HABERLER
Dini Haber

BEDAVA PEYNİR FARE KAPANINDA OLUR!

Yazan: Wiseman


BEDAVA PEYNİR FARE KAPANINDA OLUR! 


Geçenlerde Facebook sayfamda aşağıdaki sözleri paylaştım:
“DİNCİ, DİNBAZ, ŞEYH, ŞIH, SİYASAL İSLAMCI,
TARİKAT VE CEMAATLER AKIL VE İNANÇ HIRSIZLARIDIR.”
“TARİKATLAR VE CEMAATLER MÜŞTERİSİ BOL TİCARİ KURULUŞLARDIR.
SERMAYELERİ DİN, İNSANLARIN EĞİTİMSİZLİĞİ VE SAFLIĞIDIR.”


Bu gönderime bir arkadaş yorum yapmış. Yorumunda kısa ve öz olarak “Kendisinin bir tarikat yurdunda kaldığını, kaldığı bu tarikattan herhangi bir kötülük, zarar görmediği gibi aksine bedava yediğini, içtiğini, yattığını hatta harçlık bile verdiklerini, dinini öğrendiğini” vs. anlatıyor. Bana da tarikat ve cemaatlere ön yargılı yaklaşmamamı tavsiye ediyor.

Konuyu kişiselleştirmemek için genelleyerek ele almak istiyorum. İstiyorum ki derin uykuda olan bazı beyinler uyansın.

Öncelikle şunu belirtmeliyim ki hiçbir tarikat, cemaat ASLA insan ve toplum yararına hareket etmez. Çünkü tarikatlar ve cemaatler TİCARİ İNANÇ SÖMÜRÜ yapılarıdır. Dinen de kanunen de yasal yapılar değildirler.

Siz hiç;
  • Devlet okullarına yardım eden, okulların ihtiyaçlarını karşılayan tarikat, cemaat görüp, duydunuz mu?
  • Çocuk Esirgeme Kurumlarına, yetimlere, yardım eden tarikat, cemaat görüp, duydunuz mu?
  • Kadın sığınma derneklerine, evlerine, dul, sokakta kalmış kadınlara yardım eden tarikat, cemaat görüp, duydunuz mu?
  • Yaşlılar yurdunda kalan, bu tür kurumlara sığınan yaşlılara, hastalara yardım eden tarikat, cemaat görüp, duydunuz mu?
  • Engelli, sakat, muhtaç, açta, açıkta kalmış, yiyecek ekmeği olmayan, sokakta yaşayan, muhtaç kişilere yardım eden tarikat, cemaat görüp, duydunuz mu?
  • Hayvanlara, doğaya yardım eden tarikat ve cemaat gördünüz mü?
  • Camilerin bu tür muhtaçlara açıldığını duydunuz gördünüz mü? İmamların bu tür muhtaçlar ile ilgilendiğini duyup gördünüz mü?
  • Tarikat ve cemaatlerin, şeylerin ve şıhların, hocaların ve imamların bilim ile bilim insanlarına destek olduklarını duyup gördünüz mü?
Duyamazsınız, göremezsiniz!

Peki, bu tarikat ve cemaatler ne yaparlar, kimlere yardım eder, kimlerin peşinden gider, kimler ile ilgilenirler?

* Kur’an kursları adı altında gayri hukuki, gayri ahlaki ticarethane açarlar. Cami yaptırırlar, kendilerine militan ve insan kaynağı için okul yaptırırlar. Ancak bütün bunlar ticarethanelerini daha da büyütmek için ileriye dönük yatırımlardır.

* Camilerde, evlerde, okullarda kendi dilini bile düzgün öğrenemeyip, konuşamayan kişilere Arapça (TÜRKÇE DEĞİL) Kur’an öğretirler. Ama anlatırken onlara Kur’an’ın gerçekte ne dediğini değil, kendi işine geldiği gibi kendi yorumları ile Türkçe anlatırlar. Bir müddet sonra Kuran öğrenme ve okuma işi hocanın Türkçe din anlatım ve öğretimine dönüşür. Daha doğrusu beyin yıkamaya dönüşür.

* Dini eğitim ve militan yetiştirme faaliyetlerine özellikle küçük yaştaki çocuklardan başlarlar.

*Her tarikat ve cemaatin kendilerini tanıtan, birbirlerini tanıyan kıyafet, sembol, işaret, sözleri vardır.

* Kendi tarikat ve cemaatlerine devam eden kişilere KUR’AN’DAN ÖNCE kendi tarikat ve cemaatlerinin ilkelerini, kurallarını anlatır ve öğretirler. Hiçbir tarikatta, cemaatte ASLA Kur’an ve ibadet öncelik değildir. Kur’an ve ibadet sadece faaliyetleri için perde ve yemdir.

* Öğrencilere ders desteği adı altında (bu arada göstermelik ders desteği de verirler) grup toplantılarına, beyin yıkama faaliyetlerine alırlar.

* Adım adım ilerleyen, güvenilir, sadakatini ispat etmiş müritlerine, Şeyhleri, Şıhları, Hocaları ile tanıştırıp onurlandırırlar. Sofrasına oturturlar. Sırtı sıvazlanıp gururu okşanır. Tava getirilir.

* Hemen her tarikat ve cemaatin birbirine benzer, görünen ve görünmeyen, gizli, illegal yapılanması vardır. Hücre sistemi uygularlar. Her şahıs ve gruptan sorumlu kişiler vardır.

* Her tarikat ve cemaatte Şeyhin, Şıhın, Hocanın yanında “Şeyhi uçuran” şakşakçısı, yardakçısı, tasdikcisi, yalancı şahidi vardır.

* Sürekli olarak “ALLAH RIZASI İÇİN” dilencilik yaparlar. İnsanların dini duygularını sömürerek maddiyat adına ne varsa toplarlar. Bunlar bazen müritlerinin evleri, arsaları, dükkânları, birikmiş büyük yatırımları olur. Kurban, sadaka, fitre, adak, deri, kermes gelirleri ve en küçük maddi yardımlar bile birikerek milyonlar milyarlar olur. Kısacası bol bol haram yerler.

* Her tarikat ve cemaat için mürit demek; MÜŞTERİ demektir. YOLUNACAK KAZ demektir, MİLİTAN demektir, TETİKÇİ demektir, PARA KAYNAĞI demektir, HİZMETKÂR demektir, KÖLE demektir. Kadın ve çocuklar CİNSEL OBJE olarak istismar edilecek köle demektir.

* Tarikatlar ve cemaatler kimlere yanaşır? Siyasi partilere ve kişilere… Neden? Nemalanmak, devlete sızmak, devlette yapılanmak ve devleti soymak için. Şimdiye kadar siyaset dışı kalmış bir tarikat, cemaat gördünüz mü?

* Yardım ettikleri (ediyor göründükleri) kişiler genelde ileride kendilerine yapılan yardımdan kat be kat fazlasını alabilecekleri kişilerdir. Bunlar özellikle öğrenciler, iş adamları, sanatçılar, futbolcular, ticarethanesi olan kişiler, varlığı olup bu varlığını tarikatlarına bırakacak kişiler, tarikat için koşturacak, mürit bulacak, hizmet edecek, kirli işlerini gördürecekleri kişiler... Yardımlar sadece bunlara gider. Toplanandan ve gerekli yerlere harcanandan geri kalan yardımlar Şeyhe, Şıha, Hocaya ve yardakçılarına YAT, KAT, AVRAT olarak döner, dönüşür.

Peki, insanlar neden bu tarikat ve cemaatlerin peşinden gider ya da tuzağına düşer?

Bunun iki temel nedeni vardır:
1-Dini duygular
2-Menfaat

1- Dini duygular ile hareket edenler aslında “SAF, TEMİZ” insanlardır. Gerçekten Yaratıcıya, dine, peygambere, Kur’an’a inanan ve ibadetini yapan, hayatını bu yönde düzenleyen insanlardır. Bunlar genelde “ALLAH RIZASI” için hareket ederler. Tek amaçları Allah’ın rızasını kazanmak, öğrenci okutmak, varlıklı iken katkıda bulunmak, vicdanen rahatlamak, inandığı gibi düşünen çevrenin içinde bulunmak. Bu tür insanlar sevap işlediklerini düşünür ve iç huzur bulurlar. Vicdanlarını rahatlatır ve görevlerini yaptıklarını düşünürler. Verici insanlardır. Genelde “mütedeyyin, muhafazakâr” dırlar. Zararsız ve iyi vatandaştırlar. Fakat bilmeden ve farkında olmadan tarikatların, cemaatlerin Şeyhlerin, Şıhların, Hocaların ayakta kalmalarını sağlarlar. En büyük tabanı bu kitle oluşturur. İnançları, dinleri, peygamberleri ve Kur’an konusunda cahildirler. Bilgiyi hazır alırlar, Okumayı sevmezler. Anlatılan dini bilgilere inanırlar. Kitap değil, kulaktan dolma, kahve ve sohbet Müslümandırlar.

2- Menfaat için hareket edenler ise oldukça geniş bir yelpazeyi kapsar. Bu tür insanların tek amaçları vardır, o da bu sistemden mümkün olduğunca yararlanmak, su akarken kovalarını doldurmak… Aslında yararlanma karşılıklıdır ve her iki taraf da bunun farkındadır. Al gülüm ver gülüm yaparlar. Onlar için inanç, din, peygamber, Kur’an, Allah asla umurlarında değildir. Sadece bu değerler üzerinden neler elde edebileceklerine bakarlar.

Bu yelpaze geniştir. Öğrenci için ele alacak olursak, hazır ve güvenli yatacak bir yer, elektrik, su parası yok, servis ücreti yok, yemek hazır, temizlik derdi yok. Başlıkta dediğim gibi “Bedava peynir sadece fare kapanında olur.” Hiçbir tarikat, cemaat, şeyh, şıh, hacı, hoca abi, abla size karşılığını almayacağı bir hizmet vermez. Sizin Allah rızası için sandığınız şey gelecekteki menfaatlerinden başka bir şey değildir. Kaz gelecek yerden tavuğu esirgemezler. Bu gün değilse on yıl sonra fatura sizin önünüze konacaktır. İstemeseniz de bedel ödettirilecektir. Birçok sanatçı, sporcu, iş adamı, esnaf, tarikat ve cemaatten hizmet alan, destek alan herkese bu bedel ödettirilmiştir.

Peki, bu karşılıklı menfaate dayanan ilişkilerdeki alan ve veren kişilerin özellikleri nasıldır?

Daima aldıkları "çaldıkları" verdiklerinden fazladır. Bukalemun gibidirler, her renge bürünebilirler. İbadeti gösteriş için yaparlar. Dilbazdırlar. Allah, peygamber, Kur’an, inşallah, maşallah dillerinden düşmez. Karşısındakinin nabzına göre şerbet verirler. Yalancı, riyakâr, sahtekâr, dinci, dinbaz, üçkâğıtçı, ahlaksız, kuralsız, korkusuz, kalpsiz, vicdansız, rahatlıkla dinini, kitabını, peygamberini, hatta ALLAH’I, MİLLETİ ve VATANI bile satabilirler. Diğer yelpazedekiler farklı değildir.

Tarikat ve cemaatler ile ilişkisi olmayan saf Müslümanlara gelince… Onlar hala tribünde sahnelenen oyunu seyrediyorlar. Kimi oyun olduğunun farkında ama umurunda değil, kimi hala saf duygularla “yok ya olamaz Müslüman bunlar… Öyle şeyler yapmazlar. İnanmam.” Diyorlar. Özellikle anneler, kadınlar sustukları, susturuldukları için tarikat ve cemaatler, şeyhler ve şıhlar ayaktalar. Sağduyulu insanlar, erkekler, babalar, öğretmenler, bilim insanları, askerler, hukukçular, toplumun her kesimi korktukları ve sustukları için bu tarikat ve cemaatlerin düzenleri, düzenbazlıkları, sistemleri ayakta. Nasılsa benim partimden, benim tarikatımdan, cemaatimden deyip susanlar… Başını kuma gömenler, görmeyip, duymayıp, susanlar… Hepimiz suçluyuz.

İnançlı olmak, dindar olmak, Müslüman olmak için tarikatlara, cemaatlere, şeyhlere, şıhlara, hacılara, hocalara, imamlara, aracılara ihtiyacınız yok. Kur’an’ı anlamak ve öğrenmek için ASLA AMA ASLA Arapça bilmenize ve okumanıza gerek yok. İnanın bana, sizi yaratan bir yaratıcı varsa sizin dilinizden anlar. Anlamıyorsa zaten YARATICI olamaz o. Lütfen dininizi, Kur’an’ı kendi dilinizde TÜRKÇE okuyun. Düşünerek ve sorgulayarak bilim ışığında ve bu günün değerleri ile okuyun. İnancınızı çaldırmayın.

Hiçbir şey yapamıyorsanız bu yazıyı paylaşın. Belki bir kişiyi kurtarmış olursunuz.
Sağlık ve Sevgi ile kalın.

PURANALAR (18 PURANA) [ENG]

Hinduizm kutsal metinlerinden 18 bölümlük Purana'yı (ek olarak birkaç puranayı) İngilizce olarak okuyup inceleyebilirsiniz. Puranaları görüntülemek, okumak veya indirmek için aşağıdaki resme veya buraya tıklayabilirsiniz.

SİYONİZM'İN DOĞUŞU VE YAYILIŞI



SİYONİZM'İN DOĞUŞU VE YAYILIŞI

Filistin'de Yahudiler için yeniden bir vatan kurulmasına destek veren uluslararası Yahudi siyasi hareketidir. Söz konusu alan, Tevrat'ta bahsi geçen ve İsrail Diyarı adı verilen topraklardır. İsrail'in kurulmasından bu yana, Siyonist hareket de şekil değiştirerek öncelikle Modern İsrail devletinin desteklenmesi amacı ile varlığını sürdürmektedir.

Siyonizm esas olarak Yahudi ulusu kavramının MÖ 1200 ile İkinci Tapınak döneminin sonları (MS 70 yılına kadar) arasında ilk olarak geliştiği İsrail Diyarı ile Yahudileri ilişkilendiren tarihi bağlar ve dini gelenekler kavramına dayanmaktadır. Büyük ölçüde Avrupa Yahudilerinin kıtanın dört bir yanında yükselen antisemitizme verdiği bir tepki şeklinde başlayan çağımızdaki hareketin kurucuları çoğunlukla laik Yahudilerden oluşmaktadır. Siyonizm, modern milliyetçilik görüngüsünün bir koludur.Başlangıçta, asimilasyona ve Yahudilerin Avrupa'daki durumuna karşı alternatif tepkiler sunan çok sayıdaki Yahudi siyasi hareketinden biri olan Siyonizm, hızla büyümüş, Holokost'un (Yahudi Soykırımı) ardından da Yahudi siyasi hareketleri arasında hakim güç halini almıştır.

DOĞUŞU

Siyonizm fikrini ortaya atan Theodor Herzl'dir. Peki Siyonizm Theodor Herzl tarafından ortaya atılmadan önce bu düşüncenin bir geçmişi yok muydu?

Yahudiler MS. 71 yy.da Romalılar tarafından yurtlarından çıkarıldılar.Ve bu yüzden Kudüs'e dönme hayaliyle yaşadılar. 19.yy'daki "ulusların uyanışı" yahudi ulusçuluğunun canlanması için elverişli koşullardan biriydi; 1881'den sonra Rusya'daki yahudi kırımının artması bunu hızlandırdı. Ama Siyonizm'in asıl amacı bunla sınırlı kalmayacak.

Siyonizm'in gerçek amacı,dünyayı ele geçirmektir. Bu onlar için Tevrat'ın bir emridir.

"Siz Allah'ın, Rabbin oğullarısınız. Çünkü sen, Allah'ın, Rabbe mukaddes bir kavimsin ve Rab üzerinde olan bütün kavimlerden üstün olarak, kendine has bir kavim olmak üzere, seni seçti."
(Tevrat,Tesniye Bölümü,14/2)

"Ve Allah'ın Rabbin sana teslim edeceği bütün kavimleri bitireceksin, gözün onlara acımayacak.
(Tevrat,Tesniye Bölümü,7/16)

Ayetlerde görüldüğü gibi Yahudiler kendilerini Allah'ın oğlu ve diğer insanlardan üstün görüyor. Hahamlar kendi görüşleri doğrultusunda tahrif ettikleri Tevrata ari ırk inancını da eklemiştir ama üstün ırk inancına önceden de sahiptiler. Kabala üstün ırk inancı üstüne kurulmuştu.

Fakat Tevrat insanların eşitliğini söylüyordu. Hahamlar ise Tevrat'ı değiştirip içine üstün ırk inancını yerleştirmişlerdir.Yahudiler Allah'ın seçtiği ve üstün kıldığı bir kavimdir ve yeryüzü onlara aittir. Oysaki diğer insanlar ise onlara göre hayvandır.

Bu sapkın inanış Tevrat, Talmud ve Kabalada vardır.

"1890'lı yıllarda, Theodor Herzl Siyonizme yeni bir ideoloji ve fiili aciliyet katarak Dünya Siyonist Örgütü'nün (WZO) oluşturulduğu 1897 yılında İsviçre'nin Basel şehrinde düzenlenen ilk kongrenin toplanmasını sağladı. [15] Herzl'in amacı, Yahudi devleti hedefinin elde edilmesi için gerekli hazırlık niteliğindeki adımları başlatmaktı. Herzl'in Filistin'i hakimiyeti altında tutan Osmanlı yöneticileri ile bir siyasi anlaşma yapma teşebbüslerinin başarısızlıkla sonuçlanması üzerine başka hükumetlerin desteği arandı. Theodor Herzl, dönemin sultanı II. Abdülhamid'e Kont Nevlinski (bir Leh soylusu, II. Abdülhamit'in şahsi dostu) aracılığla Filistin'e özerklik ve Musevi ikametliği ister. Buna karşılık şu taahhütlerde bulunur:
1.Osmanlı Devleti’nin 33 milyon İngiliz altınına ulaşan borçlarının tamamını ödeyelim.
2.İmparatorluğu korumak için 120 milyon altın Frank’a mal olacak deniz filosu yaptıralım.
3.Devletin mali durumunu canlandırmak için 35 milyon altın lira faizsiz borç verelim.

Ancak, II. Abdülhamit teklifi kabul etmez ve şu yanıtı verir:
"...Bu meselede (Theodor Herzl) ikinci bir adım daha atmasın. Ben bir karış toprağı dahi satmam. Zira bu vatan bana ait değil, milletime aittir. Milletim bu vatanı kanlarıyla mahsûldar kılmıştır. O, bizden ayrılıp uzaklaşmadan tekrar kanlarımızla örteriz…"

Bu amacın başarısızlıkla sonuçlanmasından sonra ise 1905 yılında Rusya’da baş gösteren büyük ayaklamalarla birlikte başlatılan Yahudi kıyımı, bu ülkede bulunan birçok kişinin Filistin topraklarına gitmelerine neden oldu.

II. Dünya Savaşı’nda Naziler’in Yahudiler’e uyguladığı soykırım ile birlikte Filistin’e göçler hızlandı. Bu dönemde Yahudiler ve Araplar arası gerginlikler giderek kızışmaya başlandı. İngiltere bu sorunu Birleşmiş Milletler’e götürdü. 1947’de bu topraklar üzerinde bir Arap diğeri Yahudi Devleti kurulmasına karar verilerek, Kudüs’ün uluslararası bir statüde olunmasına karar verildi. Araplar her ne kadar buna karşı çıkmış olsalar da bir yıl sonra İngiliz mandası sona erdi ve 14 Mayıs 1948 yılında Yahudiler devlet kurduklarını ilan ettiler.

Böylece Siyonistler amacına ulaştı. 2.000 yıldan sonra ilk defa bir Yahudi devleti kurulmuş oldu. Ama bölgedeki sorunlar bitmedi. İsrail Devleti’nin kurulmasının ardında 1948-49 Arap- İsrail savaşının sonunda Birleşmiş Milletlerin belirlemiş olduğu sınırların daha geniş bir alanını işgal eden İsrail, burada yaşayan 500 binden fazla Filistinli Arap’ı yaşadıkları topraklarından, evlerinden zorla göç ettirilmiştir. Boşaltılan bu bölgelere göçle gelen Yahudiler yerleştirilmiştir. Günümüzde de İsrail ve Filistin arasında savaşlar halen sürmektedir. Filistin topraklarının çoğu artık İsrail Devleti topraklarına katılmıştır.

SİYONİZM KARŞITI YAHUDİLER

Siyonizm karşıtı hareket, adından da anlaşılacağı üzere, Siyonist anlayışa karşıdır. Bu terim, geniş bir biçimde, Yahudilerin, tarihi İsrail’in toprakları (Filistin, Kenan ülkesi ya da Kutsal Topraklar olarak da adlandırılır) üzerinde kendi kaderini tayin etmesi görüşünü savunan siyasi harekete karşı olan itirazları belirtmek için kullanılır.

Terim, çeşitli dini, ahlaki ve politik bakış açılarını tanımlamak için de kullanılır; ancak bu alandaki amaç ve görüşler, siyonizm karşıtlığı tek bir ideoloji veya kaynağa dayandırılamayacağı için ziyadesiyle çeşitlidir. Felsefi yaklaşımları ve politik ya da sosyal görüşleri arasında da farklar bulunur. Dikkat çeken birçok Yahudi ve Yahudilik dışı kaynak, bu hareketin İsrail politikalarının eleştirilmesini engellemek için bir taktik olduğunu söyleyen bazı görüşler olduğunu belirtiyor. Buna karşın, birçok başka Yahudi ve siyonizm karşıtı düşünür, bu görüşleri paylaşmıyor.

Siyonizm karşıtı Yahudiler, siyonizmin kendisi kadar eskidir ve Yahudi cemaatleri arasında II. Dünya Savaşı’na kadar yaygın biçimde destek gördüler. Yahudi cemaati tek ve birleşik bir grup değil ve siyonizme ilişkin yaklaşımlar hem Yahudi grupları arasında hem de grupların kendi içlerinde farklılıklar gösteriyor. Başlıca görüş ayrılıklarından biri, laik Yahudiler ile dini Yahudiler arasındakidir. Siyonist harekete ilişkin laik muhalefetin sebepleri dindar Yahudilerinkinden epey farklı. Yahudi devletine karşı muhalefet zaman içinde değişti ve çok çeşitli dini, etik ve politik tutumlar doğdu.

KARŞITLIĞIN SEBEPLERİ

İsrail topraklarına geri dönüş umudu, Yahudi dininin içeriğinde yer alan bir beklentiydi. “Yükselen” ya da “göğe giden” anlamına gelen İbranice bir kelime olan Aliyah, inançlı Yahudilerin İsrail’e dönüşünü tanımlamak için eski zamanlardan beri kullanılan bir terim. Orta çağ ve sonrasında pek çok ünlü haham ve takipçileri İsrail topraklarına geri dönmeyi seçti. Farklı ülkelerde yaşayan diaspora Yahudileri için ‘Eretz İsrail’ (İsrail Diyarı), dini bağlamda büyük saygı görüyordu. Yıllarca dua ettiler ve Mesih’in çağıyla birlikte geri dönüşün gerçekleşmesini beklediler.

Ancak Yahudi Aydınlanması’nın ardından Reform Yahudiliği, Aliyah da dahil olmak üzere, diasporadaki modern yaşamla uyumlu olmayan birçok geleneksel inançtan ayrıldı. Daha sonrasında siyonizm, Aliyah kavramını ideolojik ve politik anlamda, geleneksel dini inanca paralel biçimde yeniden diriltti. Bu terimi Kutsal Topraklar’daki Yahudi nüfusunu göç yoluyla arttırmak için kullandı ve siyonist ideolojinin temel prensibi olarak korumaya devam etti. Ancak, yaşayan Yahudi nüfusunun çoğunluğu diaspora içinde kaldığı için, Aliyah’a verilen destek her zaman göçle eşit olmadı. Modern siyonist harekete verilen destek evrensel bir olgu değil ve sonuç olarak bazı dindar ve bazı laik Yahudiler siyonizmi desteklemeyi reddediyor.

SİYONİZM HAKKINDA SÖYLENMİŞ SÖZLER

Yahudi’nin zengini hükûmetlere, fakiri halka musallat olur.”
Ziya Uygur

Derler ki bir zamanlar bütün hayatını vakfedercesine Yahudi aleyhine, siyonizm aleyhine kitaplar yazan biri Yahudinin adamıydı. Öyle bir hale getiriyordu ki Yahudiyi, senin kafanda şöyle bir imaj doğuyordu: Yahudiyle asla baş edilmez.
Cahit Zarifoğlu

Siyonizm ırkçılık ve ırk ayrımının bir başka şeklidir.
Roger Garaudy

Siyonizm bir timsaha benzer. Bu timsahın üst çenesi Amerika ise alt çenesi Avrupa Birliğidir. Beyni Siyonizm, gövdesi ise işbirlikçilerdir.
Necmettin Erbakan

Siyasi Siyonizm'in babası olan Theodor Herzl'in kendisi dinsizdi. Tanrı'ya inanmazdı.. Dini kitaplara sadece kendi güç politikasını destekledikleri ölçüde yakınlık gösteriyordu.
Roger Garaudy

BAKTERİLERİ ALLAH YARATMADI MI?

Yazan: Kirpi


BAKTERİLERİ ALLAH YARATMADI MI?

Evrende var olan her şeyin yaratıcısı olarak Kur'an'da Allah ifade edilir. Oysa bunun gerçekten böyle olduğunu kimse ispat edemez. Örneğin biri size atomu ben parçaladım derse ona soracağınız ilk soru nasıl parçaladın olurdu değil mi? Zira bir şeyi senin yaptığını ve yahut yapmadığını teyit etmenin en kısa yolu nasıl yaptığını bilmek. Bu kural neredeyse her yerde geçerli. En basitinden bir suç işleyen dahi o suçu nasıl işlediğini anlatmayınca ve anlattığın şekil gerçekten ispatlanmadığı sürece suçu işleyen kişi olarak kabul edilmezsin. Kur'an'da da aynı mantığın işlemesi gerek. Allah her şeyi kendisi yarattığını iddia ediyorsa nasıl yarattığını izah etmek zorunda. İzah ettiği yer ise kendi kitabı olan Kur'an olmak zorunda. Çoğu Müslüman bu eleştiriye "işte bilim Allah'ın nasıl yarattığını anlatıyor" gibi ütopik cevaplar veriyorlar.

Bilim göreceli bir kavramdır ve sürekli değişir. Bilimde bir şeyin yaranma şekli bu gün doğru olarak kabul edilse dahi yarın bunun yanlışlanamayacağının garantisi yok. Fakat Kur'an'a baktığımızda Allah'ın yasalarında (sünnetullah) hiç bir değişimin olamayacağını görüyoruz.

“...Bizim sünnetimizde değişiklik bulamazsın.”(17.İsra’: 77)
“...Sünnetullâh’ta asla değişme bulamazsın!” (48.Fetih: 23)
“...Sünnetullâh için bir alternatif asla bulamazsın! Sünnetullâh’ta bir değişme asla bulamazsın!” (35.Fâtır: 43)

Göreceli ve sürekli değişen bilimin değişmeyen sünnetullah'ı (Allah'ın yasasını) açıkladığını iddia etmek mantık hatasıdır. Bu yüzden bizler Allah kendi yarattıklarını nasıl yarattığını Kur'an'da açıklamak zorunda, zira iddia sahibi kendi olduğu için iddianın ispatıyla yükümlü olan da kendisidir. Meselenin bir başka tarafıysa bilim Allah'ın her şeyi nasıl yarattığını açıklıyor diyen Müslümanlar bilimin bir kısmını kabul edip bir kısmını kabul etmiyorlar.  Allah'ın insanları yer yüzünde tutması için yer çekimini yarattığına inanıyorlar ama her ne hikmetse bilimin de kabul ettiği evrim teorisini kabul etmiyorlar. İşte bu çifte standarttır. Ya bilimin tamamına (şu an elimizde olan veriler üzerine kurulu olan kanunlara) inanacaksın yada tamamını reddedeceksin, bunun orta yolu yok. Kur'an'a baktığımızda Allah'ın yaratılış şeklinin temel görseli şu şekildedir:

kün feyekün = ol der, o da hemen oluverir (Bakara 117, Enam 73, Nahl 40) 
Fakat bu kavramın kendisinde bile sorun var. Örneğin Hadid suresinde göklerin ve yerin yaratılış şekli anlatılırken şöyle diyor: 
“O’dur ki gökleri ve yeri altı günde yarattı.” (Hadid 4)

Bu yalnız Hadid suresinde geçmiyor. Araf 54, Yunus 3, Hud 7, Furkan 59, Secde 4, Kaf 38 gibi ayetlerde de altı gün ibaresi geçiyor. Şimdi Ol deyince olduran Allah neden altı gün zaman sarf etmiş ki?  Bu eleştiriye Müslümanlar genellikle şöyle cevap veriyorlar:

Hikmeti bildirilmese bile, biz anlamasak bile olduğu gibi inanmak lazım. Müslümanın yapması gereken de, Müslümana yakışan da budur. (http://www.dinimizislam.com)

İşte Müslümanların temel inancı şu şekildedir. Hikmetini anlamasak bile inanmak zorundayız. Af buyurun ama ben anlamadığım şeye inanmam.
Neyse konumuzu fazla uzatmadan esas meseleye geçelim.
Zariyat suresi 49. ayete baktığımızda her şeyin çift yaratıldığı gibi bir iddiayla karşılaşıyoruz.

Zâriyât Suresi 49. Ayet (Diyanet İşleri Meali (Yeni))
وَمِنْ كُلِّ شَيْءٍ خَلَقْنَا زَوْجَيْنِ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ
Düşünüp ibret alasınız diye her şeyden (erkekli dişili) iki eş yarattık.

Ayetin önünde (كُلِّ شَيْءٍ) külli şey-in – diye bir kelime kullanılmış. Bu her şeyden anlamına geliyor ki evrende var olan ve Allah tarafından yaratılan her şeyi içinde barındıyor. Ayetin devamında (زَوْجَيْنِ) zevceyni diye bir ifade daha kullanılmış ki asıl tartışma konusu olan bölüm burası. Bu kelime Arapçada ÇİFT anlamına geliyor. Ve yine Arapçada  bu kelime cinsiyet içinde kullanılıyor. Peki bu ayette kullanılan zevc kelimesi hangi manada kullanılmış? Müslümanlar genellikle şöyle bir şey söylüyorlar: Bir kelimenin Kur'an'da hangi anlamda kullanıldığını bilmemiz için Kur'an'ın başka ayetlerinde o "kelimenin hangi manalarda kullanıldığına bakmamız gerek."     Şimdi bizde aynısını yaparak zevc kelimesinin Kur'an'ın başka hangi ayetlerde ve hangi manalarda kullanıldığına göz atalım.
Zariyat suresini saymazsak bu kelime Kur'an'da 3 yerde daha kullanılmıştır.

Hûd Suresi 40. Ayet
حَتّٰٓى اِذَا جَٓاءَ اَمْرُنَا وَفَارَ التَّنُّورُۙ قُلْنَا احْمِلْ ف۪يهَا مِنْ كُلٍّ زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ وَاَهْلَكَ اِلَّا مَنْ سَبَقَ عَلَيْهِ الْقَوْلُ وَمَنْ اٰمَنَۜ وَمَٓا اٰمَنَ مَعَهُٓ اِلَّا قَل۪يلٌ
Nihayet emrimiz gelip, tandır kaynamaya başlayınca (sular coşup taşınca) Nûh’a dedik ki: “Her cins canlıdan (erkekli dişili) birer çift,( اثْنَيْنِ زَوْجَيْنِ min kullin zevceyni-śneyni) bir de kendileri hakkında daha önce hüküm verilmiş olanlar dışındaki âilen ile iman edenleri ona yükle.” Ama, onunla beraber sadece pek az kimse iman etmişti.

Mü’minûn Suresi 27. Ayet
فَاَوْحَيْنَٓا اِلَيْهِ اَنِ اصْنَعِ الْفُلْكَ بِاَعْيُنِنَا وَوَحْيِنَا فَاِذَا جَٓاءَ اَمْرُنَا وَفَارَ التَّنُّورُۙ فَاسْلُكْ ف۪يهَا مِنْ كُلٍّ زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ وَاَهْلَكَ اِلَّا مَنْ سَبَقَ عَلَيْهِ الْقَوْلُ مِنْهُمْۚ وَلَا تُخَاطِبْن۪ي فِي الَّذ۪ينَ ظَلَمُواۚ اِنَّهُمْ مُغْرَقُونَ
Bunun üzerine Nûh’a, “Bizim gözetimimiz altında ve vahyimize göre o gemiyi yap” diye vahyettik. “Bizim emrimiz gelip de tandır kaynamaya başlayınca, (sular coşup taştığında Nûh’a) dedik ki: “Her cins canlıdan (erkekli dişili) birer çift,( مِنْ كُلٍّ زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ min kullin zevceyni-śneyni) bir de kendileri aleyhinde daha önce hüküm verilmiş olanlardan başka aileni gemiye al ve zulmeden kimseler hakkında bana hiç yalvarma! Şüphesiz onlar suda boğulacaklardır.”

Ra’d Suresi 3. Ayet
وَهُوَ الَّذ۪ي مَدَّ الْاَرْضَ وَجَعَلَ ف۪يهَا رَوَاسِيَ وَاَنْهَارًاۜ وَمِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِ جَعَلَ ف۪يهَا زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ يُغْشِي الَّيْلَ النَّهَارَۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ
O, yeri yayıp döşeyen, orada dağlar, nehirler meydana getiren, orada her türlü meyveden (erkekli-dişili) iki eş yaratandır.( زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ fîhâ zevceyni-śneyn) O, geceyi gündüze bürüyor. Şüphesiz bunlarda, düşünen bir kavim için (Allah’ın varlığını gösteren) deliller vardır.

Gördüğünüz gibi kelimelerin geçtiği her yerde Diyanet İşleri cins kavramı üzerinden çeviri yapmış nitekim doğru olanda bu zaten. Örneğin Nuh Allah'ın emriyle büyük selden önce gemiye hayvanlardan ve bitkilerden türler (çiftler) aldığında erkeklik ve dışılık kavramı üzerinden çiftler almış. Çünkü sel çekildikten sonra bu hayvanlar ve bitkiler yeniden karaya çıkarılacak ve yaşam tekrardan başlayacaktı. Onun için Diyanet İşleri de mantıklı olanı yaparak ilk 3 ayeti göz önünde bulundurup Zariyat 49 ayetindeki zevc kelimesini erkek ve dışı çiftler olarak çevirmiştir.

Şimdi Diyanet İşlerinin Zariyat suresinin 49. ayetinin tefsiriyle ilgili neler söylediğine bakalım:

Müfessirler “her şeyden çift çift yaratma”nın anlamını açıklarken daha çok “gece-gündüz, erkek-dişi, yer-gök, insan-cin, iman-küfür, ay-güneş” gibi karşıtlık örnekleri üzerinde durmuşlardır. Taberî bunu “Cenâb-ı Allah’ın her yarattığının yanı sıra amaç ve işlevi itibariyle ondan farklı bir ikincisini yaratması” şeklinde anlamanın uygun olacağı kanaatindedir. Yine Taberî’nin izahına göre burada esas amaç Allah’ın yaratma sıfatına dikkat çekmektir. O’nun yaratmasını –meselâ ateşin yakma özelliği gibi– tek sonuçlu olarak algılamamak gerekir, O dilediği her şeyi dilediği biçimde yaratma gücüne sahiptir (XXVII, 8-9). Elmalılı, bu konudaki görüşleri özetledikten sonra, Beyzâvî’nin “her cinsten iki nevi bulunduğu” tarzındaki yorumunu öncekileri de içine alması itibariyle daha kapsamlı bulur. (Kaynak- Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 133-135)

Diyanet işleri tefsirinde zevc kelimesini her şey ibaresiyle yan yana işlendiği için bir tek erkek ve dışı olarak değil hemde zıtlık teşkil eden çiftler (gece-gündüz, iman-küfür) içinde  geçerli olduğunu söylüyor. Amenna. Bunda bir sorun yok. Fakat bizim sorumuz  kavram ve işlevsel olarak zıtlık teşkil eden çiftlerle bağlı değil cinsiyet içeren erkek ve dışı çiftleriyle alakalı. Fakat burada bir not düşelim.

Not: Diyanet İşlerinin belirttiği gece-gündüz, iman- küfür gibi misaller de tam olarak doğru değil. Peki neden? Eğer Zariyat suresi 49. ayette her şey denildiğinde bunun içerisine hem cinsiyet hemde zıtlıklar dahil oluyorsa o halde zamanın zıttı nedir? Zamanı Allah yaratmadı mı? Zamanda yaratılan her şeyden biriyse o zaman ayete göre onunda bir zıt kavramı olması gerek.
Taberi'nin söylediği “Cenâb-i Allah’ın her yarattığının yanı sıra amaç ve işlevi itibariyle ondan farklı bir ikincisini yaratması”  tefsirine göre de bildiğimiz zamanın yanı sıra amaç ve işlevi itibarıyla bildiğimiz zamandan farklı olan çiftini yaratması gerek değil mi? Böyle bir zıtlık olmadığı için ayetin tam olarak cinsiyet (erkek dışı) olarak çiftlerden bahsettiği aşikar.
Şimdi Kuranın başka ayetlerinde de zevc kelimesinin kullanma şeklini göz önünde bulundurarak ve yine Diyanetin tefsirini esas alarak  Zariyat suresi 49. ayette kullanılan zevc kelimesinin erkek ve dışı olarak anlamamızda hiç bir sakınca olmadığını görüyoruz. Sorumuza geçmeden önce birazda bakterilerin ne olduğuna kısa bir şekilde göz atalım.

BAKTERİLER

Öncelikle biyolojide bakterilerin nasıl tanımlandığına bakalım:

Bakteri- toprakta, suda, canlılarda bulunan, mayalanmaya, çürümeye ya da hastalıklara yol açan, küresel, silindirimsi ya da kıvrık biçimde olan, çok basit yapılı, bölünme yoluyla çoğalan, klorofilsiz, tekgözeli canlılardır.

Bakteriler ilk kez 1976 yılında Antonie van Leeuwenhoek [1-2] tarafından kendi tasarımı olan tek mercekli mikroskop yardımıyla keşfedilmiştir. Onlara "animalcules" (hayvancık) adını takmış, gözlemlerini Kraliyet Derneği'ne (Royal Society'ye) yazılmış bir dizi mektupla yayımlamıştır. [3][4][5] Bacterium adı çok daha sonra, 1838'de Christian Gottfried Ehrenberg tarafından kullanıma sokulmuş, Antik Yunanca "küçük asa" anlamına gelen βακτήριον -α (bacterion -a)'dan türetilmiştir. [6] Latince kullanımıyla Bacteria, bakteri sözcüğünün çoğulu, bacterium ise tekilidir. Bakterilerin cinsiyeti (erkek-disi) yoktur ve eşeysiz üreme yoluyla çoğalırlar. [7]

Peki nedir eşeysiz üreme? Eşeysiz üreme [8] tek bir organizmadan yalnızca bu organizmanın genlerini alarak yeni bir canlı üremesidir. Bu üreme yönteminde ploitlik [a] görülmez. Yani eşeysiz üremelerde Otomiksis [b] haricinde herhangi bir kromozom birleşmesi ve yeni bir canlı yaratılması gerçekleşmez. Ortaya çıkan canlı ana canlının genetik olarak birebir kopyalanmış halidir. Eşeysiz üreme arkea, bakteri ve protistler gibi tek hücreli organizmalar için ana üreme yoludur. Birçok bitki ve mantar eşeysiz ürer.

Müslümanlara bakterilerin erkek ve dişilerinin bulunmadığını söylediğinizde genellikle bakterilerdeki F-faktörünü delil olarak sunarlar. Bunun sebebi de bilim çevrelerinde F-faktörüne daha iyi anlaşılması için erkeklik dişilik faktörü denmesidir. Peki nedir F-faktörü?

Bazı bakterilerde F faktörü [8] (fertilite=döllenme) faktörü bulunur. Bu F faktörü bakterilere vericilik özelliği sağlar ve bu nedenle F faktörü taşıyan bu bakterilere erkek, F faktörü taşımayanlara ise dişi bakteri denir. Bu erkek ve dişi ayrımı alıcı ve verici olan bakterileri daha iyi algılamak için kullanılır. Aslında bir plazmit olan F faktörünün bir hücreden diğerine geçişi sex pilusları aracılığı ile olur. Bunu daha iyi anlayabilmemiz için plazmitin ne olduğunu anlamamız gerek.
Plazmit 9-kendi kendini eşleyebilen, kromozomdan ayrı bir DNA parçasıdır. Tipik olarak dairesel ve çift sarmallıdır. Genelde bakterilerde, bazen ökaryotlarda da bulunur.

1: Kromozomal DNA , 2: Plazmidler

Plazmidler öyle sandığınız gibi X ve Y (erkek dışı) kromozomları değil. Her plazmid kromozomdan bağımsız olarak kopyalanmasını sağlayan bir DNA dizinine sahiptir. İşte bazen bakterilere selektif (antibiyotiğe karşı direnç) avantajlar sağlaması da plazmidlerin kromozomdan bağımsız olan DNA yapısına sahip olmalarıdır. Dolayısıyla plazmidler Bakteri kromozomundan (DNA’sında) ayrı olarak replike (bölünüp çoğalma, yenilenme) olurlar. Ve bunun erkeklik ve dişilik sağlayan kromozomlarla herhangi bir ilişkisi yok.

Aslında bu yanlış anlamanın bir diğer nedeni de Bakteriyel konjugasyondur. Bakteriyel konjugasyon çoğu zaman hatalı olarak cinsel birleşmenin ve üremenin bir benzeri olarak gösteriliyor. Bunun nedeni de Bakteriyel Konjugasyon zamanı DNA aktarımının doğrudan hücresel bir temas yoluyla aktarılıyor olmasıdır. Oysa bu süreç cinsel değildir zira eşey hücreler [c] birleşerek bir zigot [d] oluşturmaz. Olay sadece verici bir hücreden (f-faktörü taşıyan erkek) alıcı bir hücreye (f-faktörü taşımayan dişi) genetik malzeme aktarımından ibarettir ve bu aktarım zamanı hücresel yani fiziki bir temasta bulunmasıdır.[10] Ayrıca Konjugasyon olabilmesi için verici bakterinin konjugatif, yani hareket ettirilebilir bir genetik unsura sahip olması gerekir, bu çoğu zaman bir konjugatif plazmittir. Yani bakterilerde f-faktörü bildiğimiz anlamıyla erkeklik ve dışılık ayrımı oluşturmaz. F-faktörü bakterinin bulundurduğu plazmidlere göre hangisinin alıcı hangisinin verici olduğunu teyit etmek için kullanılan bir terimdir. Cinsellikle uzaktan yakından bir alakası yoktur.

Özetleyecek olursak Zariyat 49'da çift diye kullanılan genel mananın içinde bulunan erkeklik ve dişilik ayrımı bakterilere uymuyor. Zira bakteriler erkek ve dişi olarak ayrılmıyorlar.

Müslümanlar Zariyat 49'u eleştirilerden kurtarmak için bir teori daha üretmişler. Teori şöyle.
Evrende maddenin bir karşıtı yani anti-maddesi vardır. Bu durumda maddeden yaratılan her şeyin (bakteriler de dahil) anti maddesi (karşıtı, eşi, çifti) vardır. Bu teorilerine ünlü fizikçi Stephen Hawking'in [11] şu sözlerini kanıt olarak sunuyorlar:

“Zamanın daha kısa tarihi” kitabında şöyle der: “Karşıt parçacıklardan yapılmış karşıt Dünyalar ve Karşıt insanlar olabilir. Yani eğer karşıt benliğinizle karşılaşırsanız, el sıkışmayın, büyük bir ışık patlaması içinde ikinizde kaybolabilirsiniz.”

Teorinin anti madde kısmı doğru. Zira Paul Dirac [12] denklemiyle maddenin karşıtı bir anti-maddenin var olduğu ortaya çıktı. Fakat Hawking'in sözleri bir teoridir, yani ispatlanmış bir şey değildir. Nitekim Hawking kitabında "olmalıdır" yahut "vardır" demiyor "OLABİLİR"  diyor. Bugüne kadar antimaddeden oluşan dünyalar, insanlar, bakteriler hakkında herhangi elle tutulur bir kanıt bulamadık. Bunlar daha çok teorik düzeyde var olan şeyler. Yani dünyamızda maddeden oluşan bir bakterinin evrenin başka bir yerinde antimaddeden oluşan bir çiftinin olduğu henüz ispat edilmiş bir şey değildir. Onun için bahsi geçen teorinin hiçbir bilimsel tutarlılığı yoktur.

SONUÇ: Konumuzu kısaca özetleyecek olursak:
1: Evrendeki her şeyi Allah'ın yarattığını söylememiz için o şeylerin nasıl yaratıldığını Kur'an'ın detaylarıyla izah etmesi gerek. Bilim Allah'ın yaratma şeklini açıklayacak bir araç olamaz. Zira sürekli değişkendir. Bilim yalnızca Kur'an'da anlatılan yaratılış şeklinin doğru olup olmadığını test etmek için kullanabileceğimiz bir araçtır.
2: Hikmetini bilmesek bile inanmalıyız tezi yanlıştır. Zira İsra 36'ya göre bir şeye inanmak için onun hakkında kesin bilgiye sahip olmamız gerek.
3: Zariyat 49'da kullanılan zevc kelimesini Kur'an'ın bütünüyle ele aldığımızda bir tek zıtlıkların çifti değil cinsiyet anlamında, erkek ve dişi olarak da çift manası taşıdığı görülüyor. Bizim sorguladığımız yönü tam olarak erkek ve dişi olarak yaratılan çiftlerdir. Nitekim ayetin önünde kullanılan (كُلِّ شَيْءٍ) külli şey-in ibaresi Allah'ın yarattıklarından sadece biri olan bakterileri de kapsıyor. O zaman bakterilerin erkek ve dişi olanlarını göstermek zorundasınız.
4: Evrende maddedinin bir karşıtı yani anti maddesi mevcuttur, Zariyat 49 bunu anlatıyor tezi de yanlıştır. Bu tezi savunmak için evrenin her hangi bir yerinde anti-maddeden oluşan bir bakteri türü göstermeniz gerek. Kısacası Zariyat 49'da her şeyi yaratmış olan Allah'ın kendi yarattıkları içinde bakterilerden habersiz olduğu görülüyor.

ŞERİATÇIYLA MÜCADELENİN EL KİTABI | PDF KİTAP

İlhan Arsel'in "Şeriatçıyla Mücadelenin El Kitabı" adlı kitabının pdf formatını sizlerle paylaşıyorum.

Umarım meraklıları için iyi bir kitap paylaşımı olmuştur. İyi okumalar.
Kitabı okumak veya indirmek için aşağıdaki resme veya buraya tıklayabilirsiniz.
Uyarı: Telif hakları eser sahibine aittir, uygun görülmemesi durumunda telif sahibi dinvemitoloji@gmail.com adresinden irtibata geçerek yayını kaldırtabilir.

KUTSAL SUÇLULUAR: TAPINAK ŞÖVALYELERİ

Yazan: HERMES Trismegistos
Tapınağın son Büyük Üstadı Jacques de Molay

TAPINAK ŞÖVALYELERİNİN KISA TARİHİ


9 kişilik gruptan oluşan Tapınak Şövalyeleri Fransız Hugues de Paynes liderliğinde Godfrey de Saint-Omer, André de Montbard, Payen de Montdidier, Archambaud de Saint-Aignan, Geoffroy Bisol, Hughes Rigaud, Rossal ve Gondemare tarafından 1118 yılında Fransa’da oluşturulur. İlk Büyük Üstat, Hugues de Paynes’tir.

Tapınakçıların en baştaki amacı Kudüs’ü ziyaret eden hacıları koruyup kollamaktı ama bundan daha büyük ve her ne kadar hem rahip hem şövalye olsalar da daha tatmin edici amaçlara sahiplerdi.

Tapınak şövalyelerinin varlığı resmi olarak haçlı seferlerinin bitişi ile sonlanmıştır. Beyaz üzerine kırmızı haç motifli giyimleriyle zamanının hem nüfuz hemde savaşçılık olarak korkulan birliklerindendir

TAPINAKÇILARIN YÜKSELİŞİ

1118 yılında Fransız Hugues de Payens ve arkadaşı Godfrey de Saint-Omer hacıları korumak amacı ile kuracakları tarikata destek sağlamak için Kudüs Kralı II. Baudouin'e başvurdular Kral onlara Müslümanlarca Zeytin Dağı olarak adlandırılan Tapınak Tepesi’nde bir yer verdi. Süleyman Mabedi’nin kalıntılarının burada bulunması sebebi ile de Süleyman Tapınağının Şövalyeleri (Templars,Templiers) adını aldı.

Tapınak Şövalyelerinin bilinen ilk ambleminde aynı ata binmiş olan Hugues de Payens ve Godfrey de Saint Omar resmedilmiş bu hem Tapınak Şövalyeleri’nin kardeşliğini hemde kuruluşunun ilk yıllarında sadece bağışlarla varlığını sürdürmesini ve sadeliğini simgeliyor.

Fakat tarikatın bu yoksulluğu fazla sürmedi. Bernard de Clairvaux (Aziz Bernard) kurucu şövalyelerden birinin yeğeniydi, Troyes kentinde toplanan konseyde tarikatı Papa'ya anlattı ve Papa tarafından resmî olarak onaylandılar. Bundan sonra Papa II. İnnocentius tarafından yayınlanan özel bir fermanla tarikat mensupları bütün ülke sınırlarından serbestçe geçme, vergi ödememe ve Papa dışında hiçbir otoriteye karşı hesap vermeme gibi geniş haklara sahip oldu. Papa'dan gördükleri bu destek sonrasında Avrupa genelinde soylulardan para, arazi ve askerî destek gördüler.

En güçlü dönemlerinde askerî varlıkları 20 bini bulan Tapınakçılar¸ sahip oldukları silahlı gücün ötesinde¸ ülkelerin ve imparatorlukların geleceğini belirleyecek ölçüde caydırıcı bir güce erişmişlerdir. Öylesine zenginleşip güçlendiler ki¸ Avrupalı kralları¸ borç para bulmak umuduyla kendilerinin kapısını çalmak¸ yüksek faizlerle büyük borçlar altına girmek zorunda bırakmışlardır. Sonuçta bu da kendilerine¸ krallar üzerinde söz sahibi olma ve onları yönlendirme imkânı sundu.

Tapınak Şövalyeleri aynı zamanda o dönemde Müslüman dünyasına karşı gerçekleştirilen Haçlı seferlerine de katıldı. Yapılan bu seferler barış içinde yaşayan Müslümanlara karşı barbar bir saldırıydı. Bu olay binlerce masum sivilin yaşamını yitirmesine yol açtı Bu yüzden¸ Selahaddin Eyyûbî 1187'deki Hıttin Zaferi'nden sonra¸ Hristiyanların büyük bir bölümünü bağışlamasına rağmen¸ Tapınakçıları affetmemiş; işledikleri katliamlardan ötürü onları idamla cezalandırmıştır. Hıttin'den sonra Kudüs'teki merkezlerini kaybetmelerine ve pek çok kayıp vermelerine rağmen Tapınakçılar yine de varlıklarını korudular.

Hristiyanlar 1229 yılında Kudüs'ü geri aldılarsa da 1244 yılında şehri bu kez Memlükler aldı. Akka'ya taşıdıkları karargâhlarını da 1291 yılında kaybeden tarikat, merkezini Kıbrıs'taki Limasol'a taşımak zorunda kaldılar.Bu hezimetlerden sonra Tapınakçılar güçlerini kaybetmiş olsalar da vatanları Fransa'ya çekilip Hospitalier Şövalyelerinin ve Töton Şövalyelerinin yaptığı gibi devlet içinde devlet mantığı ile varlıklarını sürdürme çabaları sonlarını hazırladı.

TAPINAKÇILARIN DÜŞÜŞÜ

Haçlı Seferleri'nin hezimetle sonuçlanması üzerine misyonları bitmesi gerekirken¸ onlar siyasi güçlerini¸ servet ve üyelerini artırmaya devam ettirmişlerdir. Bir müddet sonra Papalık ve Fransa Kralı 4. Filip (IV. Philippe)¸ Tapınakçıların¸ giriştikleri politik oyunlar ve karanlık amaçlarla kontrol edilemez bir kuvvete erişmelerinden tedirginlik duymuş ve güçlerinin azaltılması gerektiğine karar vermiştir.

1307'de ise Papa V. Clemens'in emriyle bazı şövalyeler geri çağrılmıştır. Dinden sapma¸ eşcinsellik¸ şeytana tapma ve büyücülükle suçlanarak işkence edilmek ve yakılmak suretiyle öldürülmüşlerdir. 1314'de Tapınak Şövalyeleri'nin büyük üstadı Jacques de Molay ve 34 üyesi¸ Paris'te kazığa çakılarak yakılmıştır.


TAPINAKÇILARIN İSA HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERİ

Tarih boyunca süregelen rivayetlere göre Tapınakçıların İsa hakkındaki görüşleri Hristiyanlıktan çok daha farklıdır. Yaygın olan bir rivayete göre Tapınakçı şövalyeler Johannit mezhebe mensupturlar.
Bilindiği gibi, Hristiyanlık tarihine baktığımızda İsa’nın gelişinden önce Vaftizci Yahya’nın kişiliğinin öne çıktığını görürüz. Ancak Yahya , kabul edilen İncillerde İsa’nın geleceğini müjdeleyip onun vaftiz olmasını sağlayan bir kişidir sadece . Hatta Matta İncilinde Yahya şöyle der : «Gerçi ben sizi tövbe için suyla vaftiz ediyorum, ama benden sonra gelen benden daha güçlüdür. Ben O’nun çarıklarını çıkarmaya bile layık değilim. O sizi Kutsal Ruh ve ateşle vaftiz edecek.» Ancak zaman içinde bazı topluluklar Yahya’yı İsa’dan daha önemli tutmuşlar hatta bu düşüncelerini çağlar boyu, İsa betimlemelerinde aslında Yahya’yı resmederek sürdürmüşlerdir.
Aslında Tapınakçıların Johannit olduklarına dair çok da somut deliller yoktur , ancak kendilerine yöneltilen birtakım suçlamalarda Johannit mezhebe yöneltilen suçlamalara benzer suçlamalar vardır. Son yıllarda yapılan araştırmalar ise , biraz zorlamalı da olsa, bazı Tapınakçı sembollerinde Johannit mezhebine ait izler bulmaktadırlar.
Tapınakçılara atfedilen başka bir inanışa göre ise Tapınakçılar Mecdelli Meryem’in İsa’nın karısı olduğuna ve Mecdelliden bir çocuğu olduğuna inanırlar.

Anlattığım gibi Tapınakçılar seks ayinleri,kadın veya küçük çocuk kurban etme,keçi kurban etme,haça ve Hristiyanların kutsal saydıkları ikonalara işeme, eşcinsel ilişki,kaba at öpme gibi pis şeylerle suçlanarak kağıt üzerinde ortadan kaldırılmıştır ama daha sonraki yüzyıllarda farklı örgütler adı altında¸ yer altına indiler Avrupa'da (Sadece Fransa'da 9 bin temsilcilikleri vardı ve çeşitli ülkelere yayılmış binlerce şato ve merkezleri bulunuyordu.) varlıklarını devam ettirmişlerdir. Bunların en önemlisi "Rose Croix" (Gül Haç) örgütüdür.

Tapınakçılığın¸ İllüminati ve masonluk gibi örgütler aracılığıyla sürdürüldüğü ve hatta masonluğun etkisiyle gelişen Fransız Devrimi ve Amerika'nın bağımsızlığı gibi topyekûn Batı'nın siyasi geleceğini belirleyen pek çok mühim hadisenin bunun bir sonucu olduğu kimi tarihçiler ve yazarlar tarafından savunulmaktadır.

Tapınak şövalyeleri tanrı adına kurulmuş bir tarikattı kilisenin söylediği suçları işlemişler mi kesin kanıt olmadığı için tam olarak bilmiyoruz fakat farklı bir bilgiye göre tapınakçıların büyük üstadı Jacques de Molay idam edilirken itiraz etmemiş hatta kılı bile kıpırdamamış. Bundan kimileri tarikatın yer altındaki nüfuzuna ve ebedi olacağına güvendiği için tepki göstermediği yorumunu yapar.

HRİSTİYANLIĞIN İÇİNDEKİ PAGANLIK

Yazan: HERMES Trismegistos
HRİSTİYANLIKTAKİ PAGAN ETKİLERİ

Şöyle başlamak isterim Hristiyanlar ilk yayılma zamanlarında yada Milan fermanına kadar diyelim çok fena zulüm ve işkenceye maruz kaldılar zira Hristiyanlık paganlığa Romalıların dinine göre çok farklılık gösteren bir din olmuştu bunun birçok sebebi olduğu gibi en büyük sebebi de tek bir tanrı olabileceğini paganların anlayamaması olarak yorumlayabiliriz.

Romalılar çoğunlukla dini inanç konularında hoşgörülü davrandılar ve sayısız dini tarikat, kült, kurtarıcı ve kurtarıcıların kısıtlama olmaksızın proleterleşmesine izin verdiler. Toplumun sadık ve itaatkâr üyeleri, İsa da dahil olmak üzere istedikleri Tanrı'ya inanabilirler. İnanç, Roma makamlarının ilgisini çekmeyen özel bir konuydu. Roma uyumu, otoriteye itaat etmeye ve devlete sadakatin - Roma Tanrılarına sembolik fedakarlıklarla özetlenerek - vaat edilmesine dayanıyordu. Daha sonraki yanlış algıların aksine, ilk başta Romalılar İsa'ya olan inanca karşı çıkmadılar. Daha ziyade, Romalılar Roma otoritesini Hristiyanlaşmanın nedeni olarak reddedenlere, Roma Tanrılarına kurban etmeyi reddeden inananların (bağlılık yeminin eşdeğeri) dahil edilmesine zulmettiler. İsa'nın Yahudi olmayan inançlılara yönelik Roma zulmü iki yüzyıldan fazla sürdü ve yerel düzeyde tacizi içeriyordu ve zulmü resmen onayladı ya da reddetti. Resmi olarak yaptırım uygulanan Roma zulmü en çok Marcus Aurelius (161-180), Decius (249-251), Diocletian (281-305) ve Galerius (305-312) saltanatı sırasında yoğun olmuştur.

Bundan çıkaracağımız sonuç Romalılar hoşgörülü fakat otoriterdir, tabiri caizse tanrı göklerden tüm insanlığın duyabileceği bir şekilde bizimle konuşsa bile şahsi fikrim Romalıların ne kadar doğru olsa da bu dine bile kabulleneceklerini sanmam tabi bunun üstüne sürebileceğiniz argümanda Romalıların daha doğrusu önce doğu romanın Hristiyanlığı kabul edişidir.
Kökenini ve Hristiyanlığın başlangıçta paganlıktan ne kadar farklı olduğunu açıkladığıma göre sıra neden Hristiyanlığın paganlaştığına geldi.

HRİSTİYANLIĞIN PAGANLAŞMA NEDENLERİ

Hristiyanlığı tebliğ etmek yada misyonerlik bunun en başlıca sebebidir.Şöyle düşünebilirsiniz yepyeni bir dini görüş ama asırlardır hakim olan başka bir dini görüş de bunun rakibi bu yüzden bu dini karşına almak yerine onu yozlaştırarak kendi dinini onun içinde büyütmelisin bakın bu tamamen kişilerin dinlerini yayma isteği yüzünden dinini çarpıtarak yaymak ne kadar doğru tartışılır tabi.Zamanın misyoner Hristiyanları Hristiyanlığı paganlığa benzeterek tebliğ ettiler ki insanlar yabancılaşmasın yada Hristiyanlığa kolay geçebilsin.
  
Dünyadaki bir çok dini görüşte tanrının oğlu  terimi vardır, veya tanrının tahtını kendi kanından oğluna devretmesi. Güneş tanrısı Apollon Zeus’un Leto’dan olan oğlu Apollon Zeus’un veliaht oğludur,bir örnek vermek gerekirse ikonalarda yada fresklerde İsa’nın kafasında hale ile resmedilmesi de diyebilirim. 

HRİSTİYANLIĞIN İÇİNDEKİ PAGAN ÖGELER

Mitra, Diyanissos, Attis, Krişna , Hepsinin doğumu 25 Aralıktır ve hepsi çarmığa gerilmiştir. Sizce de benzer değil mi?
İsa'dan öncede ölüp dirilen pagan tanrılar olmuştur,bu GrekoRomen inanç Hristiyanlığı öyle etkilemiştir ki İncil bile İsa'nın dili olan Aramice değilde Yunanca yazılmıştır.

Komünyon ayini;
Komünyon ayini ekmek ve şarap ayini olarak bilinir ve İsa'nın kanı olan şarabı içip İsa'nın eti olan ekmeği yiyerek arınmayı amaçlar.

İncil de bu şöyle ifade edilir;
Yu 6:53 İsa onlara şöyle dedi: «Size doğrusunu söyleyeyim, İnsanoğlu’nun bedenini yiyip kanını içmedikçe, sizde yaşam olmaz.
Yu 6:54 Bedenimi yiyenin, kanımı içenin sonsuz yaşamı vardır ve ben onu son günde dirilteceğim.
Yu 6:55 Çünkü bedenim gerçek yiyecek, kanım gerçek içecektir.
Yu 6:56 Bedenimi yiyip kanımı içen bende yaşar, ben de onda.”

Peki ya bu ayetlerin kökeni nedir?

Pagan Yunanların Dionysos ve Attis kültürüdür,Dionysosçular bazen bir hayvanı kurban ederek ve etini yiyerek sembolik olarak Dionysos'un ruhu ile bütünleşip arınmayı yada ruhen ölümsüz olmayı amaçlamışlardır,

Bugün kiliselerde hala gerçekleştirilen bu ayini İncil yazarları (yada her kim yazdıysa) bu kültten alıp İncil'de İsa'nın ağzındanmış tanrının sözüymüş gibi anlatmışlardır.
Yukarıda anlattığım gibi bu ayetler sadece Yuhanna incilinde geçer çünkü Yuhanna incili ve Pavlus’un mektupları paganizmden en fazla etkilenen yazıtlardır. İncil'de yine paganizmden ziyadesiyle etkilenmiş bir hikaye daha vardır;

Yu 2:7 İsa hizmet edenlere, «Küpleri suyla doldurun» dedi. Küpleri ağızlarına kadar doldurdular.
Yu 2:8 Sonra hizmet edenlere, «Şimdi bundan alın, şölen başkanına götürün» dedi. Onlar da götürdüler.
Yu 2:9-10 Şölen başkanı, şaraba dönüşmüş suyu tattı.”
Suyu şaraba dönüştürmek sıradan bir mucize sayılabilir ama bununda kökeni yine şarap tanrısı Dionysosdur.

Dionysos da aynı İsa gibi suyu şaraba dönüştürmüştü…Ve bu mucize Dionysos inançlılarınca sürekli dile getiriliyordu…Yuhanna incili yazarları bu mucizeyi kendi tanrıları olan İsa’ya uyarlayıverdiler.

MİTRA VE İSA MESİH BENZERLİĞİ

Mitra’nın kayadan doğduğu belirtilen versiyonlarında “kayadan gelen Tanrı” (Theos ek Petras) olduğu söylenirdi. Takipçileri, kurtarıcı Tanrı Mitra’nın doğduğu bu kayadan çıkan “ruhsal” suyu içmeye çalışırdı. Aynı hikaye İsa’ya şöyle uyarlanmıştır;

Hepsi aynı ruhsal içeceği içti. Artlarından gelen ruhsal kayadan içtiler, ve o kaya Mesih'ti.”

Mitra aynı zamanda bir “güneş” Tanrısı idi. Güneş tanrısı olarak takipçileri tarafından “Light of the World” (Düyanın ışığı) olarak bilinirdi.

İncil’de aynı lakap, İsa’ya uyarlanmıştır:
Yu 8:12 “İsa yine halka seslenip şöyle dedi: «Ben dünyanın ışığıyım. Benim ardımdan gelen, asla karanlıkta yürümez, yaşam ışığına sahip olur.”

Mitra şöyle der:
Bedenimden yemeyecek ve kanımdan içmeyecek böylece benimle bir olmayacak kişi kurtarılmayacak kişidir”

Benzer ifade Dionysos'da da bahsettiğim gibi Yuhanna incilinde geçer.

Mitra bir yazıtta şöyle der:
“Ölümsüz kanıp döküp bizi kurtardın” (R. Turcan “Cults of the Roman Empire” 226)
 
Aynı ifade, “İsa’nın bizim için döktüğü kutsal kanıyla kurtulduk” şeklinde İncil’de hayat bulur.
 
Tıpkı İsa gibi Mitra'da öldükten sonra göğe yükselmiş ve insanları yargılamak için geri döneceği söylenmiştir.

BABA TANRININ ZEUS (JÜPİTER) İLE BENZERLİĞİ

Şimdi biraz da tanrı babanın Zeus ile benzerliğine değinelim.
Baba tanrı dünyada resim sanatında hep saçı sakalı ağarmış bir o kadarda ruhani ve kuvvetli bir ihtiyar olarak gösterilir.

İlk iki resim Hristiyan tanrısının betimlenişidir.

Ademin yaratılışı (Michalengelo)


Cima da Conegliano'nun Baba Tanrı isimli tablosu, yak. 1515

Şimdi de Zeus'un tasvirlerine bakalım.

4 nehir çeşmesindeki Zeus heykeli (Gianlorenzo Bernini)


Hera ve Zeus (Albertina Müzesi)


Bunlardan anlayacağımız şey ise yalnızca İsa Mesih'in değil baba tanrının hatta ayin ve ritüellerin çoğunda bile eski pagan inaçlarından esinler olmasıdır. Bunun nedeni dini yaymak beklide insanların uyum sağlamasını sağlamaktır zira belki de bunlar olmasaydı Milan fermanı ve Büyük Konstatin’in Hristiyanlığı kabulünden önce Hristiyanlık küçük topluluklar tarafından bilinen bir dinden başka bir şey olmayacaktı.

MUSEVİLİK VE YAHUDİ ŞERİATI "TALMUD"

Yazan: Mehmet W.Gündoğdu


MUSEVİLİK VE YAHUDİ ŞERİATI "TALMUD"


Yahudi, İbranice Yehuda’dan gelen bir tanım sözcüğüdür. Dolayısıyla aynı zamanda İsrailoğullarının soyudur. Bu soydan gelenlere de Yahudi denilir. Musevilik ise; her ne kadar içine başka inançlar da karışsa Musa’nın getirdiği bir inanç sistemidir.

Musevilik eski Mısır, Mezopotamya, Babil, Sümer kültür ve dinlerinden büyük ölçüde beslenmiş; çok tanrılı dinlerin karmaşasından ortaya çıkarak, tek tanrılı olarak benimsenmiş bir din sistemidir. Zaman içinde peygamber Musa’nın on emrinden uzaklaştırılarak söylencelerle süslenip ilahi ve kitaplı din yapılmış. İslam’da hadisler ve söylence kitapları inancın içine katıldığı gibi; Musevilik de Eski Ahit- Tevrat’ın yanına Talmut, Kabala gibi yan kitaplar da Museviliğin içine katılmıştır. Dahası; Davut peygamberin Zebur kitabı da Eski Ahit içine katılarak şiirsel süslemeler yapılmıştır.

Musevilik inancının derinlerine indiğimiz de karşımıza ilk çıkan kök inanç, Mısır inançlarıdır. Freud, Musa ve Tek Tanrıcılık isimli kitabında Musevilik inancının kökünü ayrıntılarıyla anlatırken öncelikle Akhenaton ve onun getirdiği Atencilik inancı üstünde yoğunlaşır. Akhenaton İÖ 1300’lü yıllarda Mısır firavunuydu. Firavun olduktan kısa bir süre sonra çok tanrılı Mısır dinini yasaklayarak tek tanrılı Aten dinini kurup resmi din yaptı. Akhenaton, Amon din adamlarının tepkileriyle karşılaşınca; Teb şehrinden çıktı. Boş arazileri olan bir yere taşınıp kendisine inananlarla orada yeni bir şehir kurarak dinini yaydı. 15 yıl firavunluk yapan Akhenaton’un veba salgınında öldüğü söylenir. Ölümünden sonra Amon din adamlarının saldırıları yeniden yoğunlaşır. İsmi unutturulur.

Mısırlı tarihçi Ahmed Osman, Akhenaton’un annesinin babası Yuya’nın Yusuf peygamber olduğunu iddia eder. Freud’e göre; Musa Aten inancına sahip bir rahiptir. Akhenaton öldükten sonra, Atenciler büyük baskı gördükleri için çoğu Mısır’dan kaçmak zorunda kalır. Musa’da Medyen’e kaçar. Eski Ahit Tevrat’a göre Musa’nın kaçış nedeni bir Kıpti’yi öldürmesidir.

Museviliğin kökenlerini araştırırken, Museviliğin Sümerlerle olan etkileşimine de bakmak gereklidir. Sümeroloji uzmanı Muazzez İlmiye Çığ’dan kısaltarak aldığımız bir yazısı bu konuya açıklık getiriyor.

“Sümerliler Tanrılar dünyası üzerine pek çok efsaneler geliştirmişler, şiirler ilahiler, törenler yaratmışlar ve bunları ilk defa yazıya geçirmişlerdir. Onların kurdukları dinler, zamanla tek tanrılı dinlerin temelini oluşturmuştur. Tek Tanrılı dinler dikkatle incelendiğinde, diğer tanrıların tamamen yok olmadığını açıkça görebiliriz. Bu dinlerde melekler, şeytanlar, cinler olarak varlıklarını korumaktadırlar.

Tek Tanrılı dinlerin temelini oluşturan Yahudi dininin ortaya çıkmasından en az bin yıl önce Sümerliler varlıklarını yitirmişlerdi. Öyleyse Sümer kültürünün etkisi İsraillilere nasıl ulaşmıştır? Sümer Devleri güçlü dönemlerinde Doğuda Hindistan, batıda Akdeniz’e hatta Kıbrıs’a, Kuzeyde Orta Asya’nın batısına, Güneyde Mısır ve Habeşistan’a kadar genişlemişti. İÖ 2400 yıllarında Sami bir ırktan olan Kral Sargon Sümer Devletini ele geçirerek bir Akad Krallığı kurmuştu.  Sonra yine Sami bir ırk olan Amoritler Babil Krallığını kurdular ve eski Sümer Ülkesinin tümüne hâkim oldular.  Bu devirde tüm Sümer mitolojisi birçok kopya halinde yazıldı. Diğer kentlerdeki eğitim kurumlarına ve kütüphanelere gönderildi. Sümer eğitim tarzı, dili, efsaneleri, edebi yapıtları Babil okullarında öğretilmeye devam edildi. Sümerce en önemli dinsel lisan haline geldi ve bu durum İsa’nın doğumuna kadar devam etti. Tek tanrılı dinlerin atası olarak kabul edilen Hz. İbrahim, Tevrata göre, Mezopotamya’da Ur kentinden Filistin’e göçmüştür. Yani o bilgiyi taşımaktadır. Sonra Babil Kıralı Nabukadnezzar İS 604-562 de Filistini ele geçirmiş ve tüm Yahudi bilginleri Babil’e sürgün etmiştir. Bu bilginler Babil kütüphanesini inceleme olanağını bulmuşlardır. Nitekim Tevrat, Babil sürgününden sonra yazılmıştır.”

Museviliğin Öteki Kitaplarından Talmud

Musevilikte Tevrat kadar değer verilen Talmud, geleneksel yasaların yazıldığı bir kitaptır. Bu kitabın içinde söylenceler, tapınma törenleri, evlenme- boşanma konuları, ilahiler gibi bölümler bulunur. Bu kitaba kısaca Museviliğin şeriat kitabı denilebilir. Bazı kaynaklara göre İS. 2. Yüzyılda bir haham tarafından yazılı hale getirilmiştir. Ortodoks Yahudiler, Talmud’u Allah’ın Musa’ya öğrettiği bilgiler topluluğu olarak kabullenirler.

Bu kitabın ana kaynağı Sümer tabletleridir. Ayrıca, Talmud’da yazılı yasa ve kurallara bakıldığında okuyan her insanın kanı donar. Talmud’da yazılanlar Sümer kopyası olmakla birlikte; Sümerlerin daha insancıl ve uygar olduğu görülmektedir. Sümer tabletleri içinde bulunan ve kız kardeşiyle cilveleşen, hatta cinsellik yaşayan bir erkeğin ağzıyla yazılmış şiirler, Tevrat’ın Neşideler Neşidesi bölümünde de yer almaktadır.

Okuyucuların bir yargıya varmaları, Musevi şeriatı hakkında biraz daha fazla bilgi sahibi olabilmeleri için Talmud içinden bazı bölümler sunmak zorundayız. Aksi halde bunları yazıya geçirmek değil, düşünmek bile insanı çileden çıkartır. Musevilik’de kadınların Talmud okuması yasak olduğunu yazanlar var. Bir de hahamların değişmez bir kuralı vardır, şöyle derler: “Talmud Torah’ı inceleyen, Yahudi olmayan birisinin hak ettiği şey ölümdür. Çünkü bu onun için değil, bizim için yazılmıştır. Bu bize bırakılan mirastır.”
Her dinde olduğu gibi Musevilik de incelemeyi, sorgulamayı, düşünüp karar vermeyi yasaklamaktadır. Bu yasaklar; Her dinin, din adamlarının ve siyasetçilerin tekelinde olduğunun somut gerçeğidir. Bu yasakların nedeni aşağıdaki Talmud yazılarından alınmış kısa bölümlerdir. İşte yazıp okurken bile insanlığımızdan utandığımız, ama utanılmadan kutsal kitaplara alınmış birkaç örnek:

  • “Yahudi olmayanların sahip olduğu mal, çölde ayağınızın altındaki sahipsiz araziye benzer, Kim önce alırsa onun olur.” [1]
  • “Bir büyük, küçük bir kız ile cinsi temas yaparsa bu göze girmiş bir parmak gibi kabul edilmeli. Keza bir çocuk bir kadınla temas ederse buda kadının cinsi uzvuna bir çubuk girmiş olarak kabul edilmeli. Bir büyük tarafından bir çocuk baştan çıkartılıp ırzına geçirilirse bu ırza girme hadisesi olarak kabul edilmeli, bir büyük tarafından bir çocuk baştan çıkartılıp ırzına girilirse bu ırza geçme hadisesi olarak değerlendirilmemeli. “Nasıl ki gözyaşı tekrar ve tekrar yeniden insanın gözüne gelirse üç yaşından küçük iken cinsi temasta bir kızında bekareti geri gelebilir.” [2]
  • “Küçük yaşlarda erkeklerle yatmış bir kız çocuğu evlenirken bu vaziyeti kocasına bildirmeli aksi halde kan gelmez ve kocası da bu vaziyetten hoşlanmaz.” [2]
  • “Bir Yahudi kızının bekâreti iki yüz zuz (eski Yahudi parası) değerindedir. Bu pazarlıkla daha evvelinden verilebilir.” [2]
  • “Bir kadın kocasının izni ile parasını vererek kendisi ile cinsi bir şekilde alakadar olacak bir şahıs kiralarsa, bunda hiçbir kabahat yoktur, fakat bu kiraladığı şahıs gayri Yahudi ise bu kabahattir zira kazançlı çıkan gayri Yahudi’dir. Fakat aynı vaziyet, bir Yahudi erkeği ile gayri Yahudi bir kız arasında vuku buluyorsa zararı yoktur fakat Yahudi erkeği bu gayri Yahudi kızla evlenmemeye çok dikkat etmelidir.” [3]
  • “Bütün cinsi işler akşam karanlığında yahut karanlık odada yapılmalıdır. Sebebi açık havada böyle işler yapılsa herkes işini gücünü bırakır seyre dalar ve daha fenası işlerini yapacak yerde cinsi temas yapan adamı taklit etmeye çalışır. Fırıncının ekmeği yanar, üzümcünün üzümlerini gayri Yahudiler çalar, çanakçının çanağı elinden düşer kırılır, nöbetçinin gözü döner şehri düşman basar. Karanlıkta bu işi yapmanın bir başka sebebi de, eğer bu cinsi teması bir gayri Yahudi ile yapıyorsanız bu gayri Yahudi kimseyi şahit olarak gösteremez hatta kendisi bile yüzünüzü iyi göremez.” [4]
  • “Dünyada hâkimiyet sağlayacak en önemli unsurlardan biri, çok üremektir. Bütün yeryüzündeki gayri Yahudiler eşektir. O gün geldiği zaman bunlar yer altında kendileri için kazılmış olan yerlere girip ebediyen yer altında yaşayacaklardır.” [5]
  • “O adam ki; kız kardeşi ile beraber yatıp, kendilerini cinsi zevklere bırakırlar ve kız kardeşi bunu şikâyet etmez, bunda bir kabahat yoktur. Fakat kız kardeş şikâyette bulunursa bu işi tekrarlanmaması bu adama bildirilir.” [6]
  • “O şahıs ki; daha annesi yaşlı değildir. babası ölmüştür ve annesi yabancı erkeklerin koynuna girmek istemez ve kendi oğlu ile yatmak ister ve keza oğulda annesi ile yatmak isterse böyle bir vaziyette eğer bu işler zor kullanılmadan yapılıyorsa, bize düşen bir vazife yoktur ki oğul evlenme yaşına gelip de başka bir kızla evlenmek talebinde bulunur ve annesi buna mani olmak isterse, oğul kendi karısının cinsi arzularını hem de annesinin cinsi arzularını tatmin etmeli ta ki validesi başka bir erkek buluncaya kadar.” [6]
  • "Bir gayri Yahudi, Yahudi kızından istifade ederse, bir Yahudi kadınını baştan çıkartırsa bir Yahudi çocuğunu kirletirse, Yahudi umumi bir Yahudi kadını ile temas edip kadına parasını vermezse cezaya çarptırılır. Eğer bir Yahudi umumi kadını kullanıp parasını vermemiş ise parası alınır ve değnekle dövülür. Bir Yahudi kadınını baştan çıkarttı ise ölünceye kadar taşlanır. Bir Yahudi kızını kirleten gayri Yahudi’nin başı yarım kesilir ve yavaş- yavaş öldürülür. Bütün bunlar bilhassa gayri Yahudilerin önünde yapılmalı ki bunlara müthiş bir ibret olsun ve bizim dehşetimiz karşısında titresinler ve Yahudi’ye dokunmaya bir daha yeltenmesinler.” [7]
  • “Bir dul kendini tatmin için her türlü usullere başvurabilir.” [8]
  • “Bir kadın sebepler göstererek hayvan ile hayvani münasebetleri ilerletirse bunda münasebetsiz bir şey yoktur. Böyle işlere zevklere heveslenmeyen kadın bulunmaz. Bu sebepten bu gibi zevklere kedini verip de sonradan evlenmeyi düşünen kadını bir haham bile alabilir.”
  • “Haham Shimi b. Hiyya ya göre bir hayvanla ya da insan olmayan bir şey ile cinsi temas yapan kadını bir haham bile alabilir… [8]
  • Haham R. Dimi’nin anlattığı bir misal ise şöyledir: harikulade çok güzel bir kadın sıcaktan biraz açık giyinmiş bir şekilde yeri silerken maruf köpeklerden biri kapıda zuhur etmiş… Kısa bir zaman sonra da kadın bir rahiple evlenmek için izin alabilmiş. Para ile kendisini satan bir kadın para karşılığında müşterilere zevk vermek için bir köpekle cinsi münasebet yaparsa bu başka türlüdür. Hahamlıkça hoş görülmez.” [8]
  • “Yahudiliğe döndürülmüş bir kız, üç yaşından bir gün fazla olursa bir haham onunla evlenebilir.” [9]
  • “Elazar şöyle ilave etti: Âdem bütün hayvanlar ile çiftleşmiş fakat Havva’nın verdiği tadı hiç birinde bulamamıştı.” [10]
  • “Yılan Havva’nın içine müthiş bir şehvet sokmuştur.” [11]
  • “O şahıs ki akrabası kız ile cinsi temas edip bekâret zarını yalnızca gevşetir. O adamdan şikâyet edilmemelidir”. [12]
  • “Ölmüş kadın ile temas o kadının hayattaki vaziyetinde iken yapılan temas gibi kabul edilir. Kadın evli ise her ne kadar ölmüş olsa bile gene evli bir kadın olarak kabul edilir hem de ölmüş bir kadınla çiftleşmek meniyi ziyan etmek demektir.” [12]

İçine hiçbir yorum katmadan buraya aldığımız bu tümcelerin nasıl yüz kızartıcı oldukları görülüyor. Sizce böyle bir din ve böyle bir tanrı olabilir mi? Bunlara inananlar nasıl inanmışlar, halen neden inanıyorlar bilmiyorum. Ancak yalnızca merak ettiğim şey; bu utanmaz Talmut kitabının yüz kızartıcı şeraitine halen uyuluyor mu? Uyuluyorsa insanlığın başı belâda demektir. Talmud benzeri başka Musevi kitapları da var. Bunlar da yazılanlar da hoş karşılanacak konular değil. Ayrıca Tevrat’ın Neşideler Neşidesi bölümündeki şiirler de yüz kızartıcıdır.

TÜM SEMAVİ DİNLER AYNI KAYNAKTAN MI GELİYOR?

Yazan: Set


TÜM SEMAVİ DİNLER AYNI KAYNAKTAN MI GELİYOR?

Eğer çevrenizdeki herhangi bir Müslüman’a Hristiyanlık’ın ve Yahudilik’in kökenini sorarsanız size klasik olarak şu cevabı verecektir:”Allah önce Musa ile Tevrat’ı daha sonrasındaysa İsa ile İncil’i gönderdi.Bu dinlerin kökeni Allah’tandır.Fakat bu kitaplar değiştirilmiştir.”

Şimdi bu dinlerin aynı kökenden olmadığını anlamak için bu dinlere adını veren İbrahim peygamberin öyküsünü incelememiz en mantıklı yöntemdir.Öncelikle Kur’an’ın anlattığıyla İbrahim peygamberi inceleyelim.Öncelikle İbrahim’in peygamber oluşunu anlatan ayetlere bakalım.

74. İbrahim, babası Âzer'e demişti ki: "Sen putları tanrı mı ediniyorsun? Doğrusu ben seni ve kavmini açık bir sapıklık içinde görüyorum."

75. Böylece biz İbrahim'e göklerin ve yerin melekûtunu (muhteşem varlıklarını) gösteriyorduk ki, kesin inananlardan olsun.

76. Üzerine gece bastırınca, bir yıldız gördü: "Rabb'im budur." dedi. Yıldız batınca da:" Ben batanları sevmem." dedi.

77. Ay'ı doğarken gördü: "Rabb'im budur." dedi. O da batınca: "Yemin ederim ki, Rabbim bana doğru yolu göstermeseydi, elbette sapıklığa düşen topluluktan olurdum." dedi.

78. Güneş'i doğarken görünce: "Rabb'im budur, bu hepsinden büyük." dedi. O da batınca dedi ki: "Ey kavmim! Ben sizin (Allah'a) ortak koştuğunuz şeylerden uzağım."

79. "Ben yüzümü tamamen, gökleri ve yeri yoktan var edene çevirdim ve artık ben asla Allah'a ortak koşanlardan değilim."

80. Kavmi onunla tartışmaya başladı. O da onlara dedi ki: "Beni doğru yola eriştirdiği halde Allah hakkında benimle mücadele mi ediyorsunuz? O'na ortak koştuklarınızdan hiç korkmuyorum, ancak Rabbimin dilediği şey hariç. Rabbim ilmiyle her şeyi kuşatmıştır. Hiç düşünmez misiniz?"

81. "Hakkında hiçbir delil indirmediği halde, siz Allah'a ortak koşmaktan korkmuyorsunuz da, ben sizin ortak koştuklarınızdan nasıl korkarım?" Eğer bilirseniz söyleyin, bu iki topluluktan hangisi güven içinde olmaya daha layıktır?

82. İman edenler ve imanlarını zulüm ile karıştırmayanlar... İşte güven onlarındır ve doğru yolu bulanlar da onlardır.

(Enam Suresi)
Şimdi ise bizi en çok ilgilendiren kısım olan İbrahim’in Kabe’yi inşasını anlatan ayetlere bakalım:

125. Biz, Beyt'i (Kâbe'yi) insanlara toplanma mahalli ve güvenli bir yer kıldık. Siz de İbrahim'in makamından bir namaz yeri edinin (orada namaz kılın). İbrahim ve İsmail'e: Tavaf edenler, ibadete kapananlar, rükû ve secde edenler için Evim'i temiz tutun, diye emretmiştik.
126. İbrahim de demişti ki: Ey Rabbim! Burayı emin bir şehir yap, halkından Allah'a ve ahiret gününe inananları çeşitli meyvelerle besle. Allah buyurdu ki: Kim inkâr ederse onu az bir süre faydalandırır, sonra onu cehennem azabına sürüklerim. Ne kötü varılacak yerdir orası!
127. Bir zamanlar İbrahim, İsmail ile beraber Beytullah'ın temellerini yükseltiyor (şöyle diyorlardı:) Ey Rabbimiz! Bizden bunu kabul buyur; şüphesiz sen işitensin, bilensin.(Bakara Suresi)

Şimdi ise İbrahim’in Nemrut ile çekişmesini ele alan ayete bakalım:

Allah kendisine mülk (hükümdarlık ve zenginlik) verdiği için şımararak Rabbi hakkında İbrahim ile tartışmaya gireni (Nemrut'u) görmedin mi! İşte o zaman İbrahim: Rabbim hayat veren ve öldürendir, demişti. O da: Hayat veren ve öldüren benim, demişti. İbrahim: Allah güneşi doğudan getirmektedir; haydi sen de onu batıdan getir, dedi. Bunun üzerine kâfir apışıp kaldı. Allah zalim kimseleri hidayete erdirmez." (Bakara, 258)

Yani Kur’an’a göre İbrahim Mekke’de yaşamıştır. Peki İbrahim Tevrat’a göre nerede yaşamıştır? Bu konu ile ilgili bir şey söylemeden önce belirtmek isterim ki Hristiyanlar Tevrat’ı ilahi bir kitap olarak kabul ederler ve değiştirilmediğine inanırlar.Yani Tevrat’taki ayetlere hem Hristiyanlar hem de Yahudiler inanır.Yaygın fikir birliğine göre İbrahim bir Sümer toprağı olan Ur şehrinde doğmuş ve bu harita çevresinde yaşamıştır.

Yani anlayacağınız Mekke’nin yanına bile yaklaşmış diyemeyiz. Şimdi mantıklı bir şekilde düşündüğümüzde İbrahim’i büyük bir peygamber olarak gören Yahudiler’in neden onun inşa ettiği mabede tarihte hiç ilgi duymadıklarının sebebini anlayabilirsiniz. Çünkü İbrahim hiçbir zaman Mekke’ye gitmemiştir ve Kabe İbrahim tarafından değil İslam öncesi Pagan ve putperest Araplar tarafından inşa edilip onları da dine çağırmak için Muhammed tarafından kullanılmış ve İbrahim işin içine katılarak hikaye Yahudi ve Hristiyanlar için de ilgi çekici bir hale getirilmiştir. Aynı zamanda eğer Kabe İbrahim tarafından inşa edilmiş olsa idi şuan Müslümanların yaptığı gibi Yahudiler ve Hristiyanlar da buraya ibadet ederdi ve kaynaklarında en azından ismi geçerdi.Klasik bir Müslüman diğer kitapların değiştirildiğini düşündüğü için kaynaklarında Kabe’nin geçmediğini düşünecektir. Peki bu kitaplar onlarca kez değiştirilmesine rağmen içerisinde neden Kur’an’da geçen çoğu peygamber ve kıssaları daha detaylı şekilde geçmektedir? Veya buraya ibadet eden ve ilgi duyan onlarca Yahudi ve Hristiyan buradan nasıl uzak tutulmuştur? Acaba Kabe’nin Tevrat’ta geçmemesinin sebebi kitabın değiştirilmiş olması mıdır yoksa bölgesinin inançlarıyla Tevrat arasında bir köprü kurmak isteyen Muhammed’in etrafından duydukları kadarıyla mı Kur’an’a geçirilmiştir?

Tevrat ve Kur’an’ın İbrahim hakkında bir başka fikir ayrılığı ise kurban edilen oğlunun kim olduğudur.Kur’an’a göre kurban edilen çocuk İsmail’dir.Bu konu ile ilgili ayetler şöyledir:

Biz Kâbe’yi, insanlar için toplanıp sevap kazanma yeri ve emniyetli bir mekân kıldık. Öyleyse siz de İbrâhim’in makâmını namazgâh edinin. Zâten İbrâhim’le İsmâil’e de: “Tavaf edenler, ibâdet kastıyla orada kalanlar, rükû ve secde edenler için evimi tertemiz tutun!” diye emretmiştik.(Bakara 125)

Bu ayetten açıkça anlayabiliyoruz ki İbrahim ile Mekke’de olan oğlu İsmail’dir.Tevrat’taki ayetlerde ise bu böyle değildir.

“İbrahim çevresine bakınca, boynuzları sık çalılara takılmış bir koç gördü. Gidip koçu getirdi. Oğlunun yerine onu yakmalık sunu olarak sundu. Oraya “Yahve yire” adını verdi. “RAB’bin dağında sağlanacaktır” sözü bu yüzden bugün de söyleniyor.” (Yaratılış 22:13-14)

“Tanrı, “İshak’ı, sevdiğin biricik oğlunu al, Moriya bölgesine git” dedi, “Orada sana göstereceğim bir dağda oğlunu yakmalık sunu olarak sun.” (2. ayet)

Görüldüğü gibi bu olayda da küçük olarak görülse bile bir farklılık vardır. Peki aynı hikayeyi anlatan bu iki kitapta neden küçük farklar vardır? Yahudi din adamları kitaplarını tamamen değiştirmek ve kendi işine gelen ayetler koymak yerine neden sadece bir çocuğun ismini değiştirmeyi tercih etmişlerdir? Mesela bir Yahudi alim evlatlığının karısını beğendiği için evlenmek isteyip bunun için neden Allah’tan gelen(!) bir ayet eklememiştir? Çünkü asıl olay Tevrat’ın değiştirilmesi değil değiştirilmiş hikayelerden oluşan bir kitaptan özet bir şekilde bilgileri alan adamın yaptığı ufak tefek hatalardır.

BENZERLİĞİN KAYNAĞI VAHİY MİDİR?



Yazan: File0zof
BENZERLİĞİN KAYNAĞI VAHİY MİDİR?

Kanalın/sitenin isminden de anlaşılacağı üzere misyonumuz dinlerin çelişkilerini, ahlaki normlarını ve bilimsel hatalarını anlatmaktan ziyade, geçmişle olan bağlantılarını ve şu anda insanın inanç dünyasına karşı etkisini kaybetmiş mitlerden etkilendiklerini anlatmaktır.

Elbette bu konuyu anlatan videolar/yazılar, gerekli açıklamalar yapılmadığı ve gerekli sorular sorulmadığı müddetçe bir monoteisti doğrudan doğruya etkilemez. Çünkü ona göre bu benzerliklerin kaynağı vahiydir. Tanrı da insanlara benzer şeyleri söylemiştir. Fakat gerekli şeyler anlatılır, yapbozun son parçası yerleştirilirse bu benzerliklerin kaynağının vahiy olmadığı açıkça görülecektir. O halde gerekli anlatımları yapmak, gönüllü olarak üstlendiğim bir görevdir.

Dinlerin benzerlikleri anlatılırken göz ardı edilen husus, birbirine benzer hikayelere sahip olan dinlerde birbirine taban tabana zıt kavramların olmasıdır. En basiti birinin tek Tanrılı diğerinin ise çok Tanrılı olmasıdır. Bu ayrım dinlerin  belirginleşmesinde basit bir çizgi olsa da Tanrıyı fena halde kızdırmıştır. Semavi dinlerin kutsal kitabından bir örnekle anlatalım.

Çıkış 32. Bab 1-11. ayetler
(1)Halk Musa'nın dağdan inmediğini, geciktiğini görünce, Harun'un çevresine toplandı. Ona, “Kalk, bize öncülük edecek bir ilah yap” dediler, “Bizi Mısır'dan çıkaran adama, Musa'ya ne oldu bilmiyoruz!”

(2)Harun, “Karılarınızın, oğullarınızın, kızlarınızın kulağındaki altın küpeleri çıkarıp bana getirin” dedi.(3)Herkes kulağındaki küpeyi çıkarıp Harun'a getirdi. (4)Harun altınları topladı, oymacı aletiyle buzağı biçiminde dökme bir put yaptı. Halk, “Ey İsrailliler, sizi Mısır'dan çıkaran Tanrınız budur!” dedi.

(5)Harun bunu görünce, buzağının önünde bir sunak yaptı ve, “Yarın RAB'bin onuruna bayram olacak” diye ilan etti. (6)Ertesi gün halk erkenden kalkıp yakmalık sunular sundu, esenlik sunuları getirdi. Yiyip içmeye oturdu, sonra kalkıp çılgınca eğlendi.

(7)RAB Musa'ya, “Aşağı in” dedi, “Mısır'dan çıkardığın halkın baştan çıktı. (8)Buyurduğum yoldan hemen saptılar. Kendilerine dökme bir buzağı yaparak önünde tapındılar, kurban kestiler. ‘Ey İsrailliler, sizi Mısır'dan çıkaran ilahınız budur!’ dediler.”

(9)RAB Musa'ya, “Bu halkın ne inatçı olduğunu biliyorum” dedi, (10)“Şimdi bana engel olma, bırak öfkem alevlensin, onları yok edeyim. Sonra seni büyük bir ulus yapacağım.”

(11)Musa Tanrısı RAB'be yalvardı: “Ya RAB, niçin kendi halkına karşı öfken alevlensin? Onları Mısır'dan büyük kudretinle, güçlü elinle çıkardın. (12)Neden Mısırlılar, ‘Tanrı kötü amaçla, dağlarda öldürmek, yeryüzünden silmek için onları Mısır'dan çıkardı’ desinler? Öfkelenme, vazgeç halkına yapacağın kötülükten. (13)Kulların İbrahim'i, İshak'ı, İsrail'i anımsa. Onlara kendi üzerine ant içtin, ‘Soyunuzu gökteki yıldızlar kadar çoğaltacağım. Söz verdiğim bu ülkenin tümünü soyunuza vereceğim. Sonsuza dek onlara miras olacak’ dedin.”


Bu olayın ardından Musa Levililer'in içinde Tanrı'dan yana olanları yanına çağırıyor ve şöyle diyor.

Bu arada şu uyarıyı yapmalıyım ki ayetler kanınızı dondurabilir, aklınızı başınızdan alabilir.

Çıkış 32. Bab. 27-29. ayetler
(27)Musa şöyle dedi: “İsrail'in Tanrısı RAB diyor ki, ‘Herkes kılıcını kuşansın. Ordugahta kapı kapı dolaşarak kardeşini, komşusunu, yakınını öldürsün.’ ” (28)Levililer Musa'nın buyruğunu yerine getirdiler. O gün halktan üç bine yakın adam öldürüldü. (29)Musa, “Bugün kendinizi RAB'be adamış oldunuz” dedi, “Herkes öz oğluna, öz kardeşine düşman kesildiği için bugün RAB sizi kutsadı.”

Aynı olay Kur'an'da da geçiyor.

Bakara Suresi 54. Ayet
Hani bir zamanlar Musa kavmine dedi ki; Ey kavmim cidden siz o buzağıyı put edinmekle kendi kendinize zulmettiniz, bari gelin Rabbinize tevbe ile dönün de nefislerinizi öldürün. Böyle yapmanız Bârî Teâlânız katında sizin için hayırlıdır, böylece tevbenizi kabul buyurdu. Gerçekten de o Tevvab ve Rahîm'dir. [1]

Şimdi de Elmalılı Hamdi Yazır'ın ayetle ilgili tefsirine bakalım.

"...Ve buzağıya tapma meselesi Musa'nın kavmi içinde büyük bir bozulmaya ve karışıklığa sebep olmuş ve bu belanın temizlenmesi birtakım nefislerin ölmesini ve can kaybını gerektirmiştir.
'nefislerinizi öldürün' ifadesi mefhum olarak üç manaya gelebilir. Birincisi hakikat anlamı ki, herkesin kendini öldürmesidir, yani intihar etmesidir. Lakin böyle olsa idi muhatap olarak kavim kalmaz veya ancak asiler kalırdı.
Şu halde kastedilen mana bu değildir. İkincisi, işin geleneksel gerçeğidir ki, esasen kardeş olan bir kavmin fertleri, haydi bakalım şimdi birbirinizi öldürünüz, demektir. Çoğunlukla tefsirciler bu manayı gözetmişlerdir..."
[2] 

Tüm bu açıklamalar neticesinde açıkça görülüyor ki Semavi dinlerin Tanrısı'nın bir başka Tanrıya asla tahammülü yok. O halde neden Çok Tanrılı dinlerle benzer hikayeleri anlatıyor, aynı sofrayı paylaşıyor? Bugünkü veriler gösteriyor ki Sümerliler açıkça Çok Tanrılı bir din anlayışına sahiptir. Sümerlilerde Tek Tanrıcılığa ait bugüne kadar gelmiş en ufak bir veri yoktur. O halde yeni kazıların sonuç vermesi bu benzerliğin vahiy olup olmadığını, en azından Sümerlilerin tek Tanrı anlayışına yer verip vermediğini daha da netleştirecektir.

Bir diğer husus ise herhangi bir olayın yaşandığı söylendiği tarihten çok uzun zaman önce yazılmasıdır. Örneğin Musa'nın nehre bırakılması olayı Akad'lı Sargon'a aittir.

Ve bu olay İngiliz müzesindeki bir tablette yazmaktadır. [3]
"Efsaneye göre Akad Kralı Sargon rahibe bir anneden, gizlice dünyaya gelmişti. Annesi onu nehrin akıntısına bırakmış daha sonra sıradan bir işçi tarafından bulunarak yetiştirilmişti." [4]

Bu olay Tevrat ve Kur'an'da da yer almaktadır. [5]

Elbette Cüneyt Arkın filmlerine bile konu olan bu hikayelerin benzerliği, insanoğlunun çeşitli kültürlerden etkilenmesiyle mümkündür.

Aslında Kur'an'ın hiçbir olay hakkında tarih vermediği göz önünde bulundurulursa bu tarz kanıtlar pek bir işe yaramaz. Fakat yine de Musa gibi karakterlerin yaşadığı tarihi, tarih verileri sınırlar.
Bence asıl kanıt, Monoteizmde bulunan Politeizm unsurlarıdır. Örneğin Allah'ın göğe 7. günde istiva etmesi, cehennemin 7 kapısı, 7 kat gök [6] gibi unsurlar ÇokTanrıcılığa ait ögelerdir. Çünkü 7 sayısı "7 Yazgı Tanrısını" yani "birden fazla Tanrıyı" temsil etmektedir. Bu Dingirlere* ait bilgiler özetle şöyledir:

"Panteonun bütün öteki tanrıların kral ve yönetici olarak kabul ettikleri bir Dingir mevcuttur. Kozmosu oluşturan temel ögeler Gök, Yer, Deniz ve Havadır. Dolayısıyla bunları elinde tutan ilahlar, Yaratıcı Dingirlerdir. Sümerlerde 4 büyük yaratıcı tanrının yanı sıra 3 tane daha yazgı belirleyici Dingir vardır. Bunlar sırayla Ay Tanrısı Nanna (Samilerde Sin), Nanna'nın oğlu Güneş Tanrısı Utu (Samilerde Şamaş) ve Nanna'nın kızı İnananna'dır. Sümerler, gökyüzünün en parlak cisimleri olan bu üç cismi de yaratıcı tanrılar olarak kabul etmiş, bu inanç binlerce yıl farklı isimler altında etkinliğini korumuştur." [7]

Burada sorulması gereken soru şudur: Çok Tanrıcılığa ait bir kutsalın, Tek Tanrıcılıkta ne gibi bir işi olabilir?..
Ne bileyim, insanlar Kabe'nin etrafında 1 kere dönse, Allah evreni bir günde yaratsa, gök tek katlı olsa, TekTanrılı bir dinde her şey biricik olsa daha iyi olmaz mıydı?

Bir diğer unsur ise meleklerdir. Adeta birer körelmiş organ gibi TekTanrıcılıkta yer almış melekleri sloganımıza uyarlarsak "Geçmişin Tanrısı, Geleceğin Meleği" gibi bir slogan "Tam üstüne bastın, ayağını çek!" sözünü hakedecektir.
"Sümerlerde hissedilen her nesnenin bir Tanrısı vardı ve insan görünümündeydiler, fakat insanüstü güçleri olan ölümsüz varlıklardı." [8]
Kur'an'da bu Tanrılar açıkça meleğe dönüşmüştür.

Diyanet İşleri Meali (Eski)
"Sağında ve solunda, onunla beraber oturan iki alıcı melek, yanında hazır birer gözcü olarak söylediği her sözü zaptederler." [9]

Tüm tarihi ve etimolojik veriler bir kenarda dursun, şu mantıkla düşünmeliyiz. Her şeye gücü yeten bir Tanrının yanında belli bir görevi üstlenmiş meleklerin ne gibi bir işi olabilir?
Bununla birlikte Tanrının her şeye kadir olması yalnızca İslamiyette, Allah için geçerlidir.

Çünkü Tevrat'ın Tanrısı Rab her şeyi bilmemektedir. [10]
Peki bu nasıl olabilir? Akla ve mantığa yatar mı? Tek bir ilahın her şeye gücünün yetmesi gerekmez mi?
Bununda nedeni yine mitolojilere, eski mitlerde Tanrıların insani yönlerinin ağır basmasına dayanmaktadır. Tanrıların insani yönlerinin çoğu silinmiştir. Evlenmek, çocuk sahibi olmak gibi. [11]
Bunlardan Tek Tanrılı dinlere miras kalan ise, Tanrı'nın insanı kendi suretinde yaratması sayılabilir.
"Tanrı, 'Kendi suretimizde, kendimize benzer insan yaratalım' dedi, 'Denizdeki balıklara, gökteki kuşlara, evcil hayvanlara, sürüngenlere, yeryüzünün tümüne egemen olsun.'
Tanrı insanı kendi suretinde yarattı, onu Tanrı’nın suretinde yarattı. Onları erkek ve dişi olarak yarattı. [12]

Aynı ifadeler sahih bir hadiste de yer almaktadır.

"Ebu Hureyre aktarıyor:
Allah Ademi kendi suretinde, 60 arşın boyunda (yaklaşık 30 metre) yarattı..." [13]

Burada ise hatırlatılması gereken husus "Tanrının insani vasıflar taşımasının" bir Politeizm unsuru olduğudur. Çünkü hem mantık açısından hem de İslami açıdan TekTanrı doğurmaz ve doğrulamaz. [14]

"Sümer Mitolojisi ve İslam" adlı videonun/yazının başında da belirttiğimiz gibi insanların birbirleriyle etkileşimi dinlerin benzerliklerindeki en büyük sebeptir.

İki coğrafya arası mesafe ne kadar artarsa inançlar arasındaki mesafe de aynı oranda artacaktır. Örneğin Budizm'de Reenkarnasyon'a inanılırken, Yezidilik'te bunun yerine ahiret ve sırat köprüsü gibi inançlar vardır.

Dr. Muazzez İlmiye Çığ, kitabında şu ifadelere yer veriyor:
"Yahudilere, Babil tutsaklığından sonra Perslerin etkisiyle, Zerdüşt dininden; ölülerin tekrar dirileceği, cennet, cehennem ve Sırat Köprüsü girmiştir. (Hayrullah Örs, Musa ve Yahudilik, İstanbul, 1966, s. 361)" [15]

Söz uçtu yazı kaldı,
Yazı hakikati gösterdi,
Çoğu da teki de vardı,
Hiçbirine iman etmedik!

Yazan: File0zof