Paganizm inanışı ve ayinleri binlerce yıl boyunca var olmuş, birçok
uygarlıklarda değişik şekillerde ortaya çıkmıştır. Hem yaşanan etkileşimlerden
hem de insanların doğayı, doğuşu, ölümü, gökyüzü, gezegen ve yıldızları anlama
çabalarının sonucu olarak farklı coğrafyalarda benzer inanış ve anlayışlar var
olmuştur. Bunun örneklerinden biri İsa figürünün oluşumunda pay sahibi olan
Dionysos kültüdür.
Dionysus, şarap ve ekmek tanrısıdır. Antik Yunanlı'nın gözünde her türlü
bitkiye yaşam veren, onları büyüten görünmez güçlerin toplamıdır. Bu yüzden
üzüm ve şarabın önemli olduğu antik dönem insanının gözünde onun sembollerin
biri asma oluvermiştir. Ek olarak boğa, yılan, kaplan, leopar da sembolleri
arasındadır. Kabul görmüş sembollerinden biri de incirdir. Genellikle
leopara binerken, leopar derisi giyerken veya panterlerin çektiği bir
arabada iken resmedilmiştir. Onu tanımlayan en önemli sembollerinden biri
elinde tuttuğu thyrsos yani ucunda çam kozalağı takılı olan ve asma dalları
ile bezenmiş değnektir. Değneğin ucundaki çam kozalağı onun bir Anadolu
tanrıçası olan Kibele ile ilişkili olduğunu düşündürür.
"Şarap veren" sıfatına ek olarak "efendi", "tanrı", "ağaçların olan" gibi
sıfatları vardı. Başka ve en önemli sıfatı "kurtarıcı"ydı; tıpkı İsa gibi.
Paganizm toplumlar arasında uygulanış olarak farklılık gösterebildiğinden
kimileri çılgınca uygulanan kanlı hayvan kurbanları ile kimileri ise
meditasyon benzeri yöntemleri ile öne çıkıyordu. Bugünün aksine geçmişte uzun
zaman boyunca bu tapınma biçimleri hor görülmemiş hatta devlet tarafından bile
onaylanmıştı. Bu yüzden tapınma ve ibadetler -ufak istisnalar hariç- gizli
saklı yapılmıyor ve kişiler ayıplanmıyordu. İlerleyen süreçte farklı dini
görüşe sahip baskıcı liderlerin başa geçmesi ile zulüm yaşamaktan korkan pagan
halklar ibadet ve ayinlerini daha küçük ölçekte tutup gizli yapmaya
çalışıyorlardı. Konum ve dil değişse de inanışın merkezinde ölüp yeniden
dirilen bir tanrı ya da insan miti bulunuyordu; tıpkı Dionysos gibi.
İnanışa göre Dionysus, Roma adıyla Bacchus tıpkı diğer bitki örtüsü tanrıları
gibi şiddetli bir ölüme maruz kalmış, tekrar dirilmiştir. Şarap ve bereketle
ilişki olan tanrının ayinlerinde onun çektiği acılar, ölümü ve yeniden
dirilişi canlandırılırdı. Ayinleri özünde, asma yetiştiriciliği ve onun yaşam
döngüsü ile ilgilidir. Tıpkı doğa gibi onun bir parçası olan bağ bahçeleri de
yaşayan tanrı olarak somutlaştırıldığından şarabın fermantasyonu parçalanarak
yeraltına inen tanrının özü ile ilişkilendirilmiştir.
Kültü yani insanların ona tapınması çok eskilere dayanır, öyle ki Miken'lere
kadar uzanır. Atina'daki Dionisya (Dionysia) ve Lenaia festivallerinde
fallisizm yani cinselliğini, cinsel organını kutsallaştıran törenler
düzenlenirdi.
Eleusis, diğer adıyla Elefsis, Yunanistan'da Atina'nın batısında yer alan bir
bölgeydi. Burada ana tanrıça ve tanrı-insan Dionysus şerefine kutlamalar
yapılıyordu. Burada yer alan Elefsis Tapınağında yaklaşık 1.100 yıl boyunca
kutlamalar yapılmıştı. Fakat buradaki tapınakları M.S. 396'da bir grup
Hristiyan keşişin yardım ettiği Vizigot kralı Alaric tarafından yok edilmişti.
[1]
Her tanrının, tapınıcılarının, antik dinlerin bir yükseliş ve düşüş dönemleri
vardır. İşte Elefsis'deki Dionysos kutlamalarının zirvede olduğu zamanlar,
ruhani gelişim yaşamak ya da gizli öğretileri öğrenerek öğretici olmak
hevesiyle kadın-erkek, zengin-fakir, köle-imparator fark etmeksizin herkes
tapınağa akın ediyordu. [2] Sulla, Mark Anthony, Cicero, Augustus, Claudius,
Domitian, Hadrian ve Marcus Aurelius gibi birçok Romalı asil ve İmparator
kutlamalarda yer almıştı. Kutlamaların ünü öyle yayılmıştı ki Hindistan'da
yaşayan bir Brahmin rahibi olan Zarmaros bile Elefsis'e gitmiş, tapınak
açıldığında yanan büyük alev harlandığında alevlerin içine doğru yürüyerek
izleyenleri büyülemişti. [3]
Hacca gitmek ya da oruç tutmak İbrahimi dinlere özgü değildir, bu dinler
ortada yokken çoktanrılı birçok topluluk hac yapmış, oruç tutmuş ve her biri
bunlara farklı anlamlar yüklemiştir.
Örneğin yaklaşık 30.000 kadar Yunan vatandaşı Dionysos adına kutlamalar yapmak
için kıyıda yer alan Elefsis'e gitmek amacıyla 30 kilometrelik bir yolu
yalınayak yürüyerek hacca giderdi. [4] Hac görevini tamamlayarak
bölgeye ulaşan Yunan hacılar Dionysos için kurbanlar sunuyor, arınma
ritüelleri yapıyor ve oruç tutuyorlardı.
Yunan pagan dininin gizli sırlarına erişmek isteyenler bu bölgeye kadar uzanan
Kutsal Yol boyunca ilerlerken zil ve tef sesleri eşliğinde dans ediyor,
kendilerine kötü davranan maskeli adamlar tarafından taciz ediliyor, hatta
bazen sopalarla darbe alıyorlardı. [5] Yani tanrının yaşadığı acı, çilecilik
yolu ile deneyimlenmeye çalışılıyordu. Kutsal Yol üzerinde gerçekleşen bu hac
yürüyüşünün başında Dionysos'un heykelini taşıyan görevliler bulunurdu.
Dolayısı ile yolculuk tanrının rehberliği ile gerçekleşirdi.
Temizlikte kullanılan su tarih boyunca, sıklıkla arındırıcı olarak
görülmüştür. Vaftiz inancının temelini de bu inanış oluşturmaktadır. İşte Ana
Tanrıça ve Dionysos'a hac yolculuğunu tamamlayan insanlar da çıplak olarak
denizde yıkanır, arınma törenleri yapar, daha sonra gizli sırları öğrenme hevesiyle
kalabalıklar halinde 3.000 kişilik kapasiteye sahip, Elefsis Gizemlerinin
merkez ve kutsal alanlarından biri olan Telesterion'un büyük kapılarına
gelirlerdi. Her hacı içeriye girme hakkına sahip değildi. İçeriye girecek
kişiler ya seçilmiş ya da daha önce buraya gelip öğretilere aşina olmuş
insanlar olmalıydı.
Peki içeri girmek neden bu kadar önemliydi? Önemli devlet isimlerini bile
heyecanlandıran bu törende neler yapılıyordu?
İçeri giren herkes gördüklerini ve öğrendiklerini sır olarak tutmaları için
kutsal bir yemin ediyordu. Girdikleri bu yerde etkileyici, tiyatral bir törene
eşlik ediyorlardı. Törenin başrahibi Hierophant yani kutsal gizemlerin
koruyucu ve yorumlayıcısı, insanları kutsal sayılan şeylerin huzuruna çıkaran
kişi Dionysos'un hikayesini dramatik bir şekilde canlandırırken Dionysos gibi
giyiniyordu. [6]
Yeni Ahit ve Kilise Tarihi profesörü Samuel Angus şöyle demişti:
"Bir Gizem Dini, ayrıcalıklı izleyicilerin hayret dolu gözleri önünde,
mücadelelerin ve ıztırapların hikayesi ile, koruyucu bir Tanrının
zaferini, yaşamın eninde sonunda ölüme galip geldiği ve acıdan neşenin
doğduğu doğanın meşakkatini tasvir eden ilahi bir dramaydı. Gizemlerin
ritüellerinin bir bütün olarak amacı, özellikle, duygusal hayatı
hızlandırmaktı. Bu tutku-oyununda duyguları kışkırtacı hiçbir araç göz
ardı edilmiyordu, ya ölçülü eğilimleri uyandırmak yolu ile ya da dış
uyaranlar sağlamak yolu
ile. Gergin zihinsel bekleyişlerin etkisi, oruç tutmak, derin
sessizlikler, görkemli alaylar ve karmaşık törenler, yüksek sesli ve vahşi
ya da yumuşak ve büyüleyici müzik, çılgınca danslar, spiritus likörlerin
içilişi, vücudu suya daldırmak,, yoğun karanlığı izleyen göz kamaştırıcı
ışık, harika tören cüppelerinin görünüşü, kutsal amblemlerin verilişi,
Hierophant'ın kendi telkinleri ve sözleri ile artırılıyordu-bunlar ve
duygusal coşkunun birçok sırları rağbetteydi."
[7]
Birçok araştırmacı ve bilim insanı Dionysos mitinin dramatize edilmesinin
tiyatronun kökenini oluşturduğunu söyler. [8] Dionysos törenini tiyatrodan
farklı kılan yönü izleyicilerin pasif olmamasıydı. Tiyatroya katılan bir kişi
sadece sahnelenen oyunu izlerken Dionysos törenine katılmaya hak kazanan
insanlar insan-tanrının ölümünü ve yeniden doğuşunu temsil etmek için onun
yaşadığı çileye ortaklık etmek, tutkusunu paylaşmak zorundaydılar.
Bu konuda otorite olmuş olan çağdaş yazarlardan Otto W. F. şöyle demiştir:
"Dioynsus, en kutsanmış esriyişin ve en coşkulu aşkın Tanrısı idi. Ama o,
aynı zamanda, eziyet edilen Tanrı idi, acı çeken ve ölen Tanrı idi ve onun
sevdiği herkes, ona hizmet eden herkes, onun trajik yazgısını paylaşmak
zorundaydı."
[9]
Dionysos'un acısına ortak olan insanlar bunu tiyatral bir gösteri amacı ile
yapmıyorlardı. Caferilerin kendilerini kamçılaması, Atargatis yani Kibele'nin
rahibelerinin kendilerini keserek kanatması gibi onlar da kendilerine zarar
veriyor ve ruhsal bir arınış, katarsis yaşıyorlardı. Kendini kaptıran bu
insanlardan kimileri huşu ile dolarken, kimileri kendilerini kutsal semboller
ile bağdaştırır, kimileri ise tanrılar ile birlikteymiş gibi hissederlerdi.
[10]
MÖ 200 dolaylarında Dionysos tapınımı Roma'ya yayıldığında tanrının adı
Bacchus olmuştu. Kadınlar 16 ve 17 Mart tarihlerinde Roma'nın üzerine
kurulduğu ünlü yedi tepeden biri olan Aventine Tepesi'ndeki koruya giderek
Dionysos yani Bacchus için kutlama ve ayinler yapıyorlardı. Bu kutlamanın adı
Bacchanalia idi. Sonraları erkeklerin de katılmasına izin verilmiş ve
kutlamalar ayda beş kez yapılmaya başlanmıştı.
KAYNAKLAR
Samuel Angus, The Mystery Religions (1925), vol. vii.
W. Burkert, Greek Religion : Arcaic and Classical (1985), 286; Harold R.
Willoughby, Pagan Regeneration (1929), 38.
Carl Kerenyi, Eleusis (1967), 100 ff.
Herodotus, The Histories, 544, Book 8, 63-8.
Burkert, a.g.e., 287.
Kerenyi, a.g.e.., 55.
Angus, a.g.e., p. 61; Dover edition, p.50.
Carl Kerenyi, Dionysos (1976), 315; W.K.C. Guthrie, Orpheus and Greek
Religion (1952), 32.
Walter Friedrich Gustav Hermann Otto, Dionysos Myth and Cult (1965),
49; V.D. Macchiro, From Orpheus to Pavlus (1930), 75.
W. Burkert, The Orientalising Revolution (1992).
●►Patreon'dan Üye Olarak Destek Olmak İçin: PATREON ●►Youtube 'Katıl': KATIL
Dünyanın birçok bölgesinde karmaşaya neden olan insan benzeri
küçük varlıklara dair efsaneler bulmak mümkün. Bunlar karşımıza goblin, golem,
elf ya da cin gibi efsanevi varlıklar olarak çıkarlar. Benzer şekilde Meksika
bölgesinde de Mayalardan kalma bir "küçük insan" efsanesi vardır. Onların
inandığı efsanevi küçük insan ırkı olan Aluş, kargaşa çıkaran, yıkıma neden
olan bir tür ruhsal varlık gibidir. Türk mitolojisindeki iyeler ile benzer yönlere sahiptir.
İnanışa göre Yucatan Yarımadası'nın civarında yaşadığına inanılan bu küçük
varlıklar genellikle insanlar tarafından görülemezler. Fakat yaramazlık yapmak
istediklerinde ve eğlence arayışına girdiklerinde kendilerini görünür hale
getirebilirler. Genellikle orman, tarla, mağara gibi yerlerde bulunurlar.
Yiyecekleri ve içecek suları olduğu sürece hemen hemen her şeyin içinde
yaşayıp onu yuvaları haline getirebilirler. [1]
Tasvirlere göre aluş, çoğul adıyla aluşob denen bu varlıkların boyu insanların diz
hizasındadır ve baykuş benzeri gözlere sahiptirler. Hızlı hareket etmelerinin
yanı sıra inanışa göre kimi aluşların vücutlarının bir kısmı panter, iguana, geyik,
papağan, çakal gibi hayvanlardan oluşur. Fiziksel
görünüşlerine dair diğer tasvirler genel olarak onları peri benzeri yaratıklar
olarak tanımlar. Yucatan yerlilerinden bazıları aluşların gölgeler
içinde saklanıp kırmızı gözleriyle etrafa baktığını belirterek onları daha korkunç
varlıklar olarak anlatır.
Yerliler bu varlıkların ormanda yaşadığına inanıyor ve eğer
ormandan ayrılmayı ve kasaba, şehir gibi yerleşim yerlerine doğru gitmeyi daha
faydalı bulacak olurlarsa buralara hücum edeceklerini düşünüyorlar. Bu yüzden
günümüzde bile ormandan ayrılıp dışarı çıkmasınlar, kasaba ve şehirlere inmesinler diye
onlara yiyecek içecek sunuları bırakılıyor. İnanışa göre onlara verilen
bu sunular devam ettikçe yaşam yerlerinden ayrılmayacak, ormanda yaşamaya devam edecekler.
Kimi çiftçiler hem onlardan korunmak için hem de ormandan çıkmamaları için içine girip yaşayacakları minik evler, sunaklar inşa ederler. Bunlara "kahtal" denir. Bu aynı zamanda çiftçinin de çıkarınadır. Çünkü iyi davranılan bir aluş tıpkı Türk mitolojisindeki Ev İyesi gibi insanlara yardımcı olur. Fakat evlerin geçerliliği yedi yıldır. Kendisi için inşa edilen evin içinde yedi yıl boyunca yaşayacak olan aluş bu süre içinde çiftçilerin ekinleri ile ilgilenecek, hatta daha çok yağmur yağmasını sağlayarak toprağı bereketlendirecektir. 7 yıl dolduğunda aluş için yapılan sunak evin kapı ve pencereleri kapatılmalı, böylece aluş içinde hapsedilmelidir. Eğer bu yapılmazsa peri zararlı ve hilekar yüzünü göstermeye başlayacaktır. [Theresa Bane. Encyclopedia of fairies in world folklore and mythology (2013), sf. 25.]
Kolay memnun olabildikleri gibi çabuk sinirlenebilen bu varlıklara saygısızlık
edilir ve dikkate alınmazlarsa bölgede yaşayan yerlileri korkutur, rahatsız
etmek için harekete geçer ve daha tehditkar olurlar. İnsanların eşyalarını
çalar veya ormanda gezenlere can sıkıcı şakalar yaparlar. Bu yönleriyle Türk mitolojisindeki Orman iyesi ile de benzeşirler.
Bir efsaneye göre bu varlıklara kilden yapılmış bir put şeklinde rastlanırdı ve eğer 9 gün 9 gece boyunca önlerinde tütsü yakılırsa canlanırlardı. Eğer bir insan belli bir aluşun sorun çıkardığından eminse onun evinin önüne giderek yiyecek içecek sunarak barış yapardı. [Nelson Reed. The Castle War of Yucatan. 1964. Sf. 38.]
Kimi bölge insanları yaşadıkları şanssızlıkları bu
efsanevi varlıklarla ilişkilendirmiş, onları memnun etmediklerini, saygısızlık ettiklerini düşünmüşlerdir. Bu durumu telafi etmenin yolu onlara
yeni sunular sunmak ve yaşamaları için bir ev inşa etmektir.
Peki insanlar bu varlıklardan neden korkuyor? Sadece eşya çalacak ya da can
sıkacaklar diye mi? Şimdi o kısma gelelim. İnanışa göre bu küçük yaratıklar
siz ormanda dolaşırken birden önünüze geçip sizden bir sunu isteyebilirler. Eğer
reddederseniz öfkelenen Aluş diğer Aluşlara haber verip hepsini
toplayacaktır. Toplanma nedenleri her zaman fiziksel olarak saldırmak değildir. Hepsi bir araya gelip ona sunu vermeyi reddeden kişiye hastalık
büyüsü yaparlar.
Aynı zamanda Müslümanlar arasındaki cin inanışına benzer şekilde
eğer onların adını söylerseniz çağırmış olursunuz. Geldiğinde çağırdığınız
için rahatsız olacak ve kargaşa yaratacaktır. Bu yüzden isimlerini söylemekten
uzak durmak gerekir. Özellikle çocukları ormana sürükledikleri gibi bir inanış da mevcuttur. Bazıları hala bu varlıklara inanmaya devam ederken kimileri inanmayı bırakmış
durumda.
Biliyoruz ki mitolojiler genellikle öyle birdenbire ortaya
çıkmazlar. Genelde hepsinin bir çıkış noktası olur. İşte tarihçilerin
iddiasına göre aluş ismi zaman zaman İspanyolcada gnomlar, leprikonlar ve
goblinler gibi insan benzeri varlıklar için kullanılan "duende" terimi ile
karıştırılmıştır. Benzerlikleri dikkate alındığında karıştırılabilmeleri tabi
ki muhtemeldir. [2]
Duende kavramını Yunanistan, Portekiz, Filipinler gibi İspanya'nın ötesindeki
birçok ülkenin halk masallarında, geleneklerinde görmek mümkündür. Bölgeden
bölgeye göre terim ufak farklılıklar gösterse de hepsinin ortak noktası küçük ve
kargaşaya neden olan varlıklar olmalarıdır. Yiyecekleri yaktıklarına,
başkalarının yemeklerini yediklerine, şiddetli yağmur veya kar
yağdırdıklarına, geceleri insanları rahatsız edip uyandırdıklarına, küçük
çocukları yaramazlık yapmaya teşvik ettiklerine dahi inanılır.
Diğer yandan tıpkı Aluş gibi insanlara şans getirebilir ve yıkılan binaları
yeniden inşa edebilir, ormanda kaybolanlara yardım edebilir, araziyi kutsayıp
daha verimli kılabilir, yaşlı balıkçıların kürek çekmelerine yardımcı olmak
gibi iyi işler de yapabilirlerdi.
Kimi tarihçiler duende teriminin bazen aluş sözcüğünün yerine kullanılmasının
ve Aluş efsanesinin ortaya çıkmasının 15.yy'da Mayaların İspanyollar ile olan
etkileşiminden kaynaklandığını düşünür. Diğer yandan Mayalar benzer efsanevi
varlıklara inanan Britanya Adaları korsanları ile temas kurup bu varlıklara
dair inanışları onlardan alıp türetmiş de olabilir. Ancak kimi Maya insanları
için Aluşlar diğer topluluklardan alınmış efsanevi varlıklar değildi. Onlara
göre kökenleri çok daha eskiye dayanıyor. Bu yüzden kimileri Aluşlara atalarının ve ülkelerinin
ruhları olarak tapıyorlardı.
Mayaların Aluş tasvirlerini okuduğumda aklımda oluşan fikri destekler şekilde
bazı kriptozoologlar* Aluş efsanesinin o dönemde yaşamış cüce insanlardan
kaynaklandığını öne sürerler. Fakat zannedilenin aksine cücelik o dönemde yaygın görülen bir durum değildi. Bölgede onlarca kazı yapılmasına rağmen cüce insan iskeletine rastlanmamış olması da bunun kanıtıdır. [Virginia E. Miller. The Dwarf Motif in Classic Maya Art. Sf. 114.] Haliyle nadiren cüce birine tanık olan Mayalar onlarla karşılaşmalarını
sözlü ve yazılı olarak aktarırken karşılaştıkları cüceleri efsaneleştirerek
iyi-kötü yönlere sahip cüce varlıklar inancını var etmiş olabilirler. Çünkü
kayıtlar onlardan yaklaşık 1 metre boyunda varlıklar olarak bahseder, bu da
cücelerin efsaneleştirildiği ihtimalini güçlendirir.
Hala Maya soyundan gelen insanlardan kimileri aluş denen varlıklara inanıyor.
Özellikle çiftçiler 7 yıl boyunca topraklarını verimli kılması için onları
davet eden törenler yapıyorlar. Bu sırada onlara kalacakları yeri verip sunular
sunuyorlar. Kimi çiftçiler bu varlıkların gerçekten var olduğuna inanmasa da
gelenekleşmiş bir batıl inanç olarak bu uygulamayı devam ettiriyorlar.
Tabi bu varlıklara inanmayı devam ettirenler sadece çiftçiler değildi. Örneğin aluşlarla ilişkilendirilen ve çok yakın tarihlerde yaşanmış olan bir olay
vardır. Bu anlatıya göre 1990 yılında iki noktayı birbirine bağlamak için bir
köprü inşaatı başlatılır. İnşaatta çalışan Maya yerlileri diğer işçileri aluşlardan izin almadan yapıma başladıkları için sorun çıkacağı konusunda uyarana
kadar köprü inşaatı üç kez başarısız olur. Bölgedeki bir çiftçi onlara tavsiye verir: aluşlara bir ev inşa ederek onları ikna etmeli, yatıştırmalı ve böylece saldırılarından
korunmalılardır. Bu yüzden işçiler bir Maya şamanından yardım almaya gider ve sonrasında onlara ufak bir ev yaparlar. Tekrar iş başına döndüklerinde
işleri yolunda gider ve köprü inşaatı başarıyla tamamlanır.
Günümüzde bile birçok otel, dükkan ve restoranda aluşların gönlünü almak,
hoşnut etmek için yapılmış minik evler vardır. Bu evlerin geçerlilik
süresi 7 yıl olduğundan 7 yıl dolduğunda eski evlerin mühürlenip yenilerinin
yapılması gerekir. Bu yüzden bazı mekanlarda çok fazla minik eve
rastlanır. Batıl inançları geride bırakmak kolay olmadığından bu efsanenin
izleri Maya kültürünün hakim olduğu topraklarda hala görülebiliyor.
DİPNOT: Kriptozoolog halk efsanelerinde yer alan, kanıtlanmamış doğaüstü varlıkları araştıran kişilere verilen addır.
KAYNAKLAR
Montemayor, Carlos; Frischmann, Donald H. (2004). Words of the True
Peoples: Anthology of Contemporary Mexican Indigenous-language Writers.
University of Texas Press. p. 265.
Garza, Xavier (2004). Creepy Creatures and other Cucuys, pp. 2-11).
●►Patreon'dan Üye Olarak Destek Olmak İçin: PATREON ●►Youtube 'Katıl': KATIL
Günümüzde bilimin sayesinde doğal fenomenleri anlamak kolay. Geçmişte böyle
olmadığından eski insanların doğada gerçekleşen her olayı ve hayata dair
olguları ilahi bir güç ile ilişkilendirmişlerdi. Dolayısıyla bu efsaneler onları
okuyan, dinleyen bizler için basit görünse de eskiler için oldukça gerçektiler.
Eski uygarlıklarda doğal olan ile doğaüstü arasında bir ayrım yoktu. Bu yüzden
doğadaki birçok şeyin dini anlamı vardı. Kelt halkı için de durum aynıydı.
Yüzü boyalı savaşçıları ve gizemli rahipleri (druid) ile bilinen bu halkın
kökenleri MÖ. 2000'lere kadar gitmektedir. İstila ettikleri topraklarda dil ve
geleneğin yanı sıra mitoloji konusunda da önemli etkileri olmuştur. Zaten
tarihte genellikle gördüğümüz şudur: Bir topluluk fethedildiğinde zorla ya da
isteyerek fethedenlerin inançlarını benimserler. Bazen bunun sonucunda ortaya
çıkan yeni dini yapının istila edilenin mitoloji ve inançlarının etkisi ile
şekillenmiş olduğu görülür. Buna örnek olarak Romalıların Mısır tanrıçası
Isis'i tanrıları arasına dahil etmesini verebiliriz.
Kendi dini inançlarını kısmen koruyan, diğer yandan Kelp tanrı ve
inanışlarından kimilerini benimseyen Avrupa halkı da kolektif bir din
yaratmıştı. Keltler tıpkı bizler gibi mitolojilerine dair fazla yazılı kayıt
tutmadıklarından haklarında bilinenlerin çoğu arkeolojik eserlerden
toplananlardır. Öte yandan Yunanistan ve Roma'da yazılmış bazı yazılar Keltler
hakkında bilgi veriyor olsa da bunların ne derece doğru olduğu, önyargı
barındırıp barındırmadığı şüphelidir.
Kelt inanışları tıpkı eski Türk inanışları gibi daha çok sözlü gelenek
ile ilerliyor, insanlar birbirine anlatması sayesinde hayatta kalıyor ve
biliniyordu. Bu yüzden Keltlere en büyük zararı Roma vermişti. Çünkü Roma,
Kelt sözlü geleneğini ve dinini yaşatma konusunda ön plana çıkan druidleri
yani kelt rahiplerini katletmişti. Bunun sonucunda Roma ile benzer tanrılara
sahip olan Kelt halkı zamanla Romalılaşarak asimile oldu. [4]
Oyun
dünyasından da bildiğiniz druidler Kelt toplumu içinde çeşitli rollere
sahipti. Kelt rahipleri öğretmen, şifacı hatta yargıç olarak görev yapan
bilgin sınıfıydı. Dinlerinin sözlü geleneğini bilen ve gelecek nesillere
aktaracak olanlar da onlardı. Mitoslarını yazıya geçirmedikleri için inançları
ve kelt rahipleri hakkındaki yazılı kaynağı ancak Sezar döneminde, onlardan
bahsetmesi ile görebiliyoruz.
Kelt rahipleri erken Kelt
edebiyatında kahin, peygamber ve büyücü benzeri insanlar olarak tasvir
ediliyorlardı. Büyük ihtimalle onların dua ve dini sözleri kutsal kabul
edildiğinden onları yazmak yasaktı. Eğer yazıya dökülürlerse kutsallıkları
kaybolurdu. [4]
YARATILIŞ
Bilinen efsanelerden biri Donn ve Danu adlı iki tanrıdan bahseden yaratılış
anlatısıdır. Bu efsane tabiatla iç içe yaşayan halkların ağaçlara atfettiği
kutsiyeti, doğayı ne şekilde anlamlandırdığı, kimi doğa olaylarını nasıl
mecazi tariflerle anlattığının en güzel örneklerindendir. Tabiatla iç içe
yaşayan ve saygı duyan bir halk oldukları için efsanedeki kimi motifler doğaya
saygı duyarak iç içe yaşamış olan Türklerin ve Slavların mitosları ile de
benzerlik gösterir.
Efsaneye göre dünyalar bir araya gelmeden çok çok uzun zaman önce yalnızca
boşluk vardı. Sonsuzluğun içindeki boşluk özlem duydu. Onun özlem hissi
etrafındaki kaosun boşluğu düşünmesine neden oldu. Boşluk birliğin vermiş
olduğu yoğun yalnızlık ve özlem ile derin bir uykuya daldı. Uykusu sırasında
boşluğa bir rüya gösterildi. Bu rüyada ona olması gerekenler, her şeyin nasıl
olacağı gösterildi. Bunun üzerine neşelenen boşluk büyük bir savaş narası ile
uyandı. Savaş çığlığı sonrası etrafındaki karanlık kaosa doğru dokuz dalga
halinde uzanıp yayıldı.
Büyük boşluk gördüklerine karşı öylesine büyük bir sevgi duydu ki, bölündü,
içinden Danu ve Donn adında iki çocuk ortaya çıktı, hiçlikten doğmuşlardı.
Danu yaşam tanrıçası, Donn ise ölüm tanrısıydı. [1][2][3] Hiçlikten bir anda
var olan ikili etrafa bakındıktan sonra çıktıkları merkeze geri dönerek
parıldayan boşlukta birbirlerini izlediler. Öyle büyük bir aşka tutuştular ki
merkezin kutsal alevini kalplerinde hissedip hiç yerlerinden kımıldamamak ve
ayrılmamak üzere birbirlerine sarılıp kenetlendiler.
"Donn" karanlık olan demektir. Kucaklaştığı eşi Danu onun zıttı olan beyazdır.
[1][2] Yani efsanede aydınlık ile karanlığın, zıt kutupların kucaklaşması, bir
dualizm anlatısı vardır.
Kucaklaşmalarından bir süre sonra tanrıça Danu doğum yaptı. Doğanlar arasında
Briain, Iuchar ve Iucharba adında 3 dev erkek çocuk vardı. Birbirine
kenetlenmiş şekilde duran anne ve babasının arasında sıkışıp kalan çocuklar
yaşayabilecekleri bir alan bulamamışlardı. Çocuklardan biri olan Briaian
etrafına bakındıktan sonra eğer anne ve babaları ayrılmazsa kendisi de dahil
olmak üzere tüm çocukların öleceğini söyledi. Kendi aralarında ne yapmaları
gerektiği üzerine tartıştılar. Annelerinin sevgisi çocuklar üzerinde ağır
basınca Briain çıkış yolu olarak babasını öldürmeye karar verdi.
Öfkesi öyle büyüktür ki tek bir darbe vurmakla kalmayıp, babasını 9 parçaya
ayırdı. Büyük aşkını kaybeden ve kıyımını gören tanrıça Danu dehşete kapılarak
öylece hareketsiz kaldı. Kapıldığı dehşet hissi yerini korkuya, daha sonra
kedere bıraktı. Acı içinde ağlamaya başlayınca gözyaşları öylesine aktı ki
"Topraksız Prensler" denen üç oğlu ve doğan ilk çocuklarının tümü
gözyaşlarının oluşturduğu akıntıya kapıldılar. Bu yüzden Danu'ya
"Cennetin/Göğün Suları" dendi. Onun gözyaşlarının meydana getirdiği
gelgitlerin içinde Fomorlar yaşıyordu. Onlar hem deniz ya da toprağın altında
yaşadığına inanılan doğaüstü bir dev ırkı olmaları, hem de doğanın yıkıcı,
karanlık yönlerini temsil ediyor olmalarıyla gökyüzünde yaşayan Tanrılar
Soy'unun tamamen zıttıydılar. [11][12][13][14]
Sürüklenenler arasında aşkı Donn'un beden parçaları da vardı. Tıpkı İskandinav
efsanelerindeki Ymir, Çin'deki Pangu, Babil'deki Tiamat gibi Donn'un
parçalara ayrılmış bedeni yaratılışta büyük rol oynamıştı. Tacı gökyüzüne,
beyni bulutlara, yüzü güneşe, aklı aya, nefesi rüzgara, gözyaşları ile karışan
kanı denizlere, eti toprağa, kemikleri taşlara dönüşmüştü. Tohumlarından iki
tane kalmıştı. Biri kırmızı, diğeri beyaz olan iki tohum Donn'un etinin
oluşturduğu toprağa düşmüştü.
Uzaklardan bakan Danu yeryüzündeki iki tohumu gördü. Bunlardan biri
Kızıl Meşe ağacı tohumuydu ve içinde parçalara ayrılan Donn'u
barındırıyordu. Bunu gören Danu sevgilisine olanları hatırladı, aralarındaki
mesafeden dolayı hüzünlendi. Diğer yandan onun tekrar hayata gelecek olması
ile sevinçle dolmuştu, sevdiğine hayranlık duyuyordu. Tekrar ağlamaya başladı,
gözyaşları yani özü ölü dünyanın üzerine damla damla düşüyordu.
Kavrulmuş topraklar onun sevgisiyle cennetten akan kutsal sularla ıslandı, tüm
arazi boyunca tohumlardan hayat fışkırmaya başladı. Yeryüzünde var olan ilk
canlılar Nemedyalılardı. Bunlar toprakların, kumların, çeşitli yerlerin
insanlarıydı. İlahi suların sonraki çocukları ile akraba olsalar da onlardan
farklılardı. Dünyanın kuzeyinde "Tapınma Ovası" adı verilen bir ovada
yaşıyorlardı. Bu insanlar kutsal olduğundan onlara "Nemed" deniyordu. Daha
sonra bu tek halktan iki halk ortaya çıkmıştı; Yeryüzünün halkı (Fir Bolg) ve
gökyüzünde yaşamaya başlayan Tanrılar Soyu (Tuatha De Danann)
Tanrıçanın gözyaşları ile hayat bulan toprakta kırmızı meşe palamudu kök saldı
ve Adair Arazisinin Meşe Ağacı (Bile** Magh Adhair) adı verilen muhteşem bir
ağaca dönüştü. Cennetten gelen ilahi sular bu kutsal
Meşe ağacını besledikçe besledi. Daha sonra bu Meşe ağacı insani
bir form aldı, halkların kralı oldu ve Eochaid* adıyla bilindi.
* Bu adın İskoç İngilizcesine geçişi "Hektor" şeklinde olmuştur.
** İngilizcedeki "safra" değildir. Doğrudan kutsal ağacın adıdır ve anlamı
tartışmalıdır. Kelt kültürü ele alındığında bunun büyük ihtimalle meşe ağacı
olduğu düşünülür.
Hatırlarsanız parçalara ayrılan Donn'dan geriye iki tohum kaldı demiştim. İşte
krala dönüşen kızıl tohumun dışındaki diğer tohum onun kardeşiydi ve kusurlu
görülen, boğumlu Porsuk ağacından dönüşmüş olmasına rağmen rahip
olmuştu çünkü soyluydu.
Eski uygarlıkların çoğunda ana tanrıçanın her şeyden üstün olduğunu, her şeyi
var eden olduğunu görürüz. Öyle ki kocası olan tanrıyı bile o var eder,
doğurur. Yani kocası aynı zamanda oğludur. Bunu gerçek bir insan ilişkisi gibi
düşünmeyin. Doğanın kendisidir bu. Çünkü anne olarak görülen doğa her şeyi
doğuran olarak görülmüştür. Bu yüzden onunla ilişkilendirilen tanrı bile ondan
doğmuş olmalıdır.
Bunu aklımızda bulundurarak devam edelim. Efsaneye göre yeryüzünde hayat
bulmuş olan Meşe tohumu eskiden sevgilisi olan uzaklardaki,
gökyüzündeki annesini tanıyıp tekrar onunla birlikte olmak için uğraşmış,
yukarıya doğru uzanmıştı. Uzanırken onun yüzünü okşama, yapraklarıyla
gözyaşlarını silme gayretiyle uzuvlarını yukarı doğru zorladı.
Sanatta mükemmel olan kral Meşe ağacı (Eochaid) zanaatkar, korkusuz,
kurnaz bir savaşçı ve gizli sanatlar ustasıydı. Cennetin suları ile beslenen
Meşe birçok tanecik yetiştirdi. Yere düşen taneciklerden bazıları
parıldayan harika varlıklara dönüştü. Bunlar arasında Tanrılar Soyu [5] (Tuath
De Dannan) için bir zevk ve sevinç kaynağı olan, kadınların kalbine ateş
düşüren Aengus (Oengus Mac Og) adlı Üvez ağacı da vardı. Aengus gençlik
ve aşk tanrısıydı. [6]
Donn tüm bu kusursuzluğun etrafındaki halkına baktı. Hepsi uyuşuktu, durgundu,
yaşarken çürüyorlardı. O günlerde ölüm yoktu. Çevresindekiler aşırılığa
kaçınca kuruyup kaldı. Böylece halkı soldu, hastalandı ancak ölmedi.
Donn çevresindeki ıssızlığı görünce rahip kardeşine neler yapılabileceğini
danıştı. Finn'in verecek bir cevabı yoktu. Diğer toprakların nerede olduğunu,
ne durumda olduklarını görmek isteyen Finn bir yolculuğa hazırlandı.
Dalgaların ötesine seyahat eden Finn durumun her yerde aynı olduğunu gördü,
dünya ölüydü. Bu yüzden geri derken "yenilenme olabilmesi için ölümün bir
zamanı olması gerektiğini" ilan etti. Bu kadim sihir sayesinde Donn ölecek,
bedeni dünyayı yenileyecekti. Ruhu denize gitmeli ve dinlenme zamanı gelip
kalabileceği bir yer inşa etmeliydi.
Fakat Donn bunları kabul etmedi. Çünkü kardeşinin akraba cinayetiyle
lekeleneceğini düşünüyor ve sevgilisinden ayrı kaldığı gibi kardeşinden de
ayrı kalmak istemiyordu. Diğer yandan halk Finn'in fikrini destekliyor, ona
baskı yapıyordu. Bunun üzerine iki kardeş ovada savaşmaya başladı. Gün boyunca
dövüşen iki boğa gibi yorgun düşmüşlerdi. Yorgunluk sancısını ilk hisseden
Finn'di. Akabinde kardeşinin bıçakları vücuduna saplanmış ve ölmüştü. Bunun
üzerine Finn dokuz dalganın ötesini keşfe çıktı.
Kardeşinin ayakları dibinde öldüğünü gören Donn öfke ve acı hissetti diğer
yandan zafer elde ettiği için neşelenip büyüklendi. O kadar çok acı duydu ve
büyüklendi ki kalbi ve tüm varlığı paramparça oldu. Böylece Donn büyük ovadan
denize düştü. Ruhu Deniz'deki evini inşa etmeye giderken parçalara ayrılan
bedeni dünyayı yenilemek üzere dağıldı.
Onun ölümüyle Meşe'nin üç güçlü kökü toprağın derinliklerine indi, etrafı
çevreleyip güçlendi ve her biri birer karanlık olacak şekilde büyüdüler.
Böylece üçüncü alem yaratıldı ve ruhu orada yaşamak üzere, inşa ettiği, ölen
insanların gideceği "Tech Duinn'e" gitti. Tech Duin "Donn'un Evi" ya da
"Karanlık Olanın Evi" anlamlarına gelir. Burası ölenlerin toplandığı yerdir.
[7][8]
Dünyevi olarak yaşamıyor olsa da Gaeller yani İskoç ve İrlandalılar için tam
olarak yok olmamıştı. Donn bu harika Dünya Ağacı ile 3 alemde birden
yaşıyordu. Bu bir Meşe ağacıydı. Verdiği kırmızı meşe palamutları
insanlara besin ve koruma sağlıyor, Tanrılar Soyu'nu mutluluk veriyordu.
Cennetin Beyaz İneği Danu ile öteki alemin Kara Boğası Donn arasındaki aşk
devam ediyordu. Onların arasındaki aşk ve sevgi sayesinde kozmos var olmaya
devam etmişti.
Ölüp dokuz dalganın, boşluğun ötesini keşfe çıkan kardeşi Finn ruhlar aleminde
de kralına hizmet etmeye devam etti. Peki nasıl hizmet ediyordu? Daha önce
öldüğünden bilinmeyen yerleri keşfetmişti. Yolları bilen ve ilk keşfeden
olduğu için ülkeye giden geçitleri koruyor, yanındaki yardımcıları ve tazıları
ile birlikte yeni ölmüş olanların ruhlarını toplamaya çıkıyorlardı. Keltlerin
inancında buna Büyük Av denir. Bu Büyük Av gününde insanlar mezarlıklarda bir
Porsuk ağacı buluyor ve beraberindeki kara köpekleri mezarlığa
gömüyorlardı. Bran adlı tazı ölüleri getiriyor, efendisi Finn ölen ruhları
arayıp buluyordu. Bulunan ruhlar arasından layık olanlar Finn'in tazılarının
ulumaları ile ilan edilip "Karanlık Olanın Evi'nde" yaşamaları üzere
yönlendiriliyordu. Ev'e gelen ruhlar Donn ve Tümseğin İnsanları (Daoine sìth
[9]) tarafından yargılanıyordu. Tümseğin İnsanları adı verilenler muhtemelen
önemli Kelt ataları ve doğa ruhlarıydı. Donn yargılama bittikten sonra
"Toprağın Çocukları" dediği bu çocuklarını yani ruhları bulundukları zaman
içinde ölümlüler dünyasının kapısına götürüp teslim ediyordu.
Layık olmayan ve tazıların ulumadığı ruhlar kederine terk edilir, kabuk
bağlayıp pul pul olarak amaçsızca gezinirdi. [10]
ANALİZ & DETAYLAR
Bu yaratılış efsanesindeki bazı noktaların üzerinde durmak istiyorum.
Efsanede Anne ile Baba'dan var oluş, ölen babanın yeniden dirilerek oğul ve eş
olarak dünyaya gelip sonrasında tekrar ölmesi motifi var. Birkaç kez "Tanrılar
Soyu" terimini kullandım. Bunlar Yukarı Alem'in tanrılarıdır. Bu tanrıların
ana tanrıçanın çocukları olması, aynı zamanda ölen babanın onun sayesinde
tekrar dirilmesi ana tanrıçanın her şeyden üstün olduğunu gösterir.
Donn ve Danu'nun yaratılışına baktığımızda yaratılışın ilkel kaosun bölünmesi
ile başladığını görüyoruz. Çocuklarının babalarını öldürdükten sonra yeryüzüne
sürüldüğü anlatılıyor. Hatlarıyla tamamen aynı olmasalar da tanrıya karşı
gelen, daha sonra ceza olarak yeryüzüne gönderilen varlıklara dair efsanelerle
ortak yönlere sahip.
Efsane alışılmışın dışında bir yöne sahip. Mitoslarda genellikle toprak yani
yeryüzü kadın olurken gökyüzü erkek olur. Böylece yağan yağmurlar ile
erkeğin toprağı döllediği düşünülür. Kelt efsanesinde oldukça farklı bir
bakış açısı var. Alışılmışın aksine gökyüzü tanrısı kadın, yeryüzü erkek.
Üstelik hayatın başlaması ve doğanın canlanması erkeğin döllemesi ile değil
annenin çektiği özlem, acı ve sevgiden kaynaklanan gözyaşı sayesinde oluyor.
Daha sonra yeraltı tanrısına dönüşen Baba'nın (Meşe/Donn) ölenlerin yanına
gideceği bir karaktere dönüştüğü görülüyor.
Keltler için ağaçların kutsallığını kolayca fark edebiliyoruz. Özellikle
Meşe ağacı ağaçların kralıdır ve kutsaldır. Bu yüzden yaratılış
anlatısındaki kral da meşe ağacı ile bağlantılıdır.
Kralın rahip kardeşi Finn, Gal irfanındaki şamanik bir karakterdir. Daha
önceleri Pan-Kelt tanrısı olarak tapınılmış, kahin, bilge ve şair yönleriyle
ortaya çıkmış bir tanrıdır. [Fingan, Fionn, Finnbennach, Findbharra gibi
farklı adlarla tapınılmıştır.] Onun porsuk ağacı ile ilişkilendirilmesinin
birçok nedeni vardır. Bunlardan en önemlisi geçmiş zamanlarda insanların
mezarlıklara porsuk ağacı dikiyor olmasıydı. Yeni mezarlık alanına ilk kez
biri gömüleceği zaman buraya aynı zamanda siyah bir köpek getiriliyordu. Bu
Finn'in tazılarını, özellikle tazısı Bran'ı simgeliyordu. (Bazı efsanelerde
Bran'dan beyaz bir tazı olarak bahsedildiği olmuştur.) Porsuk ağacı ile
ilişkilendirilmesinin başka bir nedeni boğumlu ve çarpık olan bu ağacın meşe
ağacına kıyasla kusurlu görünüyor olmasıydı.
Diğer yandan gençlik ve aşk tanrısı Aengus, Gal kültüründe büyülü, koruyucu,
hayat veren ve iyileştirici özellikleri olduğuna inanılan
Üvez ağacı ile ilişkilendirilmişti. Kırmızı meyveleri Tanrılar Soyu
için neşe kaynağı olmuştu.
Bu noktada eski insanların doğayı ne kadar detaylı şekilde gözlemlediğini
anlayabiliriz. Bunlar rastgele seçilmiş ağaçlar değillerdir. Yaşlanmayan
Porsuk ağacının aksine meşe ve üvez ağaçları yıllık döngünün içinde
yaşarlar. Meşe ve porsukağacı ile karşılaştırıldığında üvez ağacı çok daha
pürüzsüz ve genç göründüğünden gençlik ve aşk ile ilişkilendirilen de oydu.
KAYNAKLAR
The Sacred Isle: Belief and religion in pre-Christian Ireland. Boydell
& Brewer. pp. 27, 58.
Ó hÓgáin, Dáithí. (1991) Myth, Legend & Romance: An encyclopaedia of
the Irish folk tradition. Prentice Hall Press. pp. 165-166, 154.
Monaghan, Patricia (2004). The Encyclopedia of Celtic Mythology and
Folklore. Infobase Publishing. p. 135.
Mythology of all races, vol 3, p. 8.
Koch, John T. Celtic Culture: A Historical Encyclopedia. 2006.
pp.1693-1695
Ó hÓgáin, Dáithí, a.g.e., pp.38-40
Müller-Lisowski, Käte (1948). "Contribution to a Study in Irish Folklore:
Traditions about Donn". Béaloideas. 18: 142-199.
Freitag, Barbara (2013). Hy Brasil: The metamorphosis of an island.
Rodopi. pp. 98-99, 101.
James MacKillop, A Dictionary of Celtic Mythology (Oxford: Oxford
University Press, 1998), s.v. daoine sídhe; Dictionary of the Irish
Language: síd, síth.
Eski Mısır dininde kişi öldüğünde ölüler alemi olan Duat'a gider, burada kalbi
teraziye konur ve iyiliğin tüyüne karşı kalbi tartılırdı. İbrahimi dinlere
günah ve sevapların tartılması olarak geçen bu inanışta önemli bir detay
vardır. Ölüler Kitabında detaylıca anlatılan Kalbin Tartılması işlemi
sırasında kalbi tartılan kişi oradaki tanrıça Maat'ın yargıçlarının bakışları
altında 42 maddeden oluşan Saflık Beyanını okumalıdır. Bu, yargılanmadan önce
ölen kişiye tanınan bir fırsattı.
Maat'ın yargıçlarına karşı yapılıyordu; Çünkü Maat adaletin, doğrunun,
bilginin, yasaların, ahlakın, uyumun ve kozmik dengenin tanrıçasıdır. Kalbin
Tartılması sırasında kişinin kalbine karşı Maat'ın tüyünün konmasının nedeni
de budur.
Maat'ın yargıçlarına yapılan Saflık Beyanları kişisel olduğundan mezardan
mezara farklılık gösterse de temel itibariyle günah kavramları aynıdır. Bunlar
tanrıça Maat'ın kanunları değil de Maat'ı memnun etmek için onu okuyacak
kişinin hayattayken yaptıkları ya da yapmadıklarının beyanıdır. [4]
42 maddeden oluşmasının nedeni, Nebseni papirüsünde Maat'ın yardımcı
yargıçları olan 42 tanrıdır.[7] Bu 42 tanrı, Mısır'ın 42 eyaletini temsil eder
ve "yaşamları boyunca Maat'tan beslenen gizli Maat tanrıları" olarak
adlandırılırlar. Bunlar sunular kabul eden küçük kademeli ilahlardır. [4]
Yani aslında her bir madde ile bir tanrı ya da tanrıçaya ifade verilmekte ve
itirafta bulunulan her bir tanrı ile Mısır'ın bütünlüğü vurgulanır. Bu küçük
dereceli tanrı ve tanrıçaların adlarını Ölüler Kitabı'ndaki Nebseni
Papirüsünde görmek mümkündür.
Ölünün okuduğu 42 Saflık Beyanı Musevilikteki 10 Emir'in temelini
oluşturur şekildedir ve kutsal olduğu söylenen kitaplardaki günah kavramından
daha iyi ahlaki hatlara sahiptir. Söz konusu 42 madde şöyledir:
Günah işlemedim.
Şiddet kullanarak soygun yapmadım.
Çalmadım.
Erkek ve kadınları öldürmedim.
Tahıl çalmadım.
Sunuları çalmadım.
Tanrıların mallarını çalmadım.
Yalan söylemedim.
Yiyecekleri taşımadım.
Küfür etmedim.
Zina etmedim, erkeklerle yatmadım.
Kimseyi ağlatmadım.
Kalbi yemedim (Boş yere üzülmedim, pişmanlık duymadım)
Hiçbir erkeğin karısını ahlaksızlaştırmadım (burada önceki iddiasını
yenileyerek başka bir tanrıya hitap eder)
Kendimi kirletmedim.
Hiç kimseyi korkutmadım.
Yasayı çiğnemedim.
Kızmadım.
Kulaklarımı gerçeğin sözlerine kapatmadım.
Dine küfretmedim.
Şiddet adamı değilim.
Çekişme kışkırtıcısı ya da barış bozan biri değilim.
Acele ile yargılamadım ya da hareket etmedim.
Konuları merak etmedim.
Konuşurken sözlerimi çoğaltmadım
Kimseye zulmetmedim, kötülük yapmadım.
Kral'a karşı büyücülük yapmadım (ya da küfretmedim)
[Akması gerektiği zaman] suyun akışını hiç durdurmadım.
Asla sesimi yükseltmedim. (kibirli ya da öfkeli konuşmadım)
Tanrı'ya küfretmedim, lanet okumadım.
Kötü bir öfkeyle hareket etmedim.
Tanrıların ekmeğini çalmadım.
Khenfu keklerini ölülerin ruhlarından alıp götürmedim.
Çocuğun ekmeğini kapmadım, şehrimin tanrısını hor görmedim.
Tanrıya ait sığırları öldürmedim. [5][6][1]
Şimdi bir de 10 emire bakalım:
Tanrı YHVH'ten başka ilah(lar)ın olmayacak.
Kendine yukarıda, gökte; aşağıda, yerde; veya derinlerde, yeraltında
yaşayan put(lar) yapmayacaksın; onlara eğilmeyeceksin ve onlara ibadet
etmeyeceksin.
Tanrın YHVH'in ismini boş yere anmayacaksın.
Haftanın altı günü çalışacak ve dünyevi işlerini yapacaksın; haftanın
son günü, yedinci gün mukaddes Şabat günündeyse bütün işlerini bırakacak
ve Tanrın YHVH'e ibadet edeceksin. O gün, Sebt'tir.
Annene ve babana hürmet edeceksin.
Öldürmeyeceksin.
Zina etmeyeceksin
Çalmayacaksın.
Komşu(ları)na karşı yalan yere şahitlik yapmayacaksın.
Fark edebileceğiniz gibi 10 emir, Mısır dinindeki 42 maddenin sayıca
azaltılmış ve Tanrı faktörünün daha ağırlık kazandırılmış halidir. Tevrat'ta
yazanlara göre Musa bir Mısırlıdır. Dolayısı ile Mısır'da büyümüş olan Musa
Mısır tanrı ve tanrıçalarına taparak büyümüştür. Bu yüzden Maat'ı ve 42 Saflık
Beyanı'nı biliyor olmalıdır.
Mısır dinindeki Saflık Beyanları birer kanun olmadığından kişiden kişiye
farklılık gösterebildiği için, farklı mezarlardan çıkan beyanlarda ölülerin
şöyle beyanları yer alır:
Hizmetkarlara kötü muamelede bulunmadım.
Kimseye benim adıma cinayet işlemesi için emir vermedim. [2][1]
Yalancı şahitlik yapmadım.
Aç olana ekmek verdim, susamışa su ve çıplak olana elbise verdim. [3][1]
Henüz ortada Musevilik, Hristiyanlık ve İslam gibi dinler yokken, çoktanrılı
eski Mısır dininin sahip olduğu ahlaki çizgi İbrahimi dinlerle neredeyse
aynıdır.
Örneğin Mısır dini insanları köleleştirmeyi ve zorla çalıştırmayı uygunsuz bir
davranış ya da günah olarak görmemiştir. Durum İbrahimi dinlerde de aynıdır.
Yahudiler dinlerini Eski Mısır dininden ve çevre topluluklardan duydukları ile
inşa ettiğinden kölelik sistemi onlara da geçmiş, buradan da Kur'an'a geçerek
varlığını devam ettirmiştir. Bu yüzden Kur'an'da köleliği ve cariyeliği
yasaklayan hiçbir ayet yoktur.
İbrahimi dinlerde ahlaklı olmanın ya da iyilik yapmanın nedeni tanrı ve
cehennem korkusudur. Cehennem korkusu içindeki kişi yaptığı iyiliklerle
tanrıyı ikna edecek seviyeye geldiğinde cennetlik olur. Yani kişi içinden
geldiği için, sadece iyilik yapmak için değil de çıkar ya da tehdit ilişkisi
içinde hareket eder.
Söz konusu dinleri etkileyen Mısır dininde de durum aynıdır. Kişiler yeraltı
diyarında tekrar doğma hakkı kazanarak cennete gitmek için iyilik yapar ve
kötülükten uzak dururlar. Yine ödül-ceza sistemine dayalı ahlak söz konusudur.
Bu yüzden kişi hayattayken olabildiğince iyi olmaya çalışır ve öldüğünde
Osiris ve 42 Maat yargıcının karşısına çıkarak onlara uzak durduğu kötülükleri
ya da yaptığı iyilikleri sıralar. Akabinde "kalbim temiz, kalbim temiz, kalbim
temiz" diye de ekler. Çünkü dönem insanının inanışına göre tüm iyi ya da kötü
eylemlere karar vermeyi sağlayan, yani beyin işlevini gören organ kalptir. Bu
inanışın yansımalarını Kur'an'da da görmek mümkündür.
Bir nokta daha var ki Antik Mısır'ın Büyük Yargılama metinlerinde kişi
yaptıklarını anlattıktan sonra diğer aşamada kalbi dile gelip konuşmaya
başlar. Bu inanış değişim geçirerek İbrahimi dinlerde kişi yargılanırken
günahlarını saklayamayıp itiraf edeceği, hatta organlarının bile onun yerine
konuşacağı inanıcına zemin hazırlamış olabilir.
KAYNAKLAR
E.A.Wallis Budge, Egyptian Literature
Ölüler Kitabı, Bab CXXV
A.g.e., 3. Kısım
Ani Papirüsü
Studio 31, The Book of the Dead (2015), pp. 97-96; 577-582.
Sir Ernest Alfred Wallis Budge (1913). The Papyrus of Ani: A Reproduction
in Facsimile, Edited, with Hieroglyphic Transcript, Translation, and
Introduction.
Budge The Gods of the Egyptians Vol. 1 pp. 418-20
●►Patreon'dan Üye Olarak Destek Olmak İçin: PATREON ●►Youtube 'Katıl': KATIL
Antik dönemin en esrarengiz toplumlarından biri Urartulardır. Başından
beri komşuları olan Asurluların rakibi olduklarından onlara dair birçok anlatıya
Asur yazıtları aracılığı ile ulaşmak mümkündür.
Urartu Krallığı, Anadolu, Kafkasya ve kuzeybatı İran'a uzanan çok çeşitli
kabilelerden oluşan, etnik ve dilsel olarak farklı bir halktan oluşuyordu.
Urartuları ilk olarak MÖ. 1200'lerin ortalarında, Asur hükümdarı
I.Şalmaneser'in geride bıraktığı yazıtlarda görüyoruz. Bu yazıtlarda
"Uruartri" olarak bahsedilen Urartular, güçlü Neo-Asur İmparatorluğunun
süregelen saldırılarına maruz kalan Ermeni arazilerinin küçük krallıklarından
biri olarak anılır.
Urartu panteonundan ilk olarak, krallığın 14.kralı İşpuni zamanında söz
edilmiştir. İşpuni yaklaşık olarak MÖ. 828'den 810'a kadar hüküm sürmüş ve
komşuları olan Manna Krallığının başkenti Muşaşir'i ele geçirerek krallık
topraklarını fethetmişti. Daha sonra bu şehir Urartu krallığının dini
başkenti yapılmış ve yavaş yavaş en kutsal şehirleri haline dönüştürülmüştü.
Peki MÖ. 860 ile 590 aralığında var olmuş olan bu devletin tanrıları
nelerdir? Nasıl bir tanrı anlayışı ve panteon hakimdi?
1) HALDİ
İlk olarak Haldi isimli savaş tanrısına bakalım. Araştırmacılar Kaldi ya da
Haldi isimli bu Urartu tanrısının yerel değil, devralınmış bir tanrı olduğunu
söylerler. Bunun kral İşpuni döneminde kabul edilen ve tanrılar panteonunda
baş pozisyona oturtulan bir tanrı olduğu konusunda hemfikirlerdir.
Aynı zamanda çeşitli kaynaklar bunun Muşaşir kasabasında tapılan, az bilinen
ve Urartular şehri fethedildiğinde devralınan bir Akad tanrısı olduğu
belirtilir. Haldi'nin yani baş Urartu tanrısı ve hanedanın koruyucusu olarak
seçilmesinin, farklı kavimleri Urartu egemenliği altında birleştirmek ve
böylece yeni bir kolektif kimlik yaratmak amacıyla yapıldığı ileri
sürülmektedir.
Haldi'nin doğasının antik Yunan'ın güneş tanrısı Helios ile benzerlikleri
vardır. Haldi genel olarak insanlığa her şeyi veren tanrıydı ancak savaşlar ve
zaferlerle de bağlantılıydı. Savaşa girecek olan Urartu kralları ona dua
ederek başarılı olmayı dilerlerdi.
Haldi genel olarak bir aslanın tepesinde duran kanatlı, güçlü bir adam olarak
tasvir edilmişti. Tapınaklarının en büyüğü Muşaşir'de bulunuyordu ve bu
tapınak genel olarak yay, mızrak, kılıç, balta, kalkan gibi savaş aletleri ile
süslendiğinden "silah evleri" olarak adlandırılıyorlardı.
Kaldi isminin Hurri dilinde "yüksek" anlamına gelen "Haldi" kelimesiyle
ilişkili olabileceği üzerinde durulur. Hurrice, Hurriler tarafından konuşulan,
soyu tükenmiş bir Hurri-Urartu dilidir. Bu durum Urartu panteonunun büyük
kısmının yerli olmadığının, Hurri, Hitit, Akad, Luvi ve diğer komşu
kültürlerin panteonlarından alındığı fikrini destekleyen başka bir örnektir.
Urartu kralları, Urartu ile ilgili tüm arkeolojik buluntularda en çok öne
çıkan tanrı olan Haldi'yi onurlandırmak için dikilitaşlar dikmiş ve
zaferlerini üzerlerine yazmışlardır.
Bazı yazıtlarda Kaldi'nin karısı, belirsiz bir tanrıça olan Bagmaştu iken
karısı olarak çoğunlukla tanrıça Arubani'ye atıf yapılmıştır.
2) ARUBANİ
Baş tanrı Haldi'nin karısı olan Arubani, Urartuların bereket ve sanat
tanrıçasıydı. Aynı zamanda sanatkarların koruyucu tanrısı olduğu da kuvvetli
bir ihtimaldir.
Oturan, ellerini kullarına bir şeyler verir şekilde kaldırmış, bir eliyle
doğurganlığın simgelerinden olan ağaç dalını tutmuş şekilde tasvir edilmiştir.
Bazıları onun Ermeni tanrıçası Anahit'in erken, proto varyantı olduğunu öne
sürmüşlerdir. Arubani gibi Anahit de bereket, şifa, bilgelik ve su
tanrıçasıydı.
Arubani'nin adı, Varubani veya Uarubani gibi farklı şekillerde de
görülebildiği gibi bazı Asur metinleri onu tanrıça Bagmaştu ile
ilişkilendirmiştir.
Baş tanrı Haldi'nin ve dinin merkezi olan Muşaşir aynı zamanda eşi Arubani'nin
de ibadet merkeziydi.
3) TEİŠEBA
Teispas olarak da bilinen Teiseba önemli bir Urartu tanrısıydı. Gök gürültüsü,
yağmur gibi hava durumlarıyla ilişkiliydi hatta bazen savaşla bile
bağdaştırıldığı oluyordu.
Bazı kaynaklar bunun panteondaki 3. tanrı olduğunu söyler ve aynı olmasalar
bile Asurluların yağmur tanrısı Adad'a özellikle de Hurrilerin fırtına ve
yağmur tanrısı Teşub'a oldukça benzerdir.
Urartular bu tanrılarını onurlandırmak için Teişebaini şehrini inşa
etmişlerdi. Kökenleri MÖ.7.'yy'a kadar dayanan bu kasaba Ararat Vadisi'nde
bulunuyordu. 1939'da bölgede yapılan ilk kazılarda bu tanrıya adanmış birçok
tapınak kompleksi, üzerinde adının bulunduğu heykelcikler ve yazıtlar ortaya
çıkmıştı. Elinde disk şeklinde bir gürz, diğer elinde savaş baltası tutan ve
üzeri boğa boynuzlu bir savaş miğferi kuşanmış şekilde tasvir edilmiştir.
Bunlar onun savaş ve gök gürültüsü yönlerini simgeleyen sembollerdi.
Karısı, Hurrilerin tanrıçası Hebat ile bağlantılı olan Huba idi. Hebat "tüm
canlıların" ana tanrıçasıydı ve muhtemelen Huba'da benzer role sahipti. Ancak
tanrıça Huba hakkında fazla bilgi bulunmamakta.
4) ŠİUİNİ
Daha çok Şivini adıyla bilinen Siuini bir başka büyük Urartu tanrısıydı.
Teişeba ve Haldi ile birlikte Urartu teslisini oluşturuyorlardı. Genellikle
uzun saçlı, tek dizi üzerine çökmüş ve başının üzerinde güneş diski tutan genç
bir adam olarak tasvir edilmiştir. Bu yönleriyle bir Hurri tanrısı olan Simigi
ile oldukça benzerdir. Bilgelik ve adalet tanrısı olan Şivini'nin Asur güneş
tanrısı Şamaş'ın Urartu varyantı olduğu görüşünde olanlar vardır.
5) SELARDİ (SİELARDİ)
Bir başka tanrı, kısmen tanımlanabilmiş ve Urartular için büyük önem arz eden
Selardi'dir. Adının Melardi olabileceğine ve bir ay tanrısı olduğuna dair
kanıtlar vardır. Araştırmacılar bu tanrının kadın mı yoksa erkek mi olduğu
konusunda ikiye bölünmüşlerdir. Kimine göre Selardi adı "kadın, kız kardeş"
anlamına gelen "Siela" ile "güneş tanrısı anlamına gelen "Ardi"nin
karışımıdır. Eğer bu doğru ise bir tanrıça olan Selardi, güneş tanrısının kız
kardeşi olur. Eski Yakın Doğu'da ay genellikle güneşin kız kardeşi olarak
kabul edilirdi.
Ayrıca onu Urartu prensi ve efsanevi Kral I. Rusa'nın oğlu Melartua ile de
ilişkilendirirler. Melardi ve Melartua isimlerinin ay anlamına gelen "meghard"
kelimesinden geldiği düşünülmektedir.
Yine de kimilerine göre Selardi kadın değil erkektir ve Babil'in ay tanrısı
Sin'in Urartu inancındaki karşılığıdır.
Bunların yanı sıra kara tanrıçası Epaninaue, deniz veya su tanrıçası
Dsvininaue, dağların tanrıçası Babaninaue ve yıldız tanrıçası Sardi gibi başka
tanrılar da vardı. Yerleştikleri çoğu kasabaya genellikle kendi yerel tanrı ya
da tanrıçalarının adları verilirdi. Örneğin: "Kumanu'nun tanrısı" gibi.
DİNİ UYGULAMALARDAKİ TANRILAR
Arkeologlar yıllar boyunca Urartu'yu inceleyince panteonlarına ilişkin daha
fazla ayrıntı ortaya çıktı. Yine de keşfedilen tanrıların birçoğunda dair
bilgiler hala yüzeyseldir ve bazı dağınık isimler ve detayların yanı sıra bu
tanrı ve tanrıçalar hakkında fazla bir şey bilinmemektedir. Bu isimlerden
bazıları, tanrıça İştar'ın olası Urartu versiyonu olan toprak tanrısı Saris
ve Kral III. Rusa'nın hizmetkarı olduğunu belirttiği gizemli bir tanrı olan
Šebitu'dur.
Urartu kültürünün tüm yönlerini bir bütün olarak incelediğimizde, panteon ve
dinin Urartu yaşamının birçok yönüne yansıdığını görebiliriz. Elbette Urartu
kralları ve liderleri için din, birçok kabileyi kendi yönetimleri altında
birleştirmelerine ve bir bakıma yönetimlerini merkezileştirmelerine olanak
sağlayan önemli bir araçtı.
Urartu Krallığı'nın kralları, kayalık burunlar üzerinde bulunan, genellikle
kayaya oyulmuş ve mağara şeklinde olan gösterişli ve büyük mezarlara
gömülürdü. Bunun bir örneği dağın içine oyulmuş birçok odanın bulunduğu
başkent Tuşpa'daki kraliyet nekropolüdür. Tuşpa günümüzdeki Van şehridir.
Bu gösterişli ve zengin mezarların inşası kesinlikle çok çaba gerektirmiştir
ve çoğunun bir, iki veya üç odası vardır. Ne yazık ki bu mezarların çoğu
devasa taş levhalarla kapatılmış olmalarına rağmen antik çağda
yağmalanmıştır. Ancak içlerinde kalan çok az şey bize Urartu tanrılarına
derin bir saygı duyulduğunu göstermeye yetiyor.
Ayrıca bozulmamış mezarlar Urartuların dini inançlarının büyük bir kısmını
ortaya koymaktadır. Silahlar, kalkanlar, kaplar ve mobilyalar da dahil olmak
üzere enfes mezar eşyalarıyla birlikte taş lahitlere gömülmüşlerdir. Bu
onların belki de baş tanrılarından biriyle bağlantılı olan bir öbür dünyaya
inandıklarını gösterir.
KURBAN GELENEĞİ
Urartu tanrıları dini sanatta da yer almıştır. Örneğin üç baş tanrı olan
Kaldi, Şivini ve Teişeba bronz figürler kullanılarak en çok temsil edilenler
olmuşlardır. Bu bronz figürler Urartuların tanrıların fiziksel görünümlerini
nasıl tasavvur ettiklerine dair mükemmel örneklerdir.
Ayrıca bir çoğu tanrıça temsilleri olan, hayvan kemiklerinden yapılmış,
kimliği belirsiz bazı figürler de bulunmaktadır. Temsil edilen yaratıklar
arasında akrep-adam, kuş-adam veya balık-adam gibi melez formlar görülür.
Bunların iblisler, efsanevi yaratıklar veya tanrılar olup olmadığı bilinmiyor.
Fakat bu melezlerin genellikle depoların ve diğer nesnelerin duvarlarına
çizilmiş olduğu göz önünde bulundurulursa bu durum onların bir tür koruyucu
ruh olduğunu gösterir.
Birçok antik dinde olduğu gibi kurbanlar Urartuların günlük dini yaşamının
önemli bir parçasıydı. Urartular kurban olarak değerli eşyalarını sunarken
aynı zamanda keçi, inek, koyun, boğa gibi çeşitli hayvanları da kurban
ediyorlardı. Örneğin Haldi bir savaş tanrısı olduğundan ona değerli
silahlarını, örneğin baltalarını sunuyorlardı. Bununla bağlantılı olarak II.
Sargon zamanında yapılmış bir antik Asur yazıtı Muşaşir kentinde tanrı
Haldi'nin tapınağında depolanan büyük silah yığınlarından bahseder. Yazıt
tapınakta bulunanları şöyle anlatır:
"25.212 bronz kalkan, 1.514 bronz cirit ve 305.412 kılıç... Altından yapılmış
büyük bir kılıç, bele takılabilen bir silah, altın işlemeli 96 gümüş mızrak,
gümüş yay ve cirit, 12 ağır kalkan, 33 gümüş savaş arabası..."
Diğer kurban ve adakların çoğu devasa bronz kazanlar kullanılarak yapılırdı.
Bu gösterişli bronz kaplar muhtemelen büyük miktarda şarap, bal likörü veya
tanrıları yatıştırmak için sunulan diğer önemli yiyecekleri içeriyordu.
Urartu'da var olan kültür şimdilik bir sır olarak kalsa da zamanla bu kültüre
dair yeni kanıtlar ortaya çıkıyor. Çok sayıda Urartu bölgesinde arkeolojik
kazılar devam etmekte. Dolayısıyla şimdilik tanrıları hakkında çok şey
bilmesek bile ilerleyen yıllarda çokça yeni bilgi edinilecektir. Gerçekleşecek
yeni keşifleri sabırsızlıkla bekliyorum.
KAYNAKLAR
"Haldi (ancient god)". Encyclopædia Britannica.
Astour, Michael C. (1987). Studies on the Civilization and Culture of Nuzi
and the Hurrians. p. 48.
Zimansky (2012). Imagining Haldi.
Lurker, Manfred (2004). A Dictionary of Gods and Goddesses, Devils and
Demons, p. 325.
Yervand Grekyan, (2018) "Urartian State Mythology".
Cartwright, M. 2018. Urartu Religion. World History Encyclopedia.
Chahin, M. 2001. The Kingdom of Armenia: A History.
Marek, C. 2018. In the Land of a Thousand Gods: A History of Asia Minor in
the Ancient World.
Various, 2014. Assyria to Iberia at the Dawn of the Classical Age.
Metropolitan Museum of Art.
●►Patreon'dan Üye Olarak Destek Olmak İçin: PATREON ●►Youtube 'Katıl': KATIL
MİTOLOJİLERDE TUTULMALAR (GÜNEŞ TUTULMASI, AY TUTULMASI)
Dünya genelinde binlerce farklı kültür sahip oldukları inanışlar gereği güneş ve
ay tutulmalarına dair farklı efsaneler üretmiş, değişiklik gösteren inançlara
sahip olmuşlardır. Bu makalede kültürel efsanelere özetler halinde değinerek
keyifli bir dünya turu yapacağız.
Türk-Moğol Mitolojisi
Türk mitolojisinde Yelbegen* adlı çok başlı, insan yiyen, yılan benzeri bir
ejderha vardır. Yel "rüzgar, büyü, şeytani" gibi anlamlara gelirken böke
teriminden türeyen "begen" "dev sürüngen, ejderha" demektir. Zaman içinde
farklı formlara girerek ogre benzeri birçok kafası olan devasa bir canavara
dönüşmüştür. İnsanları yiyen devler aynı zamanda atların da düşmanıdır ve
onları yerler. Koca ağızlı, uzun dişli ve koca kulaklı bu yaratıkların farklı
türleri vardır.
Moğol dünyasında "Yelmogus" olarak geçer (mogus = böke). Fakat Moğol varyantı
Altaylardan farklı olarak doğası gereği ejderhalardan ayrı ve onlara zıt
kutuplu bir yaratıktır. Genellikle karanlık ve düşmanca yerlerde yaşayan bu
yaratık, saf kötülüğe, korkunç görüntüye sahip, erişilemeyen yerleri koruyan
bir canavardır. 3,7 veya 9 başlı olarak bahsedilen bu yaratık ateş püskürtür.
İnsanüstü güce ve üstün büyü yeteneğine sahip, çok zeki, zengindir. Çocuk
yapabileceği doğurgan kadınlara karşı şehvet besler. Buna rağmen saygı duyulan
bir yaratıktır ve tamamen kötü bir yaratık olarak kabul edilmez.
Bir Altay efsanesine göre Yelbegen adlı 7 kafalı yaratık Güneş ve Ay'dan
intikam alarak onları yer. Bu dev yaratık bazen yıldızları ağzında çiğneyip
parçalara ayırıp tükürürdü. Bu yüzden yıldızlar ondan uzaklaşarak göğe
kaçardı. Tanrı Ülgen onu durdurmak için yaratığa oklarını fırlatırdı. Bu
inanıştan dolayı Ay tutulması gerçekleştiğinde Altay Türkleri "7 başlı dev
Yelbegen yine Ay'ı yedi" derlerdi. [1] [2] [3]
* Diğer adları: Yilbegan, Yilbeğen, Yelbeğen, Cilbeğen'dir. Tatar dilinde
Cilbegan'dır. Yegen ya da Yeken olarak kısaltılır.
Doğu Asya ve Çin Mitolojisi
Çeşitli Doğu Asya efsanesinde Güneş'in veya ayın bir hayvan tarafından yendiği
düşüncesi vardır. Suç genellikle köpek, 3 ayaklı dev bir kurbağa, jaguar ve
diğer çeşitli canlılar üzerine atılırdı. Çin kültürü de aynı düşünceye
sahipti. Çince'de tutulma için en temel kelime (日食) re shi'dir ve "Güneşi
yemek" anlamına gelir.
Antik Çin'de Güneş tutulmalarının genellikle göksel bir ejderhanın Güneş'le
yüz yüze gelip onu yutmasıyla gerçekleştiğine inanılıyordu. Bu yüzden eski
Çin'de tutulmadan bahseden kayıtlarda "Güneş yendi" yazdığı görülür. Bu
inanıştan dolayı insanlar ejderhayı korkutup Güneş'i kurtarmak için tutulma
boyunca davul çalıyor, bağırarak yüksek sesler çıkarıyorlardı.
Çeşitli Çin toplumlarında insanlar bir ejderha veya vahşi hayvanlar Ay'ı
yiyemesin diye çan çalıyorlardı. Bu inanç sadece sıradan halk arasında
uygulanmıyordu. Örneğin 19.yy'da gerçekleşen bir ay tutulması sırasında Çin
donanması toplarını ateşleyerek ejderhayı korkutmaya çalışmıştı. Güneş bir
süre sonra aynı göründüğünden bu taktiğin işe yaradığına inanıyorlardı.
Tutulma sırasında davul çalınması ve yüksek ses çıkarılması Vietnam gibi diğer
Doğu Asya kültürlerinde de görülüyor olsa da onlar bunun için farklı bir neden
sunarlar. Onlara göre tutulmalar efendisi uyumakta olan bir kurbağanın güneş
ve ayı yutması ile gerçekleşir. Bu yüzden gürültü çıkararak kurbağanın
efendisini uyandırmaya çalışırlar. Böylece uyanan sahip, kurbağasını
öksürterek Güneş ve Ay'ı serbest bırakır.
Fakat belirtmekte fayda var ki eski Çin halklarının çoğu Güneş tutulmaları
hakkında olduğunun aksine Ay tutulmalarından rahatsız değildi, hatta bazı
kaynaklarda yazanlara göre bu sıradan bir olaydı. Ancak istisnalar
olabiliyordu. Örneğin Zhou Hanedanlığı döneminde kırmızı Ay'ın yaklaşmakta
olan bir kıtlık veya felaketin habercisi olduğuna inanılırdı.
Japon Mitolojisi
Japonlar tüm yaşamın, bereketin ve mahsulün kaynağı olarak kabul ettikleri
Güneş tanrıçası Amaterasu'ya taparlardı. Onlara göre tanrıça gittiği zaman
tutulma yaşanıyordu. Göz kamaştırıcı güzelliğinin, tatlılığının ve ne kadar
faydalı olduğunun anlaşılması için ona aynaların gösterilmesi gerekiyordu. Bu
farkındalık onu tekrar ortaya çıkarak dünyaya fayda sağlamaya teşvik edecekti.
Yerli Avustralya Mitolojisinde
Avustralya'da yüzlerce Aborjin grubu olduğundan tutulmaların gerçekleşme
nedenlerine dair farklı anlayışlar ortaya çıkmıştır. Bunlar o kadar fazladır
ki hepsini tek bir çalışmada ele almak mümkün değildir. Aralarından bazılarına
özet olarak değinelim:
* Birkaç Avustralya yerli grubuna göre Güneş kadın, Ay ise erkektir. Kadın
olan ve Yhi olarak adlandırılan Güneş'in Bahloo adındaki Ay'ı takip ettiğine
inanırlar. Bunlar tıpkı insanlar gibi zaman zaman birbirleri ile kavga
ederler. Örneğin Bahloo yani erkek Ay, kadın olan Güneşin ona sırnaşıp
yaklaşmasından hoşlanmadığında, rahatsız olduğunda kavgaya tutuşurlar. Bundan
rahatsız olan Yhi, Bahloo'yu öldürerek intikam almaya çalışır. Ancak Bahloo
göksel olaylarla ilgilenen birtakım ruhlar tarafından kurtarılır. Bazı
efsanelerde ikisi de birbirine aşık çifttirler.
* Yolngu (Yolŋu) halkına göre tutulma, güneş ile ay arasındaki cinsel
birlikteliğin sonucudur. Güney Avustralya'daki Virangu (Wirangu) halkı da
benzer bir inanışa sahiptir. Hatta onlara göre karı koca olan güneş ve ay
cinsel birliktelik yaşarken bir ruh gelerek onların mahremiyetini insanlardan
gizlemek için güneş ve ayı perdeler.
* Bir diğer Aborjin inanışı tıpkı Araplarda da görüldüğü gibi tutulmaların
yaklaşmakta olan bir felaketin, kötü alametin, hastalık ve ölümlerin habercisi
olduğudur. Hatta kara büyünün bile işareti sayılmıştır. İnsanlar tutulmada
yaşanacak kötülükleri önlemek için reçeteler yazmış, ilahiler söylemiş, güneşe
kutsal taşlar ve bumeranglar fırlatmışlardır. [4]
* Başka bir Aborjin grubu olan Vardaman halkı tutulma gerçekleştiğinde bir
şeyin güneşin üzerini kapadığını biliyorlardı. Ama onlara göre bunu yapan Tia
[5] adında devasa bir karatavuktu. [6] Diğer Aborjin gruplarına göre bu olayın
nedenleri arasında pelerinlerini güneşin üzerine koyan ya da güneşin önünü
kapamak için dağları ve tepeleri hareket ettiren büyücüler [7] , güneşi
eli veya vücuduyla kapatan bir adam (vaddingga) yer alır. [8] [9]
* Bazı rivayetlere göre Ay yiyecek çalan ve ihtiyacından fazlasını tüketen bir
varlıktır. Bu onu daha da şişman yapar. Çaldıkları yüzünden cezalandırılarak
kesilir; böylece ölene kadar giderek incelir. Aynı döngü bu şekilde devam
eder. Bu inanış insanlara açgözlülüğün kötü sonla sonuçlanabileceğini anlatan
bir ibret olarak kabul edilir. [9]
* Yirkle kabilelerine göre tutulmalar Ay'ın hastalanmasının sonucudur.
* Bir diğer görüşe göre tutulmaların nedeni çeşitli kötü ruhların güneş
üzerine yerleşmeleri, onu karanlığa boğmalarıdır. [9]
Maya ve İnka Mitolojisinde
Maya ve İnka mitolojisine göre Ay tutulmasının ve ayın kırmızıya bürünmesinin
nedeni bir jaguarın ayı yutmasıdır. [10] İnkalar Ay'ı yiyen jaguarın dünyaya
inip tüm hayvanları yemesinden korkarlardı. Onun bunu yapmasını engellemek
için jaguarı korkutmak amacıyla mızraklarını, silahlarını çıkarıp Ay'a doğru
bağırırlardı.
Mezopotamya ve Mısır Mitolojisinde
Mezopotamyalılara göre Ay tutulmasının nedeni 7 iblisin saldırısıydı. Bu
saldırı sadece gökyüzü ile sınırlı kalmıyor aynı zamanda eş zamanlı olarak
yeryüzündeki kralın saldırıya uğraması şeklinde algılanıyordu. [10] Kralı
saldırıdan kurtarmak için sahte bir kral ilan eder ve bu zavallı adama
saldırırlardı. Tutulma bittikten sonra kukla kral zehirlenir veya öldürülürdü.
Babilliler de tutulmanın kötü alamet ve işaretler olduğuna inanmış,
krallarının ölümünün bir göstergesi olabileceğini düşünmüşlerdi. [11] Bu
yüzden tutulma gerçekleşirken kralı korumak gerekirdi. Asıl kralın yerine kral
gibi giyinmiş sahte bir kral yerleştirirdi. İblislerin sahte kralı gerçek kral
zannedecekleri ve eğer herhangi bir felaket olacaksa bunu yaşayacak olanın
sahte kral olduğuna inanıyorlardı.
Öte yandan erken Mısır tarihlerine ait bazı kayıtlar onların göklerin
tanrıçası olarak kabul ettikleri Nut* adlı bir tanrıçaya tapındıklarını
göstermektedir. Her gece güneşi yediğine ve ertesi sabah onu tekrar
doğurduğuna inanılıyordu. [12] Tutulmalar onunla ilişkilendiriliyordu.
* Diğer adları Nu ya da Nuit'dir.
Arap Mitolojisinde
İslam öncesi Araplara göre tutulmalar biri öldüğünde veya doğduğunda
gerçekleşiyordu. [13] Gökler onların dünyadaki olaylarla ilgili duygu ve
hislerini gösterme yoluydu.
Eskimo Mitolojisinde
Inuit (Eskimo) halkları Grönland, Kanada ve Alaska'nın arktik bölgelerinde
yaşayan bir dizi yerli halktır. Kültür olarak benzer oldukları kabul edilir.
Onların inanışlarına göre tutulmalar erkek ve kız kardeş olan iki tanrı [14]
arasındaki kavga sonucu gerçekleşir. Güneş tanrıçası Malina'nın erkek kardeşi
olan Ay tanrısı Anningan'a kızarak uzaklaştığına inanırlar. Ancak her
defasında abisi onu yakalamayı başarıyordu. Bu da bir tutulmaya neden
oluyordu. İnanışa göre bu tanrılar birbirleri ile iyi anlaşamadığından her yıl
tutulmalar olmaya devam ediyor.
Kızılderili Mitolojisinde
Birçok Kızılderili toplumu olduğundan tutulmalara karşı çeşitli inanışları
vardır. Örneğin Pomo halkına göre tutulmalar bir kavganın sonucuydu ama bu
kavga dev bir ayı ile güneş ve ay arasındadır. [15] Ayı kavgadan dolayı
kızgındır ama Güneş değildir. Duruma öfkelenen ayı Güneş'i ısırır. Daha sonra
Ay'ı da ısırır. Bu yüzden Pomo dilinde "tutulma" için kullanılan kelime
"ısırılmış" anlamına gelir. Bazı düşünürlere göre ay tutulmasının neden güneş
tutulmasından iki hafta sonra gerçekleştiğini ancak bu şekilde
açıklayabilmişlerdi.
Çoktav halklarının inanışına göre kötü bir sincap Güneş'i kemirerek Güneş
tutulmasına neden olur. [16] İnsanların çığlık atarak ve feryat ederek
sincabı korkutup uzaklaştırması gerektiğine inanırlar.
Ojibva ve Kri efsanelerine göre için için yanan bir cüce Güneş'ten intikam
almak ister. Güneşi tuzağa düşürüp yakaladığında dünyada bir tutulma görülür.
[17] Birkaç hayvan yakalanan Güneş'i kurtarırlar ancak bunların arasında
ipleri keserek güneşi serbest bırakacak dişlere sahip olan hayvan faredir.
Onun ipleri kesmesi ile tutulma bittikten sonra güneş tekrar serbest kalır.
Başka bir Kızılderili kabilesi olan Çippeva halkı sönen güneşi yeniden
tutuşturmak için gökyüzüne yanan oklar atardı. [18]
Perulular aynı uygulamayı güneşi engelleyen hayvanı korkutup uzaklaştırmak
için yapıyorlardı.
Hupa ve Luiseno kabileleri tutulma sırasında Ay'ın hastalandığına, eşleri veya
kabile halkı tarafından iyileştirilmesi gerektiğine inanıyorlardı. Bu nedenle
iyileşmeyi kolaylaştırmak için şiirler ve ilahiler söylerlerdi.
Afrika Mitolojisi
Togo'da yaşayan Karaçi halkı güneşin ay ile evlendiğine inanır. Bu ikisinin
birlikteliğinden birçok yıldız doğar. Ancak ikili bir süre sonra anlaşamaz ve
birbirlerinden ayrılırlar. Gökyüzünde görülen çoğu olay onların
etkileşimlerinin sonucudur. Ay Güneş'in alanına girdiğinde Güneş ile birlikte
kalan yıldızlar eski anneleriyle ve onunla birlikte giden yıldızlarla
savaşırlar. Bunun sonucunda yağışlar ve fırtınalar meydana gelir. Kavganın
uzamasını istemeyen anne onlara çok renkli dokuma bir kumaş olan gökkuşağını
gönderir.
Bazen ise Güneş eski karısının alanına girerek onu yakalar ve yemeye çalışır.
İnsanlar bunu bir güneş tutulması olarak görür. Bu yüzden güneşi korkutmak ve
Ay'ı yutmasını engellemek için davul çalarlar.
Afrika'da yaygın olan başka bir efsaneye göre tanrıçanın doğurduğu ikiz tanrı
vardır. Dişi olan Mavu, erkek olan Lisa'dır. Bu ikiz kardeşler sevişmek için
bir araya geldiklerinde tutulma gerçekleşir.
Hint Mitolojisi
Bhagavad Gita (Rabbin Ezgisi) ve Vişnu Puranalarında yer alan hikayelere göre
Svarbhanu adlı iblisin kopmuş başı Güneş'i yer. O kopmuş başın kutsal
kitaplardaki adı ölümsüz olduğu düşünülen Rahu'dur. Hindu kutsal
kitaplarındaki hikayeye göre Rahu, ölümsüzlük içeceğine engel oldukları için
Güneş ve Ay'dan intikam alacağına yemin eder. Sonunda ölümsüzlük içeceğini
elde etse de intikam hırsıyla Güneş ve Ay'ı yakalayarak zaman zaman onları
yutar. İnanışa göre bunun uzun sürmemesinin nedeni Rahu'nun bir bedeni
olmamasıdır. Yani yuttuklarını aslında gerçek anlamda yutamaz, Ay ve Güneş
ağzının arkasından çıkarak serbest kalırlar. Bu yüzden Güneş ve Ay'ın eski
yerlerine dönmesi çok zaman almaz.
Hindular Güneş tutulması sırasında bazı şeyleri yapmazlar. Peki bu sırada uzak
durdukları şeyler nelerdir, bakalım:
Tapınaklarda ibadet etmek ve putlara dokunmak yasaktır. Tutulma sırasında
tapınak kapıları genellikle kilitli tutulur. Tutulma bittikten sonra
putlar Ganj nehrinden gelen suyla yıkanırlar.
Bazı dindar Hindular gökten inen zararlı şeyler yüzünden o gün yemek
pişirilmemesi gerektiğine inandıkları için günü oruç tutarak geçirirler.
Tutulma sırasında uyumak, işemek, boşaltım yapmak ve cinsel ilişki gibi
temel insani ihtiyaçlar yasaktır.
Şeytanların özellikle bu zamanlarda hamile kadınları aradığına inanılır.
Bu nedenle dışarı çıkmamalı ve mutfakta iş yapmamalıdırlar. Bazıları
bağdaş kurup oturmalarını bile yasaklar. Tutulmanın hamile kadınlar ve
bebekleri üzerinde etkili olduğu yönünde bilimsel bir dayanak olmasa da
başka kültürlerde de benzer inanışın var olduğu görünür.
Güneş tutulması sırasında yaptıkları ise şunlardır:
İlahiler, şarkılar ve mantralar söyleyerek kendilerini tutulmanın kötü
etkilerinden korumaya çalışırlar.
Eğer tutulmadan önce yemek artıkları bitirilemezse üzerlerini kapaklarla
kapatır ve yanlarına bazı yapraklar koyarlar. Genellikle fesleğen ve tulsi
yaprakları kullanılır.
Ganj nehrinin arındırıcı olduğuna inandıkları için Hindu rahipleri
insanların bu nehirde yıkanmasının onları tutulmanın kötü etkilerinden
arındıracağını söylerler. Bazı ev eşyalarına da Ganj nehrinden aldıkları
sudan serperler.
Yunan Mitolojisi
Greklere göre Güneş tutulmasının nedeni tanrının kızgın olduğunun işaretiydi.
Bunu kıyamet ve yıkımın başlamak üzere olduğunun göstergesi olarak
görmüşlerdi. Bu yüzden tanrıyı kızdıracak eylemlerden kaçınmalıydılar.
Yunan tarihçi Heredot'un kayıtlarına göre bir zamanlar iki azılı düşman olan
Lidyalılar ve Medler Anadolu'nun kontrolünü ele geçirmek için savaşmaktayken
Güneş tutulması olur. Gündüz aniden günün karardığını görüp tanrının kızdığını
düşünerek savaşın sona ermesini isterler. Her iki taraf da hemen silahlarını
bırakınca tutulma savaşı olarak bilinen Halys savaşı sona ermiş oldu. [19]
Viking Mitolojisi
Viking irfanında ve İskandinav Cermen mitolojisinde tutulmaların
gerçekleşmesinin nedeni Skoll (Sköll) ve Hati adlı iki büyük kurdun Ay ve
Güneş'i yemeye kalkmalarıdır. [20][21] Biri Ay veya Güneş'i kovalamaya
çalışırken diğeri göksel avını avlayıp yemeye çalışır. Bunu başarırlarsa
tutulma gerçekleşir.
Diğer birçok kültürde olduğu gibi göklerdeki bu kavganın son bulması için
insanların aralarındaki anlaşmazlıkları ve kavgaları çözmeleri gerektiğine
inanırlar. Birbirleriyle barışık olmalıdırlar. Bazı savaşlar bu inançtan
dolayı sona ermiştir.
Hristiyan Mitolojisi
Hristiyanlar tutulmaların insanların yaşam ve ölümleri nedeniyle
gerçekleştiğine inanırlar. İsa'nın doğumu nedeniyle Beytüllahim (Bethlehem)
yıldızının ortaya çıktığına, ölümü ile güneşin karardığına inanıyorlar. [10]
Tarih boyunca tutulmaları tanrıdan bir mesaj olarak gördükleri birçok durum
vardır. Örneğin Haçlı seferleri sırasında tutulma nedeniyle kan kırmızısı olan
Ay'ı gördüklerinde bunu Tanrı'nın düşmanlarını helak ettiğinin bir işareti
olarak kabul etmişlerdi. [22] Ay'ın aksine Güneş tutulmasını ise kendi
yıkımlarının göstergesi olarak kabul ediyorlardı.
Yahudi Mitolojisi
Musevilik genel olarak doğa olaylarını Tanrı'nın büyüklüğünün ifadesi olarak
görse de [23] bazı Talmud pasajlarına göre güneş ve ay tutulmalarının kötü bir
zamanın işaretleri olduğuna dair paralel bir inanç var gibi görünmektedir.
[24]
Talmud, güneş tutulmasını tanımlamak için "Güneşe çarpmak" terimini kullanır.
Şu ifade bunu daha detaylıca açıklamaktadır:
"Güneş tutulması tüm dünya için kötü bir işarettir. Tıpkı bir insan kralın
tebaası için bir şölen yapıp önlerine bir fener koymasına benzer. Onlara
kızdığı zaman hizmetçisine 'Feneri çıkar ve onları karanlıkta bırak!' der".
[Sukkah 29a]
Ayrıca Talmud, güneş tutulmalarının 4 nedenden dolayı gerçekleştiğini açıklar
:
"Hahamlarımız öğretti, güneş tutulması dört şey yüzünden olur:
1: Bir "Av Bet Din" yani Haham Başkanı öldüğünde ve gerektiği gibi
methedilmediğinde;
2: Nişanlı bir kız şehirde yüksek sesle bağırırsa ve onu [tecavüze uğramaktan]
kurtaracak kimse yoksa;
3: Eşcinsellik nedeniyle;
4: İki kardeş aynı anda öldürülürlerse." [Sukkah 29a : 13]
Günümüzde güneş tutulmasının gerçek nedeni bilindiği için Yahudi bilginler
bahsedilen Talmud metinlerini mecazi anlam barındırıyorlar diyerek
geçiştirdiler. Bazı hahamlara göre ise gelecekte gerçekleşecek ilahi fikir ve
mesajlar taşımaktadırlar.
Gördüğünüz gibi farklı toplumların tutulmalara dair inanışları onların yerel
inanışlarını yansıtmasının yanı sıra çoğu zaman halkların yaşam biçimlerinin
ve coğrafi şartlarının izlerini taşımaktadır. Hayal gücü büyük olan insan
yaşadığı her çağda elindeki imkanlar dahilinde türlü olaylara açıklama
getirmeye çalışmış, geçerliliğini yitirenler mitoloji olmuştur.
KAYNAKLAR
Cilbegän/Җилбегән". Tatar Encyclopaedia (in Tatar). Kazan: The Republic of
Tatarstan Academy of Sciences. Institution of the Tatar Encyclopaedia.
2002.
Türk Mitolojisi Ansiklopedik Sözlük, Celal Beydili, Yurt Yayınevi
Türk Söylence Sözlüğü, Deniz Karakurt, Türkiye, 2011
Duane Hamacher and Ray Norris, “Eclipses in Australian Aboriginal
Astronomy,” Journal of Astronomical History and Heritage 14, no. 2 (May
13, 2011): 103-14.
A.g.e.
Stuart Gary, “Ancient Aborigines Understood Eclipses,”; Natalie Muller,
“Fear of Eclipse Widespread in Aboriginal Culture,” Australian Geographic,
2011.
Bates, D., 1985. The Native Tribes of Western Australia, Edited by Isobel
White. Canberra, National Library of Australia : 232
Bates, D., 1904-1912. The Papers of Daisy Bates, notebooks, folio
reference 26/113, National Museum of Australia, Canberra : 6a,
74
Hamacher, A.g.e.
Daniel Brown, 2018. “Blood Moon: Lunar Eclipse Myths from around the
World,” The Conversation.
Gonzalo Rubio, 2017. “How Eclipses Were Regarded as Omens in the Ancient
World,” The Conversation.
“Nut | Egyptian Goddess,” in Encyclopaedia Britannica.
Nawar Fakry Ezzi, (August 24, 2017) “The ‘Sinful’ Eclipse,” Saudi Gazette.
Aparna Kher, 2021, “Solar Eclipse Myths,”; Stefanie Waldek, 2018, “How 5
Ancient Cultures Explained Solar Eclipses,” HISTORY.
Kher, “Solar Eclipse Myths.”
“Eclipse of the Sun Blamed on Black Squirrel - A Choctaw Legend” (First
People: American Indian Legend, 2005)
Melissa Petruzzello, “The Sun Was Eaten: 6 Ways Cultures Have Explained
Eclipses,” in Encyclopedia Britannica, 2020.
William Axford, 2017, “Myths and Legends about Solar Eclipses,” Chron.
Herodotus, The Histories, I,74
V. KUMARA SWAMY, 2020, “Solar Eclipse: Myths And Superstitions From Around
the World,”; Waldek, a.g.e.
Morrison, Jessica (2017). Eclipses.
Beth Spacey, 2021, “Medieval Christians Saw the Lunar Eclipse as a Sign
from God - but They Also Understood the Science".
Emily McFarlan Miller, “Signs and Wonder: How People of Different Faiths
View the Total Solar Eclipse,” RNS.
Ilana Sichel, 2017, “The Talmud Says Eclipses Are a Bad Omen. Sorry.,”
Jewish Telegraphic Agency.
●►Patreon'dan Üye Olarak Destek Olmak İçin: PATREON ●►Youtube 'Katıl': KATIL