Nedir dünya? Sonsuzluk içinde ayak bastığımız bir parça taş ve
toprak mı? Yoksa sonsuz bir hayat kazanmak için imtihan edildiğimiz bir yer mi?
Yoksa Tanrıya kulluk için mi geldik dünyaya? Allah neden göndermiş bizi dünyaya?
Ona kulluk edelim diye mi? İsrailoğullarına kitap gönderip sizi alemlere üstün
kıldık deyip firavunu öldürtmesi sonra İsa'yı gönderip sizi lanetledim demesi en
sonda Muhammed'i gönderip hepinizi lanetledim kafirler demesi mi Allah'a
yapacağımız kulluk? Sonsuz kudret sahibinin kendi dinini yayması için elimize
kılıç verip bizleri cihada göndermesi mi yapacağımız kulluk? Doğrusu ne
yaşadığımız bir yerdir, ne imtihan edildiğimiz ne de kulluk ettiğimiz. Yaşamak
dediğimiz başkalarının emeği üzerinden istihdam sağlayıp başkalarını sömürmek
her şeyin en iyisini, fazlasını kazanmak hırsıysa yaşamadık demek. Nasıl
yaşayalım ki? Bizler iş, aş veriyoruz diye sömürdüğümüz insanlara emekçi ismi
taktığımız zaman birileride bizlere aynısını yapıyor. Bu piramitin ne başı ne
sonu vardır. Zira her insanin kendini benzetmek istediği bir idolü vardır.
Üstelik o idollerin ölmüş, yok olmuş olması gerçeği de insanları vazgeçirmeye
yetmiyor.
Her grupta kendisini dünyanın asıl sahipleri sanarak başkalarını kendilerine
tabi olması gereken kişiler olarak görüyorlar. Kendi gerçekleri için yeri
geldiğinde savaşları, katliamları bile göze alabiliyorlar. Fakat unuttukları
bir şey var. Hiç bir ideoloji dünyanın tamamına hakim olamadı ve hiçbir zaman
da olamayacak. Dayatılan ideolojilere direnen birileri hep olacak. Fakat ne
tuhaftır ki dayatılan ideolojilere direnen insanlar da sonunda kendi
ideolojilerini dayatmaya kalkışmışlar. İşte iktidarın kör ettiği vicdanlar.
Güçsüz, sayıca az olduğumuz zamanlarda ezilenlerin yanında olduğumuz halde
iktidar olduğumuzda içimizdeki kötülük dışarı çıkıyor. Tıpkı Şehzadeyken
adalet, vicdan dersleri veren, kardeş katlini kötüleyen insanlar tahta
geçtiğinde kendi kardeşlerini rakip olarak görüp canlarına kıyması gibi. Peki
ne için? Dünya için mi? O insanlar bilmiyor muydu bu dünyadan hiçbir şey
götüremeyeceğini? Tabi ki biliyordu. Fakat bu gerçekler onların kendi
gerçeklerini uygulamalarına engel olamadı. Sen olsaydın bunu yapar mıydın?
Dünya mali için kendi kardeşine kıyar mıydın? Hepiniz kıymazdım diyorsunuz
değil mi? Emin misiniz? Bir düşünün. Orta çağda parayı harcayabileceğin
fazla bir yer yok. En fazla her gün en iyi şarapları içip en güzel
kadınlarla, erkeklerle para karşılığı gönül eğlendirirdin. Ya şimdi? Lüks
arabaların, lüks evlerin olduğu bir dünyada yaşıyoruz . Parasını verip uzaya
bile gidebileceğin bir dünyada para için güç, kudret için kardeşine kıymaz
mıydın? Kıyanlar olurdu elbet. İnsanız sonuçta. Hepimizin hayalleri var.
Hayallerin gerçekleşmesi içinse para gerek.
Para nedir bilir misin? Para - Sende olduğu zaman telefonun eş , dost,
akraba, dost aramalarından susmazken, sende olmadığı zaman en fazla birkaç
yıldan bir bayramlaşmak için akrabalarını yanına getiren (tabi gelirlerse)
kağıt parçasıdır. Para el kiridir derler. "Ellerim hiç temiz olmasın ama
param olsun" diyen varlıklarsa insanlardır hatırlatayım.
Para için elinin kesileceğini göze alıp hırsızlık yapan, kendi sevdiklerini
dolandıran, bir insanı hatta bir toplumu öldürmeye hazır olan varlıktır
insan. Ölümlüdür aynı zamanda. Tabutu taşınırken ellerinin dışarıda
bırakılmasını isteyen ve bu yolla insanlara dünyadan hiçbir şey götüremediği
mesajını veren varlıktır insan. Karıncaları incitmekten sakınıp dünya malı
için kendi evlatlarına, torunlarına kıymış olsa bile. Fakirler hırsızlık
yapamadığı için fakirdir diye sosyal mesaj verenler şimdi Ejder meyveli
Smoothie içiyor. Ne hoş değil mi? Peki sen ne yapıyorsun? Dur tahmin edeyim.
Yoksa sen köylü milletin efendisidir masallarıyla kandırılıp gece gündüz üç
beş kuruş için çalıştırılan köylü müsün? Değil misin? O zaman o kandıranlara
sarhoş deyip namaz kılarak, kürsülerden Kur'an ayetleri okuyarak din
pazarlayanların kurduğu Bizans İmparatorluğunun sahibinin borçlarını ödeyen
zavallı, dolaylı vergi rekortmenisin. Ama kendini küçük görme. Rekortmen
olmanın yanı sıra birde ses uzmanısın.
Tabi. Allah'ın Adem'in çocuğuna işlediği suçu saklamayı karga yardımıyla
öğrettiği gibi evladına suçu nasıl örtbas edeceğini telefonla anlatanların
sesine montaj diyebilecek kadar uzmanlığın var.
Belkide Bayrak, Mushaf sallayarak dini duygularını gıdıklayan birilerinin
fişteklemesiyle insanları otel odasına sokup yakanlardansın? Değil misin? O
zaman para istediği ses kayıtları ortaya çıkacak korkusuyla bir gün önce
“BANA KARŞI MONTAJLI BİR İFTİRA HAZIRLANIYOR” diyen matematikçilerdensin.
Tüm Kur'an'ı incelediğini ve matematiksel sayılarla kodlandığını söylerken
Nisa suresindeki hatalı miras paylaşımı ayetlerini soran insana canlı
yayında "o ayetleri incelemedim" diyenlerdensin. Onları mahkemeye vereceğim
diyerek 4 senedir bir sayfalık iddia mektubu yazamayanlardansın. Onlardan da
mı değilsin? O zaman cebinde kibrit kutuları içinde cennete adam
sokanlardansın. Binlerce dolarlık yalılarda şeker hastalığından muzdarip
olanlardansın. Yalıda otururken de yoksullara rızk duası yapanlardansın.
Belki fes takıp coca cola bile diyemezken tarih hocalığı yapan, cinlere
kitap yazdıranlardansın. Yada dur. Belkide gözünü kapatıp Allah'la iletişime
geçip cevap geldiğinde elektrik çarpmış tavuk gibi havaya zıplayanlardansın.
Aman be. Ben ne bileyim kimlerdensin. İstersen ateist ol. Bana ne kardeşim.
Sonuçta ölecek misin? Öleceksin. Baki kalan dünyadır. Peki dünya kimdir?
Kimlerdendir? Bırakalım da bu soruya cevabı ünlü Azeri şairlerinden Ramiz
Rövşen versin.
Benim yavrum bu dünyayla oynama Sen cevansın dünya eski
dünyadır Düşman nedir? Dost evini dost yıkar Bilen bilir dünya
nasıl dünyadır
Ömre,güne güven olmaz ezelden Birde tekrar
yaprak olmaz gazelden Beşiğinden bize tabut düzelten Beleyinden
kefen diken dünyadır
Kim ne anlar bu zalimin işinden Nicelerini
geçirmiş dişinden Katı yapış şapkandan, başından Baştan şapka
kapıp kaçan dünyadır
Müslümanlar hiç bıkmadan ve usanmadan Kur'an'dan mucizeler üretmeye
çalışıyorlar. Ben de hiç bıkmadan bu mucizeleri çürütmeye devam edeceğim. Bu
yazımda Kur'an'da fotosentezi anlattığı iddia edilen ayetleri ele alarak bu
sözde mucizenin aslında Allah'ın gelecekten haberinin olmadığının kanıtı
olduğunu göstereceğim. Öncelikle ayete bir göz atalım:
Tekvîr Suresi 17-18. Ayetler:
17 وَالَّيْلِ اِذَا عَسْعَسَۙ Andolsun kararmaya başlayan geceye
18 وَالصُّبْحِ اِذَا تَنَفَّسَۙ Ve nefes almağa başlayan sabaha
Modernist Müslümanlar 18. Ayette kullanılan تَنَفَّسَۙ teneffes(e) kelimesinin
fotosentezi anlattığını ve Kur'an'ın 1400 yıl önceden Güneş ışınlarının bir
nefes verdiğini haber verdiğini iddia ediyorlar. Öncelikle Kur'an meali yapan
insanların çoğu (%90) bu kelimeyi “aydınlandığı zaman sabaha” olarak
çevirmişler. Fakat şunu da söylememiz gerekir ki ayetin doğru çevirisi
“nefes almaya başlayan sabaha” şeklindedir. Yani modernist Müslümanlar
bu ayeti geleneksel Müslümanlara kıyasla daha doğru bir şekilde
çevirmişlerdir. Lakin ayetin tefsirini geleneksel Müslümanlar daha doğru
şekilde, Kur'an'ın tamamını göz önünde bulundurarak yapmışlardır.
Örneyin El-Mu'cem El-Müfehres'de تَنَفَّسَۙ teneffes kelimesinin Kur'an'da
cümle içindeki yapısına göre aynı formda (aynı kökten) fakat farklı harekeli
(Kur'an'da harekeleme ve noktalama işlemi çok daha sonraları yapılmıştır.
Orjinal metinde böyle bir uygulama yoktur)
şekilde kullanıldığı ayetlere baktığımızda bunun günümüzdeki "nefes alma"
fiiliyle uzaktan yakından alakası olmadığını görüyoruz. En yaygın işlenme
şekliyse نَفْسٍ nefsin şeklindedir ve nefis (can) anlamına gelir. Örneğin
Tarık suresi 4 ayette bunu görebilirsiniz.
Şimdi Diyanet İşlerinin bahsi geçen sureyle ilgili açıklamalarına bakalım:
Kıyametin kopmasını ve Kur’an’ın vahiy ürünü oluşunu konu alan Tekvîr
sûresinde Allah tarafından konulan tabiat kanunlarının değiştirilerek güneşin,
yıldızların, dağların, denizlerin, vahşi hayvanların tersine çevrileceğine
temas edilir; ardından büyük hesap gününün kısa tasviri yapılır ve o gün
kişinin ebedî hayat için önceden neler hazırladığının bilincinde olacağı
belirtilir (âyet 1-14). Tabiatın işleyişine dair birçok âyette görüldüğü üzere
yıldızların çeşitli görünümlerdeki seyrine,
kararmaya yüz tutan geceye ve ağarmaya başlayan sabah vaktine
yemin edilerek Kur’an’ın vahiy eseri olduğu ifade edilir, onun değerli ve
itibarlı bir elçi (Cebrâil) tarafından Resûlullah’a getirildiği bildirilir.
Ardından “arkadaşınız” diye nitelendirilen Hz. Muhammed’in inatçı inkârcıların
iddia ettiği gibi bir mecnun olmadığı, gayb âlemine ait gerçekleri
gizlemediği, bildirdiği tebliğin şeytandan gelmediği vurgulanır (âyet 15-25).
Sûrenin son dört âyeti, “Bu açık gerçeklere rağmen siz nereye gidiyorsunuz?”
sorusuyla başlar ve Kur’an’ın doğru yola girmek isteyen herkes için bir
uyarıcı ve öğütçü olduğu vurgulanır; ancak doğru yola girme talebinin ilâhî
irade doğrultusunda yapılmasının şart koşulduğu belirtilir. Rivayete göre,
sûrenin son âyetlerinde dileyen kimsenin doğru yola girebileceğinin ifade
edilmesi üzerine Ebû Cehil, “Bu husus kendi isteğimize bağlıdır, uygun
görürsek bu yola gireriz, görmezsek girmeyiz” demiş, bundan dolayı sûrenin
ilâhî iradeyle ilgili âyeti inmiştir (Taberî, XXX, 105; Ebü’l-Fidâ İbn Kesîr,
VII, 230)
Gördüğünüz gibi Diyanet İşleri de sureyi tefsir ederken 18. ayeti "ağarmaya
başlayan sabah" olarak tanımlamıştır. Şimdi ayetin nefes alma şeklindeki
çevirisine dönelim. Bir grup Müslüman 18. ayetin fotosentezle alakalı olduğunu
iddia ediyor. Bu ne kadar doğru hep birlikte göreceğiz.
Fakat ilk olarak fotosentez nedir onu inceleyelim.
FOTOSENTEZ
Fotosentez basit tabirle bitkilerin ve diğer organizmaların ışık enerjisini
kimyasal enerjiye dönüştürme eylemlerine verilen isimdir. Fotosentez
kelimesi, Yunanca phōs (ışık) ve sentez (bir araya getirmek) kelimelerinin
bir araya getirilmesi ile oluşturulmuştur.
Fotosentez yapan organizmalara fotoototroflar denilir. Fotosentez zamanı
oksijen bir yan ürün olarak salınır. Farklı türlerde farklı şekillerde
yapılıyor olmasına rağmen fotosentez genellikle ışıktan gelen enerjiyi yeşil
klorofil pigmentleri içeren reaksiyon merkezleri olarak adlandırılan
proteinler yardımıyla emildiğinde başlar. Bitkilerde bu proteinler yaprak
hücrelerinde bulunan kloroplast adı verilen organellerde bulunurken,
bakterilerde plazma zarına gömülürler. Bu ışığa bağımlı reaksiyonlarda su
gibi uygun maddelerden elektronları almak için bir miktar enerji kullanılır.
Sudan elektron alınmasının sonucu olarak su oksijen ve hidrojene parçalanmış
olur. Suyun bölünmesiyle salınan hidrojen kısa süreli enerji kaynağı olarak
hizmet veren iki başka bileşiğin oluşturulmasında kullanılır; indirgenmiş
nikotinamid adenin dinükleotid fosfat (NADPH) ve adenosin trifosfat
(ATP-hücrelerin "enerji para birimi"). Kabaca söylemek gerekirse Fotosentez
yapabilen her canlı bu yolla kendi yaşamı için gereken besini ve dolayısıyla
enerjiyi sağlıyor.
Şimdi farkındaysanız fotosentezi tarif ederken hiç bir yerde güneş kelimesi
kullanmadım. Bunun nedeni fotosentezin doğrudan güneşe değil ışığa bağlı
olması. Peki bu ne anlama geliyor? Şu anlama geliyor ki fotosentez güneş
olmadan bile yapılabiliyor. Eğer siz su, karbondioksit ve mor yada kırmızı
ışık sağlayan bir alete sahipseniz güneş olmadığı zaman bile bitkilerin
fotosentez yapmasını sağlayabilirsiniz. Günümüzde artık bu üç etkeni bir
araya getirerek yerin 30 metre altında kurulan seralarda sebze ve meyve
yetiştirebiliyoruz.
Peki güneş olmadan fotosentez nasıl oluyor? Bunu daha iyi anlamak için
Kalvin döngüsü, Aydınlık Evre Reaksiyonları, Karanlık evre reaksiyonları
gibi kavramları anlamamız gerek.
Fotosentez tek kademede gerçekleşen büyük bir reaksiyon değildir. Bazıları
ışığa doğrudan bağımlı olan, bazıları da ışığa bağımlı olmadan iki
kademede gerçekleşir. Bu kademelerden 1.si aydınlık evre, 2.si ise karanlık
evredir.
Işık enerjisinin soğurulmasıyla başlayan fotosentezde iki önemli olay
vardır. Bunlardan birincisi aydınlık evrede gerçekleşen ışık enerjisinin
kimyasal enerjiye çevrilmesi, ikincisi de karanlık evrede gerçekleşen CO2
nin organik bileşiklere dönüşmesidir.
Aydınlık Evre Reaksiyonları
Fotosentezin aydınlık evre reaksiyonları ışık varlığında gerçekleşir.
Kloroplastın granasında ışık enerjisi yardımıyla ATP sentezlenir. Bu olaya
fotofosforilasyon denir. Aydınlık evrede görev alan enzimler ferrodoksin,
plastokinon,sitokrom ve NADP dir. Aydınlık evre reaksiyonları devirli ve
devirsiz fotofosforilasyon olmakla iki kısımda incelenir. Kısacası
aydınlık evre reaksiyonları doğrudan ışıkla etkileşime bağlıdır.
Karanlık Evre Reaksiyonları
Karanlık evre reaksiyonlar ise fotosentezde ışığa ihtiyaç duymadığı halde
ışıklı devre reaksiyonlarının ürünlerine ihtiyaç duyan kimyasal
reaksiyonlardır. Işık direkt olarak kullanılmadığı için bu evreye “karanlık”
denmiştir. Bu evre sıcaklık değişimlerinden etkilenir. Aydınlık evrede
sentezlenen ATP, NADPH2 ler ve H2O ların bir kısmı karanlık evrede
tüketilir.
Bu aşama kloroplast stromasında gerçekleşir. Tepkimeleri için ışığın
enerjisine ihtiyaç duyulmaz, bu nedenle sadece ışıkta değil karanlıkta da
meydana gelirler. Karanlık faz reaksiyonları, glikoz ve diğer organik
maddelerin oluşumuna yol açan (havadan gelen) ardışık karbondioksit
dönüşümleri zinciridir. Bu zincirdeki ilk reaksiyon karbondioksit
fiksasyonudur. Akseptör karbon beş karbonlu şeker ribuloz bifosfattır ve
ribuloz bifosfat karboksilaz enzimi tarafından katalize edilir. Ribuloz
bifosfatın karboksilasyonunun bir sonucu olarak, hemen iki fosfogliserik
asit (FHA) molekülü halinde ayrışan kararsız altı karbonlu bir bileşik
oluşur. Daha sonra, fosfogliserik asidin bir dizi ara ürün yoluyla glikoza
dönüştürüldüğü bir reaksiyon döngüsü gerçekleşir. Bu reaksiyonlar, hafif
fazda oluşan ATP ve NADPH2 enerjilerini kullanır. İşte bu reaksiyonların
döngüsüne "Kalvin döngüsü" denir. (6CO2 + 24H + + ATP → C6H12O6 + 6H2O.)
Glikoza ek olarak, fotosentez sürecinde amino asitler, gliserol, yağ
asitleri ve çeşitli karmaşık organik bileşiklerin diğer monomerleri oluşur.
Karanlık evrede gerçekleşen olaylar;
CO2 kloroplasta girince 5 C lu ribulozdifosfatla (RDP) birleşir ve 6 C
lu kararsız ara bileşik oluşur.
Bu bileşik H2O yardımıyla hemen ikiye ayrılır ve iki molekül 3 C lu
fosfogliserik asite (PGA) dönüşür.
PGA lerin her birine aydınlık evrede oluşan ATP lerden birer tanesinin
fosfatı bağlanır ve 3 C lu difosfogliserik asit (DPGA) oluşur.
Aydınlık evrede oluşan NADPH + H+ lerin hidrojenleri DPGA ya bağlanır ve
3 C lu fosfogliseraldehit (PGAL) oluşur.
PGAL lerin bir kısmı 6 C lu bir şeker olan fruktoza dönüşür.
Fruktoz daha sonra izomeri olan glikoza dönüşür.
PGAL lerin bir kısmı da aydınlık evrede oluşan ATP lerin geri
kalanlarının fosfatlarını alarak ribuloz difosfata (RDP) dönüşür.
RDP molekülleri yeni bir karanlık evreyi başlatır.
Karanlık evredeki dönüşümler için gerekli enerji aydınlık evre
reaksiyonlarında fotofosforilasyonla sentezlenen ATP den, hidrojenler
ise devirsiz fotofosforilasyonda fotoliz olan H2O nun hidrojenlerini
taşıyan NADP H2 den sağlanır. Özetleyecek olursak karanlık evre
reaksiyonlarında direk işığa gerek duyulmaz.
Kalvin döngüsüyse fotosentez sırasında kloroplast'ta gerçekleşen kimyasal
reaksiyonlar kümesidir. Bu döngü karanlık evre reaksiyonları içindedir çünkü
Güneş ışığından enerji sağlandıktan sonraki bölgede yer alıyor. Kelvin
döngüsünü en etkili kullanan bitkiler Crassulaceae familyası üyesi olan
bitkilerdir. Bunlara CAM bitkilerde deniliyor. CAM- Crassulacean Asit
Metabolizması. Bu bitkilere genellikle kurak bölgelerde yetişen sukkulent
(su depolayan) türlerini örnek verebiliriz (kaktüs gibi). Bu bitkiler
stomalarını gece açar ve gündüz kapatır. Gece boyunca açılan stomalar
karbonu solarak depolar. Gündüzleri stomaların kapanması su kaybını önler,
aynı zamanda karbon solumunu da önlemiş olur. Bu tür bitkiler geceleri açık
stomalardan CO2 alırlar ve onu bir dizi organik aside dönüştürürler. Organik
asitler sabah saatlerine kadar vakuollerde biriktirilirler. Gündüz Kalvin
döngüsü için ATP ve NADPH üretilince bir gece önceden oluşturulan organik
asitlerden CO2 serbest bırakılır. Onun için doktorlar yatak odalarında
kaktüs gibi bitkilerin bulundurulmasını şiddetle tavsiye ederler zira
geceleri karbonla nefes alan bu bitkiler bir nevi fotosentez yapmış
oluyorlar.
Doğru diye bilinen başka bir yanlışta insanların dünyamızın oksijen
kaynağının ağaçlar olduğunu zannetmesidir. Genellikle dünyanın akciğerleri
ormanlardır deniliyor. Oysa bu doğru değildir. Dünyanın oksijen
kaynaklarının oranları şu şekildedir:
Fitoplanktonlar ve Denizel Bitkiler: %70
Ağaçlar/Ormanlar, Otlar, Çimler ve Diğer Karasal Bitkiler: %28
Diğer Kaynaklar: %2
Görüldüğü üzere dünyamızın oksijen üretiminin büyük çoğunluğunu sularda
yaşayan canlılar karşılıyor. Karasal bitkilerin oksijen üretme
oranındaki düşük rakamlara sahip olma nedenlerinin başındaysa karasal
bitkilerin bütün hücrelerinin fonksiyonlarını sürdürebilmesi için kendi
ürettikleri oksijeninin önemli bir kısmını solumak zorunda kalmaları geliyor.
İşte bu nedenle sürekli atmosfere oksijen pompalanmasına rağmen aşırı
oksitlenme dediğimiz (gereğinden çok fazla oksijen üretme) şey yaşanmıyor.
Zira bitkiler kendi ürettikleri oksijenin büyük bir kısmını yine kendileri
tüketiyorlar. Yapılan bazı bilgisayar simülasyonlarının verileri gösteriyor ki
tüm, ama tüm, aklınıza gelebilecek karasal bitkileri organizmaları yok etsek
dahi dünyanın oksijen seviyesinde keskin inişler yaşanmaz ve bizler yani
insanlar hiç bir solunum problemi (havasızlık) yaşamayız.
Wisconsin Üniversitesi jeologu Shanan Peters şöyle diyor:
Tüm canlılık yok olsaydı bile neredeyse hiçbir değişim yaşanmazdı.
Geriye sadece insanlar kalsaydı, solunum konusunda hiçbir problem
yaşamadan varlığımızı sürdürmeye devam ederdik. Muhtemelen besin kaynağı
bulmakta zorlanırdık; ancak hava bulmakta zorlanmazdık.
Pennsylvania Üniversitesi'nde misafir akademisyen olan jeokimyacı Dick
Holland şöyle diyor:
"Öyle görünüyor ki, oksijen ilk olarak 2,7 ila 2,8 milyar yıl önce
üretildi. Yaklaşık 2,45 milyar yıl önce atmosferde ikamet etmeye
başladı. Oksijen üreten organizmaların ortaya çıkışı ile atmosferin
gerçek oksijenlenmesi arasında önemli bir zaman aralığı varmış gibi
görünüyor."
Peki aşırı sıcak ve süper yoğun kitlelerin çekirdeğinde ortaya çıkan oksijen
dünyamızda nasıl oluştu? Cevap, fotosentez yapabilen siyanobakteriler veya
mavi-yeşil algler olarak bilinen küçük organizmalardır. Peki Pennsylvania
Eyalet Üniversitesi'nden yerbilimci James Kastingin dediği gibi "Neden yüzde
10 veya 40 yerine yüzde 21'de dengelendi?” Aslında bunu anlamak için birazda
oksijenin dünyamızdaki oluşum sürecine bakmamız gerek.
Büyük Oksijenlenme Olayı öncesinde yani günümüzden 3.85 ila 2.45 milyar yıl
önce tüm canlılık anaerobikti. Bu anaerob canlılık içinde yalnızca oksijene
tolerans gösterebilen türler yaşayabildi. 2.4 milyar yıl önce hiç oksijen
yoktu. 2.4 milyar yıl sonrasından kalma kayaçlara baktığımızda ise, artan
oksitlenme olayını görebilmekteyiz. Sadece 500 milyon yılda atmosferik
oksijen oranları %5 dolaylarına çıktı. Günümüzden 500 milyon yıl kadar önce
%19 seviyesine, 350 milyon yıl kadar önce %32 seviyesine ulaştı. Bu dönemden
kalma canlılar %32 oksijen bulunması nedeniyle devasa boyutlara ulaşabilmeyi
başardılar. Çünkü dokularının bol miktarda oksijene erişimleri vardı.
Ancak bu iri canlıların sayısının hızla artması ve ekolojik değişimlere
bağlı olarak bu seviyeler inmeye başladı ve o gün bugündür azalma sürüyor.
Şu anda atmosferimizdeki oksijen oranı %21 dolaylarındadır. Yani
anlayacağınız dünyamızdaki oksijen düzeyi sabit değildir, aksine azalmaya
doğru ilerlemektedir. Tabi bunun en büyük nedenlerinden biri de bizleriz,
yani insanlar. Kısacası İklim, volkanlar, levha tektoniği, canlılığın farklı
boyutlarda fazla oksijen tüketimi gibi çeşitli etkenler uzun zaman
dilimlerinde oksijen seviyesinin düzenlenmesinde kilit bir rol oynamış
olabilir. Fakat yine de hiç kimse, jeolojik kayıttan herhangi bir zamanda
atmosferin kesin oksijen içeriğini belirlemek için kaya gibi sağlam bir test
yapmış değildir.
Sonuç olarak bitkiler ve organizmaların fotosentez yapabilmesi için direk
olarak güneşe değil ışığa gerek duyar. Zira güneş olmadan da yerin metrelerce
altında yapılan ışıklandırma yardımıyla bitkiler fotosentez yapabiliyor. Bu
nedenle Tekbir suresinin 17 ve 18. ayelerinde sabahın (dolayısıyla güneş
ışınlarının) nefes getirmesi fikri fotosenteze bağlanamaz zira güneş
ışınlarına (sabaha) gerek duymadan da fotosentez yapılabileceğini artık
biliyoruz. Demek ki Kur'an'ın Allah'ı 1400 yıl önce ayet gönderirken günümüzde
güneşe gerek duymadan fotosentez yapılabileceğini bilmiyordu. Boşuna demiyoruz
bilim ve teknoloji geliştikçe Tanrılar gücünü kaybediyor diye..
Billings. W.D., Godfrey, P. J., Chabot, B. F. and Bourque D. P., Metabolic
acclimation to temperature in arctic and alpine ecotypes of Oxyria digyna,
Arctic and Alpine Research 4, 227-289, 1971 Canada.
Akman, Y., Darıcı, C., 1998-Bitki Fizyolojisi (Beslenme Ve Gelişme
Fizyolojisi). Kariyer Matbaacılık, Ankara.
Kocataş, A., 1992. Ekoloji ve Çevre Biyolojisi, Ege Üniversitesi Fen Fak.
Yay. No:142.
Enviroment and Plant Ecology J. R. Etherington Universty College Cardiff
Klorofil- çeşitli dalga boylarındaki ışıkları emerek bitkide fotosentez
(özümleme) olayının meydana gelmesine sebep olan, yeşil renkli bir biyolojik
pigment.
Nikotinamid adenin dinükleotit fosfat (NADP)- hücrelerde anabolik
tepkimelerde , örneğin yağ asidi ve nükleik asit sentezinde, bir indirgeyici
olarak kullanılır.
Adenozin-trifosfat-hücre içi biyokimyasal reaksiyonlar için gereken kimyasal
enerjiyi taşımaktır. Fotosentez ve hücre solunumu sırasında oluşur. ATP
bunun yanı sıra RNA sentezinde gereken dört monomerden biridir.
Stroma- kloroplastın içini dolduran renksiz ara madde. DNA, RNA, ribozom ve
fotosentez enzimleri stromada bulunmaktadır.
Anaerob-Oksijenin yokluğunda (oksijensiz ortamda) yaşayabilen ve üreyebilen
organizma.
Allah kaldıramayacağı ağırlıkta bir taş yaratabilir mi? ve türevi sorulara Müslümanların sıkça yaptığı eleştirilerden biri «Nasıl olur da Allah'a insanı vasıfları yüklersin» şeklindedir. Fakat bunu söyleyen Müslümanların belli ki Kur'an'dan haberleri yok. Zira Allah Kuranda zaten kendisini insanı vasıflarla anlatıyor. Örneğin konuşması, merhameti, sevgisi, gazabı, aklı, bunlar insani vasıflar ve Allah kendini ifade etmek için bunları kullanıyor. Onlardan biri de bu yazımın da konusu olan Yemindir. Yemin karşıdaki kişiyi inandırmak için insanlar tarafından sıklıkla kullanılan bir şeydir ve dolayısıyla insana ait vasıflardandır. Allah Kur'an'da insanları kendine inandırmak için yeminler ediyor. Peki her şeye gücü yeten, sonsuz kudret sahibi bir ilah insanları kendine inandırmak için yemin eder mi? Kur'an yeminlerle dolu olan bir çok sure vardır. Onların en büyüğü ise Şems suresidir çünkü baştan sona yeminlerle doludur.
Şems Suresi:
1- Güneşe ve onun aydınlığına andolsun,
2- Onu izlediğinde Ay'a andolsun,
3- Onu ortaya çıkardığında gündüze andolsun,
4- Onu bürüdüğünde geceye andolsun,
5- Göğe ve onu bina edene andolsun,
6- Yere ve onu yayıp döşeyene andolsun,
7,8,9- Nefse ve onu düzgün bir biçimde şekillendirip ona kötülük duygusunu ve takvasını (kötülükten sakınma yeteneğini) ilham edene andolsun ki, nefsini arındıran kurtuluşa ermiştir.
Müslümanlar bu yeminlerin farklı konulara dikkat çekmek için kullanıldığını söylüyorlar. İyi ama Güneş ve Ay'a daha ne kadar dikkat çekecek ki? Zaten insanlar tarih boyunca onlara fazlasıyla dikkat etmiştir, hatta onları birer tanrı olarak bile görmüşlerdir.
İşin garip tarafı Kur'an'da yemin konusunda bile Müslümanlara torpil yapılıyor. Örnek vermek gerekirse kafirler yeminlerini bozarsa cezasının ne olacağı konusunda Kur'an'a baktığımızda çok sert ifadelerle karşılaşıyoruz:
Eğer andlaşmalarından sonra, yeminlerini bozarlar, dininize dil uzatırlarsa, inkarda önde gidenlerle savaşın, çünkü onların yeminleri sayılmaz, belki vazgeçerler.
Bahsi geçen ayette yeminlerini bozup İslama dil uzatanlarla savaşılması ve dolayısıyla öldürülmeleri emrediliyor. Fakat konu Müslümanların yeminlerini bozarken verilmesi gereken cezaya gelince alemlerin yaratıcısı kulları arasında ayrımcılık yapıyor. Şimdi sizlere göstereceğim ayeti dikkatlice okumanızı ve düşünmenizi istiyorum:
Allah, boş bulunarak ettiğiniz yeminlerle sizi sorumlu tutmaz. Ama bile bile yaptığınız yeminlerle sizi sorumlu tutar. Bu durumda yeminin kefareti, ailenize yedirdiğinizin orta hâllisinden on yoksulu doyurmak, yahut onları giydirmek ya da bir köle azat etmektir. Kim (bu imkânı) bulamazsa, onun kefareti üç gün oruç tutmaktır. İşte yemin ettiğiniz vakit yeminlerinizin kefareti budur. Yeminlerinizi tutun. Allah, size âyetlerini işte böyle açıklıyor ki şükredesiniz.
Ayetin ilk kısmında Allah "boş bulunarak edilen yeminden sorumlu değilsiniz" diyor. Peki boş bulunmak ne demek? Bakalım ne demekmiş:
1: Söylenmemesi gereken bir şeyi, işin bu yönünü unutuverip, karşısındakine söyleyivermek, ağzından kaçırmak.
2: Dalgın bir durumda olmak, dalgınlıktan dolayı dikkatsiz bulunmak.
Örnek vermek gerekirse misal Ahmed komşusu Ali'nin karısının başka biriyle kocasını aldattığını biliyor. Sonra Ahmed dalgınlıkla, istemeden bu konuyu yemin etmek suretiyle Ali'nin yanında ağzından kaçırıyor. Ali sinirlenip karısını öldürüyor. Bu durumda Allah Ahmed'i sorumlu tutmuyor. Ne güzel değil mi?
Gelelim ayetin ikinci kısmına. Diyelim ki Ahmed, komşusu Ali'nin karısının ona ihanet ettiğini bilerek, yemin ederek anlatıyor. Ali karısını öldürdükten sonra Ahmed kendini suçlu hissediyor. Bu durumda kefaretini ödeyerek kendini sorumluluktan kurtarabilirsin. Bu kadar basit. Yani bir insanın ölümüne sebebiyet vermenin kefareti on yoksulu doyurmaktır. Fakat her ne hikmetse alemlerin Rabbi, sonsuz merhamet sahibi Allah kafirlere bu şansı tanımıyor.
Yemin konusunda Müslümanlara tanınan ayrıcalık bununla da sınırlı değil. Kur'an'da AHD kavramıyla ilgili ayetlere baktığımızda durumun daha da içler acısı olduğunu görüyoruz. "Ahd" ne demek önce ona göz atalım:
AHD: Yemîn, mîsâk, söz verme, ittifak, bir şeyi korumak, halden hâle onu muhafaza etmek, tavsiye etmek anlamlarında kullanılan bir terimdir. Ahd kelimesi İslâmî bir kavram olarak "Ahd-ü Mîsâk' şeklinde kullanılmıştır.
[Kaynak sorularlaislamiyet.com]
Şimdi sizlere iki ayet göstereceğim. Ne demek istediğimi o zaman daha iyi anlayacaksınız.
Rüşdüne erinceye kadar yetimin malına, onun yararına olmadıkça el sürmeyin. Ahde vefa gösterin; çünkü ahid sorumluluk doğurur.
Diyelim ki bir çocuğun anne ve babası vefat ediyor. Amcası çocuk rüşd haline varıncaya kadar ebeveynlerinden kalan mirasa göz kulak olacağına dair bir ahd veriyor. Fakat daha sonra çocuğun amcası ahdine bağlı kalmıyor ve yetimin tüm malını benimsiyor. Bu durumda çocuğun amcasının cezası nedir? Yani bir Müslümanın kendi ahdine vefa etmemesinin cezası nedir? Cevabı için yine Kur'an'a bakacağız:
Allah şüphesiz size, yeminlerinizi(AHD) kefaretle geri almanızı meşru kılmıştır. Allah sizin dostunuzdur. O, bilendir, Hakim'dir.
Ayet çocuğun amcasının çocuk büyüyünceye kadar malına mülküne göz kulak olacağına dair ettiği yemini (ahdi) kefaretini ödeyerek bozabileceğini söylüyor.
Gördüğünüz gibi yeminlerini bozan kafirlerin cezasının ölüm olduğunu söyleyen Allah Müslümanlara gelince torpil yapıyor, hatta küçük çocukların bile malının mülkünün gasp edilmesi için yeşil ışık yakıyor. Yeminlerini bozduğu için Beni Kureyza'da teslim oldukları halde sırf kafir oldukları için 1000 kişinin kafasının kesilmesine onay veren alemlerin Rabbi küçük çocuğun malını mülkünü gasp eden kişiye sırf Müslüman olduğu için kefaret ödeyerek kurtulabileceğini söylüyor. Bu mudur sonsuz merhamet ve adalet? Eğer öyle ise olmaz olsun böyle adalet...
Evrende var olan her şeyin yaratıcısı olarak Kur'an'da Allah ifade edilir. Oysa
bunun gerçekten böyle olduğunu kimse ispat edemez. Örneğin biri size atomu ben
parçaladım derse ona soracağınız ilk soru nasıl parçaladın olurdu değil mi? Zira
bir şeyi senin yaptığını ve yahut yapmadığını teyit etmenin en kısa yolu nasıl
yaptığını bilmek. Bu kural neredeyse her yerde geçerli. En basitinden bir suç
işleyen dahi o suçu nasıl işlediğini anlatmayınca ve anlattığın şekil gerçekten
ispatlanmadığı sürece suçu işleyen kişi olarak kabul edilmezsin. Kur'an'da da
aynı mantığın işlemesi gerek. Allah her şeyi kendisi yarattığını iddia ediyorsa
nasıl yarattığını izah etmek zorunda. İzah ettiği yer ise kendi kitabı olan
Kur'an olmak zorunda. Çoğu Müslüman bu eleştiriye "işte bilim Allah'ın nasıl
yarattığını anlatıyor" gibi ütopik cevaplar veriyorlar.
Bilim göreceli bir kavramdır ve sürekli değişir. Bilimde bir şeyin yaranma
şekli bu gün doğru olarak kabul edilse dahi yarın bunun yanlışlanamayacağının
garantisi yok. Fakat Kur'an'a baktığımızda Allah'ın yasalarında (sünnetullah)
hiç bir değişimin olamayacağını görüyoruz.
“...Bizim sünnetimizde değişiklik bulamazsın.”(17.İsra’: 77) “...Sünnetullâh’ta
asla değişme bulamazsın!” (48.Fetih: 23) “...Sünnetullâh için bir alternatif
asla bulamazsın! Sünnetullâh’ta bir değişme asla bulamazsın!” (35.Fâtır: 43)
Göreceli ve sürekli değişen bilimin değişmeyen sünnetullah'ı (Allah'ın
yasasını) açıkladığını iddia etmek mantık hatasıdır. Bu yüzden bizler Allah
kendi yarattıklarını nasıl yarattığını Kur'an'da açıklamak zorunda, zira iddia
sahibi kendi olduğu için iddianın ispatıyla yükümlü olan da kendisidir.
Meselenin bir başka tarafıysa bilim Allah'ın her şeyi nasıl yarattığını
açıklıyor diyen Müslümanlar bilimin bir kısmını kabul edip bir kısmını kabul
etmiyorlar. Allah'ın insanları yer yüzünde tutması için yer çekimini
yarattığına inanıyorlar ama her ne hikmetse bilimin de kabul ettiği evrim
teorisini kabul etmiyorlar. İşte bu çifte standarttır. Ya bilimin tamamına (şu
an elimizde olan veriler üzerine kurulu olan kanunlara) inanacaksın yada
tamamını reddedeceksin, bunun orta yolu yok. Kur'an'a baktığımızda Allah'ın
yaratılış şeklinin temel görseli şu şekildedir:
kün feyekün = ol der, o da hemen oluverir (Bakara 117, Enam 73, Nahl
40) Fakat bu kavramın kendisinde bile sorun var. Örneğin Hadid
suresinde göklerin ve yerin yaratılış şekli anlatılırken şöyle diyor: “O’dur
ki gökleri ve yeri altı günde yarattı.” (Hadid 4)
Bu yalnız Hadid suresinde geçmiyor. Araf 54, Yunus 3, Hud 7, Furkan 59, Secde
4, Kaf 38 gibi ayetlerde de altı gün ibaresi geçiyor. Şimdi Ol deyince olduran
Allah neden altı gün zaman sarf etmiş ki? Bu eleştiriye Müslümanlar
genellikle şöyle cevap veriyorlar:
Hikmeti bildirilmese bile, biz anlamasak bile olduğu gibi inanmak lazım.
Müslümanın yapması gereken de, Müslümana yakışan da budur.
(http://www.dinimizislam.com)
İşte Müslümanların temel inancı şu şekildedir. Hikmetini anlamasak bile
inanmak zorundayız. Af buyurun ama ben anlamadığım şeye inanmam.
Neyse konumuzu fazla uzatmadan esas meseleye geçelim.
Zariyat suresi 49. ayete baktığımızda her şeyin çift yaratıldığı gibi bir
iddiayla karşılaşıyoruz.
Düşünüp ibret alasınız diye her şeyden (erkekli dişili) iki eş yarattık.
Ayetin önünde (كُلِّ شَيْءٍ) külli şey-in – diye bir kelime kullanılmış. Bu
her şeyden anlamına geliyor ki evrende var olan ve Allah tarafından
yaratılan her şeyi içinde barındıyor. Ayetin devamında (زَوْجَيْنِ) zevceyni
diye bir ifade daha kullanılmış ki asıl tartışma konusu olan bölüm burası.
Bu kelime Arapçada ÇİFT anlamına geliyor. Ve yine Arapçada bu kelime
cinsiyet içinde kullanılıyor. Peki bu ayette kullanılan zevc kelimesi hangi
manada kullanılmış? Müslümanlar genellikle şöyle bir şey söylüyorlar: Bir
kelimenin Kur'an'da hangi anlamda kullanıldığını bilmemiz için Kur'an'ın
başka ayetlerinde o "kelimenin hangi manalarda kullanıldığına bakmamız gerek." Şimdi bizde aynısını yaparak zevc kelimesinin Kur'an'ın başka hangi
ayetlerde ve hangi manalarda kullanıldığına göz atalım.
Zariyat suresini saymazsak bu kelime Kur'an'da 3 yerde daha kullanılmıştır.
Nihayet emrimiz gelip, tandır kaynamaya başlayınca (sular coşup taşınca)
Nûh’a dedik ki: “Her cins canlıdan (erkekli dişili) birer çift,( اثْنَيْنِ
زَوْجَيْنِ min kullin zevceyni-śneyni) bir de kendileri hakkında daha önce
hüküm verilmiş olanlar dışındaki âilen ile iman edenleri ona yükle.” Ama,
onunla beraber sadece pek az kimse iman etmişti.
Bunun üzerine Nûh’a, “Bizim gözetimimiz altında ve vahyimize göre o gemiyi yap” diye vahyettik. “Bizim emrimiz gelip de tandır kaynamaya başlayınca, (sular coşup taştığında Nûh’a) dedik ki: “Her cins canlıdan (erkekli dişili) birer çift,( مِنْ كُلٍّ زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ min kullin zevceyni-śneyni) bir de kendileri aleyhinde daha önce hüküm verilmiş olanlardan başka aileni gemiye al ve zulmeden kimseler hakkında bana hiç yalvarma! Şüphesiz onlar suda boğulacaklardır.”
O, yeri yayıp döşeyen, orada dağlar, nehirler meydana getiren, orada her
türlü meyveden (erkekli-dişili) iki eş yaratandır.( زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ
fîhâ zevceyni-śneyn) O, geceyi gündüze bürüyor. Şüphesiz bunlarda, düşünen
bir kavim için (Allah’ın varlığını gösteren) deliller vardır.
Gördüğünüz gibi kelimelerin geçtiği her yerde Diyanet İşleri cins kavramı
üzerinden çeviri yapmış nitekim doğru olanda bu zaten. Örneğin Nuh Allah'ın
emriyle büyük selden önce gemiye hayvanlardan ve bitkilerden türler
(çiftler) aldığında erkeklik ve dışılık kavramı üzerinden çiftler almış.
Çünkü sel çekildikten sonra bu hayvanlar ve bitkiler yeniden karaya
çıkarılacak ve yaşam tekrardan başlayacaktı. Onun için Diyanet İşleri de
mantıklı olanı yaparak ilk 3 ayeti göz önünde bulundurup Zariyat 49
ayetindeki zevc kelimesini erkek ve dışı çiftler olarak çevirmiştir.
Şimdi Diyanet İşlerinin Zariyat suresinin 49. ayetinin tefsiriyle ilgili
neler söylediğine bakalım:
Müfessirler “her şeyden çift çift yaratma”nın anlamını açıklarken daha çok
“gece-gündüz, erkek-dişi, yer-gök, insan-cin, iman-küfür, ay-güneş” gibi
karşıtlık örnekleri üzerinde durmuşlardır. Taberî bunu “Cenâb-ı Allah’ın her
yarattığının yanı sıra amaç ve işlevi itibariyle ondan farklı bir ikincisini
yaratması” şeklinde anlamanın uygun olacağı kanaatindedir. Yine Taberî’nin
izahına göre burada esas amaç Allah’ın yaratma sıfatına dikkat çekmektir.
O’nun yaratmasını –meselâ ateşin yakma özelliği gibi– tek sonuçlu olarak
algılamamak gerekir, O dilediği her şeyi dilediği biçimde yaratma gücüne
sahiptir (XXVII, 8-9). Elmalılı, bu konudaki görüşleri özetledikten sonra,
Beyzâvî’nin “her cinsten iki nevi bulunduğu” tarzındaki yorumunu öncekileri de
içine alması itibariyle daha kapsamlı bulur. (Kaynak- Kur'an Yolu Tefsiri
Cilt: 5 Sayfa: 133-135)
Diyanet işleri tefsirinde zevc kelimesini her şey ibaresiyle yan yana
işlendiği için bir tek erkek ve dışı olarak değil hemde zıtlık teşkil eden
çiftler (gece-gündüz, iman-küfür) içinde geçerli olduğunu söylüyor.
Amenna. Bunda bir sorun yok. Fakat bizim sorumuz kavram ve işlevsel
olarak zıtlık teşkil eden çiftlerle bağlı değil cinsiyet içeren erkek ve dışı
çiftleriyle alakalı. Fakat burada bir not düşelim.
Not: Diyanet İşlerinin belirttiği gece-gündüz, iman- küfür gibi misaller de
tam olarak doğru değil. Peki neden? Eğer Zariyat suresi 49. ayette her şey
denildiğinde bunun içerisine hem cinsiyet hemde zıtlıklar dahil oluyorsa o
halde zamanın zıttı nedir? Zamanı Allah yaratmadı mı? Zamanda yaratılan her
şeyden biriyse o zaman ayete göre onunda bir zıt kavramı olması gerek.
Taberi'nin söylediği “Cenâb-i Allah’ın her yarattığının yanı sıra amaç ve
işlevi itibariyle ondan farklı bir ikincisini yaratması” tefsirine
göre de bildiğimiz zamanın yanı sıra amaç ve işlevi itibarıyla bildiğimiz
zamandan farklı olan çiftini yaratması gerek değil mi? Böyle bir zıtlık
olmadığı için ayetin tam olarak cinsiyet (erkek dışı) olarak çiftlerden
bahsettiği aşikar.
Şimdi Kuranın başka ayetlerinde de zevc kelimesinin kullanma şeklini göz
önünde bulundurarak ve yine Diyanetin tefsirini esas alarak Zariyat
suresi 49. ayette kullanılan zevc kelimesinin erkek ve dışı olarak
anlamamızda hiç bir sakınca olmadığını görüyoruz. Sorumuza geçmeden önce
birazda bakterilerin ne olduğuna kısa bir şekilde göz atalım.
BAKTERİLER
Öncelikle biyolojide bakterilerin nasıl tanımlandığına bakalım:
Bakteri- toprakta, suda, canlılarda bulunan, mayalanmaya, çürümeye ya da
hastalıklara yol açan, küresel, silindirimsi ya da kıvrık biçimde olan, çok
basit yapılı, bölünme yoluyla çoğalan, klorofilsiz, tekgözeli canlılardır.
Bakteriler ilk kez 1976 yılında Antonie van Leeuwenhoek [1-2] tarafından kendi
tasarımı olan tek mercekli mikroskop yardımıyla keşfedilmiştir. Onlara
"animalcules" (hayvancık) adını takmış, gözlemlerini Kraliyet Derneği'ne (Royal
Society'ye) yazılmış bir dizi mektupla yayımlamıştır. [3][4][5] Bacterium adı
çok daha sonra, 1838'de Christian Gottfried Ehrenberg tarafından kullanıma
sokulmuş, Antik Yunanca "küçük asa" anlamına gelen βακτήριον -α (bacterion
-a)'dan türetilmiştir. [6] Latince kullanımıyla Bacteria, bakteri sözcüğünün
çoğulu, bacterium ise tekilidir. Bakterilerin cinsiyeti (erkek-disi) yoktur ve
eşeysiz üreme yoluyla çoğalırlar. [7]
Peki nedir eşeysiz üreme?
Eşeysiz üreme [8] tek bir organizmadan yalnızca bu organizmanın genlerini alarak
yeni bir canlı üremesidir. Bu üreme yönteminde ploitlik [a] görülmez. Yani
eşeysiz üremelerde Otomiksis [b] haricinde herhangi bir kromozom birleşmesi ve
yeni bir canlı yaratılması gerçekleşmez. Ortaya çıkan canlı ana canlının genetik
olarak birebir kopyalanmış halidir. Eşeysiz üreme arkea, bakteri ve protistler
gibi tek hücreli organizmalar için ana üreme yoludur. Birçok bitki ve mantar
eşeysiz ürer.
Müslümanlara bakterilerin erkek ve dişilerinin bulunmadığını söylediğinizde
genellikle bakterilerdeki F-faktörünü delil olarak sunarlar. Bunun sebebi de
bilim çevrelerinde F-faktörüne daha iyi anlaşılması için erkeklik dişilik
faktörü denmesidir. Peki nedir F-faktörü?
Bazı bakterilerde F faktörü
[8] (fertilite=döllenme) faktörü bulunur. Bu F faktörü bakterilere vericilik
özelliği sağlar ve bu nedenle F faktörü taşıyan bu bakterilere erkek, F faktörü
taşımayanlara ise dişi bakteri denir. Bu erkek ve dişi ayrımı alıcı ve verici
olan bakterileri daha iyi algılamak için kullanılır. Aslında bir plazmit olan F
faktörünün bir hücreden diğerine geçişi sex pilusları aracılığı ile olur. Bunu
daha iyi anlayabilmemiz için plazmitin ne olduğunu anlamamız gerek. Plazmit
9-kendi kendini eşleyebilen, kromozomdan ayrı bir DNA parçasıdır. Tipik olarak
dairesel ve çift sarmallıdır. Genelde bakterilerde, bazen ökaryotlarda da
bulunur.
1: Kromozomal DNA , 2: Plazmidler
Plazmidler öyle sandığınız gibi X ve Y (erkek dışı) kromozomları değil. Her
plazmid kromozomdan bağımsız olarak kopyalanmasını sağlayan bir DNA dizinine
sahiptir. İşte bazen bakterilere selektif (antibiyotiğe karşı direnç) avantajlar
sağlaması da plazmidlerin kromozomdan bağımsız olan DNA yapısına sahip
olmalarıdır. Dolayısıyla plazmidler Bakteri kromozomundan (DNA’sında) ayrı
olarak replike (bölünüp çoğalma, yenilenme) olurlar. Ve bunun erkeklik ve
dişilik sağlayan kromozomlarla herhangi bir ilişkisi yok.
Aslında bu yanlış anlamanın bir diğer nedeni de Bakteriyel
konjugasyondur. Bakteriyel konjugasyon çoğu zaman hatalı olarak cinsel
birleşmenin ve üremenin bir benzeri olarak gösteriliyor. Bunun nedeni de
Bakteriyel Konjugasyon zamanı DNA aktarımının doğrudan hücresel bir temas
yoluyla aktarılıyor olmasıdır. Oysa bu süreç cinsel değildir zira eşey
hücreler [c] birleşerek bir zigot [d] oluşturmaz. Olay sadece verici bir
hücreden (f-faktörü taşıyan erkek) alıcı bir hücreye (f-faktörü taşımayan
dişi) genetik malzeme aktarımından ibarettir ve bu aktarım zamanı hücresel
yani fiziki bir temasta bulunmasıdır.[10] Ayrıca Konjugasyon olabilmesi için
verici bakterinin konjugatif, yani hareket ettirilebilir bir genetik unsura
sahip olması gerekir, bu çoğu zaman bir konjugatif plazmittir. Yani
bakterilerde f-faktörü bildiğimiz anlamıyla erkeklik ve dışılık ayrımı
oluşturmaz. F-faktörü bakterinin bulundurduğu plazmidlere göre hangisinin
alıcı hangisinin verici olduğunu teyit etmek için kullanılan bir terimdir.
Cinsellikle uzaktan yakından bir alakası yoktur.
Özetleyecek olursak Zariyat 49'da çift diye kullanılan genel mananın içinde
bulunan erkeklik ve dişilik ayrımı bakterilere uymuyor. Zira bakteriler erkek ve
dişi olarak ayrılmıyorlar.
Müslümanlar Zariyat 49'u eleştirilerden
kurtarmak için bir teori daha üretmişler. Teori şöyle. Evrende maddenin bir
karşıtı yani anti-maddesi vardır. Bu durumda maddeden yaratılan her şeyin
(bakteriler de dahil) anti maddesi (karşıtı, eşi, çifti) vardır. Bu teorilerine
ünlü fizikçi Stephen Hawking'in [11] şu sözlerini kanıt olarak sunuyorlar:
“Zamanın
daha kısa tarihi” kitabında şöyle der: “Karşıt parçacıklardan yapılmış karşıt
Dünyalar ve Karşıt insanlar olabilir. Yani eğer karşıt benliğinizle
karşılaşırsanız, el sıkışmayın, büyük bir ışık patlaması içinde ikinizde
kaybolabilirsiniz.”
Teorinin anti madde kısmı doğru. Zira Paul Dirac [12] denklemiyle maddenin
karşıtı bir anti-maddenin var olduğu ortaya çıktı. Fakat Hawking'in sözleri bir
teoridir, yani ispatlanmış bir şey değildir. Nitekim Hawking kitabında
"olmalıdır" yahut "vardır" demiyor "OLABİLİR" diyor. Bugüne kadar
antimaddeden oluşan dünyalar, insanlar, bakteriler hakkında herhangi elle
tutulur bir kanıt bulamadık. Bunlar daha çok teorik düzeyde var olan şeyler.
Yani dünyamızda maddeden oluşan bir bakterinin evrenin başka bir yerinde
antimaddeden oluşan bir çiftinin olduğu henüz ispat edilmiş bir şey değildir.
Onun için bahsi geçen teorinin hiçbir bilimsel tutarlılığı yoktur.
SONUÇ: Konumuzu kısaca özetleyecek olursak: 1: Evrendeki her şeyi Allah'ın
yarattığını söylememiz için o şeylerin nasıl yaratıldığını Kur'an'ın
detaylarıyla izah etmesi gerek. Bilim Allah'ın yaratma şeklini açıklayacak bir
araç olamaz. Zira sürekli değişkendir. Bilim yalnızca Kur'an'da anlatılan
yaratılış şeklinin doğru olup olmadığını test etmek için kullanabileceğimiz bir
araçtır. 2: Hikmetini bilmesek bile inanmalıyız tezi yanlıştır. Zira İsra
36'ya göre bir şeye inanmak için onun hakkında kesin bilgiye sahip olmamız
gerek. 3: Zariyat 49'da kullanılan zevc kelimesini Kur'an'ın bütünüyle ele
aldığımızda bir tek zıtlıkların çifti değil cinsiyet anlamında, erkek ve dişi
olarak da çift manası taşıdığı görülüyor. Bizim sorguladığımız yönü tam olarak
erkek ve dişi olarak yaratılan çiftlerdir. Nitekim ayetin önünde kullanılan
(كُلِّ شَيْءٍ) külli şey-in ibaresi Allah'ın yarattıklarından sadece biri olan
bakterileri de kapsıyor. O zaman bakterilerin erkek ve dişi olanlarını göstermek
zorundasınız. 4: Evrende maddedinin bir karşıtı yani anti maddesi
mevcuttur, Zariyat 49 bunu anlatıyor tezi de yanlıştır. Bu tezi savunmak için
evrenin her hangi bir yerinde anti-maddeden oluşan bir bakteri türü göstermeniz
gerek. Kısacası Zariyat 49'da her şeyi yaratmış olan Allah'ın kendi yarattıkları
içinde bakterilerden habersiz olduğu görülüyor.
1) https://tr.wikipedia.org/wiki/Antonie_van_Leeuwenhoek 2) Porter JR (1976).
"Antony van Leeuwenhoek: Tercentenary of his discovery of bacteria".
Bacteriological reviews. 40 (2). ss. 260-269. PMID 786250. Erişim tarihi: 19
Ağustos 2007. 3) van Leeuwenhoek A (1684). "An abstract of a letter from Mr.
Anthony Leevvenhoek at Delft, dated Sep. 17, 1683, Containing Some Microscopical
Observations, about Animals in the Scurf of the Teeth, the Substance Call'd
Worms in the Nose, the Cuticula Consisting of Scales". Philosophical
Transactions (1683-1775). Cilt 14. ss. 568-574. Erişim tarihi: 19 Ağustos
2007. 4) van Leeuwenhoek A (1700). "Part of a Letter from Mr Antony van
Leeuwenhoek, concerning the Worms in Sheeps Livers, Gnats, and Animalcula in the
Excrements of Frogs". Philosophical Transactions (1683-1775). Cilt 22. ss.
509-518. Erişim tarihi: 19 Ağustos 2007. 5) van Leeuwenhoek A (1702). "Part
of a Letter from Mr Antony van Leeuwenhoek, F. R. S. concerning Green Weeds
Growing in Water, and Some Animalcula Found about Them". Philosophical
Transactions (1683-1775). Cilt 23. ss. 1304-11. doi:10.1098/rstl.1702.0042.
Erişim tarihi: 19 Ağustos 2007. 6) "Etymology of the word "bacteria"".
Online Etymology dictionary. 21 Kasım 2015 tarihinde kaynağından arşivlendi.
Erişim tarihi: 23 Kasım 2006. 7) Koch A (2002). "Control of the bacterial
cell cycle by cytoplasmic growth". Crit Rev Microbiol. 28 (1). ss. 61-77.
doi:10.1080/1040-840291046696. PMID 12003041. a) Ploitlik (İng., ploidy),
bir hücredeki kromozom sayısının, o hücredeki farklı kromozomlardan birer tanesi
ile oluşturulan temel setteki kromozom sayısı ile bir rasyonel sayının çarpımına
eşit olması durumudur. b) Kendi kendini dölleme. canlıda hem erkek hem dişi
hücrelerin bulunması 8) ankara.edu.tr/BakterilerdeGenetikMaddeAktarımı.pdf 9) https://tr.wikipedia.org/wiki/Plazmid c) Diğer ismiyle Gametler-eşeyli üreme
yolu ile çoğalan organizmalarda döllenme evresinde bir başka hücre ile
birleşerek kaynaşan hücredir. 10) Davison J (1999). "Genetic exchange
between bacteria in the environment". Plasmid. 42 (2). ss. 73-91.
doi:10.1006/plas.1999.1421. PMID 10489325. d) Zigot- biri anneden (oosit),
biri babadan (sperm) gelen iki eşey hücresinin birleşmesi (fertilizasyon) sonucu
oluşan diploit hücre. 11) https://tr.wikipedia.org/wiki/Stephen_Hawking 12) https://tr.wikipedia.org/wiki/Paul_Dirac ●►Üye olarak platforma destek olabilirsiniz: KATIL
KIRMIZI ASA (KAFİLE) ARGÜMANLARINA CEVAP |
BÖLÜM 3[ALLAH'I KİM YARATTI?]
UYARI: Bazılarınız "iyi de kanalın adı Kafile diyorlar. Biliyoruz. Fakat
zaten tüm videolar Osman'ın düşünce ve iddiaları. Ayrıca Kafile desek
birçoğu "o kim?" der çünkü kanal Kırmızı Asa adıyla, o video serisinin
adıyla biliniyor. Bu yüzden makale ve video başlığında da Kırmızı Asa adını
kullandım. Bu yüzden bu serideki bazı konular Kafile kanalının videoları ile bazıları
ise kanalın Kırmızı Asa adlı video serisi ile ilgili olacaktır.
Değerli okuyucularımız ve izleyicilerimiz. Bu yazımda Kırmızı Asanın daha bir
videosunu ele alacağım ve yaptığı videoda kendi kendini nasıl yalanladığını
göstereceğim. Video 21 Ekim 2016 tarihinde Youtube'ye yüklenmiş. Videonun ismi
şöyle "Allah'ı Kim Yarattı?" Sorusu İptal Oldu! - Osman Bulut.
Videoda
tek tek söylenen argümanları ele alacağız ve bu argümanlardaki mantık hatalarını
hep birlikte göreceğiz. Videoda 2 tane örnek veriliyor ve bu örnekler üzerinden
Allah'ı kim yarattı sorusunun mantık hatası olduğu ispatlanmaya çalışılıyor.
Videoya başlamadan iki kavram hakkında bilgi veriliyor.
1. kavram: Zâtî = Kendisinden olan
2. kavram: Arîzi = Başkasından olan
Bu kavramları anlatmak için de bir örnek veriyor. Mesela güneşin ışığı
kendisindendir, yani zâtîdir, fakat ayın ışığı kendisinden olmadığı ve
güneşten yansıdığı için arîzidir diyor.
Bu iki kavram üzerinden örnekler vererek sözde Allah'ı kim yarattı sorusunun
yanlış olduğunu kanıtlıyor. Şimdi videonun içeriğine göz atalım.
1. Örnek: Tren ve vagonların hareketini görüyorsunuz. Vagonların hareket
etmesi için bir lokomotif gerek. Yani vagonların hareket etmesi kendiliğinden
olmadığı için arîzidir. Lokomotif ise zâtîdir. Yani hareketi
kendisindendir. Bu durumda Lokomotifi hareket ettiren nedir sorusu mantık
hatası olur.
Cevap: Bu örnek pek mantıklı değil. Öncelikle lokomotif nedir ona bakalım.
Lokomotif [1] raylar üzerinde vagon dizisini çekmemize yardım eden, geçmişte
genellikle buharla çalışan fakat günümüz dünyasında sıklıkla dizel ve
elektrik motor yardımıyla çalışan bir makinedir. Lokomotifin ismi
Fransızcadaki LOKOMOTİVE sözcüğünden alınmıştır. Lokomotiflerin nasıl
çalıştığını uzun uzadıya anlatarak sizleri yormayacağım. Fakat bugün orta okul
öğrencisi bile lokomotıflerin kendi kendine hareket edemeyeceğini biliyor.
Hareket etmesi için öncelikle bir motora, raya ve yakıta gerek duyar. Yakıtın
motorda yanması sonucu ortaya çıkan itme kuvveti sonucu hareket etmeye başlar.
Yani tirenin hareketindeki sebep-sonuçları sorguladığımız zaman son durağımız
lokomotif değildir, ondan sonrası da vardır. Lokomotif motora, motor bazı teknik parçaların bir araya gelmesine ve yakıta, yakıt kendi içinde
bazı maddelerin bulunmasına gerek duyar. Bu sebep-sonuç ilişkisini istediğiniz kadar
uzatabilirsiniz. Bu durumda lokomotif hareketi "zati" yani kendisinden olamaz.
Zira onun hareketini sağlayan bazı etkenler var. Dolayısıyla lokomotif
argümanıyla Allah'ı kim yarattı sorusu iptal olmuyor. Bu sorunun iptal olması
için lokomotifin hiç bir şeye gerek duymadan kendi başına hareket etmesi
gerekir.
2. Örnek: Gündüz vakti tüm renkler güneş ışınlarının yansıması sonrası
ortaya çıkıyor. O zaman Güneşin ışığının nereden yansıdığını sormak mantık
hatası olur.
Cevap: Bu arkadaş güneşi kendiliğinden ışık saçan bir gök cismi zannediyor.
Öncelikle güneş ışınları dediğimiz şey güneşin çekirdeğinde meydana gelen
termonükleer tepkimeler sonucu ortaya çıkan enerjinin gözlerimize ışık
olarak yansımasıdır. Örneğin evimizde kış aylarında yaktığımız elektrikli
sobalar ısı üretirler. Fakat bizim gözlerimiz onların yaydığı ısıyı ışık
olarak algılar. Kinetik kurama göre ısı, moleküllerin ve fotonların
hareketleri ve etkileşimleri sonucu ortaya çıkar. [2]
Bu durumda vücudumuzda derimiz altında bulunan Termoreseptörler güneşteki bu
termonükleer tepkimeleri iletme (Transmisyon) reseptörleri yardımıyla
beynimize ısı olarak ilettiği halde gözlerimizde bulunan Fotoreseptörler
yalnızca ışığa duyarlı olduğu için ısının içerisinde bulunan fotonları
algılar ve Dönüştürme ( Transdüksiyon) dediğimiz reseptörler yardımıyla
ışığa dönüştürülerek optik sinirler yardımıyla beynimize iletilir.
Dolayısıyla güneşi gözlerimizle bir ışık saçan cisim, derimizle ise ısı
yayan cisim olarak algılarız.
Örneğin doğuştan beri kör olan bir insanda yalnızca Termoreseptif duyular
gelişiyor. Bunlar Somatik duyulardır. Temas/Basınç, ısı, ağrı gibi duyular. Bu
nedenle doğuştan beri görme engelli olan insana hiç bir
zaman güneşin ışık yansıttığını tam olarak anlatamayız. Zira güneşi yalnızca
ısı olarak algılamaktadır. Bunun nedeni doğuştan görme engelli olan
insanların beyninin hiç bir zaman Photoreception dediğimiz (Işığın
fotoreseptörlerce algılanması) eylemini gerçekleştirmemesidir. Daha detaylı
bilgi için verdiğim linke tıklaya bilirsiniz. [3]
Bu durumda güneş ışığını nereden alıyor sorusu mantık hatası değildir. Zira
güneş hem ısıyı hem de ışığı çekirdeğindeki termonükleer tepkimeler sonucu
ortaya çıkan enerjiden elde ediyor. O yüzden bu örnek Allah'ı kim yarattı
sorusunun mantık hatası olduğunu ispatlamak için oldukça yetersizdir. Bahsi
geçen örneğin Allah'ı kim yarattı sorusunu iptal etmesi için güneşin ısıyı
ve ışığı yokluktan (yani hiç bir aktivite ve tepkime olmadan) ortaya
çıkarması gerekir.
NOT: Videonun sonunda bu örneklerin doğru bir yaklaşım olmadığını zaten
kendisi de söylüyor. O halde doğru olmayan örnekleri kullanmanın sebebi ne
bende anlamış değilim. Fikrimce öylesine "laf olsun kazan dolsun" diye.
Fakat videonun devamında itiraf diyebileceğimiz bir şey söyleniyor. Videonun
5:18 ve 5:56 dakikaları arasında aynen şu ifadeler geçiyor. “Varlığı
kendinden olmak. Hiç doğmamış olmak ne demek? Bunları tam anlayamıyoruz
diyorsan anlayamamak gayet normal” Peki Osman Bulut bu normal olan
şeyin gerçekten normal olduğunu nasıl açıklıyor? Şimdi itiraf
diyebileceğimiz sözlerine bakalım ve görelim:
“Çünkü insan kıyas vasıtasıyla anlar. Biz bir şeyi nasıl anlarız? Önceden
öğrendiğimiz, gördüğümüz bir şeyler vardır, onlarla kıyas ederiz, onlarla
bazı bağlantılar kurarız ve bu şekilde yeni bir şeyler öğrenmeye başlarız.
Şimdi biz doğduğumuzdan beri hiç bir zaman ölümsüz olmak ne demek?,
Başlangıcı olmamak ne demek? Bunlara hiç rastlamadık, görmedik.
Dolayısıyla hep var olmak, varlığı kendinden olmak ne demek bunu
anlamıyorum. Anlamamak gayet normal. Bunun örneğini daha önce hiç görmedik
bu hayatta.”
Şimdi güzel kardeşim ben insanım. Ve senin inancına göre beni Allah yaratmış.
Allah beni yaratırken anlama şeklimi seninde dediğin gibi kıyaslama
vasıtasıyla kodlamış. Peki kıyaslama nasıl yapılır? Örneğin biz bir
arkadaşımıza onun görmediği birini anlatmaya çalışırken önceden gördüğü
biri üzerinden örnek veririz. Mesela Ali'yi tanıyor musun? dediğimizde
cevap hayır oluyorsa "bir nevi bizim Mesut'a benziyor fakat boyu ondan biraz
daha kısa" gibi kıyas yaparız. Böylece arkadaşımız önceden Mesut'u gördüğü
için Ali'nin boyu hakkında bir fikir edinebilir.
İşte Osman Bulut arkadaşımızın da dediği gibi varlığı kendinden olmak,
başlangıcı olmamak gibi bir şeyi anlamak, kavramak için onun benzerini, en
azından bir alt modelini görmemiz gerek. Fakat Kur'an'a baktığımızda Allah'ın
hiç bir şeye benzemediğini görüyoruz:
Gökleri ve yeri yaratan O’dur. Size kendinizden eşler, hayvanlardan da
çiftler yarattı. Bu şekilde çoğalmanızı sağlamaktadır. O’na benzer hiçbir
şey yoktur. O her şeyi işitir, her şeyi görür.
Allah'a benzeyen hiç bir şey yoksa senin kıyaslama yoluyla anlama şeklin burada
çalışmıyor. En azından bulunduğumuz evrende. Ve yine Kur'an'a baktığımızda emin
olmadan inanmamızı da yasaklıyor Allah:
Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine düşme. Çünkü kulak, göz
ve kalp, bunların hepsi ondan sorumludur.
Şimdi bir şeyi anlamak için kıyaslamak ve kesin bilgi gerekse o zaman Allah'ı
anlamamız için onu kıyaslayabileceğimiz bir şey göstermeniz ve somut kanıtlar
sunmanız gerek. Somut kanıtların gerektiğini bizzat İsra suresi 36. ayet
emrediyor. Peki nedir somut olan şeyler? Basit bir ifade ile, beş duyu organımız
tarafından algılayabileceğimiz kavramlardır. Yani elle tutabileceğimiz, gözle
görebileceğimiz ya da varlığını hissedebileceğimiz kavramlardır. [4] Nitekim
İsra suresi 36. ayette kulak göz ve kalp (Kur'an'da kavrama ve hissetme organı
kalp olarak gösterilir) somut şeyleri algılamamız için Allah'ın yarattığı
organlardır. Bu durumda bizlerin yani Allah'a inanmayanların Allah'ın varlığı
için somut deliller istemesi mantık hatası değil bizzat Kur'an'a referanstır.
Allah'ın varlığı için somut kanıtlar isterken Müslümanlar genellikle “Biz
Allah'ı yarattıklarına bakarak varlığını kabul ediyoruz” diyorlar. Peki öyle
olsun. O zaman sizlerin evrende bulunan her şeyin Allah tarafından nasıl ve
hangi yollarla yaratıldığını Allah'ın kitabı olan Kur'an'dan göstermeniz gerek.
Gösteremiyorsanız o zaman bunları tanrı sıfatı taşıyan herhangi bir varlık ta
yaratmış olabilir. Bu konuyu başka bir videoda detaylı bir şekilde ele alacağım.
Sonuç: Videoda Allah'ı kim yaratmış sorusunu iptal etmeye gücü yetecek herhangi
bir argüman yok. İnsanların bir şeyi anlaması için kıyas yapması gerekli ise
Allah'ın zati sıfatını anlamamız için her hangi bir somut kanıt yoktur. Onun
için insanları kıyaslama yaparak anlayacak şekilde yaratan Allah ahirette neden
inanmadın diye insanları yargılayamaz. Yargılayabilmesi için önce ona bakarak
kıyas yoluyla Allah'ın zati sıfatını anlayabileceğimiz bir model yaratması
gerekirdi. Böyle bir model olmadığı için bizlerin Allah'a inanmaması gayet
mantıklı.
KIRMIZI ASA (KAFİLE) ARGÜMANLARINA CEVAP | BÖLÜM 2
UYARI: Bazıları "Kanalın adı Kafile vs. demiş. Biliyoruz efendim. Fakat Ramazan canlı yayınlarını saymazsak kanaldaki videoların neredeyse %90'ı Kırmızı Asa adıyla yer alıyor. Zaten bu yüzden kanal Kırmızı Asa olarak biliniyor. Bundan dolayı video başlığında da Kırmızı Asa adını kullandık.
Kırmızı Asa'ya cevap sersinin bu bölümünde bahsi geçen kanalın argümanlarının ne kadar mantıksız olduğunu ve kelime oyunu üzerinden nasıl manipülasyon yaptıklarını göstermeye çalışacağım.
Video evrendeki düzen ve kaos üzerine hazırlanmış (21 Mart 2019- Kırmızı Asa 4 : Evrende Düzen Mi Var Kaos Mu? | Osman Bulut). Fakat hazırlanırken bir çok mantık ve kavram hataları yapılmış. Videonun belli kısımlarını ele alarak genel bir cevap vermeye çalışacağım.
Videonun 1:26-2:43 dakikaları arasında şöyle deniyor: Şimdi bir şehir, bir metropol hayal edin. Bir metropolde düzen olup olmadığını nasıl anlarız? Öncelikle kurallar kanunlar olmalıdır değil mi? Sosyal kurallar, trafik kuralları ve farklı parçalar için farklı kurallar. Mesela okulda öğretmenler için kurallar, öğrenciler için kurallar.Veya trafikte kamyon şoförleri için kurallar, taksi şoförleri için kurallar, yayalar için kurallar vs.
Mesela kırmızı ışıkta durmalısınız veya şoförseniz önünüzdeki araçla aranızdaki mesafe en az hızınızın yarısı kadar değerde olmalı vs. Ama bu düzen için yetmez. Asıl önemli olan bu kurallara uyuluyor olmasıdır. Öyleyse düzen olması için şöyle diyebiliriz:
1-Kurallar, kanunlar olmalı (genel kurallar ve parçaların özel kuralları)
2- Bu kurallara, kanunlara parçalar tarafından uyulduğu oranda düzen ortaya çıkar.
Peki şimdi bu soruları evren için soralım. Genel veya özel kurallar var mı? Varsa bu kurallara parçalar tarafından ne kadar uyuluyor?
Videodan NOT; 3:02 dakikada şöyle deniyor "Bilim Evrendeki parçaların genel geçer kuralları olduğu ve bu kurallara zaman bağımsız ve mekan bağımsız şekilde uyulduğu ön kabulüyle yapılıyor."
Öncelikle bilim yaparken evrendeki parçalar için mekandan ve zamandan bağımsız olarak genel geçer kurallara uyuluyor tezi yanlıştır. Hatırlarsanız önceki yazımızda “Newton'un kütle çekimi yasası mutlak doğru ve her yerde çalışan bir yasa olarak kabul görmüştür. Fakat Albert Einstein'in İzafiyet Kuramı, sonrasında Kuantum kuramı değişmez ve evrensel olarak görülen temel yasaların doğru olmadığını ortaya çıkardı.” fikrini beyan etmiştik. Dolayısıyla özgün bir hipotez üzerine gözlem yaparken bilim insanları genel kanunlar üzerinden değil o hipotezin içerdiği fikrin doğal gerçekliğinin (bilimsel gerçekliğinin) üzerinden gözlem yapmayı tercih ediyor.
Örneğin güneş sistemimizde bulunan Venüs kendi etrafında dünya günü ile 243 günde, güneş etrafında ise 224.7 dünya gününde döner [1]. Yani Venüs'ün bir günü bir yılından daha uzun sürer. Şimdi biz Venüs'ü incelerken dünyamızda çalışan kurallarla gözlem yaparsak bu yanlış olur. Her bir cismin kendine has özelliği vardır ve bu özellikler üzerinden gözlem yaparsak doğru sonuçlara ulaşmış oluruz. Yani bu durumda evrendeki parçaların (cisimlerin) genel geçer kuralları olduğu, zamana ve mekana bağımsız olarak uyulduğu fikri doğru değildir.
İkinci hataysa metropol örneği üzerinden evreni tanımlamaya kalkışmak. Bir metropoldeki kurallara uyulup uyulmadığı üzerine istatistik yaparken o metropolün genelinin (yani %90 ve üzeri) bilinmesi imkanı vardır. Fakat Saul Perlmutter, Adam Riess ve Brian P. Schmidt gibi nobel fizik ödülleri almış bilim insanlarının da dediği gibi sürekli genişleyen evren modelinde evrenin tamamını (veya tamamına yakınını) bilmemiz imkansız. Onun için sınırlarını bildiğimiz bir şeyle sınırsız olan bir şeyi kıyaslamak mantık hatası olur. Daha dünyamızın da içinde bulunduğu Samanyolu galaksisinin bile tamamını bilemezken her sokağını bildiğimiz bir metropolü evrenle kıyaslamamız doğru değildir.
Arkadaşımız evrendeki parçaların genel geçer kuralları olduğunu ve bu kurallara zamana ve mekana bağımsız olarak uyulduğu fikrini videonun devamında EVRENDEKİ DÜZEN tezine bağlamaya çalışıyor. Peki düzen nedir? Düzen, belli yöntem, ilke veya yasalara göre kurulmuş olan durum, uyum, nizam, sistemdir (kaynak: https://kelimeler.net)
Prof Celal Şengör'ün düzenle ilgili güzel bir sözü var:” Eğer bir balık milyonlarca yumurta üretiyorsa ve o yumurta içinden bir kaç tanesi yaşayabiliyorsa bu tesadüftür, hiç bir düzen yoktur demektir. “
Yani Allah bir balığın bıraktığı milyonlarca yumurtadan yalnızca bir kaç tanesine hayat veriyorsa neden balıklarda o kadar çok döl üretme yöntemi uygulamış ki ? Başka bir örneğe bakalım.
Kendine iman edip kulluk etmek için yarattığı insanları bir gezegende toplamışsa neden hiç bir işe yaramayan, bizim için bir önemi olmayan başka gezegenler, galaksiler, yıldızlar yaratmış? Düzen bunun neresinde? Kur'an'a baktığımız zaman evrende yaratılmış olan her şeyin belli bir görevi olduğunu, hiç bir şeyin nedensiz yaratılmadığını görüyoruz. Ve yine Kur'an'da evrende yaratılan her şeyin bir nedenle (hikmetle) yaratıldığını ve o nedenin insanlara hizmet olduğunu söylüyor Allah.
Nahl Suresi 3. Ayet
خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ بِالْحَقِّۜ (hikmetle) تَعَالٰى عَمَّا يُشْرِكُونَ Çünkü Allah,gökleri ve yeri anlamsız ve boş yere değil, belli bir hikmete uygun olarak, yani hak ile yaratmıştır. O,müşriklerin ilâhlık pâyesi vererek Allah’a ortak koştukları her şeyin üzerinde ve ötesindedir!
Câsiye Suresi 13. Ayet
وَسَخَّرَ لَكُمْ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ جَم۪يعًا مِنْهُۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ Göklerdeki ve yerdeki her şeyi(جَم۪يعًا her şeyi, hepsini) kendi katından (bir nimet olarak) sizin hizmetinize verendir. Elbette bunda düşünen bir toplum için deliller vardır.
Şimdi şu soruya Müslümanların cevap vermesi lazım. Madem hiç bir şey tesadüf sonucu yaratılmamış ve yine madem her şey belli bir amaç için (Kur'an'a göre insanlara hizmet için) yaratılmış o zaman söyleyin; Jüpiter, Mars, Venüs gezegenleri bizlere nasıl hizmet ediyor? Bizden 30 milyar ışık yılı uzaklıkta olan ve Allah tarafından yaratılan z8_GND_5296 2 isimli galaksi hangi gereksinim üzerine yaratıldı ve bize nasıl hizmet ediyor? İşte ancak bu gibi sorulara akılcı cevaplar verdikten sonra evrende olan şeylerin tesadüfle değil Allah tarafından yaratıldığını ve bir düzen üzerinden çalıştırıldığını iddia etmeniz mümkün. Aksi takdirde evrende gördüğümüz her şeyin mitolojide Tanrı (yaratıcı) sıfatı taşıyan binlerce varlık tarafından yaratılma ihtimali var. Sizin de bu Tanrılar arasından Arapların Allah'ını seçmenizin nedeni Arapların geçmişte işgal edip kılıç gücüyle sizlere dayattığı ideolojidir.
Videonun devamında, 4.dakikalarda Kırmızı Asa'da diğer İslamcıların da sıkça kullandığı ve mantık hatası olan o meşhur soruyu soruyor:
Videonun 4:36 ve 4:43 dakikalar arası: Bir birinden habersiz trilyonlarca parça şu anda NEDEN? ve NASIL? aynı kurallara uyabiliyorlar?
Cevap: Arkadaşımız Müslümanların sıklıkla mantık hatası yaparak sorduğu soruyu videosunda sormuş. Peki bu soru neden hatalıdır? Öncelikle bir parçacığın kurala uyması için o kuralın varlığını idrak etmesi gerekir. Yani bilinçli olması gerek. Nitekim Kur'an'a baktığımızda parçacıkların bilinçli olduğu kuralı ve kuralı koyanı (Allah'ı) idrak ettiği teziyle karşılaşıyoruz:
“Yedi kat gökler ve yer ve bu ikisi arasındakiler O’nu tesbih ederler; hiçbir şey yoktur ki O’nu hamd ile tesbih etmesin. Ama siz onların tesbihlerini anlamazsınız. O, Halîm’dir, çok bağışlayandır.”(İsrâ, 17/44) (Hadîd, 57/1) (Rahman, 29)
Fakat şu an elimizde atom ve atom altı parçacıkların bilinçli olduğuna dair her hangi bir veri yoktur. Parçacıkların etkileşim yöntemlerini anlayabilmek için biraz da kimyaya inmemiz gerek aslında. Nitekim kimyaya bakıldığında belli elementlerin diğer bazı elementlerle etkileşime girdiği görülür. Örneğin başımız ağrıyor ve ilaç içerek o ağrıyı kesebiliyoruz. Şimdi "içtiğim ilaç nasıl anladı benim başımın ağrıdığını? ve nasıl gidip doğru sinir uçlarına etki ettıi?" dememiz gerçekten cahillik olur. Eğer içtiğimiz ilaç sırf baş ağrısı için üretilmişse onun zaten etkileşime girebileceği tek bir nokta var. Örneğin sıkça duyarız "balık eti gözlerimize iyi gelir" diye. Balık etinin içindeki kimyasallar bizim gözümüzün nerede olduğunu bilmez. Peki nasıl oluyor da gözlerimize iyi gelsin diye tükettiğimiz balık eti gerçekten de gözlerimize iyi geliyor? Çok basit. Balık etinde gözlerimiz için faydalı olan kimyasalların vücudumuzda etkileşime geçebileceği kimyasallara sahip organlardan biri de gözümüz olduğu için biz gözümüze iyi geliyor diyoruz. Gerçi geçmişte bunun aksini iddia eden Masaru Emoto [3] gibi insanlar da mevcuttu. Masaru suyun (dolayısıyla şu moleküllerinin) bilinçli olduğunu, hatta bir hafızasının olduğunu iddia ediyordu.
Su üzerinde bazı deneyler yaptıktan sonra bu sonuca vardığını iddia eden Masaru'ya Kanadalı skeptik James Randi [4] yaptığı deneyleri ispatlarsa bir milyon Amerikan doları vereceğini bildirmesine rağmen Masaru bunu kabul etmedi.
Parçacıkların bir bilincinin olmasını ispatlayan veri olmadığı için kurallara uyuyor demek mantık hatası olur. Peki nasıl oluyor da bunca bilinçsiz parçacık bir araya gelerek muazzam denilebilecek şeyler yaratabiliyor? Aslında dindarların bu soruyu sormalarının nedeni elde olan son ürüne bakarak kıyas yapmalarıdır.
Bunu daha iyi anlamamız için bir örnek verelim. Örneğin insan. Dindarlar insanın şimdiki haline (yani son ürüne) bakarak "ne muazzam bir yaratılış diyorlar" Oysa insanın evrim sürecine baktığımızda evrim sürecinin insan vücudundaki önemli kanıtları olan dönemine göre kullanılışlı sayılabilen fakat günümüzde kullanılmayan, işlevini yitirmiş, körelmiş organlar görüyoruz.
Bu kanıtlardan bazılarına göz atalım:
Palmaris Longus Kası
Elinizi fotoğrafta gördüğünüz şekilde yaparak bileğinize bakın. Bileğinizden geçen tendonu gördünüz mü? Görmediyseniz sıkıntı yok zira insanların %10-15'inde bu tendon yok. Söz konusu tendon Palmaris Longus [5] ismi verilen bir kasa bağlanıyor. Günümüzde bu kas olmadan doğan insanlar da var. Fakat kollarının işlevselliğinde hiç bir azalma görülmüyor. 3.5 - 4 milyon yıl önce atalarımız bu kasları ağaçlarda yürürken dallara daha sıkı bir şekilde tutunmak için kullanıyorlardı. Şimdi ise bu kasları lemurlar ve kuyruklu maymunlar kullanıyor.
Darwin Yumrusu
Kulağımızı kafa derimize bağlayan 3 kastan biri kulağımızın üst tarafında bulunan küçük yumru kastır. "Why Evolution is True (Evrim Neden Gerçek)" kitabının yazarı Jerty Coyne [6] kitabında "Eğer kulaklarınızı oynatabiliyorsanız o zaman evrimi sergiliyorsunuz demektir" diye yazıyor. İnsanların büyük çoğunluğunda bu kas hiç bir işe yaramıyor. Bu kasları en çok kullanan kedilerdir. Onlar bu kasların yardımıyla kulaklarını sesin geldiği yöne doğru çevirerek duyma kabiliylerini daha da artırıyorlar.
3.Göz Kapağı
Bir kedinin göz kırpmasını yakından izlerseniz gözlerini yummadan hemen önce bir beyaz zarın gözü kapladığını görürsünüz. Kuşlar, sürüngenler ve balıklarda sıklıkla bulunan bu üçüncü göz kapağı insanlarda da olmasına rağmen işlevini yitirmiştir. Memeli türler içinde bunu kullanan yegane hayvan Batı Afrika'da yaşayan Calabar Angwantibo primatıdır.
Plantaris Kası
Özellikle maymunlar tarafından sıkça kullanılan bu yardımcı kaslar onların çevresindeki nesnelere ayaklarıyla tutmalarına yardımcı oluyor. Bu kas insanlarda da mevcut fakat hiç bir işlevi olmadığı için doktorlar ameliyat gerektiğinde ve dokuya ihtiyaç duyduğunda bu kası keserek alıyor ve vücudun başka bölgelerinde kullanılıyorlar. Ayrıca şuan dünya üzerinde insanların %9'u bu kas olmadan doğuyor.
Kuyruk Sokumu
Dorsa Amir [7] ve birçok bilim insanına göre göre kuyruk sokumu insan vücudundaki en bariz evrim kalıntısıdır. Ağaçlarda yaşadığımız ve hareket ettiğimiz dönemlerde denge sağlamak için kullandığımız kuyruklardan geriye kalan, körelmiş bir mirastır. Aynı zamanda insan evriminin eksaptasyon [8] sürecini kanıtlayan önemli ipuçlarından biridir. Ayrıca günümüzde hala kuyruklu doğan bebeklerin de var olduğu unutulmamalıdır. [9]
Avuçlama Refleksi
Yeni doğmuş bir bebeğin avucuna parmağınızı soktuğunuzda var gücüyle parmağınızı sıktığının şahidi olmuşsunuzdur. Bu refleks DNA yardımıyla bize aktarılan ve geçmişten kalan bir davranış tarzıdır. Özellikle primatlarda yeni doğmuş bebekler ulaşım için annelerini sıkıca avuçlarlar. Evrim geçiren insanların yeni doğan bebekleri primat yavrularına kıyasla daha prematüre [10] doğmaktadır. İşte bu doğum sebebiyle insan yavrusu başını dik tutamaz yada hareket edemez.
Bunlara ek olarak insan vücudunda apandisit, erkeklerin meme uçları, yirminci yaş dişleri, üşürken veya korkarken tüylerimizin kabarması gibi evrim kalıntıları da mevcuttur. Tüm bunları göz önünde bulundurduğumuzda insanın günümüzdeki haline bakarak "muhteşem yaratılış" dememiz doğru olmaz. Zira şu an vücudumuzda işlevini yitirmiş onlarca organ var. Dolayısıyla parçacıklar bilinçli bir şekilde etkileşime geçebiliyor veya bir üst akıl (Allah) tarafından etkileşime geçiriliyor denmesi hem bilimsel hem mantıksal bir hatadır.
Meselenin başka bir komik tarafıysa sünnetle ilgilidir. Madem Allah insanı muazzam bir şekilde kusursuz olarak yarattı o zaman erkekler neden sünnet ediliyor? Neden Allah'ın yaratılış şekline müdahale ediyorsunuz?
Sonuç: Sonsuz evreni sınırları belli şeylerle kıyaslamak mantık hatasıdır. Bilim Evrendeki parçaların genel geçer kuralları olduğu ve bu kurallara zaman bağımsız ve mekan bağımsız şekilde uyulduğu ön kabulüyle yapılıyor fikri doğru değildir. Birbirinden habersiz parçacıklar kurallara uymuyor, zira kurallara uymak için bilinçli olmaları gerekir. Bilinç dediğimiz şeyse nörobiyolojik bir olaydır; atom ve atom altı parçacıklarla ilgisi yoktur.
Ayrıca parçacıkların bilinçli olduğunu ispat eden bir veri mevcut değildir. Evrende düzen yoktur, eğer olsaydı nedensiz ve hiç bir amacı olmayan şeyler yaratılmazdı.
H. Franzen. Why Venus Spins The Wrong Way. (2001, Haziran 15). Alındığı Tarih: 27 Haziran 2020. Alındığı Yer: Scientific American
KIRMIZI ASA (KAFİLE) ARGÜMANLARINA CEVAP | BÖLÜM 1
UYARI: Bazılarınız "iyi de kanalın adı Kafile diyorlar. Biliyoruz. Fakat zaten tüm videolar Osman'ın düşünce ve iddiaları. Ayrıca Kafile desek birçoğu "o kim?" der çünkü kanal Kırmızı Asa adıyla, o video serisinin adıyla biliniyor. Bu yüzden makale ve video başlığında da Kırmızı Asa adını kullandık. Bu yüzden bu serideki bazı konular Kafile videoları ile bazıları ise Kırmızı Asa adlı video serisi ile ilgili olacaktır.
Öncelikle merhaba değerli takipçi dostlar. Geçenlerde Youtube'de Kırmızı Asa isminde bir kanal gördüm. Kibarca söylemek gerekirse adamlar resmen insanların aklıyla dalga geçiyorlar. Bu yüzden onlara cevap şeklinde bir seri yapmayı düşündüm. Kanalda olan videoları baştan tek tek izleyerek ortaya attıkları argümanları çürüteceğiz. İlk önce 17 Haziran 2016 tarihinde Youtube'ye yükledikleri "Allah'ı Görmüyorum.Neden İnanayım?" İsimli videoyu inceleyeceğiz.
1) Allah'ı Görmüyorum Neden İnanayım?
Argüman
Videodaki argüman özetle şöyledir: “Siz bir adamın büyük bir toplumu bir yerden başka yere götürdüğünü görüyorsunuz. O zaman düşünürsünüz ki bu adam bu kadar insanı tek başına emir komuta yaparak bir yerden başka yere götüremez. Anlıyoruz ki bu adam Padişahtan emir almış ve insanlar da onun Padişahın görevlisi olduğunu bildikleri için onun emirlerine uyuyorlar ”
Yani adam demek istiyor ki bir devlet görevlisi 10 bin kişiyi bir yerden başka bir yere kendi rızası dışında tek kelimeyle götürüyorsa Padişahı görmesen dahi sizi götüren bu insanın büyük bir emir komuta merkezi tarafından görevlendirildiğini anlarsın.
Cevap
Güzel kardeşim bu argümanın baştan sona saçmalık. Peki neden? İlk olarak insanların o devlet görevlisine tabi olmama hakkı var. Zira onun bir devlet görevlisi olduğunu ispatlayan evrakları veya yazılı emirleri yoksa insanların onun emrine tabi olmama hakkı vardır. Adaletli bir padişah böyle bir durumda emre itaatsizlik yapan insanlara değil kendine kızmalı ve "neden gereken evrakları göndermedim" demelidir. Fakat senin Allah'ın hiç bir kanıt göstermediği halde ona inanmayanları cehennemde yakmakla tehdit ediyor. Yani birisi kendisini Padişahın gönderdiğini iddia ediyor ve ispat niteliği taşıyan hiç bir evrak kanıt göstermeden insanları bir yerden başka yere sürgün ediyor. Karşı çıkanları da idam etmekle tehdit ediyor. Bu tamamen mantık hatasıdır.
İkinci tutarsızlık şudur. Padişahın varlığı-yokluğu net olarak anlaşılabilir. İnsan gidip kendi gözleriyle görebilir değil mi? Peki var olduğunu iddia ettiğiniz Allah'ı istediğiniz zaman görebilir misiniz? Hayır. Yani anlayacağınız padişah örneği yanlıştır. Zira padişahı görmeden var olduğunu kabul etmenin nedeni istediğin an bu varlığı gözle görüp test edebilme imkanının olmasıdır. Fakat Allah tezinde böyle bir şey mümkün değildir. Allah'ı gözle görememe tezini Müslümanlar genellikle Araf süresinde Musa'nın Allah'ı görmek istemesi üzerine cereyan eden bir takım hadiselerle ispatlamaya çalışıyorlar. Bakalım surede ne diyor:
Araf suresi 143
وَلَمَّا جَآءَ مُوسَىٰ لِمِيقَٰتِنَا وَكَلَّمَهُۥ رَبُّهُۥ قَالَ رَبِّ أَرِنِىٓ أَنظُرْ إِلَيْكَ ۚ قَالَ لَن تَرَىٰنِى وَلَٰكِنِ ٱنظُرْ إِلَى ٱلْجَبَلِ فَإِنِ ٱسْتَقَرَّ مَكَانَهُۥ فَسَوْفَ تَرَىٰنِى ۚ فَلَمَّا تَجَلَّىٰ رَبُّهُۥ لِلْجَبَلِ جَعَلَهُۥ دَكًّا وَخَرَّ مُوسَىٰ صَعِقًا ۚ فَلَمَّآ أَفَاقَ قَالَ سُبْحَٰنَكَ تُبْتُ إِلَيْكَ وَأَنَا۠ أَوَّلُ ٱلْمُؤْمِنِينَ
Diyanet İşleri Başkanlığı: Mûsâ, belirlediğimiz yere gelip Rabbi de ona konuşunca, “Rabbim! Bana (kendini) göster, sana bakayım” dedi. Allah da, “Beni (dünyada) katiyen göremezsin. Fakat (şu) dağa bak, eğer o yerinde durursa sen de beni görebilirsin.” dedi. Rabbi, dağa tecelli edince onu darmadağın ediverdi. Mûsâ da baygın düştü. Ayılınca, “Seni eksikliklerden uzak tutarım Allah’ım! Sana tövbe ettim. Ben inananların ilkiyim” dedi.
Müslümanlar bu ayeti Allah'ın gözle görülemeyeceğine delil olarak sunuyorlar. Fakat bu toz olan dağın hangi dağ olduğu, nerede olduğu veya kalıntılarına dair hiç bir kanıt olmadığı için ayetin hiç bir tutarlı tarafı yoktur. Genellikle bu dağın Tur dağı olduğu iddia edilir fakat Kur'an'da böyle bir ifade bulunmamakta. Üstelik Tur dağının eskiden daha büyük olduğunun ve daha sonrasında Allah tecelli etmesinden dolayı darmadağın olduğunu kanıtlayan veriler de mevcut değildir.
Dolayısıyla Allah'ı görme imkanı yokken onu görülmesi mümkün olan padişaha inanmakla kıyaslamaya kalkışırsan bu mantık hatası olur. Zira birinin gerçekten görülme imkanı varken diğerinin böyle bir olasılığı yoktur.
2) 4 Dakikada Bütün Dertlerin Bitecek
Kırmızı Asanın inceleyeceğimiz ikinci videosu 23 Temmuz 2016 tarihinde "4 dakikada bütün dertlerin bitecek isimli videosudur. Videoda anlatılan argümanları kısaca şöyle özetleye biliriz:
Argüman
“Melekler sürekli ibadet ederler fakat Allah katında mertebeleri hiç değişmez. Çünkü onlara musallat olan bir şeytan, bela yada bir musibet yoktur. Allah insanlara şeytanları belaları, musibetleri sırf onların mertebelerini yüceltmek için musallat etmiştir.” Yani demek istiyor ki Allah şeytanı, belayı, musibeti sana sen cennette daha iyi bir konumda olasın diye veriyor. Fakat bu iyi konumu verirken bir şartı var. Sabredeceksin ve Allah'a sığınacaksın.
Cevap
Şimdi bu argümana karşılık ben bir soru sormak istiyorum. Aslında bu argümanın ne kadar yanlış olduğunu bu soru tek başına izah etmeye yeterli. Sorum şöyle: 5 yaşında bir kız çocuğunu sırf cennette mertebesi yüksek olsun diye bu dünyada tecavüze uğratan Allah'ın bu yaptığı ne kadar mantıklı? Bir düşünün. Allah küçük bir çocuğa tecavüze uğrama belası gönderiyor ve diyor ki buna sabret, bana sığın, sana cennette iyi bir makam vereceğim. Meselenin başka bir tutarsızlığı ise İslamda insanların Allah katında imtihan edilme döneminin başlangıcıyla alakalıdır. Bildiğiniz gibi İslamda insanların dinden sorumlu tutulma dönemi BULÛGA ERME halinden sonra başlıyor. Bulûga ermek, çocukluktan çıkıp ergenlik çağına girmek, cinsî duygu ve hisler taşımaya başlamış olmak demektir. Bulûg zamanı yaş olarak kesin değildir. Erkek on iki, kız dokuz yaşından başlayarak, on beş yaşlarına varıncaya kadar geçen her ay ve günde bulûga erme hissi teşekkül edebilir. İslam dünyası buluğ yaşının kızlarda minimum 9 erkeklerde 12 yaşında başladığını ve bu olayın çocuğun akli seviyesi nedeniyle 15 veya 16 yaşına kadar sürebileceği üzerine ittifak etmişlerdir. Şimdi 5 yaşında bir kız çocuğu daha günahlardan ve sevaplardan mesul değilken ona bela göndermenin anlamı nedir? Kur'an'da daha günah işlememiş çocukların bile cezalandırıldığı konusunda ayetler vardır. Örnek vermek gerekirse Hızır ile Musa'nın kıssasında Hızır bir çocuğu öldürür ve Musa bunu neden yaptığını sorduğunda bakın Allah nasıl cevap verir:
(Kehf, 18/80-81). “Oğlan çocuğunun durumuna gelince; onun ebeveyni mümin kimseler idi. Bu çocuğun ileride onları azgınlığa ve küfre sürüklemesinden korktuk. Allah’ın kendi lütuf ve merhametinden onlara daha şefkatli, daha temiz bir çocuk ihsan etmesini diledik.”
Ayette korktuk( فَخَش۪ينَٓا) ifadesi kullanılıyor. Dikkat edin çocuk henüz ailesini saptırmamış. Ve dahası gerçekten saptırıp saptırmayacağı da meçhul, çünkü her şeyi bilen Allah bu surede "sürüklemesinden korktuk" diye bir ifade kullanıyor.
Şimdi madem insanların tabi tutuldukları imtihanların sonuçları amel defterinde yazıyor ve mademki çocukların amel defterleri 12 ve 9 yaşından sonra yazılmaya başlıyor o zaman 5 yaşında ve daha küçük yaşta bir çocuğa bela göndermenin mantıklı bir gerekçesi yoktur. Meselenin neresinden tutarsak tutalım bir trajikomedi olan diğer tarafı ise zaten o tecavüzcüye "şu tarihte şu çocuğa tecavüz edeceksin" kaderini yazanın da Allah'ın ta kendisi olmasıdır.
Tevbe Suresi, 51. ayet: De ki: "Allah'ın bizim için yazdıkları dışında, bize kesinlikle hiçbir şey isabet etmez.
Yunus Suresi, 49. ayet: De ki: "Allah'ın dilemesi dışında, kendim için zarardan ve yarardan (hiçbir şeye) malik değilim.
Hadid Suresi, 22. ayet: Yeryüzünde olan ve sizin nefislerinizde meydana gelen herhangi bir musibet yoktur ki, Biz onu yaratmadan önce, bir kitapta (yazılı) olmasın. Şüphesiz bu, Allah'a göre pek kolaydır.
Tegabün Suresi, 11. ayet: Allah'ın izni olmaksızın hiçbir musibet (hiç kimseye) isabet etmez.
Gördüğünüz gibi videoda bahsi geçen argüman tamamen tutarsızdır. Allah'ın kullarını günahlardan sorumlu tutmaya başladığında insanların daha yüksek mertebelere ulaşması için bela göndermesi Allah'ın merhametli sıfatıyla çelişir.
Size sürekli kötülük yapan birisinden bunun hesabını sormaya kalktığınızda "bunları benim nazarımda daha iyi insan olasın diye yapıyorum" diye cevap verse siz bunu mantıklı bulup kabul eder misiniz? Tabi ki de etmezsiniz. O zaman Allah'ın yarattığı kullarına cennette daha iyi bir mertebe vermesi için bela göndermesi de saçmalıktan başka bir şey değildir. O zaman her kes kendi sevdiklerine kötülük yapsın nede olsa onun cennetteki mertebesini yükseltmiş olur değil mi?
Sonuç olarak daha iyi bir mertebeye sahip olması için birine bela göndermek, şeytan musallat etmek mantık dışıdır ve dahası, daha amel defteri açılmamış bir çocuğa bela göndermenin de mantıklı bir nedeni yoktur. O yüzden Kırmızı Asa'nın "Allah bizlere belayı, musibeti bizi daha iyi bir mertebeye yükseltmek için veriyor tezi çürümüş oluyor. Konumuz devam edecek lütfen bizi okumaya ve izlemeye devam edin.