HABERLER
Dini Haber
din etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
din etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 YIL TANRI VE ATEİZM | 13

Yazan: Zübeyde Savaş
15 yıl tanrı ve ateizm 13, din, Farklı tanrılar, Gerçek hayat hikayesi, Küçük çocuklara tanrı masalları, Tanrılar nasıl oluştu?, Zübeyde SAVAŞ,

15 YIL TANRI VE ATEİZM | 13

Arda, üzgündür:
- Çektiklerin için çok üzgünüm, üzgünüm demek de yeterli olmaz tabi, on beş yıl, bu süreyi iki kelimeyle geçiştirilmez, bilemiyorum bizleri tanrı dünya'ya imtahan etmek için gönderdi.
Barış:
- Nasıl ?
Arda:
- Bunu bilemem, eminim ki tanrının bir bildiği vardır, tanrı ilk insan olan Adem ve Hava’dan yarattı cennette yasak meyveyi yedikleri için dünya'ya gönderdi onlardan insanlar çoğaldı, şeytan da insanları tanrıya karşı
Barış, sözünü keserek:
- Bir sorum var, tanrı inancı olmayan biri  zor durumda olan insana yardım ettiğinde bunu şeytan mı yaptırır ?
Arda:
- Bence tanrı yaptırır.
Barış:
- Nasıl olur, tanrı, inancı olmayan insana yardım eder mi ?
Arda:
- Tanrı her insanın kalbini iyi bilir.
Barış:
- Çok güzel, insanın çektiği acıların sorumlusu tanrı o zaman doğru mu?
Arda:
- Evet, tanrı insanları farklı işler yapmasını ister, bu nedenle her insan farklı hayat sürer.
Ramadan ve Abdül artık dayanamazlar ikisi de aynı anda:
- Benim yaşadıklarımıda dinle o zaman.
Arda şaşırır, Abdül, Ramadanın anlatmasını ister ilk önce, Ramadan acı dolu hayatını anlatır.
Ramadan:
- Benim istediğim insanların aynı durumda olması kesinlikle değil tabi, herkes'in farklı işlerle uğraşması heyecan dolu yaşanmasını sağlar, dünyanın yarısından fazlası bir tanrıya inanır, inandığı din hangi din olursa olsun, bu inandıkları tanrı yardımlaşma üzerine kurulmuştur, yardımlaşma kimin elinde? Tanrı adaleti nerde? Ben hastama ilaç alamazken zengin şarap markasını seçmekte zorlanrsa ben tanrı adaletini sorarım. Nerdeyse bir çok bilim kitapları okudum, araştırdım özel dersler aldım neden biliyormusun evlenip çocuklarım olduğunda bilgili olmak için.
Ramadan yüzünü yıkar, elinde içki şişesiyle gelir:
- Bu canları tanrı aldı doğru mu ?
Arda, üzgündür:
- Evet, bunların da bir açıklaması vardır tanrı katında.
Ramadan:
- Dedem ailesi için kendini ölümün içine attı, savaşan iki aynı dine sahip ülkeydi, bunu da tanrı mı istedi ? İnsanların ölmesini, ölenler aynı inanç içinde bulunan aynı ibadeti yapanlar değil miydi ? Bu nasıl olur, dünya üzerinde aynı dine sahip bir çok devlet de savaştı, tanrı bu savaşların neresinde?
Arda:
- Bu liderleri kandıran şeytanın eseri olmalı. Tanrının yüceliği sonsuzdur insanlar için de ne düşündüğünü bilmek mümkün değildir.
Ramadan:
- Hayır, hayır söylemek istediğim tanrıya inanan insanların nasıl olur da birbirlerini öldürmesine müsaade eder ? Şeytan yer yüzünde daha mı güçlü o zaman.
Arda:
- Şeytanın kurduğu tuzağın içine düşen insanlardır.
Ramadan:
- Kim tuzağın içine düşen, inanan masumlar mı, çaresiz olanlar mı, neden savaşı başlatanlar yok savaşta o zaman, şeytan da onları tanrı gibi seviyor olmalı.
Arda düşünür:
- Bilemiyorum.
Ramadan:
- Tarihe baktığımızda kaç tane kral, ülke lideri savaşta öldü yüzü geçmez belki, sadece çok daha geçmişe bakarsak kabileleri ve küçük, büyük topluluklarıda saysak belki, topluluk lideri, kabile reisi, kral ve ülke lideri, peki ölen insan sayısı ne kadardır savaşlarda bu sayıyı kim hesaplayabilir.
Arda gururla tanrıyı savunur:
- Şeytanın insan üzerinde gücü vardır, insanoğlu şeytanın tuzağına kolayca düşebilir, insan zevkleri ve para şeytanın kolayca kullandığı araçlardır.
Ramadan:
- Bu oyun oynanırken açlığı çeken ailem ve ben dökülen göz yaşı, kazanan kaybeden var mı? Kim güçlü oyunu mu bu oyunu yazan kim?  Bu oyuncular neden aç yaşayan ve fakir insanlardan oluşuyor? Neden zengin de yok içlerinde, yoksa zenginler seyircimi bu oyun içinde. Ben babamın cenaze masrafı için köyün zenginine on gün çalıştım, bu da yetmezmiş gibi cenazeden bir gün sonra işe çağırıldık.
Arda:
- Bilmiyorum, zenginleri eleştirmek niye ?
Abdül:
- Tanrı ve tanrı adaletini bulmak için insanların nasıl yaşadıklarını incelemelisin. Dünya da bin kişiden birisi lüks hayat sürerse geri kalan yoksulluk çekerse ben tanrı adaletini sorgularım bu benim en doğal hakkım.
Ramadan:
- Zenginleri kesinlikle eleştirmek değil, tanrı adaletini bulmak, baba oğlunun aç açık kalmasını ister mi ?
Arda:
- İşte burda haklısın dünya'yı bir sınav olarak düşünmen gerekir.
Ramadan:
- Tamam bu şekilde düşünelim, insanlar açlıktan ölürken, onurunu kaybederken, çocuklarına gelecekle ilgili ümidi olmazken, tanrıyı nasıl olur da bir imtihan olarak düşünebiliriz.
Arda:
- Tanrı cennet vadeder.
Ramadan:
- Ya bu dünyada eziyet çekenler, toplumdan itilenler, parçalanan hayatlar öldüğünde mi mutlu olacaklar, eziyet edenler mutlu yaşam sürerken.
Arda:
- Bilmiyorum eziyet edenler şeytana uyanlardır.
Ramadan tevessüm eder:
- Aklıma bir fıkra geldi sizlerede anlatayım, adamın biri sokakta olur olmaz kötü şakalar yaparmış insanlar şikayet eder, mahkemeye hakim karşısına çıkar ve hakim neden yaptın bunu dermiş, adam  şeytana uydum hakim bey beni kandırdı. Hakim adamı serbes bırakırmış, bu olay beş altı kez tekrarlanır, hakim tekrar sertçe sorar neden yaptın gene, adam tam konuşurken şeytan çıka gelir, şeytan hakime ve adama bakar; hakim bey ben bu adamı tanımam bile her yaptığını benim üstüme atmasın bu insanoğlundan benim çektiğim ne, şikayetçiyim hakim bey der.
Gülerler, sohbet gittikçe daha da güzel bir ortamda devam eder.
Ramadan:
- İşte benim anladığım şeytan sadece insanların kötülüklerinin arkasına sığındığı ve tanrı ismine leke gelmemesi için yaratılan bir şeydir, bir de şu şekilde düşünelim isterseniz şeytan hiçbir ilahi kitapta yer almasın şeytana bağlanan herşey tanrı adında olsaydı sizce tanrı ne kadar inandırıcı olurdu.
Arda:
- Bunu hiç düşünmemiştim, şeytan olmasaydı tahminim ilk insanları da tanrı dünyaya göndermez, insanoğlu cennette kalırdı, şeytanda tanrının melekleri arasında yer alırdı.
Ramadan:
- Duymak istediklerim bunlar değildi, hayatında yoksulluk  çektin mi? İnsanlar yemek yerken sende hayal edip karnın doydu mu?
Arda:
- Ben bunları hiç yaşamadım, ailem varlıklı ve durumları iyiydi, tanrının da yoksulluk yaşatmaması için dua ederim.
Ramadan:
- Bunları yaşamadığın için bilemezsin anlayamazsın, hiçbir zaman da yaşamanı istemem, zaman içinde ailen ve sen kaç yoksulun elinden tutup ona da bir hayat yaşamasını sağladınız.
Arda, üzülerek.
- İbadet yerlerine yardım ettik sadece. Bunun için üzgünüm.
Ramadan:
- Yardım isteyene yardım edilmediğinden tanrı yardım etmeli, şeytan kandırdıysa din kardeşlerini tanrı üstünlüğünü, gücünü yaratıcı olarak adalet sağlamak için o aç kalan insana yardım elini uzatıp onu kurtarmalı, tanrı yardım etmezse ne olur peki, şu şekilde yaşanır, yaylada bir koyunu kurt sürüsüne bırakmış gibi yaşanır hayatı. Kurtlar öyle bir saldırır ki öldürmeden canlı canlı yerler, ölümse o aç olan insana kalır. Tanrının olmadığını anlamak bu kadar zor değil, din kardeşleri neden yardım etmez peki, çünkü ederlerse başkaları da yardım ister diye, işte tanrı anlamı.
İçerde buz gibi hava olur, kimse söyleyecek bir söz, cümle bulamaz içlerinde canlanmıştır o günlerin acısı.
Ramadan:
- Barış bir çok insana yardım etmiştir ve neredeyse bir çok kişi tanrı dostu diye anlatır diyardan diyara en çok bilinen iki yaşlı insana yaptığı yardımdır.
Abdülün  gözleri yaşla dolar, üzüntüsü ve kederi insanın içini parçalar, kalbinde olan hançerin kurcalanması gibidir, Ramadan yaşlı insanların oğlu olduğunu söylemez incilmemesi için.
Arda:
- Bende duydum, Barışla tanışmak gurur verici.
Ramadan:
- Abdülle bir hafta önce köyüme gittik, gece geri dönerken Abdül üç ev aşşağıda sesler ağlamalar geldiğini söyledi, biz de çok yavaşca eve doğru yaklaştık  evde bir bayan çocukları için eşinden bir şeyler istiyor eşi de bende almak istiyorum param yok borcumuz var iki gün sonra adam borcunu istediğinde ne derim diye ağlıyor tanrıya dua ediyordu, yarın sabahtan evinde tek kalan evin süt ve yağ ihtiyacını karşıldığı ineğini şehire satmaya götürmek zorunda olduğundan bahsediyor ve ineğin parasını verdikten sonra da az bir borcu kalacağını ve o kişiye yalvararak biraz daha süre vermesini isteyeceğini söylüyordu ağlamaktan da konuşması devamlı yarıda kesilirdi, hangi akrabasına hangi komşusuna gittiyse yardım etmediklerinden bahsediyor, kimsesiz kaldıklarını anlatıyordu eşine, ben onurumla yaşamak istiyorum diye ağlıyordu. Uzunca bir süre dinledikten sonra eve geri geldik saatlerce Abdül’le bir birimize bakarak ağladık, bu aile zar zor geçinir yaşarlardı tanıyorum, dilinden dua eksik olmayan çok dindar bir kişiydi, neden borçlandığını bilmiyoruz. O gece bu insanlara yardım etmeye karar verdik, sabah güneş doğana kadar uyumadan adamın evden çıkmasını bekledik, güneş doğmadan adam evden ineğiyle birlikte çıktı, uzaktan takip ederek şehre gittik kasaba giderek ineğini sattı ve gitti, beni herkes tanıdığı için Abdül’ü gönderdim kasaba, Abdül ineği kaça aldığını sormuş. Abdül kasaba adamın durumunu ve ineği neden sattığını anlatmış, aldığı aynı paraya ineği kendine vermesini istemiş, kasap adamı tanıdığını durumunu bildiğini daha önce de bir çok hayvan getirip sattığını söylemiş, bu sözleri duyduğunda Abdül çok sevinmiş, sonra kasap kesinlikle olmaz demiş zaten üç kuruşa aldım adamdan  ben ticaret yapıyorum banane onun borcundan beni hayır kurumumu zannettin demiş, aldığı paranın iki katını istemiş. Abdül benim yanıma gelerek olanları anlattı ne yapalım dedi,  kasaba bir kez daha rica etmesini söyledim, kasap adamın durumunu anlatma ben kazancağım paraya bakarım demiş. Abdül ineği kasabın dediği fiyata aldı, köye giderken üzgülerek bir birimize bakardık, Abdül bu insanlarda nasıl bir duygu var diyordu ben de gülüyordum. Köye uzak bir mesafe de durduk gece olması için, karnımızda çok açıkmıştı fakat yiyecek alacakda bir yer yoktu, gece yarısına kadar insanları konuştuk, bazen de güler gene aç kaldık diye fakat bu seferki aç kalmamızın tatlı bir yanı olduğu için mutlu olur açlığımızı unuturduk. Gece yarısını geçerken adamın evinin kapısına ineği sessizce bağladık, bir poşedin içine kasaba inek için ödediğimiz paranın iki katını koyduk taşla birlikte sıkı sıkı bantladık Abdül evin camından içeri poşedi attı cam buz gibi dağıldı, biz hızlıca benim eve gittik, önce korku sesleri duyduk sonra bu sesler mutluluğa dönüştüğünü duyduğumuzda bizim de içimiz huzur dolmuştu amacımıza ulaşmıştık, evden sabah olurken anca çıktık o insanlar sevinçten yeni uyumuşlardı, biz insan olarak yapmamız gerekeni yaptığımız için mutlu ve sevinçliydik, iki gün sonra köye gittiğimizde neler anlatıyorlardı bir bilseniz tanrının büyüklüğü, merhameti, tanrı adaleti, zor durumda olanın koruyucusu neler neler biz gülüp geçtik. Para gerçekliği tanrının da nasıl ne amaçla kullandıklarını anlamakta zor değildi.
Arda:
- Neden sizin yaptığınızı anlatmadınız.
Ramadan:
- Bunu istemiyoruz, insan olduğunu bilen kişi bunu yapmaz, gülerek baktığımsa tanrının yüceltilmesi hemen yaşanır neden acaba? Bizim yaptıklarımızla tanrının beslenmesi sağlanıyordu bunu bir amaç için kullanıyorlardı, bizler bu yardımı yaptığımız bilinirse insanlar öldüğümüzde dahi mezarlarımıza gelerek yardım isterler ümitleri kaybolduğundan ve bizim mezarlarımıza ümit bağlarlar, tanrı ümidi verenler bu insanlara neden yardım etmiyorlar ? Bizler bu insanların gerçeği görmesini istiyoruz.
Arda:
- Bilmiyorum, buna vereceğim bir cevabım yok.
Ramadan:
- Bizim yaptıklarımızın nasıl olduğunu araştırmadılar, bence araştırılmamasının sebebi kendilerine fayda sağladığından, gerçeği ise onlara fayda yerine zarar getireceğini bildiklerinden.
Arda:
- Bilemiyorum.
Ramadan:
- Her dinin önde gelenleri bilim adamlarına dini araştırın der mi ?
Arda:
- Zannetmiyorum.

Diğer sayfalar:
◄ [12] , [14] ►

HRİSTİYANLARIN ZULMÜ "CADILIK" | 2

Yazan: A.Kara
Birincisini sizinle paylaştığım "Hristiyanların Zulmü | Cadılık" yazısının ikinci ve sonuncusuyla konuya burada devam edip noktalayacağım. Bu yazının ilk bölümünü okumak için "tıklayabilirsiniz".

Anti-Semitik bir toplumda "hayali cadıların" Yahudi terminolojisine adapte edilmesi doğaldı. 12. yüzyılda onların toplanma yerleri Sinagog olarak anılmıştır. Daha sonra Sabbats olarak adlandırılacaklar ve böylece Yahudi kutsal günü ile şeytanın kutsal günü aynı sayılacaktı. Yine feodal bir toplumda şeytan'ın feodal uygulamaları benimsemesi doğaldır ve şüphesiz şeytan yalnızca taraftarları tarafından yazılı bir sözleşme yapmakla kalmayıp aynı zamanda yeni bir feodal efendiden, herhangi bir köle gibi, ona saygı duymalarını şart koşuyordu.

Vaftizden önce ölmüş olan bebekler cehenneme mahkum edildiğinden, yeni doğan bebeklerin ölümlerinden şeytana pay çıkarılıyordu. Ölü bebek doğurtan ebeler bu nedenle şüpheliydiler. Malleus Maleficarum'un" da verilen kanıtlara göre "Katolik inancını ebelerden daha fazla kimse rahatsız edemez" deniyordu. Asla bebeğini kaybetmemiş nadir bir ebe vardı ve bedelini şeytanla ilişkilendirilerek ölümle ödeyen ebeler de olmuştu. Köln'deki ebeler 1627-1630 yılları arasında neredeyse tamamen yok edildiler.

[The Nightmare, Henry Fuseli'nin 1781-1925 yıllarındaki bir yağlıboya tablosu.
Teologlara göre, iblisler uyuyan erkekleri baştan çıkarmak ve spermlerini almak için kadın formunu, uyuyan kadınları baştan çıkarmak için ise erkek formunu benimseyecekler ve kadınları kötü huylu meni ile dölleyeceklerdi. Kadın formundaki şeytana "succubus" erkek formundakine ise "incubus" deniyordu. De Civitate Dei'deki Aziz Augustine ("Tanrı'nın Şehri"), cadılıkla suçlananların inkar etmeleri için çok fazla saldırı ve baskı olduğunu doğruladı. Aziz Thomas Aquinas'da Inquisitors'ın el kitabı Malleus Maleficarum'un yaptığı gibi onların varlığını doğruladı.
Bu iblisler de, uyuyan kurbanlarının göğsünde oturup, kabuslara neden oldular.]
A, Cadı katliamları, din, Hristiyanların cadı avı, hristiyanlık, Hristiyanların kanlı tarihi, Hristiyanlık ve cadılık, Hristiyanların cadı zulmü 2, Hristiyan tarihi, Hristiyanların katliamları,

Kilisenin Şeytanın hizmetkârlarına olan inancında sınır yoktu. 1550'de bir kadın, Basel'de "canlı bir kadın gnome (mitolojik bir cüce-yaratık)" bulundurduğu için cadı olarak yakılmak üzere cezalandırıldı. 1583'te Viyana'da 16 yaşındaki bir kız mide krampları geçirdi. Sekiz hafta süren bir Cizvitler ekibi, vücudundan 12.652 şeytan çıkarmayı başardı. Anneannesinin bu iblisleri, sinek kılığında cam kavanozlarda tuttuğunu keşfettiler. Büyükanne işkence altında itiraf etti. Evet, o bir cadıydı ve şeytanla seks yapmış olmalıydı. Büyükanneyi suç altına iterken, Cizvitler iyi niyetle yapılmış bir diğer tanrısal iş için kendilerini tebrik etmiş olmalılar. 1586'da Trèves Başpiskoposu kışları uzatan büyü yaptıkları sebebiyle 118 kadın ve iki erkeği diri diri yaktı. 90 yaşındaki kadınlar, 6 yaşındaki genç kızlar, hepsi şeytanın ajanlarıydı ve hepsi ölüm ve laneti hak ediyordu.

Protestanlar ve Katolikler, Şeytanın hem erkek hem de kadınları baştan çıkartmak için insan biçimini benimsediğine ikna oldular. Luther'in söylediği gibi:

"Şeytan, bizi aldatmak istediğinde, insan biçimini tamamen varsayabilir, kadın gibi görünen gerçek et ve kanla yatabiliriz ve yine de şeytan bir kadın şeklini alabilir. 'Kadınlar da bir erkeğin yanında yattığını düşünebilirler, ancak o yalnızca Şeytandır; ve ... bu birleşmenin sonucunda çoğu zaman karanlık, yarım ölümlü, yarım şeytansı bir imp (mitolojik bir şeytani varlık) dünyaya gelir."

Uzun süren papa intikali cadıların varlığını ve cinsel eğilimlerini doğruladı. Teorik olarak, en azından tövbe etmeyen ve pişman olmamış kafirler yakılmıştı. Ancak 15. yüzyıldan itibaren, bu imtiyaz, cadılık ile suçlanan sanıklar tarafından reddedildi. Çok ağır zararlara rağmen, kiliseciler sık sık iddialarını desteklemek için kanıt üretmeyi gerekli gördüler. Örneğin Laudun (1630) ve Louviers (1647) gibi yapımlarda yer almışlardır. Fransa'da önde gelen bir Hıristiyan filozof Jean Bodin, 6. yüzyılın sonlarında cadıların varlığını doğrulayan etkili bir çalışma yayınladı. Ağırlıklı olarak, büyücünülerin varlığını inkar edenlerin cadıların kendileri olması gerektiği inancına eğildi. Hiçbir ceza sert ve yeterli olamazdı. Onları yavaş yavaş yakmak bile yetersiz bir cezaydı. Yazdıklarıyla cadıları mahkum etmeyen yargıçların kendilerini ölüme mahkum ettiklerini söylüyordu.

A, Cadı katliamları, din, Hristiyanların cadı avı, hristiyanlık, Hristiyanların kanlı tarihi, Hristiyanlık ve cadılık, Hristiyanların cadı zulmü 2, Hristiyan tarihi, Hristiyanların katliamları,

Büyücülük suçlamasıyla insanları öldürenler sadece Katolik Hıristiyanlar değildi. Malleus Maleficarum Protestan yetkililerin yanı sıra Roma Katolikleri tarafından da kullanılıyor ve çok saygı duyuluyordu. Her yargıç ve hakim kurulunun otoritesine dayanan, yasalara uygun ve karşı koyulamaz bir yerdeydi. Protestanlar, Roma Katoliklerini cadı-bulucular olarak ele aldılar. Luther, kendini sapkınlıkla suçluyordu ve başlangıçta kafir yakmaya karşı çıksada yine de kimseye zarar vermemiş olsalar bile cadıların yakılması gerektiğini iddia ediyordu. Kendisinin Wittenburg'da yakılmış sözde 4 cadısı vardı. Calvin ayrıca cadıları öldürmenin keskin bir savunucusuydu, çünkü "Kutsal Kitap bize cadıların olduğunu ve öldürülmesi gerektiğini öğretiyor" diyordu.

Gerçekten de Kalvinizmin diğer bütün Protestan mezheplerini büyücülük yolundaki tutkularından daha üstün kılıyordu ve sözde cadılar, sistematik olarak, Kalvin'ciliğin geliştiği her yerde avlanıyordu. Kalvin'in kendisi de davalarda aktifti. Bizzat büyücülere karşı bilgiler verdi ve 1545'te veba yaymakla suçlanan insanlara karşı eylemler başlatıldı. Bazı erkekler, etlerini kementlerle parçalamaya, kadınlar ise kazıkta yakılmadan önce sağ ellerinin kesilmesine mahkum edildi. Kalvinistler, 1689-93' yılları arasında Püritan mezhebi üyesi Amerikan kolonilerine cadı avı ihraç ederek ünlü Salem olayına zemin hazırladılar.

Ann Hibbins, 19 Haziran 1656'da Boston Massachusetts'de büyücülük suçlamasıyla idam edilmiştir. Daha sonra Nathaniel Hawthorne'in Scarlet Letter adlı romanında kurgu haline getirildi.

Avrupa kıtasında cadıların yakılması 18. yüzyıla kadar devam etti. 1749'da Würzburg'da bir rahibe şüphe uyandırdı. Diğer rahibeler, onun bir domuz şeklini benimsediğini ve manastır duvarlarına tırmandığını gördüklerini anlattılar. Rahibelerin ifadesine göre bu formdayken manastırın en iyi şarabını içmişti. Bir tavşan biçiminde manastırın ineklerinin sütlerini çekerek kuruttuğu ve bir kedi şeklinde manastırın etrafında dolaşarak kız kardeşlerini korkuttuğu söylenir. Bu suçlamalar sonrası merkezdeki pazar alanında canlı canlı yakıldı.

[Giles Cory, Salem Cadısı Duruşmaları sırasında büyücülük suçlamalarına karşı çıktı (bu yüzden yargılanamayacak ve sonuç olarak mülkünü elinde tutamayacaktı). Kendini müdafa ederken öldürülerek mülküne el kondu.
 Massachusetts, Peabody Kristal Gölü üzerinde Giles Cory Marker'ın mezarı.]

Çeşitli nedenlerden ötürü işkence kullanımı belirli alanlarda kısıtlanmıştı ve bu bölgelerde cadı terörü hiçbir zaman işkencenin serbestçe uygulandığı alanların yüksekliğine yaklaşmadı. Örnekler Jura, İspanya ve İngiltere'dir. Jura'da yetkililer, işkencenin kullanımını kısıtladılar, çocukların suçlamalarını pek dikkate almadılar ve suçlamaların alenen yapılması gerektiği şartını yürülüğe soktular. İspanya'da Engizisyon, kafir ve mürtedlere yoğunlaşmış ve cadı avcılığını cesaretlendirmiştir. İngiltere'de, büyücülük, dini bir topluluktan ziyade bir sivil suç olarak görülüyordu. Bu nedenle, hüküm giymiş olan cadılar, kıtada ve İskoçya'da olduğu gibi yakılmak yerine asıldılar. Bu nedenle de, İngiltere'de Kilise'nin sınırsız güç kullandığı Avrupa kıtasından çok daha az insan hayatını kaybetti. Alman piskoposları, Von Spee'in açıklanmasından sonra işkenceyi bu kadar liberal bir şekilde uygulamaya son verdiğinde, cadılıklar suçlamalarının oranı mucizevi bir şekilde düştü ve sona erdi.

A, Cadı katliamları, Cadı suçlamasıyla insanların yakılması, din, Hristiyanların cadı suçlaması, hristiyanlık, Hristiyanlık dinine geçmeyenlere katliam, Hristiyanlık ve cadılık, Hristiyanların cadı zulmü 2,Hristiyan tarihi,Hristiyanların katliamları

İngiltere'de bile kovuşturmalar tek taraflıydı. Avrupa kıtasında olduğu gibi, sanıklara Şeytan ile eşlik edip etmedikleri değil şeytana nasıl eşlik ettikleri gibi sorular sormuşlardı. Tek umut, laik hakimin, suçlayıcıları hileli gibi gösterebilen, eğitimli bir rasyonalist olmasıydı. Cadılar için yapılan standart test eski sıkıntıyı suya indirgiyordu ve bu şu an "yüzmek" olarak adlandırdığımız şeydi. Bu uygulama İskoçyalı VI James tarafından 1597'de yayınlanan büyücülük konulu Demonologie adlı kitapta savunuluyordu. Vaftiz aracı olan suyun vaftizden vazgeçmiş olanları reddetmesi teoriydi yani onların tanrıyı reddettiği gibi su da onları reddedecekti. Yüzme terimi biraz yanıltıcı olabilir, çünkü o zamanlar neredeyse hiçkimse yüzme bilmiyordu ve her durumda kurbanların sağ başparmakları sol ayaklarına, sol başparmaklarını da sağ ayağa bağladılar. Sonra suya attılar. Yüzdükleri takdirde, Tanrı adına su tarafından reddedildiklerine ve bunun suçlu olduklarının kanıtı olduğuna inanıyorlardı. Eğer batarlarsa bu masum oldukları anlamına geliyordu ancak masumiyetleri çoğu kez boğuluncaya kadar anlaşılmazdı. Başka bir yöntem ise sanıkları devasa bir incil ağırlığına karşı tartmaktı. Ağır basan insanlar masum, hafif kalanlar ise suçlu bulunuyordu.

VI James'in 1604'te İngiliz tahtına gelmesinden kısa bir süre sonra (İngiltere James I), mevcut İngiliz Cadılık Yasası gözden geçirilmiştir. On iki piskopos, Tasarı'nın Lordlar Kamarası'ndaki ikinci okumasında atıfta bulunduğu Komite'de oturdu. Aynı yıl, piskoposların yardımlarıyla, eski İngiliz yasası değiştirilerek, şeytanla anlaşma ve şeytan ibadeti gibi yeni kıtasal temalar getirildi ve yeni yasa oluşturuldu.

Daha önceki Elizabeth yönetmeliği uyarınca bir cadı ölüm cezasına çarptırılmakla suçlanıyor olmalıydı, şimdi ise bir küçük şeytan (imp) ile birlikte yaşamakla suçlanan herkes ölüm cezasına çarptırılmıştı. İmp'ler genellikle sıradan hayvanların biçimi aldılar. Birinin cadı olduğunu tespit etmenin yaygın bir yolu, o kişiyi odadan çıkarmaktı. Odada bulunan herhangi bir hayvan, evcil hayvan olan kediler ve hatta sineğe kadar her hayvan onları suçlu bulmaya yetiyordu. Oda da bulunan sinek gibi hayvanların cadıları tanıdıkları için onlardan kan emmeye geldiği söylenirdi, yani cadı bir nevii sinek kılığına girmiş şeytanı kanıyla besliyordu. Daha önceki zamanlarda, insanlar bir karşı büyü ile (örneğin şüpheli cadıyı kazımak ve kanıyla çizmek) bu büyüyü kırmayı başarmışlardı. Sonrasında ise kilise, bu tür tekniklerin şeytani büyüye de bağlı oldukları gerekçesiyle bunları onaylanmadı. Yani artık bir cadı büyüsünü bozmanın tek kabul edilebilir yolu onu öldürmekti. Yüzüne bir çizik almak yerine, artık asılmak için boyun etrafında bir ilmik alıyorlardı.


1604 kanunun altında 70.000 kadar insanın ölümüne neden olundğunu tahmin ediliyor. James'in saltanatında yayınlanan İncil'in yeni çevirisi olan "Yetkili Versiyon" (Kral James İncil'i olarak da bilinir), cadıyı daha önceki versiyonlardan daha sık kullandı ve onları öldürmek için Kutsal Kitap'a yetki verdi. 1612'de, James'in İncil'inin yeni versiyonunun yayınlanmasından bir yıl sonra, Lancashire'daki Pendle'de sekiz kişi cadı suçlamasıyla asıldı. Onların gerçek suçları ise fakir olmak ve pek tanınmamaktı. Bunların içinde zeka geriliği olan bir genç ve 80 yaşında bir kadın da vardı.

Çoğu sıradan insan büyü gerçeğinden şüphe ediyordu, ancak Kilisenin ve kontrol ettiği öğrenilen meslek grupları bunun bir gerçek olduğunu kabul ettiler. Robert Burton'un 1621'de kaydettiği gibi: "Pek çoğu cadıyı inkar eder, ya da eğer varsa, zarar veremezler, fakat muhalif olarak avukatları, ruhbanları, doktor ve filozoflar vardır".

Kral James, büyü gerçeğinden şüphelenmeye başladı. 1616'da 13 yaşındaki bir çocuğun kanıtı üzerine 9 kadın Leicestershire Yaz Oturumları tarafından büyücülükten suçlu bulundu. Bütün kadınlar idam edildi. Daha sonra kralın kendisi çocuğu inceledi ve kanıtlarının geçersiz olduğu sonucuna vardı. Dokuz kadını öldürmek için herhangi bir neden yoktu. Birkaç yıl sonra başka bir dava olan William Perry, Kral James'in şüpheciliğini arttırdı. 26 Temmuz 1621'de Staffordshire Assizes'de bir çocuk büyücülük suçlamaları yaptığını itiraf etti. Büyüleyici semptomları simüle etmek için bir Roma Katolik rahibesi tarafından eğitilmişti. Bu ayrı bir olay değildi; Kıtada olduğu gibi, bir grup Katolik rahibin, çocukların egzotik güçlerini sergilemesi ya da düşmanlarını suçlayacakları kanıtlar sunması ve bu türden belirtileri yapması için onları eğitmiş olduğu keşfedilmişti.

Kral James artık dedektife dönüşmüştü. Cadılık kurbanlarını test etmek için rasyonalist deneyler geliştirdi. Elde edilen kanıtlar ışığında, James şeytanların ve cadıların işlerini yalanlara ve sanrılara atfediyordu ve saltanatının ikinci bölümünde cadı avı reddedildi. Şimdi 2 aşırıcılık yanlısı grup var olacaktı: Bir kanattaki Püritenler, diğer tarafta Katolikler.

Püritenler yakın zamanda Cromwell'in Milletler Topluluğu altında iktidardaydılar ve cadı avı bir kez daha başlamıştı. İngiltere'de işkence yasadışıydı ancak bunun tamamen fiziksel olduğu düşünülüyordu. Cadı bulucular, fiziksel işkencelerin yanı sıra uyku yoksunluğunun da işe yaradığını keşfettiler. Yardımcı ekipler, sanığı birkaç gün ve gece boyunca sürekli olarak uyanık tuttular ve böylece kıtadaki işkenceciler kadar elverişli, detaylı, ve suçlamayı kabul ettiren bir yöntemleri oldu. Bu, İngiltere'nin cadı bulucu Generali olarak bilinen Matthew Hopkins gibi diğer kalvinistlerin de favori bir tekniği olmuştu ve sayısız gizemli ölümün sebebiydi. Diğer teknikler başarısız olduğunda, Hopkins gibi cadı avcıları, gerekli gördükleri kanıtları elde etmek için sahtekarlık yapmaya hazırlandılar. Örneğin, iğne ile geliştirdikleri bir işkence yöntemi sayesinde mahkumu izleyenler işkence yapıldığını bile anlayamıyorlardı. Bu işkenceler İngiltere nispeten kısıtlanmıştı, ancak 1716 yılında küçük bir kızı annesinin yanında, ruhlarını Şeytan'a sattığı ve komşularının kusmalarına sebep olduğu için cezalandırmışlardı.

Kral James'in 1604 Yasası, 1736'da yeni bir yasa ile değiştirildi ve bu, büyülü güçlere sahip olduklarını iddia edenlere yöneltildi. Ancak ana akım Hristiyan mezheplerinde büyücülük gerçekliğine olan inanç devam etti. 18. yüzyıldaki Metodistlerin kurucusu John Wesley, cadı avının keskin bir savunucusuydu. Roma Katolikleri bile bu konu tarafından utandırılmaya başlamışken o cadı avını desteklemek için yazılar yazdı. O büyücülüğün inkarının İncil'in inkarı olduğunu söylüyordu.

"..büyücülükten vazgeçmenin aslında İncil'den vazgeçmesi.."
(John Wesley, 1768 yılındaki gazeteden)

Eğer hiç cadı yoksa İncil'de hata vardı.. İncil'de hata varsa, Hristiyanların tamamı yanılıyordu. Bu nedenle çoğunluğa sahip olan rasyonalistlerle savaşmak gerekiyordu. Cadı inançları tarihi üzerine bir makam şöyle diyor:
"Metodist hareketin 18. yüzyılın ikinci bölümünde cadılara karşı şiddetin artırması ve cadılara olan inancın sonraki yüzyıllarda bile yaşatılmasına yardım ettiği muhtemeldir" John Wesley

Genel olarak, büyücülük kovuşturmaları, kilisenin nüfuzunun en zayıf olduğu alanlarda daha erken kurumuştur. Son resmi idamlar Hollanda'da 1610'da, Amerika'da 1692'de ve İskoçya'da 1727'de gerçekleşti. Fransa'da en son infaz 1745'de gerçekleşti ve bir dizi ihanet ortaya çıktıktan sonra kovuşturma tamamen sona erdi. Son resmi idamlar 1775'te Almanya'da, 1782'de İsviçre'de ve 1793'te Polonya'da gerçekleşti. Görünüşe göre, İtalya ve İspanya gibi kilise kontrolü altındaki bölgelerin ne zaman durdukları bilinmiyordu ancak 19. yüzyıldan önce durmadıkları kesindi.

İngiltere'deki son resmi infazlar 1716'da gerçekleşti. Yargı zaten şüpheciydi. Davalar kanunlara göre yapıldı, ancak bazı hakimler büyü ile ilgili kovuşturmalara alışkın değillerdi. 1712'deki duruşmasında Jane Wenham, havada uçmakla suçlandığında, Justice Powell "uçmaya karşı herhangi bir yasanın olmadığını" belirtti. Cadılık, eğitimli çevrelerde ciddiye alınmaktaydı ve jüri, Jane Wenham'ı mahküm edip onu idam cezasına çarptırmış olsa bile, yargıç, cezanın kaldırılmasında başarılı oldu. İngiltere'de son cadılık duruşması 1717'de gerçekleşti.

Çoğu ülkede 18. yüzyılda cadı duruşmaları durmuş olmasına rağmen hala inanmaya devam edenler İngiltere ve Avrupa'nın geri kalanında olduğu gibi, 19. yüzyılda uzaktaki bölgelerde cadıları öldürmeye devam ettiler. Daha erken zamanlarda cadı korkusundan nispeten uzaklaşmış olan Galler, Metodizmin oraya ulaşmasından sonra cadı inanışlarının son kalelerinden biri haline geldi. Cadı inanışının bir başka kalesi, Metodizmin de popüler olduğu Güneybatı yarımadası (Cornwall, Devon ve Somerset) idi. İngiltere'deki yasal kayıtlar 19. yüzyılda boğulmuş cadıların popülerliğini sürdürdüğünü göstermektedir. Times böyle bir davayı 24 Eylül 1863'de bildirmişti.

Birçok Hristiyan hâlâ cadılara ve büyüye inanmakta ve kontrol altında tutulması gerektiğini düşünmektedir. Kiliseler şeytanın ordusuna karşı savaşmaya devam etmek için hâlâ cinci hocalar tutuyorlar. Bazıları, cadıların doğru bir şekilde ele alındığını düşündükleri eski zamanlara ilgiyle bakıyorlar. 1612'de Pendle'de sekiz insan cadı olarak asılmıştı fakat 1980'lerde birçok mezhep temsilcisi bu olaydan dolayı pişmanlık duymaktan çok uzak kalmaya karar verdiler. Ne olursa olsun kendilerini şeytanın ajanlarından korumak zorundaydılar. Karanlığın kuvvetlerini kontrol altında tutmaya yardım etmesi için Pendle Tepesi'nde büyük bir haç kurmayı planladılar ancak Ribble Vadisi Belediyesi tarafından reddedildiler.

Cadı avcılığının yankıları 20. yüzyıla kadar devam etti. İngiltere'de 1944 yılında Helen Duncan isimli bir kadın 1736 yasası uyarınca büyücülükle suçlandı ve hapsedildi. 1736 Yasası, İngiltere'de 1951'de yürürlükten kaldırıldı ve 1963'ün sonlarına doğru cadılık yasalarının yeniden kullanılmasını talep etmelerine rağmen Sahtekarlık Yasası'nın yerini aldı. Diğer ülkelerde cadılık yasası hala yürürlükteydi. 1986'da Güney Afrika'daki bir Fransız kadın, iki polisi de kurbağaya çevirmekle tehdit ettiği gerekçesiyle suçlandı. Cadıların resmi olmayan şekilde öldürülmesi Avrupa'da son zamanlara kadar devam etti. Almanya'da cadı olmasından şüphelenilen fakir, yaşlı ve hiç evlenmemiş bir kadın 1976'da adam öldürmeye teşebbüsle tutuklandı.

Büyü günümüzde geleneksel Hristiyanlar haricinde şaka gibi bir şey. Cadılık ile ilgili Hristiyan öğretileri nedeniyle kaç kişi hayatlarını kaybetti tam olarak bilinmiyor. Kilise kayıtları esrarengiz bir şekilde "kayboldu". Bu nedenle özellikle dini ülkelerde son cadı infazının ne zaman gerçekleştiğini söylemek imkansız. Hayatta kalan insanların kayıtlarından, yüzlerce kişinin tek bir günde tek bir kasabada öldürüldüğü açık. Tüm Avrupa'yı ele geçirmiş olan bu cadılık olayları için 2 milyon kurban tahmini hiç gerçekçi değildir.

Konuyla ilgili olarak "Hristiyanların & Kiliselerin Cadı Avı Tarihi" adlı yazıya göz atabilirsiniz.

15 YIL TANRI VE ATEİZM | 12

Yazan: Zübeyde Savaş
15 yıl tanrı ve ateizm 12, din, Farklı tanrılar, Gerçek hayat hikayesi, Küçük çocuklara tanrı masalları, Tanrılar nasıl oluştu?, Zübeyde SAVAŞ,

15 YIL TANRI VE ATEİZM | 12

- Günaydın, Barış, çok mu uyudum.
Barış:
- Olsun, gecenin yorgunluğunu atmış oldun.
Barış ve Abdül kahvaltılarını yaparlar.
Abdül:
- Dostun ne zaman gelir acaba.
Barış, gülerek:
- Çoktan geldi arabana yakıt koydu ve gitti.
Abdül:
- Ben hiç bir şey duymadım, çok iyisin anlatılan az kalır.
Barış'ın aklına evinin çatısı gelir:
- Evimin çatısı için gece konuşuyorduk.
Abdül, ayağa kalkar hemen konuşmasına engeller:
- Çok para tutmaz, köye gittiğin zaman bir ustaya ölçü aldır ve yanıma gel, mutlaka gel ucuza veririm sana ağacı, herşey için çok teşşekkür ederim.

Abdül sıkı sıkı sarılır, hızlıca oradan ayrılır. Barış, hiç birşey söyleyemez, galiba işine geç kaldı diye düşünür o sırada  Ramadan ve Abdül'ün konuştuğunu görür uzaktan, çay demler hemen Ramadan elinde poşetlerle gelir.
Ramadan:
- Ben de mifarin var diye bir şeyler getirmiştim neyse biz yeriz.
Ramadan poşetleri açar için de zeytin, sucuk, yumurta, helva, domates ve salatalık vardır, hepsinden çok fazla almıştır.
Barış:
- Dostum teşekkürler, bunlar neredeyse iki ayda bitmez.
Ramadan:
- Dostum biz yeriz, koyunların yünlerini bitirmiş gibisin.
Barış:
- Yarına tam olarak bitmiş olur.
Uzun uzun neşe içinde sohbet ederler, o kadar keyifli konuşurlar ki sanki bir birleriyle hasret giderir gibi.

Koyunların yavrulama zamanı gelmiştir, Barış’ın için de hiç heyacan yoktur, köylülerin parasını ve evinin çatısını nasıl yaptıracağını düşünür, her günü, gecesi bu şekilde geçer, koyunlar ikiz doğum yapmaz, yayla dönemi biter. Barış sürüyle yayladan ayrılarak köye doğru gider bir yandan da köylülerden çekinir ve korkar, köye geldiği zaman koyunları sahiplerine teslim eder, fakat kimse tek bir kötü söz söylemez.  Koyun sahibipleri eskiden olduğu gibi güzel karşılarlar, bir anlam veremez olup bitene. Barış evine geldiğinde evi değişmiştir yeniden yapılmış, çatısı olan, etrafı düzenlenmiş ayrı olarak koyun ahırı yapılmış bir ev durur evinin yerinde, uzunca bir süre etrafına bakınır olup biteni anlamaya çalışır bir anlam veremez bu duruma, kapıyı açmaya çaılışır fakat kapı kilitlidir, daha önce kapısı hiç kilitlenmemişti, başka bir ev olduğunu düşünür şaşkın şaşkın etrafa bakınır burası neresi diye düşünürken komşusu yanına gelir, bir zarf verir, güzel ve övgü dolu sözler söyleyerek gider, Barış, zarfı açtığın da anahtarları görür, evinin kapısına oturur okumaya başlar mektubu.

- Sevgili Barış, evini beğenmeni çok isteriz senin hayaline uygun olması için elimizden gelen çabayı gösterdik.
- Ben Abdül, seni yıllarca aradım fakat bulamadım, köyüne bir çok kez geldim sen tanrı adamısın diye. Sormak istediğim tanrı yoksullara karşı çok acımasız, neden? Bu acı niye ?
- Senin yardım ettiğin dede ve ninenin oğluyum, bir de benden duy çektiklerimizi, yıllarca bu hayatımızı, yaşadıklarımızı sana anlatmayı yüz yüze çok istemiş ve hayal etmiştim. Köyde  karnımız aç kalmadan yaşardık köyde fakirdik fakat kimseye muhtaç olmazdık tanrının her verdiği nimetler için teşekkür eder başımıza bir iş gelse kendimizde arar iyi kul olmadığımızdan diye tövbe ederkik, bizim çok paramızın olmasını düşünmezdik mutlu ve huzurluyduk, kız kardeşim bir gün çok hastalandı onun tedavisi için elimizde olanları satmaya ve borçlanmaya başladık faizcilere o yüzden borçlandık ne yazık ki kardeşimi yine de kaybettik, ödeme günü geldiğinde karanlık günlerde geldi, çok borcumuz yoktu faizini bir türlü bitmiyorduk, fakat yardım alacak  kimseyi bulamadık. Annem ve babam sen köyden git saklan dediler, ben de  çalışmak için başka şehirlere gittim fakat ne yaptıysam ne işe girdiysem bir türlü olmadı karanlık üzerimden hiç ayrılmıyordu, her şey tersine gider oldu, çıkış yolu bulamıyor tanrım beni deniyor derdim tanrıya olan inancım hiç azalmamıştı, yurt dışında yakın köylerden çalışanlar vardı beni severlerdi. Oradaki arkadaşlarım iş  buldular hemen gel dediler, çok  iyi para verdiklerini söylediler. Tanrıya nasıl dua edeceğimi şaşırmıştım çok mutluydum borcumuzu ödeyecektim, kimseye görünmeden gece yarısı babam ve annemin yanına gittim olanları anlattım  onların sevinç göz yaşlarını anlatamam, sorun nasıl gideceğimdi hiç paramız yoktu, annem evde  ne kadar bakır varsa hazırladı sat bu sana yeter dedi, sabah olmadan evden çıktım sırtıma bağladım çok ağırdı, hepsini alamamıştım ayaklarım titriyordu yürürken, bu borçtan kurtulmak için gerekli olacağını düşünür kendime güç verirdim, öğle gibi şehre geldim bakırları sattım, gece yarısı eve geldim sabah olmadan annem ve babamla vedalaşarak geride kalan bakırları da alarak ayrıldım. Büyük şehir'e gittim, uçak biletimi aldım hemen arkadaşlarımı arayarak geleceğim saati söyledim beni hava alanında alacaklarını söylediler ve çok mutlu oldular, sevincimi anlatamam, uçakğa bindiğimde bir çok kişinin çalışmak için ilk kez gittiklerini öğrendim. Bir yandan dua ediyor mutlu yaşam hayelleri kuruyordum. Uçaktan indim, havaalanında kontrol sırası bana geldiğinde beni içeri götürdüler, başka kimseyi almadılar, üzerimde neredeyse yok denilcek kadar para vardı bir de geri dönüş bileti, beni geri göndereceklerini söylediler, tanrım yardım et ne olursun senden başka kimsem yok dedim, sonra kendimden geçmişim, bu arada orada bulunan arkadaşlar çok yalvarmışlar görevlilere olmadı, geri uçağa bindim titriyordum. Annemin, babamın yıllarca emekle çileyle aldığı bakırlarını düşünüyordum. Büyük şehirden köye dönecek param yoktu, titriyor ve açıkmıştım yol boyu yürürken ilerde madeni paraya benzer bir şey güneş gibi parlıyordu çok sevinerek koştum para zannettiğim şey gazoz kapağı çıktı, otostop çekerek, sadece su içerek üç günde köye geldim saklanıp gece yarısı olmasını bekledim, yaşadıklarımı anlattım. Annem ve babam olsun tanrının bizim için düşündüğü bir hayır vardır dediler. Annem gündüzleri evde olma geceleri gel eve dedi, bana bir şey olmaması için ellerinden geleni yapıyorlardı, ben sabaha karşı ormana gider gece eve gelir evin temizliğini yapardım, annem ve babam tanrıya göz yaşlarıyla dua ederlerdi tanrı dostu gelsin diye yalvarırlardı, her zaman anlatırlardı zorda kalan bir müslüman olduğunda gelir onları çektiği sıkıntıdan kurtarır derlerdi ve mucizeleri anlatırlardı. Ben de hep tanrı dostu gelmesi için tanrıya dua ederdim. Her günüm bir yıl gibi geliyordu, ormanın ıssızlığının korkusu yetmezmiş gibi acılar içimde büyüyor yaşlı annem ve babamın bakıma, huzura ihtiyaç duyduğu zamanların bu şekilde geçmesine çok üzülüyor elimden de bir şey gelmiyordu. Ağaçlar arkadaşım olmuştu ben anlatır onlar dinlerdi, son zamanlarda hayatıma son vermeyi düşünmeye başlamıştım bir çok kere denerken annem ve babam ne yapar faizciler bırakmazki onları diye düşünür öldüremezdim kendimi,  yedi yıl bu şekilde geçti saçlarım beyazlamıştı sanki yüz yıllar geçmişti, bir gece yarısı eve geldiğimde annem ve babam bana sarıldılar evin her yanında dua sesleri yankılanıyordu, baktığım da evde bir çok yiyecek vardı, annem ve babam tanrı  gönderdi tanrı dostu oğlum kurtulduk, kurtulduk diyerek ağlamaktan gözleri şişmişti ben de hemen namaz kıldım dua ettim. Nihayet tanrı bizi kurtardı tanrı dostu geldi diye, yıllar sonra ilk kez  korku olmadan sabah kim kapımızı çalacak kaygısı olmadan huzur ve mutlulukla başımızı yastığa koyarak uyuduk, uyandığımızda üçümüz çok mutlu ve sevinçliydik, yıllar sonra beraber kahvaltı yaptık tanrıya dualarımızın ardı arkası kesilmiyordu, karanlıktan kurtulmuştuk, ormanda iş buldum çok iyi durumlara geldim saklandığım orman bana ekmek sağlıyordu, herkes seni tanrı dostu diye söylüyor ve anlatıyordu, aradan yıllar sonra senin yaptığın yardımlardan bahsediliyordu, seni bulmak teşşekkür etmek ve neden bu kadar yıl beklediğini senin bildiğin, bizim bilmediğimiz ne olduğunu sormak istedim, yaylaları tek tek gezdim bulamadım, köyüne gittim hangi yayla da olduğunu bilmediklerini söylediler, evinin nerede olduğunu buldum, bir çok gece evinin kapısında dua ederek geçirdim, bir gece evinin kapısında dua ederken uyuya kalmışım sabah köyün muhtarı beni uyandırdı, hırsız olsan bu eve gelmezsin dedi, ben de yaşadıklarımı anlattım, muhtar da senin yardıma muhtaç herkese yardım ettiğini söyledi evinin çatısını gösterdi, o andan sonra senin tanrı dostu olmadığını, tanrı sana yardım etmiyorsa bizlere neden etsin, o zaman inandığım inanç boş ve hayal olduğunu anladım, bizlere verilen sadece boş ümit, rahat uyumamız için,  bizimde çaremiz olmadığından ona bağlanmış yaşamak için yalvarıyorduk. Bunu annem ve babama anlatamazdım o yaşta insanlara, yıllardır ümitlerini bağladıkları her şeyi nasıl olurda yıkabilirdim bir anda, senin olduğunu anladığım da o gece bana yardım etmiştin bir daha nasıl olur da seni kırabilir veya üzebilirdim, inanmadığım bir şey için sen tanrıya inanan birisiydin, seni nasıl sözlerimle inciltebilirdim, bu nedenle yılllarca biriktirdiğim her şeyi unutarak oradan bir an önce uzaklaşmak istedim, sen benim için çok değerli bir insandın tanıdığım insanlığını bulan yaşamın ne olduğunu bulmuştun benim için. Sabah ayrılırken Ramadan’la yolda tanıştık, olanları anlattım  evinin çatısını senin bilgin olmadan yapmak istediğimi söyledim, Ramadan da ben de varım dedi, evine gittik gizlice, hızlıca yeniden evini yaptık  hediyemiz olarak düşün lütfen, kalbinde benim için bir yer olması temennilerimle.

Barış, üzülür saatlerce oturur evin kapısında, evinin kapısını açar gözlerini kapatır içeri bir kaç adım atar yavaşça gözlerini açar her şey yenilenmiş ev sanki başka bir ev olmuştur görmediği eşyalar evin tavanı çam ağıcından döşenmiş nefes alırken çamın o eşsiz kokusu sarmıştır her yanı, hayellerini kurduğu ev çok mükemmel olmuştu, yatak odası içinde banyosu ve büyük bir yatak vardır. İlk kez yatakta yatacaktı, mutfağında tüp, yerlerde halı, camlarda tül, artık sevinci ve duyguları  tarif edilemez durumdadır.

Barış’a bir gün sonra Arda’dan bir mektup gelir, mektubu açmadan geri gönderir, bir hafta sonra akşam üzeri Abdül ve Ramadan barış’ın evinde sohbet ederlerken kapı çalar, Barış kapıyı açar gelen Arda’dır.
Barış:
- Seni gördüğüme sevindim lütfen içeri gel.
Barış, Arda’yı tanıştırır içeride mutlu bir sohmet havası varken yavaş yavaş kaybolmaya, üzüntülü ve kasvetli bir hava oluşmaya başlar.
Arda:
- Buraya gelmemin sebebi sana gönderdiğimiz mektubu hiç açmadan geri göndermendir bu duruma çok üzüldük bir hatamı işledik diye düşündüğümüzden geldim, seni de çok özlemiştim.

İçeride derin bir sessizlik vardır, Barış yemek hazırlar, yemek yenir hiç kimse konuşmaz, herkes bir şeyler söylemek ister bu sessizlik yemeğin sonunu bekler.
Barış:
- Mektubu açmamam gerekçesi senin şahsına karşı yaptığım bir tepki değildi.
Arda, üzündür:
- Kilisede bulunan kardeşler senin için dua edeceklerini anlatan ve bir çoğunun senin için yazdığı güzel sözler vardı.
Barış:
- Bu şekilde yazıldığını düşündüğüm için geri gönderdim.
Arda, içerde rahatsız olmaya başlar sanki istenmiyormuş  hissine kapılır.
Arda:
- Genede açman gerekli olduğunu düşünüyorum, kilise kardeşlerinin duygularını bilmeni isterdim.

Barış tebessüm ederek, yaşadıklarını anlatmaya başlar on beş yılın nasıl geçtiğini günlüğünüde yanına alarak çektiklerini zaman içinde nasıl kaybolduğunu bilinmeyene doğru gittiğinde içindeki sevinç ve çoşkunun zamanla kaybolduğunu anlatır, Barış anlatırken herkesin yaşadıkları, duyguları birer birer canlanır içinde acı her yanı sarmıştır bu kadar çileli yıllar son derece acı verici olsa da yaşanmıştır.
Barış:
- Ben uyutulmuşum ve kandırılmış hissediyorum kendimi, on beş yıl çok uzun bir zaman, bu yıllar içinde günde en az beş saatimi tanrı masalına dua ile geçti belki daha da uzun saatler,  bir ailem olsa normal yaşam için çalışsam tanrı adına günde bir saatimi versem, normal de inançlı olan herkesin en az süresi bu olmalı, yüz yaşına gelsen ne anlamı olacak, sadece boşa gecen yıllar, ailene tanrıya ayırdığın zamanı versen ne kadar mutlu olacağını tahmin bile edemessin, aile'de sevgi bağları çok güçlü olur, tanrı masalı, aile gerçekliği, işte bu gerçek yaşam, günde dört, beş saat tanrı için kullandığımda ortalama dört yılım kaybolmuş on beş yıl içinde karar senin, sevdiğim biriyle evlenseydim çocuklarım kaç yaşında olurdu, kendi yaşamım da yıllarım gitti ne uğruna tanrı. Tanrı ne istemiş insanlardan sevgi ve yardımlaşma, yaşadığım her dinde bunlar var, bir gerçek varki sevgiyle kandırılan insanlar yardım etmek zorunda bırakılıyor bu ticaretin tek taraflı olduğunu anladım, bu vicdan duyguları kullanılarak ne uğruna peki bu alınan yardımlar nerde, her ülkenin yaşatılan dini yardımları başka ülke adı altında toplanıyor, her din de başka ülkeler için yardım toplanıyor kimden? Yaşama sarılmış ümidi sadece tanrı olan yoksuldan senin ülken de yoksul yok mu.? Sorusu hiç sorulmuyor, neden? Senin ülkene yardım neden gelmiyor? Bunları denetleyen var mı ?

Diğer sayfalar:
◄ [11] , [13] ►

İNCİL, HANOK VE HZ. İLYAS, UÇAN MAKİNELER

Yazan: A.Kara
hristiyanlık, Açıklanamayanlar, din, Kutsal kitapta uzaylılar, İncil'de Hz.İlyas'ın kaçırılması, Hz İlyas kaçırıldı mı?, İncil UFO ziyaretlerini mi anlatıyor?, İncil'de uzaylılar, İncil'de dünya dışı yaşam, A,

İNCİL İDRİS'İN (ENOCH/HANOK) VE İLYAS PEYGAMBERİN CENNETE GİDİŞİNDE UÇAN MAKİNELERDEN Mİ BAHSEDİYOR?

Binlerce yıl önce yazılmış metinleri okurken ve onları uçan savaş arabaları, ateş, duman ve gizemli varlıklardan söz ederken bulunca, eski insanların dış dünya ile ilgili bir şeyler yaşayıp yaşamadıklarını bilmek zor oluyor ve insanı düşünmeye itiyor.

Bizler gibi İncil'in insan ürünü olduğuna ve yabancı ziyaretçilere dair kanıtlar olduğuna ikna olan yazarlar, tarihin kısmen aktarıldığını ve eski metinlerin önemli kısımlarının tamamen atlandığını ileri sürerler.

Bu yazıda, hayatları boyunca dünya dışı varlıklar ile temasa geçmiş görünen üç önemli İncil karakterine bir göz atacağız.

Dinsel metinlere bakıldığında bunlardan ikisinin cennete gittikleri ve asla Dünya'ya geri dönmedikleri yazmaktadır.

Üçüncüsü olan Hezekiel'in ise, dünya'ya binlerce yıl önce gelen 'uzay gemilerinin' varlığına inandığı ve olaya şahit olduğu görülür:

"4) Baktım, kuzeyden gelen bir fırtına gördüm. Parıldayan şimşek ve muazzam bir ışıkla çevrili muazzam bir bulut (daha önce rönesans döneminde çizilmiş dünya dışı yaşam formlarını işaret eden tablolarla ilgili araştırma paylaşmıştım, anlatım o çizimlerdekilere de uyuyor gibi görünüyor. İncelemek ve okumak için tıklayınız). Ateşin merkezi parlayan metal gibi görünüyordu,
5) ve bu ateş dört yaşayan yaratık gibi görünüyordu. Görünüşte onların formu insandı…"

DÜNYA DIŞI ZİYARETÇİLER? KAÇIRILMA?

Piskopos Hanok yani İdris'in (Yaratılış: 5,18: 24) ve İlyas peygamberin (Krallar: 2 2:13) göklere çekildiği söylenir.
İlyas peygamberin “ateş arabası” tarafından kaçırıldığına dair yazılı kanıtlar buluyoruz.

Bu inanılmaz tarihsel açıklamaları okuduğumuzda, çok az cevapla ve sayısız soruyla karşılaşıyoruz.

Hanok ve İlyas nereye gitti? Neden gizemli bir şekilde ve iz bırakmadan ortadan kayboldular? Hezekiel tam olarak ne gördü ve neyi tarif etti?

İncil, antik zamanlardaki dünya dışı yaşam formlarının teması'nın varlığına kanıt olan onlarca delile bir yenisi olarak eklenebilir mi?

Hanok'a ve Yaratılış 5: 18: 24'te bahsedilen gizemli kayboluşa bir bakalım.
Tıpkı Tevrat ve Kur'an gibi insan ürünü olan ve dönem insanlarının duyduğu efsaneleri, gezip görürken, ticaret yaparken diğer kültürlerden öğrendiklerini, gördüğü bazı olayları yazdıklarına inandığım İncil’e geri dönelim ve neler yazdığına bakalım.

TANRI HANOK'U (ENOCH) YANINA ALIR
[Yaratılış 5:18-24]
  • 18) Jared (Yered) 162 yaşındayken, Hanok'un babası oldu.
  • 19) ve Enoch'un babası olduktan sonra, Jared 800 yıl yaşadı ve başka oğulları ve kızları vardı.
  • 20) Böylece Jared toplam 962 yıl yaşadı ve sonra öldü.
  • 21) Enoch 65 yaşına geldiğinde, Methuselah'ın babası oldu.
  • 22) Methuselah'ın babası olduktan sonra, Hanok, Tanrı ile 300 yıl yaşadı ve başka oğulları ve kızları vardı.
  • 23) Hanok toplamda 365 yıl yaşadı.
  • 24) Hanok, Tanrı yolunda sadakatle yürüdü ve sonra ortadan kayboldu, çünkü Tanrı onu yanına almıştı (uzağa).
Yaratılış 5: 24, Tanrı'nın Hanok'u aldığından açıkça bahsedildiği için çok önemlidir. Hanok'un öldüğünden bahsetmez. Bir şekilde kaçırıldığını söylüyor gibidir.

Bu aslında önemlidir çünkü Adem'in 930 yıl yaşamış olduğunu ve öldüğünü Yaratılış 5:3-23'te görebiliyoruz. Adem’in oğlu Seth ise 912 yıl yaşıyor ve ölüyor. Seth'in oğlu olan Enoş'un (Enoch-Hanok yani İdris ile karıştırmayın) 905 yıl yaşadığı ve öldüğü sanılıyor. İdris'e gelene kadar, (Yaratılış 5:24) Adem’in soyundan gelenlerin son derece uzun ömürlü yaşamlarının ardından öldüğü anlatılır. Ancak Yaratılış 5:3-23'e bakıldığında İdris'in (Hanok) ölümünden bahsetmediği Tanrı tarafından alındığı söylenir: “Hanok, Tanrı'ya sadakatle yürüdü; sonra ortadan kayboldu, çünkü Tanrı onu uzağa almıştı."

Eğer 2 Krallar 2:13'e bakarsak, başka bir inanılmaz hikaye bulabiliriz.
Yine geçmişte yazılanları görmek için İncil'e geri dönüyoruz.

İLYAS CENNETE ALINIR
[2 Krallar Bölüm 2:2:13]
  • RAB İlyas'ı kasırgayla göklere çıkarmadan önce, İlyas ile Elişa Gilgal'dan ayrılıp yola çıkmışlardı.
  • İlyas Elişa'ya, “Lütfen sen burada kal, çünkü RAB beni Beyt-El'e gönderdi” dedi. Elişa, “Yaşayan RAB'bin adıyla başın üzerine ant içerim ki, senden ayrılmam” diye karşılık verdi. Böylece Beyt-El'e birlikte gittiler.
  • Beyt-El'deki peygamber topluluğu Elişa'nın yanına geldi. “RAB bugün efendini senin başından alacak, biliyor musun?” diye ona sordular. Elişa, “Evet, biliyorum, konuşmayın!” diye karşılık verdi.
  • İlyas, “Elişa, lütfen burada kal, çünkü RAB beni Eriha'ya gönderdi” dedi. Elişa, “Yaşayan RAB'bin adıyla başın üzerine ant içerim ki, senden ayrılmam” diye karşılık verdi. Böylece birlikte Eriha'ya gittiler.
  • Eriha'daki peygamber topluluğu Elişa'nın yanına geldi. “RAB efendini bugün senin başından alacak, biliyor musun?” diye ona sordular. Elişa, “Evet, biliyorum, konuşmayın” diye karşılık verdi.
  • Sonra İlyas, “Lütfen, burada kal, çünkü RAB beni Şeria Irmağı kıyısına gönderdi” dedi. Elişa, “Yaşayan RAB'bin adıyla başın üzerine ant içerim ki, senden ayrılmam” diye karşılık verdi. Böylece ikisi birlikte yollarına devam etti.
  • Elli peygamber de onları Şeria Irmağı'na kadar izledi. İlyas ile Elişa Şeria Irmağı'nın kıyısında durdular. Peygamberler de biraz ötede, onların karşısında durdu.
  • İlyas cüppesini dürüp sulara vurunca, sular ikiye ayrıldı. Elişa ile İlyas kuru toprağın üzerinden yürüyerek karşıya geçtiler.
  • Karşı yakaya geçtikten sonra İlyas Elişa'ya, “Söyle, yanından alınmadan önce senin için ne yapabilirim?” dedi. Elişa, “İzin ver, senin ruhundan iki pay miras alayım” diye karşılık verdi.
  • İlyas, “Zor bir şey istedin” dedi, “Eğer yanından alındığımı görürsen olur, yoksa olmaz.”
  • Onlar yürüyüp konuşurlarken, ansızın ateşten bir atlı araba göründü, onları birbirinden ayırdı. İlyas kasırgayla göklere alındı.
  • Olanları gören Elişa şöyle bağırdı: “Baba, baba, İsrail'in arabası ve atlıları!” İlyas'ı bir daha göremedi. Üstünü başını parçaladı.

Yukarıdaki bilgiler çeşitli şekillerde yorumlanabilir;
Antik astronotların dünya ziyareti açısından bakarsak, okuduklarımızın o dönem karşılaştıkları teknolojinin yanlış yorumlanmış olduğu açıktır. Binlerce yıl önce insanların anlayamadığı birçok şey Tanrılarına (Allah/Rab/YHW vb) atfedilmiş, Tanrı yaptı denmiştir.

Tabi daha gerçekçi nedenleri de olabilir. Örneğin bir kutsallaştırma ve tanrıya atıfta bulunma çabası gibi.

İncil açısından bakıldığında, dikkate alınması gereken önemli detaylar vardır:
İdris neden ortadan kayboldu? Neden dünyadan alındı? Ölmediyse, nereye gitti?

İncil akademisyenleri bu soruları cevaplayabilmek için tartışıyor ve "patriğin Adem'in torunları listesinde yedinci olduğunu" akılda tutmalıyız diyorlar. Yedi, İncil'de “mükemmellik” anlamına gelen sembolik bir figürdür. Yedi, tamlık ve mükemmelliğin (hem fiziksel hem de ruhsal) sayısıdır. Bu anlamının çoğunu doğrudan Tanrı’nın her şeyin yaratılmasıyla bağlantılı olmasından alır. Bazı Yahudi geleneklerine göre, Adem'in yaratılışı MÖ. 26 Eylül 3760'dır (ya da İbranice takviminde yedinci ay olan Tişri'nin ilk günü). "Yaratmak" kelimesi Tanrı'nın yaratıcı çalışmalarını tarif ederken 7 kez kullanılır (Tekvin 1: 1, 21, 27 üç kez; 2: 3; 2: 4). Bir haftada 7 gün var ve inanışa göre Tanrı’nın Şabat günü 7. gündür.

Adem'in soy ağacı listesini oluşturanların sembolizme son derece bağlı olan Kudüs'ün rahipleri olduğuna inanılıyor bu yüzden rakamlara ve numeroloji çalışmalarına büyük önem verdikleri düşünülür.

İnanışa göre 7. Patriğin kusursuz ve temiz biri olması gerekirdi çünkü Tanrı'nın yeryüzünde insanın kötülüğü ile kendisini kirletmeyeceği şekilde onu göklere aldığı inanışı vardır.

Peygamber İlyas'ın hikayesi daha farklıdır. Hikayenin bize anlattığına göre, İlyas ölümünün yaklaştığını anladığında Ürdün Nehri'nin kıyısında bulunan öğrencisi Elişa'nın (Elyesa) topluluğuna gitti.

Aniden ateşli atlarla birlikte gökten gelen bir araba Elişa'yı ve olaya şahit olanların şaşırmasına bile fırsat kalmadan İlyas'ı da aldı ve gökyüzünde kayboldu...

İSLAM PEYGAMBERİ MUHAMMED GERÇEKTEN YAŞADI MI? | 4

Yazan: Gregoire de Fronsac
Bilgi çoğaldıkça değer kazanır sevgili arkadaşlar ve insanoğlu hayatının her döneminde yeni şeyler öğrenmeye devam eder. Herhangi bir olaya tek taraftan bakmak , bu kesin doğrudur demek , bazen ciddi yanılgılara sebep olabilir. O yüzden bu yazıda malum konuyu farklı bir şekilde ele almaya karar verdim.. Takip edenler bilir bu platformda  yayımlanan serinin ilk üç makalesinde , İslam peygamberi Muhammed'in yaşamadığını , onun olsa olsa bir literatür figürü olduğunu ve Eyyamü'l Arap içinde biri veya birilerinin Muhammed efsanesine esin kaynağı olmuş olabileceğini yazmıştım.
Evet somut tarihi veriler ışığında , hadis ve siyer kaynakları dışında bize anlatılan Muhammed hakkında somut hiç bir delil bulunmamaktadır. Hadis ve siyer kaynakları ise yine bu kaynaklara göre Muhammed'in ölümünden 150-200 sene sonra yazılmaya başlanmış , rivayete dayalı bilgilerden oluşur yani doğruluğu oldukça şüpheli bir rivayetler zinciridir.
Ama ilk başta da dediğim gibi bir olaya tek taraflı bakmamak gerekir. O yüzden bu yazıda hadis ve siyer kaynaklarının yüzde yüz doğru olduğunu varsayarak bu bilgiler ışığında Muhammed Peygamberin izini sürmeye çalışacağım.

Buradaki ana kaynaklarımız İbn Hişam , İbn İshak gibi siyer yapıcıları , Taberî gibi tarihçiler ve Buhari , Müslim , Ebu Davud gibi muhaddisler olacak.
Sevgili arkadaşlar , bize anlatılan klasik hikayede ; Muhammed yetim kalmış , amcasının himayesinde büyüyen çobanlıkla uğraşan ve genç yaşında Hatice isimli , kendinden yaşça büyük ve varlıklı bir kadınla evlenen bir profil. Kırk yaşlarında vahiy alıp peygamberliğini ilan ediyor. İlk başlarda kendisine inanan sayısı çok az olduğu için büyük sıkıntılar yaşıyor ve Medine'ye sürülüyor ( yada hicret ediyor ) Medine günlerine kadar geçen zaman ve Medine'den sonraki zaman yaşanan tüm olaylar Mekke'de geçiyor. İddiaya göre Mekke zengin bir ticaret kenti.
Peki gerçekten öyle mi ?

Mekke'nin o dönemde zengin bir ticaret merkezi olduğuna dair başta Bizans ticaret kayıtları dahil hiç bir medeniyetin kayıtlarında bir bilgiye rastlanmamaktadır oysa hadis ve siyer kaynakları aksini yazar. Aksine Mekke küçük bir köyden ibaret bir yerleşkedir.
Acaba hikayenin başlangıcında ve sonuna sahne olan Mekke bugün bildiğimiz Mekke mi , yoksa Ürdün'de  bulunan ve eski adı "Bekke" yada "Bekka" olan antik yerleşim yeri olan Petra mı ?
Bu yazının ana hatları anlaşılacağı üzere Petra merkezli olacak arkadaşlar.
Eğer Muhammed (yada ona esin kaynağı olan kişi) yaşadı ise , onun bugün bildiğimiz Mekke'de değil Petra da yaşadığını , yine onun hayatını anlatan kaynaklar ışığında takip edeceğiz ve Muhammed'in bugün bilinen Mekke'den Medine'ye değil , Petra'dan (Bekke yada Bekka) Medine'ye hicret ettiğini göreceğiz.


Önce İslamiyet'in ilk yıllarından kalan bazı camilerin kıble yönünden bahsedelim ; 750 yıllarından önce Basra , Kufe , Mısır , Suriye ve bölgede ki bir çok caminin kıblesi bugün bildiğimiz Mekke'ye değil net şekilde Petra'yı gösteriyor.
Örneğin , Ömer döneminde yaptırıldığı iddia edilen Amr ibn Al-As camii ki bu cami Afrika'da inşa edilen ilk camidir , 642 yılında inşa edilen bu caminin kıblesi 827 yılında bugün bildiğimiz Mekke yönüne çevriliyor , o tarihe kadar bu caminin kıble duvarının Petraya baktığına dair tarihi ve arkeolojik kanıtlar mevcuttur.
Örneğin Yemen'in başkenti San'a'daki Eski Cami , Kudüs'de ki el Aksa cami , yine Kudüs yakınlarındaki Baalbek cami , Şam'da bulunan Umayyad Cami (Meşhur Emevi Cami) , Quasr al Mushatta cami gibi  camilerin kıble yönlerinin 750-800 yıllarına kadar Petra'ya baktığını tarihi ve arkeolojik veriler ışığında görebiliyoruz.

Yine klasik hikayede anlatılan Muhammed sonrasındaki hilafet mücadelesi esnasında yaşanan meşhur Mekke kuşatması ve Kabe'nin mancınık taşları ile yıkılması da çok ilginç bir detaydır.
Haccac komutasındaki birlikler , Kabe'nin yakınlarındaki hakim tepelere mancınıkları konuşlandırıp Kabe'nin duvarlarını yıkana kadar ateşe devam etmişler . Oysa bugün umre ve hac vazifelerini yapmak için bölgeye gidenler dahi gayet iyi bilirler ki bugün bildiğimiz Mekke ve özellikle Kabe civarında o tür yükseltilerek , mancınık menzilinde olabilecek hakim tepeler yoktur , taşlık düz bir arazidir.
Oysa Petra kenti bu hikayeye ev sahipliği yapacak ideal bir coğrafi yapıya fazlasıyla sahiptir.
Yine aynı hikayede Mekke (Bekke - Bekka) valisi Zübeyr'in kutsal emanetler denilen karataş (Hacer'ül Esved) Muhammed'den kalan yazmalar ve bazı materyalleri , Kabe yıkılmadan önce kaçırdığı  , savaş alanından uzak , güvenli ve Kabe'si olan başka bir yere taşıdığı anlatılır..
Bakın sevgili arkadaşlar , İslam öncesi Arap coğrafyasında tek bir Kabe yoktur , Kabe yani küp İslam öncesi inançlarını kutsal mabetleriydi ve şuan da yıkıntı halinde dahi olsa bir çok Kabe mevcuttur. ( Bu detay unutulmasın , ilerleyen satırlarda bu konuya geri dönülecek)

Yine başka bir detay:
Buhari'nin aktardığı bir hadiste ; "Allah'ın elçisi Kabe'yi ziyaret edeceği zaman yukarı yarıktan gelir ve Kabe'yi terk ederken de aşağı yarıktan terk ederdi" diyor.. (Burada yarıktan kasıt dağ geçidi , kaya geçidi , kaya yarığıdır)
Bir çok İslami kaynakta Mekke'nin ve Kabe çevresinin dağ yarıkları ile ulaşılan bir vadide olduğu anlatılır.
Oysa bugün bildiğimiz Mekke görselde de görüleceği üzere ne bir vadide yer almakta ne de dağ yarıkları ile ulaşım sağlanmaktadır.

GF,din, islamiyet, Muhammed gerçekten yaşadı mı?, Hz Muhammed yaşadı mı?, Petra,Ayn al Bayda,Petra Mekke mi?,Hira mağarası,Safa ve Merve tepesi, İslam çelişkileri, Mekke ve Bekke

Fakat Petra bölgesi gerçek bir vadidir ve merkeze yani Kabe civarına giriş dağ yarıkları ile sağlanmaktadır.

GF,din, islamiyet, Muhammed gerçekten yaşadı mı?, Hz Muhammed yaşadı mı?, Petra,Ayn al Bayda,Petra Mekke mi?,Hira mağarası,Safa ve Merve tepesi, İslam çelişkileri, Mekke ve Bekke

Yine bu hadislerden aktarıldığı üzere , Peygamber Kabe'yi tavaf ettikten sonra Safa ve Merve tepeleri arasında yürürdü.
Bugün bildiğimiz Mekke'de bize Safa ve Merve tepeleri diye yutturulan yerler üzeri kubbe ile kapatılabilecek kadar küçük iki kayadan ibarettir.
Görselde de göreceğiniz gibi bunlar tepe falan değildir , iki tane küçük kaya parçasıdır.

GF,din, islamiyet, Muhammed gerçekten yaşadı mı?, Hz Muhammed yaşadı mı?, Petra,Ayn al Bayda,Petra Mekke mi?,Hira mağarası,Safa ve Merve tepesi, İslam çelişkileri, Mekke ve Bekke

Oysa Petra'daki gerçek Safa ve Merve tepeleri aşağıdaki görselde net şekilde görülmektedir..

GF,din, islamiyet, Muhammed gerçekten yaşadı mı?, Hz Muhammed yaşadı mı?, Petra,Ayn al Bayda,Petra Mekke mi?,Hira mağarası,Safa ve Merve tepesi, İslam çelişkileri, Mekke ve Bekke

Başka bir detaya bakalım simdi de ; Kur'an da Fil Suresinde geçen hikayeye göre , Mekke Muhammed'den çok önceki bir dönemde,  fillerle güçlendirilmiş bir ordu tarafından saldırıya uğramış.
Bu sure yorumlanırken İslam tarihçileri , Yemen'in Hristiyan valisinin gönderdiği bir ordudan bahsederler.
Sevgili arkadaşlar Yemen'de fil yaşamaz ve fillerle donatılmış bir ordunun Yemen'den kalkıp koskoca çölleri aşarak Mekke'ye kadar gelmesi imkansız bir olaydır zira fillerin günlük su ihtiyaci 1.5 ton üzerindedir.
Oysa Nebati tarihinde Petra ve civarında fil savaşları adı verilen savaşlar yaşanmıştır. Bölge Büyük İskender kontrolü altında iken Persler 200 filin bulunduğu bir ordu ile şehre saldırmışlar lakin geri püskürtülmüşlerdir.
İşte bu hikaye Kur'an'a fil suresi olarak geçmiş fakat olayın yaşandığı yer bugün bildiğimiz Mekke değil Petra'dır.

Başka bir detaya daha bakalım.
Yine klasik hikayede , Muhammed'in Hira dağındaki bir mağarada vahy aldığı anlatılır.
Oysa Hira mağarası bildiğimiz Mekke'deki kaybeden en az 5-6 km uzakta yer alır. Bir insanın her gün o mesafeyi yürümesi akla çokta yakın gelmiyor ayrıca yine hadis ve siyer kaynaklarında aktarıldığı üzere malum mağaranın ağzının baktığı yön Kabe'yi kesinlikle görmemektedir ve hatta mağaranın bulunduğu bölge Kabe'yi görmemektedir.

GF,din, islamiyet, Muhammed gerçekten yaşadı mı?, Hz Muhammed yaşadı mı?, Petra,Ayn al Bayda,Petra Mekke mi?,Hira mağarası,Safa ve Merve tepesi, İslam çelişkileri, Mekke ve Bekke

Oysa Petra'da Kabe'yi gören öyle mağaralar var ki şüpheye yer bırakmıyor. Özellikle birisinde, çok ilginçtir ki mağara duvarında kayaya oyulmuş bir hilal sembolü vardır. Bu sembol İslam öncesi inanışlarda ay tanrıçası Al-İlah'ın simgesidir. Aynı bölgede Al-ilah'ın kızlarına ait heykeller de mevcuttur.

Yine klasik hikayede hicretten sonra Medine'den Mekke'ye bir ilerleme ve Mekke'nin fethi anlatılır.
Muhammed ve yakınında bulunanlar Medine'de kendilerine taraftar toplayıp sayıca belirli bir üstünlük sağladıktan sonra ufak tefek saldırılar , kervan baskınları ve savaşlar başlıyor.
Dediğimiz gibi Muhammed ve yakınında bulunanların kovuldukları Mekke'ye yeniden saldırıp fethetme düşüncesi var akıllarında.
Fakat sevgili arkadaşlar bu ilerleme hiç bir şekilde güneye yani bugün bildiğimiz Mekke'ye yapılmıyor tam aksi yöne yani kuzeye , Petraya doğru yapılıyor.
Mesela Hayber savaşı; Hayber Medine'nin kuzeyinde Petra yolu üzerinde bir Yahudi yerleşkesidir.
Bu savaşta ilginç bir detay dikkati çekiyor arkadaşlar ve çok önemli olduğunu düşünüyorum.
Taberi'nin aktardığına göre ; Kuşatma esnasında Al - Hajjaj isminde bir adam Muhammed'in huzuruna gelerek "Ey Allah'ın elçisi , ben zengin bir adamım Mekke'nin yakınlarında arazilerim ve mallarım var , benim ve eşimin canını bağışla , bütün mal varlığımı seninle bölüşeyim" der.
Muhammed bu teklifi kabul eder.
Aynı hikayeye Taberi'den devam edelim ; Al-Hajjaj diyor ki " Yola çıktım ve Mekke'ye vardım , al - Bayda'ya geldim"
Sevgili arkadaşlar Ayn al-Bayda, Petra'nın biraz kuzeyinde ama Petra'ya çok yakın bir yerleşim yeridir, bugün bilinen Mekke ile arasında binlerce kilometre vardır.

GF,din, islamiyet, Muhammed gerçekten yaşadı mı?, Hz Muhammed yaşadı mı?, Petra,Ayn al Bayda,Petra Mekke mi?,Hira mağarası,Safa ve Merve tepesi, İslam çelişkileri, Mekke ve Bekke

Kısacası arkadaşlar Bedir , Uhud , Hendek , Hayber , Ben-i Nadir , Ben-i Kurayza , Yarmuk , Mute , savaşları gibi önemli savaşlar ve bir çok gazve ile seriyye Medine'nin kuzeyine yani Petra'ya doğru gerçekleştirilmiştir.

Peki bu hikaye Petra'dan alınıp bugün bildiğimiz Mekke'ye nasıl uyarlandı ?
İşte erken İslam tarihindeki asıl kilit nokta bu sevgili arkadaşlar.
Üst satırlarda , Muhammed sonrasında yaşamıştır Mekke valisi Zübeyr'den bahsetmiştim.
Zübeyr , Ali'den ve Hasan ile Hüseyin'in ölümünden sonra Emevilerin hilafetini kabul etmez ve kendi hilafetini ilan eder , bunun neticesinde Emevi ordusu Mekke'yi ikinci kez kuşatır ve mancınıklarla Kabe'yi yıkar. Zübeyr ise Kabe'yi savunurken ölür. Fakat kuşatmadan önce Hacer'ül Esved ve Muhammed'den kalan yazmalar gibi materyallerin yani kutsal emanetleri Petra'dan yani gerçek Mekke'den kaçırır ve bugün Mekke dediğimiz küçük köyde saklanmasını sağlar.
O köy özellikle seçilmiştir zira Medine'nin de güneyinde savaş bölgesinden uzak , Kabe'si yani kutsal mabedi olan bir köydür. Bu köyün ismi daha sonraları Bekke - Bekka dan evrilerek Mekke'ye dönüşür. ( Kur'an da bir kez Mekke , bir kez de Bekke ifadesi geçer )
Bu süreçte kutsal emanetlerinde saklanması neticesinde o küçük köyde bir inanç , bir kült şekillenmeye başlar dönem içinde.
Abbasiler , Emevileri yenilgiye uğratıp güneye yani Medine ve bugün bildiğimiz Mekke civarına doğru işgal ederek kontrol altına aldıktan sonra , o bölgede halihazırda bulunan bu kültü , bu inanışı sahiplenmişler ve Kabe , Hacer'ül Esved gibi kutsal simgeleri benimseyerek bu inancı yeni bir din olarak kabul etmişler.
Fakat ellerinde bulunan rivayete dayalı bilgilere göre anlatılan hikaye bugünkü Mekke'ye uymadığı için hadisler yeniden yazılmaya başlanmış ve Petra'daki hikaye Mekke'ye uyarlanıp yeni bir peygamber hikayesi eklenerek kabul edilmiş ve muhtemelen 130-150 yıllık bir zaman diliminde , Muhammed'den kaldığı iddia edilen yazmalar , bölgede ki diğer inançlara ait yazmalarla ( Monofizit Hristiyanlar , İsmaili Yahudiler ) derlenerek bugünkü Kur'an oluşturulmuş, islamiyet genel hatları ile oluşmaya başlamıştır.

Her daim sevgi ve umutla kalın dostlar.
Yazan: Gregoire de Fronsac

Kaynaklar:
Es - Siretu'n Nebeviyye : İbn Hişam'dan aktaran , Taberî
Es - Sire : İbn İshak'dan aktaran , Taberî
Tarih er - Resul ve'l Muluk ve'l Hulefa : Taberî
El - Camius Sahih : Muhammed el - Buhârî
Sünen-i Ebu Davud : Ebu Davud Sicistani
El - Camius Sahih : Tırmizi
Sahih-i Müslim : Ebul - Hüseyn Müslim
The Origins Of İsmailism ; The Historical Backround of the Fatimid Chaliphate : Bernard Lewis
Karanlıktaki İlk Yıllar ; İslam'ın Menşei ve Tarihine Yönelik Güncel Araştırmalar : Karl Heinz Ohlig + Gerd Puin
The Nabataeans ; Builders of Petra : Dan Gibson

Serinin diğer yazıları aşağıdadır:
Muhammed gerçekten yaşadı mı? 1 | Muhammed gerçekten yaşadı mı? 2 | Muhammed gerçekten yaşadı mı? 3

Yazan: Gregoire de Fronsac

15 YIL TANRI VE ATEİZM | 11

Yazan: Zübeyde Savaş
15 yıl tanrı ve ateizm 11, din, Farklı tanrılar, Gerçek hayat hikayesi, Küçük çocuklara tanrı masalları, Tanrılar nasıl oluştu?, Zübeyde SAVAŞ,

15 YIL TANRI VE ATEİZM | 11

-Çalıştığım tarla da işçilerin bazıları yayla da koyunların sütünü toplamadıklarını söylüyorlardı, yol olmadığından bahsederlerdi, ben de tarla sahibi'nin yanına giderek yapmak istediklerimi anlattım ve ondan iki tane at istedim parasını yayla döneminden sonra vereceğimi söyledim, tarla sahibi tanıdığım çok mert insandı, olmaz dedi atlar için, şu an kış yaklaşıyor senin atlara bakacak durumun yok, eğer kışın yanım da kalır hayvanlarıma bakarsan bahar geldiğinde de sana iki at veririm anlaşma bu, ben çok sevinmiştim tamam dedim, kışın kalacak yerim ve yemekte olacaktı, baharın iki atımla birlikte süt toplayacaktım. Bahar geldiğinde atları alarak yaylaya doğru yola koyuldum, sütü  kime vereceğimi de ayarladım sorun çobanlardan süt alacak çok param olmamasıydı, yaylaları özellikle yolu olmayan ve kötü olanları seçiyordum, yayla da çobanların yanına giderek süt topladığımı söylüyordum neredeyse bütün çobanlar  buna çok sevinmişlerdi, çobanlara topladığım sütlerin parasını da haftalık vereceğimi onlar da önemli olmadığını önemli olanın sütlerinin alınması olduğunu söylüyorlardı, çobanlardan sütleri alıyordum, güneş doğmadan sütleri atın sırtına koyarak götürür satardım, güneş batana kadar süt toplardım atlar ve ben çok yorulurduk o yayla döneminin en zoru ve acı tarafı geceleri yaylanın çok soğuk olması benimse sadece bir kazağım olmasıydı, ailem aklıma gelir ısınırdım,  yayla döneminde çok fazla para kazandım, çobanların paralarını düzenli olarak her hafta vererek güvenini de kazandım, yayla bitiminde köyüme gittim ilk olarak babam, abim ve kardeşimin mezarlarını yaptırdım, mezar taşlarına yoksul olarak yaşadıklarını ve isimlerini yazdırdım dinle ilgili hiçbir şey yoktu, köylü bu duruma çok sinirlenmişti umutları sorgulanıyordu, köyde bulunan bakkala giderek ilk kez ekmek alıyordum bu anlatılmaz bir duygu bunun tarifi bana göre yok çok mutlu olmuştum, bakkalın sahibi veresiye olmaz demişti çok güldüm içimden, canım ne çekerse almaya başlamıştım evime gerekli olan eşyaları televizyon dahi almıştım, köylüler yolda yürürken artık az da olsa merhaba demeye başlamışlardı, köylüler benim nasıl nereden para kazandığımı düşünür ve tartışırlardı bana da soracak bir cesaretleride yoktu, bense köylülerle konuşmak bile istemiyordum, yayla zamanı geldiğin de  at sayısını on yapmıştım ve çok paralar kazanıyordum köyde bir çok tarlayı aldım ve şehirden evler, yaylaya yollar açılırken bıraktım süt toplamayı, artık başkaları bana süt topluyordu. Bilimle ilgili olan her kitabı okumaya ve kendimi geliştirmeye başladım, evlendim, bir kızım var dedemin ailesi oldu soyu devam ediyor, bu yıllar içinde de yoksula aç kalanlara çok yardım ettim, köyüme gittiğim zaman evime gelen giden belli olmuyor sen kıyasla, ben acımasız mı olmuştum hayır, gösterilen saygı kime bana mı, hayır bir kağıt parçasına ben de değişen hayatımdan inancı çıkarmak oldu neden biliyor musun? Ben, babam, abim, kardeşim ve dedem tanrıyı aradık, umut ettik anlatılan tanrı yardım eder diye.

Derin bir sessizlik sarar her yanı, Ramadan, Barış’ın gözlerine uzun uzun bakar.
Ramadan:
- Kaç yıl oldu tanrıyı arayalı?
Barış bir anda irkilir, yılları unutmuştur zaman sanki kaybolmuşcasına ürperir birşey söyleyemez.
Ramadan:
- Gelecekle ilgili  umudun yok muydu? Aynaya bak kendine sor yılların nasıl geçtiğini ne için olduğunu sor, hayallerine ulaştın mı? Yoksa uzaklıştın mı? Denize balık tutmak için gittiğinde bir kaç sefer mutlaka balık yakalarsın, senin yanına ilk geldiğimde tanışmak için geldim aslında, köylüler seni o kadar anlatıyordu ki, bu kim dedim içimden öğrenmek istediğim insanlığını bulmuş muydu? Evet dedim tanıştığımızda, koyunların sütünü yıllar sonra kendim almak istedim neden biliyor musun? Seni daha iyi tanımak ve dost olmak için, baktığımda dostum dediğim insan eriyor, hayallerinden uzaklaşıyordu senin görmeni sağlamaya çalıştım olmadı umuduna yenildin hayallerin çok uzaklaşmıştı artık buna da ben katlanamıyordum, yıllar sonra bunu bir şekilde öğrenecektin fakat ortada hayallerin de kalmıyacaktı bu sana daha fazla acı verecek, umudun  boş olduğunu anladığında yılların nasıl kaybolduğunu anlayacaktın.

Ramadan, yavaşça kalkarak Barış’a tebbessüm eder, çok da üzgündür, arabadan bir ayna alır Barış’ın yanına bırakır, oradan ayrılır. Barış, düşünceler içinde kaybolur, aynaya bakar saç ve sakalları uzamış olduğunu farkeder, zamanı hatırlamaz saatler geçer aradan. Artık unuttuğu herşeyi hatırlamıştır;
- Tanrı sana inandığımdan bu yana on beş yıl geçmiş! On beş yıl! Mutlaka tanrı istediklerini verir demişlerdi ben de inandım sorgulamadan sana gecemi gündüzümü dua ederek geçirdim ne için? Koyunların bazılarının ikiz doğmasını istemiştim sana inanmadan önce çok gördüm ikiz kuzuları, otuz altı yaşına gelmişim çok basit bir istekti benim istediğim, ay,  yıldız değil, ben aynı yerde evimin çatısı olmayan Barış’ım sen ne yaptın bana, yıllarımı sana dua ederek geçti başka ne yaptım? Söyle bir kere duasız bir işe başladım mı? Annemi, babamı görmedim diye sana sitem ettim mi ? Her yerde seni yüceltmedim mi ? Bir anım duasız oldu mu? Sana inanalar bile bana yardım etmedi, senin adına çok para aldılar neden diye sormadım, niye uçak mı ? Şehirler mi? İstedim bir çatıydı istediğim  peki bana bunu anlatacak var mı ? ben de fakirim bir kere sızlandım mı ? Neden ? Fakirim diye isyan ettim mi? Nerde? Bir aç yoksul görsem elimden geldiği kadar yardım etmedim mi? Ne yazık ki üzülüyorum şimdi  insanlar insanlığı unutup benim yaptıkları mı sen yaptın diye anlatırlar, seni yüceltenler aslında kendi yaşamları için yaptıklarını daha iyi anladım, ben yaşadığım süre içinde yine yoksul olanlara yardım etmeye devam edecem insan olduğum için, on beş yılım gitmiş çok acı veriyor, yayla da bir dağ dan bir dağa yürümüş olsaydım çoktan adımlarımla en azından insanlar için bir yol açmış olurdum üzülüyorum zavallı görüyorum kendimi.

Barış elinde bulunan bütün din kitaplarını ateşe atmaya başlar sesinin çıktığı kadar bağararak:
- On beş yılımı verdiğim tanrı sadece beş dakika ısınmak içinmiş.
Bu sözleri yüzlerce kez söyler.  Öğleden sonra uyanır, koyunların yünlerini kestiği makasla saçını ve sakallarını keser, yeniden doğmuş gibi hisseder kendini, bir anda evini görmek ister, Ramadan gelir o sıra da, Barış arabadan inmesini istemez.
Barış:
- Hemen beni köye götürmeni istiyorum lütfen.
Barış arabaya binerek köye doğru giderler, yol boyunca hiç konuşmazlar, köye geldiklerinde evine bakar çatısı aynı şekildedir. Barış, huzurla arabaya  biner ve yaylaya geri dönerler.

Ramadan ve Barış huzur ve mutluluk içerisindedir. Gece geç saatte yaylaya gelirler Ramadan, Barışı’ı bırakarak gider. Barış koyunları kontrol ederek uyur, sabah olduğunda koyun sürüsü, köpekler ve atı Barış’ı sanki tebrik edercesine bakarlar, Barış çok sevinçlidir, çay ve kahvaltı hazırlarlar, kahvaltısını  yaparken, Barış sevinçle ayağa kalkar:
- Artık yalvarmak yok çok çalışmak var.
Koyunların yünlerini kesmeye başlar, akşam olmadan sütleri sağar, hazır eder, koyunlar sütleri artmıştır daha fazla süt verirler, Barış çok sevinir, aradan iki hafta geçmiştir, bir gece yarısı köpeklerin sesleriyle uyanır baktığında bir arabanın uzaktan geldiğini görür, araba bir gelir durur sonra tekrar gelir bir sorun olduğunu düşünür, köpekleri ve fener alarak arabaya doğru gider, arabanın içinde bir kişi olduğunu görür.
Barış:
- Merhaba, sorun olduğunu düşündümde geldim.
Kişi arabadan inerek sarılır, çok korkmuş bir hali vardır.
Yabancı:
- Ayı çıktı karşıma ne olduğunu anlamadan hangi yola girdim bilmiyorum arabanın yakıtı da bitti.
Barış:
- Gel benle yanımda kal, sabah dostum gelecek aracın için mutlaka yakıt buluruz, burası güvenli, köpeklerden korkma, ben Barış.
Yabancı:
- Ben Abdül, çok sevindim karşıma çıktığın için.
Barış, Abdül’ü alarak kaldığı yere götürür, hemen çay demler, ekmek ve peynir getirir, gülerek:
Barış:
-Turşucuda turşu, çobanda da peynir olur.
Abdül:
- Çok açıkmıştım, teşşekkür ederim.
Barış:
- Herkes aynısını yapar eminim.
Abdül:
- Ben emin değilim.
Çaylarını içmeye devam ederler, Barış’ın  gördüğü ayılar gelir aklına.
Barış:
- Ayıları nerde gördün, bende buralarda görmüştüm.
Abdül, biraz daha rahatlamıştır.
Abdül:
- Göl kenarında, göle bakarken bir anda arabanın yanına gelmişler, ben de gölün alt tarafındaki ormanın kesimini aldım genelde akşamları gölü izlemeye giderdim. Ayıları gördüğüm anda korkuyla nereye gideceğimi bilmeden sürdüm, hava yeni kararmıştı korkunun verdiği etki ile olmalı sanki ayılar benim peşimden geliyor zannettim buraya geldim nerden  nasıl bilmiyorum sen olmasan sabahı göremezdim eminim.
Barış:
- Bazen olur insana neye inanıp inanmıyacağını bilemez, boş ver geçti.
Abdül:
- Bu dağ başında yalnızlık zor olmuyor mu?
Barış, gülümseyerek:
- Para kazanmaya çalışıyorum, tabiki zor, küçüklüğümden beri çobanım.
Abdül:
- Bilirim para kazanmanın zorluğunu ben de çok zor günler geçirdim neyse, eğer ağaçla ilgili bir ihtiyacın olursa mutlaka benim yanıma gel lütfen yardımcı olurum.
Barış’ın  aklına evinin çatısı gelir:
- Öğrenmek istiyorum sadece merak ettim, evimin çatısını yaptırmak istiyorum ne kadar ağaç gider kaç parayı bulur.
Abdül'ün gözleri dolar:
- Sen hangi köydensin.
Barış:
- Buraya uzak kalır ak ağaç köyünden.
Abdül, Barış’a sarılır:
- Seni duydum çok kişiye iyilik yapmışsın, seni çok söylerler anlatırlar, tanışmak bu gecenin karanlığında oldu.
Abdül bir kez daha Barış’a sarılır.
Barış:
- Ben her insanın yapması gerekeni yaptım.
Abdül, tebbessüm ederek güler:
- Dünya üzerinde insan sayısı artı fakat senin bahsettiğin insanlardan kalmadı ne yazık ki, sen zor durumda olsan sana kim yardım eder.
Barış, çok duygulanır bir cevabı yoktur, düşündükçe üzülür. Abdül, Barış’ı anlatılanlardan duygulu ve onurlu olduğunu çok iyi bilir.
Abdül:
- Neyse boş ver, evin kaç metre biliyormusun.
Barış, heyecanlanır ilk kez evi için konuşur, gözleri dolar.
- Bilmiyorum metre olarak, köy evi bildiğin tek katlı üç odalı, ben sadece bir odayı kullanabiliyorum.
Abdül üzgündür:
- Çok yorgunum yatalım mı?
Barış:
- Tamam.

Yatakları açar yatarlar, Barış evi için konuşurlarken ne oldu, her halde yorgun olmalı diye düşünür. Barış, sabahtan kalkar sütleri hazır eder, çayı demler peyniri ve ekmeği getirir, o sırada Ramadan gelir. Abdül uyur, Barış, olanları anlatır, Ramadan, Abdül’ün arabasına yakıt koyar, sütleri alarak gider. Abdül bir süre sonra uyanır:

Diğer sayfalar:
◄ [10] , [12] ►

PAMUK PRENSESİN ÖLÜMÜ

Yazan: Demon Product
DP,din, islamiyet, İslamda çocukla evlenme geleneği,Çocuk gelinler ve İslamiyet,Pamuk prensesin ölümü,Çocuk istismarı,Artan çocuk tecavüz haberleri, Talak suresi 4.ayet,Tecavüz sınavı
Yazıma Jeanne COLDELIER’ in harika kitabının adı ile başlamak istedim "Pamuk prensesin Ölümü". Bu kitabı okumanızı şiddetle tavsiye ediyorum. Sebebi mi? Sebebi azda olsa yazımla alakalı da ondan.

Çocuk istismarı konusunda hit yapmaya başladık. Tabi bir grup ki ülkemizde çoğunluk olan bir grup hemen çıktı ve öne atıldı: "Hep İlluminati ve Masonların yapıyor. Yahudiler tezgâhlıyorlar bu işi. İngiliz ve Amerikan emperyalistlerinin planları bu. Amaçları bizi bölmek!..."

Diğer bir grup ki bunlar daha akılcı bir yaklaşım sergiliyorlar: "Eskiden de vardı ama bilinmiyordu, televizyon ve internet yoktu yayılmıyordu. Şimdi her şey yayılıyor tez zamanda!..."

Ağrımıza gitti, gururumuza dokundu, insanlığımıza sığdıramadık, mantığa oturtamadık. O küçücük bedenlere yapılanları bir türlü yakıştıramadık kendimize.

Bir KIZ ÇOCUĞU olmalı… Sokakta özgürce oynaması gereken, komşu Okan abisinden terleyince su isteyebilen, rahatça bakkal muhittin amcadan çikolata alabilen, Annesi ve Babası bir yere gittiğinde Melahat Teyze ve Mehmet Amcaya emanet edilebilen. Başı sıkıştığında mahallenin Semih abisine gidebilen, Merak ettiklerini rahatlıkla öğretmenine sorarak öğrenebilen, korkusuzca, güvenle, insanlıkla yaşayabilen…

Bilmiyorum çocuğunuz var mı? Benim var. Elinizden öper minik bir kızım var. Bana göre minik. Kendine göre genç kız. Hani tabiri caizse gözümden sakındığım.

Bir grup soracak şimdi : "Kendin gibi dinsiz, imansız mı yetiştiriyon la çocuğu?" diye. Yok, öyle değil. Öğrensin. İslamiyeti de öğrensin, diğer dinleri de öğrensin. İsterse inançla yaşasın, isterse inançsız yaşasın. Net bir cevap mı lazım: Evet Kur'an kursuna da gitti. Bilsin. Öğrensin. Kendisi sorgulasın. Ne hoca söylediği için dindar olsun ne de ben dedim diye dinsiz olsun.


İnancını veya inançsızlığını kendi seçsin. Eşini kendi seçsin. Hayatını kendi seçsin. İşini kendi seçsin. Okulunu kendi seçsin. Korkularını ve sevinçlerini kendi seçsin. Ne benim doğrularımla yaşasın ne de başkalarının doğrularıyla. Kendi doğrularını yaşasın.

Elbette ebeveynlerin görevi doğruyu ve yanlışı öğretmek. Peki, hangi doğruları veya hangi yanlışları?

Eğer Afganistan’da Taliban rejimi altında, Etiyopya’da, Yemen’de, Arabistan’da, İran’da, Malezya’da, Endonezya’da, Suriye’de bir baba olsaydım kızımı daha 9 yaşındayken benden dahi yaşlı bir adamla evlendirecektim. (Sakın yok diye iddia etmeyin, Ülkemiz yargı sistemi ile Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlıklarımız güneydoğu başta olmak üzere Suriyeli çocuk gelinlerin hukuki durumunu tartışıyor. Çünkü Suriye yasalarına göre 16 yaş yasal. Daha küçük yaşlarda hoca izni ile evlenilebiliyor. Bir sağlık görevlimiz Suriyeli çocuk annelerin dramını daha birkaç ay önce medyaya taşımıştı. Tabi tüm bunlar dış güçlerin oyunu. Yok aslında böyle şeyler.)

Devlet izin vermese de şeriat mahkemesi veya izni ile verecektim. Öyle bilecek, öyle öğrenecektim. Belki de cennetle müjdelenmek için kendi ellerimle teslim edecektim kızımı. Ağlayacaktım, üzülecektim ama içimi buruk bir sevinç kaplayacaktı. Cennetle müjdelenecektik. Sünnet’i tamamlıyorduk. Ayşe’de o yaşta evlenmemiş miydi? Kızını Peygambere veren Ebu Bekir edası ile mutlu olmayacak mıydım? O cennetlik sahabe gibi kızımı sanki Ayşe’ymişçesine vermeyecek miydim?

Ya ben? Belki de eşimle 9 yaşında evlendirilecektim. Daha aşkı hiç tanımadan, görmeden dünyayı, gençliği hiç yaşamadan… Ama hiç olur mu? Kız kızmısı başıboş bırakılır mı? Hemen evlendireceksin. O-ospu olur yoksa. Ya ben? Diyelim ki o yaşlarda evlenmek istemedim. “Gız mı olcen la sen? Çalışmıyor mu makine? Hehehe!” gibi soğuk, anlamsız, buram buram cahillik kokan kelimelere maruz kalacaktım.

(Bu arada o yaşlarda evlenerek hayata adım atanların bu dünyadaki sınavı bu mu? O yaşlarda zorla ve sapıkça bir şekilde cinsellik ile tanıştırılmak ne gibi bir sınav olabilir? Hani bu Dünya sınavdı ya? Şu an bu dünyada sınava tabi tutuluyorduk ya. O bakımdan. Düşünsenize, daha çocukken cinsellik ile beni sınava tabi tutan bir yaratıcım var.)

Bulunduğum ülke, yaşadığım toplum, inandığım din, kurallar bunu gerektiriyordu. O yaşlarda evlenmeliydim. Normali buydu. Cinsellik mi? O da ne? Zevk? Yok, be gardaş, biz normal ürüyoruz o kadar. Varsayalım öyle bir yaşa geldim ki artık cinselliğin zevkini aldım. Eşim? O hep aynı. Peki ya diğer kadınlar?

E param var, o halde "bakabilmek kaydı ile", "cariye olaraktan" alırım birkaç tane olur biter. Şimdi diyeceksiniz ki bakabilmek veya zengin olmak önemli değil. Hanımının rızası da önemli. Öyle ya tüm dünyada ikinci-üçüncü-dördüncü eşini almak isteyenler diğer hanımlarından helallik istiyor. Yersen. Bu arada kaç kadın kocasına ikinci-üçüncü-dördüncü eş için izin verir bu da ayrı bir merak konusu. Neyse diyelim ki aldım birkaç hatun. Hak geçmesin diye sıraya sokarım onları. Kimsenin hakkını çiğnemem. Hepsinin bir sırası olacak. Boşanmak? O var olabilir. Mehir hakkını veririm olur biter. Yalnız ben “One Night” istiyorsam ne olacak? Kolayı var. Basarsın bir Muta nikâhı olur biter. Yeter ki helalinden ve caiz olsun. Kadınlar helal olduktan sonra bizim tarlamızdı. Dilediğimizce sürebilirdik.

Sakın bana o dönemin şartları, yok savaş hali, yok erkek nüfusu azaldı diye komik komik savunmalar ile gelmeyin. Bunların safsata olduğu artık cümle âlem öğrendi. Örneğin o sırada cariye yapılan kadınlar sayesinde mi nüfus arttı? Eğer kadın yoksul ve kocasız kalmış ise illa yatağına mı alacaksın? Yatağa almadan bir kadına yardım edemiyor musun? Böyle bir kaide mi var? Kaide var tabi. Ayetlere bakınca cariye de yapıyorsun eş de yapıyorsun.

Konu çok dağıldı. Ayşe’den, pardon Hz. Ayşe’den bahsediyordum. 9 yaşında evlenmişti.

Pardon. Bu hurafe idi. Dine atılan bir iftiraydı. Ayşe 16 idi. Pardon 18. Yok 19. Aman efendim olur mu öyle şey o dönemin şartları, bilmem ne Hoca efendinin hesaplarına göre 23. Olmadı değil, şimdi o dönemin Arap kültürüne ve Arap coğrafyasında iken evlilik yaşı 17 idi, Yalancılar, Ayşe annemiz 20 yaşında evlendi.

Eeeeehhhh bir karar verin be!. Kabul edin. Kıvırmayın, bükmeyin.

(Bu konuda site yazarı Gregoire De Fronsac’ın "AİŞE MUHAMMED’LE EVLENDİĞİNDE KAÇ YAŞINDAYDI" adlı makalesine göz atabilirsiniz.)

Ayşe 9 yaşında evlendi sevgili Tatlısu Müslümanları. Bunu o vicdanınıza ve beyin kıvrımlarınıza iyice yerleştirin. İster kabul edin ister etmeyin. İsterseniz saçınızı başınızı yolun. Gerçek bu. Sadece sizin gibi Tatlısu Müslümanları inkâr ediyor. Diğer Müslümanlara ve İslam ülkelerine bakın neyi kabul ediyorlar.

Özür dilerim. Benim sapkınlığıma ve cahilliğime verin. Hiç esenlik ve barış üzerine olan dinimizde böyle şeyler olur mu? Uydurma hadisler üzerinden dinimize saldırma diyorsanız ki saldırmıyorum. Şu ayete bir göz atın. Bu ayeti ben uydurmadım. Hatta bu sitede yer alan makalelerde o kadar çok yer aldı ki sayısını unuttum:

Talak Suresi 4. Ayet:
"Kadınlarınızdan âdetten kesilmiş olanlarla, henüz âdet görmeyenler hususunda tereddüt ederseniz, onların bekleme süresi üç aydır. Hamile olanların bekleme süresi ise, doğum yapmalarıyla sona erer. Kim Allah’a karşı gelmekten sakınırsa, Allah ona işinde bir kolaylık verir."

“… henüz adet görmeyenler…” cümlesinden ne anlıyorsunuz? Hatta bu surenin tamamını okuyun. Tüm eski İslam âlimlerinin tefsirlerine bir bakın. Kendi gözlerinizle görün. Kimler için henüz adet görmemiş tabiri kullanılır? Menopoz dönemindeki kadınlar için mi? Hamileler için mi? Zaten adetten kesilmek tabiri kullanılmış ayetin başında. Yani, hamile ve menopoz dönemi kadınları kapsamış Burada anlatılmak istenen başka bir şey var görün artık. Dedim ya bana da güvenmeyin. Eski tefsirlere göz atın. Tatlısu hocalarına kanmayın.


Amacım dinciler çocuklara tecavüz ediyor. Dinsizler sütten çıkmış ak kaşık imajı yaratmak değil. Sapkınlığın dini inancı olmaz. Ateist sapık ta olabilir. Bu yazıda sapıklardan ya da tecavüzcülerden bahsetmedim/bahsetmiyorum.

Sadece şunu sormak istiyorum, yeğeninizi, kızınızı, kardeşinizi, ne bileyim küçük bir kız çocuğunu gözünüzün önüne getirin. 9-12 yaş civarı. Onu evlendirmek, yaşlıca birinin koynuna sokmak vicdanınıza ve insanlığınıza sığıyor mu? Sanmıyorum. İnançlı, hatta şu an bana küfür eden inançlı okurlarımızın dahi vicdanına sığmıyor biliyorum. Hadi beni ve size göre sapkın fikirlerimi boş verin. Kendi hocalarınızın – ama eski sağlam tefsircilerin ve âlimlerin- bilgilerine ve yazdıklarına göz atın. Cevaplar pek hoşunuza gitmeyecek.

Hele ki kadınlar hakkında ki ayetlere bir bakın. O "SAĞLAM" hadislere bir göz atın. Tabi göz atmaya ve araştırmaya cesaretiniz varsa. Bakın bakalım kadınlar hangi statüde. Sizin savunmanızı size karşı kullanacağım: "Kurandan cımbızladığınız ayetlerle kalkıp kendi fikrinizi savunmayın!". Bakın bakalım Kuran’ın ve sahih hadislerin geneline; kadın hakları ne durumda. Tabi "The Last Ayet Bükücü" hocalarınız buna zaten cevap geliştiriyorlar.

Çocuk gelinler alenen bir istismardır. Kusura bakmayın ama eğer bir inanç minicik bir kızın bedenini bir erkeğin yatağına uygun görüyorsa o inancı reddediyorum.
Sizin mideniz kaldırıyorsa size de eyvallah.

Bu arada geçenlerde Minik Eylül Ankara/Polatlı’da uğradığı istismarın ardından hunharca öldürüldü. Aklıma Site Baş Yazarı ve Yöneticisi A.KARA dostumun birkaç yıl önce bir makalesinde sorduğu soru geldi: Bu güleç yüzlü güzel Kız’ın bu dünyada ki sınavı bu muydu? Artık sınavını tamamladığı için cennete mi gitti? Yüce yaradan O’ na bu sınavı mı reva gördü? Ya da bu istismarcının mı sınavıydı? Madem istismarcının sınavıydı, küçük Eylül sadece bir sınav sorusu muydu? O’ nun var olma sebebi bir sınav sorusu olmak mıydı?

Gelin Pamuk Prensesleri Öldürmeyelim.

Yazımın başlığını Jeanne CORDELIER’ in kitabının başlığından almıştım. Bu kitap gerçi sadece çocuk istismarını ele almıyordu. Aile içi istismar söz konusuydu. Neyse detaya girmeyeyim. Şimdi o kitabın arka kapağındaki yazıyı size aktarmak istiyorum:

"Masanın üstünde anne. Yemek yediğimiz masanın üstünde. Bütün pislikler masada çıkıyordu anne, sen alışverişini yaparken, 'Arala bacaklarını,' derdi babam, ' Rahibeler duadan başka ne öğrettiler?. Ve sen çarşıda gün geçtikçe daha çok zaman harcadığından, bir pazar, mutfak masasının üzerinde en büyük aralamayı yaptım. Yürüyüşümün değiştiğini fark etmemiştin bile. Bana bakmıyordun artık. Gerçekte, bütün gerçeği sana bugün söylesem neye yarardı? Bir çocuğun dilinden anlamasını bilmediğine göre. Körsün. Bana vurduğunda gözlerinin içinde bunu görebiliyordum. Bunun için bakışlarımı indirmemi istiyordun.
... Babam neden bunu yapıyor? Annem neden izin veriyor? Sanki tahtaya şunları yazsam ne olur? Babam oramı elliyor. Sınıfta kaç kişinin oraları artık kendilerine ait değil?"