HABERLER
Dini Haber

TEK TANRILI DİNLERİN KÖKENİ

sizden gelenler, Tek tanrılı dinlerin kökeni, Tek tanrının kökeni, mitoloji, Mitoloji ve tek tanrılı dinler,
SÜMER TABLETLERİNDE TEK TANRI

Klasik mitolojide altın çağ, tam bir mutluluk çağı olarak tasvir edilir. O zaman ne zulüm, ne kavga vardı. Sümer edebi tabletlerinin birinde de insanlığın ilk altın çağı anlatılıyor. Altın çağa ait Sümer görüşü "Enmerkar ve Aratta Beyi" isimli destanda bulunuyor. ( sümerlerde bilinen 9 kahramanlık hikayesi mevcut, 5 tanesi gılgamış, 2 tanesi enmerkar, 2 tanesi lugalbanda )

Bu destan içindeki 21 satırda bir zamanlar barış ve güvenlik içinde bulunan bir ülke anlatılıyor ve bölüm bu mutluluğun bittiğini belirterek son buluyor.

Bu bölüm şöyle:
Bir zamanlar ne yılan vardı, ne akrep vardı,
Ne sırtlan vardı, ne arslan vardı,
Ne vahşi köpek vardı, ne kurt.
Ne korku vardı, ne işkence,
Adamın rakibi yoktu.
Bir zamanlar Şubur ve Hamazi ülkeleri,
Çok ('?) - dilli Sumer, prensliğin büyük ülkesi, tanrısal kanunlar.
Uri, bütün bu gerekenlerle donatılmış ülke,
Marttı ülkesi, emniyette duran,
Bütün evren, birlik (?) içinde olan insanlar,
Enlil'i tek dilde öğdüler.
(Fakat) sonra baba-bey, baba-prens, baba-kral,
E nki baba-bey, baba-prens. baba kral
Kızgın ('! ) baba-bey, kızgın eı baha-prens, kızgın el baba-kral
. . . . . . . . . . bolluk . . . . . . . . . .
. . . . . . . . . . (5 satır kırık)
. . . . . . . . . . insan . . . . . . . . . .
Çok iyi durumda olan ilk on bir satır, insanın kuşkusuz, rakipsiz olarak barış ve bolluk içinde yaşadığı dünyadaki " 'o eski" mutlu günlerini anlatıyor. O zamanlarda evrenin bütün insanları aynı tanrıya, Enlil'e taparlardı.

Hakikaten eğer bu ifadeyi düşündüğümüz gibi "tek bir kalple" değilde tam çevrisi ''bir dilde" olarak kabul edecek olursak. Daha sonra gelen İsrail'liler gibi, Sümer'lerin de diller karışmadan önce evrende, tek bir dil kullanıldığına İnandıklarını söyleyebiliriz.

Bölümün daha sonra gelen on satırı çok kırıklı olduğundan ana kapsamını tahmin edebiliyoruz. Görünüşe göre tanrı Enki. Enlil'in üstünlüğünü kabul etmek istemiyor veya kıskanıyor ve onu bozmak için bazı işlemler yapıyor, insanlar arasına bozuşmayı ve savaşı getirerek onların
altın çağlarına son veriyor.


Belki ( 10 ve 11 nci satırların kelimesi kelimesini çevirirsek). Enki çeşitli diller koyarak İnsanların anlaşmasını önlüyor.

Eğer öyle ise, Tevrat'daki ( yaradılış 11 : 1-9) ' "Babil Kulesi'' hikayesinin Sumer' lerdeki paralelini görüyoruz, demektir. Yalnız sümer'ler İnsanın düşüşünü tanrılar arasındaki kıskançlık yüzünden, İbraniler ise Elohim'in insanlara. tanrı gibi hareket ettikleri için, kıskanması sonucu olduğuna inanıyorlar.

Altın çağa ait bölüm "Enki'nin sözleri" olarak belirlenmiş. Enki'nin sevdiği şehir olan Uruk'un beyi Enmerkar, maden yönünden zengin olan Aratta'yı kendine bağlamak istiyor, diye hikaye devam ediyor.

Bunun için O, Aratta'ya bir haberci göndererek. halkının değerli madenler ve taşlar getirerek, Enki'nin mabedi Abzu 'yu yapmazlar ve içini süslemezlerse Aratta'yı eline geçireceğini bildiriyor. Aratta beyine göz dağı vermek için haberciye, Enki'nin, Enlil ve halkının dünya üzerindeki nufüzuna
nasıl son verdiğini bildiren " Enki'nin sözünü " tekrarlamasını
söylüyor.

6-9 ncu satırlardan çıkarılan bilgiye göre, evren 4 ana bölümden oluşuyor. Sümer'lerin oturduğu yer bunların güney bölümü. Bu bölüm kabaca tahmine göre Dicle ile Fırat arasındaki 44 ncü paralelden aşağı Basra körfezine kadar olan kısım,

Sümer'in hemen kuzeyi uri . Burası Dicle ve Fırat arasının 33 ncü paralelden yukarı olan kısımı. Daha sonra Akkad ve Asur olan yerler de bunun içinde.

Sümer ve Uri'nin doğusunda, Kuşkusuz İran'ın batısını da kapsayan Şubur ve Hamazi vardı.

Sümer'in batısı ve güney batısında Fırat ile Akdeniz arasında Martu ve Arabistan bulunuyor. Kısacası Sumer şiirinde, evren kuzeyde Ermenistan'dan Basra körfezine, doğudan İran topraklarından Akdenize kadar uzanıyor.

Kramerden alınan bu bilgiyi doğru yorumlayabilmek için ek olarak genel çerçeveyi bilmemiz gerektiğini düşüyorum. Verilen metinde sümerlere göre altın bir çağ yaşandığından bahsediyor. Bu dönemde tek tanrıya tapıldığını ancak daha sonra düzenin bozulduğundan söz ediyor. Ancak bu konu üzerinde yorum yapabilmek için şu ayrımı bilmemiz gerektiği açık.
Sümerler çok tanrılı bir dine sahiptir..

İlk tanrıları AN yani göktür, baba tanrı figürüne sahiptir.
Ki yani yerdir, ana tanrı olarak betimlenir.
Bu iki gücü karıştırın güç MUMMU'dur.
İçindeki yaşamı sağlayan ve yerle göğü ayıran tanrı yani ENLİL'dir. Ayrıca enlil, erkek bir tanrıyı ifade eder.
Bu dört tanrıdan sonra bir tanrı daha gelir. yeryüzünü yöneten tanrının ismi ENKİ'dir. erkek figürü vardır..
Bunların dışında herşey için küçük tanrılardan bahsedilir.

Bu bilgiler ışığında metni yorumlayalım ve tek tanrı inancının nereye dayandığını sorgulayalım.. ancak şunu da belirtmem lazım ki, burada verdiğim bilgiler hap niyetine bilgiler, afrika ve mısıra dayanan kökler mevcut. ancak bütün inanışları buraya yazmam imkansız.

Metne göre, altın çağda tapınılan tek tanrı, yeri ve göğü yaratan ENLİL'dir. ( ALLAH - BABA - YAHVE ) ancak buradaki ayrım sümerlerin bakışı ile yapılmalıdır. sümerlerde tek tanrı sıfatı, yaratma ve yönetme değil, EN GÜÇLÜ olmak sıfatıdır.


Sümer tanrıları arasındaki çekilme hiç bir zaman yaratma üzerinden çıkmaz, güç ve yönetme üzerinde yoğunlaşır ve hikayelerinde sürekli olarak bu olgu yer değiştirir.
Ancak altınçağ için bu güç, ENLİL deymiş gibi gözüküyor.

Hikayeden anlaşıldığına göre ENLİL'e, ENKİ isyan ediyor.
burada şunu da eklemem lazım; bir çok kaynakta ENKİ'ye dünyayı yönetme görevini ENLİL verir.

Okuduğumuz bu hikayeden çıkan sonuç tek tanrı inancı değil, tapınılması istenen tek tanrı inancı manasında olması gerikir, bu hikayenin özdeşlerini yahve de, hem allahta görüyoruz.
sürekli olarak kendinden başka bir şeye tapınılmamasını öğüt verirler.

Bu durum ilerleyen dönemlerde mitolojik olarak da yer alır.
lugalbanda hikayesinde de bu durum İNANNA ve UTU arasında geçmekteydi.

Bir diğer önemli konu, sümer inanışıyla, tevhit dinleri arasındaki, en dikkat çekici nokta olan dillerin ayrılması ile ilgili kısımdır. dillerin ayrılması konusu hem tevratta hem kuranda ifade edilir. ( bu aktarımın nasıl olduğu konusu çok uzundur. umarım başka zaman anlatma imkanım olur )

Sümerlere göre de tek tapınılan tanrı inancı var sonucunu çıkartmak mümkün ve bu dönemde diller aynı, ancak biliyoruz ki, dünya da insanlık başladığından beri tek dil gibi bir durum yok. bu inanış sümerlere ait bir inanış sadece, ayrıca görüleceği üzere sümerler evrenden bahsederken, sınırlı bir toprak parçasından ve dünyadaki bazı yerlerden bahsediyor. merkez uruk olmak üzere, güney, kuzey, batı, doğu şeklinde verilmiş...

Peki sümerlerin kökeni nereye dayanır. bu bilgi temele ulaşabilmek için çok önemlidir. bir kaynak türklere dayandığını söyler ( Türkler böyle düşünmekten sevinç duyarlar ), ama asıl kanıtlı bilgi, iran ve samilerin oluşturduğu, OBEYD kültürüdür.

İlk yerleşin irandan ve samilerin yaşadığı bölgelerden gelen, göçebe kökenli olan ailelerin uruk şehrine yerleşmesi ile başlar.

Yani bu tek tanrılı altınçağ dönemi, ya sümerler zamanında ( MÖ 3400 den sonra ) ya da obeyd dönemi ve öncesine gitmek durumunda ( MÖ 5900 - 3400 )

Obeyd dönemi hakkında çok fazla bir şey bilmediğimiz için bu iz sürmeyi, başka bir yönden yapmak gerekiyor. madem obeyd kültürünü iranlılar ve samiler oluşturuyorsa, burdan yol almak ne mantıklısı olacaktır..

Bu iz sürmeyi bir sonra ki postum da vereceğim...
Konumuz, hintlilere ve mısırlılara ulaşacak gibi gözüküyor...
Saygılarımla...

SİZDEN GELENLER | Yazan: Ural Haşim

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)

HER ŞEYDE KERAMET ARAMAK

Hazırlayan: A.Kara
İnançlı insanlar kendilerini daha fazla inandırabilmek ve canlılara, inandıkları Tanrıya daha fazla mistik güç kazandırabilmek için her şeyde keramet aramaya başlıyorlar. Hiçbir zaman "bu neden oluyor acaba?" diyerek bilimsel bir araştırma içine girip sorgulamayı seçmiyorlar, sanki onlar için bilim hiç yok gibi. Halbuki hastalandıklarında oturup dua etmek yerine hastaneye gitmeyi de çok iyi biliyorlar ya neyse...

En basiti köpeklerin uluması ve havlaması mevzusu.
Köpekler ezan sırasında uluyup havlamaya başlayınca inanmak için gezintiye çıkan insanoğlu hemen anlam yükleme arayışına giriyor: "Aha bak, gördün mü? köpek ezan okunurken Allah'ı zikrediyor havlayıp bak"

Bu yönden bakarsak köpekler Tüp gaz firmalarını ve ambulansları da zikrediyor olmalılar çünkü o zaman da eşlik edip uluyor yada havlıyorlar.
Yahu güzel kardeşim az kafanı çalıştır, bunun sebebi dini-mistik bir şey değil, tamamen bilimsel.
Köylerde ava çıkarken niye yanına köpek alıyorsun? Neden köpek almak yerine bir dostunuzu yanınıza alıp "oğlum sen git şuraları tara" demiyorsunuz? Çünkü burnu iyi koku almaz ve kulakları uzağı duyamaz değil mi?
Köpeklerin insanlardan kat kat fazla duyma yeteneğine sahip olduğunu, bizim duyamadığımız frekansları da duyabildiklerini söylememe gerek var mı?
A, Bilimsel, din, islamiyet, Köpeklerin ezan okunurken havlaması-uluması,Kuşlar su içerken Allah'a şükür mü ediyor?,Kuşlar su içerken,Allah'ı tespih eden hayvan geyikleri,Köpek kulağı
Bak hacı dayı, ezan okunurken hoparlörden çıkan sesin yüksekliğini anlatmaya gerek yok. O sese eğer A dersek, köpek bu sesi A değil de 4xA gibi duyuyor yani 4 kat daha yüksek. İnsanlar 64-23.000 hz ses aralığını tespit edebilirken kulaklarında 18 kas bulunan köpekler 67-45.000 hz aralığı tespit edebiliyorlar.
Doğal olarak bu kadar fazla sesi duyunca hayvanlar uluyarak ve havlayarak hem korktuklarını belli ediyor hemde daha fazla ses çıkararak üstünlük kurmaya çalışıyorlar. Çünkü onlar bu sesi çıkaranın bir insan olduğunu bilmiyor, onlara göre "güçlü bir ses var" ve eğer bu sese tepki vermezlerse, bu yüksek sesi çıkaranı korkutamazlarsa hayatları tehlikeye girebilir.

Bu köpeklerin doğal iç güdüsü ile ilgilidir. Çünkü köpekler normalde vahşi doğa hayvanlarıdır ve ona göre alışkanlıkları, onlara miras kalan güdüleri ve genleri vardır. Köpekler şuan gördüğünüz sevimli hallerine gelene kadar bir sürü çeşitlilik atlattılar ve sürekli değiştiler. Fakat her ne kadar değişse de hiçbir canlı atalarından kalan özellikleri %100 kaybetmiyor. Köpeklerin bu yaptığı da onlardan biri.

Mesela genelde birkaç köpek bir arada ise, motosikletli birini görürlerse saldırır veya önünü keserler. Oldu olacak bunda da keramet arayın, üretmekte zorlanmazsınız siz, konu yobazlık olunca hakikaten sağlam hurafeler üretebiliyorsunuz. Durun kısa bir süreliğine yobaz olayım ve bunda keramet arayıp yazayım hemen:

Köpekler motosiklete saldırıyoğğğ çünkü biliyoğğğ motorcuların kafür, zındıklar olduğunu ve iki ayaklı şeytana bindüklerini. Köpekler şeytani görebilir, motorda iki ayaklı şeytan olduğuna göre onu görüp korkutmaya çalışır şeytana saldırırlar. Sana da şeytana bindiğin için saldırıyolar atayız motorcu. Motorcu atayızdır o kadar, möslüman adam motor bünmez.

Yahu yok yok, hayvan sürü hayvanı, bakıyor manyak ses çıkaran, onun gözlerine ışıltılı gelen tuhaf bir şey var gelmekte olan, doğal olarak sürü kendini korumaya çalışıyor. Yani onlar motorun motor olduğunu bilmiyor, tıpkı koşup zaman zaman arabalara saldırmaya çalışmaları gibi.

Gel gelelim kuşlara.
Bazı hayalperest arkadaşlar, kuşların su içerken kafasını yukarı kaldırmasının sebebini "şükretmek" zannediyorlar (ne kadar çelişkili bir düşünce, hem deki Allah her yerdedir, hem de deki göğe bakıyor şükrediyor. Yani Allah gökte ve oradaki tahtında oturuyor?).

A, Bilimsel, din, islamiyet, Köpeklerin ezan okunurken havlaması-uluması,Kuşlar su içerken Allah'a şükür mü ediyor?,Kuşlar su içerken,Allah'ı tespih eden hayvan geyikleri,Köpek kulağı
Bunun sebebi de maalesef şükür mükür değil hacı dayı, sebebi şu:
Kuşlar bizim gibi "boğaza bak beaahhh, soba borusu mübarek" tarzı bir boğaza sahip olmadıkları için suyu vakumlayamazlar (yani içine çekemezler). Bu yüzden önce suyu ağızlarına alırlar sonra da ağızlarında biriktirdikleri suyu kafalarını yukarı kaldırarak midelerine gönderirler. Aynı şekilde yemek yerken de bunu yaparlar, örneğin belgesellerde balıkçılların, balığı yakaladıktan sonra kafasını yukarı kaldırıp balığı höpürdettiğini görürsünüz. Kafasını yukarı kaldırana kadar balık ağzındadır çünkü yutamaz, ama kafayı yukarı diktikten sonra balık "cup" diye kayarak mideye gider. Tabi bu sadece kuşlarda yoktur, boğaz yapısı vakumlamaya elverişli olmayan birçok canlı yutkunabilmek için bunu yapmak zorundadır.

Bu arada, istisnayı bozan kuş türleri de vardır, örneğin güvercinler. Onlar kafalarını yukarı dikmeden de su içebilirler, bu da yine boğaz yapıları ile ilgilidir. Eğer olaya sizin gibi "şükür-tespih" yönünden bakacak olursak güvercinler ile ilgili ortaya 2 ihtimal çıkar:
1) Tüm güvercinlerin dinsiz olması ihtimali
2) Güvercinlerin içlerinden şükrediyor olmaları ihtimali...

15 YIL TANRI VE ATEİZM | 5

Yazan: Zübeyde Savaş
15 yıl tanrı ve ateizm 5, din, Farklı tanrılar, Gerçek hayat hikayesi, Küçük çocuklara tanrı masalları, Tanrılar nasıl oluştu?, Zübeyde SAVAŞ,

15 YIL TANRI VE ATEİZM | 5

Köylüler başlarını yavaşça yere eğerler, o yüzlerindeki gülümseme kaybolur bir anda.

Barış:
- Yarın sizlerin başına bir şey gelse, eviniz yansa eşinize bir şey olsa ilk komşunuz gelecektir, kız istenirken bile komşusuna sormuştur peygamber efendimiz, unutmayın ki atalarımız bile ev almadan önce komşu al demiştir, her ihtiyacımızı derdimizi, sevincimizi komşumuzla paylaşmalıyız, baktığımda bu yaşlı insanların yaşları seksenin üzerinde, size baktığımda en yaşlınız belki atmış var, bu da oluyor ki her biriniz dedenin topladığı meyveden yemiş ninenin sıcak ekmeğinden almış, ayranından içmiştir, sizin bilmediğiniz şeyleri gelip bu insanlara sormuşsunuzdur. Bu insanlar aç gezerken, aç uyurken siz nasıl olurda evinizde tok uyursunuz, ben bu gün gelmeseydim bu üç adam onları aç kurtlar gibi parçalardı ve sizler izleyecektiniz, tanrıma binlerce kez dua ederim ki  bu gün buradan geldim sürümle, bu yaşlı insanların dertlerine yardım edebildim, müslüman müslümanın bir derdini giderirse tanrı da onun derdini giderir, bu gün bu fırsadı tanrı bana sundu, komşusuyla iyi geçinmeyen derdine derman olmayan müslüman değildir, bir müslüman ben açım demez, bana yardım edin demez, eğer diyorsa ihtiyacı vardır, yaşlı insanlara bakın gözleri ağlamaktan morlaşmış yardım istemiş alamamış, peki siz ettiniz mi? Yarın öldüğünüzde tanrının sorgu melekleri komşunuza neden yardım etmediniz dediğinde, işte o zaman vay halinize, şimdi kalkın benimle gelin ve bu yaşlı insanlardan özür dileyin, helallik alın yalvarın, sonra af dileyin tanrıdan.

Köylüler bu sözler karşısında gözleri dolar yaptıklarının yanlış olduğunu anlarlar. Köylüler ve Barış yaşlı insanların yanına giderler, köylüler yaşlı insanlardan affetmeleri için yalvarırlar ellerini öperler. Nine ve dede bu sefer sevgi göz yaşları dökerler. Barış dedenin ve ninenin ellerini öper:
- Hakkınızı helal edin.

Nine:
- Oğlum bizim ne hakkımız var, sen hakkını helal et, biz helal ettik, tanrı ne bu dünyada ne de öldüğümüzde sana zorluk, darlık çektirmesin, taş diye tuttuğun her zaman altın olsun oğul.

Barış:
- Konuşmanın bile hakkı vardır.

Nine:
- Oğlum hangi köydensin.

Barış:
- Ak ağaç köyü ninem.

Barış ve yaşlı insanlar bir birlerine uzun uzun sarılırken köylüler yiyecek, giyecek getirirler bir anda yaşlı insanların evi o derin açlık ve kederden kurtulmuştur. Köylüler Barış’a teşekkür eder ve köyün çıkışına kadar yol ederler.

Barış sürüsüyle birlikte yaylaya doğru gider, ömründe hiç bu kadar huzurlu mutlu olduğu anı bilmez içinden; tanrım sen ne kadar büyüksün her şeyi bilensin sanki içime yeni doğmuş gibi huzur verdin. Dua ve ilahi söyleyerek yaylaya yaklaşmıştır, yaylaya geldiğinde koyunları toparlar ibadetini yapar sevinç göz yaşlarıyla yemek yer, yıldızlara bakarak yaşlı insanları düşünür, içi huzur dolar; tanrım sen bizleri zorbaların eline düşürme, şeytana fırsat verme, bu gün ki üç adamı bağışla onları doğru yolu bulmalarına yardımcı ol. Uyuya kalır, sabah namazını kılmak için kalkar, ibadetini bitirdiğinde uzaklardan kurt seslerini duyar, etrafına bakınır ey kurtlar bu sürü bana emanet benim hiç koyunum yok eğer yerseniz ben ne derim sahiplerine beni zor durumda bırakmayın, yüce tanrım sürüm sana emanet. Barış derin uykuya dalmıştır, yolun yorgunluğu ve yaşlı insanlara yardım etmenin verdiği huzurla öğleye kadar uyur. Koyunlar da sanki Barış’ı beklerler gibi uzaklaşmadan otlarlar. Barış uyanır koyunlara bakar; tanrım teşekkür ederim bu yayla çok güzel sen yücesin bu sene koyunlar ikiz etsin benim de sürüm olsun seneye de evimi tamir ettireyim diye dua eder.

Aradan on gün geçmiştir her yeri gezmiş yaylanın nasıl olduğuna bakmıştır, bir sabah kalkar erkenden çayını demler kahvaltı yaparken:
Uzakta biri at sırtında yaklaştığını görür.
Yabancı:
- Merhaba çoban, yeni mi geldin ?

Barış:
- Selam, on beş gün oldu geleli, gel otur, bir çay içelim yeni demledim ne varsa onu yeriz.
Yabancı attan inerek oturur, Barış, çay verir yabancıya.

Yabancı:
- Teşşekkür ederim, açlığım yok çay yeter, sürü senin mi ?

Barış:
- Yok ben bakıyorum, köyümün koyunları.
Yabancı çayını içer koyunlara bakar.
- Sütü ve yünü kimin?

Barış:
- Onlar benim.

Yabancı:
- Ben süt ve yün toplarım eğer anlaşırsak.
Barış yüce tanrım param da çok azdı, senin de yardımınla anlaşırsak param olur diye düşünürken.

Yabancı:
- Niye düşünüyorsun, yanlış bir şeymi söyledim.

Barış:
- Yok, iki üç yıl hiç yün ve süt satamamıştım da onu düşünüyordum.

Yabancı:
- Ben Ramadan. İsmin nedir?

Barış:
- Barış, memnun oldum.

Ramadan:
- İş konuşalım yünler için ne istersin, süt fiyatı belli zaten, fakat sabah, akşam süt olur mu? Ben de ona göre gelirim almaya, bir de burda mı kalacaksın gidecek misin?

Diğer sayfalar:
◄ [4] , [6] ►

HADİSLERİ KİM YAZDI? YAZDIRDI?

DP, din, islamiyet, Hadisleri kim yazdı?, Hadisleri kim yazdırdı?, İslam ve hadis, Hadislere bakmalı mı?Kur'an hadisler için ne diyor?, Kur'an başka kaynak kabul eder mi?, Hadis kaynakları,
Hadisler… Sünni İslam aleminde Kuran-ı Kerimden sonra ikinci kaynak. Birçok mezhep veya düşünce kolu için ise resmen Kafirlik. Yani Allah'a ve onun peygamberi Muhammed'e atılan yazılı iftiralar. Onlara göre Hadisler her ne kadar Kurana veya vicdana uyarsa uysun. Neticede Kuran-ı Kerimde yok. Dolayısı ile Allah kelamı kabul edilmeyeceğinden dolayı İslam dışı. Ülkemizde yaşanılan İslami inanca göre ise daha önce bahsettiğim gibi, Kurandan sonra ikinci kaynak. Daha dünya Müslümanları bile bu konuda hemfikir değil. Birinin ak dediğine öteki kara diyor. Ötekinin helal dediğine diğeri haram diyor. Birinin dinen caiz dediğine öteki caiz değil diyor ve çelişkiler silsilesi böylece uzayıp gidiyor. Ülkemizde televizyon kanallarında bile onlarca profesör din alimleri birbirleri ile hakarete varacak ithamlarla kavga ediyor. İnançta ittifak edemiyorlar. Türkiye sınırını geçin, başka Müslüman ülkelere gittiğinizde ayinler tamamen değişiyor. Hatta küçük kızlarla evlilik yasal ve dinen caiz. Ülkemizde ise din ve ahlak dışı. Her fraksiyon kendi dini davranışını Hadislere dayandırıyor. Bunu nereden biliyoruz? Çünkü Kuran kuralları uygulansa tüm İslam coğrafyası aynı şekilde inanıp aynı şekilde ibadet ediyor olurdu. Dolayısı ile tüm İslam ülkeleri Kuran-ı Kerim’i ana kaynak kabul etse de dinlerini Hadislere göre yaşıyorlar. Sorun da tam bu noktada başlıyor.

Hadisler ilk ne zaman derlendi? Bu cevabı bulmadan önce günümüz hadis külliyatında sahih olarak nitelenen hadisleri bünyesinde bulundurduğu konusunda tüm İslam Alimlerinin ittifak ettiği Kütüb-i Sitte’ den başlayalım. Kütüb-i Sitte’ yi oluşturan hadisler bütününün yazarlarına/naklettiricilerine bir göz atarsak şu isimler göze çarpar; Buhari, Müslim, İbn-i Mace, Ebu Davut, Nesai ve Tirmizi. Bu 6 kişi tarafından toplanıp derlenen hadisler Kütüb-i Sitte olarak İslam kaynakları arasında Kuran-ı Kerim’den sonra ikinci başvuru kaynağıdır.

Şimdi bu yazarların hangi dönem yaşadıklarına bir göz atarsak eğer:
  • Buhari, Hicri 194-256
  • Müslim, Hicri 204-261
  • İbn Mace, Hicri 209-273
  • Ebu Davut, Hicri 202-275
  • Nesai, Hicri 215-303
  • Tirmizi, Hicri 209-279

İslam peygamberi Muhammed, Hicri 11 yılında ölmüştür. Onun ölümünden sonra en erken doğan hadis yazarı olan Buhari, 194 yılında, yani Muhammed’in ölümünden 183 yıl sonra dünyaya gelmiştir. Hadisleri yazmaya 20’li yaşlarda başladığını varsaysak, Muhammedin ölümünden yaklaşık 204 yıl sonra yazıldığını öngörmüş oluyoruz.

Aralarında en gençleri olan Nesai ise Muhammed öldükten 204 yıl sonra dünyaya gelmiştir. Yani, onun da 20’li yaşlarda hadis toplama ve ayıklama işine girdiğini varsayarsak (en iyi ihtimalle), ondan gelen hadisler Muhammed’in ölümünden 224 yıl sonra toparlanmıştır.

Karşımıza çıkan rakam en az 200 yıl… 200 yıl…


Şimdi günümüzden 200 yıl öncesini düşünün. O dönemden bu güne söylevlerden hangileri kalabilir? Ki Kuran-ı Kerim kendisi dışında herhangi bir rehber edinilmesini yasaklarken:
  • Biz bu kitabı sana, her şeyin ayrıntılı açıklayıcısı, bir doğruya iletici, bir rahmet, Müslümanlara bir müjde olarak indirdik. (16-Nahl-89)
  • Kendilerine okunmakta olan Kitab’ı sana indirmemiz onlara yetmiyor mu? (29-Ankebut-51)
  • Kendi hükmünde hiç kimseyi ortak kılmaz. Rabbin’in kitabından sana vahyedileni oku. O’nun kelimelerini değiştirecek hiçbir kudret yoktur. (18-Kehf-26,27)
  • Rabbinin sözü hem doğruluk, hem adalet bakımından tamamlanmıştır. O’nun sözlerini değiştirecek hiçbir kuvvet yoktur. (6-Enam-115)
  • Kitap’ta hiçbir şeyi eksik bırakmadık. (6-Enam-38)
  • O yalnızca bir öğüt ve apaçık bir Kuran’dır. (36-Yasin-69)
  • De ki "Ben sizi ancak vahiy ile uyarıyorum." (21-Enbiya-45)
  • Andolsun bu Kuran’da her örnekten insanlar için türlü türlü açıklamalarda bulunduk. İnsanların çoğu ise tanımamakta ayak diretmektedirler. (17-İsra Suresi-89)
  • Rabbin asla unutkan değildir. (19-Meryem-64)
  • Size ne oluyor, nasıl hüküm veriyorsunuz? Hiç mi öğüt almıyorsunuz? Yoksa sizin apaçık olan bir deliliniz mi var? Şayet doğru söylüyorsanız kitabınızı getirin. (37-Saffat-154-157)
  • Neyiniz var? Nasıl hüküm veriyorsunuz? Yoksa okuyup, ders almakta olduğunuz bir kitabınız mı var? İçinde keyfinize uyanın sizin olduğu. (68-Kalem-36,37)

Peki, neden hadislerin toparlanmasına ve derlenmesine İslam Peygamberi Muhammed öldükten yaklaşık 200-250 yıl sonra ihtiyaç duyuldu? Ya da soruyu değiştirelim. Neden hadisler daha önce yazılmadı veya derlenmedi? Cevaplara bir göz atalım:

"Ebu Bekir, Peygamberin vefatından sonra halkı toplamış ve onlara şöyle demiştir: “Sizler Allah’ın elçisinden farklı hadisler naklediyorsunuz. Bu durumda sizden sonrakiler daha büyük anlaşmazlıklara düşecektir. Allah’ın elçisinden hiçbir hadis nakletmeyin. Sizden hadis nakletmenizi isteyenlere deyiniz ki: İşte Allah’ın Kitabı aramızda, onun helalini helal kılın, haramını haram görün.” [Zehebi, TezkiratulHuffaz 1/3; Buhari l.cilt]

"Hz. Ömer diğer şehirlerdeki sahabelere de mektuplar yazarak ellerinde yazılı bulunan hadis mecmualarını yok etmelerini istedi." [İbni Abdül Berr, Camiul Beyanil İlm]

"Hz. Ömer, Irak’a yolculuğa giden arkadaşlarına şöyle demiştir: “Siz öyle bir ülkeye gidiyorsunuz ki halkı arı uğultusu gibi Kuran okur. Hadislerle onları meşgul etmeyiniz ve yollarını saptırmayınız.” [Hanbel, Kitabul Ilel 1]

"Hz. Ömer şöyle der: “Ancak sizden önceki kavimleri hatırladım, onlar da kitaplar yazmışlar ve Allah’ın Kitabı’nı bırakarak onlara sarılmışlardı. Allah’ın Kitabı’na hiçbir şeyi karıştırmam.” Diğer bir rivayette “Allah’ın Kitabı’nı asla başka bir şeyle değiştirmem.” Başka bir rivayette; “Ben yemin ederim ki Allah’ın Kitabı’nı hiçbir şeyle gölgelemem.” [El Hatip, Takyıdul İlm; İbni Sad, Tabakat]

"Hz. Osman çok hadis nakletmelerinden dolayı Ebu Hureyre’yi Devş dağlarına göndermekle, Kab’ı da Kırede dağlarına sürgün etmekle tehdit etmiştir." [Tahzırul Havas 10b.]

"Şeddad, İbni Abbas’a “Hz. Peygamber bir şey bıraktı mı?” diye sordu. O da “Sadece Kuran’ın iki kapağı arasında olanları bıraktı.” cevabını verdi." [Buhari, K. Fezailul Kuran; Müslim, K Fezailus Sahabe; Ebu Davud, K. Fiten; Tırmizi K. Fiten]

"İbni Abbas hadis yazmayı yasaklar ve şöyle derdi: “Sizden önceki ümmetlerin sapmaları bu şekilde kitaplar vücuda getirmek yüzünden olmuştur.” [İbn Abdül Berr, Camiul Beyanil İlm 1]

"Abdullah bin Mesud elinde bir hadis sayfasıyla geldi. Sonra su isteyerek yazıları sildi, sayfanın yakılmasını emretti ve şunu söyledi: “Allah kime bir hadis sayfasının yerini bildirirse ve o da beni bundan haberdar ederse, Allah’a yemin ederim ki, Hindistan’da dahi olsa o hadisi arar bulur ve yok ederdim." [Ebu Reyye, Muhammedi Sünnetinin Aydınlatılması]

"Hz. Ali minberden şu hutbeyi veriyordu: “Yanında hadis sayfaları bulunanlar gidip onları yok etsinler. Zira halkı helak eden olay, alimlerin naklettikleri hadislere uyarak Kuran’ı terk etmeleridir."
[İbni Abdül Berr, Camiul Beyanil İlm]

"Bir gün Hz. Ali’ye gelirler ve “Halk hadislere dalmış” derler. Hz. Ali sorar: “Gerçekten öyle mi?” “Evet” derler. Peygamber’den işittim ki gelecekte vuku bulabilecek bir fitneden söz ediyordu. “O fitneden kurtuluş nedir, nasıldır?” diye sordum. Resullullah dedi ki: “Kurtuluş Kuran’dadır. Çünkü sizden öncekilerin haberleri de sizden sonrakilerin haberleri de aranızdakilerin hükmü de Ondadır. O, gerçek ile yalanı birbirinden ayıran kesin bir hükümdür, şaka ve boş söz değildir. Onu terk eden her zorbanın Allah boynunu kırar. Hidayeti, doğru yolu Ondan başkasında arayanı Allah sapkınlığa düşürür. O, Allah’ın en sağlam urganıdır. O, hikmetle dolu Kuran’dır. O en doğru yoldur. O, boş arzuların haktan saptıramayacağı, dillerin, karıştırıp belirsiz edemeyeceği, ilim adamlarının doyamayacağı, çok tekrarlanılmasından bıkılmayan, ilginç özellikleri bitip tükenmeyen bir kitaptır."
[Tirmizi; Darimi]


Şimdi Muhammed tarafından söylendiği rivayet edilen bazı sahih hadislere de göz atalım:

"Benden [Kur’an’dan başka] bir şey yazmayınız! Kim benden Kur’an’dan başka bir şey yazmışsa onu imha etsin." [Müslim, Zuhd,72]

"Allah’ın elçisinden sözlerini yazmak için izin istedik, bize izin vermedi." [Tirmizi, Es Sunan, K. İlm 11]

"Biz hadis yazarken Hz. Peygamber yanımıza geldi ve “Yazdığınız şey nedir? ” dedi. “Senden işittiğimiz hadisler” dedik. Hz. Peygamber: “Allah’ın kitabından başka kitap mı istiyorsunuz? Sizden evvelki milletler Allah’ın kitabı yanında başka kitaplar yazdıkları için yoldan çıktılar." [El Hatib, Takyid 33]

Daha önce ertelediğimiz bir soru vardı, neden İslam peygamberi Muhammed öldükten 200-250 yıl sonra hadisler yazılmaya ihtiyaç duyuldu?

İşte bu noktada farklı cevaplar devreye giriyor. Herkes kendi cevabını veriyor. Fakat tüm cevaplar da bir varsayımdan ibaret. Dört halife devrinde neden hadis yazımı yasaklandı? Bilmiyoruz. Aslında cevapları yazı içerisinde verdim ancak o cevaplarında kaynakları hadis ravileri olduğu için onlar da –bana göre- geçersiz.

Peygamber öldükten 200 yıl sonra tasnif edilen bir takım sözlere güvenerek bir dini nasıl inşa edebilirsiniz? Bu 200 yıllık farkı, günümüz 200 yıllık farkı ile bir tutmayın. Örneğin günümüzden yaklaşık 200 yıl öncesi 1800 yıllara denk geliyor. 19. Yüzyılın başında matbaa vardı. Kitap basımı vardı. Kayıt tutuluyordu. Buna rağmen kesin diyemiyoruz bazı verilere.

Birde 800’ lü yılların Arabistan yarımadasını, Ortadoğu coğrafyasını ve ortamını hayal edin. Yani Buharilerin ve Tirmizilerin dönemini… Kuran’ın dahi 200 yıl öncesinde taş ve kemik parçaları, deri ve yaprak yüzeylerinden toparlandığı zamanlar. Kuran-ın bile nasıl derlendiği İslam âleminde bile tartışma konusu iken ki onun yazan Muhammed (İster vahiy ister kendi yazmış olsun), nasıl olur da hiçbir kaydın tutulmadığı bir ortamda 200 yıllık bir “kulaktan kulağa oyunu” gibi nakil edilen sözlü rivayetlere inanırız?

Neye yazıldıkları bile belirli değil. Kimlerin nasıl aktardıkları belirli değil. Hiçbir güvenli bilgi aktarımı yok. Kütüb-i Sitteyi oluşturan hadislerde bile ittifak yok. Örneğin madem sahih hadis peşindesin, o halde 6 hadis derleyicisi de neden farklı sayı ve adette nakilde bulunuyor? Rakamlar birbirinden çok farklı:
  • Buhârî: 9082 hadîs (Tekrarlarıyla)
  • Müslim: 7275 hadîs (Tekrarlarıyla)
  • Nesâî: 5724 hadîs (Tekrarlarıyla)
  • Ebu Dâvud: 5274 hadîs (Tekrarlarıyla)
  • Tirmizî: 3951 hadîs (Tekrarlarıyla)
  • İbnu Mace: 4341 hadîs (Tekrarlarıyla)
  • Toplam: 35647 hadîs (Tekrarlarıyla)

Bir hadis sahih mi yoksa değil mi nasıl test ediliyordu? Yani, hadisin güvenilirliği nasıl belirleniyordu? Elbette Buhari bunun çözümünü bulmuştu. Buhari hadisleri teste tabi tutuyordu. Olaya bilimsel yaklaşıyordu. Peki, test metodu ne idi? Bir bakalım:


Firebrî'nin rivâyetine göre; "Herhangi bir hadîsi Sahîh'e dâhil etmezden önce yıkanıb iki rekât namaz kılan Buhârî, Allah'a istihârede bulunub mânevî bir işâret aramış, ondan sonra hadîsin sıhhatine hükmetmiştir. Bu şekilde sıhhati nazarında subût bulmayan hiçbir hadîsi Sahih'e almadım" der.

Olay çözüldü sanırım. Yani, Buhari hadisleri nasıl bir teste tabi tutuyordu öğrenmiş olduk. Peki, bir başka derleyici için bu hadis sahih ise ne olacak? Birbirlerini tenkite tuttular mı? Cevap hayır. Üstteki rakamlar zaten bunu gösteriyor.

Peki, yazının başlığında olduğu gibi Hadisleri Kim Yazdı? Yazdırdı? Cevap yok. Tüm dünya İslam aleminin yüzyıllardır cevabında ittifak edemediği bir hususta benim cevap bulmamı elbette beklememelisiniz. Çünkü cevabı yok.

Kimine göre hadisleri Emevi İmparatorluğu kendi çıkarı için uydurtup yazdırttı, kimine göre Yahudi ve Hristiyanlar İslamiyet’i yozlaştırmak için hadis külliyatını tasarlattı, kimine göre her coğrafya kendi örf ve adetlerini Dine adapte edip daha rahat uygulamak için uydurttu, kimine göre dini bölgelere uyarlayıp daha yumuşak bir din yaşamak için. Dediğim gibi cevap yok. Ülkemiz Müslümanlarına göre ise cevap var. Onlara göre Hadisler sayesinde dinimizi en doğru ve en mükemmel şekilde yaşıyoruz. Hadisler olmasa dinimiz yitip gidecekti.

Bildiğim tek şey dinini sorgulayanların büyük çoğunluğu bu işe hadislerden başlıyor. “Bana Kuran Yeter!” sloganı ile yola çıkıyorlar. Bakın bakalım sadece Kuran-ı Kerim'e bakarak dininizi yaşayıp ibadetlerinizi yapabiliyor musunuz?

Hadisleri savunarak “Sadece Kuran ile İslam yaşanmaz. Peygamberimizin Hadisleri olmasa dinimizi nasıl yaşarız?” demeyin sakın. Derseniz ayetleri inkar etmiş olursunuz. Tekrar hatırlatmakta fayda görüyorum inançlı okurlar için.
  • Kitap’ta hiçbir şeyi eksik bırakmadık. (6-Enam-38)
  • O yalnızca bir öğüt ve apaçık bir Kuran’dır. (36-Yasin-69)
  • Rabbin asla unutkan değildir. (19-Meryem-64)
  • Biz bu kitabı sana, her şeyin ayrıntılı açıklayıcısı, bir doğruya iletici, bir rahmet, Müslümanlara bir müjde olarak indirdik. (16 Nahl Suresi 89)
  • Allah size kitabı detaylandırılmış bir halde indirmişken Allah’ın dışında bir hakem mi arayayım? (6 Enam Suresi 114)

Görmek isteyenler için sorularda cevaplarda ortada. Her ne kadar kaynaklarını belirmiş olsam da bana da güvenmeyin. Hatta isterseniz bu sitede yer alan hiçbir yazıya güvenmeyin. Araştırın, öğrenin, sorgulayın. Kimsenin etkisinde kalmayın. Bakın bakalım hangi cevaplar veya çelişkiler ile karşılaşacaksınız kendiniz görün. Sağlıcakla kalın.

Yazan: Demon Product

MEZOPOTAMYA TANRILARI

"Kralların ülkesi" olarak bilinen Sümer, güney Mezopotamya'da (modern Irak) M.Ö. 4500 ve 4000 arasında kurulmuştur. Tarihte bilinen şimdiye kadar kurulan ilk medeniyetlerden biri haline gelmiştir. Bu medeniyet, tarım için bataklıkları süzmüş, ticareti geliştirmiş, dokuma, maden ve çanak-çömlek işleri için tesisler kurmuştur.

Her bir şehir, tanrı ya da tanrıça tarafından korunurdu ve kent merkezinde oturmaları için adlarına inşa edilmiş büyük tapınağa sahipti. Mezopotamya'nın tanrıları, hava, ateş ve gök gürültüsü gibi daha önceki ana rollerinin kalıntılarını hala koruyorlardı.

• Anu (cennetin tanrısı) Mezopotamya panteonunun orijinal hükümdarıydı. O, göklerin en yüksek bölgesinde yaşayan ve suç işleyenleri yargılama gücüne sahip olan, takımyıldızların efendisi ve ruhların efendisi olarak bilinen bir ruhani tanrı idi.

• Enlil (hava tanrısı), rüzgar ve açık alanlarla ilişkiliydi ve Nippur şehrinin koruyucusuydu. O cennette Anu'ya ulaşabilen tek tanrıydı, çünkü gökyüzüne hükmediyordu. İnsanları yaratmaya yardım eden Enlil'di, ama çok geçmeden onların kargaşasından rahatsız oldu ve onları büyük bir sel ile öldürmeye çalıştı.

• Enki (tatlısu tanrısı) Eridu şehrinin koruyucusuydu. O, dünya düzleminde yaşayan herkes üzerinde yaşayan bilgi, zanaat ve yaratılışın efendisi olarak biliniyordu. Taş tabletler üzerine yazılan “Me” olarak bilinen ilahi bir gücün koruyucusuydu. Sık sık boynuzlu bir taç ile tasvir edilir ve bir sazan derisi giymektedir.

• Enbilulu (Tanrılar Tanrısı), her ikisi de çok kutsal sayılan Dicle ve Fırat Nehri'nin yönetimindeydi. Tarım alanını yönetmiş, erkeklere sulama ve çiftçiliği öğretmiştir. Yeryüzünün üstünde ve altındaki suların sırlarını bildiği için bunun ona her şeyi geliştirecek gücü verdiği söylenir.

• Nergal (Ölüm Tanrısı), Cuthah'da iktidarda bulunan bir tanrıydı. Çoğunlukla “öfkeli kral” veya “öfkeli olan” olarak bilinen yarı insan yarı aslan olarak tasvir edilirdi. Öğlen vakti güneşi, karanlığı, kaosu, savaş, kıtlık ve haşereleri getireceğine inanılırdı. Ayrıca, sonraki yaşamın ölü ruhlarına yön veren cehenneme başkanlık ediyordu.

• Nanna (Ay Tanrısı) yaygın olarak Ur kentine başkanlık ediyor ve “bilgelik efendisi” olarak biliniyordu. Bilim, astronomi ve astroloji ile ilgili kutsal bilgileri temsil ediyordu. Nanna genellikle hilal boyunca uçan büyük, kanatlı bir boğa olarak tasvir edildi. Yıldız sistemde 30 rakamı ile temsil edilirdi (bir aydaki ortalama gün sayısı anlamına gelir).

• Ninurta (Savaş Tanrısı), genellikle Sharur adlı büyülü bir topuzla tasvir edilen Lagaş'ın efendisi idi. Sadece bir savaş efendisi değil, aynı zamanda insanların yaralanma, hastalık ve şeytani güçlerden kurtulmalarına yardım eden şifa ve tedavilerle ile de ilişkiliydi. Enki, Ninurta’ya savaş ve arkeolojik bilgilerin (muhtemelen Me'nin kutsal öğretilerine dayanan) yollarını öğretmişti.

• Utu (Güneş Tanrısı) hakikat, adalet ve hukuktan sorumlu idi. Genelde kask takan, güneş diski tutan ve tırtıklı bir kılıç taşıyan bir adam olarak tasvir edilir. Utu her gün doğuda bir dağdan doğar, batıda bir mağaraya dönmeden önce iki tekerlekli savaş arabasıyla dünya'ya doğru yol alır ve böylece şafak, gün ortası ve gün batımını yaratır. Her gece ölülerin akıbetine karar vermek için yeraltı dünyasına iner.

• Gerra (Ateş Tanrısı)'nın üstün bir bilgelik ve beceriye sahip olduğu öyle ki hiçbir tanrının bunu anlayamadığı söylenirdi. O takipçileri tarafından güçlü metalleri inceltebilen, insanları kötü ruhlardan arındıran ve insanların bildiği tüm silahlara hakim olan “ateş ve demir ocağı efendisi” olarak biliniyordu. Savaşta yenilmez olduğu iddia edilirdi.

• Tammuz (Bitki Örtüsü Tanrısı) yiyecek ve besin ile ilişkili bir ilahi devriyeydi. İlkbaharda bolluğu ve sonbaharda hayatın azalmasını temsil etti. Yaz mevsiminin geçişi Mezopotamyalı'nın ölümünü temsil etmek için geliyordu ve Tammuz’un adına birçok ayin yapılırdı. Bu ayinlerde Tammuz geçip gittiği için üzülünürdü ve gelecek yıl tekrar geri gelmesi için davet edilirdi.

• Marduk (Fırtına Tanrısı) Babil panteonunun başı olarak yavaş yavaş iktidara gelen tanrıçaydı. O kehanet, diriliş ve gök gürültüsü ile ilişkilendirilen karmaşık bir Tanrıydı. Tanrılar ve onların mucizeleri arasında çıkan bir iç savaş sırasında iktidara yükseldi. Tiamat'ı (bir ilkel tanrıça) öldürmesi ile Tanrı-Kral'ın statüsüne yükselten, Cennete ve Yeryüzüne egemen olan Marduk'du. İnsan da dahil olmak üzere tüm doğa onun varlığına borçluydu.

• Nabu (Tanrıların Katibi) bilgelik ve yazının ustasıydı. Marduk'un oğluydu, onun yazarı ve bakanı olarak hareket etti ve sonunda insanlığın kaderinin kaydedildiği Kader Tabletlerinin koruyucusu oldu. Nabu boynuzlu bir şapka takıyor, eski bir rahiplik jesti ile elleri birbirine kenetli duruyordu. İlk başlarda babası Marduk'a ait olan kanatlı bir ejderhaya biniyordu.

Yazan & Derleyen & Çeviren: Anu

MANNA : TANRININ YEMEĞİ

Yazan: A.Kara
MANNA NEDİR?
TANRININ CENNETTEN GÖNDERDİĞİ BİR YİYECEK Mİ? YOKSA UZAYLI NİMETİ Mİ?

Manna, Mana olarak da bilinir. İncil'e göre, büyük göçü izleyen kırk yıllık süreleri boyunca çölde yolculuk ederken Tanrı tarafından İsraillilere verilen  gizemli bir maddeydi. İncil'de, İsraillilerin köle oldukları Mısır'dan, vaat edilmiş topraklara nasıl geldiğini anlatılmaktadır.

İnanışa göre göç sırasında Sina Çölü'nü geçmek zorunda kaldılar. Fakat kaçınılmaz olarak, bir sürü İsraillinin olduğu ve çok az bitki büyüyen bir çöl toprağı olduğu için yiyecekleri tükeniyordu. Bu noktada, halkın açlıktan ölmesini önlemek için Tanrı cennetten Manna denen yiyeceği indirdi.

Yeryüzüne geldiğinde Manna bir çeşit tohum olarak tanımlanır. Bu tohumlar dünyaya düştükleri gün ile ilişkilendirildiler. Manna Cuma günleri hariç her gün İsraillilerin yiyecek ihtiyacını karşılıyordu. Cuma gününün hariç olması ise sonraki gün olan Cumartesinin Şabat günü olmasıdır.

Manna, Mısır'dan Çıkış 16: 1–36'da iki kez tarif edilmiştir.
Mısır'dan Çıkış'ın (Exodus) İncil kitabında, Manna'nın her gece ve her sabah, çiy ortadan kalktıktan ve güneşin ısısından dolayı erimeden önce toplanması gerektiği yazılmıştır.

Tarihi hesaplara göre, Manna geceleri çiğ ile birlikte geliyordu.
Manna, beyaz renkli, kişnişe benzer bir tohum olarak tarif edilir. Öğütülüp pişirildikten sonra ballı gofretlere benzer olduğu görülür, ancak bazı açıklamalarda Hint mürü (bir çeşit hint yiyeceği) ile aynı renk olarak tarif edilir.

İbranice İncil’e bir bakarsak, Manna’ya atıfta bulunan iki açıklama bulabiliriz:
Çıkış 16: 1–36'da ve bir kez daha numara 11: 1–9'da ilk açıklamayı buluyoruz.
Çıkış'ta, manna, zemindeki dona benzeyen “ince, pul gibi bir şey” olarak tanımlanmaktadır. Çıkış'ta Manna renk olarak kırağıya benzer olarak tanımlanmaktadır. ‘Yiyecek’, güneş tarafından erimeden önce toplanmalıydı. Çıkış, manna'nın tadını ballı gofretler gibi tanımlamaktadır.

"İsrail halkı ona manna ekmeği adını verdi. Kişniş tohumu gibi beyazdı ve balla yapılmış gofretler gibi tadı vardı." Çıkış 16:31

Musa şöyle buyurmuştur: “ Rab buydu ki :“ Bir manna yiyin ve gelecek nesiller gelsin, böylece sizi Mısır'dan getirdiğimde vahşi doğada yemeniz için verdiğim ekmeği görebilirler." Çıkış 16:32

A, yahudilik, Manna, Tanrının yemeği, Mısır'dan Çıkış ve Manna, Tanrının cennetten yiyecek göndermesi, İsrail oğullarına manna gönderen, Mısır'dan Çıkış 16:1-36, din, Açıklanamayanlar,
Sayılar Kitabında (Eski Ahitte 4. kitap) mannanın tüm gece boyunca çiğ ile birlikte geldiği ayrıntılı olarak geçmektedir. Ayrıca Sayılar Kitabında mannanın, Etiyopya, Eritre ve Afrika'da yetişen ağaçlardan elde edilen yarı şeffaf bir margarin-sakız reçinesi olan bdellium'a benzediğine dair detaylar göze çarpmaktadır.

GİZEMLİ MANNA
Yani inanışa göre Manna, halkı aç bırakmamak için Tanrı tarafından gönderilen bir yiyecektir ama hala ne olduğunu bilinmiyor.

Çıkış kitabında İsrailliler'in “saklanan kokulu solucanlar gibi" diye tabir ettikleri olayda her gün manaları toplayıp depoladıklarına dair söylemler görünmektedir.

Ancak Manna, 16: 23–24'te açıkça belirttiği gibi Şabat'tan bir gün önce toplanarak depolandı.
Musa, “RAB’bin buyruğu şudur” dedi, “ ‘Yarın dinlenme günü, RAB için kutsal Şabat Günü’dür. Pişireceğinizi pişirin, haşlayacağınızı haşlayın. Artakalanı bir kenara koyun, sabaha kalsın.’ ” Böylece, Musa'nın emrettiği gibi onu sabaha kadar sakladılar ve o da kokuşmadı ya da kurtlanmadı."

Peki, Manna nedir? Bazılarının inandığı gibi Tanrı tarafından sağlanan doğal olarak bol miktarda yiyecek midir?

A, yahudilik, Manna, Tanrının yemeği, Mısır'dan Çıkış ve Manna, Tanrının cennetten yiyecek göndermesi, İsrail oğullarına manna gönderen, Mısır'dan Çıkış 16:1-36, din, Açıklanamayanlar,
Bazıları, Tevrat'ın ruhani yorum ve yorumlarının bir koleksiyonu olan Zohar'ın mannaya ait tanımlarını baz almayı tercih eder.

Antik astronot kuramcıları tarafından belirtildiği gibi Zohar, farklı büyüklükteki beyinleri, farklı tüpler ve farklı ışık kaynakları ile bağlantılı olan farklı büyüklükteki yüzleri tanımlar. Teologlar bunun Tanrı'nın bir açıklaması olduğunu öne sürmelerine rağmen antik astronot kuramcıları Zohar'da anlatılan şeyin mutlak bir tanrı figürü değil bir makine türü olduğunu iddia eder.
Yani bazı araştırmacılar henüz tanımlanmamış gizemli bir gıda kaynağı olan "manna"yı üreten bir makine olduğunu düşünüyorlar.

Manna makinesi teorisi, İsraillilerin bu makineyi nereden aldıklarına dair iki açıklama sunuyor.
Daha tartışmalı bir diğer teori ise uzaylıların çölde açlık çeken Mısırlılara yardım etmek için bir jest olarak onlara bu makineyi verdiği fakat Mısır'dan ayrılırken bunu İsrailoğullarının geri alarak yanlarında götürdüğüdür. Yani her iki iddia da temelsiz ve absürttür. Fakat insanoğlu mistisizm veya uzaylı sevdası peşinde koşmaktan vazgeçmeyecek gibi görünüyor. Hemen bir örneğine bakalım:

MANNA MAKİNESİ
1978'de George Sassoon ve Rodney Dale, Zohar'ın “Günlerin Kadını” adlı bir bölümün tercümesine dayanan bir kitap yazdılar ve manna adlı besinin bir makine tarafından üretildiğini iddia ettiler.

AİŞE MUHAMMED'LE EVLENDİĞİNDE KAÇ YAŞINDAYDI?

Yazan: Gregoire de Fronsac
Hz Aişe'nin evlenme yaşı,Hz Ayşe kaç yaşında evlendi?,Ayşe evlendiğinde kaç yaşındaydı,Ayşe ile Muhammed'in evliliği,Aişe'nin yaşı,Hz Ayşe'nin yaşı,din, islamiyet, GF, İslamda kadın, Çocuk gelin

AİŞE MUHAMMED'LE EVLENDİĞİNDE KAÇ YAŞINDAYDI?

Bugün, İslam dünyasında , özellikle Arap Müslümanlar dışında kalan Müslüman coğrafyasında , ciddi bir tartışma konusu olan Aişe'nin evlilik yaşı üzerine , sahih kabul edilen hadisler ve kaynaklar üzerinden bir tespitte bulunmaya çalışacağız..
(Tabi bu yazıyı hazırlarken bu hadis ve siyer kaynaklarının doğru olduğuna inanmamakla birlikte , doğru olduğunu varsayarak hareket ettiğimi belirtmeliyim zira bugün 1.5 milyar Müslümanın inandığı erken İslam tarihinin tek kaynağı bunlar )
Önce Aişe kimdir kısaca ona bakalım ;
Ummu'l-mu'minîn Âişe bint Ebî Bekr es-Sıddîk el-Kureşiyye (ö. 58/678)
Ebû Bekir'in kızı ve Muhammed'in eşidir.
Annesi Ummi Rûmân binti Âmir İbn Umeyr'dir.
Babası Ebû Bekir b. Ebû Kuhâfe, es-Sıddîk lakabıyla tanındığı için kendisine Âişe es-Sıddîka (es-Sâdıka) binti's-Sıddîk denilmiştir. Annesi; Kinâne kabilesinden Ummu Rûmân bint Âmir b. Uveymir'dir.

Bi'setin yani Muhammed'in peygamberliğinin 4. yılında (614) Mekke'de doğdu. Onun daha önce doğduğunu ve dolayısıyla Peygamber ile evlendiğinde 14 ile 18 yaşlarında olduğunu ileri süren batının psikolojik saldırıları karşısında tutunamayan bazı çağdaş (!) araştırmacıların (Suleyman Nedvî, V, 12-25; Akkâd, s. 39, 59, 60) dayandıkları rivayetler sağlam değildir.
İbn İshak, Ebû Bekir'in daveti ile müslüman olanları sıralarken Âişe'nin de adını verir ve o sıralarda yaşının küçük olduğunu zikreder.
Âişe'nin, “Ben ebeveynimi bildim bileli onları Müslüman buldum” (Buhârî, “Kefalet”, 4) ifadesinden kendisinin bi'set-i nebeviyyeden sonra doğduğu anlaşılmaktadır. Çocukluğu hakkında fazla bilgi yoktur.

Babası Muhammed ile daha önce hicret ettiği için aynı yıl (622) annesi, ağabeyi Abdullah, kız kardeşi Esma, Peygamber'in hanımı Sevde, kızları Fâtıma ve Ummu Kulsum ile birlikte Medine'ye hicret etti.
Önceleri Medine'nin havasına alışamadığı için babası gibi rahatsızlandı. Ancak kısa bir süre sonra sağlığına tekrar kavuştu. Hicretin 2. yılı Şevval ayında (Nisan 624, iki bayram arasında) Peygamber'le evlendi. (Zehebî, II, 141-142.) Düğün tarihini hicretin 1. yılı Şevval ayı (Nisan 623) olarak kabul edenler de vardır.
Ebû Bekir , düğünü neden geciktirdiğini Peygamber'e sormuş, mehir parasını temin edemediği için tehir ettiğini öğrenince ihtiyacı olan 500 dirhemi ona ödünç vermişti.

18 yaşında dul kalan Âişe ,  Peygamber hanımlarının başkalarıyla evlenmelerini yasaklayan Kur'an hükmüne uyarak bir daha evlenmediği rivayet edilir.
Peygamberden sonra 47 yıl daha yaşadı ve 65 (veya 66) yaşında iken 17 Ramazan 58 (14 Temmuz 678) Çarşamba gecesi, vitir namazını kıldıktan sonra Medine'de vefat etti.
56, 57 veya 59 yıllarında 19 veya 13 Ramazan'da vefat ettiği de rivayet edilmiştir, ölümü Medine'de büyük bir üzüntüyle karşılanmış, cenazesi aynı gece kaldırılmıştır.

Aişe'nin hayatı hakkında kısaca bilgi verdikten sonra , Kur'an da kadınların evlilik yaşları ile ilgili bilgi sunan ayetlere bakalım bir de ;
“Kadınlarınızdan âdetten kesilenlerin iddetinde tereddut ederseniz, onların iddet süreleri 3 aydır. Henüz âdet görmeyenlerin de süreleri böyledir.” (Talak, 4)

“Henüz âdet görmeyenlerin de süreleri böyledir.” 
ifadesi, adet görmemiş kız çocuklarının da evlendirilebileceğini açıkça göstermektedir.

“İçinizden evli olmayanları evlendiriniz.” (Nur, 32)
Ayette ergenlik çağı veya yaş sınırı konulmamıştır.

Şimdi de İslam dünyasında Kur'an dan sonra en güvenilir kaynak kabul edilen Kütübü Sitte'ye ve sahih hadislere bakalım ;

Aişe (r. anhâ) anlatıyor:
"Rasûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), ben 6 yaşında iken benimle evlendi. Medine'ye geldik. Beni'l-Hâris İbnu'l-Hazrec kabîlesine indik. Ben hummaya yakalandım. Saçlarım döküldü. (İyileşince) saçım yine uzadı. 
Annem Ummu Rûman, ben arkadaşlarımla salıncakta oynarken, bana geldi, benden ne istediğini bilmeksizin yanına gittim. Elimden tuttu. Evin kapısında beni durdurdu. Evimizde, ensârdan bir grup kadın vardı. "Hayırlı, bereketli olsun!", "Uğurlu mubarek olsun!" diye dualar, tebrikler ettiler. Annem beni onlara teslim etti. Onlar kılık kıyafetime çeki düzen verdiler. 
Beni, [kuşluk vakti aniden] Rasûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)(ın gelişinden) başka bir şey şaşırtmadı. Annem beni O'na teslim etti. O gün ben 9 yaşında idim." 
(Buhârî, Nikâh 38, 39, 57, 59, 61; Muslim, Nikâh 69, (1422); Ebu Dâvud, Nikâh 34, (2121); Edeb 63, (4933,4934,4935, 4936, 4937); Nesâî, Nikâh 29, (6, 82). Ayrıca Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayın: 15/486.)

Evet Aişe"nin Muhammed  ile evlenme yaşı ihtilaflıdır.
Fakat yapılan tahkiklere göre en ziyade kabul gören ve en sahih addedilen rivayetlere nazaran 6 yaşında iken nikahlanmış, 9 yaşında iken zifaf edilmiş olmasıdır.
Muhammed'le evlendiği zaman Aişe'nin 16-17 ve hatta 18 yaşlarında olduğuna dair yapılan bazı açıklamalar varsa da tatminkâr değildir. Sahih rivayetlerin zahirine uygun gelmemektedir. Bu sebeble ihtiyatla karşılanması daha doğrudur.
Muhammed vefat ettiği zaman Aişe 18 yaşında idi.
İbni İshak'a göre ; Muhammed ,  Hatice'nin vefatından sonra Sevde ile evlenmiş, Sevde'den sonra Aişe ile evlenmiştir. Ancak bazı rivayetlere göre, Hatice'den sonra Aişe  ile evlenmiştir. Yapılan tahkikler, İbn-i İshak'ın kaydını haklı çıkarmıştır. Muhammed, henüz hicret etmeden önce Sevde ile evlenmiştir. Aişe'nin evliliği hicretten sonra Medine'de olmuştur.

Bu hadise dayanan İslâm ulemâsı, küçük yaşta bulunan kız çocuğunun babası tarafından nikahlanabileceği hükmünü çıkarmıştır. Nevevî, bu cevaz hususunda İslâm ulemâsının icma ettiğini belirtir.
Hanefî'lere göre bu câizdir. Ancak kızın buluğa erince seçme hakkı vardır, dilerse kabul etmeyebilir. Bu hakkını daha önce kullanamaz.
Şâfiî, Mâlikî gibi Hicaz ulemâsı bu seçme hakkını tanımazlar. İmam Şâfiî, Mâlik, Ahmed, Ebu Yusuf gibi bir kısım ulemâ buluğa ermeyen küçüğü nikahlama yetkisine sadece babanın sahib olduğunu, diğer velilerin bu hakka sahib olmadığını söylerler. Ebu Hanife, Evzâi ve diğer bir kısım ulemâ velilerin de evlendirebileceğine hükmetmiştir.

Hadis, gerdekten önce gelinin hususî bir hazırlığa tabi tutularak süslenmesinin mustehab olduğunu gösterir. Başka rivayetlerde, câhiliye devrinde, mâşıta denen kadın berberlerinin varlığını, bunların gerdeğe girecek kadınları -aynen günümüzde olduğu gibi- hususî bir hazırlık ve süslemeden geçirdiklerini, İslâm'dan sonra, aynı mesleğe devam edip edemeyeceklerini Muhammed'e sorduklarını, Muhammed'in de "kadınları süsleyin, kocalarına hazırlayın" diyerek cevaz verdiği rivayet edilir.

Gerdeğe girecek kızın yanında kadınların toplanıp ilgi göstermeleri, zifaf âdâbını öğretmeleri, hayır ve bereket duasında bulunmaları mustehabtır.

Bu hadisin bazı vecihlerinde, Peygamberin kuşluk vakti zifafa girdiği tasrîh edildiğine göre, gündüzleyin de zifaf caizdir. (Kutub-i Sitte Tercume ve Şerhi, Akçağ Yayın: 15/486.)

Âişe radiyallahu anhâ'dan:
"Allah Rasulu , benimle ben 6 yaşımdayken evlendi (nişanlandı). Medine'ye geldik. Haris bin el-Hazrecoğullarında konakladık. Sıtmaya yakalandım. Saçlarım döküldü, (iyileşince) yine uzadı. Ben salıncakta arkadaşlarımla sallanıp oynarken annem Ummu Rûmân bana geldi. Benden ne istediğini bilmeden yanma vardım. Elimden tutup beni evin kapısında durdurdu. Ben soluk soluğa idim. Nerdeyse kalbim duracaktı. Biraz su alıp yüzüme ve başıma sürdüm. Beni eve soktu. Evde bir takım Ensâr hanımları vardı.
«Hayırlı, uğurlu ve bereketli olsun!» dediler. 
Annem beni onlara teslim etti. Üstümü başımı düzelttiler. Çok geçmeden Allah Rasulu  orada görünce irkildim. Beni hemen ona teslim ettiler. Ben o zaman 9 yaşındaydım."
(Bu hadisi Buhârî (nikâh 38-39, VI, 134; 57-59, VI, 139; 61, VI, 140), Muslim (nikâh no. 69-72, s. 1038-9), Ebû Dâvud (no. 2121,4933-7), Nesâî (nikâh 29/1-3, VI, 82) ve İbn Mâce (no. 1876), Hisâm b. Urve an ebîhî an Âişe asl-ı senedi ile tahrîc ettiler. Rudani, Büyük Hadis Kulliyatı, Cem’ul-fevaid, İz Yayıncılık: 2/226-227.)

4066- Urve dedi ki:
"Hatice, Peygamber , Medine'ye gitmeden 3 yıl önce vefat etti. Ondan sonra 2 veya 2 seneye yakın bir müddet bekledikten sonra Âişe ile 6 yaşındayken evlendi, 9 yaşına bastığında onunla zifafa girdi."
(Bu hadisi Buhârî (nikâh 38-39, VI, 134; 57-59, VI, 139; 61, VI, 140), Muslim (nikâh no. 69-72, s. 1038-9), Ebû Dâvud (no. 2121,4933-7), Nesâî (nikâh 29/1-3, VI, 82) ve İbn Mâce (no. 1876), Hisâm b. Urve an ebîhî an Âişe asl-ı senedi ile tahrîc ettiler. Rudani,Büyük Hadis Kulliyatı, Cem’ul-fevaid, İz Yayıncılık: 2/227)

4067- Diğer rivayet: "Onunla 9 sene birlikte oldu."
(Bu hadisi Buhârî (nikâh 38-39, VI, 134; 57-59, VI, 139; 61, VI, 140), Muslim (nikâh no. 69-72, s. 1038-9), Ebû Dâvud (no. 2121,4933-7), Nesâî (nikâh 29/1-3, VI, 82) ve İbn Mâce (no. 1876), Hisâm b. Urve an ebîhî an Âişe asl-ı senedi ile tahrîc ettiler. Rudani, Büyük Hadis Kulliyatı, Cem’ul-fevaid, İz Yayıncılık: 2/227)

4068- Diğer rivayet: "Benimle, 7 yaşımdayken evlendi."
[Buhârî, Muslim, Ebû Dâvud ve Nesâî.]
(Bu hadisi Buhârî (nikâh 38-39, VI, 134; 57-59, VI, 139; 61, VI, 140), Muslim (nikâh no. 69-72, s. 1038-9), Ebû Dâvud (no. 2121,4933-7), Nesâî (nikâh 29/1-3, VI, 82) ve İbn Mâce (no. 1876), Hisâm b. Urve an ebîhî an Âişe asl-ı senedi ile tahrîc ettiler. Rudani, Büyük Hadis Kulliyatı, Cem’ul-fevaid, İz Yayıncılık: 2/227)

Tüm hadis ve rivayetleri dikkatli şekilde analiz edince Aişe'nin evlendiği yaşta net şekilde tespit edilebilir aslında ..
Evet çok uzak bir dönemden bahsediyoruz , insanların doğum tarihleri günü gününe kayıt altına alınamıyor fakat yaralandığımız kaynaklarda ki tespit yöntemine göre hareket edersek ;
Aişe’nin vefat tarihinden, yaşı çıkarıldığında yaklaşık olarak doğum tarihi bulunabilir. İslam tarihçileri, Aişe’nin vefat tarihi olarak genelde H. 58 yılını, vefatı sırasındaki yaşı olarak da 66 yaşını vermektedirler. Bir kısmı, vefat tarihi olarak H.56-59′u, vefatı sırasındaki yaşı olarak da 65-67 yi belirtseler de, çoğunluğu birinci görüşte müttefiktirler. Böylece  Aişe’nin vefat esnasındaki yaşından, vefat tarihini çıkardığımızda (66-58=8) Hicret sırasında Hz. Aişe’nin yaşının 8 olduğu ortaya çıkar. Hicretten bir yıl sonra evlendiğine göre ise evlilik yaşı 9 olacaktır.
İbn Kesir bu yaşta evlendiği konusunda hiçbir ihtilafın olmadığını belirtir.

Hicretin ilk yılında evlendiği sırada 9 yaşında olduğuna göre, doğum tarihi Nübüvvet’in IV. yılına tekabül etmektedir. Hz. Aişe’den gelen “Ben kendimi bildim bileli İslam'ın içindeyim” sözü de bunu kanıtlamaktadır. Bazı İlahiyatçılar ,  Aişe’nin vefat ettiği sırada 74 yaşında olduğunu belirtse de bu rakamı (yaşı), tarihsel olarak kabul etmek mümkün değildir. Çünkü hiçbir tarihi kayıtta  Aişe’nin bu yaşta vefat ettiği belirtilmemektedir. Müellifin,  Aişe’nin 74 yaşında öldüğü konusundaki görüşü yalnızca Aişe’nin 17 yaşında evlendiği yalanını haklı çıkarmaya çalışmak için  yaptığı yanlış bir kıyaslamanın sonucudur.

Sonuç olarak Hatice’nin Nübüvvetin 10. Yılında vefat etmesi üzerine Havle’nin teklifi ile söz kesilmiş ve Hicretin I. Yılında ise evlilik gerçekleşmiştir. Bizzat Aişe’den gelen rivayetlerde 6 yaşında sözlendiği ve 9 yaşında da evlendiği belirtmektedir.

Her daim umut ve sevgi ile kalın dostlar.

NASIL AGNOSTİK OLDUM?

Selam, ben de neredeyse herkes gibi, Müslüman bir ailede büyüdüm. Kendileri tam bir (tabiri caizse) “Tatlı Su Müslümanı” dır. Ben de 1 seneye kadar onlar gibiydim. Babam hep, “Kızım biz, Muhafazakâr Atatürkçüyüz” derdi. Pek anlam veremezdim, hala da verebilmiş değilim.

Dini sorgulama sürecim, Facebook’taki Ateist sayfalara göz gezdirerek başladı. Agnostik olmadan önce de dinime aşırı bağlı değildim. Dünyadaki Müslümanların hallerini görerek, “Gerçek İslam bu değil” derdim. Ateist sayfalarında dolaşırken paylaşılan bazı gönderilere çok hak veriyordum, sıra Muhammed peygambere gelince gözlerime inanamıyordum.

Yıllarca Gül kokulu Muhammed Mustafa olarak tanımlanan dünyanın en mükemmel insanı hakkında neler neler yazılıyordu. Başlarda kendi kendime “Bakma şu sitelere, dinden çıkacaksın.” Derdim. Ama bakmaktan kendimi hiç alamadım. Yazılan ayetleri gördükçe önceden; “yanlış anlaşılmıştır, farklı anlamı vardır” derken Kur'an meali okudukça gördüklerime inanamıyordum. Sonunda Kuranı tamamen okumaya karar verdim. Sorgulamadan taptığım kitabı trajikomik şekilde ilk kez okuyacaktım. Okuduktan sonra Nisa 3, Nisa 24, Nisa 176, Ali İmran 14 ve daha nice aklımda kalan ayetleri araştırdım, sorguladım, okuldaki din öğretmenlerime sordum fakat hiçbir şekilde tatmin olamadım dinlediklerimden. İnanmak istiyordum fakat inanamıyordum. “Ya Allah'ın kalplerini mühürlediklerinden olduysam ben de ?” Diyor, dinden feci şekilde soğumaya başlıyordum. Gel gelelim inanmıyordum. Fakat bunu kendime itiraf edemiyordum. Kitaptaki mantık hataları, Evrim gerçeğiyle çelişmesi, her şey artık tamamen uydurma geliyordu. 2017 Kasım gibi kendi kendime itiraf ettim. Artık Müslüman değildim.

Peki ya şimdi, neydim ? Bilmiyordum. Tamam, İslam tanrısına inanmıyordum. Peki ya neye inanıyordum ? Belli bir süre hiçbir şeye inanmamaya devam ettim. 2018 şubat gibi farklı dinleri araştırmaya koyuldum. İslam'dan ayrılmanın ne kadar isabetli bir karar olduğunu o zaman daha iyi anlamıştım. Çünkü diğer mitlerden hiçbir farkı yoktu İslam'ın. Sadece ben farkında değildim. Tabi bütün bunlar olurken ailem beni hala Müslüman biliyordu.

Araştırdım, öğrendim. Sonunda bir tanrının varlığının ya da yokluğunun kesin bir şekilde ispatlanamayacağı kanısına vardım ve Agnostik oldum.

İnsanı iyi yapan şeyin din değil, vicdan olduğunu anladım sorgularken. Kötülük yapmamaya iten şey yanma korkusu olmamalıydı. Kurban kesip, etini fakire dağıtırken asıl amaç Allah rızası kazanmak değil, insanları mutlu etmek olmalıydı.

Bugün hala ailem bilmez Agnostik olduğumu. Söylemiyorum. Benim için korkmalarını ve üzülmelerini istemiyorum. Benim umurumda değil fakat, onları “el aleme rezil etmek” istemiyorum.
İşte böyle. Sorgulama kuyusuna mantıkla giren biri asla Müslüman olarak çıkamaz zaten.
Esen kalmanız dileğimle...

SİZDEN GELENLER | Yazan: Zeynep Martell

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)

İMAM BUHARİ KİMDİR?

Buhari kimdir?, İmam Buhari, Buhari, Buhari hadislerinin sahibi, İmam Buhari kimdir?, Buhari'nin hayatı?, din, islamiyet, A, Kur'an'dan sonra en güvenilir kaynak,
İMAM BUHARİ KİMDİR? (MUHAMMAD AL BUKHARİ)
İmam Buhari , Sahih El-Buhari adlı Hadis kitaplarının koleksiyoncusudur. Bu hadisler ise Müslümanlar arasında en güvenilir olarak kabul edilenlerin başında gelir (Çok sıkışınca yada işlerine gelmediğinde Buhari hadislerini de inkar ediyorlar ya, neyse).

BUHARİ'NİN GENÇLİĞİ
MS. 20 Temmuz 810 yılında Özbekistan'da doğdu. Babası İsmail İbn İbrahim büyük bir Muhaddith'di (Hadisleri birlikte toplayan kişi), Hadislerin bilgisini babasından alıyordu. Çocukken babası vefat etti ve henüz çok gençken körleşti. Bir çok tedavi yapıldı ama gözlerine hiçbir şey olmadı.
İnanışa göre annesi adil bir kadındı ve oğlunun gözleri için Allah'a yalvarırdı. Bir gün Allah dualarını kabul etti.

Annesinin anlattıklarına göre İbrahim peygamber onun rüyasına geldi ve “Allah dualarınızı kabul etti ve oğlunun görme yeteneği geri geldi” dedi. O sabah İmam Buhari uyandığında her şeyi çok net görebiliyordu.
(Milyonlarca Müslümanın benzer sıkıntıları var, sabah akşam dua ediyorlar, ne hikmetse Allah onlara yardım etmiyor, daha doğrusu teknoloji geliştiğinden beri ne hikmetse hiç "mucize" gerçekleşmiyor.)

EĞİTİMİ
İnanışa göre 10 yaşına gelindiğinde, Allah hadislere olan ilgisi ile yüreğini aydınlatmıştır, bu nedenle Hadislerin incelenmesi için, Buhara kentindeki Hadis derslerine girmiştir. 16 yaşına geldiğinde o kadar uzman olmuştu ki kendi öğretmenleri ondan düzeltme alıyordu. 16 yaşında iken İmam Ebu Hanife ve diğer İslam alimleri tarafından bütün Ahadit kitaplarını öğrendi ve ezberledi.

HAC GÖREVİ
Anne ve Büyük erkek kardeşi eşliğinde Hac onun üzerine Mescit-i Nebevi'yi ziyaret ettiler, erkek kardeşi ve annesi geri geldi ama daha fazla çalışma için orada kaldı. Hadisleri derlemeye başladığı sırada 18 yaşındaydı. Muhammed'in mezarının önünde ay ışığında otururdu. Muhammed İbn Yusuf Al Furyabi hadis toplamaya başladığında “İmam Buhari'nin sakalı bile yoktu” diye yazmıştır.


İMAM BUHARİ VE SAHİH EL-BUHARİ
İslam alimleri Sahih El-Buhari'yi “Kur'an-ı Kerimden Sonra En Güvenilir Kitap” olarak adlandırdı. Sahih Al-Buhari, İslam'daki 6 büyük Hadis kitabından biridir. Sahih Al-Buhari, Sahih bir Müslüman için en özgün ve güvenilir hadis kitabıdır. Sahih Al-Buhari'de yaklaşık 600.000 anlatı toplanmıştır ve 7,275 hadis vardır.

İmam Buhari'nin sadece bir çocukken bile 2.000 hadisi ezberlediğine inanılmaktadır. Sahih Al-Buhari'nin ışığında 9 bin kişiyi eğitmiştir.

Ve bugün, dünya çapında milyarlarca Müslüman, bu kitabı şüphelerini gidermek için güvenilir bir kaynak olarak kullanıyorlar fakat maalesef Kur'an'dan sonra en güvenilir kabul edilen, çoğu ibadetin bile yapılışında kaynak olan bu kitaptaki hadislerden kafalarına yatmayan, düşünceleri ile örtüşmeyenleri göz ardı edip "ne bileyim doğru mu?" diyorlar.

BUHARİ'NİN ÖLÜMÜ
Anlatılanlara göre son gecesinde 62 yaşındaydı. İnsanlar onun hakkında iki farklı görüşe sahip olunca Allah'a dua etti ve dua ettikten sonra yatağına uzanarak vefat etti.

İmam Al-Buhari Hakkında Kısa Maddeler:
  • Sahih Al-Buhari kitabındaki Hadislerin koleksiyoncusudur.
  • Genç yaşta kör kaldığına ama annesinin dualarından sonra Allah'ın ona gözlerini geri verdiğine inanılır.
  • 16 yaşında iken İmam Ebu Hanife de dahil, diğer alimlerin tüm hadislerini ezberlemişti.
  • Öğretmenleri ondan hadis düzeltilmeleri alıyordu.
  • 18 yaşına geldiğinde Hadis toplamaya başladı.
  • Çocukken 2.000 hadis ezberlediği söylenmektedir.
  • Babası İsmail İbn İbrahim, büyük bir Muhaddith idi.
  • Sahih el-Buhari, 600.000 Anlatı koleksiyonu içeren bir kitaptır ve bu kitapta neredeyse 7,275 hadis vardır.
  • 62 yaşında iken Semerkant'ta ölmüştür.

Yazan & Derleyen: A.Kara

ÇELİŞKİLERİN ÜZERİNİ ÖRTME ÇABASI

Dünyada; gerçekler karşısında olayları kıvırma, gerçeklerin üstünü örtbas etmek için çeşitli bahaneler uydurma yarışması düzenlense açık ara Müslümanlar birinci olur.

Bu konuda gerçekten başarılı olduklarını itiraf etmeliyim. İslam'daki, Kuran'daki, Hadislerdeki çelişkileri, yanlışlıkları, açıkları o kadar güzel sıvayıp gizlemeye çalışıyorlar ki, aslında çoğu kendi bulduğu bahanelere kendilerinin bile inandığını zannetmiyorum. Muhtemelen kendileri bile "Ulen ne saçma sapan bahane buldum, ne güzel kıvırttım ama olsun tam oturdu valla" demektedirler.

Doğrunun ne olduğuna testten önce karar verirler. Ondan sonra da kalkıp dinin ne bilgilerinin, ne de yönteminin bilimle çelişmediğini söylerler.

Kuran'a göre evren 6 günde yaratılmıştır dersin. Oradaki gün bizim bildiğimiz gün değil derler. Allah yeryüzünü yaygı gibi yayıp uzatmış, dağları da destek olsun diye direk gibi dikmiş kurana göre dersin. Bunlar mecazi anlatımlar, öyle değil o iş derler.

Yakın göğü insanlar gece yön bulabilsinler diye yıldızlarla kandil gibi süslemiş ve bu gök boşluğunda kuşlar uçar kurana göre dersin. Yıldızlar için, yeryüzünden bakan insanin bakış acısından bir anlatım bu derler. Mantıksız bir yön bulmazlar, kuşların uçtuğu gökten ise uzayın değil, yakın atmosferin kastedildiği yorumunu yapıp, yine kendilerini rahatlatırlar.

Üstelik sizin kurduğunuz cümlenin nereden geldiğine, kaynağına göre bile 50 çeşit bahane üretebilmektedirler. Hadisse uydurma der geçerler, ayetse "cımbızlamışsın, yanlış meal, başını sonu da oku, orada öyle demek istemiyor, mecaz var, vs vs" gibi bahaneleri art arda sıralarlar..

Örneğin "Ay beyaz peynirden yapılmıştır" şeklinde bir cümle kursanız, hemen bu cümlenin kaynağının ne olduğuna göre kıvırtma ve bahane bulma işlemlerini gerçekleştirmeye başlarlar :

"Ay beyaz peynirden yapılmıştır" cümlesi bir çocuk masalında geçiyor deseniz ; doğaldır masal sonuçta saçma zaten deyip geçecek,

Bu cümle bir insanın iddiası deseniz ; bu kişinin bilgisizliğinden ve anti-bilimselliğinden dem vuracak,

Bu cümlenin İncil'de geçtiğini söylerseniz; doğaldır, zaten tahrif edilmiş kitap. biz yıllardır bunu söylüyoruz. incil tahrif edilip, değiştirilmiştir diyecek,

Bu cümle Kuran'da geçiyor derseniz ; Acaba bu cümlede ne demiş olabilir?, Bu cümleyi nasıl anlamalıyım ki bilimle çelişmesin diyecek. Ona göre de yorumlar yapacak. "Efendim, burada Ay'ın rengi ile ilgili sembolik bir anlatım yapılmakta, vs" tarzında yorumlama yoluna gidecektir.

Dediğim gibi bu konuda gerçekten başarılılar. Ancak bu başarı sadece kendilerini kandırma üzeredirler. Bir süre daha böyle devam edeceklerdir. Ancak bilim, teknoloji, internet, sosyal medya yayıldıkça bu kandırmacaları nereye kadar sürecek gerçekten merak ediyorum.


Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)

MU KITASI VE MEDENİYETİ

DP, Mu Kıtası, Mu Medeniyeti, Naacal tabletleri, Lemur, Mu kıtasının keşfi, Mu kıtası sahtekarlığı, mitoloji, Mu kıtası efsanesi,
Bir Anglo-Amerikan okültisti olan James Churchward (1851-1936) 1920 yılında Pasifik Okyanusu’nda Mu adında bir batık kara kütlesini bulduğunu iddia ederek Teozofi’ cilere ait batık karaların listesine yeni bir kayıp kıtayı da eklemiş oldu. Churchward; Hatherley’de (Devon) doğdu ve “Yarbay” olarak anılmayı tercih ediyordu (ve hiç kimse nerede hizmet verdiğini görmediğine rağmen, Hindistan ve/veya Tibet hakkındaki bilgilere sahip olduğuna dair ortaya attığı Britanya Hindistanı’nda olduğunu gösteriyor. Sadece bir yazar (Kolosimo 1971 [1969], 56) 1868'te onu Hindistan'da albay olarak gösteriyor, 17 yaşında Albay olmak imkânsızken.)

1872 yılında, (Churchward) Sri Lanka’da yaşıyordu ve 1879’da bir çay tesisini finanse etmek için para ödünç aldı (1878 yılında Colombo’da yayınlanan bir dizinde bir tesis sahibi olarak görünüyor). İki yıl sonra, İngiltere’ye döndü ve bir çay-ekici olarak 1881 nüfus sayımında yer aldı. O zamanlar Croydon’da yaşıyordu (Surrey), ancak on-yılın sonuna gelmeden de Brooklyn’de (ABD) yaşamıştı.

1898 senesinde basılan “Big Game & Fishing Guide to Northeastern Maine” (Büyük Oyun & Kuzeydoğu Maine Balıkçılık Kılavuzu) yazdıktan sonra 1920 ve 30'larda 5 cilt yayınladı ve bunlar ‘Kayıp Kıta’ Mu ve onun ‘keşfi‘ ile ilgiliydi.

Bu kitaplar sırası ile The Lost Continent of Mu (Kayıp Kıta Mu), The Children of Mu (Mu’nun Çocukları), The Sacred Symbols of Mu (Mu’nun Kutsal Sembolleri), The Cosmic Forces of Mu (Mu’nun Kozmik Güçleri), The Second Book of the Cosmic Forces of Mu (Mu’nun Kozmik Güçlerinin İkinci Kitabı)

1926’da yayınlanan ilk cildi, MU medeniyetine ait olan bu bilim dünyasının görkemini yeniden yaratmak için "bilim, antik sanat ve tarih, mitoloji ve okült ile ilgili geniş bir bilgi birikimi" teorisini sergilemektedir.

Churchward okuduğu antik metinlerden uzun süredir kayıp kıta Mu’nun varlığını bulduğunu iddia etmişti. Şimdi Pasifik Okyanusu olarak bilinen bölgede, gelişmiş bir uygarlığa ev sahipliği yapmıştı. Mu yaklaşık olarak 60.000 yıl önce tamamen battı ve Hawaii Adaları ile Paskalya Adası bunun geriye kalan izleri olarak görüldü. Bilgilerinin ana kaynağına “Naacal tabletleri” olarak adlandırdı. 1866 senesinde (onları Tibet’te de gördüğünü iddia etmesine rağmen) Hindistan’daki kıtlık sırasında bir Hindu rahibesi tarafından Naacal dilini (görünüşte tüm insanlığın asıl dili) öğrenerek bunları (tabletleri) deşifre ettiğini söyledi. O zamana göre yaşı 14 ya da 15 olurdu! Rahip tabletlerin neler içerdiği konusunda bir fikri olmadığı halde ve hiçbir şekilde resmi dil bilgisi eğitimi almamasına rağmen, Churchward yine de tabletleri (kısmen psişik ilham yoluyla) tercüme etmeyi başarabilmişti ve böylece kayıp kıtanın da tarihini öğrenmiş oldu.


Naacal Tabletleri’ ne ilave olarak, Churchward’ın kendisi, San Miguel Amantla’da (Meksika) bulunan jeolog William Niven’in (1850-1937) aynı hikâyeyi iddia etmesiyle halka duyuruldu. O bunları Orta Amerika'daki seyahatleri sırasında görmüştü ki bunlar Hindistan ile Tibet'te yaptığı seyahatlerden daha kötü belgelenmişti. Orta Amerika’da bulunan bir ormanın bir yerinde görünüşe göre uçan bir yılan tarafından saldırıya uğramıştı!

Tabletlerin Churchward’ın okumasına göre, ilk insanlar iki milyon yıl önce Mu’da ortaya çıkmıştı; nüfusu 64 milyon büyüdü ama neredeyse tamamı kıta ile birlikte yok olmuştu. Kurtulanlar kültür ögelerini taşıyan ve dünyanın geriye kalan bütün insanların atalarıydı. Kıtanın dayandığı yeraltı 'gaz kemerleri' çöktüğünde kıtanın kendisi dalgaların altına sürüklendi. Farklı yerlerde gazın patlaması dağlar oluşturdu (ki, Churchward'a göre, bunlar daha önceden yoktu).

İlginç olan şey, bundan bahsetmemesine rağmen, Churchward’ın Mu’yu keşfeden ilk kişi olmamasıdır. Ignatius Donnelly ve Auguste le Plongeon’nun (1826-1908) onu Atlantis’le ilişkilendirmesine rağmen Brasseur de Bourbourg’un çevirisine göre batan adanın adı Troano Codex idi. Churchward’a göre Mu’nun konumu daha çok teozofistlerin Lemuria’sına aittir.

İkinci adı “Lemur” olan Naacal Tabletleri’nde daha zorlu bir problem yer almaktadır. Churchward, onları (tabletleri) görüp çevirdiği ‘gizli’ Hint manastırının yerini hiç söylemediği için ve aynı zamanda hiçbir manastır da bu tabletlere sahip olduğunu iddia etmedikleri için, onların (tabletlerin) varlığı ne teyit edilebilir ne de Churchward’dan bağımsız olarak incelenebilirdi. Bir arkadaşına tabletleri gösterdiğini söylemişti; arkadaşının kimliğini ise paylaşmadı, ya da hiç kimse bu kimlikle ortaya çıkmamıştı. Hint (veya Tibetli) örneklerine benzemeyen Meksikan tabletleri tespit edilebildi, ancak Churchward hariç hiç kimse bunların “tablet” olduğunu iddia etmiyordu: bunlar duada ve ibadete yardımcı olabilmek için yakın zamanlarda yerliler tarafından yapılan düzleştirilmiş figürlerdi.

Churchward’ın aşırı verimli hayali dışında Naacal Tabletleri’nin var olduğuna dair bir kanıt yok: Onlara dair her referans hep Churchward’a dayanmaktadır –kimse nerede ya da ne zaman yaşadıklarını bilmiyor ve Churchward’ın deşifre ettiğini iddia ettiği tabletlerin haricinde var oluşlarına dair hiçbir kanıt geriye bırakmamışlardır. Üstelik tabletlerin var olduğuna dair kanıt da yoktur, ancak (Churchward’ın) torunun oğlundaki websitesinde yer alan yeni bir iddiaya göre bunlar (tabletler) Thomas Ritter tarafından Kanchipuram’daki (Tamilnadı, Hindistan) Sri Ekambaranatha tapınağının altındaki bir tünel sistemine taşınmıştır.

Churchward’ın her türlü savını doğrulayabilecek şeyleri aramaya başladığımız zaman herhangi bir şey bulamıyoruz ve Churchward’ın kendi kitabındaki her şeyi icat ettiği sonucunu çıkarıyoruz. Diğer bir deyişle, çalışmalarıyla bilgiden çok kurguya hizmet eden bir sahtekardı. Yine de Mu sahtekarlık literatüründe yer edinmiştir ve yazarlar da doğrulayabilmek için kaynaklarını kontrol etmeleri konusunda nadiren telaşlanmaktadırlar.


Mu Dirildi Mi?
1970’de Kland adındaki bir çocuk tarafından derlenmiş bir günlüğün çevirisini sunduğunu iddia eden bir kitap, Tony Earll tarafından yayımlandı. Mu Revealed (Açığa Çıkarılan Mu) kitabı M.Ö. 21,050 yıllarında çocuğun nasıl Meksika’ya taşındığını ve yanındaki parşömen tomarın bir depremde yıkılan tapınağın kalıntıları arasında sıkışıp kaldığı hikâyesini anlatıyordu. Churchward’ın Mu ile ilgili hipotezini test etmek için yola çıkan arkeolog Reedson Hurdlop’ın 1959’da yaptığı kazılarda bunları (parşömeni) çıkarttı ve içeriği de Churchward’ı sadece doğrulamakla kalmadı, daha fazlasını da anlatıyordu. Kapaktaki yazıda şunları iddia etmektedir: “Günlük parşömeni Mu’nun zirvede bulunduğu ve felakete sürüklenecek kültüründeki günlük yaşantısına nefes kesici bir bakış atmaktadır.” Giriş kısmındaki kelimelerde ise kitap şunları açığa çıkarmaktadır:

“Uzun süre önce kaybolmuş Muror (Medeniyeti). Bu kitabın ana kısımları boyunca parşömenlerin çevirileri mümkün olduğunca günümüz İngilizce diline uyarlanmaya çalışılmıştır, ancak şiirsel stili mümkün olduğunca korunmaya çalışılmıştır. Kland’ın tarzı ise oldukça yapmacık görünüyor. Ama parşömenler uzun uzadıya alıntılanmıştır çünkü onlar bizlere seslenen gerçek “geçmişin sesleridir”. Yazara göre, o uzak günlerde bulunmuş olan ve günümüzde ölü sayılan bir kıtadaki kişinin yaşamına dair kendisine özgü sözlerini okumak, basitçe onun sözlerini çevirmekten daha çok anlam içermektedir. Araya girerek… oluşturulmuştur, ancak o ana kısım “geçmişten gelen sestir” – Muror’un kayıp kıtasındandır.”

Ne yazık ki bu hikâye bir aldatmacaydı. Yazarın adı Tony Earll ‘Not Really’ (Gerçekten Öyle Değil)’ nin anagramdır, yani edebiyatta bir sözcüğün harflerinin değişik düzenle başka bir sözcüğü oluşturmasıdır. Arkeologun kendisi ‘Rednose Rudolph’ adlı kişi iken, 1976’da bu aldatmacanın Raymond Buckland (1934 - ) yani neo-paganizm ve cadılık hakkında yazan kişi tarafından yürütüldüğü gösterilmiştir. Kendi sitesinde bunu kitap listesinin arasında olduğunu göstermektedir. Ancak açıklığa kavuşulamayan şey ise bugün bunu nasıl değerlendireceğidir? Bu bir şaka mıydı? Geri tepen bir kurgu çalışması mıydı? Yazar şimdi söylentinin bir kanal yoluyla (vahiy gibi) elde edildiğini mi iddia edecek? Yine de, bunlar Churchward’in kurgularını destekleyecek yeni kanıtlar değildir.

Yazar Notu: Daha önce hiç mitoloji hakkında yazmamıştım ve ısrarla bu dala girmemeye gayret gösteriyorum. James CHURCHWARD’a ait tüm kitapları okudum. O kitaplar örnekler ile yanlışlamaya çalışmayın. Bir dönem o kitapların ve CHURCHWARD’ ın ateşli bir savunusu idim. Maalesef Bilim ve Arkeoloji dünyası Mu Uygarlığı efsanesini artık sorgulamıyor. Ancak inanmak istiyorsanız bu inanç dünyasında başarılar dilerim.

Neden bu konuda yazdığımı merak ediyorsanız, ben kanıtlanmamış, bir veya birkaç kişinin beyni ile -- kanıtsız olarak ve bilimsellikten uzak - üretilmiş her türlü inanca karşıyım. İster adına Din deyin ister Mitoloji. Kanıt yoksa bilim de yoktur. Bilimin olmadığı yerde de cehalet işler.
Kanıtı olmayan her türlü bilgi ve varsayım’da benim için sadece ve sadece ZIRVA’ dır.
Sağlıcakla kalın.

Kaynak:
badarcaeology.com

Yazan: Demon Product

DİNDEN ÇIKIŞ HİKAYEM

sizden gelenler, din, dinden çıkış hikayem, Dini neden terk ettim, Dinden neden çıktım, Dinden nasıl çıktım, Dinleri terk edişim, İslamı terk etme nedenleri, islamiyet, İslam çelişkileri,
Müslüman bir ailem var, beni de müslüman yetiştirdiler. Din dersi en sevdiğim derslerdendi. Konuşan karıncalar, yılana dönüşen asa falan..

Her Ramazan oruç tutar, arada namaz kılar, sık sık dua ederdim. Çünkü henüz Kuran'ı okuyup kafamı karıştırmamıştım.

Bi aralar bilime merak sardım (Bir müslüman için en tehlikeli şey). Kendi kendime şunu sordum:

Evren ne kadar büyük?

Evrenin ne kadar büyük olduğu bir türlü aklıma yatmadı. Çünkü kafamda dünya, herşeyin merkezindeydi ve herşey insan için yaratılmıştı.

Gökyüzünde gördüğümüz tüm yıldızların Samanyolu'nun sadece minicik bir bölümü olduğunu anladığımda çok şaşırmıştım.
(Bkz. Evrende Yolculuk Filmi)

Uzay görüntülerinde uçsuz bucaksız galaksi cümbüşünü gördüm. Dünya sınav yeriyse yüz milyarlarca galaksiye ne gerek vardı?

Kafam o kadar karışmıştı ki mutlaka bir sonuca varmalıydım. Gezegenlerin atmosferlerinden tutun da, kara deliklere kadar araştırdım. (Bkz. Kozmos Belgeseli)

Evrende o kadar fazla aktivite var ki.. Pulsar yıldızları, nebulalar, süpernovalar, göktaşları, galaksi çarpışmaları, karanlık madde, vs..
Bütün hepsini araştırmak çok zevkliydi. Kendi kendime birşeyler öğreniyordum. Bilime duyduğum ilgi artıyordu. Artık dünyamızı inceliyecektim.

Dünya nasıl oluştu diye merak ettim. Bunu öğrenirken geçmişten günümüze geçen süreçte karşıma EVRİM çıktı. (Bkz. Dünyanın Oluşumu Filmi)

Haydaa ben evrime inanmıyordum ki..
Tamam inan-mı-yordum ama neden inan-ma-dığımı da bilmiyordum.
Sadece toplumsal refleksti belki.
Müslüman evrime inanmaz diye işlenmişti kafama.

Evrim konusunu anlamaya çalışırken o kadar önyargılıydım ki..
Charles Darwin'in hayatını okumaya karar verdim. Bu iblise hayatta güven olmaz diye :)

Darwin'in hayatını ve bize neyi anlatmaya çalıştığını gördüğümde çok duygulanmıştım. Yaşamın ne olduğunu anladım.

Şimdi gerçeği mi merak etmeliydim, yoksa kendimi mi kandırmalıydım? İşte bu benim dönüm noktam oldu. Ben gerçeği seçtim.
Koyu Hıristiyan bir aileden gelen ve eşi Emma ile sonsuza kadar cennette yaşamayı hayal eden Darwin bile bulduğu gerçeğin peşinden gitmişti.


Benim dinimle bir sorunum yoktu. İnançlıydım ve ibadet de ediyordum. Fakat gerçekler ve masallar arasındaki çizgiyi görmüştüm artık.

Evrim karşıtı yazılmış bilimsel makale yok. Evrim yerçekimi gibi, dünyanın güneş etrafında dönmesi gibi bir gerçek. Tüm kanıtlar ortada.
Bunu öğrenmek hiç hoşuma gitmemişti.

Hemen Kuran'a sarıldım. Allah'ım nolur bu gerçek olmasın diye bir umutla Kuran okumaya başladım.

İlk kez Kuran'ı Türkçe okuyordum.
Yıllarca arapça okuduğum ve kayıtsız şartsız inandığım dinimin temel kaynağını daha ilk kez açıp anlamıyla okuyordum.

Ne garip değil mi?
Kuran da okuyorum ama tam 2 yıldır durmadan kitaplar, belgeseller, makaleler, vs. kafa zehir gibi bilim dolu.
Temeli sağlamlaştırmışım. ;)

Kuran'ı okurken fark ettim ki bu kitap bilimin günümüzde bildiği şeyleri bilmiyor ve hatta yanlış yorumluyor. Dünyayı düz sanıyor mesela.

Spermin testislerden değil, kaburgadan geldiğini anlatıyor.

Önce dünya sonra evren yaratıldı diyor. Gökyüzünü Allah tutmasa düşer diyor.

Sürekli batıya yürürsen dünyanın sonuna ulaşırsın, orda güneş kara bir balçığa batar diyor. Allah'ım aklıma muhafaza ol, bunu sen mi yazdın? Dedim defalarca.

Kuran'ı okudukça şaşkına döndüm. "Bu ne ya? Buna annem de inanıyor, başbakan da, öğretmenim de, arkadaşlarım da. Ama bu kitap yanlış.. İlkel ve çelişki dolu. Nasıl olur?
Hani evrenseldi?

En son hatırladığım Ahzab 53 ayetini okumuştum..
Okuduktan sonra da sokakta "Muhammed bizi kandırmış" diye bağırmak istedim.
Gerçi Kuran'da çok daha utandıran ayetler de var.
Mesela Muhammed'in hanımlarıyla hangi sırayla yatacağını belirten Ahzab 51 gibi..
Ben haksızlığı hiç gelemem.

Kandırıldığımı anladığım an dünyam karardı. Cennete gitme (hurilerle zevku sefa vs) hayalleri kurarken dinin sadece bir siyaset malzemesi olduğunu çözdüm.

Birkaç ay kendimi dış dünyadan izole edip yaşadım. Çünkü öğrendiklerimi kimselere anlatamazdım.
En başta da aileme.

Kafamda hep şu soru vardı:
"Neden Muhammed, neden bunu yaptın?"
Senin dinine 1.6 milyar insan inanıyor ama sen hepimizi kandırmışsın; Neden?
Bu noktadan sonra idolüm, yol göstericim Turan Dursun oldu. Kendisi ilahiyat mezunu, müftülük yapmış bir İslam araştırmacısı. Kureyş Arapçasını en iyi bilen biriydi. Yazdığı "Din Bu" kitapları yüzünden, Müslümanlar tarafından katledildi.

Her neyse
Kuran'ı anlamak için ayetlerin hangi kronolojide ve ne sebeple yazıldığını anlamalıydım. Ben de böyle yaptım. Her ayetin sebebini araştırdım.

Uzun uzun ayetleri yazmayacağım ama özetle Mekke'deyken barışçıl, Medine'deyken saldırgan bir psikoloji izlemiş, çok sevgili Peygamberimiz..
Gençliğinde fakir ve aşksız büyümüş. İki kez kız isteyip reddedilmiş. Kureyşliler altın, kumaş, cariye, herşeye sahipken o bekar ve fakir..
Hırs yapmış, bilenmiş. Önce tüccar ve varlıklı ama yaşı geçmiş bir kadınla (Hatice ile) evlenmiş. Parayı bulunca da tıkır tıkır planını uygulamış.

Dinlerin tarihini inceledim.
Tanrı'nın ve Şeytan'ın tarihte nasıl ortaya atıldığını ve nasıl değiştiğini inceledim.
Herşey ortadaydı..
Yahudi krallarının Tevrat'da uydurduğu dini hükümler İncil'e ve Kuran'a kopyalanmış.
O krallara da Muhammed "peygamber" diye atıfta bulunmuş.
Muhammed şahsi çıkarları için ortaya attığı dini ilk başta Mekke ve civarı için düşünmüş. (Bkz. En'am:92. ayet)
Medinelilerin Mekkelilere olan husumetini kullanarak da gücüne güç katıp ilerleyen yıllarda "evrensel" bir kitap (Kur'an-ı Kerim) iddiasını ortaya atmış.


Dinlerin yalan olduğunu anladığım an kendimi dev bir açık hava tımarhanesinde hissetmiştim. Herkes kandırılmış ama uyaramıyorsun!
İnsanların yakasına yapışıp aptal olmayın, nolur okuyun diyesim vardı ama "kardeşim bizi çok fena kandırmışlar" diye anlatsan dahi dayak yersin.

Çocuk gelinler, kafası kesilen kâfirler, idam edilen eşcinseller, kuma getirilenler, cariye olarak alınıp satılanlar hep bu yalanın sonucu..
Göstermelik namaz kılanlar, dinle insanların parasını çalanlar, Allah Muhammed diye diye oyları kapanlar hep bu bozuk düzenin sonucu..

En kötüsü de çocuk yaşta kız çocuklarının sırf Muhammed'in sünneti diye evlendirilmesi ve bunun meşrulaştırılması..
Bütün bunları görüp de isyan etmemek mümkün mü? Sessiz kalıp "bana ne başlarının çaresine baksınlar" demek mümkün mü?

Müslümanken mümkündü.
Çünkü Allah var, ahirette cezalarını çekerler derdim. Zaten Kuran'dan habersizdim. Onlar gerçek müslüman değil derdim.

Dini sorguladıktan sonra ise durum değişti. Eğer Allah yoksa bu insanlar asla cezasını çekmeyecek. Tüm yaptıkları yanlarına kâr kalacaktı. O halde bir şey yapmalı dedim.
Hani kolunu kaybetmiş birine bir müslüman bakıp haline şükredip geçer ya.. Ama dinsiz biri şükredemez. Protez kol yapması gerekir.

Nasıl ki Müslüman her işlediği suçta "Şeytana uydum tövbe ettim" diyip sıyrılır ya.. Dinsiz biri diyemez, ölene kadar vicdanına hesap verir.

Dinden çıkmış olmak bu yüzden zor.
Çünkü hayali arkadaşlarınız yoktur.
Artık vicdanınızla başbaşasınızdır.
Haksızlığa çözüm bulmaya zorlanırsınız.

Ben her gün insanların güneş tanrısına tapınma ibadetleri yapıp, Mısırlı ay tanrısı Al-ilah'a taptığı Türkiye'de yaşıyorum.

Ben ibranice adı "Gehinnom" olan Kudüs'teki ölülerin yakıldığı vadiye öldükten sonra gideceğini düşünen insanlarla yaşıyorum.
(Bkz. Gehinnom cehennem vadisinin adıdır)

Ben Mısır tanrısı "Amon"a tapanların yakarışından kopya edilen, her duaya "âmin" diyen insanlarla yaşıyorum.

Ben orjinali ibranice olan "şalom aleküm" kelimesini tanrının selamı sanıp "Selamın Aleyküm" diyen insanlarla yaşıyorum..

Ben 5 vakit ezanla, Ramazan gecesi davulla, ekranlarda dinî masallarla, ödediğim vergiler diyanete harcanarak yaşıyorum.

Bütün bu haksızlığa vicdanım razı gelmediği için İslam'ın ve insanlığa zarar veren tüm inanışların karşısındayım.


Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)