efendinin köle isteği midir?. Elbette hayır.
Bunun yöntemi kendini geliştirmeye açık ve düşünebilen bir birey olarak yaratıcıya akıl ile varmaktır.
Korkuyu yenmenin yöntemi ise empati kurmaktır. Sosyolojik terim.
Korkunun yerini sevgi ile doldurmayı amaç edinmektir. Sorgulamak, korkuyu yenmenin ve korkmadan inanmanın etkili yöntemidir.
O zaman gerçek/efendi/tanrı ya ulaşılır. Ve insan kendini tanır kendine ulaşınca.

DİN
İnanç evrenseldir ve doğuştan gelen bir histir. {Gereksinim} üzerine gelişir. Dinler, bu doğuştan hak olan inanç hissini kendi tanrısına hazırlamaya çalışır, bunun için bedel ister.
İnsanın içindeki efendi/tanrıyı özünden ayırır ve kendi tekeline bağlar.
Karşılığında ruhun ihtiyaç duyduğu gıdayı sunar. Ve ruhsal rahatlamayı sağlar. Burada metafizik devreye girer.
Öncesinde insan-tanrı (firavun), sonra kral-tanrı, sonrası elçi-tanrı, bugünde temsili ruhani-elçi-tanrı dönemleri ile toplumlar takip altında dizayn edilmeye çalışılıyor.
Zamanla coğrafi ve kültürel yaşam koşulları ve eğitimi ile şekillenir. Fakat bilmemiz gereken her bireyin dıştan aldığı eğitimin yanı sıra kendi kendine eğitim daha doğuştan bireyin kendi elindedir ve daha çok kültürel alanda yeşerir.
Birey neyi düşünüyorsa inanç o şeyin olmasını hayal eder ve onun hayali ile yaşar, bunun için doğal yaşam dengesi olan empati kurmaktır. Gerçekleşmeyecek hayalleri kurmak zayıf insanların dua ile yapmaya ve yaptırmaya çalışması korkudan doğan umut endekslidir.
Çocuğun haram kelimesinden yararlı veya zararlı olduğunu algılaması daha mantıklıdır. Ki yaratıcı mantığını kullanarak ona ulaşanı sever.

Yazan: Metin T.

PANTEİZM NEDİR?

Panteizm, Tanrı'nın Doğa'ya ya da fiziksel evrene eşdeğer olduğu görüşündedir - bunlar aslında aynı şeydir - ya da her şeyi tamamıyla kapsayan içkin bir soyut Tanrı'dır. Böylece, evrenin veya doğanın bir parçası olan her birey, Tanrı'nın bir parçası olarak görülür. "Panteizm" terimi ilk olarak 1705 yılında İrlandalı yazar John Toland tarafından kullanılmış olsa da bu inancın kökenleri çok daha eski tarihlere dayanmaktadır.

Panteizm, Tanrı'nın her şey ve herkes olduğu ve herkesin ve her şeyin Tanrı olduğu görüşündedir. Çok tanrılığa (pek çok tanrıya olan inanç) benzer gibi görünebilir ancak her şeyin Tanrı olduğunu söylemek çok tanrıcılığın ötesindedir. Bir ağaç Tanrı, bir kaya Tanrı, bir hayvan Tanrı, gökyüzü Tanrı, güneş Tanrı, sen Tanrısın gibi.

Panteizm'de fiziksel yasalar sebep-sonuç ve zamanın kendisinin tüm sistemi, mükemmel bir ilahi varlığın iç işleyiş vardır. Tanrı, Evrene dışsal bir varlık değil, daha ziyade kişisel ve antropomorfik olmayan, kişiselleştirilmemiş, her yerde var olan bir varlıktır.

Bazı panteistler özgür irade fikrini kabul ederken (Büyük bir varlığın küçük birer parçası olarak ve doğru ile yanlış arasında bazı seçimler yapabilme inancı) bazı panteistler , doğa ve insan için ortak bir amaç belirler , bazıları ise amaç ve görünüm fikrini "kendi iyiliği için mevcut" diyerek reddetmektedir.

Schopenhauer , panteizmin hiçbir etiğe sahip olmadığını iddia etse de , panteizm oldukça etik bir bakış açısına sahiptir: "Başkasına yapılan herhangi bir zarar, canlının kendine ve herkese zarar verir."

Bu kavram Hinduizm ve Antik Yunan filozoflarının (Thales , Parmenides ve Herakleitos da dahil) yanı sıra içinde Kabalistik Yahudiliğin eski dönemlerinde de tartışılmıştır. Bu tartışmaların doğurduğu Panteistik hareketler 17. yüzyılda Spinoza'nın doğalcı panteizm inancının da çıkışını sağlamıştır.

Yazan: Anu

SENİ ANLATIYORUM

DP, din, islamiyet, Seni anlatıyorum, Nasıl deist oldum?, Deist oluş hikayesi, Deizm,Carl Sagan,Turan Dursun,Çocukluktan dinle büyümek ve sıyrılış,Dindar aileden, din ve mitoloji, Thomas Paine
En büyük hobim tek kanallı siyah-beyaz televizyonumuzda “ESTEBAN” adlı çizgi filmi izlemekti. Esteban adlı bir İspanyol çocuk 1500-1600’lerde Maya’lar ile yaşadığı ilginç hikâyeler anlatılıyordu. Fantastik bu kurgular hayal dünyamı adeta devasa hale getirmişti. Gezegenimizde bizim medeniyetimizden daha gelişmiş toplumlar daha önceleri var mıydı? Hele ki hemen hepimizde izler bırakan Yıldız Savaşları serisi. Film başladığında, “Uzun zaman önce uzak bir galakside…” diye başlayan kısa ön özetler beynimizin bir köşesine kazınmıştı. “Uzak bir galakside yaşam olabilir mi?” diye düşünüyordum.

Televizyondan uzak kalmam gereken zamanlarda (her çocuk gibi fazla izlemem yasaktı) en iyi arkadaşlarım kitaplarımdı. Jules VERNE kitaplarının adeta koleksiyonuna sahiptim. Diğer yandan dini kitaplarım da yanımdaydı her zaman. Açıklayamadığım ya da çelişkide kaldığım dönemlerde hep yardımıma onlar koşuyordu. Hatta Jules VERNE kitaplarım ve Dini kitaplarım hep karışıktı. Dini kitap dediysem aklınıza tefsir, meal, fıkıh, risaleler falan gelmesin. “Namaz Hocası, Dinimi Öğreniyorum, Ayetler ve Surelerin Türkçe Anlamları” gibisinden kitaplardı bunlar. Benim yaş grubuma yönelikti adeta. Yaşıma göre dini bilgim fena sayılmazdı. Camide 5 vakit namazını eksik etmeyen büyükler daha “Kelime-i Şehadet” in anlamını bilemezken ben buna ilave olarak Fatiha, Kevser, İhlas gibi öncelikli öğretilen sureleri anlamları ile birlikte biliyordum. Meraklıydım. Öğrenmeliydim. Ancak maalesef aynı merak ve başarıyı okul hayatımda gösteremiyordum. Okul hayatım boyunca bir defa dahi Teşekkür ya da Takdir alamamam bunun açık bir göstergesiydi.

Ailem başkalarının yanında ezilmemem için hep şu sözü söylerdi: “Bizimkinin Genel Kültürü iyi, derslere o yüzden veremiyor kendini!” onlar için bir nevi kaçamaktı. Ancak benim açımdan onların savunmasında büyük bir gerçeklik payı vardı. Evde ne kadar kuponla alınmış ansiklopedi varsa daha ilkokul 4. Sınıfta okumuştum. Okumaktan kastım önemli husus ve kavramlar idi. Ortada büyük bir çelişki vardı. Fen, Din, Coğrafya, Hayat Bilgisi, Tarih ve hatta kısmen sosyoloji ve felsefe konularında yaşımın gerektirdiğinden katbekat fazlasına sahiptim. Ancak iş Türkçe, matematik, müfredatta okutulan tarih ve hayat bilgisi konularına gelince çakıyordum. Evde misafirliğe gelen büyüklerin aslında hiç anlamadıkları ve bilmedikleri, özellikle okumadıkları aşikâr olan konular hakkında atıp tuttuklarında devreye girmem ufak gerginliklere neden olurdu. Sevgili ebeveynlerim hemen işi espriye vurur, “Bizimki de böyle işte!” gibisinden cümle kurarak kendi adlarına savunma yaparken beni de adeta “yaratık” ilan ediyorlardı. “Bizimki de böyle işte. “ cümlesinden her anlam çıkıyordu; yani arızalı, yani sağı solu belirsiz, yani ne konuştuğunu bilmez, yani o konuşur siz takmayın…. Artık adını siz koyun.

Bu noktada benim küçükken bu nedenle travma yaşadığımı düşünebilirsiniz. Ancak durum pekte böyle değildi. Özellikle Babam ve Annem ileri görüşlüydü. Sevgili babam 5 vakit namazını neredeyse hiç aksatmayan, bana göre kusursuz (ki hala bana göre öyle) bir kişilikti. Her şeye cevabı vardı. Annem Babama :”Sana çekti bu çocuk.” derdi hep. Misafirler gittikten sonra bana dönerek:” Aman oğlum demedik mi sana büyüklerin laflarına karışılmaz, onlara karşı çıkılmaz diye. Çok ayıp oğlum?” diye serzenişte bulunurlardı. Özellikle babam bilmediğim, araştırmadığım konular hakkında konuşmadığımı iyi biliyordu. Kendisi yakalamıştı bu özelliğimi. Bir keresinde bana şöyle bir sorusu olmuştu:

- “Oğlum öğle namazı normalde kaç rekattır?”.
Cevabım açık, basit ve netti:

- “Bilmiyorum baba.”
- “Neden oğlum? Sen namaz kılmayı biliyorsun? Hatta kılıyorsun, neden bilmiyorum diyorsun?”
- “Çünkü –BEN- araştırıp öğrenmedim. Hoca söyledi. Benim açıp, okuyup, doğrusunu öğrenmem lazım. Ya hoca yanılıyorsa?”


Bu cevap babamda tebessümle karışık bir şaşkınlığa neden olmuştu. “ Eh madem öğren, bana da öğretirsin diye gülümsemişti.” Kendim okuyup, anlamadıktan sonra hiçbir bilginin bende hükmü yoktu. Koşulsuz tek Hocam 2 kişiydi. Birisi Hz. Muhammed, ötekisi ise gazi Mustafa Kemal ATATÜRK. İkisinden de taviz vermezdim. Koşulsuz her söyledikleri doğruydu. Birisi Allah’ın elçisi, diğeri ise ileri görüşlü dünya lideri sayılabilecek Önderimdi. Kendi öğretmenlerimi bile derslerde “Neden? Nasıl? Niçin?” soruları ile bezdirdiğimden okul hayatım vahamet içerisindeydi. İlkokul öğretmenim beni duyumsamazlıktan gelmeye başlamıştı. Onu suçlayamazdım. Benim sorularım yüzünden ders ilerlemiyordu.

Neden? Nasıl? Niçin?...

Bu dönem evde fenomen dizimiz “Perihan Abla” idi. Evde her şey durur, çay demlenir, kek tabaklara konulup servis edilir ve televizyon karşısındaki yerimizi alırdık. Bir keresinde bir fragman yayınlanmıştı. Perihan Abla dizisinden sonra UZAY belgeseli vardı. Gâvurca ismi COSMOS idi. Carl SAGAN adında biri sunacaktı belgeseli. Uzay dendi mi benim için akan sular dururdu. Mutlaka izlemeliydim. Kendime göre bir program bulmuştum. Carl SAGAN’ ın COSMOS belgeselini izlerken yıldızlar, gezegenler, galaksiler, evren gibi tanımlar ile tanıştım. Gezegenlerin oluşumu, gezegenimizin oluşumu ve ilk canlılar en çok ilgimi çeken konular olmuştu. Karbon tabanlı ilk yaşam formları, aminoasitler, tek hücreliler, ilkel yaşam formları tabirleri ile ilk o dönem tanıştım. Merak ediyordum.

Bir husus kafama takılmıştı. Canlılar eğer türler seçim ile evrim geçiriyorsa Adem babamız ve Havva anamız? Biz primatlardan gelmiştik. E primatlarda maymunlardı ya da maymunsu. Her neyse, bu program bize dedemizin maymun ve hayvan olduğunu söylüyordu. Çözüm bulamıyordum. Kaynak yoktu. Nereye soracağımı ne araştıracağımı bilmiyordum.

Camideki hocama sormuştum ve aramızda şöyle bir diyalog geçmişti:
- “Hocam bizim ilk anne ve babamız Havva anamız ve Adem babamız doğru mu?”
- “Evet oğlum”
- “Peki onlar nasıl oldu?”
- “Oğlum çamurdan yaratıldı onlar. Cenabı Allah, kendi ruhundan üfledi.”
- “İyi de hocam nasıl?”
- “Oğlum kafanı çok kurcalama. Abuk subuk fikirlerle de beynini doldurma. Şüphesiz Allah her şeyi görendir.”
- “Ama hocam belgeselde……..?”
- “Oğlum dedim ya sana kafanı bulandırma diye? Hadi abdest al birazdan ikindi.”

Camide namaz kılmıyordum. Açıkçası namaz kılmıyordum. İyi biliyordum ama kılmıyordum. Soran olduğunda ise: “İnşallah Allah bizim gönlümüze de düşürür.” Der ve sıyrılırdım. Daha önce hocam’ la yaşadığım bir sorun ona inancımı sarsmıştı. Bana kız arkadaşımı pislik gibi göstermişlerdi. (Bu konuyu daha önce “İNANÇ ÜZERİNE” adlı yazımda anlatmıştım. O yazımı okuyanlar hikayeyi de bilirler)

Kimseyle konuşamıyordum. İçime kapanmıştım. Carl SAGAN denen gâvur beynimi bulandırmıştı. İçimden “Beyin yıkama bu olsa gerek, demek böyle kandırıyorlar bizleri” diye düşündüm. Sıyrılmalıydım bu sapkın fikirlerden. Olmazdı, olamazdı. Kandırılmıştım. Âdem babamız ve Havva anamıza alternatif bir yaratılış hikâyesi uydurmuştu dış mihraklar. Amaçları dini ve milli duygularımızı yok etmekti. Bu sayede, medeni, çağdaş ve ileri bir toplum olmamızın önüne geçilecekti. Zaten tek sorun dinimizi doğru yaşamıyor olmamızdı. Ah bir Kuran-ı Kerime bağlı yaşasak? Onda her şey eksiksiz açıklanmıştı. Hatta NASA bile eski bir Kuranı ele geçirmiş, oradaki bilgileri araştırıp öğrenerek büyük teknolojiye kavuşmuştu.

Tam bu sıyrılmalar ile uğraşırken zaman geçti. Allahtan o gâvur beni devşirememişti. Bir akşam evde kuru fasulye pişmişti. Sokaktan geldiğimden elleri yıkamaya koyulmuştum. Fasulye kokusuna yeni kırılmış soğan kokusu eşlik ediyordu evde. Televizyonda bir haber dikkatimi çekmişti. Bir suikast sonucu Turan DURSUN diye bir vatandaşı vurmuşlardı. Önemsemedim. Kim bilir kimlerle ne zoru vardı. Bu ismin aklımda kalmasının sebebi ise ilginç bir hikâyeye dayanıyordu. Bizim hocanın yeğeni mahalle arkadaşımızdı. Muhabbet ederken söylemişti, bir mürtet öldürülmüştü. “Ne mürtedi?” dedim. “Dinden dönmüş, kafir olmuş” dedi. Nasıl diye sorduğumda detayını bilmediğini, adamın aslında büyük bir din âlimi olduğunu, iyi bir insan olduğunu, ancak gâvurların beynini yıkaması ile İslam düşmanı olduğunu söylemişti. Bu nedenle de öldürülmüştü. Amcası da, yani bizim hoca da üzülmüştü. Hem öldürülmesine hem de böylesine büyük bir din âliminin dinden dönmesine…


Eve koştum. Ellerimi ve yüzümü yıkıyordum. Sanki her yerim kirliydi. Bütün suç televizyonda idi. TRT gâvurların eline geçmişti. Dinimizi kaybediyorduk. Suçlusu da TRT idi. Perihan Abla ile bizi ekranlara çekiyor, hepimiz ekran başındayken Perihan Abla’dan sonra başlayan belgesel ile beynimizi yıkıyorlardı. Dolayısı ile Perihan Abla’ da proje dizisi olmalıydı. Onlarda gâvurların ajanı idi kendimce.

Yıllar yılları kovaladı.

Üniversite yıllarında orta yolcu idim. Alkol tüketiyor, kızlarla geziyor, gâvur gibi yaşıyor ancak cumalarımı eksik etmiyordum. Orucumu tutardım. Bana “Bu ne çelişki be kardeş?” dediklerinde cevabım hazırdı: “Oğlum kusur bizde. Bana bakıp ta İslam’ı suçlama. Yanlış olan biziz. İnşallah düzeliriz” der konuyu geçiştirirdim. Turan DURSUN ve Carl SAGAN’ ın kim olduklarını öğrenmiş ve araştırmıştım. Bu konular ile artık ilgilenmiyordum. Kafamı bulandırmaktan kaçıyordum. Bir yakınımız vefat ettiğinde, 7’si, 40’ ı, 52’ si yapılırdı. Cumalara gidiyordum. Orucumu tutup teravihleri aksatmıyordum. “Zaten 11 ay günah içindeydim, bari 1 ayım ibadette olsun.” diye tuhaf bir savunma mekanizmam vardı.

Bir süre sonra ki bu süre yıllar aldı, kafamı kaldırmaya karar vermiştim. Kafamı NEDEN kaldırmaya karar verdiğimi imkân olursa ayrı bir yazı ile ayrıca anlatacağım. Küçüklüğüm aklıma gelmişti. Her ne olursa olsun araştırma huyum vardı. Sorgulayabiliyordum. Sadece din bunun dışında idi. Peki ya sebep? Acaba dini araştırmadığım için böyle sapkın yaşıyor olabilir miydim? Dinimi doğru yaşamıyor olmamın bir diğer sebebi dini pratiklerdeki “ALENİ ÇELİŞKİLER” i araştırmamış olmam olabilir miydi? Mezhepler, ibadette farklılıklar, bidatlar, vesaireler vesaireler…. Eğer doğru araştırıp okuyarak “GERÇEĞE” ulaşırsam bu çelişkilerden kurtulabilir ve sonsuz huzura erebilirdim. Doğru Müslüman olacaktım, ötesi var mı?

Benim gibi düşünen birisi daha vardı ki bu düşünceleri onu ölüme götürmüştü: KONCA KURİŞ. Kadıncağız yalın İslam’a ulaşmak için sünnet ve Kuran rehberliğinin baz alınması gerektiğini söylediği için öldürülmüştü.

Peki ya Turan DURSUN? Neden bu adam bir din alimi iken hararetli bir ateiste dönüşmüştü? Bahriye ÜÇOK neden öldürülmüştü? İlhan ARSEL neler söylüyordu böyle? Ya Arif TEKİN? Ya Yaşar Nuri ÖZTÜRK? Fetullah? Beyaz Hoca? Aczimendiler? O cular? Bu cular? Neler oluyordu?

Tüm ülke uyuyordu. MATRIX’ i yaşıyorduk adeta. Bir bilinmezi yaşıyor ve ona inanıyorduk. Dini kim doğru yaşıyordu? Neden bu kadar fraksiyon vardı?

Araştırmalıydım. Ne pahasına mal olacaksa olsun öğrenmeliydim. İlk iş Türkçe Kuran tefsirleri ve meallerine başladım. Arkasından Kütüb-i Sitte, Siyer araştırmalarım. Tirmizi, Buhari, Müslim ve diğerleri….. İmamı Azam, İmamı şafi…. Emeviler, Abbasiler, 4 halife dönemi… Peygamberlerin hayatı…. Sümerler… Mısırlılar…. Mu uygarlığı….Babilliler… Atonun dini… Yahudiler… Hristiyanlar… Eski ahit ve yeni ahit…. Pavlus ve barnabas…El-ilah….Thomas PAINE… Deizm… Ateizm… İnternet sınırsız bilgi imkanı bulmuştu. Kaynağı belli olmayan, saçma sapan veri yığınları arasından bilgileri adeta ayıklıyordum. En önemli kıstasım KAYNAK idi. Kaynağı olmayan hiçbir verinin bende hükmü yoktu.

Beynimde bir sürü kavram karmaşası vardı. Her şeyin en başına, çocukluğuma dönmüştüm. Bir gâvur vardı. Beynimi yıkamaya çalışan bir ajan gâvur… Carl SAGAN…

Çocukluğumda ket vurduğum, silmeye çalıştığım o belgeselleri internette tekrar buldum. İzledim… Ortada bariz bir karmaşa vardı. Kandıranlar ve kandırılanlar vardı. SAGAN doğruları söylüyordu. Birileri beni fena “Keklemişti”. Sadece beni değil, insanlığı keklemişti. Amaçları yönetmek, kazanmak ve hükmetmek idi. Eski çağlarda orta doğuda çıkan inançlar evrilmiş evrilmiş, fraksiyonlara ayrılmış ve dünyayı adeta bilimden uzak süngere çevirmişti. Sözde tanrılar ile konuşanlara, yaratıcı sayısız kendini hibe eden kadınlar-kızlar vermişti. Denizleri ikiye ayırıyorlardı, mucizelerin dibine vuruyorlardı. Bu dünyada çektiğiniz sıkıntıların önemi yoktu. Ölürseniz nasıl olsa huriler, süt ve şarap ırmakları vardı. Sonsuz seks ve sonsuz zevk. Turan DURSUN, Carl SAGAN, Thomas PAINE…. Aslında doğruları söylüyorlardı. Sadece Turan DURSUN’ un mantığı benimle örtüşmüyordu. Thomas PAINE daha yakındı. Bir yaratıcı olmalı idi. Bunu mantığım zaten bana söylüyordu. Evren bunu söylüyordu.

Kafamda ve beynimde yalnızdım. Konuyu biraz açmaya kalksam tepkiler alıyordum. Sanırım bende zihinsel bir sorun vardı. Şüphesiz zalimlerdendim. Apaçık sunulan kanıtlara rağmen inanmıyordum. Yok olması gereken bir yaratılış artığı idim. İnsanlara ibret olması için yaratılmış ucubelerdendim. Herkes inanıyordu. Herkes doğru yaşıyordu. Ben ise arızalı idim.

Bu durumu da atlattım. Kendi inancımı kendi içimde yaşıyordum. Varsın millet ne düşünürse düşünsün durumunda idim. Aradan çok zaman geçmişti.

Derken internette boş boş bakındığım bir gün ilginç bir bloğa denk geldim. Yalnız değildim. Birçokları vardı benim gibi düşünen. İnanamıyordum.

Ve bu kişilerden bir tanesi…. Admin Panpa… Mizahi dili ile adeta düşüncelerime tercüman olmuştu bu arkadaş. Blog’ undaki yazılarından ziyade yorumlara bakmayı tercih ediyordum. Benim gibi düşünen çokları vardı. Bu vatandaş daha sonra Blog’ unu kapattı ve yeni bir site açtı. “DİN VE MİTOLOJİ”. Sonrası mı? İşte buradayım.

Bu yazıyı okuyarak bana “Deli, ajan, gavur, mürtet, kandırılmış, sapmış, zalim….vs” gibi yakıştırmalar ile yorum yaparak zamanınızı heba etmeyin. Bana yorum yaparak hakaret edeceğiniz süreyi Kuranı ve Dinleri araştırmaya ayırın. İyi insan olun. Eğer şu an yaşadığınız dinin Hz. Muhammed zamanında yaşanılan İslam olduğunu söylerseniz inanın ayvayı yemiş durumdasınız ki sizi kimse kurtaramaz. O dönem ki İslam ile şu an yaşanılan İslam tamamen farklı. İstediğiniz İslam âlimine sorun. Şunu da düşünün. Evreni, galaksileri, yıldızları ve gezegenleri yaratıp bir düzene koyan, âlemleri yaratıp koordine eden bir yaratıcı, kalkıp kadınlara :” kendinizi elçime hibe edin” der mi? İlhan ARSEL kitaplarına bir göz atın derim. Sonra tartışalım.
Sağlıcakla kalın.

Yazan: Demon Product

NASIL DEİST OLDUM ?

Nasıl deist oldum?, deist, neden deist oldum, deizm, Hristiyanlıktan deizme, Deist oluş hikayesi, Katolik, Katolik Hristiyan, hristiyanlık, din, Deist oluş hikayesi, Değişim hikayesi,
Tam da inandığım şeyin cevabını uzun yıllardır arıyordum. Bir sonraki en iyi tercihimin ateist olmak olmadığını kuşkusuz biliyordum. Ancak bu benim inancımı açıklamakta iyi bir iş çıkarmadı. Bu yüzden insanlara Tanrı'ya inandığımı söyledim, sadece insanların bana onun hakkında söylediklerine inanmadım. Katolik yetiştirildim ve Katolik okullarına gittim. Rahibelerin başında, açıklanamayan şeyi açıklamak için iman etmem gerektiğini düşündüm. Ancak daha sonra Cizvitler bana karşı işe yaramadı ve aslında nasıl düşüneceğimi öğretti. Lise'de "Common Sense (sağduyu)"i okudum , ancak, "Neden Çağı"nı okumam hiç bir zaman gerçekleşmedi ve şimdi bunu da merak ediyorum, çünkü Common Sense harikaydı.

Ancak inançlarımda çok yalnızdım - kimseye ne olduklarını bile söyleyemedim çünkü onları kendim anlamadım. Şimdi insanlara ne olduklarını söyleyebilirim - başkası (görünüşe göre bir sürü birilerinin elinde) çok uzun zaman geçirdiler ve onlarla ilgili yazı yazmakta büyük bir iş çıkardım. Yapmam gereken çok şey var - yanı sıra bir çok düşünce - ve gerçekten öğrenmeyi, Tanrı'nın benim için tasarladığı varlığa dönüşmeyi sabırsızlıkla bekliyorum.

Artık araştırmalarım ödüllendirildiği için mutlu bir insan olarak ileriye bakabilir ve kendimi daha da geliştirebilirim - şu ana kadar kendim hakkında daha önce hiç olmadığı kadar çok şey anlıyorum. Sanki bir ton ağırlığım omuzlarımdan kaldırılmış gibi.

Yazan: Charles McQuaid
Tercüme eden: Anu

PAGANİZM İNANCI, DOĞA VE BÜYÜ

Paganizm, Modern Paganizm, A, din, Paganizm nedir, Paganizm inancında ilahi doğa, Doğaya ilahi olarak bakan, Paganizmde Tanrıça ve kadın, Büyü, Paganizm'de büyü, Paganizm ritüelleri
Pagan dinleri tanrısallığın dişil yüzünü tanımaktadır. Tanrıça olmayan bir din Pagan olarak sınıflandırılamaz. Odin veya Mithras kültü gibi bazı Pagan yolları bir erkek tanrıya özel bağlılık sunar. Ancak tanrılar tanrıçalarının ve tanrıçaların gerçeğini, tek tanrılar gibi inkar etmezler. Aksine, Pagan olmayan dinler, örneğin Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam, çoğunlukla kadın tanrısallığı fikrinden nefret eder.

Pagan dininin birçok ilahiliği genellikle atalar arası tanrıları içerir. İngiltere'nin Anglo-Sakson kraliyet evleri atalarını bir tanrıya (genellikle Woden'e) geri döndürdü ve Cumbria'daki Kelt kralları inançlarını tanrı Beli ve tanrıça Anna'dan takip ettiler. Ya bir bahar ruhu ya da evin koruyucusu kurbağası ya da yılan gibi kişileştirilmiş bireyler olarak ya da İngiltere'de Elfler, İrlanda'da Küçükler, Almanya'da Kobolds, Litvanya'da Barstuccae gibi grup ruhları içerebilirler , Lares ve Penetolar antik Roma'da vb. Bir hane halkı tapınağı bu tanrılar kültünü ele alır ve bunları onurlandırmak için genellikle bir yıllık ritüel vardır. Ocağın ruhu, bazen günlük yeme içme teklifiyle, bazen de yangın söndürme ve aydınlatma için yıllık bir ritüelle saygı duyulur. Atalar ve ev ritüeli aracılığıyla bir süreklilik ruhu korunur ve geçmişten özelliklerin ve amaçların iletilmesi yoluyla geleceğe anlam kazandırılır.

Yani, Pagan dini kamuya açık değildir; daha çok yereldir. Ve tüm Pagan tanrıları, insan-üstü süper-insanlar değildir; Birçoğu temel ya da kollektiftir. Paganizm günlük hayatın tamamına yayılmış bir dindir.

Doğanın saygı görmesinin bir sonucu olan Doğa'nın nötr veya cansız bir nesne olarak değil de ilahi bir tezahür olarak görmesi, kehanet ve büyünün yaşamın bir parçası olarak kabul edilmesiyle ilişkilidir. Kuşların uçuşunu yorumlayarak kehanette bulunmak, antik dünyada yaygınlaşmış ve kurban edilen hayvanın cesaretlerini okumakla aşırı derecede ilahi olan kehanet gibi inanışlar çağdaş Pagan toplumlarında yer almıştır. Çay yaprakları okumak kehanetin daha büyük bir versiyonudur. Tanrılar tarafından verilen işaretlerin okunmasının yanı sıra ilahi evrenden aktif olarak, düşen jeomentik kalıpları okumak için rünleri veya I Ching'in sapan saplarını atarak, örneğin bir taş atarak tanrıların bir işaret göndermelerini isteyebilirler. Paganlar genellikle ilahi dünyanın bilgi için gerçek bir talebi cevaplayacağına inanırlar. Diğer dünya ile iletişim kurmak için şan sesi ve medyumluk da kullanılır.

Diğer dünya vasıtalarıyla bu dünyada kasıtlı olarak sonuç üreten büyü, Pagan toplumlarında uygulanabilir bir faaliyet olarak kabul edilir, çünkü iki dünya sürekli iletişim içinde olduğu düşünülmektedir. Eski Roma'da yeni bir gelin, kıtlığı evden uzak tutmak için kurbağanın yağıyla yeni evinin kapı direklerine törensel bir şekilde yağ koyacak ve ona yeni doğan çocuğuna zararlı ruhlara karşı bir koruma olarak giydirmesi için kutsanmış bir muska verilecekti. Viking çağındaki Norveç'li savaşçılar, onları felce uğratmak için düşmanlarına büyülü "savaş kösteği" i verecek ve Anglo-Sakson el yazmalarına şifa ve doğurganlık getirmek için büyüler yazılırdı. At fısıltıcıları ve şifacılar gibi uzman sihirli teknolojistler Pagan toplumları arasında yaygın olarak bulunurlar fakat çoğu kez haksız kişisel kazanç veya başkasına zarar vermek için sihir uygulamaları yasaklanmıştır.

Yazan: Anu

ALLAH SÖZCÜĞÜNÜN KAYNAĞI VE AKADEMİSYENLER

A, Akademisyenlere göre Allah sözcüğü, Allah, Allah ay Tanrısıdır, Allah sözcüğünün kaynağı, Arap putperestlerin ay Tanrısı Al-ilah, din, islamiyet, Kabe, tanrı, Yaratıcı,
Birçok insan Allah ne demek? diye düşünüyor çoğu zaman. Allah sözcüğünün kaynağı, kökenleri hakkında akademisyenlerin açıklamalarını sizlerle paylaşmak için bu makaleyi hazırladım.

"ALLAH" SÖZCÜĞÜNÜN KAYNAĞI HAKKINDA AKADEMİSYENLER NE DİYOR?
Kara taşın (Hacerül Esved) herhangi bir özel tanrı ile bağlantılı olduğu söylenemez. Kabe'de, Mekke ve Kabe Tanrısı olarak da bilinen Tanrı Hubal'ın heykeli vardı. Bilgin Leone Caetani Kabe ve Hubal arasındaki bağlantıya büyük önem verir. Kabe içindeki ya da Kabe'deki tek idolün Kara Taş olduğundan emin olunabilir. Bunların yanında 360 putun arasında birkaç özel ilah ve ilaheden bahsedilmektedir. (İslam İlk Ansiklopedisi, E.J. Brill, 1987, İslam, sayfa 587-591)

"Kuran ayetleri, Allah'ın cahiliye ya da İslam öncesi Arabistan'da var olduğu anlamına geldiğini belirtir. Bazı putperest kabileler, 'Allah' olarak adlandırılan ve cennet yaratıcısı olduğuna inandıkları bir Tanrıya inandılar ve toprak sahibi olan bu Tanrı Tanrıların hiyerarşisindeki en üst kademeye sahipti. Arap kabilelerin 'Evin Efendisi' olarak (yani Kabenin) seçtikleri Allah'a inandıkları bilinmektedir; ... Dolayısıyla Kuran'ın Allah'a bakışının tamamen yeni olmadığı açıktır " (Kuran'ın İçeriği İçin Bir Kılavuz , Faruk Şerif, (Reading, 1995), s. 21-22., Müslüman)

El-Masudi (Murudj, iv. 47) ye göre bazı insanlar Kabe'yi güneş, ay ve beş gezegene ayrılmış bir tapınak olarak görüyorlardı. Kabe'nin etrafında yerleştirilmiş 360 putda bu yöndeydi. Bu nedenle bir astral sembolizmin var olduğunu inkar etmek neredeyse imkansızdır. ( İslam İlk Ansiklopedisi, EJ Brill , 1987, İslam, sayfa 587-591)

Kuran'ın kendisinde şahit olduğumuz Allah İslam öncesi Arabistan'da da çok iyi biliniyordu. Nitekim Kuzey Arabistan'da bulunan Theophorus yazıtlarında hem o hem de kadınsı biçimi Allat bulunmaktadır. ( İslam: Muhammed ve onun Dini , Arthur Jeffery, 1958, s. 85)



Gördüğünüz gibi Allah ne demek? diye soranların çoğu, aynı tanrının Mekke'de daha önce var olduğunu, putperest insanların İslam öncesinde ona taptıklarını bilmiyorlar. Diğer akademisyenlerin araştırmaları ile devam edelim.

Mekke'de Allah isimli bir Tanrı vardı. O bütün yerel Tanrıların en güçlüsü olan, her Mekkeli'nin ihtiyaç duyduğu zaman dua edip sığındıkları bir güçtü. Ancak her zaman var olmuş olan Allah putu diğer Tanrılara göre daha güçsüz ve Tanrı olmaktan uzaktı. Ancak Muhammed döneminde güçlendi. Ay kabilesinin taptığı putlardan üç güçlü Tanrıçayı alaşağı etmek için Kabe'nin efendisi olarak Ay Tanrısının yerine geçti: El-Manat, kader Tanrıçası, Al-Lat, Tanrıların annesi ve Uz-Uza Venüs gezegeniydi. ( İslam ve Araplar , Rom Landau, 1958 s 11-21)

Görülüyor ki Muhammed Mekke'de vaaz etmeye başladığında Allah bilinmeyen ve de önemsiz bir Tanrı değildi. Aynı derecede kesin olan şey Kuran'ın küçümsediği diğer şeyleri (Tapınağını paylaşan diğer Tanrı ve Tanrıçalar) Allah'ın aldığıdır. Barbarlık Çağındaki putperestlerin atasözlerindem şanlı sözlerinin 103.son fıkrası şöyleydi, "İşte buradayım ey Allah'ım; Sahip olduğun bir eşin dışında hiçbir ortağın yok; Ona ve herkese sahipsin." Bu şimdiye kadar gördüğümüz şeylerin, Mekke'de "Yüksek Tanrı" olarak tanınmasının Hristiyanlığa doğru yükselen bir eğilim olduğu görüşünü yansıtabilir. Ancak yerine tek dedikleri yeni ilahlarını koyan Müslümanlar için bu yeterli değildi, bir süre sonra Allah'ın eşi de ortadan kalktı: "İşte buradayım ey Allah'ım; Senin eşin yoktur; övgü ve lütuflar sana ve imparatorluğunadır; Senin ortağın yoktur. " (Hac , FE Peters, p 3-41, 1994)

Allah'a Mekke'deki kabede ibadet edildi ve muhtemelen o yerde bulunan ünlü Siyah Taş ile temsil ediliyordu. ( Dünya Dinlerinin Arkeolojisi , Jack Finegan, 1952, s482-485, 492)

İslam'ın başlamasından önce bu üç tanrıça Allah'a kız çocukları olarak ilişkilendirilmiş ve hepsine de Mekke ve çevresindeki diğer yerlerde ibadet edilmiştir. ( Dünya Dinlerinin Arkeolojisi , Jack Finegan, 1952, s482-485, 492)

Mekke'de tek Tanrılık olmasa da, Allah (İlah, Tanrı) bir baş tanrıydı. Bu eski bir isimdi. Biri Güney-Ula'da, bir diğeri Sabae'de bulunan bir tehdit olan, ancak beşinci yüzyılın Lihanit kitabelerindeki iki Arapça yazıtta görülür. Lihyan Tanrı'yı Suriye'den almıştır. Arabistan'daki bu Tanrıya ibadet eden ilk merkezdir. Adı İslam'dan 500 yıl öncesindeki Safa yazıtlarında ve ayrıca Suriye'nin Jimal şehrinde bulunan ve altıncı yüzyıla atfedilen İslam öncesi Hristiyan bir Arapça yazıtta "Halla" olarak geçmektedir. Muhammed'in babasının adı 'Abd-Allah'tır (Abdullah, köle veya Allah'ın kulu). Allah'ın yaratıcı ve güç sağlayıcı olarak eski Müslüman Mekkeliler tarafından anıldığı ve özel tehlike dönemlerinde yardım istenecek kadar özel yeri olduğu, 31: 24, 31 gibi pasajlardan anlaşılmaktadır; 6: 137, 109; 23: Şüphesiz o, Kureyş'in kabile Tanrısıydı. (Arapların Tarihi , Philip K. Hitti, 1937, s. 96-101)

Muhammed inancını bildirdiğinde: 'Allah'tan başka hiçbir İlah yoktur' diye yeni bir Tanrı'yı tanıtmaya çalışmıyordu. Putperest vatandaşları bu ilahi gücü zaten biliyordu ve kabul ettiler. Allah adı hem yazıtlarda hem de Allah'ın kulu olan Abd Allah gibi bileşik isimlerle Hz. Muhammed zamanından önce kullanılıyordu. 'Gökleri ve yeri kimin yarattığını ve güneşe ve aya yasalar koyanı sorarsan kesinlikle Allah'tır diyeceklerdir. (Sure 29, 6 1 ve 63).
Putperestler aşırı tehlikede özellikle de denizde iken Allah'a sığınıyorlardı (29, 65, 31, 31, 17, 69). Ancak yine arazide olduklarında ve güvende olduklarında Tanrısal şerefleri diğer varlıklar ile paylaşıyorlardı. Allah'ın insanlara belli emirler vermesi gerekiyordu (Sura 6, 139 ff) ve insanlar en kutsal yeminleri onun adına ederlerdi (Zira Surat 3, r, 40; 16, 40). Böylece Allah'a hak ettiği gibi ibadet edilmese de Allah'ın kültü tamamen ihmal edilmemiş oluyordu. Allah'a ve diğer tanrılardan (6, 137) kendilerini koruması veya tahıl ve sığırların ilk meyvelerini vermesini sağlaması istenirdi. Fakat her şeyden önce Allah Kabe'nin efendisi olarak görüldü Orta Arabistan'ın en kutsal kültüne adanmış olan Tanrıydı. En eski Surelerden birinde Muhammed kabilesine Kureyşlileri iki yaşındaki ticaret karavanının donatılmasına izin veren ve onlara önem veren bu evin Rabbine ibadet etmeye çağırıyor ve onların güvenlik içinde yaşamalarına izin veriyordu. Kendisi ile ilgili olarak, 'Evin Efendisi' yani Kabe'ye (Ka'ba) ibadet etme emrini verdiğini söylüyordu. Öyle görünüyor ki Peygamber ve halkı Kabe ayini aracılığıyla ibadet edilen Allah'ın aynı Allah olduğu konusunda tamamen hemfikirdir. Kendisi ile ilgili olarak 'Evin Efendisi' yani Kabe'ye ibadet etme emrini verdiğini söylüyor. (Muhammed: Adam ve inancı , Tor Andrae, 1936, Theophil Menzel tarafından çevrildi, 1960, s13-30)

İslam'a karşı erken Hristiyan savunucularından biri olan El-Kindi, İslam ve onun tanrısı Allah'ın İncil'den değil paganizmden geldiğini belirtti. Hristiyanlar Ay-tanrısı ve onun kızları el-Uzza, el-Lat ve Manat'a tapınmadılar. (Erken Hristiyan-Müslüman Tartışmalar 3, ed. NA Newman, Hatfield, PA, IBRI 1994, ss tarafından .357, 413, 426).

Muhammed'in babası Abd Allah'ın ("Allah'ın kulu") seçilmesinden önceki günlerde, yalnızca" Tanrı "(İlah) olarak adlandırılan bir Tanrı kültü güney Suriye ve Kuzey Arabistan'da biliniyordu ve açıkçası Mekke'de merkezi bir önemi olan ve Ka'bah (Kabe) diye adlandırılan bina tartışmasız şekilde onun eviydi. Aslında Müslümanlar bu noktaya kesin olarak işaret ediyor: Mekke'nin en büyük kabilesi olan Kureyş Muhammed tarafından Allah'a inanmaya çağırılıyordu. Bu Allah'ın Mekke'de sadece bir tanrı olarak değil Mekke tanrılarının en güçlüsü ve başı olarak yani "yüksek tanrı" olarak kabul edildiği görülüyor. Muhammed Mekke'ye ibadet vaaz etmeye başladığında Kur'an'ın önceden bilinmeyen önemsiz bir Tanrısı yoktu. "(Modern İslam Dünyası Oxford Ansiklopedisi , ed. John L. Esposito, 1995, sayfa 76-77)


"İslam öncesinde Cahiliye Dönemi olarak adlandırılan günlerde Arapların dini Paganizm'di. Kuyular, ağaçlar, taşlar, mağaralar ve diğer doğal cisimler aracılığıyla insan tanrı ile temas kurabilirdi. Mekke'de Allah peygamberin kavmi olan Kureyş'in Tanrısı ve Tanrılarının en yücesiydi. Allah'ın üç kızı vardı: Herkes tarafından en çok saygı gören ve insan kurbanından memnun olan Al Uzzah (Venüs); Kader tanrıçası Manah ve sebze hayatının tanrıçası Al Lat. Hubal ve 300'den fazla kişi bu tanrılar topluluğunu oluşturuyordu. Mekke'deki merkezi tapınak küp şeklinde taş bir yapı olan Kabe'ydi ve sonrasında pek çok kez yeniden inşa edilmiş halde varlığını sürdürmektedir. Bir köşesinde yer alan ve hacıların öptüğü siyah taş muhtemelen bir meteor parçasıydı fakat haccın vazgeçilmez bir parçası haline gelmişti" (Arapla tanış, John Van Ess, 1943, s. 29.)

"İslam'dan önce Arap dünyasının dinleri cinler olarak adlandırılan birçok ruha ibadet etmeyi içeriyordu, Allah Mekke'de ibadet edilen birçok tanrıdan sadece biriydi ancak Muhammed Allah'ı tek Tanrı olarak ilan etti ve ona ibadet edilmesi gerektiğini söyleyerek ibadeti öğretti. (Kısa Felsefe Tarihi , Robert C. Solomon, s.130)

Allah aslen Ay ile ilişkilendirildi ve ayın tanrısı olan Ilmaqah'dan önce gelirdi...
Allat ise Allah'ın kadın muadiliydi."(Klasik Olmayan Bir Mitoloji Sözlüğü , Marian Edwardes, Lewis Spence, Allah, s.7)

Putperest Arabistan'da yüzlerce tanrı vardı; Kabe tek seferde üç yüz altmış yedi kişiyi barındıracaktı. Kuran'da sözü edilenlerin hepsi İslamın içinde al-Uzzah (güç), al-Lat (tanrıça) ve Manah (kader) hakkında en çok saygı gören kişilerdi. Hicaz kabileleri tarafından ibadet edilen üç kadın tanrı Muhammed vaaz vermeye başladığında Allah'ın kızları olarak görülüyordu. Pagan Arabistan'ın en üstün tanrısı olan Allah Arabistan'ın güney ucundan Akdeniz'e kadar çeşitli yoğunlukta ibadetin hedefiydi. Babil'liler için "İl" (tanrı) idi; sonra da İsraillilere "El" şeklinde geçti. Güney Arapları ve bedeviler ona "İlah" olarak tapıyordu. Yahudilik ve Hristiyanlıktaki tek Tanrı kavramları Allah'ın yüzlerce putperest tanrı arasından tek tanrıya dönüşmesini teşvik etti. Dolayısıyla "Allah"ın Müslümanlara Hristiyanlardan ve Yahudilerden geçtiği fikrini kabul etmek için hiçbir neden yoktur. (İslam , İnanç ve Mücadeleler, Caesar E. Farah, s.2-7, 26-35)

Çeviren & Derleyen: Anu

KUR'AN'DA KONUŞAN MUHAMMED'DİR

AY, Kur'an'da konuşan Muhammed'dir, Kuran Muhammedin el yazmasıdır, Kevser suresi, Hz Muhammed, Muhammed'e ebter dendiği için, Muhammed Tanrı dedi diyerek, din, islamiyet,
Muhammed’i en çok huzursuz eden şeylerden biri de, kişilerin onun aleyhinde konuşur olmalarıydı . Bundan asla hoşlanmadığı için, Kur'an’a bununla ilgili ayetler koymaktan geri kalmamıştır.

Verilebilecek pek çok örnekten bir ikisiyle yetinelim:

Kur’an’ın Kevser Suresi’nde şöyle yazılıdır:

“(Ey Muhammed!) Kuşkusuz biz sana Kevser’i verdik. Şimdi sen Rabbine kulluk et ve kurban kes. Asıl sonu kesik olan, şüphesiz sana hınç besleyendir” (Kevser Suresi, ayet. 1-3).

Muhammed, bu ayeti bazı kişilerin kendisi hakkında “O bir Ebter’dir” şeklinde konuşarak hakaret etmeleri nedeniyle Kur’an’a koymuştur. Çünkü, Araplar arasında “Ebter” sözcüğü, erkek çocuğu olmayan, yani “nesli kesik” olanlar için kullanılan bir sözcüktür ki, bir bakıma hakaret anlamına gelir. Muhammed’in ilk karısı Hatice’den dört kızı ve iki (ya da dört) erkek çocuğu olmuş, fakat erkek çocukların hepsi çok küçük yaşlarda ölmüşlerdi. Daha sonra Mariya adındaki cariyesinden İbrahim adındaki oğlu doğmuş, o da az geçmeden hastalanarak ölmüştü. Bir türlü erkek çocuk sahibi olamadığı için, Muhammed, Tanrı’ya çok yalvarmış, fakat yalvarışı karşılıksız kalmıştı. Ve işte bu üzüntü içindeyken bir de El-As b.’Vail gibi muhaliflerin kendisi hakkında, “(Muhammed) nesli kesik, oğlu olmayan bir adamdır. Ölse adı sanı anılmayacak…” şeklindeki alaylarına maruz kaldığı için, yukarıdaki ayeti koyarak, Tanrı’nın kendisine oğlan çocuk yerine “Kevser”i, en büyük bir nimet olmak üzere vereceğini söylemiştir.

Kimi yorumculara göre “Kevser”, cennette bütün ırmakların kaynağı olan ve iki yanında inciden kaplar bulunan bir nehirdir. Fakat, bunun cennette girmeden önce içinden su içilecek bir havuz ya da “kesikliğe uğramayan soy-sop” demek olduğunu söyleyenler de vardır. Her ne olursa olsun, ayete göre Tanrı, Muhammed’e böylesine emsalsiz bir nimet verdiğini bildirmektedir. Bildirirken de, Muhammed’e “Ebter” diyenlerin hakkından geleceğini anlatmak üzere “…Asıl sonu kesik olan, şüphesiz sana hınç besleyendir” şeklinde konuşmaktadır.

Şimdi sormak gerekir: Neden Tanrı Muhammed’e, hem onu mutlu kılmak hem de neslini sürdürme olasılığını sağlamak üzere oğlan çocuk vermez de “Kevser” verir ve yukarıdaki şekilde konuşur?

Söylemeye gerek yoktur ki, konuşan Muhammed’dir.

OKUSANA BENİ

Din zırvaları hakkında düşünüp taşınma sürecinin stresini daha yeni üzerimden atmışım o zamanlar, kalın bağırsağım sevinçten halay çekiyo "oh be kurtulduuuk" diyerekten. İlk başlarda çok düşünmüştüm "ulen bunu bizimkilere söylesem mi söylemesem mi?" diye. Çünkü aile dindar, evde Nihat hatipoğlu'nun sesi eksik olmuyo, o kadar çok izleniyo ki rüyama girip "O arada Ebu el Pikaçu geldiiii, atıyorduuuu yıldırımlarııığğğ, balbazarrr çaresiiiz, balbazar kan revaaan içindeee, bitki pokemonu tabiii içine içinnneee alıyor yıldırımlarııı, o sırada yaradana sığınıyor balbazaaar yıldırımdan kararmış bedeniyle, Balba-Balbazaaar diyor..." şeyler izletiyo bana.

Neyse zaten bu süreci başka bir ara yazacağım aile ve çevre tepkisi diye, şimdi jokerimi kullanıp heba etmeyeyim reyiz. İşte bu Nihat Hatipoğlu'lu dindar aile ortamında ben deist olduğumu söyledikten sonra üzerinden 1 ay kadar geçmiş. Benim üzerimde de acayip bi rahatlama var, anlatmak imkansız diyeyim. Cennette huri alacak adamdan daha büyük bi sevinç var içimde. Vel hasıl falan filan, 1 ay geçtikten sonra pismillak demeden annem geldi yanıma. Çayını demlemiş, kahvaltısını hazırlamıştım anacuğumun, odamda oturuyodum. Odamın kapısını araladı, bende bilgisayar başında hareketsizce duruyorum, bukalemun taklidi yapıyom sadece yandan yandan bakıyom ne diyecek diye, anlayacağın kafa hareketli popo sabit. Sonrasında şu ölümcül muhabbet geçti aramızda:

- Annem: Napıyosun ?
- Ben: ..... (Anneme bakıyorum, malum ne yaptığımı görüyo zaten oturuyorum, aya füze gönderecek potansiyelim vardı da ben mi şeyetmedim)
- Annem: İçimde bi his var ya, midem... (Evet anne içinde bi his var miden biraz garip çünkü hem midende yara var hemde gastritin var, yani mortal kombatta Raiden dan fatality yiyen Sonya'dan farkın yok. Midende o yüzden garip bi his olmasın?)
- Ben: Eeee? Mide ilaçlarını falan aldın mı? Su falan içiyo musun? Ne zaman görsem zenciler gibi sigara içiyon, zaten miden sorunlu; delik deşik olmuş avm torbası resmen miden...
- Annem: Okusana beni azcık rahatlayayım.
- Ben: ... (Yaklaşık 2 dakika kadar suskun bir şekilde baktım, ama dayanamadım gülme geliyo tutuyorum, sonunda dayanamayıp gülmeye başladım)
- Annem: Ne gülüyosun! Abdest alda okusana beni. (He oldu tamam, tibi tibi ya)
- Ben: Anne şakamı yapıyosun :) ?
- Annem: Yahu niye yahu niye ? (uuu agresif kadun, ver eline mızrağı savaşa yolla bebişimi)
- Ben: Anne ben size deistim demedim mi? İnanmıyom ki dinlere falan...
- Annem: Ya inanmıyosan inanma hadi abdest alda oku beni.
- Ben: Muhahahahahahahahahaha! Yahu deli misin ben inanmıyom diyom, sen diyon abdest alda oku beni. Ben okuyamam başkası okusun benim okuyacak başka şeylerim var Zeus affetsin, Thor günahlarımı kokulu silgiyle silsin. Sen enişteme git eniştem yada ablam okur seni.
- Annem: İyi ha iyi, iyi !

Yahu ben napayım be reyiz, ölüden şey istemek gibi bişi bu. İnanmadığı dinin ritüelini niye yapsın ki bi insan, ne acayip şeylere inanıyomuşum nan zamanında, hastane, ilaç, bilim diye bir şey var. Okuyayım da geçsin falan, he yavrum he, he tamam...

Yazan: Anu

BU KAFA YAPISINA TURP SIKILIR

din, İslamiyet, Yobaz zihniyet, Bu kafa yapısına turp sıkılır, A, Görücü usulü evlilik, Karşı cinsle görüşene iffetsiz damgası, Kız çocuğunu okula göndermemek, Okumayan kız çocukları, Din ve eğitim,
Markete alışverişe giriyorum, bir yandan yürürken telefonda aşkımla yazışıyorum, diğer yandan reyonları kolaçan ederek keklik gibi sekiyorum. İki kadının karşılıklı konuşmasına kulak misafiri oluyorum çünkü aynı reyonlara bakıyoruz. İkisi de bulunduğu kısımdaki reyonların reklam filmi çekiliyormuş gibi durmuş birbirleriyle laflıyorlar. Sonra gülmekle ağlamak arasında kaldığım o muhabbet cereyan ediyo Tesla'sını satayım:
  • K1: Tabiiiğğğğ yaaaa çocukları hep ahlaksızlaştırıyolar işte bunlaaar (aaa ne güzel sanırım tv programlarında yengesine, teyzesine, kayınçosuna, kaynanasına falan sulanan yakışıklılardan bahsediyolar, afferim bilinçli kadınmış)
  • K2: Tabi canım eskiden böylemiydi hiç.
  • K1: Şimdiki kızlara baksana, bi onunla bi bununla, hemen ayrılıyolar. (Ulen deli, süzme amfibi. Kız anlaşamıyosa ayrılmasın da ne yapsın. İnatla benim olacak fıstık diyip evlensin de tüm hayatını zehir mi etsin şaka mı yoksa kaka mısın sen?)
  • K2: Sorma, garip oldu millet (The woman of the ahlakçığımızın bekçisi, very skilled kadın, unkillable kafa yapısı)
  • K1: Eskiden nasıldı, "gelin ata biner ya nasip der" derlerdi. Biriyle konuşuyorsan onunla evlenirdin, evlenmeyeceksen konuşmazdın. Mesela ben eşimi hiç görmedim 5 yıl boyunca konuştuk hiç görüşmemize izin vermedi annem, gerçi benim gizlice görüşmelerim oldu ama ehe ehe. (Ulen bi insan 5 saniye içinde kendi dediği ile çelişir mi? madem görüşmen uygun değil, görüşenlere laf ediyosun sen neden görüştün kezbanoski dobroski? Biriyle görüşünce illa evlenmek mi gerek? Bu şuna benziyor, bir kasa elmanın içinden birini alma hakkın var dediler ama gözlerim bağlı (gözler bağlı çünkü görmüyorum, görüşmedim elmayla hiç, elma efendiyi tanımıyorum) neyse seçiyorum bi elmayı, nasıl çürümüş, nasıl kurtlanmış, içinde kurtistan kurulmuş, elmayı delip geçmiş bir kurtçuk şeklinde de flamaları var. Şimdi bunun tutup aldın diye, yemen şart mı? O zaman afiyet olsun. Siz bu kafayla giderseniz, hele de bu kafayla çocuk yetiştirirseniz ilerde daha çoook kadına şiddetten, erkeklerin altında ezilmekten, çilelerden bahsedersiniz. Yahu anlaşamadıysan neden evlenesin deliyle mi yattınız ne yaptınız siz?)
  • K2: Evet ahlakları bozuluyor hep, çok değişti çok.
  • K1: Mesela beni annem, ortam çok bozuldu diye okula bile göndermedi. (Hehhh, şimdi anlaşıldı birçok şeeeeeeeyyy hacı. Fakat mantığa bakar mısın, mortal combattaki subzeronun fatality hareketi kadar ölümcül ve kan dondurucu bi kafa yapısı. Zannedersin şeriatla yönetiliyoruz, haydi kızlar eve, ortam kötü (o düşündüğün espriyi yapasım geldi de kendimi tuttum), haydi el ele çocuk doğurup üreme görevini üstlenmeye ve hiç sayılmaya, haydiiiiiyyynnnnn.)
Ondan sonra yok ülke neden böyle, yok kadınlar neden bu durumda, yok efem Almanya'dan neden gerideyiz, Rusya gibi neden etrafa nanik yapamıyoruz. Neden şöyle böyle diye düşünün durun, yukarıdaki kafa yapısını sorduğunuzda "maalesef elimizde o kafadan kalmadı" diyen bir eleman yada yaratıcı olmadığı sürece, bu ülke, aynı zeytin yağında 500 kere pişen fast food patatesleri gibi kızarır da kızarır kızarır da kızarırrrrr, bu kafa yapısına turp sıkılır...

Yazan: Anu

TAHRİM SURESİ'NDE KONUŞAN MUHAMMED'DİR

AA,din,Tahrim suresinde konuşan Muhammeddir,Kuran Muhammedin el yazmasıdır,Kuranı Muhammed yazmıştır,Tahrim suresi, islamiyet, Aişe ve Hafsa,Muhammed'in yazdığı Kuran,Ku'ran
HAFSA VE MARYA
Tahrim suresi, Kur'an’ın 66. suresidir ve 12 ayettir. Bu sure de, Ahzab suresi ayarında bir içeriğe sahiptir. Yani yine Muhammed’in ‘özel’ hayatına ilişkin hükümler barındırır.

Özellikle ilk 5 ayet, konunun belkemiğidir. Bu ayetlerin yazılmasının sebebi, Muhammed’in, eşleriyle yaşadığı bazı anlaşmazlıklardır. O da durumu düzeltmek ve eşlerini tehdit etmek için bu ayetleri yazıyor.

Anlaşmazlığın sebebi ise, Muhammed’in cariyesi Marya’dır. Pek çok tefsirde de işlendiği gibi, Muhammed, ‘sırası’ Hafsa’ya (halife Ömer’in kızı) geldiği bir günde, Hafsa’nın evine gider. Hafsa yoktur. O sırada da cariyesi Marya eve gelir. Muhammed, Marya ile odaya çekilmiştir. Bu esnada Hafsa da eve gelmiştir.

Geldiğinde, durumu görür ve doğal olarak tepki verir. Çünkü olay, kendi gününde ve kendi evinde yaşanmaktadır. Muhammed de durumu toparlamak için, ‘Vallahi bir daha Marya’yla yatmayacağım.’ diye yemin eder. Yani ne yapmıştır? Marya’yı kendine haram etmiştir.

İşte Muhammed, bu yemininden bir süre sonra pişman olmuş olacak ki, şu 2 ayeti yazarak sureye giriş yapıyor:

Tahrim, 1:
Ey Peygamber! Eşlerinin rızasını gözeterek Allah’ın sana helâl kıldığı şeyi niçin kendine haram ediyorsun? Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.

Tahrim, 2:
Allah, (gerektiğinde) yeminlerinizi bozmanızı size meşru kılmıştır. Sizin yardımcınız Allah’tır. O, bilendir, hikmet sahibidir.

Bu 2 ‘kurtarıcı’ ayet sayesinde, Muhammed’in kendisine haram ettiği Marya ile ilgili problem ortadan kalkmış oluyor. Ama olay tam olarak kapanmıyor tabi.

Hafsa, bu olayı kimseye anlatmaması için uyarılıyor. Ama Hafsa, bunu saklayamayıp Aişe’ye anlatıyor. Bu olayların tümü, Buhari de dâhil olmak üzere en güvenilir kaynaklarda anlatılıyor zaten. Hafsa’nın Aişe’ye bunu anlattığını, Muhammed de bir şekilde öğreniyor. Öğrenince, şu ayeti yazıyor:

Tahrim, 3:
Peygamber, eşlerinden birine gizlice bir söz söylemişti. Fakat eşi, o sözü başkalarına haber verip Allah da bunu Peygamber’e açıklayınca, Peygamber bir kısmını bildirmiş, bir kısmından da vazgeçmişti. Peygamber bunu ona haber verince eşi: Bunu sana kim bildirdi? dedi. Peygamber: Bilen, her şeyden haberdar olan Allah bana haber verdi, dedi.

Tabi Muhammed’in bu haberi kimden aldığını bilemiyoruz. Belki Aişe söyledi, belki de kulak misafiri olan bir başkası. Bunun kaynaklarda belirtilmemesi de normal, çünkü ayette ‘Allah söyledi’ diyor zaten. İster Aişe olsun, ister başka biri olsun, sonuçta Muhammed’in kulağına bu söz gelmiş ve o da durumu toparlamak için ayet yazmış.

Aslında sırf bu ayet bile, Muhammed’in eşlerinin, onun peygamberliğine inanmadığının kanıtıdır. Hiç ‘peygamber eşi’ olan bir kişi, ‘Bunu sana kim bildirdi?’ diye soru sorar mı? Mademki bu kişinin peygamberliğine inanılıyor, Allah’ın bildirdiği belli değil mi? Böyle bir sorunun sorulmasının mantığı nedir? Bu sorunun sorulması bile, insanların, Muhammed’e olan güveni hakkında bize ipuçları vermektedir.

Muhammed, olayın büyüyeceğini sezince, eşlerini uyarma gereği duyuyor tabi. İki ayet de bunun için patlatıyor:

Tahrim, 4:
Eğer ikiniz de Allah’a tevbe ederseniz, (yerinde olur). Çünkü kalpleriniz sapmıştı. Ve eğer Peygamber’e karşı birbirinize arka verirseniz bilesiniz ki onun dostu ve yardımcısı Allah, Cebrail ve müminlerin iyileridir. Bunların ardından melekler de (ona) yardımcıdır.

Tahrim, 5:
Eğer o sizi boşarsa Rabbi ona, sizden daha iyi kendini Allah a veren, inanan, sebatla itaat eden, tevbe eden, ibadet eden, oruç tutan, dul ve bâkire eşler verebilir.

Özellikle şu 5. ayet, tam bir kepazeliktir. Kuran’ın ‘Allah kelamı’ olmadığını tek başına kanıtlamaya yeter. Hiç Tanrı, peygamberinin eşlerini ‘Akıllı olun, yoksa ona başka bakire kadınlar veririm.’ diye tehdit eder mi? Böyle bir saçmalık olabilir mi? Dünyanın bütün derdi bitmiş, Allah, peygamberinin ‘özel’ hayatıyla uğraşıyor, nikâh kıyıyor, kuzenlerini helal ediyor, eşlerini tehdit ediyor vs. Bu kadar şey bile Kuran hakkında fikir sahibi olmak için yeterlidir. Sorgulayan hiçbir insan, bu saçmalığın içinde hapis kalamaz.

Tabi bu ayetten sonra konuyu değiştiriyor Muhammed. Her zamanki taktik. Aynı taktiği, Ahzab suresinde de uyguladığını görmüştük.

Tahrim, 6:
Ey inananlar! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. Onun başında, acımasız, güçlü, Allah’ın kendilerine buyurduğuna karşı gelmeyen ve emredildiklerini yapan melekler vardır.

Tahrim, 7:
Ey kâfirler! Bugün özür dilemeyin! Siz ancak işlediklerinizin cezasını çekeceksiniz, (denilir).

Tahrim, 8:
Ey iman edenler! Samimi bir tevbe ile Allah’a dönün. Umulur ki Rabbiniz sizin kötülüklerinizi örter. Peygamberi ve Onunla birlikte iman edenleri utandırmayacağı günde Allah sizi, içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokar. Onların önlerinden ve sağlarından (amellerinin) nûrları aydınlatıp gider de, “Ey Rabbimiz! Nûrumuzu bizim için tamamla, bizi bağışla; çünkü sen her şeye kadirsin” derler.

Tahrim, 9:
Ey Peygamber! Kâfirlere ve münafıklara karşı cihad et, onlara karşı sert davran. Onların varacağı yer cehennemdir. O gidilecek yer ne de kötüdür!

İşte bu 4 ayet, konuyu dağıtma amaçlı olarak araya sıkıştırılmıştır. Her zaman olduğu gibi, klasik mesajlar veriliyor. Kuran’da yüzlerce kere tekrarlanan şeyler, burada da tekrarlanmış.

Sonra konuya geri dönüyor Muhammed. Çünkü olay hala daha tam kapanmadı. Bitirici vuruşu yapması lazım.

Tahrim, 10:
Allah, inkâr edenlere, Nuh’un karısı ile Lût’un karısını misal verdi. Bu ikisi, kullarımızdan iki sâlih kişinin nikâhları altında iken onlara hainlik ettiler. Kocaları Allah’tan gelen hiçbir şeyi onlardan savamadı. Onlara: Haydi, ateşe girenlerle beraber siz de girin! denildi.

Tahrim, 11:
Allah, inananlara da Firavun’un karısını misal gösterdi. O: Rabbim! Bana katında, cennette bir ev yap; beni Firavun’dan ve onun (kötü) işinden koru ve beni zalimler topluluğundan kurtar! demişti.

Tahrim, 12:
İffetini korumuş olan, İmran kızı Meryem’i de (Allah örnek gösterdi). Biz, ona ruhumuzdan üfledik ve Rabbinin sözlerini ve kitaplarını tasdik etti. O gönülden itaat edenlerdendi.

Bu 3 ayetle de bitirici vuruşu yapmış oluyor. Gördüğünüz gibi, bu 3 ayette, önce 2 tane ‘cehennemlik’ kadın, sonra da 2 tane ‘cennetlik’ kadın örnek veriliyor. Neden 2’şer tane kadın örnek veriliyor?

Çünkü bu ayetlerle korkutulmak istenen, Aişe ve Hafsa’dır. Zira Aişe de artık Muhammed’in ‘Marya meselesi’ni bilmektedir. O yüzden, bu son 3 ayet de Muhammed’in bu 2 eşine özeldir ve açıkça tehdit edilmektedirler. Yani ağızlarını sıkı tutmaları gerekiyor. ‘Benzeri yazılamayacak’(!) olan kitaptan inciler.

KUTSAL SAPIKLIKLAR (+18)

DP, yahudilik, Talmud, Yahudilerin Talmud'u, Talmud ve cinsel içerikleri, Tevratta kızların babalarıyla yatması, Talmud'da kadın, Tevratta cinsellik, Kutsal sapıklıklar, din,
Merhabalar. Normal şartlarda yazar notları ve açıklamaları yazı sonlarında yapılır. Fakat yazı içeriği detaylar mide bulandırıcı ve sapkın ifadeler içerdiğinden şimdiden uyarmak istedim. Sonuçta Türk aile yapısı içerisinde ve İslami (toplumumuzdaki vicdani İslam) koşullar içerisinde yetiştirildim. Terbiyemin ve vicdanımın el verdiği bölümleri sizlere aktarıyorum. Sadece bu bölümler bile çok ağır.

Bu yazıda sunacağım metinler tamamen aslından alınma bilgilerdir ki, İngilizce veya İbranice kaynaklarına bakıldığında rahatlıkla görülebilir. Eğer İngilizce veya İbranice’ niz yeterli değil ise “Google Translate” ile asıl metinleri çevirebilirsiniz. Bu bile yeterli olacaktır.

Toplumumuzun dinamikleri ve yaşam tarzı temel alındığında insanlara bilgi aktarmak için şimdiye dek genelde kendi inanç ve din düzenimizden örnekler verdik. Yazılarımızın temelinde ve eleştirilerimizin odak noktasında bu nedenle İslamiyet vardı. Ancak diğer dinler çok mu masum? Açık konuşmak gerekirse semavi dinler içerisinde neredeyse en masumu İslamiyet.

Bu yazının odak noktasını TALMUD oluşturacak. Peki, Nedir TALMUD? Wikipedia tanımına bir göz atalım önce:

“Talmud (İbranice: תלמוד), Yahudi medeni kanunu, tören kuralları ve efsanelerini kapsayan dini metinlerdir. İbranice lamad (öğrenmek) kökünden gelir. Mişna ve Gemara bölümlerinden müteşekkildir. Talmud'un iki versiyonu vardır: 3. ila 5. yüzyıla ait olduğu kabul edilen ancak daha eski dökümanları da içeren Babil Talmudu ve daha eski olan Filistin ve Yeruşalayim (Kudüs) Talmudu.

Musevilik'te önceleri Sözlü Tevrat olan Tora Şebealpe daha sonraları Mişna ismiyle yazılı hale getirilmiştir. Mişna temel olarak Musevi Ceza hukuku olarak tanımlanabilir daha sonraları Hahamlarca Mişna'nın daha derinlemesine açıklamaları yapılmış ve buna Gemara adı verilmiştir.”

Kısacası TALMUD, Yahudiler açısından, Tevrat’ın Musa tarafından yapılan rivayeti olduğu savunulur. Bu rivayetler, sonraki zamanlarda Tevrat’a bağlı kalınarak tekrar uyarlanmış ve açıklanmıştır. Bir nevi Yahudilerin hadis külliyatı sayılabilir. Bazı din bilimciler Talmud için “Yahudi Şeriatı” tanımını getirirler. Onlar için Talmud olmadan Tevrat bir şey ifade etmez.

Ilımlı, demokratik ve çağdaş Yahudiler her ne kadar bu tip TALMUD yasalarını reddetse de bu reddiyeleri geçersizdir. Talmud’un asla Yahudi kaynaklı olmadığını ve Tevrat ile asla uyuşmadığını söyleseler de Yahudi din alimleri tam tersini ifade etmektedir. Bu noktada reddetmelerinin sebebi, onlarında vicdanları bu söylevleri kaldıramamaktadır.

Şimdi aşağıda Talmud’ dan yapılan bazı alıntılar ile baş başa bırakacağım. Bu yazıda ne bir yorum ne de bir açıklama olmayacak; sadece, “Sapıklık Talmud’da ise Tevrat’ın ne suçu var?” diyenler için son bölümde Tevrat’tan da alıntılar yapacağım;

TALMUD’ dan:
Sanhedrin sayfa 400; “ emir 59 a” da; Rabbi Johanan emirleri şöyledir:

“Talmud Torah’ı tetkik eden bir gayri Yahudi’nin hak ettiği şey ölümdür. Çünkü bu onun için değil bizim için yazılmıştır. Bu bize bırakılan mirastır”.

Talmud’un Baba Bathra 54 kısmında şöyle denir:
“Gayri Yahudi’nin sahip olduğu mal, çölde ayağınızın altındaki sahipsiz araziye benzer, kim evvel alırsa onun olur”.

Kethuboth 11 b:
“Bir büyük, küçük bir kız ile cinsi temas yaparsa bu göze girmiş bir parmak gibi kabul edilmeli. Keza bir çocuk bir kadınla temas ederse buda kadının cinsi uzvuna bir çubuk girmiş olarak kabul edilmeli. Bir büyük tarafından bir çocuk baştan çıkartılıp ırzına geçirilirse bu ırza girme hadisesi olarak kabul edilmeli, bir büyük tarafından bir çocuk baştan çıkartılıp ırzına girilirse bu ırza geçme hadisesi olarak değerlendirilmemeli; “Nasıl ki gözyaşı tekrar ve tekrar yeniden insanın gözüne gelirse üç yaşından küçük iken cinsi temasta bir kızanda bekareti geri gelebilir”. Küçük yaşlarda erkeklerle yatmış bir kız çocuğu evlenirken bu vaziyeti kocasına bildirmeli aksi halde kan gelmez ve kocası da bu vaziyetten hoşlanmaz.”

“Bir Yahudi kızının bekâreti iki yüz zuz (eski Yahudi parası) değerindedir. Bu pazarlıkla daha evvelinden verilebilir.”

Kethuboth 51b:
“Bir kadın kocasının izni ile parasını vererek kendisi ile cinsi bir şekilde alakadar olacak bir şahıs kiralarsa, bunda hiçbir kabahat yoktur fakat bu kiraladığı şahıs gayri Yahudi ise bu kabahattir zira kazançlı çıkan gayri Yahudi’dir. Fakat aynı vaziyet, bir Yahudi erkeği ile gayri Yahudi bir kız arasında vuku buluyorsa zararı yoktur fakat Yahudi erkeği bu gayri Yahudi kızla evlenmemeye çok dikkat etmelidir”.

Kethuboth 56 a:
“Bütün cinsi işler akşam karanlığında yahut karanlık odada yapılmalıdır. Sebebi açık havada böyle işler yapılsa herkes işini gücünü bırakır seyre dalar ve daha fenası işlerini yapacak yerde cinsi temas yapan adamı taklit etmeye çalışır. Fırıncının ekmeği yanar, üzümcünün üzümlerini gayri Yahudiler çalar, çanakçının çanağı elinden düşer kırılır, nöbetçinin gözü döner şehri düşman basar. Karanlıkta bu işi yapmanın bir başka sebebi de, eğer bu cinsi teması bir gayri Yahudi ile yapıyorsanız bu gayri Yahudi kimseyi şahit olarak gösteremez hatta kendisi bile yüzünüzü iyi göremez.”

Kethuboth 111b:
“Dünyada hakimiyet sağlayacak en önemli unsurlardan biri çok üremektir. Bütün yeryüzündeki gayri Yahudiler eşektir. O gün geldiği zaman bunlar yer altında kendileri için kazılmış olan yerlere girip ebediyen yer altında yaşayacaklardır”.

Kethobuoth 76 a:
“O adam ki kız kardeşi ile beraber yatıp, kendilerini cinsi zevklere bırakırlar ve kız kardeşi bunu şikayet etmez, bunda bir kabahat yoktur fakat kız kardeş şikayette bulunursa bu işi tekrarlanmaması bu adama bildirilir”. O şahıs ki daha annesi yaşlı değildir ve babası ölmüştür ve validesi yabancı erkeklerin koynuna girmek istemez ve kendi oğlu ile yatmak ister ve keza oğulda validesi ile yatmak isterse böyle bir vaziyette eğer bu işler zor kullanılmadan yapılıyorsa, bize düşen bir vazife yoktur t ki oğul evlenme yaşına gelip de başka bir kızla evlenmek talebinde bulunur ve validesi buna mani olmak isterse, oğul kendi karısının cinsi arzularını hem de annesinin cinsi arzularını tatmin etmeli ta ki validesi başka bir erkek buluncaya kadar.”

Kethuboth 61 b:
“bir gayri Yahudi, Yahudi kızından istifade ederse, bir Yahudi kadınını baştan çıkartırsa bir Yahudi çocuğunu kirletirse, Yahudi umumi bir Yahudi kadını ile temas edip kadına parasını vermezse cezaya çarptırılır. Eğer bir Yahudi umumi kadını kullanıp parasını vermemiş ise parası alınır ve değnekle dövülür, bir Yahudi kadınını baştan çıkarttı ise ölünceye kadar taşlanır. Bir Yahudi kızını kirleten gayri Yahudi’nin başı yarım kesilir ve yavaş yavaş öldürülür. Bütün bunlar bilhassa gayri Yahudilerin önünde yapılmalı ki bunlara müthiş bir ibret olsun ve bizim dehşetimiz karşısında titresinler ve Yahudi’ye dokunmaya bir daha yeltenmesinler.”

Talmud’un Yebamoth kısmı 59 a ve 59 b:
“Bir dul kendini tatmin için her türlü usullere başvurabilir”. Bir kadın sebepler göstererek hayvan ile hayvani münasebetleri ilerletirse bunda münasebetsiz bir şey yoktur. Böyle işlere zevklere heveslenmeyen kadın bulunmaz. Bu sebepten bu gibi zevklere kedini verip de sonradan evlenmeyi düşünen kadını bir haham bile alabilir.

Rabi Shimi b. Hiyya ya göre bir hayvanla ya da insan olmayan bir şey ile cinsi temas yapan kadın bir haham bile alabilir… Rabi R. Dimi’nin anlattığı bir misal ise şöyledir: harikulade çok güzel bir kadın sıcaktan biraz açık giyinmiş bir şekilde yeri silerken maruf köpeklerden biri kapıda zuhur etmiş… Kısa bir zaman sonra da kadın bir rahiple evlenmek için izin alabilmiş. Fakat para ile kendisini satan bir kadın para mukabilinde müşterilere zevk vermek için bir köpekle cinsi münasebet yaparsa bu başka türlü kabul edilir ve Hahamlıkça hoş görülmez.”

Yevamot 60 b:6:
“Yahudiliğe döndürülmüş bir kız, üç yaşından bir gün fazla olursa bir haham onunla evlenebilir.”

Yevamot 63 a:
“Elazar şöyle ilave etti: Âdem bütün hayvanlar ile çiftleşmiş fakat Havva’nın verdiği tadı hiç birinde bulamamıştı”.

Yevamot 103 b:
“Yılan Havva’nın içine müthiş bir şehvet sokmuştur”.

Yevamot 55 b:
“O şahıs ki akrabası kız ile cinsi temas edip bekaret zarını yalnızca gevşetir. O adamdan şikayet edilmemelidir”. Ölmüş kadın ile temas o kadının hayattaki vaziyetinde iken yapılan temas gibi kabul edilir. Kadın evli ise her ne kadar ölmüş olsa bile gene evli bir kadın olarak kabul edilir ham de ölmüş bir kadınla çiftleşmek meniyi ziyan etmek demektir”.

Orijinal metinler için: https://halakhah.com/

TEVRAT’ tan:
"Ve Lut Tsoardan çıkıp dağda oturdu ve iki kızı
onunla beraberdi; çünkü Tsoarda oturmaktan
korktu; ve o, ve iki kızı bir mağarada oturdular. Ve
büyük kızı küçüğüne dedi: 'Babamız kocamıştır, ve
bütün dünyanın yoluna göre yanımıza girmek için
mem­lekette erkek yoktur; gel, babamıza şarap
içirelim, ve babamızdan zürriyeti yaşatmak için
onunla yatarız.'
Ve o gece babalarına şarap içirdiler ve büyük kız
girip, babası ile yattı... Ve ertesi gün dedi: İşte dün
gece babamla yattım, bu gece de ona şarap içirelim,
sende gir onunla yat... Ve küçük kız kalkıp onunla
yattı." (Tekvin Bölüm 19/30-36)

Kaptın günlümü, kız kardeşim, yavuklum!
Gözlerinin bir bakışı ile...
Okşamaların ne güzel, kız kardeşim, yavuklum!
Şaraptan ne kadar hoştur okşamaların,
(Neşideler Neşidesi Bölümü, 4/9-10)


"Memelerin üzüm salkımları gibi olsun, Fahişelik ettikleri zaman kızlarınızı ve zina ettikleri zaman gelinlerinizi Cezalandırmayacağım." (Hoşca bölümü, Bab 4/14)

Her yazımın sonunda olduğu gibi “Sağlıcakla Kalın” diyeceğim ancak bu yazıdan sonra ne düşünürsünüz neye inanırsınız bilemiyorum. İçinizde öfke ile karışık isyan olacak. Belki bana çok kızacaksınız. Ben bu yazıları okuduğumda kaç gün kendime gelemedim. Artık Yahudi inancına dair kitap ve söylevleri okumayı tümden bıraktım. Sizce Hristiyanlığın din olarak ortaya çıkmasında yukarıda bahsetmiş olduğumuz sapkınlıkların payı var mıdır? Bunların sapkın ve gayri insani olduğunu savunan insanlar mı Hristiyanlığı kurdular? Bilmiyorum. Artık bilmekte istemiyorum.

Onları araştırarak daha detaylı bir yazı yazmayı düşünüyordum. Ama yapamadım. Daha öteye gidemedim. İnternet üzerinden araştırma yapmaya ilk başladığımda ulaştığım bilgiler bunlar ki benim “hal-i ruhiye mi” bozmaya yetti. İlk defa detaylı araştırma yapmadan bir yazı yazıyorum. Umarım birileri çıkar ve bu araştırmayı yaparak daha derine ve asıl gerçeklere ulaşır.

Yazılanların aşırı pornografi ve cinsellik içerdiğini biliyorum. Umarım haddimi aşarak sizi duygusal yönden incitmemişimdir. Sadece bilin istedim.

İki konuda sizlerden özür diliyorum:
  1. Daha derine inme cesareti gösteremediğimden ancak bu kadar bilgiyi derleyip aktarabildim.
  2. Eğer sizi ve duygularınızı incitmiş isem özür dilerim.
Sonuç olarak; sizce alemleri yaratan ve dengeyi kuran, akıllı tasarım ve kudret sahibi bir yaratıcı bu sözleri söylemiş olabilir mi?

Ya yaratan bu tip semavi dinlerde bahsedilen yaratan değil ve bu tip dinler sapkınlar tarafından çıkarları için evrildi ya da ateizm doğruyu söylüyor. Karar sizin. Ben karar vermek istemiyorum.

Benim yaratıcım asla bu tip şeylere izin vermez. (Bu noktada Site Başyazarı ve Admin’i dostum A. KARA’nın “Benim Tanrım” adlı yazısını okumanızı tavsiye ederim. Beni aydınlatmış ve içimdeki sorulara bir nebze cevap olmuştu.)
Sağlıcakla kalmaya çalışın.

Yazan: Demon Product

PANDEİZMİ DESTEKLEYEN TEZLER

A, din, Occam'ın traş bıçağı teorisi, Pandeist argümanlar, pandeizm, Pandeizm nedir, Pandeizm ve evrim, Pandeizmde yaratıcı inancı, Pandeizmi destekleyen argümanlar, Tanrı evrendir,
İhtiyaç duyduğumuzda evrendeki enerjiyi tecrübe ettiğimiz kadar güçlü olduğuna inandığınız Yaratıcı, bu Evrenin enerjisini ve o enerjinin davranışını kontrol eden yönetim dinamiklerinden başka bir şey yapmamızı sağlamıyor mu?

Pandeizm, bu Yaratılıştan sorumlu bir varlığın gerekli ve desteklenebilir kapasitelerini belirlemek için evrenimizin kendisinin mantıklı ve rasyonel incelemesinden kaynaklanmaktadır. Bunu yaparken, kullanılan teori, Occam'ın usturasını ve rasyonel basitliği ödüllendirir; diğer bir deyişle, gerekli olan özellikleri ortaya koyar ve gereksiz olan tüm özelliklerini, evrenimizin yaşadığı ortamı açıklarken atar. Ve böylelikle böyle bir Yaratıcı'nın böylesine bir Yaratılış'ı gerçekleştirecek kadar güçlü ve yeterince akıllı olması gerektiği sonucuna varılıyor. Evrenizi yaratmak için gerekli olan gücün hem Yaratıcının 'en az ve en büyük ölçüde, rasyonel bir Evrenin rasyonel bir Yaratıcı'nın ürünü olması gerekliliğini gerektirir - rasyonel ve çekici bir motivasyona sahip olan biri, ihtiyaçlarını daha verimli bir şekilde yerine getirebilen herhangi bir rasyonel varlığın bunu yapmasını sağlayacaktır

Aynı felsefi argümanlardan, teistik inanç sistemlerini desteklemek için kullanılan pek çok şey Pandeizm sistemini desteklemektedir. Pandeizm, aynı zamanda, teistik inançların sıkça saldırıya uğradığı çeşitli zayıf noktalardan da yoksundur. Pandeizm lehine en etkili argüman, tasarım argümanının değiştirilmiş bir şeklidir. Deizm gibi Pandeizm, Big Bang gibi şeylerin bilimsel kanıtlarını ve evrenin mevcut şeklini elde ettiği mekanizmanın doğru göstergeleri olarak doğal seleksiyonla evrimi kabul eder. Bununla birlikte, Evrenin bu gibi süreçleri bile destekleyebildiği gerçeği, fizik kanunlarının kendisini bu sonucu kolaylaştırmak için ince ayarlamış olduğunun kanıtı olarak görülür.

Pascal'ın Wager'inin The Pandeist's Wager adlı bir varyasyonu, Pandeizm'in gerçekmiş gibi davrandığı mantığını, hatta mutlak bir gerçeğin bilinemeyeceğini kabul ederek özetlemektedir. Bununla birlikte, teistik inançların aksine, Pandeizm, kötülük sorunundan ve karamsarlığın yıkıcı probleminden kesinlikle muzdarip değildir. Kötülüğe gelince, yaratan yaratıcının Evrenin kapsamı ile sınırlı olduğu varsayılır. Böylece, önleyebileceği kötülük yaratılamamıştır denir. Açıklanan herhangi bir vahiy ve öngörülen hüküm bulunmamakla birlikte, yaratıcının sonuç hakkında önceden bilgili yalnızca deterministik bir Evren yarattığına dair bir kaygı yoktur. Tam tersi, Pandeizm, Evrende ortaya çıkacak olayların özel seyrini önceden bile bilmeyen bir Yaratıcı önermektedir.

Yazan: Anu

DİNLERİN EVRİMİ

DP, din, Dinlerin evrimi, Dinlerin birbirine evrimi, Dinlerin kendi içlerinde evrimi, islamiyet, Dinlerin iddiaları, Kuran çelişkileri, Şura suresi, Sebe suresi, Hicr suresi, Mezmur, Matta, Petrus, “Kesin olarak bilesiniz ki bu zikri (vahyi, Kur'an’ı) kuşkusuz biz indirdik ve onu mutlaka koruyan da yine biziz.” (Hicr, 15/9)

"Bunlar, kitabın ve apaçık olan Kur'ân'ın âyetleridir." (Hicr, 15/1; bk. Elmalılı, Hak Dini, ilgili ayetin tefsiri)

“Ey iman edenler! Allah’a ve Peygamberine ve ona indirdiği kitaba ve ondan önceki indirdiği kitaplara gereği gibi inanın.” Nisa (4) Süresi, 136. ayet

“Senin sözün göklerde, Devirler boyu durur ey Yehova.” (Mezmur, 119/89)

“Gök ve yer ortadan kalkacak, ama benim sözlerim asla ortadan kalkmayacaktır.” (Matta, 24/35)

“Çünkü ölümlü değil, ölümsüz bir tohumdan, yani Tanrı'nın diri ve kalıcı sözü aracılığıyla yeniden doğdunuz. Nitekim 'İnsan soyu bir ota benzer. Tüm yüceliği de kır çiçeği gibidir. Ot kurur, çiçeği düşer. Ama Rabbin sözü sonsuza dek kalıcıdır.' İşte size müjdelenmiş olan söz budur.” (Petrus, 1/23-25)

Dinlerin evrimini iki ayrı kategoride inceleyebiliriz:
  1. Dinlerin Birbirlerine Evrimi
  2. Dinlerin Kendi İçlerinde Evrimi
Bunları ayrı ayrı inceleyecek olursak;

1) Dinlerin Birbirlerine Evrimi:
Bu savı inanan ve inanmayan tüm çevreler kabul eder. İnanların bu evrime inanmalarının sebebi, yaratıcının tek din üzerine olduğu, dinlerin birbirini tekrar etmesinin bu yüzden mümkün olduğudur. Dolayısı ile bu savı reddetmez, aksine desteklerler. Farklı bir biçimde inanmayanlarında en çok savunduğu sav budur ki, her dinin bir öncekinden etkilenerek devamı niteliğinden olduğu, mitolojik dinlerden evrildiği yönündedir.

Burada inananlar için aslında bir sorun vardır. Bu sorun da, gelen yeni dinin gelme sebebinin bir öncekinin yozlaşmış olduğu, aslında bozulduğudur. Hatta önceki kitapta aslında kendinden sonraki gelecek kitabı ve peygamberi desteklemiş olduğunu savunulur ki bu durumun kanıtları hiçbir zaman yoktur (Tevrat, İncilden bahsetmez, İncil, Kurandan bahsetmez). Bazı çevreler örneğin “Aslında gerçek incilde yazıyor. Vatikan biliyor ama söylemiyor.” gibisinden yorumlar yapsa da bunun ne dini ne de bilimsel hiçbir dayanağı yoktur. Yazının başında Tevrat ve incilden alınan ayetler bunu açıkça belirtmektedir. Bu yönde daha birçok sözde bu kitapların kendi söylevlerinde bulunmaktadır. Dolayısı ile her kitap kendinin yegâne göklerde yazılı kitap olduğunu, kendinden sonra bir kitabın gelmeyeceğini savunur. Fakat farklı bir yerde çıkan kitap aslında öncekinin devamı olduğunu savunur. İnanlar için bu bilinmezlik ve paradoks (ki aslında bilinir) sürer gider.

Dolayısı ile tüm semavi dinler “Dinlerin Evrimi” savını kabul eder, ancak hak dinin kendisi olduğunu savunur. Bu açıdan bakıldığında bile her din “Yaratanına” şirk koşmaktadır. Çünkü yaratıcı madem mükemmel, kusursuz, evrensel denge sağlayıcı, sorgulanamaz ve her şeyi bilen ise indirdiği kitabın daha sonra kusurlu hale getirilmesine ses çıkarmaz? İstese kusursuz bir sistemi getirebilirdi ki tüm kitaplar kendini kusursuz ilan ederken sonrakiler onları yozlaşmış kabul ediyor. Demek ki “Yaratılanlar” “Yaratandan” daha kudretli ve zeki ki onun indirdiğini sorgulayabilip değiştirebiliyorlar.

Gerçi her inanç bu duruma karşıda hazırlıklı olarak bir reddiye geliştirmiştir. Nedir bu reddiye mekanizması, “Yaratıcı aslında bizi sınıyor. Acaba onun kelamından çıkacak mıyız diye. Ne zaman biz sapkınlaşırsak o zaman bizi yeni bir peygamber ve kitap ile uyarıyor.”. Her peygamber kendini son peygamber ilan ediyor ve kendini öncekilerden üstün addediliyor. Bu reddiyenin sebebi şudur; eğer gelen din bir öncekini tamamlayıcı veya düzeltici değil ise bu yeni gelen dinin varlık sebebi ortadan kalkar. Sağlam bir dayanak bulunmalıdır. Yoksa insanlar peygamber olduğunu söyleyen kişiye inanmazlar. Bahsettiğimiz bu husus nedeni ile her semavi din bir öncekini kabul ederken kendinden sonrakileri kabul etmez, ayrıca kendinden sonra gelen dinlerin, kendi dinlerinden çıkarları nedeni ile ayrılan gruplar olduğunu ilan eder. (Yahudilerin İsa’ yı reddi, Musevi ve Hristiyanların Muhammed’i reddi).

Bu durum inanlar için (hangi dine mensup olursa olsun) baştan aşağı şirk ve eş koşmak kokmaktadır. Kitaplarda bahsedilen kudretli Tanrı inancına bakarsak. Beşer olan insanoğlu “Yaratanın” kelamını değiştiremez, değişmesine vesile olamaz. O halde ya yaratan “kudretli” değil, ya da bu sözler insan ürünü. Yaratan koşulsuz ve şartsız kudretli olduğuna göre… Yorum sizin.

Bu noktada yazının buraya kadar olan kısmına (ya da geriye kalan kısmı da) yönelik cevap ve eleştirileriniz varsa ki pozitif ve yapıcı eleştiriler bizim kazancımızdır, eleştiri yapmadan önce bu site de yer alan makale ve pdf kitapları okumanızı tavsiye ederim. Onlardan örnek alıntıları yaparak yazıyı uzatmak istemediğim için yer vermedim. Yoksa yazımızın kanıtları sitede ekli olan makale ve pdf kitaplarda geniş ve açıklayıcı bir biçimde bulunmaktadır.

Mevcut durumu tahlil edersek her din bir önceki/-lerin devamı konumundadır. Öncekini reddetmeden, kötülemeden veya yok saymadan –ancak bozulduğunu ve yozlaştığını söyleyerek- kendisini devam din olarak niteler. Semavi dinlerin kökeni antik mısır ve sümer dinleridir ki bu durum tüm akademik ve bilimsel çevreler tarafından kabul görmüştür. Antik Mısır ve Sümer dinlerinden evrilen ilk semavi din olan Yahudilik, devamında Hristiyanlığa, Hristiyanlıkta Müslümanlığa evrilmiştir.

2) Dinlerin Kendi İçlerinde Evrimi:
Dinlerin kendi içlerinde evriminin çeşitli sebepleri vardır. Çağlar ilerledikçe, teknoloji geliştikçe, eski adet ve dinler terk edilemediğinden, coğrafi sebepler, yeni yapılan keşifler ve benzeri sebeplerle dinlerde yenilenmeye ihtiyaç duyulur. Bu yenilenmeler farklı inanç felsefelerinin ve gruplarının oluşması ile sonuçlanır. Örneğin Hristiyanlıkta Ortodoksluk, Protestanlık, Katoliklik, Presbiteryenlik, Evanjelistler vb. fraksiyonlar her birbirlerinden farklı olabilmekte ya da birbirleri içinden türemektedirler. İslamiyet’te de durum pek farklı değildir. Sünniliğin içinde 4 hak mezhep kabul edilen Hanefilik, Hanbelilik, Şafiilik ve Malikilik ile Şia ve içerisinde yer alan fraksiyonlar (Caferilik gibi) bunun kanıtıdır. Bu bölüngüler içerisinde yaşayan insanlara şu sorulduğunda, örneğin bir Müslümana:” Peygamber ve 4 halifenin mezhebi nedir?” diye sorulduğunda sağlıklı net bir cevap alamazsınız. Dinlerin kendisinde şu mantık vardır: İbadetlerde ve inançta yorum olmaz, yaklaşım sergilenmez veya mantığa göre ya da ihtiyaca göre şekillenmez. İbadet ve inançta peygamber ve kitap ne yapıyorsa o yapılmalıdır. Ancak bu görüşe reddiye geliştirenlerin en büyük savunması şudur:

“İyide bizim mezhepte kan abdesti bozuyor, ancak öteki mezhepte bozmuyor. Sebebi coğrafi sebepler. Peygamber şöyle olduğunda kan akmış ancak abdest almamış onlar onu örnek almışlar, ama bir keresinde kan çıkınca abdest almış, biz onu uyguluyoruz.”

Burada sorun şudur. Peygamber semavi inanca göre hatasız ve eksiksizdir. Yaratanın rahmeti ondadır. O yaratıcının yeryüzündeki gölgesi ve elçisidir. Dolayısı ile o zaman ya abdesti tazelersin ya da tazelemezsin. Tazelersen bir mezhebe göre namazın kabul olmuyor, tazelemezsen öteki mezhebe göre namaz kabul olmuyor. Sen yorum getiremezsin. Senin imamın ve şeyhinde yorum getiremez. Onlar gereğini yürütmek ile sorumludur. O halde ya yaratıcı mükemmel değil, ya da sen, hocaların ve şeyhlerin sorunlu. Yaratıcı mükemmel olduğuna göre… Yorum yine sizin. Daha bu hususlara örnek çok. Eğer örnek yok diyorsanız o halde hiç Müslüman olamadınız demektir. Müslüman iseniz kuranı anlayarak okumuş ve hadis külliyatı ile desteklemiş olmalısınız. “Yok, ben hocama sorarım!” diyorsanız, Hocanız sizi öteki dünyada (!) kurtarsın da görelim. Ayet bu konuda açık. Anlayarak okumamış iseniz hükmünüz kesin. Önceki yazılarımızı okuyun, pdf kitaplara bakın. Bu hususa defalarca değinildi.

Konumuza geri dönersek insanlar kendi keyfiyetleri, yönetim ihtirasları ve güç için dinleri kendi ihtiyaçları doğrultusunda yoğurup değiştirmişler, adına da mezhep demişlerdir. Bu durumun farkına varıp “Dünyada Peygamber dönemindeki İslamiyet yaşanmıyor. İslamiyet te mezhep olmaz, olamaz. Peygamber bunu yasaklamıştır. Din de Allah gibi birdir ve tektir!” diyen Konca KURİŞ, insanları uyandıracağı (!) endişesi ile canavarca katledilmiştir.

Bu bahsettiğimiz hususa da reddiye geliştirebilirsiniz ki amacım sizi değiştirerek “inanma inanma din diye bir şey yok” demek değildir. İster inanırsınız ister inanmazsınız. Bu sizin bileceğiniz ve özgür iradeniz ile seçebileceğiniz bir olgudur. Sadece doğru araştırın.

Bu noktaya kadar iki ayrı başlıkta Dinlerin Evrimini bir nebze olsun incelemeye çalıştık. Dinlerin Evrimi şüphesiz gerçektir. Okundukları zaman tüm semavi din kitaplarının söylevlerinin hemen hemen benzer olduğunu rahatlıkla görebilirsiniz. Bunu için okuma-yazma bilmeniz ve objektif olmanız kâfidir.

Başka bir husus burada karşımıza adeta dikilir. Dinler kesinlikle “Evrimleşiyor”. Değişiyor ve gelişiyor. Kendilerini ortadan kaldırmaktan ziyade kendi iç fraksiyon ve dinamiklerini geliştirerek evriliyorlar. Örneğin Pensylvania’ nın ağlak imamı, peşinde koşan primatlar ve müritleri. Bu primatlar ve müritler, o ağlak imamı “Kurtarıcı Mehdi” ilan ederler ki mehdi inancı Kuran açısından değerlendirildiğinde tümden bid’at’ tır. Muhammed ve 4 halife döneminde “asla” mehdi/mesih inancı olmamıştır. Hristiyanlıktan geçmedir.

Konumuzdan biraz farklı olmakla beraber, Dinlerin Evrimi ile bağlantılı farklı bir konuya da değinelim.

Yazının başında bahsettiğimiz gibi her kitap, kendisinin sabit ve değiştirilemez olduğunu ısrarla belirtir; kendisinin yaratıcı kelamı olduğunu, “şüphesiz” doğru bir elçi sözü olduğunu söyler. Bu elçiler hep kendi kavimlerine ve bölgelerine gelmiştir. Musa ve İsa İsrail oğullarına ve Muhammed Arap oğullarına.

“Biz sana Arapça bir Kur’an vahiy ettik ki, sen anakent olan Mekke ile bütün etrafını uyarıp irşat edesin.”(Şura 7)

Demek ki amaç, Mekke ve çevresini uyarmak. Sorun Mekke ve çevresinde. Diğer yerlerde Allah’ın kelamı önceki dinler ile sabitenmiş. Ancak durum böyle olursa İslamiyet nasıl yayılacak?

Taberi bu ayeti açıklarken “bütün etraf” tan kastın dünya olduğunu belirtir. Yoksa Kuran sadece Mekke ve çevresinden ibaret olacak. Sistem çökecek. Diğer dinlerin tamamlayıcısı olması için bu dinin tüm coğrafya ya gelmesi gerekiyor. Ne yapıyor Taberi? “Etraftan kasıt dünyadır” diyor. İlginç olan şudur ki, Allah tüm dünya diyemiyordu da, aklı ermiyordu da, Taberi Allah kelamını düzeltiyor. İslami Terminolojiye göre kendini Allah’ın yerine koyuyor. Burada İslami açıdan şüphesiz şirk vardır.

Bu sözlere reddiye olarak şunu söyleyebilir ve kanıt olarak sunabilirsiniz ki:

“Resulüm! Biz seni bütün insanlara/insanlığa rahmetimizin müjdecisi, azabımızın uyarıcısı olarak gönderdik; lakin insanların ekserisi bunu bilmezler.” Sebe Suresi 28. ayet

Ya da

“Biz seni âlemlere rahmet olarak gönderdik.”(Enbiya, 21/107). Yalnız ALEM kelimesi coğrafi yerleri tanımlamaz. ALEM “kimse” demektir.

İnsanlar Kuranı kendi dilleri ile okumuyorlar ki? Nereden bilecekler kime gönderildiğini? Ayrıca her kitap kendini insanlara geldiğini söylüyor? Ayetler bile bu noktada çelişki taşıyabiliyor.

İnanlar için ayetler arasında hükmü kalkan olmaz. Her ayet geçerlidir. Allah tüm ayetleri bir düzen ve mükemmellik üzerine kurmuş ise yukarıda belirttiğimiz Şura 2 ile Sebe 28’i bir karşılaştırın. Birbirlerinden farklı şeyler söylüyorlar. (Site Başyazarı ve Admini Dostum A.KARA’ nın “Neden Deist oldum 2” adlı yazısında, ayrıca İlhan ARSEL kitaplarında bu çelişkiler bolca örneklendiriliyor. O yüzden daha fazla örnek görmek isteyenler bu makale ve kitaplara göz atsınlar)

Şöyle bir durum bizi bekler ki, aslında tüm kitaplar insanlığa gönderilmiştir. Ancak Irkçı ve faşist yaklaşımlarından dolayı İsrailliler Yahudiliği ırk/din haline getirmişlerdir. Örneğin Yahudi baba Hristiyan anneden olan bir çocuk Yahudi olamaz. Ancak Yahudi anne ve Müslüman babadan doğan çocuk Yahudi kabul edilebilmektedir. Anne din ve ırk aktarıcısı durumundadır.

Hristiyanlıkta ise Yahudiliğe göre daha hümanist bir bakış açısı vardır. Bu kapsamda misyonerlik faaliyetlerine girişilmiş ve dünyanın geri toplumlarında seri bir Hristiyanlaştırma politikası gütmüşlerdir.

Kısacası her din, bu “Din Evrimi” hususunu kabul eder, ancak kendisinin kesin ve doğru olduğunu söyler. Bu nedenle yayılmacı bir politika güderler. Yani her din, kendisinin “İnsanlığın koşulsuz şartsız en son kurtarıcı dini” olduğunu iddia eder. Ancak dinler zaman ilerledikçe çağına uymadığından iç fraksiyonlara bölünmeye mahkûm olur. Demek ki “Yaratılanlar”, “Yaratandan” daha bilge ve kudretli ki onun hatalarını düzeltiyorlar. İnançlarını çağa uyduruyorlar. Yaratıcı kusursuz ve kudret sahibi olduğuna göre birileri ortada bariz bir biçimde yalan söyledi ve birileri yalan söylemeye devam ediyor.

Sonuç olarak ister inançlı olun ister inançsız. Dinler Evrilmiştir, Evrilmeyede devam ediyordur. İnanlara göre, Yaratıcı tek kitap ve tek peygamber ile (tüm dinler önceki peygamberleri kabul eder ancak son ve en geçerli peygamberi kendi peygamberi görür) insanlığı (!) uyarmıştır. O halde bu ayrılıkların sebebi nedir?... Bu ayrılıklardan kimlerin ne çıkarları olabilir? Din ile insanlar kandırılabilir mi? İnsanlar Din ile kandırılıyor ise bu kandırmanın amacı nedir? Cevaplar sizde saklı.
Aklımda Deli Sorular:
  • Muhammed ve 4 halife kandil gecelerini kutladı mı?
  • Muhammed ve 4 halife döneminde mevlit okundu mu? Tatlı dağıtıldı mı?
  • Muhammed ve 4 halife döneminde 3 aylar kutsal mıydı?
  • Muhammed ve 4 halife teravih namazı kıldı mı?
  • Muhammed ve 4 halife hadisleri yazdırdı mı?
  • Muhammed ve 4 halife döneminde minare var mıydı?
  • Muhammed ve 4 halife döneminde türbeler ziyaret edilir miydi?
  • Muhammed ve 4 halife döneminde mezarlık ziyaretleri var mıydı?
  • Muhammed ve 4 halife döneminde saltanat var mıydı?
  • Muhammed ve 4 halife döneminde kefaret orucu var mıydı?
  • Muhammed ve 4 halife döneminde tespih çekiliyor muydu?
  • Muhammed ve 4 halife döneminde mezar taşı üzerine ayet, dua, şiir vb. yazılıyor muydu?
  • Muhammed ve 4 halife döneminde ölülerin ardından 7’ si 40’ ı 52’ si yapılıyor muydu?
  • Muhammed ve 4 halife döneminde yatırlara mum yakılıp dua edilir miydi?
  • Muhammed ve 4 halife döneminde ücrete kuran okunur muydu?
  • Muhammed ve 4 halife döneminde kuran nağme ve musiki ile mi okunurdu?
  • Muhammed ve 4 halife döneminde bir yerlere cevşen asılır mıydı?
  • Muhammed ve 4 halife döneminde cenaze bildirimi için sala okunuyor muydu?
  • Muhammed ve 4 halife döneminde bugün kılınan namaz mı kılınıyordu?
  • Muhammed ve 4 halife döneminde kurban kanı alına sürülür müydü?
  • Muhammed ve 4 halife döneminde recm var mıydı?
  • Muhammed ve 4 halife döneminde “Azrail” adlı bir meleğin adı geçiyor muydu?
  • Muhammed ve 4 halife döneminde muska takılır mıydı?
  • Muhammed ve 4 halife döneminde namaz 3 vakit mi? Yoksa 5 vakit miydi?
  • Muhammed ve 4 halife döneminde takke takılır mıydı?
  • Muhammed ve 4 halife döneminde kadının erkeğin kaburga kemiğinden yaratıldığı söylenir miydi?
  • Muhammed ve 4 halife döneminde kabir azabından bahsedilir miydi?
  • Muhammed ve 4 halife döneminde İsa’nın tekrar yeryüzüne geleceği inancı var mıydı?
  • Muhammed ve 4 halife döneminde mehdi kavramı var mıydı?
  • Muhammed döneminde, Kuran kitap halini almış mıydı?
  • Ebubekir hiç kitap formatından Kuran okumuş muydu?
  • Hiçbir kutsal kitap peygamberinin özel hayatına karışır mı? Karışsa bile bunda “âlemleri” ilgilendirecek nasıl bir bilgi olabilir ki?
  • Ana dili Arapça olan araplar bu dini “Şüphesiz apaçık arapça” olarak indirilen Kuranı okuyarak ve anlayarak yaşıyor ise bizim din yaşantımız neden farklı?
  • Dinlerini okuyarak ve anlayarak yaşayan araplar mı daha doğru dinlerini yaşıyor, yoksa dini okumadan ve anlamadan okuyan bizler mi daha doğru yaşıyoruz?
  • Eğer dini biz doğru yaşıyorsak, araplar neden Kuranı okuyup anladıkları halde farklı yaşıyorlar? Bir insan veya topluluk bilerek ve isteyerek KÂFİR olur mu?
Sağlıcakla kalın.
Yazan: Demon Product