HABERLER
Dini Haber

HEZEKİEL KİTABINDAKİ UÇAN ARAÇLAR

Hazırlayan: A.Kara
Açıklanamayanlar, A, Hezeikel'in kitabı, Hezekiel'in gördükleri, Hezekiel ve ufo, Hezekiel'in gördüğü uçan araçlar, din, Hezekiel'in görüşleri, Hezekiel ne gördü?, Ufolar, hristiyanlık,

KONUYA GİRMEDEN ÖNCE BAZI KISA BİLGİLER:
HEZEKİEL KİTABI
Hezekiel Kitabı Tanah'taki son peygamberlerin 3.kitabıdır ve Yeremya ile Yeşaya'dan sonra gelir.
Sıralama Hristiyanlık'taki Eski Ahit'ten biraz farklıdır ve 12 küçük peygamber kitabından önce gelir. Kitap adını M.Ö. 6.yy'da yaşamış bir rahip ve peygamber olan Hezekiel'den almıştır.

HEZEKİEL KİMDİR?
Hezekiel M.Ö. 623 yılında ruhban sınıfından bir ailede dünyaya geldi ve o dönem reformcu kral Yoşiya iktidardaydı. Yehuda daha önceleri Asurluların uydu ülkesiydi fakat MÖ. 623'te Asurluların düşüşe geçmesiyle birlikte Yoşiya milli bir tanrı olan Yehova'ya sadakatin üzerinde yoğunlaştığı dini reformlar getirdi ve tekrar bağımsızlığını ilan etti.
MÖ 609'da Yoşiya öldürüldüğünde Yehuda bölgenin yeni süper gücü olan Babillilerin uydusu oldu. Fakat bir süre sonra MÖ 597'de aralarında Hezekiel'in de bulunduğu bir grup Yehudalı Babillilere karşı yaptıkları bir ayaklanma sonucunda sürgüne gönderildi. Hezekiel hayatının geri kalanını Mezopotamya'da geçirdi.
MÖ. 586'da Babillilere karşı 2. bir ayaklanma gerçekleştirildi ve bu ayaklanma sırasında şehir ve tapınak yerle bir oldu. Bu ayaklanma da başarısız olunca kraliyet ailesi ve rahiplerden oluşan Kudüs'teki elit tabakanın geriye kalanları da Babil'e sürüldü. Kitapta verilen tarihlerden anlaşıldığına göre, Hezekiel sürgüne gönderildiğinde 25, ilk vahiy geldiğinde 30 ve MÖ 571'de son görümü sırasında 52 yaşındaydı.

"Baktığımda kuzeyden gelen bir kasırga gördüm, ateşler içinde etrafta ileri geri giden, ışıl ışıl parıldayan büyük bir bulut vardı. Ateşin ortasında kehribar gibi bir ışıltı vardı ve içinde dört canlı yaratık vardı. Ve onlar insan gibi görünüyorlardı…"

Antik uçan makinelerin en büyüleyici bahislerinden biri, beklenmedik bir yerde, İncil'de bulunur. Hezekiel Kitabı'nda, sözde peygamber "uçan 2 tekerlekli araç" tan bahsediyor ve Melekler'den güçlü olan başka bir şey yoktu" diye tanımlıyor.

Antik astronot teoricileri (antik çağda başka dünyalardan gezegenimize gelenler olduğunu savlayanlar), bu referansın eski uçan makinelerin açık kanıtı olduğunu varsayar.

Öte yandan, şüpheciler ve Mukaddes Kitapçılar, Hezekiel'in Kitabının kelimenin tam anlamıyla uçan makineleri açıklamadığını, ancak Hezekiel'in karşı karşıya olduğu İsrail'in güçlü düşmanlarını sembolize ettiğini belirtirler. Mantıklı ve doğru olan da budur.

Yine de kimileri Hezekiel kitabının mitolojik düşmanları tarif ettiğinde ısrarcı.
Yani onlara göre Hezekiel Kitabı eski dünya dışı uzaylı ziyaretinin veya binlerce yıl önce uçan makinelerin zaten var olduğunun kanıtı.

Hezekiel Kudüs'ün yıkılışı, İsrail topraklarının tahribi ve Tapınak vizyonları veya Üçüncü Tapınak olarak adlandırdığı kehanetleri ortaya çıkaran Hezekiel Kitabı'nın yazarı olarak kabul edilmektedir. Hezekiel, hem Hezekiel Kitabında hem de İbranice İncil'de kahramanlar arasında yer aldığı gibi ayrıca Yahudilikte ve diğer İbranice İncil Metinlerinde de bir kahramanıdır.
Tarih, Hezekiel'in İsrail'in ilk esaretinde Babil'e geldiğini ve çok sayıda eski metinlerde büyük bir Peygamber olarak bahsedildiğini ileri sürer.

Hezekiel ismi "Tanrıyı güçlendirmek" anlamına gelir.

Hezekiel kitabının en önemli parçalarından biri ve kitabın yazılmasının dikkate alınmasının temel nedenlerinden biri de Hezekiel Kitabının tek kişinin elinden çıkmış gibi durmasıdır. Bunu gördüm, Bunu gözlemledim, Ben oraya gittim, şeklinde yazılmıştır.

Bu kitap üçüncü şahısla yazılan diğer birçok Kutsal Kitap metinlerinin aksine olayları (veya kurguları) ilk kişi tarafından gözlemlenir şekilde anlatır.

Hezekiel'in Kitabının en önemli parçalarından biri, Hezekiel'in gökyüzünden kendisine doğru gelen “çarklı, 2 tekerlekli araca” şahit olduğunu söylediği kısımdır. Anlatısına göre bu tekerlekli aracın içinde “insan benzeri” varlıklar vardı.

Açıklanamayanlar, A, Hezeikel'in kitabı, Hezekiel'in gördükleri, Hezekiel ve ufo, Hezekiel'in gördüğü uçan araçlar, din, Hezekiel'in görüşleri, Hezekiel ne gördü?, Ufolar, hristiyanlık,

Hezekiel şöyle yazıyor:
1) Otuzuncu yılda, dördüncü ayın beşinci günü Kevar Irmağı kıyısında sürgünde yaşayanlar arasındayken gökler açıldı, Tanrıdan gelen görümler gördüm.
2) Kral Yehoyakinin sürgünlüğünün beşinci yılında, ayın beşinci günü,
3) Kildan ülkesinde, Kevar Irmağı kıyısında RAB Buzi oğlu Kâhin Hezekiele seslendi. RABbin eli orada onun üzerindeydi. (Hezekielin yaşının otuz olduğu sanılıyor.)
4) Kuzeyden esen kasırganın göz alıcı bir ışıkla çevrelenmiş, ateş saçan büyük bir bulutla geldiğini gördüm. Ateşin ortası ışıldayan madeni andırıyordu.
5) En ortasında insana benzer dört canlı yaratık duruyordu;
6) Her birinin dört yüzü, dört kanadı vardı.
7) Bacakları dimdikti, ayakları buzağı ayağına benziyor ve cilalı tunç gibi parlıyordu.
8) Dört yanlarında, kanatların altında insan elleri vardı. Dördünün de yüzleri, kanatları vardı.
9) Kanatları birbirine değerek dosdoğru ilerliyor, ilerlerken sağa sola dönmüyordu.
10) Her yaratığın dört yüzü vardı: Önde dördünün yüzü insan yüzüne, sağda dördünün aslan yüzüne, solda dördünün öküz yüzüne, arkada dördünün kartal yüzüne benzer bir yüzü vardı.
11) Yüzleri böyleydi. Kanatları yukarıya doğru açılmıştı. Her yaratığın iki kanadı yanda öbür yaratıkların kanadına değiyor, iki kanatla da bedenlerini örtüyordu.
12) Her biri dosdoğru ilerliyordu. Ruhları onları nereye yönlendirirse, sağa sola sapmadan oraya gidiyorlardı.
13) Canlı yaratıkların görünüşü yanan ateş közleri ya da meşale gibiydi. Ateş yaratıkların ortasında hareket ediyordu; ışık saçıyor ve içinden şimşekler çakıyordu.
14) Yaratıklar şimşek çakar gibi hızla ileri geri gidip geliyorlardı.

Devamında şöyle diyor:

15) Bu dört yüzlü yaratıklara bakarken, her birinin yanında, yere değen bir tekerlek gördüm.
16) Çarkların görünüşü ve yapısı şöyleydi: Sarı yakut gibi parlıyorlardı ve dördü de birbirine benziyordu. Görünüşleri ve yapılışları iç içe girmiş bir tekerlek gibiydi.
17) Hareket edince yaratıkların baktıkları dört yönden birine doğru sağa sola sapmadan ilerliyordu.
18) Tekerleklerin kenarı yüksek ve korkunçtu; hepsi çepeçevre gözlerle doluydu.
19) Canlı yaratıklar hareket edince, yanlarındaki çarklar da hareket ediyordu; yaratıklar yerden yükseldikçe tekerlekler de onlarla birlikte yükseliyordu.
20) Ruhları onları nereye yönlendirirse oraya gidiyorlardı. Tekerlekler de onlarla birlikte yükseliyordu. Çünkü yaratıkların ruhu tekerleklerdeydi.
21) Yaratıklar hareket ettiğinde onlar da hareket ediyor, yaratıklar durduğunda onlar da duruyor, yaratıklar yerden yükseldiğinde onlar da yükseliyordu. Çünkü yaratıkların ruhu çarklardaydı.
22) Kubbeye benzer, billur gibi parlak ve korkunç bir şey canlı yaratıkların başları üzerine yayılmıştı.
23) Kubbenin altında kanatlarının biri öbürünün kanatlarına doğru açılmıştı. Her birinin bedenini örten başka iki kanadı vardı.
24) Yaratıklar hareket edince, kanatlarının çıkardığı sesi duydum. Gürül gürül akan suların çağıltısını, Her Şeye Gücü Yeten'in sesini, bir ordunun gürültüsünü ansıtıyordu. Durunca kanatlarını indiriyorlardı.
25) Kanatları inik dururken, başları üzerindeki kubbeden bir ses duyuldu.
26) Başları üzerindeki kubbenin üstünde laciverttaşından yapılmış tahta benzer bir nesne vardı. Yüksekte, tahtı andıran nesnede insana benzer biri oturuyordu.
27) Gördüm ki, beli andıran kısmının yukarısı içi ateş dolu maden gibi ışıldıyordu, belden aşağısı ateşe benziyordu ve çevresi göz alıcı bir ışıkla kuşatılmıştı.
28) Görünüşü yağmurlu bir gün bulutların arasında oluşan gökkuşağına benziyordu. Öyleydi çevresini saran parlaklık. RAB'bin görkemini andıran olayın görünüşü böyleydi. 

Gördüğünüz gibi, Hezekiel kitabında, gökten aşağıya doğru gelen, o döneme göre büyüleyici bir şey anlatıyor ve bu şey dünyayı titretiyor. Bu daha önce görmüş olduğu şeyden farklı bir şeydi. Güçlüydü, parlıyordu. Oradan insanlara benzeyen ama tamamen farklı olan varlıklar gelmişti. Fakat uzaylı iddiaları şöyle dursun Hezekiel aslında ilahi bir gücün tanımını yapıyordu. Yine de uzaylı teorilerine meraklı olanlar fantastik görüşler filizlenmesine neden oldular.

Örneğin Blumrich, ay projesinde çalışan en üst düzey bir NASA bilim adamıydı ve bir roket mühendisiydi. 1970'lerde Joseph Blumrich Hezekiel'in gökyüzünden gelen bir uzay gemisine şahit olduğu fikrini çürütmek isteyerek Hezekiel tarafından yazılmış olan Hezekiel Kitabı'nın ilk bölümünde yazılanları görmeye karar verdi.

Şüpheciliğine rağmen ve sıkıcı bir araştırma ve okumadan sonra, Blumirch sonunda Hezekiel'in görgü tanığı raporunda anlattığı şeyin gerçekten bir uzay aracı olduğu sonucuna vardı ve bu sonuç Blumrich'in Hezekiel'in Uzay Gemileri adlı kitabını yazmasına yol açtı.

Kaynaklar:
Book of Ezekiel (Hezekiel Kitabı)  |  [Joel F. Drinkard Jr, Ezekiel, in Watson E. Mills and Richard F. Wilson (eds), "The Prophets" (Mercer University Press, 1995) pp.160-161]

15 YIL TANRI VE ATEİZM | 13

Yazan: Zübeyde Savaş
15 yıl tanrı ve ateizm 13, din, Farklı tanrılar, Gerçek hayat hikayesi, Küçük çocuklara tanrı masalları, Tanrılar nasıl oluştu?, Zübeyde SAVAŞ,

15 YIL TANRI VE ATEİZM | 13

Arda, üzgündür:
- Çektiklerin için çok üzgünüm, üzgünüm demek de yeterli olmaz tabi, on beş yıl, bu süreyi iki kelimeyle geçiştirilmez, bilemiyorum bizleri tanrı dünya'ya imtahan etmek için gönderdi.
Barış:
- Nasıl ?
Arda:
- Bunu bilemem, eminim ki tanrının bir bildiği vardır, tanrı ilk insan olan Adem ve Hava’dan yarattı cennette yasak meyveyi yedikleri için dünya'ya gönderdi onlardan insanlar çoğaldı, şeytan da insanları tanrıya karşı
Barış, sözünü keserek:
- Bir sorum var, tanrı inancı olmayan biri  zor durumda olan insana yardım ettiğinde bunu şeytan mı yaptırır ?
Arda:
- Bence tanrı yaptırır.
Barış:
- Nasıl olur, tanrı, inancı olmayan insana yardım eder mi ?
Arda:
- Tanrı her insanın kalbini iyi bilir.
Barış:
- Çok güzel, insanın çektiği acıların sorumlusu tanrı o zaman doğru mu?
Arda:
- Evet, tanrı insanları farklı işler yapmasını ister, bu nedenle her insan farklı hayat sürer.
Ramadan ve Abdül artık dayanamazlar ikisi de aynı anda:
- Benim yaşadıklarımıda dinle o zaman.
Arda şaşırır, Abdül, Ramadanın anlatmasını ister ilk önce, Ramadan acı dolu hayatını anlatır.
Ramadan:
- Benim istediğim insanların aynı durumda olması kesinlikle değil tabi, herkes'in farklı işlerle uğraşması heyecan dolu yaşanmasını sağlar, dünyanın yarısından fazlası bir tanrıya inanır, inandığı din hangi din olursa olsun, bu inandıkları tanrı yardımlaşma üzerine kurulmuştur, yardımlaşma kimin elinde? Tanrı adaleti nerde? Ben hastama ilaç alamazken zengin şarap markasını seçmekte zorlanrsa ben tanrı adaletini sorarım. Nerdeyse bir çok bilim kitapları okudum, araştırdım özel dersler aldım neden biliyormusun evlenip çocuklarım olduğunda bilgili olmak için.
Ramadan yüzünü yıkar, elinde içki şişesiyle gelir:
- Bu canları tanrı aldı doğru mu ?
Arda, üzgündür:
- Evet, bunların da bir açıklaması vardır tanrı katında.
Ramadan:
- Dedem ailesi için kendini ölümün içine attı, savaşan iki aynı dine sahip ülkeydi, bunu da tanrı mı istedi ? İnsanların ölmesini, ölenler aynı inanç içinde bulunan aynı ibadeti yapanlar değil miydi ? Bu nasıl olur, dünya üzerinde aynı dine sahip bir çok devlet de savaştı, tanrı bu savaşların neresinde?
Arda:
- Bu liderleri kandıran şeytanın eseri olmalı. Tanrının yüceliği sonsuzdur insanlar için de ne düşündüğünü bilmek mümkün değildir.
Ramadan:
- Hayır, hayır söylemek istediğim tanrıya inanan insanların nasıl olur da birbirlerini öldürmesine müsaade eder ? Şeytan yer yüzünde daha mı güçlü o zaman.
Arda:
- Şeytanın kurduğu tuzağın içine düşen insanlardır.
Ramadan:
- Kim tuzağın içine düşen, inanan masumlar mı, çaresiz olanlar mı, neden savaşı başlatanlar yok savaşta o zaman, şeytan da onları tanrı gibi seviyor olmalı.
Arda düşünür:
- Bilemiyorum.
Ramadan:
- Tarihe baktığımızda kaç tane kral, ülke lideri savaşta öldü yüzü geçmez belki, sadece çok daha geçmişe bakarsak kabileleri ve küçük, büyük topluluklarıda saysak belki, topluluk lideri, kabile reisi, kral ve ülke lideri, peki ölen insan sayısı ne kadardır savaşlarda bu sayıyı kim hesaplayabilir.
Arda gururla tanrıyı savunur:
- Şeytanın insan üzerinde gücü vardır, insanoğlu şeytanın tuzağına kolayca düşebilir, insan zevkleri ve para şeytanın kolayca kullandığı araçlardır.
Ramadan:
- Bu oyun oynanırken açlığı çeken ailem ve ben dökülen göz yaşı, kazanan kaybeden var mı? Kim güçlü oyunu mu bu oyunu yazan kim?  Bu oyuncular neden aç yaşayan ve fakir insanlardan oluşuyor? Neden zengin de yok içlerinde, yoksa zenginler seyircimi bu oyun içinde. Ben babamın cenaze masrafı için köyün zenginine on gün çalıştım, bu da yetmezmiş gibi cenazeden bir gün sonra işe çağırıldık.
Arda:
- Bilmiyorum, zenginleri eleştirmek niye ?
Abdül:
- Tanrı ve tanrı adaletini bulmak için insanların nasıl yaşadıklarını incelemelisin. Dünya da bin kişiden birisi lüks hayat sürerse geri kalan yoksulluk çekerse ben tanrı adaletini sorgularım bu benim en doğal hakkım.
Ramadan:
- Zenginleri kesinlikle eleştirmek değil, tanrı adaletini bulmak, baba oğlunun aç açık kalmasını ister mi ?
Arda:
- İşte burda haklısın dünya'yı bir sınav olarak düşünmen gerekir.
Ramadan:
- Tamam bu şekilde düşünelim, insanlar açlıktan ölürken, onurunu kaybederken, çocuklarına gelecekle ilgili ümidi olmazken, tanrıyı nasıl olur da bir imtihan olarak düşünebiliriz.
Arda:
- Tanrı cennet vadeder.
Ramadan:
- Ya bu dünyada eziyet çekenler, toplumdan itilenler, parçalanan hayatlar öldüğünde mi mutlu olacaklar, eziyet edenler mutlu yaşam sürerken.
Arda:
- Bilmiyorum eziyet edenler şeytana uyanlardır.
Ramadan tevessüm eder:
- Aklıma bir fıkra geldi sizlerede anlatayım, adamın biri sokakta olur olmaz kötü şakalar yaparmış insanlar şikayet eder, mahkemeye hakim karşısına çıkar ve hakim neden yaptın bunu dermiş, adam  şeytana uydum hakim bey beni kandırdı. Hakim adamı serbes bırakırmış, bu olay beş altı kez tekrarlanır, hakim tekrar sertçe sorar neden yaptın gene, adam tam konuşurken şeytan çıka gelir, şeytan hakime ve adama bakar; hakim bey ben bu adamı tanımam bile her yaptığını benim üstüme atmasın bu insanoğlundan benim çektiğim ne, şikayetçiyim hakim bey der.
Gülerler, sohbet gittikçe daha da güzel bir ortamda devam eder.
Ramadan:
- İşte benim anladığım şeytan sadece insanların kötülüklerinin arkasına sığındığı ve tanrı ismine leke gelmemesi için yaratılan bir şeydir, bir de şu şekilde düşünelim isterseniz şeytan hiçbir ilahi kitapta yer almasın şeytana bağlanan herşey tanrı adında olsaydı sizce tanrı ne kadar inandırıcı olurdu.
Arda:
- Bunu hiç düşünmemiştim, şeytan olmasaydı tahminim ilk insanları da tanrı dünyaya göndermez, insanoğlu cennette kalırdı, şeytanda tanrının melekleri arasında yer alırdı.
Ramadan:
- Duymak istediklerim bunlar değildi, hayatında yoksulluk  çektin mi? İnsanlar yemek yerken sende hayal edip karnın doydu mu?
Arda:
- Ben bunları hiç yaşamadım, ailem varlıklı ve durumları iyiydi, tanrının da yoksulluk yaşatmaması için dua ederim.
Ramadan:
- Bunları yaşamadığın için bilemezsin anlayamazsın, hiçbir zaman da yaşamanı istemem, zaman içinde ailen ve sen kaç yoksulun elinden tutup ona da bir hayat yaşamasını sağladınız.
Arda, üzülerek.
- İbadet yerlerine yardım ettik sadece. Bunun için üzgünüm.
Ramadan:
- Yardım isteyene yardım edilmediğinden tanrı yardım etmeli, şeytan kandırdıysa din kardeşlerini tanrı üstünlüğünü, gücünü yaratıcı olarak adalet sağlamak için o aç kalan insana yardım elini uzatıp onu kurtarmalı, tanrı yardım etmezse ne olur peki, şu şekilde yaşanır, yaylada bir koyunu kurt sürüsüne bırakmış gibi yaşanır hayatı. Kurtlar öyle bir saldırır ki öldürmeden canlı canlı yerler, ölümse o aç olan insana kalır. Tanrının olmadığını anlamak bu kadar zor değil, din kardeşleri neden yardım etmez peki, çünkü ederlerse başkaları da yardım ister diye, işte tanrı anlamı.
İçerde buz gibi hava olur, kimse söyleyecek bir söz, cümle bulamaz içlerinde canlanmıştır o günlerin acısı.
Ramadan:
- Barış bir çok insana yardım etmiştir ve neredeyse bir çok kişi tanrı dostu diye anlatır diyardan diyara en çok bilinen iki yaşlı insana yaptığı yardımdır.
Abdülün  gözleri yaşla dolar, üzüntüsü ve kederi insanın içini parçalar, kalbinde olan hançerin kurcalanması gibidir, Ramadan yaşlı insanların oğlu olduğunu söylemez incilmemesi için.
Arda:
- Bende duydum, Barışla tanışmak gurur verici.
Ramadan:
- Abdülle bir hafta önce köyüme gittik, gece geri dönerken Abdül üç ev aşşağıda sesler ağlamalar geldiğini söyledi, biz de çok yavaşca eve doğru yaklaştık  evde bir bayan çocukları için eşinden bir şeyler istiyor eşi de bende almak istiyorum param yok borcumuz var iki gün sonra adam borcunu istediğinde ne derim diye ağlıyor tanrıya dua ediyordu, yarın sabahtan evinde tek kalan evin süt ve yağ ihtiyacını karşıldığı ineğini şehire satmaya götürmek zorunda olduğundan bahsediyor ve ineğin parasını verdikten sonra da az bir borcu kalacağını ve o kişiye yalvararak biraz daha süre vermesini isteyeceğini söylüyordu ağlamaktan da konuşması devamlı yarıda kesilirdi, hangi akrabasına hangi komşusuna gittiyse yardım etmediklerinden bahsediyor, kimsesiz kaldıklarını anlatıyordu eşine, ben onurumla yaşamak istiyorum diye ağlıyordu. Uzunca bir süre dinledikten sonra eve geri geldik saatlerce Abdül’le bir birimize bakarak ağladık, bu aile zar zor geçinir yaşarlardı tanıyorum, dilinden dua eksik olmayan çok dindar bir kişiydi, neden borçlandığını bilmiyoruz. O gece bu insanlara yardım etmeye karar verdik, sabah güneş doğana kadar uyumadan adamın evden çıkmasını bekledik, güneş doğmadan adam evden ineğiyle birlikte çıktı, uzaktan takip ederek şehre gittik kasaba giderek ineğini sattı ve gitti, beni herkes tanıdığı için Abdül’ü gönderdim kasaba, Abdül ineği kaça aldığını sormuş. Abdül kasaba adamın durumunu ve ineği neden sattığını anlatmış, aldığı aynı paraya ineği kendine vermesini istemiş, kasap adamı tanıdığını durumunu bildiğini daha önce de bir çok hayvan getirip sattığını söylemiş, bu sözleri duyduğunda Abdül çok sevinmiş, sonra kasap kesinlikle olmaz demiş zaten üç kuruşa aldım adamdan  ben ticaret yapıyorum banane onun borcundan beni hayır kurumumu zannettin demiş, aldığı paranın iki katını istemiş. Abdül benim yanıma gelerek olanları anlattı ne yapalım dedi,  kasaba bir kez daha rica etmesini söyledim, kasap adamın durumunu anlatma ben kazancağım paraya bakarım demiş. Abdül ineği kasabın dediği fiyata aldı, köye giderken üzgülerek bir birimize bakardık, Abdül bu insanlarda nasıl bir duygu var diyordu ben de gülüyordum. Köye uzak bir mesafe de durduk gece olması için, karnımızda çok açıkmıştı fakat yiyecek alacakda bir yer yoktu, gece yarısına kadar insanları konuştuk, bazen de güler gene aç kaldık diye fakat bu seferki aç kalmamızın tatlı bir yanı olduğu için mutlu olur açlığımızı unuturduk. Gece yarısını geçerken adamın evinin kapısına ineği sessizce bağladık, bir poşedin içine kasaba inek için ödediğimiz paranın iki katını koyduk taşla birlikte sıkı sıkı bantladık Abdül evin camından içeri poşedi attı cam buz gibi dağıldı, biz hızlıca benim eve gittik, önce korku sesleri duyduk sonra bu sesler mutluluğa dönüştüğünü duyduğumuzda bizim de içimiz huzur dolmuştu amacımıza ulaşmıştık, evden sabah olurken anca çıktık o insanlar sevinçten yeni uyumuşlardı, biz insan olarak yapmamız gerekeni yaptığımız için mutlu ve sevinçliydik, iki gün sonra köye gittiğimizde neler anlatıyorlardı bir bilseniz tanrının büyüklüğü, merhameti, tanrı adaleti, zor durumda olanın koruyucusu neler neler biz gülüp geçtik. Para gerçekliği tanrının da nasıl ne amaçla kullandıklarını anlamakta zor değildi.
Arda:
- Neden sizin yaptığınızı anlatmadınız.
Ramadan:
- Bunu istemiyoruz, insan olduğunu bilen kişi bunu yapmaz, gülerek baktığımsa tanrının yüceltilmesi hemen yaşanır neden acaba? Bizim yaptıklarımızla tanrının beslenmesi sağlanıyordu bunu bir amaç için kullanıyorlardı, bizler bu yardımı yaptığımız bilinirse insanlar öldüğümüzde dahi mezarlarımıza gelerek yardım isterler ümitleri kaybolduğundan ve bizim mezarlarımıza ümit bağlarlar, tanrı ümidi verenler bu insanlara neden yardım etmiyorlar ? Bizler bu insanların gerçeği görmesini istiyoruz.
Arda:
- Bilmiyorum, buna vereceğim bir cevabım yok.
Ramadan:
- Bizim yaptıklarımızın nasıl olduğunu araştırmadılar, bence araştırılmamasının sebebi kendilerine fayda sağladığından, gerçeği ise onlara fayda yerine zarar getireceğini bildiklerinden.
Arda:
- Bilemiyorum.
Ramadan:
- Her dinin önde gelenleri bilim adamlarına dini araştırın der mi ?
Arda:
- Zannetmiyorum.

Diğer sayfalar:
◄ [12] , [14] ►

AZTEK MİTOLOJİSİNDE 5 GÜNEŞ

5 dünya, 5 güneş, A, Aztek mitolojisi, Aztek mitolojisinde dünya ve güneşler, Aztek mitolojisinde yaratılış, Azteklerde dünyanın yaratılışı, Deprem güneşi, mitoloji, Yaratılış mitleri,
İLK GÜNEŞ: TEZCATLİPOCA
  • Nahui-Ocelotl (Jaguar Güneşi) - Sakinleri, jaguarlar tarafından yutulmuş devlerdi. Dünyaları yok edildi.
676 yıllık bir günaş olan Tezcatlipoca, dünyayı aydınlatan ilk güneş olmuştu.
Dünyayı tamamlanmak için, büyük bir enerji kaynağı olan güneş yaratılmalıydı. Güneş, Aztek yaratılış mitlerindeki döngünün anahtarıdır. Bununla birlikte, güneş çok güçlüdür. Azteklere göre Güneş, sadece bir tanrının kurban edilmesinden sonra ortaya çıkabilir : Tezcatlipoca. Ancak, kudretli Tanrı Tezcatlipoca sadece güneşin yarısı olabilmiş, böylece ilk yaratılmayı tamamlayamamıştır. İlk çağda, tanrılar küllerden devler yarattı ve onlara yemek olarak meşe palamudunu verdi. Tezcatlipoca güneş olmayı bıraktığında, tüm devler jaguarlar tarafından yenildi ve hiçbiri kalmadı.

Tezcatlipoca güneş olmaktan çıktı çünkü Quetzalcoatl onu gökyüzünden dışarı fırlattı. Öfkelenen Tezcatlipoca devleri yok etmek için jaguarları gönderdi. Bu dünya titremelerle ortadan kayboldu ve insanlar jaguarlar tarafından yutuldu.

İKİNCİ GÜNEŞ: EHECATONATİUH
  • Nahui-Ehécatl (Rüzgar Güneşi) - Bu dünyada yaşayanlar maymuna dönüştüler ve kasırgalarla yok edildi.
İkinci güneş sırasında, insanlar şimdiki gibi normal boyutta yaratıldılar. Tanrılar insanlara yemeleri için çam fıstığı kurusu verdi ve insanlar barış içinde yaşıyorlardı. Ancak bir süre sonra insanlar yozlaştı ve kin duygusuna sahip olmuştu. Bu yüzden Tezcatlipoca onları maymuna çevirmişti ve bundan dolayı öfkeliydi. Quetzalcoatl, maymunları uzaklara savurması için bir kasırga gönderdi.

Quetzalcoatl, Tezcatlipoca onu tahrip edene kadar toplamda 675 yıl boyunca güneş olarak varlığını devam ettirmişti.

ÜÇÜNCÜ GÜNEŞ: TLETONATİUH
  • Nahui-Quiahuitl (Yağmur Güneşi) - Sakinleri bir yağmur yağması tarafından yok edildi. Sadece kuşlar hayatta kaldılar (ya da yaşayanlar kuş haline geldiler).
Tlaloc tanrıların, yağmurun ve suyun tanrısının ilk yaratımlarından biriydi. O bir sonraki güneşti. Ancak tıpkı faniler gibi, kişisel sorunlar onun çöküşü oldu. Tezcatlipoca fitneci ve tetikleyici olmuştu. Üçüncü Güneş sırasında, Tezcatlipoca Tlaloc'un karısını (Xochiquetzal) çalınca Tlaloc'un kalbi kırıldı. Güneş gibi parladı ama halkın yalvarmalarına rağmen yağmur yağdırmayı reddetti, öfke doluydu. Kısa bir süre sonra, korkunç bir kuraklık dünyayı süpürdü ve son olarak Tlaloc bir öfke içinde yağmur yağdırdı fakat bu bir ateş yağmuruydu. Dünyanın her tarafını yakarak yok olmasına neden oldu.
Üçüncü güneşin varlığı 364 yıl sürdü.

DÖRDÜNCÜ GÜNEŞ: ATONATİUH
  • Nahui-Atl (Su Güneşi) - Bu dünya büyük bir su baskını altında kaldı ve sakinleri balıklara dönüştüler. Bir çift kaçmayı başardı ama onlar da köpeğe dönüştüler.
Dördüncü Güneş sırasında, Tlaloc’un kızkardeşi Calchiuhtlicue güneş olarak seçilmiştir. Ancak kıskançlıkla dolan Tezcatlipoca ve Quetzalcoatl güneşi yıktılar. Calchiuhtlicue düştüğü için, gökyüzü açıldı ve su dünyaya dolarak yıkımına neden oldu, dünya sular altında kaldı.

Chalchiuhtlicue, 312 yıl boyunca balık adamlarını doğurdu. O zamanlar mısıra benzer bir tohum olan beştepi yediler.

BEŞİNCİ GÜNEŞ: İNSANIN YARATILIŞI
  • Nahui-Ollin (Deprem Güneşi) - Biz bu dünyanın sakinleriyiz. Bu dünya depremler (veya büyük bir deprem) tarafından yok edilecek.
Tanrılar başka bir güneş yaratmak için toplandılar. Bu, Aztek yaratma hikayesinin, bugün dünyanın ne olduğunu açıklamaya gerçekten yaklaştığı zamandır.

Gururlu tanrı Tecuciztecatl yaratma işi için kendini teklif etti, ama diğer tanrılar alçakgönüllü Nanahuatzin'i tercih etti. Büyük bir ateş inşa edildi, ama Tecuciztecatl son atlayan olmaktan çok korktu. Nanahuatzin atladı. Kıskançlıkla dolu Tecuciztecatl peşinden koştu, ardından cesur bir kartal ve jaguar izledi.

Doğuda iki güneş doğmaya başladı. Çok parlaktı, tanrılar ışığı soldurmak için Tecuciztecatl'ın yüzüne bir tavşan attılar ve o bir aya dönüştü.

Fakat Nanahuatzin zayıftı. Hareketsizdi, bu yüzden diğer tanrılar ona gökyüzünde koşacak enerjiyi sağlamak için kanlarını verdiler. Aztek inanışına göre bu içinde yaşadığımız dünyadır. Aztekler bu dünyanın sonunun büyük depremlere geleceğine inanıyorlardı.

Yazan & Çeviren & Derleyen: A.Kara

AZTEKLERE GÖRE BUNDAN ÖNCE VAR OLAN DÜNYALAR

Yazan: A.Kara
mitoloji, Aztek mitolojisi, Azteklere göre önceden var olan dünyalar, Eski dünyalar, Başka dünyalar var mıydı?, Azteklerin 5 güneşi, Aztek mitolojisinde evrenin yaratılışı, A, Tlaltecuhtli,
  1. Nahui-Ocelotl (Jaguar Güneşi) - Sakinleri, jaguarlarca yutulmuş devlerdi. Sonra bu dünya yok edildi.
  2. Nahui-Ehécatl (Rüzgar Güneşi) - Sakinleri maymunlara dönüştü. Bu dünya kasırgalar tarafından yok edildi.
  3. Nahui-Quiahuitl (Yağmur Güneşi) - Sakinleri bir yağmur tarafından yok edildi. Sadece kuşlar hayatta kaldılar (ya da yaşayanlar kuş haline geldiler).
  4. Nahui-Atl (Su Güneşi) - Sel basan bu dünya, sakinlerini balıklara çeviriyordu. Bir çift kaçmayı başardı ama onlar da köpeklere dönüştü.
  5. Nahui-Ollin (Deprem Güneşi) - Biz bu dünyanın sakinleriyiz. Bu dünya depremler (veya büyük bir deprem) tarafından yok edilecek.
Beş güneşin sözde efsanesine göre, bugün yaşadığımız dünyadan önce başka dünyalar vardı.
Beş güneşin efsanesi, Azteklerin diğer dünyaların kendilerinden önce varolduğuna dair inanışlarını açıklıyor.

Azteklere göre, her biri belirli bir tanrı, eşsiz bir insan ırkı tarafından yönetilen ve farklı bir doğal fenomen tarafından harap edilen, daha önceki dört dünyaya da güneş deniliyordu.

Bu güneşlerin her biri temel elementlerle bağlantılıydı: toprak, su, hava ve ateş. Bu unsurların her biri yalnızca doğaya ve onun kompozisyonuyla ilişkili değil, aynı zamanda yıkılması ile de ilişkiliydi.

Bu mitin birkaç farklı versiyonu olduğundan ve bilgiler genellikle değiştiğinden bu efsanenin birkaç versiyonu vardır.

Bu versiyon, Meksikalıların Tarihine ve güneşin düzeninin: ilk güneş, ikinci güneş, üçüncü güneş, dördüncü güneş ve beşinci güneş olduğu resimlere dayanmaktadır.

BUGÜN YAŞADIĞIMIZ DÜNYANIN KÖKENİ
Dört güneşin yıkımından sonra, Quetzalcoatl ve Tezcatlipoca, yeryüzünün ve gökyüzünün rekabeti için düşman olarak değil müttefik olarak kabul edilir.

Aztec'in yaratılış efsanesine göre, Quetzalcoatl ve Tezcatlipoca, yeryüzünün efendisi Tlaltecuhtli denen canavarı parçalayarak organlarından gökyüzünü ve dünyayı yaratırlar.

Tlaltecuhtli'nin başka bir canavarla, sırtıyla dünyanın dağlarını şekillendirdiğine inanılan büyük timsahla birleştirildiği söylenir.

Konuyla ilgili birçok efsane vardır. Bu efsane versiyonlarından biri, Quetzalcoatl ve Tezcatlipoca'nın Tlaltecuhtli'yi gözlemlemek için gökten indiğini söyler. Bunu yaparken, Tlaltecuhtli'nin taze et için arzusunun o kadar büyük olduğunu gördüler ki, sadece Tlaltecuhtli'nin keskin dişlerle dolu bir çenesi yoktu, aynı zamanda omuzlarında ve dizlerinde gıcırdayan takma dişleri de vardı.

Bunu gördükten sonra tanrılar, bu canavar canlıyken yaratma işinin tamamlanamayacağına karar verdiler. Dünyayı yaratmak için Quetzalcóatl ve Tezcatlipoca dev birer yılana dönüştüler. Tlaltecuhtli'yi yok etmeye karar verdiler.

Bunlardan biri Tlaltecuhtli'nin sol el ve sağ ayağını, diğeri ise sağ eli ve sol ayağını tutarak Tlaltecuhtli'yi kopardı ve canavar ikisi arasında parçalara ayrıldı. Alt kısım gökyüzünü yaratırken canavarın üst kısmı da dünyayı yarattı.

Ancak, Tlaltecuhtli'nin ölümü diğer tanrıları kızdırdı, böylece dünyayı daha rahat biryer yapmak için insanın yaşamak zorunda kalacağı tüm bitkileri Tlaltecutli'den yarattılar.
Saçlarından, ağaçları, çiçekleri ve bitkileri, derisinden çimenleri ve küçük çiçekleri yarattılar. Gözleri ise akarsuların, lagünlerin ve küçük mağaraların kaynağı, ağzı büyük nehir ve mağaralar, burnu ise dağ ve vadilerin tepesi olmuştu.

Efsane, canavarın geceleri ağladığını, kana susadığını ve insanların kalplerini duyabileceğini söylüyor. Onun ihtiyaçlarının, kurbanlar ve Tlaltecuhtli'yi sakinleştiren et ve kan teklifleri olduğu ve bunlar ile sakinleştirildiği ve buna karşın insanların hayatına devam etmesi için gerekli meyveleri vererek, halkına yardım ettiği söyleniyor.

HRİSTİYANLARIN ZULMÜ "CADILIK" | 2

Yazan: A.Kara
Birincisini sizinle paylaştığım "Hristiyanların Zulmü | Cadılık" yazısının ikinci ve sonuncusuyla konuya burada devam edip noktalayacağım. Bu yazının ilk bölümünü okumak için "tıklayabilirsiniz".

Anti-Semitik bir toplumda "hayali cadıların" Yahudi terminolojisine adapte edilmesi doğaldı. 12. yüzyılda onların toplanma yerleri Sinagog olarak anılmıştır. Daha sonra Sabbats olarak adlandırılacaklar ve böylece Yahudi kutsal günü ile şeytanın kutsal günü aynı sayılacaktı. Yine feodal bir toplumda şeytan'ın feodal uygulamaları benimsemesi doğaldır ve şüphesiz şeytan yalnızca taraftarları tarafından yazılı bir sözleşme yapmakla kalmayıp aynı zamanda yeni bir feodal efendiden, herhangi bir köle gibi, ona saygı duymalarını şart koşuyordu.

Vaftizden önce ölmüş olan bebekler cehenneme mahkum edildiğinden, yeni doğan bebeklerin ölümlerinden şeytana pay çıkarılıyordu. Ölü bebek doğurtan ebeler bu nedenle şüpheliydiler. Malleus Maleficarum'un" da verilen kanıtlara göre "Katolik inancını ebelerden daha fazla kimse rahatsız edemez" deniyordu. Asla bebeğini kaybetmemiş nadir bir ebe vardı ve bedelini şeytanla ilişkilendirilerek ölümle ödeyen ebeler de olmuştu. Köln'deki ebeler 1627-1630 yılları arasında neredeyse tamamen yok edildiler.

[The Nightmare, Henry Fuseli'nin 1781-1925 yıllarındaki bir yağlıboya tablosu.
Teologlara göre, iblisler uyuyan erkekleri baştan çıkarmak ve spermlerini almak için kadın formunu, uyuyan kadınları baştan çıkarmak için ise erkek formunu benimseyecekler ve kadınları kötü huylu meni ile dölleyeceklerdi. Kadın formundaki şeytana "succubus" erkek formundakine ise "incubus" deniyordu. De Civitate Dei'deki Aziz Augustine ("Tanrı'nın Şehri"), cadılıkla suçlananların inkar etmeleri için çok fazla saldırı ve baskı olduğunu doğruladı. Aziz Thomas Aquinas'da Inquisitors'ın el kitabı Malleus Maleficarum'un yaptığı gibi onların varlığını doğruladı.
Bu iblisler de, uyuyan kurbanlarının göğsünde oturup, kabuslara neden oldular.]
A, Cadı katliamları, din, Hristiyanların cadı avı, hristiyanlık, Hristiyanların kanlı tarihi, Hristiyanlık ve cadılık, Hristiyanların cadı zulmü 2, Hristiyan tarihi, Hristiyanların katliamları,

Kilisenin Şeytanın hizmetkârlarına olan inancında sınır yoktu. 1550'de bir kadın, Basel'de "canlı bir kadın gnome (mitolojik bir cüce-yaratık)" bulundurduğu için cadı olarak yakılmak üzere cezalandırıldı. 1583'te Viyana'da 16 yaşındaki bir kız mide krampları geçirdi. Sekiz hafta süren bir Cizvitler ekibi, vücudundan 12.652 şeytan çıkarmayı başardı. Anneannesinin bu iblisleri, sinek kılığında cam kavanozlarda tuttuğunu keşfettiler. Büyükanne işkence altında itiraf etti. Evet, o bir cadıydı ve şeytanla seks yapmış olmalıydı. Büyükanneyi suç altına iterken, Cizvitler iyi niyetle yapılmış bir diğer tanrısal iş için kendilerini tebrik etmiş olmalılar. 1586'da Trèves Başpiskoposu kışları uzatan büyü yaptıkları sebebiyle 118 kadın ve iki erkeği diri diri yaktı. 90 yaşındaki kadınlar, 6 yaşındaki genç kızlar, hepsi şeytanın ajanlarıydı ve hepsi ölüm ve laneti hak ediyordu.

Protestanlar ve Katolikler, Şeytanın hem erkek hem de kadınları baştan çıkartmak için insan biçimini benimsediğine ikna oldular. Luther'in söylediği gibi:

"Şeytan, bizi aldatmak istediğinde, insan biçimini tamamen varsayabilir, kadın gibi görünen gerçek et ve kanla yatabiliriz ve yine de şeytan bir kadın şeklini alabilir. 'Kadınlar da bir erkeğin yanında yattığını düşünebilirler, ancak o yalnızca Şeytandır; ve ... bu birleşmenin sonucunda çoğu zaman karanlık, yarım ölümlü, yarım şeytansı bir imp (mitolojik bir şeytani varlık) dünyaya gelir."

Uzun süren papa intikali cadıların varlığını ve cinsel eğilimlerini doğruladı. Teorik olarak, en azından tövbe etmeyen ve pişman olmamış kafirler yakılmıştı. Ancak 15. yüzyıldan itibaren, bu imtiyaz, cadılık ile suçlanan sanıklar tarafından reddedildi. Çok ağır zararlara rağmen, kiliseciler sık sık iddialarını desteklemek için kanıt üretmeyi gerekli gördüler. Örneğin Laudun (1630) ve Louviers (1647) gibi yapımlarda yer almışlardır. Fransa'da önde gelen bir Hıristiyan filozof Jean Bodin, 6. yüzyılın sonlarında cadıların varlığını doğrulayan etkili bir çalışma yayınladı. Ağırlıklı olarak, büyücünülerin varlığını inkar edenlerin cadıların kendileri olması gerektiği inancına eğildi. Hiçbir ceza sert ve yeterli olamazdı. Onları yavaş yavaş yakmak bile yetersiz bir cezaydı. Yazdıklarıyla cadıları mahkum etmeyen yargıçların kendilerini ölüme mahkum ettiklerini söylüyordu.

A, Cadı katliamları, din, Hristiyanların cadı avı, hristiyanlık, Hristiyanların kanlı tarihi, Hristiyanlık ve cadılık, Hristiyanların cadı zulmü 2, Hristiyan tarihi, Hristiyanların katliamları,

Büyücülük suçlamasıyla insanları öldürenler sadece Katolik Hıristiyanlar değildi. Malleus Maleficarum Protestan yetkililerin yanı sıra Roma Katolikleri tarafından da kullanılıyor ve çok saygı duyuluyordu. Her yargıç ve hakim kurulunun otoritesine dayanan, yasalara uygun ve karşı koyulamaz bir yerdeydi. Protestanlar, Roma Katoliklerini cadı-bulucular olarak ele aldılar. Luther, kendini sapkınlıkla suçluyordu ve başlangıçta kafir yakmaya karşı çıksada yine de kimseye zarar vermemiş olsalar bile cadıların yakılması gerektiğini iddia ediyordu. Kendisinin Wittenburg'da yakılmış sözde 4 cadısı vardı. Calvin ayrıca cadıları öldürmenin keskin bir savunucusuydu, çünkü "Kutsal Kitap bize cadıların olduğunu ve öldürülmesi gerektiğini öğretiyor" diyordu.

Gerçekten de Kalvinizmin diğer bütün Protestan mezheplerini büyücülük yolundaki tutkularından daha üstün kılıyordu ve sözde cadılar, sistematik olarak, Kalvin'ciliğin geliştiği her yerde avlanıyordu. Kalvin'in kendisi de davalarda aktifti. Bizzat büyücülere karşı bilgiler verdi ve 1545'te veba yaymakla suçlanan insanlara karşı eylemler başlatıldı. Bazı erkekler, etlerini kementlerle parçalamaya, kadınlar ise kazıkta yakılmadan önce sağ ellerinin kesilmesine mahkum edildi. Kalvinistler, 1689-93' yılları arasında Püritan mezhebi üyesi Amerikan kolonilerine cadı avı ihraç ederek ünlü Salem olayına zemin hazırladılar.

Ann Hibbins, 19 Haziran 1656'da Boston Massachusetts'de büyücülük suçlamasıyla idam edilmiştir. Daha sonra Nathaniel Hawthorne'in Scarlet Letter adlı romanında kurgu haline getirildi.

Avrupa kıtasında cadıların yakılması 18. yüzyıla kadar devam etti. 1749'da Würzburg'da bir rahibe şüphe uyandırdı. Diğer rahibeler, onun bir domuz şeklini benimsediğini ve manastır duvarlarına tırmandığını gördüklerini anlattılar. Rahibelerin ifadesine göre bu formdayken manastırın en iyi şarabını içmişti. Bir tavşan biçiminde manastırın ineklerinin sütlerini çekerek kuruttuğu ve bir kedi şeklinde manastırın etrafında dolaşarak kız kardeşlerini korkuttuğu söylenir. Bu suçlamalar sonrası merkezdeki pazar alanında canlı canlı yakıldı.

[Giles Cory, Salem Cadısı Duruşmaları sırasında büyücülük suçlamalarına karşı çıktı (bu yüzden yargılanamayacak ve sonuç olarak mülkünü elinde tutamayacaktı). Kendini müdafa ederken öldürülerek mülküne el kondu.
 Massachusetts, Peabody Kristal Gölü üzerinde Giles Cory Marker'ın mezarı.]

Çeşitli nedenlerden ötürü işkence kullanımı belirli alanlarda kısıtlanmıştı ve bu bölgelerde cadı terörü hiçbir zaman işkencenin serbestçe uygulandığı alanların yüksekliğine yaklaşmadı. Örnekler Jura, İspanya ve İngiltere'dir. Jura'da yetkililer, işkencenin kullanımını kısıtladılar, çocukların suçlamalarını pek dikkate almadılar ve suçlamaların alenen yapılması gerektiği şartını yürülüğe soktular. İspanya'da Engizisyon, kafir ve mürtedlere yoğunlaşmış ve cadı avcılığını cesaretlendirmiştir. İngiltere'de, büyücülük, dini bir topluluktan ziyade bir sivil suç olarak görülüyordu. Bu nedenle, hüküm giymiş olan cadılar, kıtada ve İskoçya'da olduğu gibi yakılmak yerine asıldılar. Bu nedenle de, İngiltere'de Kilise'nin sınırsız güç kullandığı Avrupa kıtasından çok daha az insan hayatını kaybetti. Alman piskoposları, Von Spee'in açıklanmasından sonra işkenceyi bu kadar liberal bir şekilde uygulamaya son verdiğinde, cadılıklar suçlamalarının oranı mucizevi bir şekilde düştü ve sona erdi.

A, Cadı katliamları, Cadı suçlamasıyla insanların yakılması, din, Hristiyanların cadı suçlaması, hristiyanlık, Hristiyanlık dinine geçmeyenlere katliam, Hristiyanlık ve cadılık, Hristiyanların cadı zulmü 2,Hristiyan tarihi,Hristiyanların katliamları

İngiltere'de bile kovuşturmalar tek taraflıydı. Avrupa kıtasında olduğu gibi, sanıklara Şeytan ile eşlik edip etmedikleri değil şeytana nasıl eşlik ettikleri gibi sorular sormuşlardı. Tek umut, laik hakimin, suçlayıcıları hileli gibi gösterebilen, eğitimli bir rasyonalist olmasıydı. Cadılar için yapılan standart test eski sıkıntıyı suya indirgiyordu ve bu şu an "yüzmek" olarak adlandırdığımız şeydi. Bu uygulama İskoçyalı VI James tarafından 1597'de yayınlanan büyücülük konulu Demonologie adlı kitapta savunuluyordu. Vaftiz aracı olan suyun vaftizden vazgeçmiş olanları reddetmesi teoriydi yani onların tanrıyı reddettiği gibi su da onları reddedecekti. Yüzme terimi biraz yanıltıcı olabilir, çünkü o zamanlar neredeyse hiçkimse yüzme bilmiyordu ve her durumda kurbanların sağ başparmakları sol ayaklarına, sol başparmaklarını da sağ ayağa bağladılar. Sonra suya attılar. Yüzdükleri takdirde, Tanrı adına su tarafından reddedildiklerine ve bunun suçlu olduklarının kanıtı olduğuna inanıyorlardı. Eğer batarlarsa bu masum oldukları anlamına geliyordu ancak masumiyetleri çoğu kez boğuluncaya kadar anlaşılmazdı. Başka bir yöntem ise sanıkları devasa bir incil ağırlığına karşı tartmaktı. Ağır basan insanlar masum, hafif kalanlar ise suçlu bulunuyordu.

VI James'in 1604'te İngiliz tahtına gelmesinden kısa bir süre sonra (İngiltere James I), mevcut İngiliz Cadılık Yasası gözden geçirilmiştir. On iki piskopos, Tasarı'nın Lordlar Kamarası'ndaki ikinci okumasında atıfta bulunduğu Komite'de oturdu. Aynı yıl, piskoposların yardımlarıyla, eski İngiliz yasası değiştirilerek, şeytanla anlaşma ve şeytan ibadeti gibi yeni kıtasal temalar getirildi ve yeni yasa oluşturuldu.

Daha önceki Elizabeth yönetmeliği uyarınca bir cadı ölüm cezasına çarptırılmakla suçlanıyor olmalıydı, şimdi ise bir küçük şeytan (imp) ile birlikte yaşamakla suçlanan herkes ölüm cezasına çarptırılmıştı. İmp'ler genellikle sıradan hayvanların biçimi aldılar. Birinin cadı olduğunu tespit etmenin yaygın bir yolu, o kişiyi odadan çıkarmaktı. Odada bulunan herhangi bir hayvan, evcil hayvan olan kediler ve hatta sineğe kadar her hayvan onları suçlu bulmaya yetiyordu. Oda da bulunan sinek gibi hayvanların cadıları tanıdıkları için onlardan kan emmeye geldiği söylenirdi, yani cadı bir nevii sinek kılığına girmiş şeytanı kanıyla besliyordu. Daha önceki zamanlarda, insanlar bir karşı büyü ile (örneğin şüpheli cadıyı kazımak ve kanıyla çizmek) bu büyüyü kırmayı başarmışlardı. Sonrasında ise kilise, bu tür tekniklerin şeytani büyüye de bağlı oldukları gerekçesiyle bunları onaylanmadı. Yani artık bir cadı büyüsünü bozmanın tek kabul edilebilir yolu onu öldürmekti. Yüzüne bir çizik almak yerine, artık asılmak için boyun etrafında bir ilmik alıyorlardı.


1604 kanunun altında 70.000 kadar insanın ölümüne neden olundğunu tahmin ediliyor. James'in saltanatında yayınlanan İncil'in yeni çevirisi olan "Yetkili Versiyon" (Kral James İncil'i olarak da bilinir), cadıyı daha önceki versiyonlardan daha sık kullandı ve onları öldürmek için Kutsal Kitap'a yetki verdi. 1612'de, James'in İncil'inin yeni versiyonunun yayınlanmasından bir yıl sonra, Lancashire'daki Pendle'de sekiz kişi cadı suçlamasıyla asıldı. Onların gerçek suçları ise fakir olmak ve pek tanınmamaktı. Bunların içinde zeka geriliği olan bir genç ve 80 yaşında bir kadın da vardı.

Çoğu sıradan insan büyü gerçeğinden şüphe ediyordu, ancak Kilisenin ve kontrol ettiği öğrenilen meslek grupları bunun bir gerçek olduğunu kabul ettiler. Robert Burton'un 1621'de kaydettiği gibi: "Pek çoğu cadıyı inkar eder, ya da eğer varsa, zarar veremezler, fakat muhalif olarak avukatları, ruhbanları, doktor ve filozoflar vardır".

Kral James, büyü gerçeğinden şüphelenmeye başladı. 1616'da 13 yaşındaki bir çocuğun kanıtı üzerine 9 kadın Leicestershire Yaz Oturumları tarafından büyücülükten suçlu bulundu. Bütün kadınlar idam edildi. Daha sonra kralın kendisi çocuğu inceledi ve kanıtlarının geçersiz olduğu sonucuna vardı. Dokuz kadını öldürmek için herhangi bir neden yoktu. Birkaç yıl sonra başka bir dava olan William Perry, Kral James'in şüpheciliğini arttırdı. 26 Temmuz 1621'de Staffordshire Assizes'de bir çocuk büyücülük suçlamaları yaptığını itiraf etti. Büyüleyici semptomları simüle etmek için bir Roma Katolik rahibesi tarafından eğitilmişti. Bu ayrı bir olay değildi; Kıtada olduğu gibi, bir grup Katolik rahibin, çocukların egzotik güçlerini sergilemesi ya da düşmanlarını suçlayacakları kanıtlar sunması ve bu türden belirtileri yapması için onları eğitmiş olduğu keşfedilmişti.

Kral James artık dedektife dönüşmüştü. Cadılık kurbanlarını test etmek için rasyonalist deneyler geliştirdi. Elde edilen kanıtlar ışığında, James şeytanların ve cadıların işlerini yalanlara ve sanrılara atfediyordu ve saltanatının ikinci bölümünde cadı avı reddedildi. Şimdi 2 aşırıcılık yanlısı grup var olacaktı: Bir kanattaki Püritenler, diğer tarafta Katolikler.

Püritenler yakın zamanda Cromwell'in Milletler Topluluğu altında iktidardaydılar ve cadı avı bir kez daha başlamıştı. İngiltere'de işkence yasadışıydı ancak bunun tamamen fiziksel olduğu düşünülüyordu. Cadı bulucular, fiziksel işkencelerin yanı sıra uyku yoksunluğunun da işe yaradığını keşfettiler. Yardımcı ekipler, sanığı birkaç gün ve gece boyunca sürekli olarak uyanık tuttular ve böylece kıtadaki işkenceciler kadar elverişli, detaylı, ve suçlamayı kabul ettiren bir yöntemleri oldu. Bu, İngiltere'nin cadı bulucu Generali olarak bilinen Matthew Hopkins gibi diğer kalvinistlerin de favori bir tekniği olmuştu ve sayısız gizemli ölümün sebebiydi. Diğer teknikler başarısız olduğunda, Hopkins gibi cadı avcıları, gerekli gördükleri kanıtları elde etmek için sahtekarlık yapmaya hazırlandılar. Örneğin, iğne ile geliştirdikleri bir işkence yöntemi sayesinde mahkumu izleyenler işkence yapıldığını bile anlayamıyorlardı. Bu işkenceler İngiltere nispeten kısıtlanmıştı, ancak 1716 yılında küçük bir kızı annesinin yanında, ruhlarını Şeytan'a sattığı ve komşularının kusmalarına sebep olduğu için cezalandırmışlardı.

Kral James'in 1604 Yasası, 1736'da yeni bir yasa ile değiştirildi ve bu, büyülü güçlere sahip olduklarını iddia edenlere yöneltildi. Ancak ana akım Hristiyan mezheplerinde büyücülük gerçekliğine olan inanç devam etti. 18. yüzyıldaki Metodistlerin kurucusu John Wesley, cadı avının keskin bir savunucusuydu. Roma Katolikleri bile bu konu tarafından utandırılmaya başlamışken o cadı avını desteklemek için yazılar yazdı. O büyücülüğün inkarının İncil'in inkarı olduğunu söylüyordu.

"..büyücülükten vazgeçmenin aslında İncil'den vazgeçmesi.."
(John Wesley, 1768 yılındaki gazeteden)

Eğer hiç cadı yoksa İncil'de hata vardı.. İncil'de hata varsa, Hristiyanların tamamı yanılıyordu. Bu nedenle çoğunluğa sahip olan rasyonalistlerle savaşmak gerekiyordu. Cadı inançları tarihi üzerine bir makam şöyle diyor:
"Metodist hareketin 18. yüzyılın ikinci bölümünde cadılara karşı şiddetin artırması ve cadılara olan inancın sonraki yüzyıllarda bile yaşatılmasına yardım ettiği muhtemeldir" John Wesley

Genel olarak, büyücülük kovuşturmaları, kilisenin nüfuzunun en zayıf olduğu alanlarda daha erken kurumuştur. Son resmi idamlar Hollanda'da 1610'da, Amerika'da 1692'de ve İskoçya'da 1727'de gerçekleşti. Fransa'da en son infaz 1745'de gerçekleşti ve bir dizi ihanet ortaya çıktıktan sonra kovuşturma tamamen sona erdi. Son resmi idamlar 1775'te Almanya'da, 1782'de İsviçre'de ve 1793'te Polonya'da gerçekleşti. Görünüşe göre, İtalya ve İspanya gibi kilise kontrolü altındaki bölgelerin ne zaman durdukları bilinmiyordu ancak 19. yüzyıldan önce durmadıkları kesindi.

İngiltere'deki son resmi infazlar 1716'da gerçekleşti. Yargı zaten şüpheciydi. Davalar kanunlara göre yapıldı, ancak bazı hakimler büyü ile ilgili kovuşturmalara alışkın değillerdi. 1712'deki duruşmasında Jane Wenham, havada uçmakla suçlandığında, Justice Powell "uçmaya karşı herhangi bir yasanın olmadığını" belirtti. Cadılık, eğitimli çevrelerde ciddiye alınmaktaydı ve jüri, Jane Wenham'ı mahküm edip onu idam cezasına çarptırmış olsa bile, yargıç, cezanın kaldırılmasında başarılı oldu. İngiltere'de son cadılık duruşması 1717'de gerçekleşti.

Çoğu ülkede 18. yüzyılda cadı duruşmaları durmuş olmasına rağmen hala inanmaya devam edenler İngiltere ve Avrupa'nın geri kalanında olduğu gibi, 19. yüzyılda uzaktaki bölgelerde cadıları öldürmeye devam ettiler. Daha erken zamanlarda cadı korkusundan nispeten uzaklaşmış olan Galler, Metodizmin oraya ulaşmasından sonra cadı inanışlarının son kalelerinden biri haline geldi. Cadı inanışının bir başka kalesi, Metodizmin de popüler olduğu Güneybatı yarımadası (Cornwall, Devon ve Somerset) idi. İngiltere'deki yasal kayıtlar 19. yüzyılda boğulmuş cadıların popülerliğini sürdürdüğünü göstermektedir. Times böyle bir davayı 24 Eylül 1863'de bildirmişti.

Birçok Hristiyan hâlâ cadılara ve büyüye inanmakta ve kontrol altında tutulması gerektiğini düşünmektedir. Kiliseler şeytanın ordusuna karşı savaşmaya devam etmek için hâlâ cinci hocalar tutuyorlar. Bazıları, cadıların doğru bir şekilde ele alındığını düşündükleri eski zamanlara ilgiyle bakıyorlar. 1612'de Pendle'de sekiz insan cadı olarak asılmıştı fakat 1980'lerde birçok mezhep temsilcisi bu olaydan dolayı pişmanlık duymaktan çok uzak kalmaya karar verdiler. Ne olursa olsun kendilerini şeytanın ajanlarından korumak zorundaydılar. Karanlığın kuvvetlerini kontrol altında tutmaya yardım etmesi için Pendle Tepesi'nde büyük bir haç kurmayı planladılar ancak Ribble Vadisi Belediyesi tarafından reddedildiler.

Cadı avcılığının yankıları 20. yüzyıla kadar devam etti. İngiltere'de 1944 yılında Helen Duncan isimli bir kadın 1736 yasası uyarınca büyücülükle suçlandı ve hapsedildi. 1736 Yasası, İngiltere'de 1951'de yürürlükten kaldırıldı ve 1963'ün sonlarına doğru cadılık yasalarının yeniden kullanılmasını talep etmelerine rağmen Sahtekarlık Yasası'nın yerini aldı. Diğer ülkelerde cadılık yasası hala yürürlükteydi. 1986'da Güney Afrika'daki bir Fransız kadın, iki polisi de kurbağaya çevirmekle tehdit ettiği gerekçesiyle suçlandı. Cadıların resmi olmayan şekilde öldürülmesi Avrupa'da son zamanlara kadar devam etti. Almanya'da cadı olmasından şüphelenilen fakir, yaşlı ve hiç evlenmemiş bir kadın 1976'da adam öldürmeye teşebbüsle tutuklandı.

Büyü günümüzde geleneksel Hristiyanlar haricinde şaka gibi bir şey. Cadılık ile ilgili Hristiyan öğretileri nedeniyle kaç kişi hayatlarını kaybetti tam olarak bilinmiyor. Kilise kayıtları esrarengiz bir şekilde "kayboldu". Bu nedenle özellikle dini ülkelerde son cadı infazının ne zaman gerçekleştiğini söylemek imkansız. Hayatta kalan insanların kayıtlarından, yüzlerce kişinin tek bir günde tek bir kasabada öldürüldüğü açık. Tüm Avrupa'yı ele geçirmiş olan bu cadılık olayları için 2 milyon kurban tahmini hiç gerçekçi değildir.

Konuyla ilgili olarak "Hristiyanların & Kiliselerin Cadı Avı Tarihi" adlı yazıya göz atabilirsiniz.

15 YIL TANRI VE ATEİZM | 12

Yazan: Zübeyde Savaş
15 yıl tanrı ve ateizm 12, din, Farklı tanrılar, Gerçek hayat hikayesi, Küçük çocuklara tanrı masalları, Tanrılar nasıl oluştu?, Zübeyde SAVAŞ,

15 YIL TANRI VE ATEİZM | 12

- Günaydın, Barış, çok mu uyudum.
Barış:
- Olsun, gecenin yorgunluğunu atmış oldun.
Barış ve Abdül kahvaltılarını yaparlar.
Abdül:
- Dostun ne zaman gelir acaba.
Barış, gülerek:
- Çoktan geldi arabana yakıt koydu ve gitti.
Abdül:
- Ben hiç bir şey duymadım, çok iyisin anlatılan az kalır.
Barış'ın aklına evinin çatısı gelir:
- Evimin çatısı için gece konuşuyorduk.
Abdül, ayağa kalkar hemen konuşmasına engeller:
- Çok para tutmaz, köye gittiğin zaman bir ustaya ölçü aldır ve yanıma gel, mutlaka gel ucuza veririm sana ağacı, herşey için çok teşşekkür ederim.

Abdül sıkı sıkı sarılır, hızlıca oradan ayrılır. Barış, hiç birşey söyleyemez, galiba işine geç kaldı diye düşünür o sırada  Ramadan ve Abdül'ün konuştuğunu görür uzaktan, çay demler hemen Ramadan elinde poşetlerle gelir.
Ramadan:
- Ben de mifarin var diye bir şeyler getirmiştim neyse biz yeriz.
Ramadan poşetleri açar için de zeytin, sucuk, yumurta, helva, domates ve salatalık vardır, hepsinden çok fazla almıştır.
Barış:
- Dostum teşekkürler, bunlar neredeyse iki ayda bitmez.
Ramadan:
- Dostum biz yeriz, koyunların yünlerini bitirmiş gibisin.
Barış:
- Yarına tam olarak bitmiş olur.
Uzun uzun neşe içinde sohbet ederler, o kadar keyifli konuşurlar ki sanki bir birleriyle hasret giderir gibi.

Koyunların yavrulama zamanı gelmiştir, Barış’ın için de hiç heyacan yoktur, köylülerin parasını ve evinin çatısını nasıl yaptıracağını düşünür, her günü, gecesi bu şekilde geçer, koyunlar ikiz doğum yapmaz, yayla dönemi biter. Barış sürüyle yayladan ayrılarak köye doğru gider bir yandan da köylülerden çekinir ve korkar, köye geldiği zaman koyunları sahiplerine teslim eder, fakat kimse tek bir kötü söz söylemez.  Koyun sahibipleri eskiden olduğu gibi güzel karşılarlar, bir anlam veremez olup bitene. Barış evine geldiğinde evi değişmiştir yeniden yapılmış, çatısı olan, etrafı düzenlenmiş ayrı olarak koyun ahırı yapılmış bir ev durur evinin yerinde, uzunca bir süre etrafına bakınır olup biteni anlamaya çalışır bir anlam veremez bu duruma, kapıyı açmaya çaılışır fakat kapı kilitlidir, daha önce kapısı hiç kilitlenmemişti, başka bir ev olduğunu düşünür şaşkın şaşkın etrafa bakınır burası neresi diye düşünürken komşusu yanına gelir, bir zarf verir, güzel ve övgü dolu sözler söyleyerek gider, Barış, zarfı açtığın da anahtarları görür, evinin kapısına oturur okumaya başlar mektubu.

- Sevgili Barış, evini beğenmeni çok isteriz senin hayaline uygun olması için elimizden gelen çabayı gösterdik.
- Ben Abdül, seni yıllarca aradım fakat bulamadım, köyüne bir çok kez geldim sen tanrı adamısın diye. Sormak istediğim tanrı yoksullara karşı çok acımasız, neden? Bu acı niye ?
- Senin yardım ettiğin dede ve ninenin oğluyum, bir de benden duy çektiklerimizi, yıllarca bu hayatımızı, yaşadıklarımızı sana anlatmayı yüz yüze çok istemiş ve hayal etmiştim. Köyde  karnımız aç kalmadan yaşardık köyde fakirdik fakat kimseye muhtaç olmazdık tanrının her verdiği nimetler için teşekkür eder başımıza bir iş gelse kendimizde arar iyi kul olmadığımızdan diye tövbe ederkik, bizim çok paramızın olmasını düşünmezdik mutlu ve huzurluyduk, kız kardeşim bir gün çok hastalandı onun tedavisi için elimizde olanları satmaya ve borçlanmaya başladık faizcilere o yüzden borçlandık ne yazık ki kardeşimi yine de kaybettik, ödeme günü geldiğinde karanlık günlerde geldi, çok borcumuz yoktu faizini bir türlü bitmiyorduk, fakat yardım alacak  kimseyi bulamadık. Annem ve babam sen köyden git saklan dediler, ben de  çalışmak için başka şehirlere gittim fakat ne yaptıysam ne işe girdiysem bir türlü olmadı karanlık üzerimden hiç ayrılmıyordu, her şey tersine gider oldu, çıkış yolu bulamıyor tanrım beni deniyor derdim tanrıya olan inancım hiç azalmamıştı, yurt dışında yakın köylerden çalışanlar vardı beni severlerdi. Oradaki arkadaşlarım iş  buldular hemen gel dediler, çok  iyi para verdiklerini söylediler. Tanrıya nasıl dua edeceğimi şaşırmıştım çok mutluydum borcumuzu ödeyecektim, kimseye görünmeden gece yarısı babam ve annemin yanına gittim olanları anlattım  onların sevinç göz yaşlarını anlatamam, sorun nasıl gideceğimdi hiç paramız yoktu, annem evde  ne kadar bakır varsa hazırladı sat bu sana yeter dedi, sabah olmadan evden çıktım sırtıma bağladım çok ağırdı, hepsini alamamıştım ayaklarım titriyordu yürürken, bu borçtan kurtulmak için gerekli olacağını düşünür kendime güç verirdim, öğle gibi şehre geldim bakırları sattım, gece yarısı eve geldim sabah olmadan annem ve babamla vedalaşarak geride kalan bakırları da alarak ayrıldım. Büyük şehir'e gittim, uçak biletimi aldım hemen arkadaşlarımı arayarak geleceğim saati söyledim beni hava alanında alacaklarını söylediler ve çok mutlu oldular, sevincimi anlatamam, uçakğa bindiğimde bir çok kişinin çalışmak için ilk kez gittiklerini öğrendim. Bir yandan dua ediyor mutlu yaşam hayelleri kuruyordum. Uçaktan indim, havaalanında kontrol sırası bana geldiğinde beni içeri götürdüler, başka kimseyi almadılar, üzerimde neredeyse yok denilcek kadar para vardı bir de geri dönüş bileti, beni geri göndereceklerini söylediler, tanrım yardım et ne olursun senden başka kimsem yok dedim, sonra kendimden geçmişim, bu arada orada bulunan arkadaşlar çok yalvarmışlar görevlilere olmadı, geri uçağa bindim titriyordum. Annemin, babamın yıllarca emekle çileyle aldığı bakırlarını düşünüyordum. Büyük şehirden köye dönecek param yoktu, titriyor ve açıkmıştım yol boyu yürürken ilerde madeni paraya benzer bir şey güneş gibi parlıyordu çok sevinerek koştum para zannettiğim şey gazoz kapağı çıktı, otostop çekerek, sadece su içerek üç günde köye geldim saklanıp gece yarısı olmasını bekledim, yaşadıklarımı anlattım. Annem ve babam olsun tanrının bizim için düşündüğü bir hayır vardır dediler. Annem gündüzleri evde olma geceleri gel eve dedi, bana bir şey olmaması için ellerinden geleni yapıyorlardı, ben sabaha karşı ormana gider gece eve gelir evin temizliğini yapardım, annem ve babam tanrıya göz yaşlarıyla dua ederlerdi tanrı dostu gelsin diye yalvarırlardı, her zaman anlatırlardı zorda kalan bir müslüman olduğunda gelir onları çektiği sıkıntıdan kurtarır derlerdi ve mucizeleri anlatırlardı. Ben de hep tanrı dostu gelmesi için tanrıya dua ederdim. Her günüm bir yıl gibi geliyordu, ormanın ıssızlığının korkusu yetmezmiş gibi acılar içimde büyüyor yaşlı annem ve babamın bakıma, huzura ihtiyaç duyduğu zamanların bu şekilde geçmesine çok üzülüyor elimden de bir şey gelmiyordu. Ağaçlar arkadaşım olmuştu ben anlatır onlar dinlerdi, son zamanlarda hayatıma son vermeyi düşünmeye başlamıştım bir çok kere denerken annem ve babam ne yapar faizciler bırakmazki onları diye düşünür öldüremezdim kendimi,  yedi yıl bu şekilde geçti saçlarım beyazlamıştı sanki yüz yıllar geçmişti, bir gece yarısı eve geldiğimde annem ve babam bana sarıldılar evin her yanında dua sesleri yankılanıyordu, baktığım da evde bir çok yiyecek vardı, annem ve babam tanrı  gönderdi tanrı dostu oğlum kurtulduk, kurtulduk diyerek ağlamaktan gözleri şişmişti ben de hemen namaz kıldım dua ettim. Nihayet tanrı bizi kurtardı tanrı dostu geldi diye, yıllar sonra ilk kez  korku olmadan sabah kim kapımızı çalacak kaygısı olmadan huzur ve mutlulukla başımızı yastığa koyarak uyuduk, uyandığımızda üçümüz çok mutlu ve sevinçliydik, yıllar sonra beraber kahvaltı yaptık tanrıya dualarımızın ardı arkası kesilmiyordu, karanlıktan kurtulmuştuk, ormanda iş buldum çok iyi durumlara geldim saklandığım orman bana ekmek sağlıyordu, herkes seni tanrı dostu diye söylüyor ve anlatıyordu, aradan yıllar sonra senin yaptığın yardımlardan bahsediliyordu, seni bulmak teşşekkür etmek ve neden bu kadar yıl beklediğini senin bildiğin, bizim bilmediğimiz ne olduğunu sormak istedim, yaylaları tek tek gezdim bulamadım, köyüne gittim hangi yayla da olduğunu bilmediklerini söylediler, evinin nerede olduğunu buldum, bir çok gece evinin kapısında dua ederek geçirdim, bir gece evinin kapısında dua ederken uyuya kalmışım sabah köyün muhtarı beni uyandırdı, hırsız olsan bu eve gelmezsin dedi, ben de yaşadıklarımı anlattım, muhtar da senin yardıma muhtaç herkese yardım ettiğini söyledi evinin çatısını gösterdi, o andan sonra senin tanrı dostu olmadığını, tanrı sana yardım etmiyorsa bizlere neden etsin, o zaman inandığım inanç boş ve hayal olduğunu anladım, bizlere verilen sadece boş ümit, rahat uyumamız için,  bizimde çaremiz olmadığından ona bağlanmış yaşamak için yalvarıyorduk. Bunu annem ve babama anlatamazdım o yaşta insanlara, yıllardır ümitlerini bağladıkları her şeyi nasıl olurda yıkabilirdim bir anda, senin olduğunu anladığım da o gece bana yardım etmiştin bir daha nasıl olur da seni kırabilir veya üzebilirdim, inanmadığım bir şey için sen tanrıya inanan birisiydin, seni nasıl sözlerimle inciltebilirdim, bu nedenle yılllarca biriktirdiğim her şeyi unutarak oradan bir an önce uzaklaşmak istedim, sen benim için çok değerli bir insandın tanıdığım insanlığını bulan yaşamın ne olduğunu bulmuştun benim için. Sabah ayrılırken Ramadan’la yolda tanıştık, olanları anlattım  evinin çatısını senin bilgin olmadan yapmak istediğimi söyledim, Ramadan da ben de varım dedi, evine gittik gizlice, hızlıca yeniden evini yaptık  hediyemiz olarak düşün lütfen, kalbinde benim için bir yer olması temennilerimle.

Barış, üzülür saatlerce oturur evin kapısında, evinin kapısını açar gözlerini kapatır içeri bir kaç adım atar yavaşça gözlerini açar her şey yenilenmiş ev sanki başka bir ev olmuştur görmediği eşyalar evin tavanı çam ağıcından döşenmiş nefes alırken çamın o eşsiz kokusu sarmıştır her yanı, hayellerini kurduğu ev çok mükemmel olmuştu, yatak odası içinde banyosu ve büyük bir yatak vardır. İlk kez yatakta yatacaktı, mutfağında tüp, yerlerde halı, camlarda tül, artık sevinci ve duyguları  tarif edilemez durumdadır.

Barış’a bir gün sonra Arda’dan bir mektup gelir, mektubu açmadan geri gönderir, bir hafta sonra akşam üzeri Abdül ve Ramadan barış’ın evinde sohbet ederlerken kapı çalar, Barış kapıyı açar gelen Arda’dır.
Barış:
- Seni gördüğüme sevindim lütfen içeri gel.
Barış, Arda’yı tanıştırır içeride mutlu bir sohmet havası varken yavaş yavaş kaybolmaya, üzüntülü ve kasvetli bir hava oluşmaya başlar.
Arda:
- Buraya gelmemin sebebi sana gönderdiğimiz mektubu hiç açmadan geri göndermendir bu duruma çok üzüldük bir hatamı işledik diye düşündüğümüzden geldim, seni de çok özlemiştim.

İçeride derin bir sessizlik vardır, Barış yemek hazırlar, yemek yenir hiç kimse konuşmaz, herkes bir şeyler söylemek ister bu sessizlik yemeğin sonunu bekler.
Barış:
- Mektubu açmamam gerekçesi senin şahsına karşı yaptığım bir tepki değildi.
Arda, üzündür:
- Kilisede bulunan kardeşler senin için dua edeceklerini anlatan ve bir çoğunun senin için yazdığı güzel sözler vardı.
Barış:
- Bu şekilde yazıldığını düşündüğüm için geri gönderdim.
Arda, içerde rahatsız olmaya başlar sanki istenmiyormuş  hissine kapılır.
Arda:
- Genede açman gerekli olduğunu düşünüyorum, kilise kardeşlerinin duygularını bilmeni isterdim.

Barış tebessüm ederek, yaşadıklarını anlatmaya başlar on beş yılın nasıl geçtiğini günlüğünüde yanına alarak çektiklerini zaman içinde nasıl kaybolduğunu bilinmeyene doğru gittiğinde içindeki sevinç ve çoşkunun zamanla kaybolduğunu anlatır, Barış anlatırken herkesin yaşadıkları, duyguları birer birer canlanır içinde acı her yanı sarmıştır bu kadar çileli yıllar son derece acı verici olsa da yaşanmıştır.
Barış:
- Ben uyutulmuşum ve kandırılmış hissediyorum kendimi, on beş yıl çok uzun bir zaman, bu yıllar içinde günde en az beş saatimi tanrı masalına dua ile geçti belki daha da uzun saatler,  bir ailem olsa normal yaşam için çalışsam tanrı adına günde bir saatimi versem, normal de inançlı olan herkesin en az süresi bu olmalı, yüz yaşına gelsen ne anlamı olacak, sadece boşa gecen yıllar, ailene tanrıya ayırdığın zamanı versen ne kadar mutlu olacağını tahmin bile edemessin, aile'de sevgi bağları çok güçlü olur, tanrı masalı, aile gerçekliği, işte bu gerçek yaşam, günde dört, beş saat tanrı için kullandığımda ortalama dört yılım kaybolmuş on beş yıl içinde karar senin, sevdiğim biriyle evlenseydim çocuklarım kaç yaşında olurdu, kendi yaşamım da yıllarım gitti ne uğruna tanrı. Tanrı ne istemiş insanlardan sevgi ve yardımlaşma, yaşadığım her dinde bunlar var, bir gerçek varki sevgiyle kandırılan insanlar yardım etmek zorunda bırakılıyor bu ticaretin tek taraflı olduğunu anladım, bu vicdan duyguları kullanılarak ne uğruna peki bu alınan yardımlar nerde, her ülkenin yaşatılan dini yardımları başka ülke adı altında toplanıyor, her din de başka ülkeler için yardım toplanıyor kimden? Yaşama sarılmış ümidi sadece tanrı olan yoksuldan senin ülken de yoksul yok mu.? Sorusu hiç sorulmuyor, neden? Senin ülkene yardım neden gelmiyor? Bunları denetleyen var mı ?

Diğer sayfalar:
◄ [11] , [13] ►

EN BÜYÜK PİRAMİDİ KURAN DEV : XELHUA

Yazan: Anu
mitoloji, Aztek mitolojisi, En büyük piramit, Xelhua, Piramit inşa eden dev, Piramitleri dev mi inşa etti?, Piramitler nasıl oldu?, Piramitleri kim yaptı?, Aztek mitolojisinde dev, Aztek piramitleri, A,
TEOTIHUACAN'I VE YERYÜZÜNDEKİ EN BÜYÜK PİRAMİDİ İNŞA EDEN DEV: XELHUA

Eski Aztek Mitolojisine bir bakarsak, devlerin Dünya'yı yönettiği bir zamanın inanılmaz öykülerinden ve büyüleyici açıklamalarından oluşan bir hazine bulacağız.

Aztek Mitolojisi, dünyadaki diğer birçok mitolojide olduğu gibi binlerce yıl önce devlerin dünyayı nasıl yönettiğinden bahseder.

Aztek efsaneleri, diğer pek çok şeyin yanı sıra, Kaba Piramidi ve Tanrılar'ın şehri Teotihuacan'ın sıradan insanlar tarafından değil, bir dev tarafından nasıl inşa edildiğini açıklıyor.

Bu dev, büyük tufan döneminde yaşamış olan Xelhua olarak adlandırıldı.

Antik Aztek Mitolojisine göre, Cholula'nın antik kompleksi, özellikle de Yeryüzü Tepesi (Tlachihualtépetl) Piramidi'nin yapımı Xelhua'ya atfedilmiştir.

Mitolojiye göre, antik çağda, yeryüzünde devler yaşamaktadır, ancak büyük bir selden sonra, kalan tüm devler ölmüştür fakat hayatta kalan Xelhua, bugün en çok bildiğimiz şeylerden olan Cholula'yı yani dünyada bilinen en büyük piramidi inşa etti.


Xelhua çok yüksek bir yapı inşa etmek istemiş ve böylece gökyüzüne ulaşmıştı. İnsan yerleştirmesi ve verimli kılması için dua etti. Ama tüm tanrıların babası, yaratıcısı ve bereket tanrısı Tonacatecutli bunu bir suç olarak gördü ve cennetten, birçok inşaatçıyı öldüren bir taş fırlatarak inşaatın durmasına neden oldu.

Antik Aztek Mitolojisi bize şunu söyler; “Dünyanın kurulmasından 4,800 yıl sonra meydana gelen büyük su baskını öncesinde, Anahuac ülkesi, her biri ya su altında kalmış ya da balıklara dönüşen devler tarafından iskan edilmiş, yedisi mağaralara kaçmıştı. Sular dindiğinde, Xelhua denilen devlerden 'Mimar' lakaplı biri kendisinin ve altı kardeşinin bir sığınağı için hizmet veren Tlaloc'un bir anıtı olarak, içinde piramit şeklinde yapay bir tepe inşa ettiği Cholula'ya gitti. Cecotl'un Sierra'sının eteklerinde Tlalmanalco eyaletinde tuğlalar yapılmasını emretti ve onları Cholula'ya götürmeleri için onları elden ele taşıyacak adamlar yerleştirdi. Tanrılar bulutlara ulaşmakta olan bir yapıyı görünce öfkelendiler. Xelhua'nın cesur girişimlerini engellemeye kalktılar, piramide ateşler attılar. İşçilerin sayısı mahvolmuştu. Çalışma durduruldu ve anıt daha sonra "Quetzalcoatl"a adandı."

Xelhua, Aztek kültürüne göre yedi devlerden biriydi ve metinlere göre, sadece Cholula'nın büyük piramidini değil, Orta Amerika'daki en gizemli antik şehirlerden biri olan Teotihuacan'ı inşa eden de oydu.

Bugün, Cholula'nın Büyük Piramidi fetheticiler tarafından inşa edilmiş bir Katolik kilisesi tarafından kurulan yapılar ile bilmeden de olsa daha da büyümüştür.

Cholula'nın Büyük Piramitlerinin, gökyüzünden düştüğü söylenen alevli meteorların bir kalıntısı olarak göktaşı parçalarını sakladığı ve onları kutsal bir yere koyduğu söylenir.

Günümüzde hala bilinmeyen bir şey varsa o da piramitlerin antik dönem insanlarınca nasıl yapıldığıdır çünkü dönem insanının kendi başına bunları yapabilmesi, bir tanesi 50 tonu bulan taş parçalarını kaldırıp dev bir yapıt inşa etmesi imkansızdır. Bazen mitler, bazen ise antik dönem insanlarının geride bıraktığı metinler, bu kafalardaki soru işaretlerini şekillendirmeye devam edecektir.

TOPLUMSAL GERİLİKLERİMİZİN SORUMLULARI DİN ADAMLARI | PDF KİTAP

İlhan Arsel'in "Toplumsal Geriliklerimizin Sorumluları DİN ADAMLARI" adlı kitabının pdf formatını sizlerle paylaşmak istedim. Bu kitapta din adamlarının toplumu nasıl etkilediği ve gelişimi nasıl engellediğini ve çok daha fazla içeriği bulmak da tabiki mümkün, iyi okumalar.
Kitabı okumak veya indirmek için aşağıdaki resme tıklayabilirsiniz.

Uyarı: Telif hakları eser sahibine aittir, uygun görülmemesi durumunda telif sahibi dinvemitoloji@gmail.com adresinden irtibata geçerek yayını kaldırtabilir.

İlhan Arsel Toplumsal Geriliklerimizin Sorumluları Din Adamları pdf, İlhan Arsel pdf, din konulu kitaplar, Toplumsal Geriliklerimizin Sorumluları Din Adamları pdf, Pdf kitap,

YUNAN VE TÜRK MİTOLOJİSİ

Yazan: Anu
mitoloji, yunan mitolojisi, Türk mitolojisi, Yunan ve Türk mitolojisi, Eski Türk tanrıları, Yunan tanrılarının özellikleri, Yima, Tura'nın torunları, Türklerin babası, A, Mitolojide ejderha,
Mitoloji; Bir efsaneye, derin bir sembolik anlamı olan geleneğe veya efsanelere dayanan bir öyküdür.
Bir efsane, gerçek bir olayı kaydetmekten ziyade, onu anlatan ve duyanlara "doğruyu taşır".
Bazı efsaneler gerçek olayların birer delili olabilse de, sembolik bir anlama dönüşerek zaman veya mekanda kaymışlardı.
Mitler genellikle evrensel ve yerel başlangıçları açıklamak ve doğaüstü varlıkları içermek için kullanılır. Bu hikâyelerin anlamının, geliştirdikleri kültüre olan büyük gücü, bazen binlerce yıl boyunca yaşadıkları sürece hayatta kalmaları için önemli bir nedendir.
Kahramanlar Tanrılar, doğal fenomeni açıklamak için yaratıldı (örneğin, eski Yunanlılar, gök gürültüsü gerçekleştiğinde Zeus'un şimşek veya yıldırım fırlattığına inanıyordu). Yunan mitolojisine inanan insanlar ayinleri yerine getirmişlerdi (örneğin, insanlar Poseidon'a bir tür hediye ya da adak bırakacakları zaman denizdeki yolculuklarının güvenli geçeceğine inanırlardı).

YUNAN MİTOLOJİSİ

Yunan Mitolojisi Aile Ağacı: Cronus, Rhea, Hades, Poseidon, Zeus, Hera, Demeter, Hestia, Dionysos, Apollo, Hephaestus, Hermes, Ares, Artemis, Athena.

Yunan mitolojisine göre, zamanımızdan çok önce, tanrılar dünyaya hükmettiler. On iki Olimposlu vardı ... ve sonra Hades vardı. Bu tanrılar ve tanrıçalar fanilerin hayatlarının çeşitli yönlerini izlediler ve kontrol ettiler. Ölümsüzlerdi ve her birinin kendi uzmanlık alanları vardı. Mitler tanrısallığı odağa getirir ve insan varoluşunun doğasına değinir. Yunan mitolojisi, antik Yunanlıların inançlarını ve ayin gözlemlerini kapsamaktadır. Esas olarak mitler olarak adlandırılanlar, çeşitli tanrılar, olaylar ve doğa hakkında çeşitli öykü ve efsanelerden oluşan bir vücuttan oluşur. Yunan halkının dünyayı açıklama girişimi Yunan tanrıları ve tanrıçalarını yarattı. Yunan mitolojisinin önemi iki yönlüdür. Günümüz eğlencesinin ve eski bir kültürün keşfinin bir aracı olarak hareket eder, ancak uzak geçmişte Yunan aristokrasisine meşruiyet ve otorite sağlamıştır.
Antik Yunan çok tanrılı inanç sistemi, tanrılar ve tanrıçaların pasif insan tezahürleri üzerinde daha çok yoğunlaşmıştı. Yer kürenin üç farklı alanı olan dünya, deniz ve gökyüzüne dağıtılmış 12 ana tanrı vardı. Aralarında kadın tanrıçalar da olduğundan, Yunanistan'daki kadınlar diğer medeniyetlere göre daha fazla ayine sahipti. Büyük Üç, Yunan Mitolojisinde ölümsüz dünyada Üç Kardeşleri veya ana güç sahiplerini tanımlamak için kullanılan bir terimdir. Büyük Üç, Cronus ve Rhea oğulları olan Zeus, Poseidon ve Hades'dir.
  1. Zeus: Tanrıların kralı ve gökyüzünün efendisi.
  2. Poseidon: Deniz tanrısı ve atların yaratıcısı.
  3. Hades: Yeraltı dünyasının ve yeraltında bulunan zenginliklerin tanrısıdır.


TÜRK MİTOLOJİSİ

"Anadolu mitolojisi" farklı kültür ve tarihlerden zengin bir karışımdır. Tarih öncesi ve tarihi çağlarda Anadolu'da her zaman birçok medeniyet var olmuştur.

Göçler, savaşlar ve ticari işlemlerle Anadolu, diğer medeniyetlerden etkilenmiş ve etkilemiştir. 12 büyük tanrının çoğu Anadolu kökenlidir. Zeus, mitolojinin en tanınmış tanrılarındandır.

Bir inanışa göre Türk halkı, dünya'yı yok eden bir felaketten tek kurtulan Yima'nın torunu olan "Tura" nın torunlarıdır. Sembollerden olan Kurt onuru sembolize eder ve aynı zamanda çoğu Türk halkının babası olarak kabul edilir. Asena (Ashina Tuwu), Göktürkler'in ilk Hanı olan Bumen'in kurt annesidir. At, Türk mitolojisinin de ana figürlerinden biridir. Atları basit nakil olarak gören Avrupalıların aksine, Türkler atı insanın bir uzantısı olarak görürler.

Koç (erkek koyun), zenginlik ve zarafetin bir simgesidir. Müslüman bayram Eid ul-Adha döneminde koç, Müslüman olan Türkler arasında Tanrı'ya kurban edilen canlılar arasında çok popülerdi (eski bir pagan geleneği olan İslam'ın etkileri).

Bir Yılan ya da Kertenkele olarak da ifade edilen Ejderha ise gücün simgesidir. Özellikle dağlık Orta Asya'da, ejderhaların hala Tien-Shang ve Altay dağlarında yaşadığına inanılmaktadır. Ejderhaların kendilerine de Tanrı olarak tapınmalarına rağmen ejderhalar antik Türk geleneğinde Tengri'yi (Tanrı) sembolize ederler.
Ülgen bir av tanrısıdır. O, Türklerin tanrı ve tanrıçalarının babasıdır. Karahan, Ülgen'in babasıdır. Uzaktaki yerlere gitmesine yardım etmek için siyah beyaz kanatlı bir ata biner. Umay Ana, çocukların ve hayvanların tanrıçasıdır. Altın kanatları vardır ve siyah bir ata binmektedir. Kızagan, Ülgen'in oğludur. O savaş tanrısıdır ve kan almaya adeta bayılır! Mergen ise Ülgen'in oğludur ve kardeşi Kızagan'ın aksine şiddetli bir tanrı değildir.

İNCİL, HANOK VE HZ. İLYAS, UÇAN MAKİNELER

Yazan: A.Kara
hristiyanlık, Açıklanamayanlar, din, Kutsal kitapta uzaylılar, İncil'de Hz.İlyas'ın kaçırılması, Hz İlyas kaçırıldı mı?, İncil UFO ziyaretlerini mi anlatıyor?, İncil'de uzaylılar, İncil'de dünya dışı yaşam, A,

İNCİL İDRİS'İN (ENOCH/HANOK) VE İLYAS PEYGAMBERİN CENNETE GİDİŞİNDE UÇAN MAKİNELERDEN Mİ BAHSEDİYOR?

Binlerce yıl önce yazılmış metinleri okurken ve onları uçan savaş arabaları, ateş, duman ve gizemli varlıklardan söz ederken bulunca, eski insanların dış dünya ile ilgili bir şeyler yaşayıp yaşamadıklarını bilmek zor oluyor ve insanı düşünmeye itiyor.

Bizler gibi İncil'in insan ürünü olduğuna ve yabancı ziyaretçilere dair kanıtlar olduğuna ikna olan yazarlar, tarihin kısmen aktarıldığını ve eski metinlerin önemli kısımlarının tamamen atlandığını ileri sürerler.

Bu yazıda, hayatları boyunca dünya dışı varlıklar ile temasa geçmiş görünen üç önemli İncil karakterine bir göz atacağız.

Dinsel metinlere bakıldığında bunlardan ikisinin cennete gittikleri ve asla Dünya'ya geri dönmedikleri yazmaktadır.

Üçüncüsü olan Hezekiel'in ise, dünya'ya binlerce yıl önce gelen 'uzay gemilerinin' varlığına inandığı ve olaya şahit olduğu görülür:

"4) Baktım, kuzeyden gelen bir fırtına gördüm. Parıldayan şimşek ve muazzam bir ışıkla çevrili muazzam bir bulut (daha önce rönesans döneminde çizilmiş dünya dışı yaşam formlarını işaret eden tablolarla ilgili araştırma paylaşmıştım, anlatım o çizimlerdekilere de uyuyor gibi görünüyor. İncelemek ve okumak için tıklayınız). Ateşin merkezi parlayan metal gibi görünüyordu,
5) ve bu ateş dört yaşayan yaratık gibi görünüyordu. Görünüşte onların formu insandı…"

DÜNYA DIŞI ZİYARETÇİLER? KAÇIRILMA?

Piskopos Hanok yani İdris'in (Yaratılış: 5,18: 24) ve İlyas peygamberin (Krallar: 2 2:13) göklere çekildiği söylenir.
İlyas peygamberin “ateş arabası” tarafından kaçırıldığına dair yazılı kanıtlar buluyoruz.

Bu inanılmaz tarihsel açıklamaları okuduğumuzda, çok az cevapla ve sayısız soruyla karşılaşıyoruz.

Hanok ve İlyas nereye gitti? Neden gizemli bir şekilde ve iz bırakmadan ortadan kayboldular? Hezekiel tam olarak ne gördü ve neyi tarif etti?

İncil, antik zamanlardaki dünya dışı yaşam formlarının teması'nın varlığına kanıt olan onlarca delile bir yenisi olarak eklenebilir mi?

Hanok'a ve Yaratılış 5: 18: 24'te bahsedilen gizemli kayboluşa bir bakalım.
Tıpkı Tevrat ve Kur'an gibi insan ürünü olan ve dönem insanlarının duyduğu efsaneleri, gezip görürken, ticaret yaparken diğer kültürlerden öğrendiklerini, gördüğü bazı olayları yazdıklarına inandığım İncil’e geri dönelim ve neler yazdığına bakalım.

TANRI HANOK'U (ENOCH) YANINA ALIR
[Yaratılış 5:18-24]
  • 18) Jared (Yered) 162 yaşındayken, Hanok'un babası oldu.
  • 19) ve Enoch'un babası olduktan sonra, Jared 800 yıl yaşadı ve başka oğulları ve kızları vardı.
  • 20) Böylece Jared toplam 962 yıl yaşadı ve sonra öldü.
  • 21) Enoch 65 yaşına geldiğinde, Methuselah'ın babası oldu.
  • 22) Methuselah'ın babası olduktan sonra, Hanok, Tanrı ile 300 yıl yaşadı ve başka oğulları ve kızları vardı.
  • 23) Hanok toplamda 365 yıl yaşadı.
  • 24) Hanok, Tanrı yolunda sadakatle yürüdü ve sonra ortadan kayboldu, çünkü Tanrı onu yanına almıştı (uzağa).
Yaratılış 5: 24, Tanrı'nın Hanok'u aldığından açıkça bahsedildiği için çok önemlidir. Hanok'un öldüğünden bahsetmez. Bir şekilde kaçırıldığını söylüyor gibidir.

Bu aslında önemlidir çünkü Adem'in 930 yıl yaşamış olduğunu ve öldüğünü Yaratılış 5:3-23'te görebiliyoruz. Adem’in oğlu Seth ise 912 yıl yaşıyor ve ölüyor. Seth'in oğlu olan Enoş'un (Enoch-Hanok yani İdris ile karıştırmayın) 905 yıl yaşadığı ve öldüğü sanılıyor. İdris'e gelene kadar, (Yaratılış 5:24) Adem’in soyundan gelenlerin son derece uzun ömürlü yaşamlarının ardından öldüğü anlatılır. Ancak Yaratılış 5:3-23'e bakıldığında İdris'in (Hanok) ölümünden bahsetmediği Tanrı tarafından alındığı söylenir: “Hanok, Tanrı'ya sadakatle yürüdü; sonra ortadan kayboldu, çünkü Tanrı onu uzağa almıştı."

Eğer 2 Krallar 2:13'e bakarsak, başka bir inanılmaz hikaye bulabiliriz.
Yine geçmişte yazılanları görmek için İncil'e geri dönüyoruz.

İLYAS CENNETE ALINIR
[2 Krallar 2:1-13]
  • RAB İlyas'ı kasırgayla göklere çıkarmadan önce, İlyas ile Elişa Gilgal'dan ayrılıp yola çıkmışlardı.
  • İlyas Elişa'ya, “Lütfen sen burada kal, çünkü RAB beni Beyt-El'e gönderdi” dedi. Elişa, “Yaşayan RAB'bin adıyla başın üzerine ant içerim ki, senden ayrılmam” diye karşılık verdi. Böylece Beyt-El'e birlikte gittiler.
  • Beyt-El'deki peygamber topluluğu Elişa'nın yanına geldi. “RAB bugün efendini senin başından alacak, biliyor musun?” diye ona sordular. Elişa, “Evet, biliyorum, konuşmayın!” diye karşılık verdi.
  • İlyas, “Elişa, lütfen burada kal, çünkü RAB beni Eriha'ya gönderdi” dedi. Elişa, “Yaşayan RAB'bin adıyla başın üzerine ant içerim ki, senden ayrılmam” diye karşılık verdi. Böylece birlikte Eriha'ya gittiler.
  • Eriha'daki peygamber topluluğu Elişa'nın yanına geldi. “RAB efendini bugün senin başından alacak, biliyor musun?” diye ona sordular. Elişa, “Evet, biliyorum, konuşmayın” diye karşılık verdi.
  • Sonra İlyas, “Lütfen, burada kal, çünkü RAB beni Şeria Irmağı kıyısına gönderdi” dedi. Elişa, “Yaşayan RAB'bin adıyla başın üzerine ant içerim ki, senden ayrılmam” diye karşılık verdi. Böylece ikisi birlikte yollarına devam etti.
  • Elli peygamber de onları Şeria Irmağı'na kadar izledi. İlyas ile Elişa Şeria Irmağı'nın kıyısında durdular. Peygamberler de biraz ötede, onların karşısında durdu.
  • İlyas cüppesini dürüp sulara vurunca, sular ikiye ayrıldı. Elişa ile İlyas kuru toprağın üzerinden yürüyerek karşıya geçtiler.
  • Karşı yakaya geçtikten sonra İlyas Elişa'ya, “Söyle, yanından alınmadan önce senin için ne yapabilirim?” dedi. Elişa, “İzin ver, senin ruhundan iki pay miras alayım” diye karşılık verdi.
  • İlyas, “Zor bir şey istedin” dedi, “Eğer yanından alındığımı görürsen olur, yoksa olmaz.”
  • Onlar yürüyüp konuşurlarken, ansızın ateşten bir atlı araba göründü, onları birbirinden ayırdı. İlyas kasırgayla göklere alındı.
  • Olanları gören Elişa şöyle bağırdı: “Baba, baba, İsrail'in arabası ve atlıları!” İlyas'ı bir daha göremedi. Üstünü başını parçaladı.

Yukarıdaki bilgiler çeşitli şekillerde yorumlanabilir;
Antik astronotların dünya ziyareti açısından bakarsak, okuduklarımızın o dönem karşılaştıkları teknolojinin yanlış yorumlanmış olduğu açıktır. Binlerce yıl önce insanların anlayamadığı birçok şey Tanrılarına (Allah/Rab/YHW vb) atfedilmiş, Tanrı yaptı denmiştir.

Tabi daha gerçekçi nedenleri de olabilir. Örneğin bir kutsallaştırma ve tanrıya atıfta bulunma çabası gibi.

İncil açısından bakıldığında, dikkate alınması gereken önemli detaylar vardır:
İdris neden ortadan kayboldu? Neden dünyadan alındı? Ölmediyse, nereye gitti?

İncil akademisyenleri bu soruları cevaplayabilmek için tartışıyor ve "patriğin Adem'in torunları listesinde yedinci olduğunu" akılda tutmalıyız diyorlar. Yedi, İncil'de “mükemmellik” anlamına gelen sembolik bir figürdür. Yedi, tamlık ve mükemmelliğin (hem fiziksel hem de ruhsal) sayısıdır. Bu anlamının çoğunu doğrudan Tanrı’nın her şeyin yaratılmasıyla bağlantılı olmasından alır. Bazı Yahudi geleneklerine göre, Adem'in yaratılışı MÖ. 26 Eylül 3760'dır (ya da İbranice takviminde yedinci ay olan Tişri'nin ilk günü). "Yaratmak" kelimesi Tanrı'nın yaratıcı çalışmalarını tarif ederken 7 kez kullanılır (Tekvin 1: 1, 21, 27 üç kez; 2: 3; 2: 4). Bir haftada 7 gün var ve inanışa göre Tanrı’nın Şabat günü 7. gündür.

Adem'in soy ağacı listesini oluşturanların sembolizme son derece bağlı olan Kudüs'ün rahipleri olduğuna inanılıyor bu yüzden rakamlara ve numeroloji çalışmalarına büyük önem verdikleri düşünülür.

İnanışa göre 7. Patriğin kusursuz ve temiz biri olması gerekirdi çünkü Tanrı'nın yeryüzünde insanın kötülüğü ile kendisini kirletmeyeceği şekilde onu göklere aldığı inanışı vardır.

Peygamber İlyas'ın hikayesi daha farklıdır. Hikayenin bize anlattığına göre, İlyas ölümünün yaklaştığını anladığında Ürdün Nehri'nin kıyısında bulunan öğrencisi Elişa'nın (Elyesa) topluluğuna gitti.

Aniden ateşli atlarla birlikte gökten gelen bir araba Elişa'yı ve olaya şahit olanların şaşırmasına bile fırsat kalmadan İlyas'ı da aldı ve gökyüzünde kayboldu...