Hızır (ٱلْخَضِر) "Yeşil" demektir. Kur'an'da geçmese de rivayetlerde
yer alan ve türlü toplumlarda görünen mitolojik bir karakterdir. Kehf
suresinin 65 ve 82.ayetleri arasında Musa ile birlikte yolculuk eden kişinin
Hızır olduğu söylense de Kur'an'da böyle bir açıklama yoktur.
Hızır'ın ölümsüzlük suyundan içtiği için ölüp yeniden dirilebildiği ve yeşil
giydiği düşünüldüğünde doğayı simgelediği açıktır. Hızır Ata'da denen bu
karakterin havada dolaştığına, su üzerinde yürüdüğüne, kılıktan kılığa
girebildiğine, doğadaki canlıları yönetebildiğine dair inanışlar vardır.
Taberi Hızır ile İlyas'ın eşit olduğunu ve her yıl gerçekleşen mevsim
kutlamalarında buluştuklarını, hatta Hızır'ın Pers, İlyas'ın Yahudi olduğunu
söyler. [1]
İşte İlyas ve Hızır'ın buluştuğu gün Hıdırellez olarak bilinir.
Hıdırellez Miladi takvime göre 6 Mayıs, Jülyen takvimine göre 23 Nisan'da
kutlanır ve birçok antik toplumda olduğu gibi yılın ikiye bölündüğü görülür. 5
Mayıs gecesi artık kışın bittiği ve sıcaklıklarla birlikte bolluk ve bereketin
artacağına inanılırdı. Bu yüzden 6 Mayıs ile 7 Kasım arası Hızır, yani yaz
günleri iken 8 Kasım ile 5 Mayıs arası Kasım, yani kış günleridir. [2]
Hızır ve İlyas'ın buluşmaları anlatımı 2.Krallar, 2.Bab'da İlya'nın bir dulun
içecek ve yiyeceklerini 3 yıl boyunca tükenmez kılması ve ölen oğlunu
diriltmesi anlatımında da görülür. Bu anlatıda göğe yükselirken
İlya'nın düşen cüppesini Elişa alır.
Elişa bu cüppe sayesinde kısırlığa neden olan bir su kaynağını iyileştirir,
dulun yağının çoğalmasını sağlar. Şunemli bir kadının ölü oğlunu diriltir,
misafirlerin tümünü elindeki somunu çoğaltarak doyurur.
İşte bu cüppe anlatıları da İslam kaynaklarındaki Hızır'ın cüppesi ile
örtüşür.
İslam'ın İran''da yayıldığı süre boyunca Hızır'ın yerini birçok figürün
aldığı görülür. Bunlardan biri Anahita adlı kadın figürdür. Yezd şehrindeki
en popüler tapınak Anahita'ya adanmıştır. Zerdüştler arasında, Yezd'e giden
Zerdüşt hacılar için altı pirin en önemlisi "Yeşil Tapınak"tır. İsmi bu
tapınağın etrafında büyüyen yeşil bitkilerden gelmektedir. [3] Burası hala
ziyaret edilen ve İran'da yaşayan günümüz Zerdüştleri için en kutsal
yerlerden olan bir tapınaktır. [4]
Her yıl 14–18 Haziran tarihleri arasında İran, Hindistan ve diğer
ülkelerden binlerce Zerdüşt bu tapınağa adanmış ve kutsal baharı içerdiğine
inandıkları mağaraya ibadet etmek için Yezd'e hac yolculuğu yapıyor. İbadet
edenler dölleyici yağmur ve doğanın yeşillenmesi, canlanması için dua
ederler.
Hindistan'ın belirli bölgelerinde Hızır, kuyu ve akarsuların nehir ruhu olan
Hızır Hoca olarak da bilinir. Büyük İskender'in maceralarının yazıldığı
Sikandar-nama'da Hızır'dan ölümsüzlük kuyusuna başkanlık eden ve hem Hindular
hem de Müslümanlar tarafından saygı gören aziz olarak bahsedilir. [5]
Bazı Aleviler Hızır bayramından (Hıdırellez) önceki gün kavrulmuş
buğdaydan un yaparlar. Hızır'ın izlerini görebilmek için bunu mutfakta bir
yerde saklarlar. Ertesi gün un üzerinde bazı işaretler görürlerse Hızır oraya
bolluk ve bereket getirmek için geldiğini düşünürler. Daha sonra Kömbe veya
Gömbe denilen bir çeşit kek pişirirler. [6][7]
Bu gelenek muhtemelen Osiris, Adonis, Dionysos, Melkart ve Mitra gibi ölmekte
olan Antik Yakın Doğu tanrılarının mitoloji ve ritüellerinden doğmuştur.
Tahılın una dönüştürülürken izlediği süreç ise tanrının yakılmasını, yani
ölümünü simgelemektedir. [8]
Al-Tabari (1991). The History of al-Tabari. Albany: State University of
New York. p. 3.
Önal, Mehmet Naci. "Muğla'da Hıdırellez Bayramı" Çukurova Üniversitesi
Türkoloji Araştırmaları Merkezi
Jenny Rose, Zoroastrianism: An Introduction, India, 2010: I.B. Tauris, p.
123.
Michael Strausberg, Zoroastrian Rituals in Context, Leiden, 2004: Brill,
p. 563; Payam Nabarz, The Mysteries of Mithras. The Pagan Belief That
Shaped the Christian World, foreword C. Matthews, CANADA, 2005, p. 99-100
Longworth Dames, M. "Khwadja Khidr". Encyclopedia of Islam, Second Edition
ḴEŻR – Encyclopaedia Iranica". Iranicaonline.org
Aksoy 2006, p. 288-292; for qāvut, see Anna Krasnowolska, ḴEZR,
Encyclopædia Iranica, 2009
Aksoy 2006, p. 288
●►Üye olarak platforma destek olabilirsiniz: KATIL ●►Patreon üyeliği için: PATREON
Yule kış gündönümünün kutlandığı bir Cermen bayramıdır. Kavimler Göçü ile Cermenler Avrupa'ya göç ederek yayılmışlardır. İskandinav halkları olan Danlar, Norveçliler, İzlandalı ve
İsveçliler ayrıca Hollandalılar, Flamanlar, Almanlar, İngilizler, Avusturyalılar
ve İsviçrelilerin bir kısmı (Almanca konuşanlar) Cermen halklarıdır.
Pagan kış festivali yılın en karanlık zamanında ya da yeni yılın başlangıcı sayılan bir dönemde kutlanırdı. Yaklaşık
olarak 21 Aralığa denk gelen kış gündönümü, güneş ışınlarının oğlak
dönencesine dik geldiği, Güney yarımkürede en uzun gündüz iken Kuzey yarımkürede
en uzun gecenin yaşandığı ve akabinde gündüzlerin uzamaya başlayacağı gündür.
Cermen pagan halkları baharı müjdeleyen ve karanlık kışın bitişini bildiren uzun geceyi önemli gördüklerinden bunu Yul ya da Jul adını
verdikleri bir kış festivaline dönüştürmüşlerdir. Gündüzlerin uzayacak olması ve kışın gidişi yeni bir
dönemin başlangıcını, gelmekte olan bolluk ve bereketi, tabiatın canlanmasını
simgeliyordu. İnsanlar yeni dönemin şans, barış getirmesini [Flateyar destanı, i. 318, 8] ve iyi bir hasat edebilmeyi diliyorlardı. [Heimskringla, p.3]
6. yüzyılın en önemli tarihçilerinden Bizanslı Prokopius İskandinavların "Thule (Yule)" adlı ziyafetini, yokluğunun ardından güneşin geri dönüşünü nasıl coşkuyla kutladıklarını anlatır.
Kimi araştırmacılar Yule festivalinin kökenlerinin Vahşi Av inancına, tanrı
Odin'e ve pagan Anglo-Sakson'ların Mödranit inancına (Mōdraniht'e)
dayandığını söyler.
Vahşi Av inancı başta İskandinav, Çerkes, Hint, Japon, Kızılderili ve
Kelt mitolojileri olmak üzere Kuzey yarımküre'deki pek çok kültürde görülen
bir inanıştır. Bu inanışa göre Vahşi Av başladığında koruyucu ruhlar ortaya çıkar ve hayalet atlılar, İskandinavlara göre Asgard'lılar gökyüzünde koşturmaya başlar. Bu
ava her kültürde farklı bir tanrıçanın, dişi ruhun eşlik ettiği görülür.
Örneğin İskandinavlarda bu Freya, Morrigan veya Odin'in karısı
Frigg'dir. Bu dişi ruhlara da onların eşleri olan erkek karakterler
eşlik eder.
"Annelerin gecesi" yada "Anne'nin gecesi" denen Mödranit ise Anglosakson
paganların yeni yıl şenlikleri arifesinde yaptıkları uygulamaları içerir. Bu
durum ilk Anglosakson tarihçisi Bede tarafından da kaleme alınmıştır [14] ve
Annelerin gecesi adlı bu ayinde insan kurban edildiğinden bahsedilir.
Bede'nin kitabında şöyle yazar:
...Rab'bin doğumunu kutladığımız 25 Aralık'ta başladı. Bizim kutsal
kabul ettiğimiz o geceye, bütün gece yaptıkları törenler nedeniyle
Mödranit, yani "Annenin Gecesi" derlerdi.
[1][2]
Yani tüm bunlara bakıldığında her halükarda kutlanan şeyin bolluk ve
bereketin geleceği inancı olduğu, kutsal annenin veya kutsal karı-kocanın
birleşerek verimi getirip kışı ve uzun geceleri sonlandıracağı inancı olduğu
açıktır.
Paganların Yule diye kutladıkları bu gün ve güne dair uygulamaların bir çoğu
Hristiyan dünyası tarafından yeniden formüle edilerek Noel'e
dönüştürülmüştür. Yani Noel aslında pagan kökenli bir gündür [3] Örneğin
Yule şenliklerinde Yule kütüğü, Yule keçisi, Yule domuzu, Yule şarkıları
gibi pagan gelenekleri vardır.
Yule kütüğü, gündönümü şenliklerinde, şenlik ateşi için yakılan
kütüğe verilen isimdir. 12. gece olan 6 Ocağa kadar her
akşam ağaçtan bir parça yakılır. Bu yakılan kütüklerden kalanlar daha
sonra şans getirmesi ve ev halkını ateşten koruması için yatak altılarına
yerleştirilir. Yule kütüğüne dair birçok inanış vardır. Yanan ağaçtan çıkan
kıvılcımları sayarak yeni yılda sahip olacakları servetleri görmeye çalışmak
bunlardan biridir. [4]
Kış gündönümü geleneklerinde yer alan Yule kütüğü yakmanın "ilahi ışığı"
sembolize eden simgelerden biri olduğunu belirtenler de vardır. Buna benzer
şekilde Yule kandilleri vardır ve Hristiyanlığa Noel mumları olarak
geçmiştir. [4]
Cermenlerin kütük yakmalarının ve dev mumları her bir yana yerleştirip
etrafı aydınlatmalarının temel nedenlerinden biri de etrafı aydınlatarak
geceyi gündüze çevirmekti. Kütük yakmak muhtemelen gelmekte olan Güneş'i,
onun ısısını ve uzayacak gündüzleri simgeliyordu. [5]
Yule keçisi de kış gündönümü kutlamalarındaki geleneklerden biridir.
Genel olarak samandan yapılmış keçi figürleri ağaçlara, kayalara ve
evlere asılırdı. [6] Eski Noel kartlarında Noel babanın tıpkı Yule
geleneğinde olduğu gibi bir keçiye bindiği, veya keçiyi beslediği çizimler
görülürdü. Daha sonra zamanla keçinin yerini geyikler aldı. Bunun da
muhtemel nedeni keçinin Hristiyanlıkta günah ve kötülüğün simgesi olarak
görülüyor olmasıydı.
Keçi, güneşin bereketinin ve hasat tanrısının onurlandırıldığı eski
proto-Slav inançları ile de ilişkilidir. Onlarda Yule şenliğinin adı
Koliada'dır. Bu festivalde Dazbog olarak da bilinen Devac adlı tanrı
beyaz keçi ile temsil edilirdi. [8] Bu yüzden Koliada festivallerinde her
zaman keçi gibi giyinmiş bir kişi bulunur, adak ve hediyeler talep ederdi.
[9]
Yule keçisine dair popüler bir teoriye göre bu festivalde keçinin önemli rol
oynamasının nedeni gökyüzünde arabası ile dolaşan tanrı Thor'un arabasını
çeken Tanngrisnir ve Tanngnjóstr adlı iki keçidir. Hasatta toplanan son
tahıl demetinin hasadın ruhu olarak büyülü özelliklere sahip olduğuna
inanıldığından Yule kutlamaları ve keçisi için saklanırdı. [7]
İsveç geleneğinde mısır demetine de Yule keçisi denirdi. Eski İsveç'te
insanlar Yule keçisini kış gündönümü kutlamalarından bir süre önce ortaya
çıkıp kutlama hazırlıklarının doğru yapılıp yapılmadığını kontrol eden,
görünmez bir ruh olarak görüyorlardı. [7] Hasırdan veya yontulmuş ağaçtan
yapılmış nesneler Yule keçisi olarak adlandırılırdı. Eski İskandinav
toplumunda yaygın bir Noel şakası vardı. Bu şakada komşusu fark etmeden onun
evine Yule keçisi gizlenirdi. Şakalanan aile de aynı şakayı bir başkasına
yaparak ondan kurtulmak zorundaydı.
19. yüzyılda Yule keçisinin tüm İskandinavya'daki rolü değişti. Ailedeki
erkeklerden birinin Yule keçisi gibi giyinerek Noel hediyeleri dağıtan kişi
olmasına doğru kaydı. [6]
Noel domuzu da özünde Yule domuzundan gelir. Kuzey Avrupa'da kış
gündönümünde yenen bir yemektir. [10] Bu gelenek de Cermenlerin pagan
ayinlerinden evrimleşmiştir. Yağmur, güneş ışığı, doğurganlık ve büyüme bahşeden, bereket ve barış için başvurulacak [Gylfaginning, bölüm 27.] tanrı olan Freyr için domuz kesiyor, ondan bir sunu olarak "Julgalti" adını verdikleri, ağzında elma olan pişmiş domuz yemeği yapıyorlardı. Domuz büyük ihtimalle toprağın döllenmesi ile bağlantılıydı. [Encyclopaedia Of Religion And Ethics, vol. 3, p. 609.]
Hasat şenliklerinde İskandinavların tanrı Freyr'e sunup kurban ettikleri yaban domuzu zamanla Noel'deki
domuz yemeğine dönüşmüştür. [11][12][13] Bu geleneğin Hıristiyanlar
tarafından benimsenmesine hız kazandıran olay ise Aziz Stefen Günü'dür.
Zaman içinde Julgalt adlı domuz sunusu kimi Cermen halklarında değişim geçirmiştir. Örneğin Danlar julgalt dedikleri bir hamurişi pişiriyor, kırıntılarını tohumlarla birlikte toprağa gömüyorlardı. Danların inanışına göre ölen çiftçinin hayaleti dedikleri "Julnisse" adlı varlık Yul gecesinde yulaf lapası ile beslenmezse hasadı bozacak ve sığırlara zarar verecektir. Bu yüzden ruhlar için sunu sofrası hazırlamak önemlidir. Bu geleğin yansıması olarak Danimarka'daki bir Noel ilahisinde meleklerin evde nezaketle karşılanması durumunda tarlada ekili durumdaki tohumlar ve gecelek tahıl ürünleri açısından verimli bir yıl geçirileceği söylenir.
Her ne kadar bu uygulamalar temelde verim ile ilgili olsa da söz konusu kış olunca Cermen Yul geleneklerinde farklı, karanlık bir yön belirir. İnanışa göre Yul, yılın en karanlık dönemi ve takvimin sonu olduğundan canlılar özellikle hava iblisleri tarafından tehdit edilirler. Tanrı Odin veya Frigga'nın, Asgard tanrılarının ve ruhları avlayan Valkürlerin sesleri kuşların geçisinde, fırtınaların sesinde duyulurlar. Tanrı Odin'in kendisi bile "Yule'nin Efendisi" sıfatıyla anılır. Gündönümü kutlamalarının yapıldığı bu gecelerde yeraltı dünyasından çıkan canavarların ve kötü ruhların ortalıkta dolaşarak insanları yaraladığına, korkuttuğuna inanılır.
Kötü ruhların ortalıkta dolaşmasına ilişkin söylemler evin eski sakinlerinin hayaletlerinin eve musallat olacağı gibi bir dizi inancın ortaya çıkmasına neden olmuş; sonraları "mundus patet (Antik Roma'nın Cadılar Bayramı)" ismiyle Roma Katolik Kilisesi'ne bile geçmişti. "Tüm Ruhlar Günü" Kilise tarafından bu ölüler kültü için seçilen gündü. Fakat zamanla Roma Kilisesi tarafından devralınan bu inanış da değişmiş, daha iyimser hal almıştı. Artık kış festivali gecelerinde insanları tehdit eden kötü varlıklar yoktu; dost canlısı konukların iyi şekilde karşılanması yönünde evrilmişti. İnsanlar evi ve ahırları temizlemeli, keseceklerini kesmeli, mayalamayı, fırınlama ve yemek pişirmeyi, yıkama ve giyinmeyi, mumları yakmayı ve akşam yemeği servisi gibi tüm hazırlıklarını kiliseye gidecekleri Noel arifesine kadar tamamlamalıydılar. Bunların tek ve temel bir amacı vardı: Ev terk edildiğinde ölüler ziyarete gelecek, her şeyin yolunda olup olmadığını görmek için evde dolaşıp inceleyecek, hazırlanan sofradan yiyeceklerini alacak ve yemeklerin sadece önemsiz kısmını yiyip içeceklerdi.
Bu doğrultuda Kuzey İsveç'te köylüler gelecek varlık ötesi ziyaretçileri için özel bir sofra hazırlıyorlardı. Yeni yılın verimli olması ölülerin iyi karşılanmasına bağlıydı. Söz konusu inançları ve inanmanın insan zihnini nasıl etkileyebileceğini kanıtlar şekilde Almanya ve İskandinavya'da evde ya da ayinlerinin yapıldığı kilisenin önünde ölü gördüğünü söyleyen insanlar olmuştu. Söz konusu ziyaretçi ölüler kimi Cermen Hristiyan ilahilerinde bazen meleklere dönüştürülmüş ya da zaman zaman özellikleri meleklere atfedilmiştir.
İngiliz Noel gelenekleri bu animistik inançlardan ve Eski Roma'nın Saturnalia geleneklerinden etkilenmiştir, neşeli bir hava hakimdir. Noel arifesinde olağan ibadetler bittikten sonra büyük mumlar yakmak ve ocağın üzerine devasa bir Yul kütüğü atmak gelenekti. Zenginlerin evlerinde eğlenceleri denetlemesi için "Kötü Yönetimin Efendisi" adlı bir memur atanırdı. İskoçya'da "Akılsızlık Başrahibi" unvanı taşıyan benzer bir görevli vardı fakat 1555 yılında Parlamento tarafından kaldırılmıştı. Kötü Yönetimin Efendisinin saltanatı 2 Şubat'a yani İsa'nın Mabede Takdimi Bayramı'na [Luka 2:22-40.] kadar devam ederdi. Yani eğlencelinin hüküm sürdüğü bir ortam vardı. En sevilen eğlenceler arasında sihirbazlık, müzik, dans, su dolup kaptan ağızla fındık eya elma alma, başını birinin dizine yaslayıp sırtına kimin vurduğunu tahmin etme, körebe gibi oyunlar yer alırdı. Bu dönemde kahvaltı ve akşam yemeği için tercih edilen yemekler ağzında bir elma veya portakal olan pişmiş domuz kafası, erikli muhallebi ve kıymalı börekti. Evler ve kapılar yaprak dökmeyen bitkilerle, özellikle ökseotuyla süslenirdi. [Encyclopaedia Of Religion And Ethics, vol. 3, p. 609.]
Giles, John Allen (1843:178). The Complete Works of the Venerable Bede,
in the Original Latin, Collated with the Manuscripts, and Various Print
Editions, Accompanied by a New English Translation of the Historical
Works, and a Life of the Author. Vol. IV: Scientific Tracts and
Appendix.
Wallis (1999:53). Note that the first element of the phrase matrum
noctem is here translated with "mother's", whereas it is plural: a
translation "mothers' night" is therefore more accurate.
"Winter Solstice/Yule". Vancouver Island University: Yule is a festival
historically observed by the Germanic peoples. Departing from its pagan
roots, Yule underwent Christianised reformulation resulting in the now
better-known Christmastide.
Watts, Linda, Encyclopedia of American Folklore, p.71
Bourne, Henry, Observations on Popular Antiquities. T. Saint, p.155–162
Rossel, Sven H.; Elbrönd-Bek, Bo, Christmas in
Scandinavia, 1996:XIV
Schager, Karin. Julbocken i folktro och jultradition (Yule goat in
Folklore and Christmas tradition), Rabén & Sjögren
Kropej, Monika. Supernatural Beings From Slovenian Myth and Folktales,
2012
Zguta, Russell. "Russian Minstrels", 1978
Tidholm, P., & Lija, A. (2014). "Culture-Tradition: Christmas: A
Family Affair". Sweden.se.
Simek, Rudolf (1998), Die Wikinger.
Martineau, Chantal. "In Defense Of Christmas Ham"
"The history of the Christmas ham". WFLA
Bede, De temporum ratione
●►Üye olarak platforma destek olabilirsiniz: KATIL ●►Patreon üyeliği için: PATREON
Benim mensubu olduğum toplumda şöyle bir laf vardır: "bir kafa
akıllıdır, iki-üç kafa ondan daha akıllıdır". Bu atasözü günümüz bazı
teorisyenlerin ortaya attığı kalabalıkların bilgeliği tezinin basitleştirilmiş
hali. Dürüst olmak gerekirse bu tezin çok doğru olduğunu düşünüyorum fakat
günümüz dünyasında yaşayan toplumların bu tezi uygulayabilecek düzeyde
olduğunu düşünmüyorum. Peki nedir kalabalıkların bilgeliği tezi?
Bu
tez 2004 yılında James Surowiecki tarafından kaleme alınan “The Wisdom of
Crowds” adlı kitaptan sonra popüler hale gelmiştir. James kitabında argümanını
açıklamak için çok sayıda vaka çalışması ve anekdot sunuyor. Kitap geleneksel
kitle psikolojisi yerine bağımsız olarak karar veren bireylerle ilgilidir.
Ekonomi ve psikolojiyle ilgilenen arkadaşların okumasını tavsiye ederim. Fakat
kitapta istatistiklerle ilgili çok az açık tartışma var.
Surowiecki bilge bir kalabalık oluşturmak için gereken beş unsuru
şöyle açıklıyor: 1) Görüş çeşitliliği 2) Bağımsızlık 3)
Merkeziyetsizleşdirme (toplum liderlerinin toplum adına karar vermesini
önlemek) 4) Bilgi toplama 5) Güven
Felsefe ve
uluslararası ilişkiler konusunda doktora uzmanlığı olan Henry Oinas-Kukkonen,
Surowiecki'nin kitabına dayanarak bilge bir kalabalık oluşturulabilmesi için
şu 3 esasın yapılmasının gerekli olduğunu savunuyor: Çeşitlilik, bağımsızlık
ve adem-i merkeziyetçilik. [Adem-i merkeziyetçilik, devlet merkezinin gücünü
azaltarak yerel yönetimlerin yetkilerinin artırılmasını savunan siyasi
görüştür.]
Bu yazımda kalabalıkların bilgeliği teorisinin toplumun
ve onu oluşturan bireylerin inançları üzerindeki etkisine de azda olsa
değineceğim.
Teoriye göre, herhangi bir konuda farklı grupların
toplu değerlendirmeleri bu konuda uzman olan kişilerin bireysel
değerlendirmelerinden daha doğru olabilir. Konuyu daha iyi anlayabilmeniz için
TRT Belgesel'in yaptığı bir deneye bakalım. Deneyde bir kavanozun içerisine
3.464 adet bon bon şekeri koyuyorlar ve sokağa çıkarak 120 kişiden kavanozdaki
şekerlerin miktarı konusunda tahmin yapmalarını istiyorlar. Bu 120 kişinin
yaptıkları tahminleri toplayarak 414.960 sayısına ulaşıyorlar. Sonra bu rakamı
soruyu yanıtlayan kişi sayısına böldüklerinde (414960:120=3458) 3.458 rakamı
ortaya çıkıyor. Bu rakam kavanozdaki şekerlerin miktarından sadece 6 adet
şekerin eksik tahmin edildiğini gösteriyor. Deney bizlere toplumun herhangi
bir konuda gerçeğe en yakın kararı verebileceğini gösteriyor.
Ben
devlet yönetiminde de toplumun daha isabetli kararlar verebileceğine inanan
birisiyim fakat bunun sadece eğitim konusunda başarı sağlayan devletlerde işe
yarayacağı kanısındayım. Bir toplumun eğitimi kötüyse o toplum kendisi için
doğru kararlar veremez.
Peki kalabalığın bilgeliği nasıl sağlanır?
Bunun bir kaç yolu vardır. Onlardan bazılarına hep birlikte bakalım.
1)
Bir kalabalığın bilgeliğini sağlamanın en kolay yolu o kalabalığın mümkün
olduğu kadar birbirinden farklı düşünen bağımsız bireylerden oluşmasını
sağlamaktır.
Günümüzde ezberler üzerine kurulan eğitim
sistemlerinde bu ne kadar başarılı olur açıkçası düşünmek gerek. Sınavdan iyi
not alabilmek için sadece kitapta yazılanları ezberleyen öğrenciler yetiştiren
okullar olduğu sürece bu bilgeliğin sağlanacağını düşünmek için çok saf
olmamız gerek.
2) Bireyler mümkün olduğunca farklı geçmişlere ve
inançlara sahip olmalı ve görüşlerini şahsi kanaatlerine dayandırmalıdır.
Bir toplumda çoğunluğun inancına aykırı fikirler söyleyerek
çoğunluğu eleştiren kişiler ölüm korkusuyla yüzlerini kapatarak saklanmak
zorunda kalıyorsa o toplumda bilgelikten söz edemeyiz. Fakat üzücü olan şu ki
bu gün azınlık olan inançlara sahip kişiler her ne kadar ifade özgürlüğü diye
bağırsalarda yarın iktidara geldiklerinde kendisine yapılan baskıyı
başkalarına yapmaya kalkışıyorlar. Komik olsa da bu böyle. Aslında buna
anlayışla yaklaşmamız gerek zira mevcut otoriteyi korumak için bazen baskıcı
eylemler yapmak zorunda kalabiliyoruz. Fakat bu baskı sözlü tartışmalardan
çıkarak fiili şiddete dönüşüyorsa o zaman mevcut ana fikrin doğru yahut yanlış
olmasının bir önemi kalmıyor.
3) Her bir üyenin görüşü etrafındaki
insanlardan bağımsız olmalı ve hiç kimse tarafından manipüle edilmemelidir.
Aslında
bu konunun Türkiye'de nasıl işlediğini az çok hepimiz biliyoruz. Okullarda
dünya dinlerini öğretiyoruz diye derslik yazanlar kitabın ilk sayfasını
besmeleyle başlatıyorsa o zaman konuyla ilgili fazla konuşmaya gerek yok.
İnsanları inancından ve fikirlerinden dolayı otelde yakarak öldürenlere
"insanları manipüle etmeyin kardeşim" diyemeyiz çünkü anlayacak değiller.
4)
Her birey grubun adil olduğuna ve kalabalığın kararını ifade eden mekanizmanın
hakkaniyetine güvenmelidir.
Böyle bir güven var mı sizde?
İnsanların kendi çıkarları için her türlü yola başvurduğu bir toplumda
hakkaniyet aramamız mantıklı olur mu? Bence olmaz ama yine de böyle
toplumların oluşması için bilgili bireyler yetiştirme azmimizden vazgeçemeyiz.
Eğer vazgeçersek toplum olarak adil ve eşit yaşam haklarına sahip olmamız
imkansızlaşır.
Dinlerin geneline baktığımızda karar veren tek
varlık Tanrı (Allah) olarak anlatılır. Bu nedenle inançlı insanlar her konuda
kutsal kitaplarının en iyi kararı vereceğini savunurlar. Oysa binlerce sene
önce yazılan kitapların günümüz dünyasında yaşayan toplumlar için doğru
kararlar verebilmesi imkansıza yakın. Toplumun genel konularda karar verme
yetkisini tek bir şahısta toplamasına “lider” gibi süslü isimler
takılabiliyor. Fakat bunun ne kadar yanlış olduğunu ve bazı dönemlerde
sonuçlarının ne kadar vahim olabildiğini yakın tarihten biliyoruz.
Ben toplumların liderler tarafından yönetilmesine her ne kadar karşı olsam
da bilgisiz bireylerden oluşan baskıcı toplumların karar almasına da bir o
kadar karşıyım. Bu nedenle toplumun karar veren kısmının, başka isimle
anlatmak gerekirse oy kullanan kısmının belli bir kritere sahip olması
gerek. Yani toplumda oy kullanma yetkisini yalnızca IQ (intelligence
quotient) testi uygulanmış ve belli bir seviyenin üzerindeki kişilere
verilmesi gerekir. Demokrasi açısından bu pek iyi gözükmese de toplumun
çıkarları için en iyi yol budur. Çünkü toplumun düşünebilen, akıllı kısmının
vereceği kararlar toplumun tamamını iyi yönden etkileyecektir. Toplum
liderleri de toplumun zeka düzeyi yüksek bireyleriyle muhatap olacağını
bildiği için kendini ona göre hazırlar. Böylece vatandaş bir sorununu dile
getirdiğinde toplumun lideri vatandaşı çeşitli sözlerle yaftalamak yerine
bahsedilen sorunu çözmek için çalışmak, uğraşmak zorunda kalır.
Dolayısıyla kalabalığın bilgeliği tezi çoğunun zannettiği gibi toplumun
tamamının değil, yalnızca belli kriterlerin üzerinde olan bireylerin belli
konularda belli kararların verilmesinde uzmanlardan daha etkili olduğunu
savunur. Fakat öncelikle o bilge kalabalığı oluşturmamız gerek. Bunu hangi
toplum ne oranda başarabilir onu zamanla göreceğiz. Ancak bizim bu yönde kat
etmemiz daha çok yol var. Bu yoldaki ilk önceliğimizin ne olması gerektiğini
geçmişteki bir dahi zaten bizlere söylemiş:
"Ben, manevî miras olarak hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış
kural bırakmıyorum. Benim manevî mirasım, bilim ve akıldır. Benden
sonrakiler, bizim aşmak zorunda olduğumuz çetin ve köklü güçlükler
önünde, belki amaçlara tamamen eremediğimizi, fakat asla ödün
vermediğimizi, akıl ve bilimi rehber edindiğimizi onaylayacaklardır.
Zaman hızla dönüyor, milletlerin, toplumların, bireylerin mutluluk ve
mutsuzluk anlayışları bile değişiyor. Böyle bir dünyada, asla
değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve bilimin
gelişimini inkâr etmek olur. Benim, Türk milleti için yapmak
istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım ortadadır. Benden sonra, beni
benimsemek isteyenler, bu temel eksen üzerinde akıl ve bilimin
rehberliğini kabul ederlerse, manevî mirasçılarım olurlar."
Mustafa Kemal Atatürk [1]
Hamdullah Suphi Tanrıöver’den naklen, Cemal Kutay, Mustafa Kemal’in
Ufuktaki Manevî Mirasçısı ile Sohbet, s.2-3;İsmet Giritli, Kemalist
Devrim ve İdeolojisi, s. 13
Büyü, doğal veya doğaüstü varlıkları, güçleri kontrol veya manipüle
ettiği söylenen inançların, ayinlerin veya eylemlerin uygulanmasıdır.
Büyüyle uğraşan kişilere ya büyücü ya da cadı denmiştir. Tarih boyunca zaman
zaman büyü ve büyücülüğe dair çağrışımlar olumludan olumsuza değişse de, sihir
günümüzde birçok kültürde önemli bir dini role sahiptir ve bazılarınca tıbbi
çare arayışında bile büyüye başvurulmaktadır". [1][2][3][4]
Batı kültüründe sihir, ötekiler yani yabancılar ve ilkellikle
ilişkilendirilmiş ve bunun "kültürel farklılığın güçlü bir göstergesi" olduğu
düşünülmüştür. 19. yüzyılın sonları ve 20. yüzyılın başlarında Batılı
entelektüeller sihri ilkel bir zihniyetin işareti olarak görerek onu marjinal
olmaya çalışan insan gruplarına atfettiler. [5][6][7][8]
Modern okültizm ve Neopagan dinlerinde büyü yaptığını iddia eden pek çok
sihirbaz ve cadı düzenli olarak sihir yapmış [10] ve sihri kişinin iradesinin
gücüyle fiziksel dünyada değişim yaratma tekniği olarak tanımlamıştır. Bu
tanım etkili bir İngiliz okültist olan Aleister Crowley (1875-1947) tarafından
popüler hale getirilmişti ve o andan itibaren Vika, LaVeyan Satanizmi ve Kaos
büyüsü uygulayıcıları onun bu görüşünü benimsemişti.
Dünyadaki büyü inanışlarına bakıldığında 3 büyü türü önümüze çıkar: Kara, Ak
ve Gri Büyü.
Kara büyü bencil, zararlı veya kötü amaçlar için, Ak büyü
büyünün daha çok başkasına yardım amacıyla, iyi niyetle kullanılması olarak
anlaşılmıştır. [11][4]
Sol elin geçmişten bu yana şeytanla, kötülükle, sapkınlıkla
ilişkilendirildiğini biliyoruz. İşte büyü de de sol el kara büyünün, sağ el
ise iyiliksever ak büyünün alanıdır.
Phil Hine şöyle der: "Okültizmin diğer birçok yönü gibi, 'kara büyü' olarak
adlandırılan şey, büyük ölçüde tanımlamayı kimin yaptığına bağlıdır." [12]
Aslında bu sözü çok doğrudur çünkü kara büyü yapan biri de bunu kendinin yada
bir başkasının iyiliği için yaptığını düşünüp aslında yaptığının kötü bir büyü
olmadığını düşünebilir.
Nötr büyü olarak da adlandırılan gri büyü ne özellikle yararlı nedenlerle ne
de tamamen düşmanca uygulamalara odaklanmayan bir sihirdir. [13][14]
Tarihçiler ve antropologlar yüksek sihirle uğraşan uygulayıcılar ile düşük
büyüyle uğraşanlar arasında ayrım yapmışlardır. Çünkü yüksek sihir, uzun ve
ayrıntılı törenler ile sofistike ve bazen pahalı gereçler içeren daha karmaşık
bir büyü türü olarak görülür. Düşük büyü ise köylülerle [16] ve daha kısa
süren, sihirli olduğuna inanılan sözlerin söylendiği basit ayinlerle
ilişkilendirilmiştir. [15]
Mezopotamya'da kötülüğe karşı koymak ve şifa bulmak amacıyla büyüye farklı
biçimlerde başvurulmuştur. Mezopotamya'daki savunma amaçlı yapılan meşru
büyüye Akad dilinde Aşiputu, Sümer'de ise Maşmaşutu denirdi. Bunlar belirli
gerçeklikleri değiştirmeyi amaçlayan büyü ve ayinlerdi.
Eski Mezopotamyalılar sihrin iblislere, hayaletler ve kötü büyücülere karşı
geçerli tek savunma aracı olduğuna inanıyorlardı. [17] Onlara zulmettiğine
inandıkları ruhlara karşı kendilerini savunmak için bu kötü güçleri durdurması
umuduyla kişinin mezarına kispu denilen sunular bırakılırdı. [18] Eğer
verdikleri sunu bir işe yaramazsa bazen ölen kişinin bir heykelciğini yapıp
onu toprağa gömer ve tanrılardan kötü ruhu yok etmelerini ya da kişiye
musallat olmayı bırakmaya zorlamalarını talep ederlerdi. [19]
Sümer dininde büyü, muska, nazar, lanet gibi ögeler ön plandaydı. İnsanların
korktuğu tanrıları ve onların lanetleri karşısında tanrıları sakinleştirmeyi,
memnun etmeyi, insan üstü varlıklarla iletişime geçerek kehanet, sihir, büyü,
şifa, fal, yazgı gibi konulara hakim olmaları nedeni ile rahiplere büyük saygı
duyulurdu.
Kendilerini lanetleyebilecek kötü büyücülerden korunmak için sihre
başvuruyorlardı. Antik Mezopotamya'da kara büyüye karşı kendini savunmak için
karşıdaki kişi ile aynı tekniklerin kullanıldığı görülür. Fakat lanetlemeye
yönelik kara büyüler gizlice uygulanıyorken kendini başka bir büyü yada
büyücüye karşı savunma amacıyla yapılan büyüler açıkta, izleyici önünde
yürütülüyordu.
İnanışlarında büyücüyü cezalandırmak için yapılan Maklû yada "Yakma" olarak
bilinen dini törene başvurulurdu.
Bu uygulamada büyücülükten muzdarip olan kişi, büyücünün bir heykelciğini
yapar ve geceleri onu yargılamaya başlar. Daha sonra eğer büyücünün suçlarının
niteliği belirlenebilirse büyücünün heykelciği yakılır ve böylece büyücünün
gücününün kırılacağına inanılırdı. [20]
Sümerlerde ise "bağı" adı verilen kara büyünün kasten yapılması büyük bir
kötülük olarak görülür ve büyüye maruz kaldığını iddia eden kişi kendine
yapılan büyüyü yalnızca rahiplerin kehanetleri ile öğrenebilirdi. Eğer kara
büyü tespit edilirse bunu yok etmek için ak büyüye başvurulur, kara büyüyü
bozma girişiminde kötü güçlere maruz kalmamak için evin belli noktalarına
büyülü metinlerin yazılı olduğu tabletler konurdu. [46]
Mezopotamyalılar kendilerini bilmeden işlenen günahlardan arındırmak için de
büyülü ayinler yapardı. [20] "Maklu" adını verdikleri dini törende büyücü,
kişiyi tüm günahlarından arındırmak için onları bir hurma şeridi, soğan ve bir
tutam yün gibi çeşitli nesnelere aktararak yakardı. [21] İnanışa göre böylece
bilmeden işlemiş olabileceği tüm günahlardan arınacaklardı. Bu, Yahudilerin
Yom-Kippur adlı kefaret gününde başları üzerinde tavuk çevirerek günahlarını
ona aktardıklarına inandıkları Kaparot ayinine oldukça benzemektedir. Eski
Mezopotamya toplumlarının din ve uygulamaları daha sonraları onları putperest
olarak yaftalayan İbrahimi dinlerde farklı isim ve uygulamalar altında
yaşamaya devam etmiştir.
Şurpu adı verilen yalatma yöntemi ile büyü bozmaya başvurulur, hastalıkları
ortadan kaldırması için tanrılara kurban verilen ayinler düzenlenirdi. [36]
Yani kurban, adak gibi uygulamalar ve kendisi için kan akıtılmasını isteyen
ilahlar düşüncesi Sümer dininin ayrılmaz parçalarındandı.
Başvurdukları şeylerden biri de aşk büyüsüydü. Bu tür büyülerle bir kişinin
başka bir kişiye aşık olması, bitmiş olan sevgiyi yeniden kazanması veya
erkeğin ereksiyon problemine çözüm getirmesi hedeflenirdi. [22] Bir adamı
koruyucu tanrısı ile veya bir kadını onu ihmal eden kocası ile uzlaştırmak
için de büyüye başvurulurdu. [23]
Sümer rahibelerinin doğum yapan kadınları kötü varlıklardan koruduğuna
inanılır ve bu rahibe sınıfı aynı zamanda büyücü olarak kabul edilirdi.
Mezopotamya'dan rasyonel bilim ile büyü arasında hiçbir ayrım yoktu. [24] Biri
hastalandığında doktorlar hem okunacak sihirli sözlere hem de tıbbi tedaviye
başvururdu. Çoğu ayin, büyülü sanatlarda uzman olan, Aşipu (āšipu) adı verilen
kişiler tarafından gerçekleştirilirdi. [30][31][32] Bu meslek genellikle
nesilden nesile [25] aktarılır ve son derece yüksek saygı görürdü. Bu yüzden
genellikle krallara ve büyük liderlere danışman olarak hizmet ederlerdi. Fakat
Aşipular sadece birer sihirbaz değil aynı zamanda doktor, rahip, yazıcı ve
bilgin olarak da hizmet ederdi. [26]
Tanrı Ea ile bağdaştırılan Sümer tanrısı Enki bile sihir ve büyülü sözlerle
yakından ilişkiliydi. [27] Büyü uygulayıcısı olan Aşipu'ların koruyucu
tanrısıydı ve tüm gizli bilginin nihai kaynağı olarak kabul edilirdi.
[28][33][34] Mezopotamyalılar ayrıca talep edildiğinde bazı alamet ve
kehanetlere ulaşabileceklerine inanıyor ve alametleri daima son derece
ciddiyetle alıyorlardı. [29]
Mezopotamya'da kötülüğün nedenleri ve bunun nasıl önleneceği konusunda "büyü
kasesi" veya "sihirli kase" adı verilen koruyucu yöntemlere başvurulduğu
görülür. 6-8. yüzyıllar arasında oldukça popüler olan bu kaseler Orta Doğu'da,
özellikle Yukarı Mezopotamya ve Suriye'de üretilirdi. [35] Yüzüstü gömülen bu
kaselerle iblisleri yakalamak hedeflenirdi. Bunlar genellikle eşiğin altına,
avlulara, yeni ölenlerin evlerinin köşelerine ve mezarlıklara yerleştirilirdi.
[37] Büyü kaselerinin bir alt kategorisi, Yahudi ve Hristiyanların büyüde
kullandıklarıdır. Aramice dilindeki büyülü kaseler Yahudilerin büyü
uygulamaları hakkında önemli bir bilgi kaynağıdır. [38][39][40][41][42]
Hititlerde de büyü ayinleri oldukça yaygındı. Büyü içeren törenleri sadece
tapınak ve kutsal alanlardaki ibadetlerle sınırlı değildi. Hitit metinleri
şifa ve korunma amaçlı birçok büyü hakkında bilgiler verir. [51] Hititler de
Tıpkı Sümer'de olduğu gibi kötü cinleri, hastalıkları kovmak için büyüye
başvururdu fakat bu büyüleri ya kişinin evinde yada yerleşim alanlarının
dışında, uzakta yaparlardı. Kişinin saflığını kaybetmesi, cinler, hayaletler,
iftira, büyü, kirli nesnelere dokunma ve tanrıların öfkelenmesi gibi
nedenlerden ötürü hastalandığına yada talihinin ters gittiğine inanılıyordu.
Tanrıların öfkesini bastırmak için kan dökülmesi gerekse de dökülen kanın aynı
zamanda evi kirlettiği ve törensel bir arınmaya ihtiyaç duyduğu düşünülürdü.
Ritüeller Sümer lologramlarının geleneksel çevirisini kullanan şifacılar
tarafından idare edilirdi. Büyü törenlerinde "Yaşlı Kadın" adı verilen uzman
kadınlar yada "kahin" ler olan erkekler önemli rol oynardı. [55]
Hititlerin büyü ayinlerinin genel öğretileri arasında sembolik eylemler
bulunur. Tanrılar yardım için çağrılırken ayinin hedefindeki kişi genellikle
saflığın simgesi olan su, yağ yada gümüş kullanılarak arındırılır. Kişinin
hastalığı veya kirliliği figürlere yada doğrudan hayvanlara temas yoluyla
aktarılarak onları taşıyıcı konumuna getirir. Daha sonra kötülüğü içinde
taşıyan bu figür yada hayvanlar bulundukları bölgeden uzaklaştırılır.
Bir Hitit büyü ayininde kişiyi etkileyen kötülüğün bir fareye nakledildiği
anlatılır. Kötülüğe maruz kalan kişinin sağ eline ve ayağına ip ve kalay
iliştirildikten sonra kalay alınır ve tekrar iple fareye bağlanır. Ardından
büyüyü yapan kişi fareyi kovalarken onu iki cine havale eder ve şöyle der:
“Kötülüğü onlardan aldım, onu bir fareye sarmaladım. Bu farenin onu dağlara,
derin vadilere ve uzun yollara götürmesine izin ver! ... Zarniza, Tarpatašša
onu sen al!” [56]
Antik Yunanda büyücüler, Perslerde ise Magi rahipleri denen sihirbazlar
yalnızca sırların bilgeliğe sahip kişiler olarak değil, aynı zamanda matematik
ve kimya gibi çeşitli alanların efendileri olarak görülüyorlardı. Büyücüler
ölüm, kehanet ve kara büyü ile ilişkilendirildiğinden şüphesiz onlardan
korkuluyordu ve genellikle toplumun daha uç noktalarında yaşıyor ve
hayatlarını sadakalarla sürdürüyorlardı.
Yunan mitolojisinde büyü, Hermes, ay ve büyücülük tanrısı Hekate,
Orfeus, büyülü bitkiler, iksirler konusunda uzman olan ve Odisseus'un Hades'in
hayaletlerini çağırmasına yardım eden Helios'un büyücü kızı Kirke gibi
figürlerle ilişkilendirilmiştir. Sihirli iksirler ve lanetlerle ilgili bol
miktarda efsane bulunur. Örneğin, Nessos adlı sentor (yarı at-yarı insan)
ölürken akan kanından Herkül'ün karısı Deianeira'ya verir ve sevgilisi ona
ihanet ederse kullanmasını, bunun bir aşk iksiri olduğunu, eğer Herkül'ün
giysisine bu kanı sürerse ona yeniden aşık olacağını söyler. Fakat bu kanın
içine Hydranın zehirli salyası karışmıştır. Herkül yanında İole ile birlikte
gelince kıskançlık krizine giren Deianeira kendine söylenenleri yaparak kana
buladığı gömleği kocası Herkül'e verir ve Herkül onu giyer giymez yanmaya
başlar ve korkunç bir şekilde can verir. [9]
Yönümüzü Mısır'a çevirirsek; Heka ile kişileştirilen Büyü eski Mısır din ve
kültürünün ayrılmaz bir parçasıydı. Tüm bunları bizzat Mısırlılar tarafından
yazılıp günümüze ulaşan metinlerden biliyoruz. [43]
Kıpti terimi olan "hik", dinsizlik ya da yasadışılık anlamına gelmeyen ve
Eski Krallık'tan Roma dönemine kadar kullanılan, firavunlara ait "heka"
teriminin torunudur. [44] Ahlaki açıdan tarafsız kabul edilen heka, hem
yabancıların hem de Mısırlıların uygulama ve inançlarında yer edindi.
Merikare Talimatları heka'nın vakıaları savuşturacak silahlar olmak üzere
yaratıcının insanlığa armağan ettiği bir iyilik olduğunu bildirir. [45]
Mısır'da sihir, hem okur-yazar rahip hiyerarşisi hem de okuma yazma bilmeyen
çiftçiler ve çobanlar tarafından uygulanırdı ve heka ilkesi, hem
tapınaklarda hem de özel ortamlarda tüm ayinlerin temelini oluşturuyordu.
[47]
Heka'nın temel ilkesi kelimelerin bir şeyleri var etme gücüne odaklanır.
[48] Karenga, yaratıcının dünyayı var etmek için kullandığı birincil
araç olarak kelimelerin temel gücünü ve ontolojik rolünü açıklar. Çünkü
antik Mısır insanı tanrılarla aynı ilahi doğayı ve onların görüntüsünü (snnw
ntr) paylaştığına inandığından tıpkı tanrıların yaptığı gibi kelimeleri
yaratıcı bir şekilde kullanma gücüne sahip olduklarını düşünmüşlerdir. [50]
Mısır'ın Beşinci Hanedanlığının son firavunu olan Unas piramidinin iç
duvarları, dikey sütunlar halinde yerden tavana uzanan yüzlerce büyülü yazıtla
kaplıdır. Bu yazıtlar Piramit Metinleri olarak bilinir ve Öbür Dünyada hayatta
kalabilmek için firavunun ihtiyaç duyduğu büyüleri içerir. Fakat Piramit
Metinleri kesinlikle yalnızca kraliyet soyu içindi ve büyüler, büyülü sözler
sıradan kişilerden gizli tutulurdu. Birinci Ara Dönem'in kaosu ve huzursuzluğu
sırasında mezar soyguncuları piramitlere girerek büyülü yazıtları gördüler.
Böylece halk büyüleri öğrenmeye başlayınca Orta Krallık’ın başlangıcında halk
kendi tabutunun kenarına benzer yazılar yazmaya başladı ve bunu yapmanın öbür
dünyada onların hayatta kalmasını sağlayacağını umdular. Bu yazılar Tabut
Metinleri olarak bilinir. [47] [48][49]
Mısırlıların "Meket"dediği muskalar (tılsım) hem yaşayanlar hem de ölüler
arasında yaygındı. [52][48] Bunları kötülüklerden korunma ve "evrenin temel
adaletini yeniden teyit etme" aracı olarak kullanıyorlardı. [53] Bulunan en
eski muskalar hanedanlık öncesi Badâri Dönemi'ne aittir ve bu muskalar
Roma dönemine kadar varlıklarını sürdürmüşlerdir. [54] Yani Arapların İslam'a
entegre ederek boyunlarına asmaya başladığı ve toplumumuzun da uygulamaktan
geri kalmadığı muskaların temeli aslında antik Mısır ve Sümer dinlerine
dayanır.
Hutton, Ronald. Witches, Druids and King Arthur. p. x.
A.g.e, p. ix.
Bailey, Michael D. Magic: The Basics, pp. 1-5
Baglari, M.H. "The Magic Art of Witchcraft and Black Magic". International
Journal of Scientific and Research: 20
Bogdan, p. 2; Graham, p. 255
Bailey, Michael D. Magic: The Basics, p. 89
Davies, Owen. Magic: A Very Short Introduction, p. 1
Styers, Randall. Making Magic: Religion, Magic, and Science in the Modern
World., p. 14
Publius Ovidius Naso, Metamorphoses, IX l.132–33
Berger, H.A., Ezzy, D., Teenage Witches, p. 24
Miller, JL. "Practice and perception of black magic among the Hittites".
Altorientalische Forschungen. 37 (2)
Jesper Aagaard Petersen. Contemporary religious Satanism: A Critical
Anthology.
Smoley, R. & Kinney, J., Hidden Wisdom: A Guide to the Western Inner
Traditions'. p. 121.
Cicero, Chic & Cicero, Sandra Tabatha The Essential Golden Dawn: An
Introduction to High Magic. Llewellyn Books. p. 87.
A.g.e, p. 40
Greenwood, S., Magic, Witchcraft and the Otherworld, Berg, page 7
Sasson, Jack M. Civilizations of the ancient Near East. Scribner. pp.
1896–1898.
A.g.e., p. 1897
A.g.e., pp. 1898–1898
A.g.e., p. 1898
A.g.e., p. 1899
A.g.e., pp. 1900–1901
A.g.e., p. 1901
A.g.e., p. 1895.
A.g.e, pp. 1901–1902
A.g.e, pp. 1901–1904
A.g.e., p. 1843
A.g.e., p. 1866
A.g.e, pp. 1899–1900
Abusch, Tzvi. Mesopotamian Witchcraft: Towards a History and Understanding
of Babylonian Witchcraft Beliefs and Literature. p. 56.
Brown, Michael. Israel's Divine Healer. p. 42
Kuiper, Kathleen. Mesopotamia: The World's Earliest Civilization. p. 178
Delaporte, Louis-Joseph. Mesopotamia. Routledge. p. 152
Abusch, I. Tzvi; Toorn, Karel Van Der. Mesopotamian Magic: Textual,
Historical, and Interpretative Perspectives.
Noegel, Scott; Walker, Joel Walker. Prayer, Magic, and the Stars in the
Ancient and Late Antique World. p. 83
M. Şemsettin Günaltay, Türk Tarihinin Đlk Devirlerinden Yakın Şark Elam ve
Mezopotamya, s.489
J. A. Montgomery, "A Syriac Incantation Bowl with Christian Formula,"
The International Standard Bible Encyclopedia p.217, Geoffrey W. Bromiley
"D. Aramaic Incantation Bowls. One important source of knowledge about
Jewish magical practices is the nearly eighty extant incantation bowls
made by Jews in Babylonia during the Sassanian period (ad 226-636). ...
Though the exact use of the bowls is disputed, their function is clearly
apotrapaic in that they are meant to ward off the evil effects of several
malevolent supernatural beings and influences, e.g., the evil eye, Lilith,
and Bagdana."
A Dictionary of biblical tradition in English literature p. 454, David L.
Jeffrey "Aramaic incantation bowls of the 6th cent, show her with
disheveled hair and tell how"
Bell, H.I., Nock, A.D., Thompson, H., Magical Texts From A Bilingual
Papyrus In The British Museum, Vol, XVII, p 24.
Ritner, R.K., Magic: An Overview in Redford, D.B., Oxford Encyclopedia Of
Ancient Egypt, p 321
A.g.e, p 321-322
Jeremy Black, Anthony Green, Mezopotamya Mitolojisi Sözlüğü Tanrılar,
İfritler, Semboller, s. 55-56
A.g.e, p 323
Brier, Bob; Hobbs, Hoyt. Ancient Egypt: Everyday Life in the Land of the
Nile.
Karenga, M, page 187
A.g.e, page 216
Engelhard, D. 1970 Hittite Magical Practices
Teeter, E., Religion and Ritual in Ancient Egypt, p.170
A.g.e., p.118
Andrews, C., Amulets of Ancient Egypt, p.1
Miller, J. L. Studies in the Origins, Development and Interpretation of
the Kizzuwatna Rituals,, 469-511
Christiansen, B. Die Ritualtradition der Ambazzi : 36-39
●►Üye olarak platforma destek olabilirsiniz: KATIL ●►Patreon üyeliği için: PATREON
Modernist Müslümanların uydurduğu Kur'an'da evrenin genişlemesi mucizesiyle
ilgili bir makale yazmıştım. Fakat bazı Müslümanlar hala ayetleri eğip bükerek
bu sözde mucizelerini kurtarmaya çalışıyorlar. Bu makalede, bu sözde mucize için
son noktayı koyacağız. Caner Taslaman gibi Müslümanlara da istedikleri
platformda bu mucizeyi tartışmaya hazır olduğumu belirtmek isterim.
Öncelikle
şunu ifade etmemiz gerek. Kur'an'ın hiç bir ayetinde "evren" diye bir şey yok.
Peki bu yanlış nerden kaynaklanıyor? Tabi ki Diyanet İşlerinden. Diyanet işleri
yeni mealinde Bakara 255. ayetini çevirirken parantez içinde evren kelimesi
kullanmış.
Allah, kendisinden başka hiçbir ilâh olmayandır. Diridir, kayyumdur. O’nu
ne bir uyuklama tutabilir, ne de bir uyku. Göklerdeki her şey, yerdeki her
şey O’nundur. İzni olmaksızın O’nun katında şefaatte bulunacak kimdir? O,
kulların önlerindekileri ve arkalarındakileri (yaptıklarını ve
yapacaklarını) bilir. Onlar O’nun ilminden, kendisinin dilediği kadarından
başka bir şey kavrayamazlar. O’nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp
kuşatmıştır. (O, göklere, yere,
bütün evrene hükmetmektedir.)
Gökleri ve yeri koruyup gözetmek O’na güç gelmez. O, yücedir, büyüktür.
Diyanet İşleri burada parantez içinde ayette olmayan evren kelimesini ortaya
sıkıştırmış. Oysa burada kullanılan kelime
السَّمٰوَاتِ fî-ssemâvâti
kelimesidir. Bu kelime Arapçada gökler anlamına geliyor. Müslümanlar
her ne kadarda bu hem gök hem de evren anlamına geliyor deseler de bu
yanlıştır. Neden yanlış olduğunu az sonra öğreneceksiniz. Öncelikle Arapçada
evren kelimesi şudur: كون (kawn).
Google görsel arama bölümüne Arapça hem gök hem de evren kelimesi yazdığımızda
şu sonuç ortaya çıkıyor.
كون (Kawn) Evren
سماء (Sama) Gök
Gördüğünüz gibi Google resim arama bölümüne كون (kawn) yazdığımızda
bildiğimiz evren, سماء (sama) yazdığımızda gökyüzü çıkıyor. Bunu kendinizde
kontrol edebilirsiniz.
Şimdi önceden de belirttiğim gibi Kur'an'da كون evren diye bir kelime
yok. Kur'an'da kelime arama sitelerinde bu kelimeyi arayarak hiçbir ayette
yer almadığı gerçeğini kendiniz de görebilirsiniz.
Kuranda "gökler" kelimesi kullanılıyor. Şimdi Kur'an'da bu kelimenin
kullanıldığı ayetlerin listesine bakalım:
Bakara-33,107,116,117,164,255,284
Ali İmran-29,83,109,129,180,189,190,191
Nisa-126,131,132,170,171
Maide-17,18,40,97,120
Enam-1,3,12,14,73,75,79,101
A’râf-54,158,185,187
Tevbe-36,116
Yûnus-3,6,18,55,66,68,101
Hûd-7,123
Yûsuf-101,105
Ra’d-2,15,16,
İbrahim-2,10,19,32
Hicr-85
Nahl-3,49,52,73,77
İsrâ-55,99,102
Kehf-14,26,51
Meryem-65,93
Tâ-Hâ-4,6
Enbiyâ-19,30,56
Hac-18,64
Mü’minûn-86
Nûr-35,41,42,64
Furkân-2,6,59
Şu’arâ-24
Neml-25,60,65,87
Ankebût-44,52,61
Rûm-8,18,22,26,27
Lokman-10,16,20,25,26
Secde-4
Ahzâb-72
Sebe’-1,3,22,24
Fâtır-1,38,40,41,44
Yâsîn-81
Sâffât-5
Sâd-10,66
Zümer-5,38,44,46,63,68
Mü’min-37,57
Şûrâ-4,11,12,29,49,53
Zuhruf-9,82,85
Duhân-7,38
Câsiye-3,13,22,27,36,37
Ahkâf-3,4,33
Fetih-4,7,14
Hucurât-16,18
Kâf-38
Zâriyât-47
Tûr-36
Necm-26,31
Rahmân-29,33
Hadîd-1,2,4,5,10
Mücâdele-7
Haşr-1,24
Saff-1
Cum’a-1
Münâfikûn-7
Teğâbun-1,3,4
Nebe’-37
Bürûc-9
Listesini verdiğim ayetlerin hepsinde
السَّمٰوَاتِ (ssemâvâti) kelimesi
kullanılmış, buda gök(ler) anlamına gelir. Müslümanlar her ne hikmetse tüm
ayetlerde bu kelimeyi gök diye anlarken Zâriyât 47'de evren olarak anlamayı
tercih ediyor. Gerekçe olarak ise bu kelimenin hem bildiğimiz gök(sema) hem de
evren (uzay) anlamlarına gelebileceğini söylüyorlar. Fakat bu kelimeyi hem
bildiğimiz gök (sema) hem de evren olarak anlamak Kur'an içinde bazı
sıkıntılara neden olur. Örneğin Rahman suresi 33.ayete bakalım:
Ey cin ve ins toplulukları, eğer
göklerin ve yerin bucaklarından
aşıp-geçmeye güç yetirebilirseniz, hemen aşın; ancak 'üstün bir güç
(sultan)' olmaksızın aşamazsınız.
Şimdi Zariyat 47 ayetinde evren diye çevrilen السَّمٰوَاتِ (ssemâvâti) kelime
aynı şekilde Rahman 33'de de kullanılmış. Bu kelimeyi Zariyat suresinde evren
diye anlamamızda bir sakınca olmadığı gibi Rahman 33 ayetinde de bu şekilde
anlamamızda bir sakınca olmaması gerek. Hal böyle olunca sizin Rahman suresi
33 ayette anlatılan Evrenin ve Yerin bucaklarını (köşelerini) bizlere
göstermeniz gerek. Zira bildiğiniz gibi sonsuz evrenin ve geoit şekilli bir
dünyanın bucağı (köşesi) olamaz. Yani Allah'ın geometri bilgisi bu kadar mı
zayıf?
Abdulbaki Gölpınarlı, Ahmet Varol, Ali Bulaç, Hasan Basri Çantay, Kadri Çelik
gibi mealciler bu ayeti “göklerin ve yerin bucakları” diye çevirmelerine
rağmen bir çok Müslüman buna itiraz ederek ayette bucak diye bir şeyin
olmadığını söylüyorlar.
Örneğin Diyanet İşleri bahsi geçen ayeti eski mealinde “Göklerin ve yerin
çevresini”, yeni mealindeyse “Göklerin ve yerin uçları” diye çevirmiş.
Hiç fark etmez. İster bucakları deyin ister etrafı yada uçları. Eğer gökler
kelimesi evren (uzay) olarak anlam taşıyorsa yine yanlıştır. Zira uzayın
bucağı, çevresi, uçları yok. Sonsuzdur.
Burada Evren 13.8 milyar yaşında onun için sınırı 13.8 milyar ışık yılı
uzaklıkta diye bir eleştiri yapabilirsiniz. Fakat üzülerek söylemem gerekir ki
bu yanlış. Eğer evren durağan bir halde olsaydı siz eleştirinizde haklı
olurdunuz fakat evren sürekli genişliyor. Sürekli genişleyen bir evrende
bucak, sınır, etraf, diye kavramlar kullanmak mantıksal ve bilimsel hata olur.
Fakat bu sıkıntı bir tek Rahman 33 ile sınırlı değil. Başka ayetlere
bakalım.
O, yeryüzünde olanların hepsini sizin için yaratan, sonra
göğe yönelip onları yedi gök
hâlinde düzenleyendir. O, her şeyi hakkıyla bilendir.
Bu ayette de aynı kelime kullanılmış. Buradaki gök kelimesini evren diye
anlarsak o zaman evrenin (uzayın) 7 katlı olduğunu ispatlamanız gerek.
Müslümanlar genellikle bu ayetleri atmosferin 7 katlı olmasıyla
ilişkilendiriyorlar. Fakat atmosferin 7 katı yok. Atmosfer 5 katmandan
oluşuyor: 1.TROPOSFER, 2. STATOSFER, 3. MEZOSFER, 4. TERMOSFER, 5. MAGNETOSFER
Müslümanlar genellikle İYONOSFER ve EKSOZFER'i ayrıca birer tabaka olarak
sayıyorlar fakat bunlar Termosferin içinde bulunan bölümlerdir. Eğer alt
katmanları da ana birer katmanmış gibi sayacaksak toplam rakam 10'u bile
geçer. Yani anlayacağınız bu ayetteki gök kelimesini atmosfer için
de uzay için de kullansan problemli. Zira atmosfer için kullanamazsın çünkü
atmosferin 7 katı yok. Uzay için kullanamazsın çünkü onun da 7 katı yok. Var
diyorsanız buyurun ispat edin.
"Allah ancak Meryem oğlu Mesih'tir" diyenler and olsun ki kafir
olmuşlardır. De ki: "Allah Meryem oğlu Mesih'i, anasını ve yeryüzünde
olanların hepsini yok etmeyi dilerse kim O'na karşı koyabilir?"
Göklerin, yerin ve arasındakilerin hükümranlığı Allah'ındır, dilediğini
yaratır. Allah her şeye Kadir'dir.
Ayette Zariyat suresindeki aynı kelime kullanılmış: السَّمٰوَاتِ (ssemâvâti).
Şimdi bu kelime hem gökyüzü hem de evren (uzay) manaları veriyorsa o zaman
Allah dünyayla uzayı farklı şeyler olarak algılıyor. Baksanıza, “Göklerin,
yerin ve arasındakilerin” şeklinde bir cümle kurarak yerin (yani
dünyanın) uzaydan ayrı olduğunu sanıyor. Oysa yer (dünya) uzayın bir
parçasıdır. İki şeyin arasındakilerden konuşabilmek için o iki şeyin
birbirinden bağımsız olması ve o iki şeyin kendilerine ait bağımsız bir mekana
sahip olması gerek.
Örneğin İstanbul ile Ankara arasında dediğimizde her iki şehrin kendilerine
ait mekanı var ve biz o mekanın sınırlarını algılayabiliyoruz. Bu nedenle
onlar arasında olanlar için bir yorum yapabiliyoruz. Fakat uzay için mekan
terimini kullanamayız. Çünkü uzayın bir sınırı yok ve dünya zaten uzayın
içinde bulunuyor. Dünya ile uzay arasındakiler demek “İstanbul'la Türkiye
arasındakiler” demeye benziyor. Yani mantık hatası.
SONUÇ
Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz. Zariyat 47'deki وَالسَّمَٓاءَ
(Ve-ssemâe) kelimesi evren (uzay) anlamına gelemez. Geliyor derseniz o
zaman yukarıda listesini verdiğim ayetlerin hepsinde kullanılan aynı kelimeyi
evren (uzay) diye çevirmeniz gerek. Bunu yapınca da Rahman 33'deki
uzayın bucaklarını göstermeniz gerek. Bakara 29'daki 7 katlı uzayı
ispatlamanız gerek. Maide 17'de uzayla dünya arasında bir şeyler nasıl
olabiliyor bunlara mantıklı açıklamalar getirmeniz gerek. Bunları yapabilecek
birileri varsa buyursun yapsın bizde inceleyip ona göre karar verelim.
Nevruz eski Farsça kökenli bir kelimedir. Anlamı "yeni gün" yada "gün
ışığı"dır.
Türkiye, Özbekistan, Kazakistan, Pakistan, Türkmenistan, Çin, Kırgızistan,
Kosova ve birçok ülkede kutlanan Nevruz, baharın gelişinin bayramıdır.
İlkbaharın başlangıcını simgeleyen bu bayram Kuzey yarım kürede 22 veya 23
Mart'ta kutlanıyor olsa da 21 Mart'ta kutlandığı bölgeler de vardır.
Türkler ve Kürtler için, Bahai ve Zerdüşt dini mensupları için bu gün
genellikle baharın gelişini temsil ederken, Türklerde aynı zamanda
Göktürklerin Ergenekon'dan çıkışı olarak kutlanır.
Bahar dönencesinde [10] kutlanmaya başlayan bu gün İranlıların yeni yılıdır
[3][4][5] ve aynı zamanda Pers yeni yılı olarak da bilinir. [6][7][8][9]
Nevruz 3000 yıldan beri kutlanmakta olan Pers ve Zerdüştlük kökenli bir
şenliktir. Bu geleneğin tarihi ilahlaştırılan Pers kralı Cemşid'e kadar
uzandığı, yerleşik hayata geçiş sonrası yeni gelen baharı kutlama geleneğini
onun başlattığı söylense de bu geleneği Zerdüştlerin peygamberleri olarak
inandıkları Zerdüşt'ün yayıp koruduğu söylenir.
Nevruz ve Cemşid'e dair bir efsane Şehname'de yer alır. Efsaneye göre; Cemşid,
her şeyi öldüren kışı ortadan kaldırmak için her tarafı elmaslarla donatılmış
bir taht inşa ettirir. Cin ve iblisler tahtı göğe kadar yükseltirler, Cemşid
ve tahtı gökyüzünde güneş gibi parıldayıp ışık saçar, kışı bitirir, sıcakları
geri getirir.
Tüm canlılar onun etrafında toplanır, üzerine elmaslar saçar ve kışın gidip
sıcakların geldiği bu yeni günü (baharı) kutlarlar. [1]
Bu kutlamalar Ahameniş İmparatorluğunda bile vardı. Pers orduları arasında
bulunup onların sefer kayıtlarını tutan Yunan filozof Ksenofon Ahamenişte
kutlanan benzer bir bayramdan ve bunun Persepolis'de bir geleneğe
dönüştüğünden bahsetmiştir.
Baharın yeniden canlandığı bu kutsal günde Ahameniş ulusunun farklı kralları,
kralların kralına hediyeler verdiği anlatılır. Kral 2.Kambises her yıl
düzenlenen Ahameniş festivaline katıldıktan sonra bu gelenek meşruiyet
kazanmıştır.
Nevruz, Ahamenişten sonra gelen 3. hanedanlık olan Part'ların diğer adıyla
Arşak İmparatorluğunun (MÖ 248 - MS 224) resmi tatil günüydü. MS
300'lerde Sasaniler Batı Asya'da güç kazanana kadar Partlar sonbaharda
Nevruz kutlamaya devam ettiler.
Part hanedanlığının hükümdarlığı döneminde Mitra onuruna kutlanan bir Zerdüşt
ve İran festivali olan bahar festivalinin adı Mehregan'dı. [2]
Nevruz kutlamalarına ilişkin kapsamlı kayıtlar, Sasani İmparatorluğu'nun
kurucusu I. Ardashir'in (MS 224-651) üyeliğini takiben ortaya çıktı. Sasani
imparatorları döneminde Nevruz, yılın en önemli günü olarak kutlandı. Halkla
birlikte kraliyet izleyicileri, nakit hediyeler ve mahkumların affedilmesi
gibi Nevruz'un çoğu kraliyet geleneği, Sasani döneminde kuruldu ve modern
zamanlara kadar değişmeden devam etti.
KAYNAKLAR
Firdawsī (2006). Shahnameh:a new translation by Dick Davis, Viking Adult,
2006. p. 7.
John R. Hinnells, "Mithraic studies: proceedings", p. 307
Richard Foltz (2017). "The “Original” Kurdish Religion? Kurdish
Nationalism and the False Conflation of the Yezidi and Zoroastrian
Traditions". Journal of Persianate Studies. Volume 10: Issue 1. pp. 93, 95
Navid Pourmokhtari (2014). "Understanding Iran’s Green Movement as a
‘movement of movements’ ". Sociology of Islam. Volume 2: Issue 3-4. p. 153
Del Re, E. C. (2019). " Minorities and Interreligious Dialogue: From
Silent Witnesses to Agents of Change". In Volume 10: Interreligious
Dialogue.
Mary Boyce, A. Shapur Shahbazi and Simone Cristoforetti. "NOWRUZ".
Encyclopaedia Iranica Online
Keelan Overton and Kimia Maleki (2021). The Emamzadeh Yahya at Varamin: A
Present History of a Living Shrine, 2018–20 . Journal of Material Cultures
in the Muslim World. Volume 1: Issue 1-2. p. 137
Michal Fux and Amílcar Antonio Barreto. (2020). "Towards a Standard Model
of the Cognitive Science of Nationalism – the Calendar ". Journal of
Cognition and Culture. Volume 20: Issue 5. p. 449
"International Nowruz Day". United Nations.
●►Patreon'dan Üye Olarak Destek Olmak İçin: PATREON ●►Youtube 'Katıl': KATIL