HABERLER
Dini Haber
Arkeolojik keşif etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Arkeolojik keşif etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

EBERS TIP PAPİRÜSÜ

Hazırlayan: A.Kara

EBERS PAPİRÜSÜ

Ebers Papirüsü, Mısır tıp tarihinin en eski ve en kapsamlı kayıtlarından biri olarak kabul edilir. Antik Mısır'ın tıp dünyasına bir pencere açarak hem bilimsel (rasyonel yöntemler) hem de büyü içeren dini (irrasyonel yöntemler) metotların karışımını yansıtır. Neredeyse beş kez kapsamlı bir şekilde incelenmiş ve yeniden çevrilmiştir. Eski Mısır'ın M.Ö.14-16. yüzyıllarının kültürel yapısına dair çok fazla fikir verdiği için önem kazanmıştır.

Ebers papirüsü hastalıklar ve yaralanmalar için 842'den fazla tedavi içeren eski bir tıbbi belgedir. Bu metinler özellikle kalp, solunum sistemi ve diyabet odaklıdır.

Bu papirüs 21 metre uzunluğunda ve 30 cm genişliğindedir. 22 satıra bölünmüştür. Adını ünlü Mısırbilimci Georg Ebers'dan almıştır. Bu papirüsün MÖ 1550-1536 yılları arasında, I. Amenopis döneminde hazırlandığı tahmin edilmektedir. Şu anda Almanya'da Leipzig Üniversite'sinin kütüphanesinde bulunmaktadır.

Ebers Papirüsleri pek çok tıbbi bilgiyi kapsıyor olsa da bu tedavilerin nasıl keşfedildiğine dair sadece bir avuç belge bulunmaktadır. Georg Ebers tarafından satın alınmadan önce Teb'in Tıbbi Assasif Papirüsü olarak biliniyordu. Georg Ebers'in eline nasıl geçtiğinin hikayesi ise, papirüsün bahsettiği tıbbi ve ruhsal tedaviler kadar harikadır.

Efsaneye göre 1872'de Georg Ebers ve zengin yardımcısı Herr Gunther,  Luksor'da (Teb) nadir bulunan bir koleksiyon mağazasına adım attı. Mağaza sahibi Edwin Smith adlı bir koleksiyoncuydu. Mısırbilim camiasında dolaşan söylenti Ebers'in bu papirüsü esrarengiz bir şekilde elde ettiği yönündeydi.

Ebers ve Gunther geldiğinde Smith onlara mumya bezine sarılı tıbbi metinler içeren bir papirüs sundu. Bu papirüsün Nekropolis'in El-Assasif semtinde, bir mumyanın bacakları arasında bulunduğundan bahsetti. Ebers ve Gunther bu papirüsü satın aldı ve ilk olarak 1875'te Faksimile adıyla yayınladı.

Ebers, bu tıbbi bilgiler içeren papirüsleri çoğaltarak hiyerogliflerin İngilizce ve Latince'ye çevirileri de dahil olmak üzere iki farklı cilt renkli fotoğraf ile yayınladı. Yayınlanmasından kısa bir süre sonra, 1890'da Joachim bunların Almanca çevirisini çıkardı ve ardından 1917'de H. Wreszinski tarafından rahip sınıfına ait metinlerin hiyerogliflere çevirisi yapıldı.

Papirüsler 4 kez daha farklı bilim insanları tarafından İngilizceye çevrildi. İlk çeviriyi 1905'te Carl Von Klein, ikinciyi 1930'da Cyril P. Byron, üçüncüyü 1937'de Bendiz Ebbel, dördüncü ve son çeviriyi doktor ve bilim insanı Paul Ghalioungui'ni yaptı. Tüm bu çeviriler sayesinde antik Mısır'ı anlamak biraz daha kolaylaştı.

Antik Mısır'da tıbbın iki kategoriye ayrıldığını, birinin bilimsel, akılcı yöntemler, diğerinin ise muska, büyü, mısır tanrılarına yazılmış büyülü sözler gibi dini-büyülü inançlara yönelme olduğunu belirtmiştim. Toplumda sihir, din ve tıbbi sağlık yöntemleri arasında güçlü bir ilişki vardı. Bakteri, virüs gibi kavramlar yoktu, bunların boşluğunu tanrıların kin ve öfkesine olan inanç doğuruyordu. Hastalığın temel nedeni bu sayılıyordu.

Ebers Papirüsü MÖ 16. yüzyıla (MÖ 1550-1536) tarihlendirilse de, metnin MÖ 1995-1775 aralığındaki 12. Mısır Hanedanlığı'na tarihlenen daha eski kaynaklardan kopyalandığına dair dil bilgisel kanıtlar bulunmaktadır. Ebers Papirüsü, hiyerogliflerin kısaltılarak el yazısı ile yazıldığı hiyeratik biçiminde yazılmıştır. Kırmızı mürekkeple yazılmış 877 bölüm başlığı bulunur ve kalan kısımları siyah ile yazılmış metinleri içerir.

1 den 110'a kadar numaralandırılmış olan Papirüs 108 sütun içerir. Her sütun ise 20 ila 22 satırlık metin içerir. Papirüs metni I.Amenophis dokuzuncu yılında yazıldığını gösteren bir takvimle sona erdiği için, MÖ 1536'da yazılmış olması da muhtemel.

Papirüs, anatomi, fizyoloji, toksikoloji, büyüler ve diyabetle nasıl başa çıkılacağı hakkında pek çok bilgi barındırır. Ek olarak hayvan kaynaklı hastalıkların, bitki kaynaklı tahrişlerin ve mineral toksinlerin nasıl tedavi edileceğinden de bahseder.

Metinlerden görülen o ki dönem insanları lapa, krem ve çeşitli yollarla hastalıkları tedavi etmeye odaklanmışlar. 842 sayfada bitkisel ilaçlar ve bunların reçeteleri yazılmıştır. Bunlar farklı rahatsızlıklar için kullanılabilecek 328 karışımdan bahseder. Bununla birlikte bu karışımların yönergeleri yazılmadan önce test edilip edilmediğine dair neredeyse hiç kanıt yoktur. Ayrıca söz konusu karışımların tanrılarla ilişkili belirli bileşenlerden oluşmuş olabileceğine dair spekülasyonlar var.

Arkeolojik, tarihsel ve tıbbi kanıtlar antik Mısırlı şifacıların hastalarını bilimsel yöntemlerle tedavi etmek için bilgi ve beceriye sahip olduğunu ortaya çıkarmıştır. Ancak rasyonel yöntemlerin yanında büyülü-dini uygulamaları dahil etme ihtiyacının da var olduğu görülmektedir. Bu belki de kültürel bir gereklilikti. Bilimsel yöntemler işe yaramadığında şifacıları uyguladıkları tedavinin neden işe yaramadığını açıklamak için dine-maneviyata güveniyorlardı. Soğuk algınlığı için uygulanan, günümüzce oldukça komik olarak algılanacak sözler içeren bir şifa büyüsünün çevirisi buna güzel bir örnektir:

"Dışarı ak, kokuşmuş burun, dışarı ak, burnu kokuşmuşun oğlu! Kemikleri kıran, kafatasını yok eden ve kafanın yedi deliğini hasta eden sizler dışarı akın!" (Ebers Papirüsü, 763.satır)

Mısırlılar, kalp ve kardiyovasküler sisteme de önem veriyorlardı. Çünkü kan, gözyaşı, idrar ve meni gibi vücut sıvılarının düzenlenmesinden ve geçişinden kalbin sorumlu olduğuna inanıyorlardı. Ebers Papirüsü, insan vücudunun her yerine bağlanmış kan sağlayıcıları ve damarları kapsayan “kalpler kitabı” adı verilen tam bir bölüm içerir. Ayrıca kalbi etkileyen depresyon ve bunama gibi zihinsel rahatsızlıkları da listeler.
Şaşırtıcı gelebilir ama Ebers Papirüs'ü ayrıca doğum kontrolü, gebelik teşhisi, jinekoloji, gastrit, parazitler, cilt problemleri, göz problemleri, kanserli tümörlerin cerrahi tedavisi ve kemik yerleşimi gibi konularla ilgili çeşitli bölümleri de içeriyor.

Birçok hastalığı tanımlayan papirüsün bir bölümü akademisyenlere göre diyabetin tespitini anlatmakta. Bendix Ebbell gibi bilim insanları Ebers Papirüsünün 19. başlığındaki semptomların diyabet ile paralellik gösterdiğine inanıyorlar. İlgili Ebers metninin tercümesi şöyledir:

"Varlığının merkezinde hasta olan birini incelerseniz ve bedeni hastalıktan sınırlarına kadar küçülmüşse; Eğer onu muayene etmezseniz ve vücudunda, kaburgalarının yüzeyi dışında hap gibi olan bir hastalık bulursanız o zaman evinizde hastalığa karşı (büyülü sözler) bunu okumalısınız; daha sonra onu tedavi etmek için gerekli malzemeleri de hazırlamalısınız: Elephantine'in kan taşı, toprak, kırmızı tahıl ve keçiboynuzunu yağ ve balda pişirin. Susuzluğunu bastırmak ve ölümcül hastalığını iyileştirmek için dördüncü sabah bunları yemelidir." (Ebers Papirüsü, 197.Başlık, 39.Sütun, 7.Satır)

Papirüsteki metinlerde yazan birkaç tedaviye daha bakalım.

Doğum kontrolünü sağlamak için hurma, akasya ve bal karışımını bir yüne sürerek bunu rahim ağzına yerleştirmek; ki günümüzde benzeri sayılabilecek yöntemler vardır.

Gine kurdu hastalığının tedavisi şöyle yazılmış:
"Solucanın çıkan ucunu bir çubuğun etrafına sarın ve yavaşça dışarı çekin." 3,500 yıl sonra bile bu rahatsızlık aynı şekilde tedavi ediliyor.

Ebers Papirüsünden bazı bölümler bazen bir büyülü şiir olarak okunsa da, modern tıp metinlerine benzeyen ilk teşhis girişimlerini de içerdiği açıktır. Ebers Papirüsü gibi diğer birçok papirüs metni teorik dualar olarak değil eski Mısırlıların kültürü ve zamanıyla ilgili pratik rehberler olarak görülmelidir. Neticede bu metinler insanların acı çekmesine tanrıların neden olduğu düşünülen bir dönemde, hastalık ve yaralanmaların tıbbi tedavileri olarak yazılmıştı.

Bu ve benzeri çeşitli belgeler olmasaydı bilim insanları ve tarihçiler yalnızca mumyalara, sanat eserlerine ve mezar kalıntılarına sahip olacaklardı. Fakat belgeye dair bazı şüpheler de var.

Bu şüphelerden biri hatalı çeviri ihtimalidir. Keşfedildiği günden bu yana Ebers Papirüsünü tercüme etme girişimleri göz önüne alındığında, yazıların çoğunun her çevirmenin önyargısı nedeniyle yanlış yorumlanmış olabileceğinden şüphelenenler de vardır.

Bununla birlikte, antik Mısır şifacılarının çok yetkin olduğuna dair daha fazla kanıt ortaya çıkarmak için Mısır mumyaları üzerinde anatomik ve radyolojik çalışmalar yapılmıştır. Bu çalışmalar antik Mısır cerrahlarının ameliyat ve amputasyona, yani uzuv kesmeye yatkın olduğunu doğrulayan iyileşmiş kırıklar ve uzuvlar ortaya çıkardı. Ayrıca Mısırlıların ayak başparmakları için yaptıkları antik protezler onların bu konuda ile de uğraşmış, kendilerini farklı alanlarda gelişmiş olduklarını ortaya çıkardı. Sandalete benzeyen bu başparmak protezlerinin amacı belliydi, genetik olarak yada bir kaza sonucu ayak parmağı olmayan kişilerin yürümesini sağlamak.

[Üçüncü Ara dönemden (yaklaşık MÖ 1070-664) bir mumyanın dibinde bulunan kartonajdan* yapılmış protez ayak parmağının ahşaptan yapılmış kopyası.]

Mumyalardan alınan doku, kemik, saç ve diş örnekleri, dokubilimi (histoloji), bağışıklık göze kimyası (immünsitokimya) testleri ile incelenmiş, ayrıca antikor-enzim bağlantısını incelemeyi amaçlayan ELISA** testine tabi tutulmuş ve DNA analizleri yapılmıştır. Bu testler, mumyalanmış bireyleri etkileyen bazı hastalıkların belirlenmesine yardımcı oldu. Kısa süre sonra keşfedilen şey şu oldu; Mezardan çıkarılan mumyalarda bulunan bazı hastalıklar, papirüslerin tıbbi metinlerinde listelenen ilaçlarla tedavi edilebilmişti. Bu durum Ebers Papirüsü gibi metinlerde listelenen tüm ilaçların olmasa da en azından bazılarının etkili olabildiğini kanıtlamış oldu.

Böylece Ebers Papirüsü gibi tıbbi papirüsler, Mısır tıp biliminin kökenlerine dair kanıtlar sağlamış oldu. Onların sahip olduğu işe yarayan yada yaradığı zannedilen tüm bu bilgiler nesilden nesile aktarılıyordu.

Ebers Papirüsünün ve var olan diğer birçoklarının daha ileri düzeyde incelenmesi, bilim insanlarının eski Mısırlıların erken tıbbi bilgilerindeki maneviyat ile bilim ilişkisini fark etmelerine, detaylandırmalarına olanak tanıyacağı gibi geçmişte bilinen ve nesiller boyunca aktarılarak devam eden bilgilerin anlaşılmasını sağlar. Neticede her şeyin 21. yüzyılda yaratıldığını ve daha önce benzer alanda hiçbir uğraş verilmediğini varsaymak mantıksız olurdu; ki arkeolojik keşifler de zaten bunu gösteriyor.

Zaten sizlerin de bildiği üzere kocakarı ilacı dediğimiz her tedavi yöntemi tamamen bilimdışı değildir. Bunlar içinde bulunulan dönemin şifa arayışlarının sonucudur. O yüzden bazı istisnalar dışında eski insanların tıbbi ilaçlarını görmezden gelmek pek mantıklı değildir. İçinde bulunduğumuz dönemde en kötü hastalıkların bile birçoğu tedavi edilebiliyor. Ancak tedavi edemediklerimiz de var. Üstelik uyguladığımız bilimsel yöntemler 21. yüzyılda yaşayan insanlar için harika olarak görünse de 45. yüzyılda yaşayacak olanlar muhtemelen geriye dönüp baktığında bizim bugünkü yöntemlerimizi çok basit bulacaktır.

Bir düşünsenize 2000 yıl sonra günümüz tıbbı hakkında şöyle bir açıklama yapılıyor:

"Keşke 21.yy insanları dalak ve apandisin vücudun en önemli parçaları olduğunu bilselerdi. O zaman onları acemi tıpçılar olarak görmezdik."

NOTLAR
*Kartonaj, Mısır'da mumyaların maske ve tabutlarının yapıldığı, tutkallı keten veya papirüsten oluşan malzemedir.
**ELISA, Enzyme-Linked ImmunoSorbent Assay testinin İngilizce kısaltmasıdır. Antijen-antikor ilişkisini, antikora bağlanmış bir enzimin aktivitesini araştırmak temeline dayanan kantitatif ölçüm yöntemidir.

TÜRKİYE'DE BULUNAN YUNAN YILAN SUNAĞI

Hazırlayan: A.Kara


ANTİK YUNAN'IN YERALTI TANRILARI İÇİN YAPTIĞI YILAN SUNAĞI BULUNDU


Yılanlar eski uygarlıkların en popüler ve en korkulan sembollerinden biridir. Son zamanlarda Türkiye'de gizemli bir Yunan yılan sunağı keşfedildi ve arkeoloji camiasında büyük heyecan yarattı. Sunak 2000 yıl öncesine dayanıyor ve uzun süredir terk edilmiş olan Patara'da (Antalya, Kaş'ta) bulundu.
Mermerden oyulmuş Patara Rum Yılan Sunağı silindirik şekilde ve mükemmel durumdadır. Görünüşe göre sunağın etrafına dolanan bir yılan tasvir edilmiş ve Yunan harfleriyle oyulmuştur.
Sunak buluntusu muhtemelen yeraltı tanrılarına tapınmayla bağlantılıydı ve Greko-Romen dünyasının (M.Ö. 332 - MS 395) dinine ve ayinlerine yönelik  yeni bakış açıları kazandırdı.

Yunan yılan sunağı Türk arkeologlardan oluşan bir ekip tarafından Antalya'da ilinin Patara Antik Kenti'nde yapılan bir kazıda bulundu. Uzmanlar Roma surlarının ve Patara hamamlarının yakınında çalışırken şaşırtıcı bir şeyle karşılaştılar. Kazı liderlerinden Antalya Bilim Üniversitesi'nden Dr. Mustafa Koçak “Patara'da ilk kez yılan şeklinde bir sunak bulduk” dedi.
Patara, Bronz Çağı'nda Luvice konuşan halkların yaşadığı tarihi Likya bölgesinin ana limanı ve ticaret merkeziydi. Helenistik bir şehir olarak, Yunan şehir devletlerinin ittifaklarından biri olan Likya Birliği'nin başkentiydi. Patara, Roma İmparatorluğu'nun bir parçası olmuş ve MS 13. yüzyıla kadar önemli bir şehir olarak kalmıştı.
Pek çok farklı kültüre ev sahipliği yaptığından "medeniyetlerin beşiği" olarak kabul edilir. Dahası Patara'nın Noel'in kökeni ile de bağlantısı vardır!

Sunaktaki yılan figürü arkeologların Patara harabelerinde sıklıkla karşılaştıkları yılan motiflerine çok benziyor. Kentte yaşayan eski insanlar muhtemelen bu yılanlara aşinaydı ve bilindiği üzere yılanlar dünyadaki birçok kültürde kutsal kabul edilirdi.

Yaklaşık 2000 yaşındaki bu sunak Patra’nın Roma egemenliği dönemine tarihleniyor. Dr. Koçak “yılanın yeraltı tanrılarını simgelediğini düşündüklerini” söyledi. Bunlar ölüler diyarında yaşayan tanrılardı. Ayrıca tarımla da ilişkilendirildiler. Bu dönemde Patara halkı çok tanrılıydı ve çok çeşitli tanrılara tapıyordu. Bununla birlikte yeraltı tanrıları en önemlileri arasında olurdu.

Eldeki belgelere bakıldığında bu sunakta tanrılara adaklar verildiğine inanılıyor. Bunlar da ekmek ve et gibi gıda maddelerini içeren adaklar. Bu adakların da yeraltı tanrılarını sakinleştirmek için verildiği aktarılıyor. Patara'nın eski halkı, güçlü ve korkunç yeraltı tanrılarını yatıştırmak için muhtemelen bu sunakta adaklar veriyordu. Eğer bu tanrılar kızar ve yatıştırılamazsa felakete neden olabileceklerine inanılıyordu.

Yeraltı tanrıları ölüler üzerinde hüküm sürdüğü için Yunan yılan sunağının cenaze törenleriyle ilgili olma ihtimali de var. Sunak, ölüleri onurlandırmak için düzenlenen ayinlerde kullanılmış da olabilir. Böylece yeraltı tanrılarının ölüyü iyi karşılamasını güvence altına almak ve ölüye olumlu bakmalarını sağlamak amaçlanmış olabilir.

Bu tür Yunan yılan sunakları Türkiye için ilk değildir fakat Patara için bir ilktir. Koçak, Archaeology News Network'e “Muğla'nın bazı antik kentlerinde de benzer keşifler yapıldı” dedi. 2018 yılında arkeologlar Muğla bölgesinde zamanının en zengin ve en ünlü balıkçısı olan Yunan balıkçı Phainos'un köşküne ait olduğu doğrulanan arkeolojik kalıntılar ve mozaikler buldular.

Yunan yılan sunağı keşfi araştırmacılara Patara'nın daha geniş bölgelerle nasıl etkileşim kurduğuna ve Patara'nın komşularıyla benzer temel dini uygulamaları paylaştığına dair fikir vermekte. Archaeology News Network, Dr. Koçak'ın “bu sunak Patara'daki insanların dış dünya ile ilişkilerini tasvir ediyor” dediğini aktarıyor.

Bulunan yılan sunağı koruma amacıyla kazı alanından kaldırıldı. Muhtemelen gelecekteki bir tarihte sergilenecek.

Tıpkı Patara'daki Yunan Yılan Sunağı gibi farklı keşifler de yapılmıştır. Örneğin aşağıda görülen, yılan tarafından sarılmış insan bedeni şeklindeki mezar anıtı da güney-batımızda, Büyük Menderes Nehri'nin ağzına yakın bir antik kent olan Milet'te bulunmuş ve MÖ.1.yy'a tarihlenmiştir. Fakat Ülkemizde bulunmuş olan bu önemli eser neden Berlin'deki Neues Müzesi'ndedir, o kısmını anlayabilmiş değilim..

SIRA DIŞI KANATLI YARI İNSAN FİGÜRÜ

Hazırlayan: A.Kara
mitoloji, Arkeoloji, Arkeolojik keşif, Sıra dışı kanatlı yarı insan figürü, Elamit figürleri,Kanatlı insan figürü, Yarı hayvan yarı insan, Eski putlar, Eski İran sanatı,

SIRADIŞI KANATLI YARI İNSAN FİGÜRÜ

Bu sıradışı figür çeşitli yönleriyle benzersizdir. Doğaüstü güçlere sahip kanatlı yarı insan yarı hayvan bir yaratığı temsil eder. Gümüş ve elektrumdan yapılmıştır ve geçmişi M.Ö. 3.000'in ikinci yarısına kadar uzanır.

Figür kafanın tepe noktasına kadar yaklaşık 12 cm yüksekliğindedir.

Görebildiğiniz gibi sol dizi üstüne çömelmiş, yüzünü hafifçe yukarı doğru yönlendirmiş ve her iki kolunu öne doğru uzatmıştır.
Tüy şekillerinin kazındığı ve elektrumdan yapılmış bir çift büyük kanat üst kollarının her iki tarafından dışarı çıkar. Her kolunun ucunda dört tane tırnak vardır. Figürün kılları sırtındaki balıksırtı benzeri bir desenle gösterilmiş olup, alın ve kulaklar ile boynun tabanı da dahil olmak üzere yüzü ince elektrum tabakası ile kaplanmıştır.

Her iki bacağı sağda ve sola gösterilen şekilde katlanmış durumdadır. Her uzuv ucunda toynaklı hayvan tipinde bir yapı vardır. Figürün sağ kolunda tırnağın tabanı öne doğru bakarken, sol kolunda tırnağın tabanı karına doğru bakacak şekilde durmaktadır.
Başın iki adet üç çatallı öküz boynuzu vardır ve hafif dalgalı saçlar ortada bölünerek arkaya salınmıştır.

Mevcut arkeolojik keşiflere dayanarak, bu boynuz tipinin benzer bir örneği henüz bilinmemektedir. Ancak İran'ın güneyinde Mezopotamya stilini temsil eden benzer heykel örnekleri vardır. Bunlardan biri MÖ. 3.000'lerde Elam'dan çıkarıldığı düşünülen bir figürdür.

Yukarıda bahsettiğimiz yaratık, genellikle bir insanın kafasına, bir öküz veya aslan vücuduna ve bir kuşun kanatlarına sahip olarak betimlenen Asur koruyucu tanrısı Lamassu ile biraz benzerdir (Aşağıdaki görsel).

Yarı çıplak figürler eski Batı Asya sanatında da yaygın olarak görülür ve büyük kuşak ve etek giyen figürlerdeki çömelme veya düz duruş özellikle İran'ın güneydoğusundaki silindir mühürlerinde ve taş kaplarında sıkça görülmektedir.

mitoloji, Arkeoloji, Arkeolojik keşif, Sıra dışı kanatlı yarı insan figürü, Elamit figürleri,Kanatlı insan figürü, Yarı hayvan yarı insan, Eski putlar, Eski İran sanatı,

MUĞLA'DA 2.300 YILLIK ANTİK TABLET BULUNDU

Derleyen & Çeviren: A.Kara
A, Arkeoloji, Antik tarih, tarih, Muğla'da tablet bulundu, Arkeoloji Türkiye, Arkeolojik keşif, Türkiye'de taş tablet bulundu MUĞLA'DA ANTİK ÇAĞA DAİR ÖNEMLİ BİR BELGE NİTELİĞİNDEKİ TABLET BULUNDU

Muğla ilindeki bir okulun bahçe duvarı içerisinde antik Yunan alfabesine sahip 2.300 yıllık bir tablet şans eseri keşfedildi.

Duvardan güvenli bir şekilde çıkarılan tabletin 3. yüzyıldan kalma olduğu ortaya çıktı. Arkeologlar bu tabletin başlangıçta bir heykele bağlı olduğuna inanıyorlar ve tabletin bir kısmının kırıldığını ve okunamadığını belirttiler.

Şimdilik eser hakkında çok fazla şey bilinmemekle birlikte, antik çağlarda tarihi öneme sahip olan bir bölgede bulundu.

Anadolu'da eski zamanlarda, güneydeki Menderes ve Dalaman (İndus) nehirleri arasındaki bölgeye Karya denirdi. Sakinleri Karyalılar ve Leleglerdi. Homer tarafından yazılan "İlyada" da Karyalılar, Truvalılar ile işbirliği içinde ortak seferlerle ülkelerini Rumlara karşı savunan, Anadolu’nun yerlileri olarak tanımlanırlar.

Antik bir Karya kenti olan Muğla'nın, bölgedeki Antik Yunan sömürgecileri tarafından yerleşilene kadar Mısırlılar, Asurlar ve İskitlilerden oluşan topluluklar tarafından baskınlara maruz kaldığı bilinmektedir.


Yunanlılar bu kıyılarda uzun süre yaşadılar ve Knidos (Datça Yarımadası'nın sonunda), Bodrum (Halikarnassos) gibi önde gelen şehirlerin yanı sıra Bodrum yarımadasının sahili boyunca ve iç kesimlerinde Fethiye'nin Telmessos, Xanthos, Patara ve Tlos kentlerini de kapsayan şehirler kurdular.

Sonunda sahil Büyük İskender'i yenen Persler tarafından fethedildi ve Karia'nın satraplığına son verdi(Satraplık: Bir satrapın yönetimi altındaki bölge).

Daha sonra il, Ege Adaları, Girit ve Venedik ve Mısır'a kadar ticaret yaparak önemli bir deniz gücü haline geldi. Menteşe döneminde Türk yerleşim yeri genellikle Kütahya-Tavas ekseni boyunca yer alan göçlerle gerçekleşmiştir.

Muğla 1390'da Osmanlı İmparatorluğu tarafından ele geçirilmişti ancak sadece on iki yıl sonra, Tamerlane ve güçleri Ankara Savaşı’nda Osmanlı'yı yendi ve diğer Anadolu beylikleri için yaptığı gibi, bölgenin kontrolünü eski yöneticileri olan Menteşe Bey’lere geri verdi. Muğla 1451'de Sultan II. Mehmed tarafından tekrar Osmanlı kontrolü altına alındı. Osmanlı döneminde bölgedeki en önemli olaylardan biri Marmaris'ten başlatılan Rodos'a karşı Kanuni Sultan Süleyman tarafından başlatılan seferlerdi.

Özalp, "Tabletin, şehre hizmet eden birini onurlandırmak için yazılmış olması ve kişiye teşekkür etmek için bir heykelin yanına yerleştirilmiş olması mümkün olabilir" dedi ve tabletin kesin tarihinin müze uzmanları tarafından yapılacak analizlerle belirlenebileceğini söyledi.

İZMİR'DEKİ 2.400 YILLIK ANTİK TİYATRO KAZILARI

Türkiye'deki antik yerler,İzmir antik tiyatrosu,Türkiye tarihi yerler,Tarihi İzmir tiyatrosu, Arkeoloji, Arkeolojik keşif, A,
TÜRKİYE'DE YATAN ESKİ TARİH: İZMİR'İN ANTİK TİYATROSU

Kazı yapan araştırmacılar İzmir'in kentsel alanı içinde bulunan bir tepe olan Kadifekale'nin yanında yer alan yaklaşık 2.400 yıllık antik kentin tiyatrosunun bir kısmını ortaya çıkardılar.

Kazılar sırasında İzmir Tiyatrosu'nda hayranlık uyandıran arkeolojik keşiflere imza atıldı. Bu kazıda dönemin ünlü sanatçılarının görünümünü gösteren pişmiş toprak figürleri buldular.

DEÜ Arkeoloji Bölümünün ve İzmir Antik Kent Kazı şefi Prof. Dr. Akın Ersoy yaptığı açıklamasında Kemeraltı ile Kadifekale arasındaki bölgenin İzmir'in 8.000 yıllık yerleşim tarihinin son zinciri olduğunu söyledi.

Tiyatro yaklaşık 19.000 kişilik bir kapasiteye sahipti ve üçüncü yüzyılda inşa edilmişti. Yapı 700 yıl boyunca halka hizmet etmişti ve birçok oyuna, dini ayine ev sahipliği yapmıştı.

Antik tiyatroda kazılar 2012 yılında başlamıştı ve bu kazılarla bulunan birçok görkemli yapı şehirler arasındaki rekabetin ilk izlerini ortaya çıkarmıştır. Prof. Ersoy’un da dediği gibi İzmir tiyatrosunun büyüklüğünün Efes’teki tiyatronun büyüklüğü ile rekabet edebileceği ve yapının özelliklerinin dönemin sosyal, kültürel ve politik yaşamına ışık tuttuğu gayet nettir.


Konuyla ilgili Prof. Dr. Akın şöyle diyor:
“Bu bir tiyatrodur ve oyunlar burada sahnelenmiştir. Arkeolojik kazılarda birçok figürün parçasını bulduk. Oyuncuların figürlerinin onların hayranları olan insanlar tarafından tutuldukları açıktı.

Bu tür figürler tiyatrolarda görülebilir. Geçmişte fotoğrafın olmadığını düşünürsek o dönemde yaşayan ve hayran olan insanların anılarını saklamasının bir yoluydu bu. Örneğin İzmir Agora'daki duvarlara resimleri ile birlikte gladyatörlerin isimleri yazılmıştı. Onları seven ve destekleyen bazı insanlar olduğu anlaşılıyor. Onları bir hayran kulübü olarak tanımlayabiliriz.

Ancak İzmir Tiyatrosu'nun sadece sanat etkinliklerine değil sosyal toplantılara ve ayinlere de ev sahipliği yaptığını belirtmek önemlidir. İzmir, Batı Anadolu’da inşa edilen en büyük yedi St.Jean kilisesinden birini barındıran ve ilk Hristiyan topluluklarına ev sahipliği yapan şehirlerden biridir. Bir Hristiyan piskoposu ve toplumun liderlerinden olan Polikarp da ikinci yüzyılda bu bölgede yaşamıştır.

Burada MS. 2.yy'da, Paganizm döneminde Romalıların inandığı tanrılar bulunmakta. Kıtlık olduğu zaman tanrılarına dua ediyorlardı. Fakat işe yaramıyordu. İnsanlar Polikarp'ın bu duruma bir çözüm bulmasını istediler. Bunun üzerine o da İzmir Tiyatrosu dua etmeye gitti. Daha sonraki yıllarda ise Polikarp öldürülmüştü."

Yazan: A.Kara

BİLİNMEYEN BİR İNSAN ATASI MI BULUNDU?

Hazırlayan: A.Kara
Bilimsel, İnsan atası, İnsan ataları, Evrim, Evrim süreci, Neandertal, A, Melez insan türü, Yeni insan atası, Arkeolojik keşif, Eski insan türleri, Antik atalarımız,

YENİ BİR İNSAN ATASI MI KEŞFEDİLDİ?

Bilim adamları insan evriminin gizemini çözmek için yapay zekayı kullanıyorlar. AI'nın (yapay zeka kurumu) son raporuna göre modern insan DNA'sına ışık tutabilecek bilinmeyen yeni bir insan atası bulunmuş olabilir.

Geçen yıl da araştırmacılar beklenmedik bir şekilde Denisovan genetik karışımının iki ayrı bölümünü keşfetmişti.

İki ayrı modern insan grubunun Denisovan soyundan geldiğini, Okyanusya'dan ve Doğu Asya'dan gelen bireylerin genomlarının iki ayrı Denisovan karışımına sahip olduğunu ancak benzersiz bir şekilde farklı olduklarını belirlediler.

Bilim adamları Denisova mağaralarında bir melez bulduğunda atalarımızın hikayesi daha da karmaşık hale geldi. Yapılan incelemelerde Neandertal anne ve Denisovan babanın bir çocuğu olduğu ortaya çıktı. Bu da daha genel bir sorgulama sürecinin parçası olmuştu.

Günümüzde ise modern insanın DNA analizini yapan araştırmacılar soyu tükenmiş olan türlerin Afrika'nın dışındaki insanlardan ve Asya'daki modern insanlardan kırılarak melezleştiğini gösteriyor.

Evrimsel Biyoloji Enstitüsü baş araştırmacısı ve UPF bölüm başkanı Jaume Bertranpetit konuyla ilgili şöyle diyor:

"Yaklaşık 80.000 yıl önce,sözde Afrika dışında halihazırda modern insanlardan oluşan insan nüfusunun bir kısmı Afrika kıtasını terk edip diğer kıtalara göç ederek mevcut tüm popülasyonu ortaya çıkardı.

O zamandan beri modern insanların Afrika hariç tüm kıtalarda Neandertallerle ve Okyanusya'daki Denisova'larla ve muhtemelen Güneydoğu Asya'daki insanlarla birleşip melez türleri var ettiğini biliyoruz."

Bununla birlikte üçüncü bir atanın bir zamanlar insanların yanında yaşadığı fikri şimdiye kadar sadece bir teoriydi fakat AI araştırmacılarının çalışmaları onların varlığının onaylanmasına yardımcı olabilir.

CNAG-CRG’nin baş araştırmacısı Oscar Lao şöyle diyor:

"Bu da ancak memelilerdeki sinir sisteminin çalışma biçimini taklit eden, verili bir görevi gerçekleştirmek için önemli olan kalıpları tespit etmekte uzmanlaşmış ve farklı yapay nöronlarla çalışan bir algoritmanın yardımı ile yapılabilir.

Bu özelliği yüz binlerce simülasyon aracılığıyla elde edilen genomlar aracılığı ile insan demografisini tahmin etmeyi öğrenmek için algoritmayı elde etmek için kullandık. Ne zaman bir simülasyon çalıştırsak insanlık tarihinde olası bir yol boyunca ilerliyoruz. Simülasyonlardan her biri atalarımıza ait bulmaca parçalarından hangilerinin birbirine uygun olup olmadığını gözlemlememize izin verir."
(Buna derin öğrenme analizi deniyor)

Genomik Düzenleme Merkezi'ne göre "nesli tükenmiş bir insansı, insanlık tarihine açıklık getirebilir."

Derin öğrenme analizi soyu tükenmiş insansıların muhtemelen Neandertal ve Denisovan topluluklarının soyundan geldiğini ortaya koymuştur.

Tartu Üniversitesi'nden araştırmacı Mayukh Mondal bir açıklamasında şöyle diyor:

"Teorimiz Denisova'da yakın zamanda keşfedilen melez insan numunesi ile aynı zamana denk geliyor ancak henüz diğer olasılıkları ekarte edemiyoruz."

5500 YILLIK SÜMER YILDIZ HARİTASI

Arkeolojik keşif, Sümer tabletleri, Sümer yıldız haritası, Sümer yıldız haritası tableti, A, Arkeoloji, Sümerler, Sümer medeniyeti, Sümer gök bilimi, Gök bilimi, Yıldızların hareketleri, tarih,
ANTİK SÜMER'İN 5.500 YILLIK YILDIZ HARİTASI TABLETİ KÖFELS OLAYINI NASIL AÇIKLIĞA KAVUŞTURDU?

M.Ö. 650'de sümerlerin yıldız haritası olarak kullandıkları yuvarlak taş döküm tablet 19. yüzyılın sonlarında Irak'ın Ninova kentinde bulunan Kral Asurbanipal'ın yeraltı kütüphanesinde keşfedildi. Bunun bir Asur tableti olduğu düşünülüyordu ancak bilgisayar analizi sonrası tabletin M.Ö. 3300’deki Mezopotamya’nın gökyüzü ile eşleşti. Böylece tabletin Asurlardan çok daha eskiye dayandığı Sümer kökenli olduğu ortaya çıktı.

Tablet en eski astronomik alet olan "Usturlap" dır. Taş üzerine kazınmış, işaretlenmiş açılı ölçü birimleri olan, disk şeklindeki bir yıldız grafikten oluşur.

Ne yazık ki bu tablette bulunan gökyüzü haritasının önemli kısımları eksiktir (yaklaşık% 40). Bu da Ninova'nın yağmalanmasının sebep olduğu hasarlardan biridir. Tabletin arkasında ise herhangi bir yazı bulunmamaktadır.

Yine de modern bilim insanları tarafından incelenen İngiliz Müzesi koleksiyonundaki K8538 numaralı çivi yazısı tablet ("Planisphere (Gökyüzü haritası)" olarak bilinir) sofistike Sümer astronomisinin varlığına dair olağanüstü bir kanıt sunuyor.

2008 yılında Alan Bond ve Mark Hempsell isimli iki yazar "Kofels'in Etki Olayının Sümer Gözlemciliği" adıyla tablet hakkında bir kitap yayınladılar.

Arkeolojik çevrelerde bir fırtına etkisi yaratarak çivi yazısı metnini yeniden çevirdiler ve tabletin eski bir asteroidden bahsettiğini ve Köfels'in Etkileyenin de bu olduğunu söylediler (Bu asteroidin Avusturya'yı M.Ö. 3100 civarında vurduğunu söylediler).

Avusturya'daki Köfels'te bulunan dev toprak kayması, 500 metre kalınlığında ve beş kilometre çapındadır. Jeologlar 19. yüzyıldan beri inceliyorlar fakat hep gizemini koruyordu.


20. yüzyılın ortalarında yapılan araştırma sonucunda ortaya çıkan sonuca göre ezici baskı ve patlamaların etkisi nedeniyle buna çok büyük bir meteorun neden olabileceğiydi.

Ancak bu görüş 20. yüzyılın sonlarında geliştirilen etki alanlarının daha iyi anlaşılması ile geçerliliğini kaybedilmiştir.

Köfels'in yaşadığı durumuda hiçbir krater gözlemlenmemektedir. Bununla birlikte önceki araştırmacıları şaşırtan bazı kanıtlar bunların sadece başka bir toprak kayması tarafından gerçekleştiği görüşüyle de açıklanamayacaktır.

Öyleyse Ninova'daki yeraltı kütüphanesinde bulunan sofistike Sümer yıldız haritası ile Avusturya'da meydana gelen gizemli etki arasındaki bağlantı nedir?

Kil tabletin incelenmesi ile üzerinde takımyıldızların çizimleri olduğu ve bilinen takımyıldız adlarının bulunduğu astronomik bir çalışma olduğunu ortaya konmaktadır. Bu tablet çok dikkat çekmişti ancak yüz yıldan beri kimse ne olduğuna dair ikna edici bir açıklama getiremedi.

Araştırmacılar gökyüzü haritası tabletinin neyi ifade ettiğini bulabilmek için binlerce yıl önceki gökyüzünü ve yörüngelerin modern bilgisayar programlarıyla taklitlerini yaparak yeniden oluşturdular.

Tabletin yarısı gezegen konumlarını ve bulut örtüsünü gösterir ancak tabletin diğer yarısı hala uzayda olmasına rağmen yeterince büyük görünen bir nesneden bahseder.

Gökbilimciler yıldızlara göre yörüngeyi not edip belirlediler ve sonuçta gördüler ki bir dereceden daha az bir sapma ile Köfels'teki alanla eşleşiyordu, yani Köfels'i işaret ediyordu.

Gözlemler asteroitin bir kilometreden daha büyük olduğunu ve Dünya'nın yörüngesinde dönen bir asteroit sınıfı olan bir Aten türü olduğunu ortaya koyuyor.

Bu yörünge aslında Köfels'te neden krater olmadığını açıklıyor. Gelen açı çok düşüktü (altı derece) ve bu da asteroidin Gamskogel adlı bir dağın Längenfeld kasabası üzerinde Köfels'den 11 kilometre uzaktaki bir dağa çarpması anlamına geliyordu. Böylece asteroit nihai çarpma noktasına ulaşmadan patlamıştı. Vadiden geçerken de yaklaşık beş kilometre çapında (alandaki göçmenin büyüklüğü) bir ateş topu olmuştu.

Asteroit Köfels'i vurduğunda bölgede muazzam baskılar yarattı. Çarpma ile un ufak oldu ve toprak kaymasına sebebiyet verdi ancak artık katı bir nesne olmadığı için darbe sonucu oluşan klasik bir krater yaratmadı.

Köfels olayını inceleyen Mark Hempsell konuyla ilgili şöyle diyor:
"Bu yörüngeden başka bir sonuç daha çıkarılabilir. Patlamadan kaynaklanan mantar bulutu bükülerek Levant, Sina ve Kuzey Mısır üzerindeki atmosfere yeniden girmiş olabilir.

Çok kısa süreli olsa da yerin aşırı ısıınması insan saçı ve kıyafetleri de dahil olmak üzere herhangi bir yanıcı maddeyi tutuşturmak için yeterli olacaktır. Steroidin patlaması nedeniyle ölen insan sayısının Alp dağlarında ölen insanlardan daha fazla olması muhtemeldir."

Başka bir deyişle bu antik yıldız haritası Sümerlerin M.Ö. 29 Haziran 3123 sabahının erken saatlerinde Avusturya'daki Köfels'i vurarak etkileyen bir kilometreden büyük Aten asteroidinin gözlemini yaptıklarını göstermektedir.

Yazan: A.Kara

DÜNYANIN EN ESKİ MAAŞ ÇEKİ SÜMERLERDEN

A,tarih, Antik tarih, Sümerler, Maaş olarak bira, Sümer tarihi, Antik Mısırda bira, Biranın tarihi, Sümerlerde bira, İşçilere maaşları bira olarak ödeme, Arkeoloji, Arkeolojik keşif,
Antik Mezopotamya kenti Uruk'ta bulunan 5000 yıllık bu çivi yazısı tablette biraların işçilere günlük çalışmalarının karşılığı olarak dağıtımı gösteriliyor.
SÜMERLERİN İŞÇİLERE BİRA ALMALARI İÇİN MAAŞ ÇEKİ VERDİKLERİ ORTAYA ÇIKTI
Londra'daki İngiliz Müzesin'de bulunnan ve tahminen 5.000 yıllık olduğu düşünülen bir tabletteki çivi yazıları işçilere günlük paylarının (yevmiye) sıvı altın (sıvı altın dedikleri şey bira) olarak ödenişini gösteriyor.

Bira ile ilgili en eski kanıtların Mezopotamya'daki bir Sümer tabletinde bulunduğunu zaten biliyordum ama bu bira çeki olayından haberim yoktu.

Sümerler döneminde bira o kadar popülerdi antik Sümer'de işçilere emeklerinin karşılığını bira ile ödediler ve bu uygulama antik dünyada yaygın olarak biliniyordu.

Bu tablet MÖ 3100 ila 3000 arasında yapılmıştır. Tablet Fırat nehrinin mevcut yatağının doğusunda bulunan eski bir Sümer ve daha sonraları Babil kenti olan Uruk’ta yapılan kazılarda "istihkak" anlamına gelen bir kaseden yiyen insan kafasını ve "bira" anlamına gelen konik bir kabı gösterir. Kuşkusuz ki Bira'nın Mezopotamya'da bu kadar popüler olmasının birkaç nedeni var. Bira birçok içeceğe göre daha güvenliydi ve sudan daha lezzetliydi.


Bira biçiminde ödeme alan tek işçi Sümerler değildi. Bira eski Mısır toplumu için de ciddi öneme sahipti. Eski Mısır işçilerinin ve esnafının temel içeceği bira iken zengin insanların içeceği ise şaraptı.

Eski Mısır'da da işçilerin ücretleri bira ve çeşitli malzemeler ile ödendi ve Giza'daki işçi köyünde yaşayan işçiler çalışmalarının karşılığı olarak günde üç kez bira alıyorlardı. Günlük istihkak miktarı ise dört ila beş litre bira kadar olabiliyordu.

Ayrıca tarihte II.Richard'dan şairlerin ve "İngiliz edebiyatının babası" olarak bilinen Geoffrey Chaucher'ın yıllık maaşını 252 galon şarap olarak aldığı da bilinmektedir.

Ücretleri alkol şeklinde almak tarih boyunca birkaç kez olmuştur ve bu eğilim bazı modern şirketler tarafından hala uygulanmaktadır.

Eski Mısırlılar da biraya çok değer verdiler ve onu sadece sarhoş olmak için değil aynı zamanda ilaç ve ödeme yöntemi olarak da kullandılar. Bira eski Mısır toplumunda büyük öneme sahipti ve varlığı kadınlara ekstra para kazanma fırsatı veriyordu.

Giza'daki işçi köyünde yaşayan işçilere yevmiyelerinin bir parçası olarak günde üç kez bira veriliyordu. Mısır'da kazı yapan arkeologlar birayla yapılan ödemelerin ülkenin çeşitli yerlerinde görüldüğünü yani zannedilenden çok daha yaygın olduğunu keşfettiler.

Yazan: A.Kara

KANDİLİN İLK KEŞFİ VE CRO-MAGNONLAR

Cro-magnon,Cro-magnon insanı, Bilimsel, Cro-magnon insanlarının keşifleri,Tarihteki ilk kandil,Cro-magnon ve ışık,A, Antik tarih, Mağara insanlarının keşifleri,Antik çağda ışık
CRO-MAGNON İNSANINDAN TARİHTEKİ İLK KAPALI ALAN IŞIĞI KEŞFİ
Elektrik kesintisi olduğunda hepimiz biraz gergin ve huzursuz oluruz. Elektriksiz ve ışıksız ortamda kalmak kendimizi çaresiz hissettiriyor. Şimdi bu bazıları için bir sürpriz olabilir fakat Cro-Magnon insanları da karanlıkta oturmaktan da zevk almıyordu. Bu yüzden ilk iç mekan ışığı hakkında bir şeyler yapmaya karar verdi ve icat etti. İcadın elbette elektrikle bir ilgisi yoktu çünkü böyle karmaşık bir teknolojiden haberleri yoktu.

Yine de yaklaşık 40.000 yıl önce hayvansal yağlarla donatılan ipliksi, lifli bir fitilin uzun süre yanmaya devam ettiğini fark edecek kadar zekiydiler. Böylece ilk kandili keşfedip kullandılar.

Fitil kokulu hayvansal yağları da tutan tabağa benzer üçgen biçimli bir çöküntüde yatan fitil ile bir taş lamba yarattılar. Kulağa çok ilkel bir keşif gibi gelebilir ancak Cro-Magnonlar bu buluşları ile ışığa sahip olan, mağarasında da bunu kullanabilecek bir buluş sağlamış oldu ve bu buluşları binlerce insanlara hizmet etti.

Tarihin ilerleyen kısımlarında daha ileri medeniyetler çok daha gelişmiş kandilleri icat etti. Eski Mısırlılar tapınaklarında ve evlerinde ışığa ihtiyaç duyuyorlardı. Sıklıkla dekore edilmiş, oyulmuş çanak ve çömleklerinde parşömenden yaptıkları fitilleri kullanarak bu sorunu çözdüler.

Eski Yunanlılar ve Romalılar ise meşe ve keten fitilleriyle bronzdan yapılma kandillerini üretmişlerdir.

Ortaçağ'da antik mezarlarda ve tapınaklarda sürekli yanan lambalar keşfedilmiştir. Eski kayıtlara dayanarak bu gizemli nesnelerin tüm dünyada, Hindistan, Çin, Güney Amerika, Kuzey Amerika, Mısır, Yunanistan, İtalya, Birleşik Krallık, İrlanda, Fransa ve diğer birçok ülkede bulunduğunu görmekteyiz.

Sürekli yanan lambalar olağandışıydı çünkü yüzlerce yıl yakıtsız yanabiliyorlardı.

Mum ve elektriğin icadından önce bu kandiller eski insanların bir süre boyunca sürekli ışık üretmelerine yardımcı olmuş ve önemli ev eşyaları olarak kabul edilmiştir.

Mesele şu ki çoğu araştırmacının ilkel bir tür olarak varsaydığı Cro-Magnon insanları aslında bizim gibiydiler. İsimleri 1868'de iskeletlerinin keşfedildiği Fransa'nın ünlü Dordogne Vadisi'nde bulunan Cro-Magnon kaya evine kadar izlenebilmektedir.

Modern insanlar gibi Cro-Magnonların da düz bir alnı vardı ve beyinleri bugünki insanların sahip olduğundan biraz daha büyüktü. Doğal olarak Neandertallerden daha akıllıydılar.

Cro-Magnonlar birçok yönden akıllıydılar. Araçlar kullandılar, silahlar yaptılar, kulübeler inşa ettiler,  mağara resimleri yaptılar ve hatta zamanı bile takip etmeye çalıştılar.

Dolayısıyla ilk kapalı mekan ışık kullanımının aslında 40.000-10.000 yıl kadar önceki Buz Çağı'nın sonlarında gezegenimizde yaşayan ve akrabalarımız olan Cro-Magnonlar tarafından icat edildiğini öğrenmek çok şaşırtıcı olmamalı.



Yazan & Çeviren: A.Kara

TANRILARIN YOLU | ABU GORAB

Abu Gorab, Abu Gurab, Tanrıların yolu, A, Arkeoloji, Antik Mısır, Abu Gorab Dikilitaşı, Dikilitaş, Güneş tapınağı, Mısır tapınakları, Mısırlıların kurban ayinleri, Arkeolojik keşif,
Gezegenin yüzeyinde inşa edilen en büyük antik anıtlardan (Giza'nın Büyük Piramidi) birine sadece yirmi dakika mesafede bulunan bir başka antik Mısır hazinesi de Abu Gorab'dır.

Modern arkeologlar tarafından Güneş Tapınağı olarak anılan bu antik alan Tanrı Ra'nın bir tapınma yeri olmasıyla ünlüdür.

Abusir'deki piramit kompleksinin bir parçası olan Abu Gorab'daki güneş tapınağının Eski Krallığın beşinci hanedanlığında bazense MÖ. 2400 civarında inşa edildiği sanılıyordu.

Mısır'lı Heliopolis rahiplerinin dini anlayışına göre Güneş Tapınağı güneş tanrısı Ra'nın canlandırıcı gücünü ayin eşliğinde temsil etmek için yapılmıştır. Antik zamanlarda Abu Gorab "Güneş Tapınakları" olarak adlandırılmıştır.

Eski Mısır tarihine göre Abusir'in kuzeyindeki 5. hanedandan kalma Abu Gorab'da altı güneş tapınağı vardı. Ancak günümüzde sadece iki tanesi tanımlanmıştır: Keşif alanının en iyi korunan tapınakları Userkaf ve Nyuserra.

Bazı yazarlar Abu Gorab'ın güneş tapınaklarının gece saatlerini belirlemek için astronomik gözlemlerin yapıldığı yerler olarak kullanıldığını ileri sürüyorlar. Güneş tapınaklarının ilginç bir şekilde Abusir'deki hükümdarların (Userkaf ve Nyuserra) piramitleri gibi doğudan batıya yöneldiği görülmektedir.

Abu Gorab bugün yalnızca temellerinin ayakta kaldığı dev bir dikilitaşa ev sahipliği yapıyordu.

DİKİLİTAŞ
Avlunun batı ucundaki arkeolojik kazılar büyük bir taş dikilitaşın kalıntıları gibi görünen şeyleri ortaya çıkardı. Uzmanlara göre bu dikilitaş Güneşin / Ra'nın dinlenme yerini simgeliyordu

Dikilitaşın temeli eğimli kenarları olan bir zeminden ve üzerindeki kare şeklinde bir taştan oluşuyor.

Yaklaşık yirmi metre yüksekliğinde olan bu yapı kırmızı granit ve kireç taşından yapılmıştır. Dikilitaş ve tabanın birleşik yüksekliğinin tahminleri değişiklik göstermektedir. Uzmanlara göre yapı ilk inşa edildiğinde dikilitaşın toplam yüksekliği büyük olasılıkla 50 ile 70 metre arasında bir yerde idi.

Abu Gorab gerçekten gizemli bir yer.

Abu Gorab, Abu Gurab, Tanrıların yolu, A, Arkeoloji, Antik Mısır, Abu Gorab Dikilitaşı, Dikilitaş, Güneş tapınağı, Mısır tapınakları, Mısırlıların kurban ayinleri, Arkeolojik keşif,

Bu alan aynı zamanda birkaç ton ağırlığındaki devasa büyük kırmızı granit bloklarına da ev sahipliği yapmaktadır. Bu büyük bloklar inanılmaz özelliklere sahiptir: hassas kesimler, son derece iyi cilalanmış yüzeyler ve en önemlisi bu dev bloklar piramidin üzerindeki taşların taşlanması gibi inanılmaz hassasiyetle yerlerine monte edilmişler.

Binlerce yıl önce tamamlandığı zaman mekânın ne kadar güzel olduğunu hayal bile edemedim, onun kalıntıları geçmişte meydana gelmiş olabilecek bir çeşit felaket olayının kanıtıdır çünkü büyük taş bloklar dağınıktır. Bazı bilinmeyen güçler bu gövde taşların tüm alana yayılmasına neden olmuş gibi.

Bolivya'daki Puma Punku'nun kalıntıları gibi Abu Gorab'ın bulunduğu yer de neredeyse tamamen tahrip olmasına neden olan bir felakete ev sahipliği yapmış gibi görünüyor. Bazıları buranın büyük bir güç gösterisi olarak birilerince kasıtlı olarak yok edildiğini iddia etmektedir.

Abu Gorab, Abu Gurab, Tanrıların yolu, A, Arkeoloji, Antik Mısır, Abu Gorab Dikilitaşı, Dikilitaş, Güneş tapınağı, Mısır tapınakları, Mısırlıların kurban ayinleri, Arkeolojik keşif,

Mısırbilimciler eski Mısırlılar tarafından bu yapının kurban edilen hayvanın kanını toplayacak bir alan olarak yapıldığına, dolan bu kanın mükemmel şekilde delinmiş kanalların içinden geçtiğine inanıyorlar. Bu inanışa rağmen uzmanlar kurban kanının bu büyük kap ve kanallardan geçtiğini ıspatlayan tek bir kanıt bulamamıştır.

İlginç bir şekilde havzaların iç yüzeyleri şaşırtıcı derecede pürüzsüz ve dairesel alet işaretlerinin belirtilerini gösteriyor. Bu da onları kim hazırlamış ise bugün bile hayran kalacağımız bir teknoloji ile yaptığını gösteriyor.

Bu iddia edilen “kurban havzaları” nın çoğu girişin hemen yakınında yer almaktadır. Bu yapılar başka bir yere taşınmayı bekleyen bir noktada bırakılmış gibi görünmektedir.

Granitten yapılmış devasa havzalardaki delikler gerçekten etkileyici. Bu görüntülerden de görebileceğiniz gibi inşaat ustaları ve mühendislerin rahatlıkla kayaya doğru ilerlediği görülmektedir, bunu gelişmiş araçlara sahip olmadan nasıl yaptılar, orası tam bir sır...

Yazan & Çeviren: A.Kara