HABERLER
Dini Haber
K etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
K etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

İSLAMI GÜNCELLEMEK GEREK

din, islamiyet, K, İslam güncellenmeli, İslam güncellenmeli mi?, İslam kanunları, İslam hükümleri, Kur-an'da yasa koyma, İslam ve çağımız, Tayyip İslam güncellenmeli,
Merhaba değerli okurlar. Sizde bizim gibi eleştiren ve aklın mantığın kabul ettiği cevapları arayan biriyseniz doğru yerdesiniz. Bu yazımızda bu günlerde ortaya çıkan bir meseleyi daha doğrusu Türkiye'deki Müslümanları çalkalayan bir konuşmanın eleştirisini yapacağız. Hiç kimse için bir sır değildir ki Türkiye'deki Müslümanlar Recep Tayyib Erdoğan'ı Müslüman bir lider olarak kabul ediyor ve onun ülkede şeriat hükümlerini uygulayacağına inanıyordular. Bundan önce benim dinim ne Sünnilik nede Şialık dinidir diyen Erdoğan Türkiye'deki çoğunluk olan Sünni Müslümanların güvenini sarsmasına rağmen hala ona bir umut besliyordular. Lakin bir kaç gün önce Erdoğan'ın «İslama güncelleme yapmalıyız» demesi Müslümanları tedirgin etti ve bazıları için cumhurbaşkanının şeriat getireceği umudunu yok etmiş oldu. Peki neden? Bunun en önemli iki nedeni var.

1) Geleneksel Müslümanlar artık Erdoğan'ın onlar gibi düşünmediğini anlamış oldular. Ve bunu da anladılar ki artık imam hatip öğrencisi olan Erdoğan bile 21 yüzyılda İslamın şartlarının çalışmadığının farkına vardı. Bu din üzerinden servet toplayan yalılar, lüks arabalar sahibi olan hocaların işine gelmiyor. Onlarda gayet iyi biliyorlar ki Erdoğan'ın bu konuşması cemaatlere devletin dinden ayrı tutulacağına ve bir takım meselelerde kısıtlamalar yapılacağına bir işarettir. AKP hükumetinin bir kere feto terör örgütünden ağzı yandığı için bir daha aynı riski alıp Müslüman cemaatlerin güçlenmesine ve devlet içinde yapılanmasına izin vermeyeceği açıkça belli oluyor.

2) İkinci neden bir hayli enteresandır. Burada imkanları kısıtlanan hem Erdoğan hükümeti hemde Müslüman cemaatlerdir. Çünkü bu güne kadar şeriat getirecek ümidiyle AKP- ye oy veren Sünni Müslümanların artık kendilerine yeni bir lider aramaya başlayacağı ve Erdoğan hükumetinin büyük bir seçici kütlesini kaybedeceği öngörülebilir. Tabi ben buna o kadarda inanmıyorum çünkü defalarca Erdoğan'ı ikinci peygamber, Allah'ın vasıflarını toplamış bir lider olarak adlandıran AKP yöneticileri olmasına rağmen kendini Müslüman sanan bu cemaatlar ona oy vermeye devam ettiler. Onun için dünyadaki rahatlıklarını Allah ve din sevdasından üstün tutan bu insanların bir daha Erdoğan'ın İslam dışı olan bu konuşmasına kılıf uydurarak hak kazandıracağına eminim. Cemaatlerin bu konuda kaybettiklerini sayarken ilk başa zekatı yaza biliriz. Çünkü Müslüman cemaatlerin esas geçim kaynağı Allah için verilen ama Allah için harcanmayan zekattır yani devasal paralar. Tabi bu durumda devede seyahat eden Muhammed'i anlatan hocaların neden lüks Mercedes ve BMW de dolaştığı belli oluyor. 400 bin liralık yalılardan konuşmuyorum bile. Bu meselenin bide traji komedi tarafı var oda şudur Hristiyanları cehennemlik ilan eden onlarla akraba hatta arkadaş olmayı bile yasaklayan din hocalarının aynı Hristiyan insanların yaptığı lüks arabaları kullanmasıdır.


İslamın güncellenmesinin dinde hükmü


İslamın hiç bir döneminde dinin reform edilmesine iyi bakan bir fıkıh alımı olmamıştır. İslam geçmiş hocaların yazdığı fıkıh kitapları üzerine inşa edilmiş ve o yasalarla yönetiliyor. Buna dünyada yapılan günlük ibadetlerden tutmuş mahşer gününe olacaklara kadar her şey dahil. Peki İslami kanunların değiştirilmesine Kuranın bakış açısı nedir? İlk önce bunu belirtelim ki Kuranda yetki yasa koyma işi anca Allah'a ait olduğu Muhammedin kendisinin bile bir tebliğ edici olduğu açıkça gözüküyor.

6/EN'ÂM-57: "De ki: “Muhakkak ki ben, Rabbimden bir beyyine (delil) üzerindeyim, ve siz onu yalanladınız. Acele ettiğiniz şey benim yanımda değil. Hüküm ancak Allah’indir."


12/YÛSUF-40: Hüküm ise ancak Allah’a aittir.

Ayetlerde göründüğü gibi dinde hüküm verme yetkisi ancak Allah'a aittir. Ve Allah her yıl yeni bir semavi kitap indirmediği için İslamda son din olduğu için bu hükümlerin mahşer gününe kadar geçerli olması gerekir. Üstelik Kuranda açık bir şekilde Allah'ın yasalarında bir değişiklik bulunamayacağı yazıyor.

33/AHZÂB-62: "Daha önce gelip geçenler hakkında da Allah’ın kanunu böyledir. Allah’ın kanununda asla değişme bulamazsın."

Tüm peygamberler gibi Muhammed'inde Allah'ın indirdiği hükümleri değiştirmeye ve Allah'ın indirdiği kitabın dışında bir hüküm vermeye yetkisi yoktu. Şayet bunu yaparsa Kurana göre kafir fasık veya zalim olmuş olur.

MAİDE Süresi 44: "Ve kim, Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse, o taktirde işte onlar, onlar kâfırlerdir.

45: "Ve kim, Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse, o taktirde işte onlar, onlar zalimlerdir."

47: "Ve kim, Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse, o taktirde işte onlar fâsıklardır."


Tüm bunları göz önünde bulundurarak Müslüman cemaatlerin artık yeni bir lider aramaya başlaması gerek. Lakin benim fikrimi sorarsanız ben Erdoğan'ın bu konuşmasını tarihi bir konuşma kabul ediyorum ve artık 21. yüzyılda İslam kanunlarının çalışmadığını görmesinden dolayı onu tebrik ediyorum. Yıllarca İslamın ibadet hükümlerinin kutuplarda geçersizliğini anlattık. Kıblenin dünyanın şekliyle çeliştiğini anlattık. Yaratılışı anlatan ayetlerin biyolojiyle, evreni anlatan ayetlerin coğrafyayla astronomiyle, kısacası Kuranın bilimle çelişkilerini anlattık. Her şeyi bilen Allah'ın bilimle çelişen bir kitap gönderme ihtimalinin olmadığını anlattık. Anlayanlar ve eleştiriye başlayan insanlar ne kadar haklı olduğumuzun şahidi oldular. Sizleri de ön yargılarınızı bir kenara bırakarak düşünmeye aklın ve mantığın yolunu seçmeye davet ediyoruz.

Yazan: Kirpi

ADEM VE HAVVA MASALI ARTIK ÇALIŞMIYOR

Yazan: Kirpi
K, din, islamiyet, Adem ile Havva, Adem ile Havva'dan türeyiş, Adem ile Havva'dan çoğalma çelişkisi,Ensest ilişki ile çoğalma,Kurana göre insanların çoğalması,Nisa 23,Zuhruf 43,Neml 75

ADEM VE HAVVA MASALI ARTIK ÇALIŞMIYOR



Müslümanlar uzun yıllardan beri Kur-an'ı bizlere yaratılışı en doğru anlatan kitap olarak yutturdular. Lakin bir az araştırma yaparak bu yaratılış masallarının bilimsel yönden de kendi içindede çeliştiğini gördüm. İnternette çok aramama rağmen şimdi size söylediklerimi önceden anlatmış bir yazıya rastlayamadım ve bu makaleyi paylaşmaya karar verdim. Şimdi lütfen ön yargılarınızı bir kenara bırakıp dikkatli bir şekilde okuyun ve kendiniz bu çelişkilerin şahidi olun. Müslüman din hocalarının Kur-an'daki insanın yaratılış hikayesini yorumlarken iki teori üzerinden konuştuklarını gördüm. Bunlardan birincisi şöyledir.

1) Allah ilk önce Adem ve Havva isimli iki insan yarattı sonra onların çocukları çaprazlama evlilikler yaparak günümüz insan toplumunu oluşturdu.

K, din, islamiyet, Adem ile Havva, Adem ile Havva'dan türeyiş, Adem ile Havva'dan çoğalma çelişkisi, Ensest ilişki ile çoğalma, Kurana göre insanların çoğalması, Nisa 23, Zuhruf 43, Neml 75,
Şimdi bunu söyleyen din hocaları Kuranda kardeşle evliliğin yasak olduğunu görmezden geliyor.  Ama geçenlerde bir Müslümanla tartışmam esnasında bunu görmezden gelmediklerini ve hatta bu kardeş evliliğini meşru kılmak için bir kılıf uydurduklarının şahidi oldum. Bahaneleri şuydu: «Allah Adem ve Havvayı yarattığında kardeşle evlenmeme yasağı yoktu.»  İlk bakışta bunu işiten bir Müslümana bu söylenilen şey mantıklı geliyor. Ancak unuttukları şey budur. Kur-an insanlar ve evren yaratılmadan çok önceden vardı. Bunu ben değil Kur-an'ın kendisi söylüyor. Ayete bakalım.

ZUHRÛF suresi 3-4.ayetler: "Muhakkak ki Biz, O’nu Arapça Kur’ân kıldık. Umulur ki böylece akıl edersiniz.  Şüphesiz o, katımızdaki ana kitapta (Levh-i Mahfuz’da) mevcuttur, çok yücedir, hikmetlerle doludur."

Şimdi ayete iyice bakalım. İlk önce Kur-an'a gönderme yapıyor sonrasında o Kuran ana kitapta mevcuttur diyor, yani size inen bu Kura nana kitabın bir parçasıdır diyor.  Bunun böyle olduğuna dair İslam aleminde ittifak mevcut. Öyleyse Kuranın yasalarının ilk insan döneminde olmadığını söylemek Kurana aykırı bir şeydir. Levh-i Mahfuz insanlardan ve tüm yaratılan şeylerden öncede vardı. Bunun böyle olduğunu nereden anlıyoruz? Tabi ki de Kuranın kendisinden çünkü Allah Kuranda yaptığı ve gelecekte yapacağı şeylerin tümünün o ana kitapta yazılı olduğunu söylüyor.

27/NEML-75: "Gökte ve yerde gâib (gizli) hiçbir şey yoktur ki apaçık bir Kitap’ta (Levh-i Mahfuz’da) olmasın."

Konuyu toparlayacak olursak eğer Kur-an ana kitabın bir parçası ise ve kardeşlerle evlenmenin yasak olduğu ayetler de onun içinde ise, demek ki Adem ve Havva'nın çocukları kardeşleriyle evlendiğinde bu yasak geçerliydi. Ama her ne hikmetse Allah bu yasağı görmezden gelmiş ve onların kardeşleriyle evlenmelerine izin vermiş.

2) İkinci teorileri ise Caner Taslaman, Mehmet Okuyan gibi felsefi düşünürlerin söyledikleridir. Teori şundan ibaret: «Allah Adem ve Havvayı yaratırken onlarla birlikte başka insanlarda yarattı»

K, din, islamiyet, Adem ile Havva, Adem ile Havva'dan türeyiş, Adem ile Havva'dan çoğalma çelişkisi, Ensest ilişki ile çoğalma, Kurana göre insanların çoğalması, Nisa 23, Zuhruf 43, Neml 75,
Şimdi fotoğrafı daha detaylı bir şekilde inceleyelim. İlk önce Allah Adem ve Havvayı yaratıyor ve onlar evleniyor. Onların evlenmesinden doğan çocuklarlar birbiriyle evlenmiyor ve Allah insanları çoğaltmak için Adem ve Havva'nın evlenebileceği başka erkek ve kadın yaratıyor. Bu durumda Adem'in evlendiği o başka kadından bir erkek çocuğunun, Havva'nın evlendiği o başka erkekten de bir kız çocuğunun doğduğunu varsayalım. Şimdi bu erkek çocukla kız çocuğu evlenseler onlardan doğan çocukların da evlenip çoğalması için yeniden insanlar yaratılması gerek. Neden? Çünkü bu çocuklar Adem ve Havva'nın torunları olmuş oluyor ve Ademle Havva'nın diğer çocukları olan Habil ve Kabilin çocuklarıyla da kan bağı var ve üvey kardeş durumundalar.  Diyelim ki bu erkek çocuğun evlenmesi için bir kadın daha yaratıldı. Şimdi onların çocukları kardeşleriyle veya tekrardan anneleriyle evlenemeyeceği için böylece sonsuza kadar her defasında Allah bir kadın veya bir erkek yaratmak zorunda. Kuranın evlenilmesi yasak kişileri saydığı ayete bakarsak eyer durumu daha iyi anlarız.

4/NİSÂ-23: "Size şunlarla evlenmek haram kılındı: Analarınız, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, erkek kardeş kızları, kız kardeş kızları, sizi emziren süt anneleriniz, süt kız kardeşleriniz, karılarınızın anneleri, kendileriyle zifafa girdiğiniz karılarınızdan olup evlerinizde bulunan üvey kızlarınız, -eğer anneleri ile zifafa girmemişseniz onlarla evlenmenizde size bir günah yoktur- öz oğullarınızın karıları, iki kız kardeşi (nikâh altında) bir araya getirmeniz. Ancak geçenler (önceden yapılan bu tür evlilikler) başka. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir."

Gördüğünüz kadarıyla her iki teorinin de mantıki yönden bir tutarlılığı yok. Kur-an'ı evirip çevirerek kurtarmaya çalıştıkça daha çok batıyorsunuz ve aklı başında olan azıcık düşünme becerisi olan her insan din masallarını bir kenara bırakıyor. Kur-an'ın Arap toplumuna özgün bir yaşam ve adetlerini gösteren kitap olarak okunması insana bir şeyler öğretebilir belki. Ama Allah'ın her şeyi bildiğini ve Kur-an vasıtasıyla size insanın yaratılışını anlatacağını bekliyorsanız o zaman sizlere kolay gelsin çünkü aklınızı ve mantığınızı baya zorlamış olacaksınız.

ŞEFAAT NEDİR?

K,din, islamiyet, Şefaat nedir?,İslamda şefaat,Cennete adam sokmaya yetkili,Şefaatçi,Kimler şefaatçi olabilir,Kur-an'da şefaat, Kuran çelişkileri, Şefaat var mı?,Allah adam kayırır mı?,


ŞEFAAT NEDİR?


Şefaat son zamanların en tartışılan konularından biri haline gelmiştir. Ama bu konunun tartışılması din tüccarlarının işini bozduğundan bu tartışmayı durdurmak için her tür çabayı sarf ediyorlar.  Maalesef şefaat konusu insanları sömürmek için sıklıkla kullanılan bir şeydir. Peki bu sömürme nasıl yapılıyor? Önce insanlara Allah'ın gazap ettiği ve öfkelendiği anlatılır sonra ortaya bir evliya koyulup aracı yapılarak Allah'tan bağışlanma dilenir. Tabi bide bunun zekat sadaka vereceksin diyerek maddi yönden sömürme olayı var. Düşünme kabiliyetini yitirmiş insanlarda cehennemde yanmamak için bu şefaatçileri vasıta yaparak Allah'tan bağışlanma ister. Günümüz Sünni dünyası ilk önce Şia'ların şefaat konusunu eleştirmelerine rağmen sonradan bu işte çok para olduğunu gördüler ve bunu kendi inançlarında kullanmaya başladılar. Şia'ların kutsal saydıkları 12 imamın kabirlerini ziyaret ederek onları Allah'la aralarında şefaatçiler edinmeleri ilk başta Sünni dünyasında Allah'a ortak koşma olarak görülüyordu. Şimdilik bu tutum yalnız radikal İslamcılar olan vahabi kesiminde hala kalmakta ama asıl Sünniler artık bunu kafirlik olarak görmüyorlar çünkü kendileri de ölmüş insanları Allah'la aralarında vasıta yaptılar. Şimdi bu yazıda şefaatin ne kadar  doğru anlaşıldığını tartışacağım.

İlk önce şefaat sözünün anlamına bakalım. Şefaat sözü Arapça'da 'çift' anlamına gelen 'şef' (شفع) kökünden türemiştir. Manası 'bir şeyi ikileme-çiftleme'dir. Kuranın tümünü göz önünde bulundurarak baktığımızda şefaatin yanlış yorumlandığını ve yanlış anlaşıldığını görmekteyiz. Müslümanlar şefaatin Allah yanında daha üstün olan birinin (misal peygamberler, evliyalar) bir günahkarı cehennemden kurtarması olarak kabul ediliyor. Oysa bu Kurana taban tabana zıttır. Çünkü Kur-an'a göre Allah'ın hakkında cehennem kararı vermiş olduğu birini kurtarmaya kimsenin gücü yetmez.

39/ZUMER-19: (Resûlum!) Hakkında azap hükmü gerçekleşmiş kimseyi ve ateşte olanı sen mi kurtaracaksın!

Ayette açık bir şekilde azap verilecek bir insanı kiminse kurtarmaya gücünün yetmeyeceğini anlatıyor. Buna peygamberler bile dahil. Çünkü başka bir ayette Muhammed'e hitap ederek 70 defa bile dua etsen onları affetmem diyor.

9/TEVBE-80 (Diyanet İşleri): "Onlar için ister bağışlanma dile, ister dileme (fark etmez.) Onlar için yetmiş kez bağışlanma dilesen de, Allah onları asla affetmeyecektir."

Şimdi Muhammedin bile birini cehennemden kurtaracak gücü yoksa o zaman ondan mevkice daha altta olan bir evliya bunu nasıl yapa bilir? Eyer Müslümanların dediği gibi şefaat birini cehennemden kurtarmaksa o zaman Allah'ın adil sıfatı şüphe altına girer. Bunu iyi anlamamız için bir misal vereyim.


Kendinizi bir sınavda düşünün. 30 kişilik bir sınıf odasında hayatınızın en önemli sınavına girdiniz. Sınavın gidişatını izleyen hocalar bu otuz kişinin içinden birini başbakan seçtirmiş diye kayırıyor. Ona kopya çekmeye izin veriyor. Bu durumda ne yapardınız? Sınavın adil olduğuna mı inanırdınız yoksa protestomu ederdiniz? Aynı şey şefaat içinde geçerli. Misal mahşer günü geldi yetişti hepiniz kabirlerden dirilip sorgu sual için Allah'ın huzuruna toplandınız. Senin şefaatçin yok ve sen günahlarından dolayı cehennem ateşine atıldın. Ama İsmail ağa cemaatinden biri seninle aynı günahları işlemesine rağmen Mahmud efendinin şefaati ile cennete hurilerin yanına gönderildi. Bu ne kadar adil olabilir ki? Oysa Allah hiç kimseye ayrımcılık yapmayacağını ve hiç kimseyi kayırmayacağını söylüyor Kur-an'da.

21/ENBİYA-47 (Diyanet İşleri): "Kıyamet günü için adalet terazileri kuracağız. Öyle ki hiçbir kimseye zerre kadar zulüm edilmeyecek. (Yapılan iş) bir hardal tanesi ağırlığınca da olsa, onu getirip ortaya koyacağız. Hesap görücü olarak biz yeteriz."

Şimdi gelelim şefaatin asıl anlamına. Kuranda şefaat yapa bilecek çok az sayıda varlık ismi geçiyor.
19/MERYEM-87 (Diyanet İşleri): "Rahmân’ın katında söz almış olanlardan başkaları şefaat hakkına sahip olmayacaklardır."

Ayet açık bir şekilde Allah'ın katında söz alan kimselerin şefaat edebileceğini söylüyor. Peki bu söz alacak kişiler kimlerdir. Geleneksel dinciler bu kişilerin peygamberler  ve Allah'a imanında başkalarından seçilen yani Allah'a daha yakın olan kimseler olduğunu savunuyorlar. Kuranda şefaat edecek kişilerin imanlı insanlar olacağını söylüyor.

43/ZUHRÛF-86: "Allah’ı bırakıp da taptıkları putlar, şefaat edemezler. Ancak bilerek hakka şahitlik edenler bunun dışındadır."

Peki bu insanlar Allah katında söz alarak cehenneme gedecek olan birini mi kurtaracak yoksa başka bir şey mi?  Yukarıda yazdığımız ayette(Tevbe 80, Zumer 19) bu şefaatin cehennemlik birini kurtarmak olmayacağı net bir şekilde gözüküyor.

Öyleyse şefaat nedir?
Şefaat bir duadır. Yani her mümin kendini dua ederken başkalarınında bağışlanması için dua etmelidir. Ancak yinede o kişinin bağışlanıp bağışlanmaması Allah'ın bileceği bir iştir. Din tüccarlarının dediği gibi bu evliya sana şefaat edecek seni cehennemden kurtaracak diye bir şey söz konusu değildir.

47/MUHAMMED-19 (Diyanet İşleri): "Bil ki Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur. Hem kendinin, hem de inanmış erkek ve kadınların günahlarının bağışlanmasını dile!"

Bu konuda dikkat çeken ve en enteresan olan şeylerden biride Müslümanların kiliselerin Hristiyan insanlara para karşılığı cennetten arsa satmasını eleştirdiği halde  bu evliyaların onları cehennemden kurtaracağına inanmalarıdır. Biraz düşünseler papazların yaptıklarıyla hiç bir fark olmadığını görecekler ama düşünmüyorlar. Çünkü papazlar da insanları cennete yerleştirebileceğini iddia ediyorlar evliyalar da. Her ikisi de günahları olduğu halde Allah katında o insanların bağışlanmasını sağlayarak cennete sokacaklarını iddia ediyorlar.  Tabi bunu kendileri yapmıyor onlar adına yapanlar var yani velileri. Bunun için biz dine bir şirket olarak bakıyoruz.

K,din, islamiyet, Şefaat nedir?,İslamda şefaat,Cennete adam sokmaya yetkili,Şefaatçi,Kimler şefaatçi olabilir,Kur-an'da şefaat, Kuran çelişkileri, Şefaat var mı?,Allah adam kayırır mı?,
Hemde karı büyük ve her zaman müşterisi olan bir şirket. Çünkü çocukluğundan beri Allah'la cehennemle korkutularak büyüyen biri cennete gitmek için tüm söylenenleri yapmaya hazır. Hele bunu söyleyen Allah dostu ismi takılmış biriyse cenneti kazandığına kesin gözüyle bakar.  Ne yazık ki insanlar bu evliyaların kendilerinin sonunun nasıl olacağını bilmediklerini unutuyorlar.

27/NEML-65: De ki: “Göktekiler ve yerdekiler gaybı bilemezler, ancak Allah bilir. Onlar öldükten sonra ne zaman diriltileceklerinin de farkında değildirler.”

Din ismindeki saçmalıktan kurtarın kendinizi yada en azından din tüccarlarının kurduğu bu şirketten. Çünkü bu şirketin (cemaatlerin) üyesi olarak Allah'a şerikler koşmuş oluyorsunuz bununla da Kur-an'ın Müşrik ismi verdiği insan grubuna dahil olmuş oluyorsunuz. O grubun üyelerini ise bin tane peygamber bile kurtaramaz çünkü Kur-an onların sorgusuz sualsiz cehenneme atılacağını açık bir şekilde beyan ediyor.

4/NİSÂ-48: "Şüphesiz Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz. Bunun dışında kalan (günah)ları ise dilediği kimseler için bağışlar. Allah'a şirk koşan kimse, şüphesiz büyük bir günah işleyerek iftira etmiş olur."
Aklınızı kullanın.

Yazan: Kirpi

KUR-AN'IN BİLİMLE ÇELİŞKİLERİ

Yazan: Kirpi
din, islamiyet, K, Kuran'daki bilimsel çelişkiler, Kur-an'a göre sperm, İslamda soru sormak yasak, Kıble çelişkisi, Kıble yoktur, Kıble uzay boşluğu, Kur-an'da denizlerin karışmaması,

Eğer Allah tarafından insanlara bir kitap gönderilmişse onun bilimle çelişmemesi gerekir. Çünkü dincilere göre bilim kendisi de Allah'ın ayetlerinden biridir. Onun için Kuran yoluyla inen ayetlerin bilim yoluyla bilinen ayetlerle çelişkili olması Allah kavramını şüphe altına sokar. Bu yazımda Kurandaki bazı ayetlerin bilimle taban tabana zıtlığından bahsedeceğim. Bu yazının geleneksel dinciler üzerinde bir etkisi olacağını sanmıyorum ama en azından onların evlerinin bir köşesinde sus eşyası olarak sakladıkları Kur-an'ı açıp söylediğim ayetlere bakacağını umuyorum. Zira günümüz Müslümanların % 90 bir kısmı hayatları boyunca bir kere olsun Kur-an'ı sonuna kadar okumamıştır. İslam hakkında bildikleri tüm bilgiler din tüccarlarının onlara anlattıkları kadardır. Bu yazıda çok ilginç detaylara dokunacağım onun için ön yargılarınızı bir kenara bırakarak okursanız belki bir şeyler anlarsınız.

ALLAH İNSAN VÜCUDUNU BİLMİYOR MU?
Kuranın Tarık süresi 7 ayetine bir göz atalım önce.

يَخْرُجُ مِن بَيْنِ الصُّلْبِ وَالتَّرَائِبِ Yahrucu min beynis sulbi vet terâib
Diyanet İşleri: "Bu su, bel ile kaburga kemikleri arasından çıkar."

Ayette bir sudan bahsediyor ve o suyun insanın beli ile kaburga kemikleri arasından çıktığını söylüyor. Burada hangi sudan bahsedildiğini anlamak için önceki ayetlere bakmamız gerek.

Tarık süresi "(5)Artık insan neden yaratıldığına baksın. (6)Kuvvetle atılan bir sıvıdan yaratıldı.
(7)(O sıvı), omurga ile göğüs kafesi arasından çıkar."


İnsanın yaratılmasında yardımcı olan ve kuvvetle atılan sıvının erkek menisi (spermi) olduğu herkesçe bilinir. Ayette tamda bundan bahsediliyor ve bu sıvının (spermin) bel ile kaburga kemikleri arasında oluştuğunu söylüyor Kuran. Bu bilime aykırı bir şeydir. Çünkü okul seviyesinde olan bir öğrenci bile spermin erkek testislerinde oluştuğunu biliyor. Bu konuyu bir çok dinciyle tartıştım. Onlar ayete farklı yorumlar yaparak Kur-an'ı kurtarmak istediler fakat her defasında ya tartışmayı sonlandırmadan kaçtılar yada küfür etmeyi seçtiler. İlk argümanları buydu.

Testisler Mesonephrosdan gelişirler. Mesonephros’lar anne karnındayken bebeğin sağ ve sol
tarafında bel kemiği ile kaburga kemikleri arasında yer alırlar. Bebek doğmadan önce Mesonephroslar testislere dönüşürler ve inguinal kanal denen kanaldan testis torbasına inerler.

Bunu söylerken Tarık süresi 7. ayette testislerden değil net bir şekilde testislerde oluşan ve kuvvetle atılan sıvıdan bahsedildiğini unutuyorlar. Eğer o sıvının oluştuğu organ bel kemiğiyle kaburga kemiği arasında oluşuyor denseydi belki durum biraz kurtarılmış olurdu ama ayette net bir şekilde kuvvetle atılan sıvı diyor. Bir erkek ve kadının sevişmesi zamanı erkek testislerini kuvvetli bir şekilde atmadığı için burada bahsi geçen konunun testislerle alakası olmadığı açıkça belli oluyor.
İkinci argümanları 7. ayetin evvelinde ve sonundaki ayetlerde insana atıf yapıldığı için bu ayette de oluşan o şeyin insan olduğunu söylemeleridir. Buda tıbbi yönden bir tutarlılığı olmayan argümandır. Çünkü embriyon anne vücudunda bel kemiğiyle kaburga kemiği arasında oluşmuyor. Döllenmiş yumurta halinden çocuk haline gelene kadar anne vücudunda rahimde yerleşiyor. Rahim, mesane ile (sidik torbası) rektumun arasında ve dolyolunun (vajina) üstünde yer alan şekil olarak ters çevrilmiş armuda benzeyen bir yapıdadır.

din, islamiyet, K, Kuran'daki bilimsel çelişkiler, Kur-an'a göre sperm, İslamda soru sormak yasak, Kıble çelişkisi, Kıble yoktur, Kıble uzay boşluğu, Kur-an'da denizlerin karışmaması,
Fotoğrafta da göründüğü gibi bebeğin dokuz aylık gelişme süresince asla göğüs kemiğine kadar ulaşmaz. Tüm bunlardan ilave din hocaları tarafından ilim insanları olarak tanınan en iyi tefsirciler bile bu ayeti sıvı olarak yorumlamışlar. Onlardan birini örnek verelim:

Ebül Ala Mevdudi'nin Tefhimül Kur’an eseri.
Eserde Tarık süresi 7 ayeti tefsir ederken şöyle diyor. "(7) (Bu su,) Bel kemiği ile kaburgalar arasında (ki organlar)dan çıkar."

Ünlü tefsircilerden biri olan Elmalı da ayeti yorumlarken şöyle diyor:
"(7) O su, erkeğin sülbü ile kadının göğüs kemikleri arasından çıkar."
Gördüğünüz gibi insanları yarattığını iddia eden Allah erkeklerde spermin nerede oluştuğunu bilmiyor. Bu ya Allah'ın yada Muhammedin anatomi konusundaki bilgisizliğini haber veriyor.

SORGULAMA İMAN ET
Bilim asla bir teoriyi sorgulamadan eleştirmeden kabul etmeyi doğru saymıyor. Bilim hiç bir zaman insanlara bu kesindir bunu sorgusuz sualsiz kabul edeceksin demez. Diyemez de zaten çünkü bilim sürekli olarak yeni şeyler buluyor yeni sorular ve yeni çözümler ürettiği için sabit değildir.

Örneğin Isaak Nyutonun ilmi inkılabın öncülerindendir ve teorileri yüz yıllarca doğru diye kabul edilmiştir. Ama Albert Einstein onun teorilerinden daya iyisini ortaya attı ve ispatladı. Dolayısıyla bilim sürekli olarak kendini düzelterek gelişiyor. (Celal Şengör) Lakin din böyle değildir. Din insanlara eleştirmeden kabul edeceksin diyor. Önüne cevabını veremediği bir sorun çıkarsa «en doğrusunu Allah bilir» diyerek her şeyi varlığı belirsiz olan bir kavramın üzerine yüklüyor. En doğrusunu Allah biliyor demek bilmiyorum demekle aynı anlama geliyor. Çünkü o sorunun çözümünü Allah'a sorup öğrenmek gibi bir imkanımız yok.

Maide-101: "Ey iman edenler! Açıklanırsa hoşunuza gitmeyecek olan şeyleri sormayın."
Maide-102: "Sizden önceki bir millet o tür şeyleri sordu da sonra o yüzden kafir oldu."


Nasıl oluyor da her şeyi bildiğini iddia eden Allah soru sormayı insanlara yasaklıyor. Bu cevabı bilmeyen birinin durumu kurtarmasına benziyor. Tıpkı bir insana bir soru sorarsın o cevabı bilmez ama bilmediğini de söyleyip mahcup olmamak için söylerdim ama söylediklerimi anlamazsın demesine benziyor. Bu ayeti geleneksel dincilere Allah'ın sorgulamayı engellediğine delil olarak sunduğumuz zaman saçma sapan cevapların yanı sıra bizlere Kuranda düşünmeye teşvik eden bazı ayetler gösteriyorlar. Bunu unutuyorlar ki biz Allah'ın her hangi bir yarattığını değil kendisini sorguluyoruz. Neden Musa peygamberle konuştuğu gibi bizlerle konuşup kendini belli etmemesini sorguluyoruz.

3/ALİ İMRAN 193: “Rabbimiz! Biz, ‘Rabbinize iman edin’ diye imana çağıran bir davetçi işittik,
hemen iman ettik. Rabbimiz! Günahlarımızı bağışla. Kötülüklerimizi ört. Canımızı iyilerle beraber
al.”

Şimdi Allah'ın varlığına iman etmeye çağrıldığımız zaman iman etmeyerek kafir olursak ne olur?

33/AHZAB SÜRESİ 64: “Gerçekten Allah, kafirleri lanetlemiş ve onlar için ‘çılgın bir ateş’
hazırlamıştır."

Kendisine iman etmeyen insanların kuşkularını gidermek yerine onları çılgın bir ateşe atan Allah ne kadar adil olabilir ki? Bilim insanların kuşku duydukları şeyleri açıklaya bilmek ve insanları inandıra bilmek için çaba sarf ettiği halde her şeye gücü yeten Allah'ın insanları inandırmak yerine ateşe atması hiç mantıklı ve adaletli bir şey değildir.

YÜZÜNÜZÜ KIBLEYE DÖNÜN
2/BAKARA-144: "Bundan sonra yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. Ve siz nerede olursanız
(namazda) yüzlerinizi o yöne çevirin."
Müslümanlar bu ayetin söylediği gibi ibadet yaparken yüzlerini mutlaka kıbleye dönerler (Mekke istikametine) Ancak bilimle çelişmez denilen Kuran burada dünyamızın yuvarlak olduğunu hesaba katmamış.

din, islamiyet, K, Kuran'daki bilimsel çelişkiler, Kur-an'a göre sperm, İslamda soru sormak yasak, Kıble çelişkisi, Kıble yoktur, Kıble uzay boşluğu, Kur-an'da denizlerin karışmaması,
Misal Güney Amerika'da yaşayan bir Müslüman namaz kılarken yüzünü kıbleye döndüğünü zannediyor. Ancak Güney Amerika'da yaşayan bir insanın Mekke'ye bakması için Dünyanın düz olması gerek. Küre şekilli bir dünyada bu mümkün değildir. Tabi Muhammed dünyanın küre olduğu bilgisine sahip olmadığı ve o dönemin insanları dünyayı düz olarak bildikleri için bu ayeti doğru olarak kabul etmişler. Türkiye'de olan camilerin kıblesi bile Mekke'ye değil uzay boşluğuna bakıyor. Çünkü Dünya kavisi bize baktığımız hedefin her 1.6 km de 20 cm düşeceğini söyler.

Küçük bir matematik hesap yapalım. Yuvarlak rakamlar alırsak eğer her 2 km de 20 cm gibi bir düşüş söz konusu Türkiye'den Mekke'ye olan mesafe 2555 km bu mesafeyi her 2 km de 20 cm düşüşle hesaplarsak eğer 25 km gibi bir rakam çıkıyor karşımıza. Yani Türkiye'de Mekke'ye baktığını zanneden insan aslında Mekke'nin üzerinde 25 km yükseklikte ki bir yere bakmış oluyor.
Nasıl oluyor'da evrenin yaratıcısı bu hesabı bilmiyor?

ŞİRİN SULU DENİZ
25/FURKÂN-53: Diyanet İşleri: O, birinin suyu lezzetli ve tatlı, diğerininki tuzlu ve acı olan iki
denizi salıverip aralarına da görünmez bir perde ve karışmalarını önleyici bir engel koyandır.

Ayette iki denizden bahsediliyor ve onların suyunun karışmadığını anlatıyor. Ünlü deniz bilimcisi Fransız Kaptan Jacques Cousteau denizlerin karışmaması hakkındaki görüşlerini şöyle anlatmaktadır:

“Bazı araştırmacıların farklı deniz kütlelerini birbirinden ayıran engellerin bulunduğuna dair ileri
sürdükleri görüşleri inceliyorduk. Çalışmalar sonucunda gördük ki, Akdeniz’in kendine has
tuzluluğu ve yoğunluğu var. Aynı zamanda kendine has canlıları barındırıyor. Sonra Atlas
Okyanusu’ndaki şu kütlesini inceledik ve Akdeniz’den tamamen farklı olduğunu gördük. Halbuki
Cebeli Tarık Boğazı’nda birleşen bu iki denizin tuzluluk, yoğunluk ve sahip olduğu hayatiyet açısından eşit veya eşite yakın olması gerekiyordu. Oysaki bu iki deniz, birbirine yakın kısımlarda
bile ayrı yapılara sahiptiler. Bunun üzerine yapmış olduğumuz araştırmalarda bizi şaşkına
çeviren bir durumla karşılaştık. Çünkü bu iki denizin karışmasına birleşme noktasında bulunan
harika bir su perdesi engel oluyordu. Aynı türden bir su engeli 1962 yılında Alman bilim adamları
tarafından Aden Körfezi ile Kızıl deniz’in birleştiği Mendep Boğazı’nda da bulunmuştu. Daha
sonraki incelemelerimizde farklı yapıdaki bütün denizlerin birleşme noktalarında aynı engelin bulunduğuna tanıklık ettik.”

din, islamiyet, K, Kuran'daki bilimsel çelişkiler, Kur-an'a göre sperm, İslamda soru sormak yasak, Kıble çelişkisi, Kıble yoktur, Kıble uzay boşluğu, Kur-an'da denizlerin karışmaması,
Şimdi bu ayet bilim dünyasının buluşları ile uyarlama yapılarak «Bak işte Kuran 1400 yıl önce söylemiş» diyerek bir mucize olgusu yaratmak istiyorlar. Oysa bu olay bilinen bir şeydi. Denizlerin birleşmemesi Kur-an'da üç yerde geçiyor ve onların tümünü göz önünde bulundurarak Muhammed'in bu olayı gözlemleyerek ve ya duyarak Kur-an'a ilave ettiğinin şahidi oluyoruz. Çünkü diğer ayetlere baktığımızda bu yerin bilindiğinin açıkça şahidi oluyoruz.

35/FÂTIR-12: "Diyanet İşleri: İki deniz aynı olmaz. Şu tatlıdır, susuzluğu giderir, içimi kolaydır. Şu
işe tuzludur, acıdır. Bununla beraber her birinden taze et yersiniz ve takınacağınız süs eşyalarını
çıkarırsınız. Allah’ın lütfundan istemeniz ve şükretmeniz için gemilerin orada suyu yara yara
gittiğini görürsün."

Ayette «taze et yersiniz ve süs eşyası çıkarırsanız» diyor, buda Muhammed'in yanında olan insanların o denizden haberdar olduklarını veya birilerinden duyduklarını bize anlatıyor. Çünkü bu insanlar o denizlerden yiyecek besin ve su eşyaları ihtiyaçlarını karşılıyorlar. Demek ki bu denizlerin karışmaması olayını kendileri de gözleriyle görüyorlar. Yani dincilerin anlattığı gibi Muhammedin bilmediği halde Allah bunu Kurana yazmış gibi bir şey söz konusu değildir. Şimdi denizlerin karışmaması olayının bilinen bir şey olduğunu öğrendiğimize göre geçelim ayetin bilimle çelişen tarafını anlatmaya.

İlk önce yukarıda gösterdiğimiz ayetlerin her ikisinde tatlı suyu olan deniz sözü işlenmiştir. Önce bu ayeti mucize olarak bizlere söyleyen Müslümanların tatlı ve içilmesi mümkün olan suyu olan denizi bizlere göstermesi gerek. Bunu istediğimiz zaman Müslümanlar farklı teoriler üretmeye başlıyor. Onlardan birine bakalım. İlk teorileri ayette denizden değil iki sudan bahsedildiği yönünde.


Ayette el bahrâni yani deniz kelimesi geçiyor. بحر Bahr kelimesi Arapçada deniz anlamına geliyor. Osmanlı döneminde de bu söz (yazılısı – ebhâr olarak) deniz anlamında kullanmıştır. Arapçada bu söz sulu bölge için kullanıldığı yerlerde anca deniz anlamına geliyor. Ama ayetin çelişkileri bununla da bitmiyor. Bir diğer ayete bakalım.

Rahman Süresi 19, 22: "İki denizi salmıştır, neredeyse karışacaklar.Aralarında bir engel vardır,
birbirine geçip karışmıyorlar.O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz? O denizlerin
her ikisinden de inci ve mercan çıkar."

Bu ayette iki denizin birleşmediğinden bahseder ve sonunda her iki denizden yani tatlı ve tuzlu suyu olan her iki denizden inci ve mercan çıktığını anlatır. Bu bilimsel bir hatadır. Çünkü tatlı suda inci ve mercan oluşmaz. Bunlar tuzlu su ürünleridir.

Gördüğümüz gibi ayetin bilimsel açıdan hiç bir tutarlılığı yoktur. Zira her şeyin yaratıcısı olan Allah'ın böyle bir hata yapması mümkün değildir. Kur-an'ı farklı yorumlarla bilime uyarlama çabası gösterenler son zamanlarda bu ayetler için yeni bir teori oluşturdu. Teori şundan ibaret.

Antartika'da Ross isimli bir tuzlu sulu deniz var. Bunun üzerinde aynı isimle adlandırılmış yüz ölçümüyle Fransa'dan biraz küçük olan Ross buzulları var. Dinciler bunu bizlere misal getirerek «bakın tuzlu suyun üzerinde tatlı su yüzüyor ve karışmıyor» diyorlar. Oysa unuttukları iki şey var. Birincisi ayetlerde denizlerden bahsedilir, buzlara değil direk gönderme yapma ima bile yoktur. İkinci
kanıtı görmek için ayete yeniden bakmamız gerek.

35/FÂTIR-12: "Diyanet İşleri: İki deniz aynı olmaz. Şu tatlıdır, susuzluğu giderir, içimi kolaydır. Şu
işe tuzludur, acıdır. Bununla beraber her birinden taze et yersiniz ve takınacağınız sus eşyası
çıkarırsınız. Allah’ın lütfundan istemeniz ve şükretmeniz için gemilerin orada suyu yara yara
gittiğini görürsün."

Ayetin sonunu dikkatle okuyun. Gemilerin orada (yani o denizlerde) suyu yara yara gittiğini görürsünüz diyor. Şimdi Ross Buzulları hakkında bir az bilgi edinelim.

din, islamiyet, K, Kuran'daki bilimsel çelişkiler, Kur-an'a göre sperm, İslamda soru sormak yasak, Kıble çelişkisi, Kıble yoktur, Kıble uzay boşluğu, Kur-an'da denizlerin karışmaması,
Bu buzulları 28 Ocak 1841 yılında İngiliz denizci  James Clark Ross tarafından bulunmuştur ve
onun ismiyle adlandırılmıştır. Bu buzulun kalınlığı bir kaç yüz metredir. Kara tarafındaki tabanında, buz selfleri 800 den 1500 metreye kadar bir yüksekliğe sahipken ön kısımlarda sadece 100 ile 200 metre kalınlıktadır. Ross Buz Selfi'nin dikey cephesi (Kırılma kenarı) 800 kilometreden daha büyük bir uzunluğa sahiptir ve deniz üzerinde 15 ile 50 m arasında yükselir.

Yani serbest olarak deniz üstünde yüzen buzun, yaklaşık %90'i deniz seviyesinin altındadır.
Şimdi soru şu. Eğer dincilerin dediği gibi Ross denizi ve Ross Büzülü ayrı ayrılıkta deniz olarak kabul edilmekteyse o zaman gemilerin bunların her birinde yüzmesi gerek. Onun için değerli dinci kardeşlerim 50m buz tabakasını yarıp yüzebilen bir tane gemi ismi söyleyin bizlere. Bildiğimiz kadarıyla buz kıran gemiler buzullara direk bir güç uygulamaz. Bu gemiler motorların yardımıyla kendilerini buzulun üzerine itip ağırlıkları sayesinde maksimum 3-5 m kalınlığında buzulları
kıracak şekilde tasarlanmıştır.

din, islamiyet, K, Kuran'daki bilimsel çelişkiler, Kur-an'a göre sperm, İslamda soru sormak yasak, Kıble çelişkisi, Kıble yoktur, Kıble uzay boşluğu, Kur-an'da denizlerin karışmaması,
Bu gemilerde ek etki sistemleri vardır ki onlar kırılan buzları yanlara doğru iter ve geminin önüne toplanarak ilerlemesini engellemesine mani olur. Yani anlayacağınız bu gemiler bile kalınlığı yüzlerce metreyi bulan buzulları kıramaz. Böylelikle Ross buzullarını ayrıca tatlı sulu deniz olarak kabul edersek eyer gemilerin o denizde yüzmesi gerek buda günümüz teknolojisiyle mümkün değildir.

Değerli okuyucular gördüğünüz gibi dincilerin Kur-an'ı evirip çevirerek bilimle uyumlu yapma çabalarının hiç bir tutarlı esası yoktur. Bunları söyleyerek yalnızca camilerde sakal bırakmanın sevabını tartışan insanları kandıra bilirler. Bizler yani gördüğü ve duyduğu her şeye akıl ve mantık yoluyla eleştiri yapan insanlar olarak tüm bu yalanları görerek bir kez daha bu din tüccarlarına inanmamakta ne kadar haklı olduğumuzun şahidi oluyoruz. Lütfen sizde aklınızı kullanın ve söylenilen yalanların farkına varın. Düşünmekten eleştirmekten korkmayın. Zira bunu size
Kur-an'da emrediyor:
10/YÛNUS-100: "Allah, azabı akıllarını kullanmayanlara verir."

Son olarak bir kaç ünlü düşünürün aklı kullanma ile ilgili sözlerine gös atalım.
  • "İnsan, aklın sınırlarını zorlamadıkça, hiçbir şeye ulaşamaz." Albert Einstein
  • "Yeryüzünün iki gücü vardır: Akıl ve kılıç, çoğu zaman akıl kılıcı yenmiştir." Eflatun
  • "Aklın ve bilginin üç büyük düşmanı vardır: Kötülük, bilgisizlik ve tembellik." Haeckel
  • "İnsanlara yapılacak en büyük iyilik, onlara akıllarını kullanmayı öğretmektir." Jean B. Moliere
Yazan: Kirpi

KUR-AN'DAKİ ÇELİŞKİLER |1

Kurandaki çelişkiler, Kur-an ve çelişkiler, Kur-an hataları, K, din, islamiyet, Allah küfreder mi?, Allahın küfürleri, Kurandaki mantık hataları, Allahın kanunları değişir mi?, Allah,
Müslümanlar tarafından Kuranda hiç bir çelişki yok deniliyor. Hatta Kuranın doğruluğunu ispat etmek için bazen bilim dünyasınca ispat edilmiş şeyleri kabul etmekten imtina ediyorlar. Misal Evrim teorisi. Bu yazımda sizlere Kuranın hem kendi içinde hemde bilim açısından bir kaç çelişkilerini göstereceğim. Bu, dincileri ikna etmese de umarım onlarda eleştiriye ve geleneksel din bilgilerini araştırmaya bir kapı açar. İlk önce Kuranın kendi içindeki çelişkilere bakalım.

Allah her şeyden haberdar mı?

Kuranın bir çok ayetinde Allah'ın her şeyi bildiği ve her şeyden haberdar olduğu bildiriliyor. Şimdi size vereceğim örnekten bunun böyle olmadığı ortaya çıkıyor.

Enfal-65: "Ey Peygamber! Müminleri cihada teşvik eyle. Eğer sizden sabredecek 20 kişi olursa 200 kişiye galip gelirler ve eğer sizden 100 kişi olursa kafirlerden 1.000 kişiye galip gelirler. Çünkü onlar hakkı ve akıbeti düşünmeyen anlayışsız bir kavimdirler."

Bu ayet bir savaş öncesi nazil olmuş ve ayetten anlaşıldığı kadarıyla Allah yirmi Müslümanın iki yüz kafire karşı direnmesini emrediyor. Ancak bu Müslümanlara zor geldiği için Allah bunun ardından şu ayeti vahiy ediyor.

Enfal-66: "Şimdi Allah sizden yükü hafifletti ve sizde bir zaaf olduğunu bildi. O halde sizden sabredecek yüz kişi ölürsa ikiyüz düşmana galip gelirler, sizden bin kişi ölürsa Allah’ın izniyle ikibin düşmana galip gelirler. Allah sabredenlerle beraberdir."

Bu ayet hakkındaki rivayetler şöyledir.

Abdullah B. Abbas diyor ki: "Eğer içinizden sabırlı yirmi kişi çıkarsa iki yüz kişiye galip gelir..." ayeti nazil olunca, bir Müslümanın 10 düşman karşısında direnmesini farz kılınmıştır. Bu ise Müslümanlara çok zor geldi. Bunun üzerine bu âyet nâzıl oldu ve Müslümanların yükünü hafifletti. Ancak, Allah teala, karşı konacak düşman sayısını eksilttiği nispette müminlerin sabrını da eksiltti."

Buharî, tefsir el-kur'an, 8/6; ebu davud, el-cihad: 114 (2646); ibn cerir et-taberi, câmiu'l-beyân.
Fahreddin er-razı der ki:

"Önceki (65.) ayetteki mükellefiyet Müslümanlara zor ve ağır gelince, cenâb-i hak, bu ayetle Müslümanların üzerinden o yükü kaldırdı. Atâ'nın rivayetine göre İbn abbas (r.a.) şöyle demiştir: "İlk emir inince, muhacirler niyazda bulunarak: "Ey Rabbimiz, biz açız; düşmanımız ise tok. Biz gurbetteyiz, düşmanımız ise yurdunda ve ailesi içinde. Biz memleketimizden, mallarımızdan ve çoluk çocuğumuzdan ayrı düşmüşüz, düşmanımız ise böyle değil" dediler. Ensar da: "Biz hem düşmanımızla uğraşıyoruz, hem de din kardeşimiz olan muhacirlere yardım ediyoruz." dediler. İşte bunun üzerine, hükmü hafifleten bu (66.) ayet indi." Fahreddin er-razı, mefatihu’l-gayb.


Enfal süresi 65 ayetinde Allah Müslümanlara kafirle savaşacakları zamanda ola bilecek sayılarını açıklıyor. Yani 20 kişi olursanız bile 200 yüz kişilik kafir ordusuyla savaştan çekinmeyin diyor. Bunun üzerine aklı başında bazı kişiler bu imkansız diyorlar ve Muhammed insanların tepkileri yüzerine bu ayeti getiriyor. Ayet «Şimdi Allah sizden yükü hafifletti ve sizde bir zaaf olduğunu bildi.» şeklinde başlıyor. Burada dikkat edilmesi gereken konu şudur. Madem Allah her şeyi biliyor o zaman neden önceden Enfal 65 ayetindeki sayının (20 kişiye 200 kişi) insanlara ağır geleceğini tahmin etmedi? Oysa başka bir ayette Allah kullarını çok iyi tanıdığını yazıyor.

2/BAKARA-286: "Allah, bir kimseyi ancak gücünün yettiği şeyle yükümlü kılar."


Şimdi sorum şu Allah verdiği bu sayının Müslümanlara fazla geleceğini neden önceden değilde savaştan sonra anladı? Bu apaçık bir çelişkidir.

Allah Muhammed'i kayırıyor mu?

Dinciler tarafından Kuranın herkese eşit davrandığı yalanı sıkça tekrar edilir. Oysa Kuranın bir takım şeylerde Muhammed'e torpil yaptığı açıkça belli oluyor. Örneğin Kuran'ın tüm Müslümanlara bir takım kadınlarla evliliği yasak ederken Muhammed'e meşru kılması Allah'ın Muhammed'i kayırması gerçeğini gözler önüne seriyor.

33/AHZÂB-50,51: "Ey Peygamber! Biz sana mehirlerini verdiğin eşlerini, Allah’ın sana ganimet olarak verdiklerinden elinin altında bulunan kadınları; seninle beraber hicret eden, amcanın kızlarını, halalarının kızlarını, dayının kızlarını ve teyzelerinin kızlarını sana helâl kıldık. Ayrıca, diğer mu’minlere değil de, sana has olmak üzere, mehirsiz olarak kendini Peygamber’e bağışlayan, Peygamber’in de kendisini nikâhlamak istediği herhangi bir mu’min kadını da (sana helâl kıldık.) Mü’minlere eşleri ve sahip oldukları cariyeleri hakkında farz kıldığımız şeyleri elbette bilmekteyiz. Bütün bunlar, sana herhangi bir zorluk olmaması içindir. Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir."

Ayette açıkça diğer müminlere değilde sana has olarak ifadesi kullanılıyor. Bu bir torpildir. Üstelik bunu her hangi bir konuda değil de sırf evlilik konusunda yapması da ilginç bir detaydır. Neden? Çünkü bu ayetten yararlanarak Muhammed evlatlığı olan Zeyd'in karısı Zeynep'le evlenmiştir. Bu olaydan rivayetlerde şöyle bahsedilir.

Taberi tarihinde bu hadise şöyle geçer:
”Tanrı elçisi günün birinde Zeyd’i aramak üzere onun evine gelir. Kapıda yünden örülmüş bir perde asılıdır. Peygamber kapının önündeyken rüzgar perdeyi kaldırır. O anda Zeyneb içeride çıplak olarak bulunmaktadır. Tanrı elçisinin gözü ona ilişir, güzelliği hoşuna gider ve kalbinde iz bırakır. Akşam olup da Zeyd eve gelince, Zeyneb ona Peygamberin geldiğini söyler. Zeyd, “ Eve girmesini rica etmeli idin” der. Zeyneb, “ Eve girmesini rica ettiysem de girmedi.” der. Zeyd, “ Peki ayrılırken bir şey söylemedi mi?” der. Zeyneb, “Kalpleri değiştiren Allah kutludur, dedi” der. Bu söz üzerine Zeyd, Muhammed’in Zeyneb’e aşık olduğunu ve onunla evlenmek isteyebileceğini düşünerek, onun yanına gider ve “Ey Tanrı elçisi, evime geldiğini söylediler, babam ve anam sana feda olsun, eve girmeliydin. Zeyneb hoşuna gitmiş olabilir, eğer hoşuna gittiyse hemen boşarım” der. Muhammed, “Karın hakkında bir şüpheye mi düştün ? ” diye sorar. Zeyd “ Ey Tanrı elçisi, hiçbir hususta ondan şüphelenmedim ve ondan hayırdan başka bir şey görmedim” der. Muhammed ona, daha sonra Ahzab Süresi 37. ayette de bahsi geçen “Eşini tut, Allah’dan kork” sözlerini sarf eder. Ancak her şeye rağmen Zeyd ne düşündüyse Zeyneb’i boşar. ”Bu ziyaretten sonra Zeynep şöyle der: “Resul-u Ekrem hazretlerinin beni görüp beğenmesinden sonra Zeyd benimle evlilik münasebetinde bulunmadı.”

Bundan sonra insanların Muhammed'i kınaması yüzünden olacak ki ne hikmetse ardı ardına ayetler inmeye başlıyor.

"Hani hem Allah’ın nimet ve ihsanına, hem de senin iyiliğine nail olmuş olup da hanımını boşamaya karar vermiş olarak sana danışmaya gelmiş olan kişiye sen: “Eşini yanında tut Allah’tan kork!” demiştin. Allah’ın açığa çıkaracağı bir durumu içinde saklamıştın, çünkü insanlardan çekinmiştin. Halbuki asıl Allah’tan çekinmen gerekirdi. Neticede, Zeyd eşini boşayıp onunla ilişkisini kestikten sonra, Biz onu sana nikâhladık ki, bundan böyle evlatlıkları, eşleriyle ilişkilerini kestikleri, onları boşadıkları zaman, o kadınlarla evlenmek hususunda müminlere bir güçlük olmasın. Allah’ın emri her zaman gerçekleşir." (Ahzab Süresi, 33/37)

Ve böylece insanların eleştirilerinden kurtuluyor göz diktiyi evlatlığının karısını da kendi karısı yapıyor.


Allah'ın kanunları değişir mi?

Kuran bazı ayetlerin açık bir şekilde Allah'ın yazılı olan yasalarında(yani vahiy olarak inen yasalar) hiç bir değişiklik bulamayacağımızı söylüyor.

Fatir-43: “… Hayır! sen Allah’ın kanununda değişiklik bulamazsın. Sen Allah’ın kanununda asla bir döneklik bulamazsın.”

Feth-23: “… Allah kanununda hiçbir değişiklik bulamazsınız.”

Bu ayetlerde kanunlarda değişiklik bulunmadığını söyleyen Allah diğer ayetlerde bunun tam aksini söylüyor.

Bakara-106: “Herhangi bir Ayet’in hükmünü yürürlükten kaldırır veya unutturursak, onun yerine daha hayırlısını veya benzerini getiririz. Allah’ın her şeye gücünün yettiğini bilmez misin? ”

Nahl-101: "Biz bir âyeti değiştirip yerine başka bir âyet getirdiğimiz zaman -ki Allah, neyi indireceğini gayet iyi bilir- onlar Peygamber’e, “Sen ancak uyduruyorsun” derler. Hayır, onların çoğu bilmezler."

Rad-39: "Allah, dilediğini siler, dilediğini de sabit kılıp bırakır. Ana kitap (Levh-i Mahfuz) O’nun yanındadır."

Allah'ın kanunlarını sildiği vakıaların varlığı İslam tarihi gibi kabul edilen hadislerde de bellidir. Gerçi bu hadisler Kuranın değiştirildiğini de ortaya çıkarır ama bu başka bir yazının konusudur.

Enes İbni Malik (rd) rivayet eder ki, “Allah'ın Resulunun sağlığında, Tevbe Sûresine eşit bir sûreyi okurduk. Şu ayetten başkasını unuttum : Velev enne libni ademe vadıyanı min zehebin lebtega ileyhima salışa. Velev enne lehu şalısen, lebtega ileyhima râbia. Velâ yemleu çevfebni ademe illetturabu. Ve yetübüllâhu alâ men tab»
Meali şudur : “Eğer Ademoğlunu altundan iki vadisi olsa, ister ki ona üçüncü şu satılsın. Üçüncüsü de olsa isterki ona dördüncüsü katılsın. Ademoğlunun karnını topraktan başkası doyurmaz. Al­lah tevbe edenlerin tevbesini kabul eder» Metni nesholan bu ayeti, bazı kelime değişikleriyle ve aynı anlamda olmak üzere, Ebu Vakidi Elleysî, Ebu Musal Eş'arî ve Zeyd İbni Sabit de rivayet etmişlerdir."

Abdullah İbni Mes'ud da şunu rivayet eder : “Allah'ın Resulü bana, bir ayeti okudu ki ben onu ezberlemiş ve musahıfma da yazmış ve yatacağım yere bu yazıyı götürmüştüm. Ertesi günü mushafı elime alınca, yazının bulunduğu sahifenin bembeyaz olduğunu gördüm. Durumu Hz Peygambere haber verince bana, “Ya İbni Mes'ud, o ayet geçen gece kaldırıldı” dedi."

Gördüğünüz gibi Allah önce vahiy ettiği ayeti sonra yazıdan ve beyinlerden silebiliyor. Bunun iki nedeni olabilir. Ya Allah insanlar için en hayırlı olacak sözleri önceden seçemiyor yada bir türlü ne söyleyeceğine karar veremiyor. Bence ikisi de doğru.


Allah önce kafir yapar sonra cehennemde yakar.

Bu konu bir az karmaşık olmasına rağmen kendi üzerimden bunu size izah etmeye çalışacağım. Misal ben Allah'a inanmayan biriyim. Ve Kurana göre ebedi cehennemde yanacak olan insanlardanım. Ancak Kurana baktığımda Allah'a inanmama sebebimin Allah'ın kendisi tarafından sağlanıldığını görüyorum. Sizlere bazı örnekler vereceğim.

17/İSRA-36: "Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine düşme. Çünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan sorumludur."

Benim Allah hakkında kesin bir bilgim yok. Onun için dincilerin ortaya attığı Allah tezinin ardına düşmüyorum. Kulaklarımla Allah'ın sesini duymadım, gözlerimle onu görmedim, kalbimle de varlığını inkar ettiğim için bir korku hissi duymadım. Şimdi kendiniz düşünün ben nasıl inanayım Allah'ın var olduğuna? Ama iş bununla da bitmiyor zira Allah'a inanmamakta ısrarımı kendisi sürdürmeme izin veriyor.

“Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir, gözlerinde de kalın bir perde bulunmaktadır ve onlar için büyük bir azap vardır.” (Bakara, 2/7)

Bu ayette Allah onların kalpleri ve kulakları mühürlenmiştir gözlerine de perde çekilmiştir artık inanmazlar diyor. Ve ayetin sonunda onlar için büyük bir azap vardır diyerek bu mührün mahşer gününe kadar devam edeceğini söyleyerek o insanların azap verilecekler olduğunu kesin bir şekilde söylüyor. Kendisini bana ispatlamak yerine gözlerimi kulaklarımı mühürleyip beni cehenneme atan Allah'ı tanımak ona iman etmek gibi bir şansım var mı? Demek ki Allah kendisi benim inanmayanlardan olmamı istiyor. Bu benim değil Allah'ın suçu. Çünkü o kendisinin varlığını ispat etmek zorunda ben onun yokluğunu ispat etmek zorunda değilim. Eğer birisine 2+2 kaç etmez diye sorarsan bu bir mantık hatası olur. Onun için Allah'ın yokluğu değil varlığı ispat edilir.

Kuran tüm insanlara mı hitap eder?

Geleneksel dinciler Kuranın evrensel olduğunu söyler. Allah bunun bir üst katına çıkarak Kuranın tüm alemlere ait bir kitap olduğunu söylüyor. (dincilere göre 18 bin alem var)

Kalem-52: "Oysa Kuran, alemler için bir öğütten başka bir şey değildir."

Bunu söyleyen Allah unutkanlıktan mıdır nedendir bilinmez bir diğer ayet te başka bir şey söylüyor.

6/EN'ÂM-92: "İşte bu (Kur’an) da, bereket kaynağı, kendinden öncekileri (ilâhî kitapları) tasdik eden ve şehirler anasını (Mekke’yi) ve bütün çevresini (tüm insanlığı) uyarasın diye indirdiğimiz bir kitaptır."

Şimdi ben Mekke ve onun etrafında yaşamadığım için Kuranın uyarılarını dinlemediğim için haksız mıyım?

Allah küfreder mi?

6/EN'ÂM-108: "Onların, Allah’ı bırakıp tapındıklarına sövmeyin, sonra onlar da haddi aşarak, bilgisizce Allah’a söverler."

Ayette Allah başka inançta olan insanların kutsal saydığı şeylere sövmeyin diyor. Zira onlarında kendisine küfredeceğinden korkuyor. Ama bunu söyleyen Allah her nedense diğer ayetlerde İslam dışı inançlara sahip insanlara eşek, köpek, maymun, domuz diyerek küfürler ediyor. İlk önce İslam alimlerinin Allah'a sövme konusundaki hükümleri nelerdir ona bakalım.

İmâm İbn Kesîr rahîmehüllâh ise şöyle demiştir: “Allâh’u Teâlâ’nin: ‘Dîninize dil uzatırlarsa’ buyruğunun mânâsı: ‘Onu ayıplar ve küçümserlerse’ demektir. İşte Rasûlüllâh sallallâhu aleyhi ve sellem’e veya İşlâm Dîni gibi kutsallara şovenin öldürülmesi buradan alınmıştır.” [İbn Kesîr,Tefsîrü’l-Kur’âni’l-Azîm: 4/102-103.]

Şeyhu’l-İşlâm İbn Teymiyye rahîmehüllâh, şöyle demiştir: “Şoven kimse eğer ki Müslüman ise içmâ ile katledilmesi vaciptir. O kişi sırf bu sövme sebebiyle kâfır ve mürted olmuş ve kâfırlerden daha kötü bir hale gelmiştir, çünkü kâfır Allâh’i yüceltir ve üzerinde bulunduğu bâtıl dînin Allâh ile istihza etme ve O’na sövme anlamına gelmediğini itikat eder.” [eş-Sârimu’l-Meslûl: 546.]

İmâm Ebû Bekr bin el-Arabî rahîmehüllâh ise şöyle ise demiştir: “Şaka olarak yapılan küfür, kişiyi küfre götürür. Ümmette bu konuda ihtilaf yoktur.” [Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi’l-Kur’ân: 8/197.]

Şeyh Keşmirî rahîmehüllâh ise şöyle demiştir: “Kim, gerek alay ederek gerekse şaka yere küfür kelimesini söylerse (ya da amelini işlerse) ittifakla kâfır olur ve bu konuda itikadına (niyetine) itibar edilmez.” [Keşmirî, İkfârü’l-Mulhidin: 59.]

İmâm İshâk bin Rahaveyh rahîmehüllâh, şöyle demiştir: “Müslüman âlimler, Allâh’a veya Rasûlune söven ya da Allâh’in nebilerinden bir nebiyi öldüren bir kimsenin -Allâh’ın indirdiği şeylerin tamâmını kabul etse bile- sırf bu yaptığı şey sebebiyle kâfır olacağı hususunda içmâ etmişlerdir.” [Abdülmunim, Tenbihu’l-Gafilîn ilâ Hükmı Satımillahi ve’d-Dîn: 13.]

İmâm Hattâbî rahîmehüllâh ise şöyle demiştir: “Böyle bir kimsenin katlı hususunda Müslüman âlimlerden hiçbirisinin ihtilaf ettiğini bilmiyorum.” [Tenbihu’l-Gafilîn: 13.]


Gördüğümüz kadarıyla İslam alimlerinin hepsi Allah'a sövmenin kafirlik olduğunu ve cezasının ölüm olduğunu söylemişler. Ama nedense Allah'ın başka inançtaki insanlara sövmesini meşru görmüşler.

2/BAKARA-171: "İnkâr edenleri imana çağıran (peygamber) ile inkâr edenlerin durumu, bağırıp çağırmadan başka bir şey duymayan hayvanlara seslenen (çoban) ile hayvanların durumu gibidir."

7/A'RAF-179: "Andolsun biz, cinler ve insanlardan, kalpleri olup da bunlarla anlamayan, gözleri olup da bunlarla görmeyen, kulakları olup da bunlarla işitmeyen birçoklarını cehennem için var ettik. İşte bunlar hayvanlar gibi, hatta daha da aşağıdadırlar."

25/FURKÂN-44: "Yoksa onların çoğunun, işittiğini veya (böylece) akıl ettiğini mi sanıyorsun? Onlar sadece hayvanlar gibidir."

2/BAKARA-65: Ve andolsun ki siz, içinizden cumartesi günündeki (avlanma yasağını) çiğneyenleri biliyordunuz. O zaman onlara: “Hakir (aşağılık) maymunlar olun.” dedik.

5/MAİDE-60 "Onlar, Allah’ın lanetlediği ve gazap duyduğu ve onlardan maymunlar, domuzlar yaptığı ve tâguta kul ettiği kimselerdir."

62/CUMA-5: "Tevrat’la yükümlü tutulup da onunla amel etmeyenlerin durumu, ciltlerle kitap taşıyan eşeğin durumu gibidir."

7/A'RÂF-176: "Fakat o, dünyaya saplanıp kaldı da kendi heva ve hevesine uydu. Onun durumu köpeğin durumu gibidir."

Bunun gibi yüzlerce örnek var Kuranın çelişkilerini gösteren ama makalenin çok uzamaması için burada bitireceğim zira gelecekteki yazılarımda sıklıkla bu konuyu ele alacağım. Bizi takip etmeye devam edin çünkü bir sonraki yazıda Kuranın bilimle çelişen ayetlerini konu edeceğim. Yıllarca insanlara alimlerin alimi olarak yutturulan Kurandaki kanıtlarıyla Allah'ın aslında bilimden ne kadar uzak olduğunu ispat edeceğim. Bizi okumaya devam edin.

Yazan: Kirpi

PARALI NAMAZ HOCALARI

din, islamiyet, K, Paralı namaz hocaları,Diyanete giden para,İmamlar parayla,Parayla namaz kıldırılıyor,Dini hizmet karşılığı para,Maaşlı imam,Maaşlı ruhban sınıfı,Yasin suresi 21,Diyanetin yıllık bütçesi, Kur-an, Hz Muhammed,
Geleneksel dincilere göre İslamın ilk beş şartından biride namaz kılmaktır. Gün içinde beş vakit yapılan bu ibadet şeklinin kendine has kuralları vardır. Kuranda yazılmayan ama mezheplerde olan bu kurallardan biride toplu namaz kılınırken en önde bir İmam olmasıdır. Bu İmamlar takva ve bir takım görev bakımından (hacca gittiyse, peygamberle akrabalığı varsa, ılımlı biriyse, iyi Arapçası varsa vs) diğerleri arasından seçilen kişilerden oluşuyor. Üstelik bu imamlar devlet görevinde (Diyanet de) çalışıyorsa maaş da alıyor. Bir nevi insanlara ibadet de önderlik yaparak karşılığında para alıyor. Bu tarz bir din sınıfı Muhammed döneminde ve dört halife döneminde bile olmamıştır. İmamlık yapılmıştır anca bu yaptıklarına karşılık ilave para alınmamıştır. İnsanları devlet işlerinden uzak tutmak için ve onları camilerde ibadet ve vaazlarla(dini sohbetler) meşgul etmeleri için imam adlanan bu din sınıfını yaratmışlar. İnsanları yöneticilere kul yaparak, akıl ve düşüncelerini ellerinden alarak bundan para kazanmışlar. Bu geleneğin kökü Abbasiler sülalesinin halifeliğe geldiği yıllara dayanıyor. Kaynaklarda bu sülalenin yönetime geldikten sonra imamların zaman zaman maaş aldıkları belirtiliyor. Abbasi Halifesi Muktedir-Billâh’in ve Buveyhî hükümdarının imamları maaşlara bağladıkları bilinse de bu para miktarının ne kadar olduğu net bilinmemektedir. İmamların maaşa bağlanması geçmişten başlasa da bu iş Osmanlı döneminde doruk noktasına ulaştı.

Tüm yazılarımızda olduğu gibi şimdide bu İmamların yaptıkları ise karşılık para alması İslamın kutsal kitabı olan Kuranda var olup olmamasını araştıracağız. Bazı dinciler Kuran yoktur diye İslamda olamaz diye bir şey yok diyorlar. Bunu söyleyenler hayatları boyunca bir kere olsun bile Kuran okumadıkları için İslamda Kuran dışında verilen tüm hükümlerin(yasaların) geçersiz olduğundan habersizdirler. Üstelik Kuranda olmayan bir şeyi dine sokmak için o konuyla ilgili sahte hadisler üreterek Muhammedin ağzıyla dine sokmaya, insanlara dayatmaya çalışıyorlar. Kısmen de başarılı oluyorlar çünkü Muhammed denildiği zaman akan sular duruyor önüne bide Hazret (Hz) kelimesi arttırdığın zaman göz yaşı dökmeye başlıyorlar. Aslında Kuranda bu şey yok, ama Muhammed bunu yaptı diye bu dinin bir parçasıdır demek neredeyse dinden çıkmakla aynı manaya geliyor. Çünkü Kuran açık ve net bir şekilde Kuran dışında hüküm verenlerin İslamın dışına çıktığını (kafir olduğunu) söylüyor.

5/MÂİDE-44: Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler kâfırlerin ta kendileridir.
5/MÂİDE-45: Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler, zalimlerin ta kendileridir.
5/MÂİDE-47: Kim Alah’ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar fasıklardır.


Ayetten de anlaşıldığı gibi Muhammed'in yada bir başkasının Kuran dışında her hangi bir hüküm koyma gibi bir yetkisi yoktur. Zira bunu yaparsa kafir, zalim ve fasık olmuş olur.

Kur-an'da dini hizmeti mukabilinde para alma gibi bir şeyde söz konusu bile değildir.

36/YÂSÎN-21: 'Sizden hiçbir ücret istemeyen kimselere tâbi olun. Onlar doğru yolda olan, sizin, doğru, hak yola girmenizi isteyen bir cemaattir.'

Muhammed'in bile buna yetkisi yoktu.

42/SÛRÂ-23: De ki ey Muhammed: “Ben sizden, peygamberlik görevime karşılık bir ücret istemiyorum. İstediğim ancak akrabalık sevgisidir.

38/SÂD-86: De ki: “Bundan (tebliğ görevinden) dolayı sizden hiçbir ücret istemiyorum.

Peygamber Medine'de devletin başında olduğu süre boyunca insanlara namaz kıldırmış ve ayetlerinde bizlere beyan ettiği gibi bir ücret almamıştır. Nitekim Muhammedin Kuranda olmadığı halde «namaz kıldırdığım için bana ücret ödeyin» diyemeyeceğini Maide 44,45 ve 47 ayetlerinden anlıyoruz. Böyle dediğini iddia eden biri varsa bu ayetleri göz önünde bulundurarak Muhammedi bu kategorilerden (kafir, zalim, fasık) hangisine ait ettiğini bir daha düşünsün.

Tüm bunlara bakmayarak günümüzde imamlık en iyi para kazandıran mesleklerden biri haline gelmiştir. 2017 yılında kamu idarelerine ayrılan bütçe miktarına bakarsak bunu anlamak çokta zor bir şey değil.

Kurum 2017 Ödenek Tavanı(TL)
Cumhurbaşkanlığı 648.488.000
Türkiye Büyük Millet Meclisi 961.517.000
Anayasa Mahkemesi 58.784.000
Yargıtay 382.750.000
Danıştay 125.072.000
Sayıştay 257.485.500
Başbakanlık 1.584.358.000
Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığı 1.995.692.000
Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği 28.071.000
Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü 297.305.000
Hazine Müsteşarlığı 77.406.981.000
Diyanet İşleri Başkanlığı 6.867.117.000
Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı 1.248.151.500
Adalet Bakanlığı 11.290.400.000
Milli Savunma Bakanlığı 28.702.119.000
İçişleri Bakanlığı 5.834.586.000


Gördüğünüz kadarıyla tüm jeologların İstanbul'u büyük şiddette depremler bekliyor demesine rağmen Diyanet İşleri Bakanlığının Afet ve Acil Durum Bakanlığından neredeyse 6 kat fazla para alması Türkiye yönetiminin afetlere dualarla hazırlandığını gözler önüne seriyor. Günümüz Türkiye'sinde 27 senelik bir öğretmenin bir imamdan az maaş alması eğitim seviyesini de belli ediyor.

2017 yılında 25 yıl ve üzeri çalışmış bir öğretmenin aylık maaşı 3.119 TL olurken, imamlarda aynı zaman ölçüsüne sahip kişilerin aylık maaşı 3.400 TL teşkil ediyor.

Her yıl dahada artan maaşlar ve açılan imam hatip okullarını göz önünde bulundurarak çok yakında Türkiye'nin laiklik prensiplerinden vazgeçerek şeriat hükümlerine döneceğini anlamak zor değil.

“HER TOPLUM, LAYIK OLDUĞU ŞEKİLDE YÖNETİLİR”

Bu deyim kuvvetler ayrımı esasını ortaya atan Fransız politik düşünür Montesquieu'ya aittir. Günümüzden 322 yıl önce yaşamış bir düşünürün ortaya attığı fikrin bu gün dahi geçerli olduğunu görmek hayli ilginçtir. Yazımı Montesquieu’dan bir buçuk asır sonra doğan başka bir ünlü düşünür Nietzsche'nin sözleriyle bitirmek istiyorum.

“Cahil bir toplum, özgür bırakılıp kendine seçim hakkı verilse dahi, hiçbir zaman özgür bir seçim yapamaz. Sadece seçim yaptığını zanneder. Cahil toplumla seçim yapmak, okuma yazma bilmeyen adama hangi kitabı okuyacağını sormak kadar ahmaklıktır! Böyle bir seçimle iktidara gelenler, düzenledikleri tiyatro ile halkın egemenliğini çalan zalim ve madrabaz hainlerdir!”

Ben değil Nietzsche söylüyor bunları, ister katılırsınız ister ret edersiniz bu sizin bileceğiniz iş ama lütfen beni İslam düşmanlığıyla yada paralelcilikle suçlamayın. Eleştirin ve kendinizde şahidi olun, belki geç olmadan bir şeyleri telafi edebilirsiniz…

Yazan: Kirpi

PEYGAMBERLER HATA YAPAR MI ?

din, islamiyet, K, Peygamberler hata yapar mı?, Peygamberler, Hz Muhammed, Kur-an'a göre peygamberler, Sura suresi, Abese suresi, Ra'd suresi, Peygamberlikten önce Muhammed, PEYGAMBERLER HATA YAPAR MI?


«Beşer şaşar» diye bir laf vardır. Bu ata sözleri tarih boyunca insanların farklı meseleleri ve olayları gözlemleyerek ortaya çıkardığı bir şeydir. Ayrıca bu ata sözlerinin yaranmasındaki en etkin şeylerden biride yapılmış hataların periyodik bir şekilde tekrarlanmasıdır. Günümüz dindarlara bu ata sözünü söylersek eğer mutlaka «yanlışın var şaşmayan insanlarda olmuş» diye cevap verirler.  Bir tane misal göstermelerini istersen hemen mensubu oldukları mezhebin veya dinin peygamberinin ismini söylerler. Bu şaşırılacak bir durum değil. Çünkü insanlar Allah'ın kendisi hakkında, onun kişiliği ve sıfatları konusunda pek fazla bir şey bilmedikleri için bir nevi onun velilerini yani peygamberlerini kendilerine numune olarak kabul ederler. Bunu tabi insanların hep bir üst düzey akıllı ve imanlı bir lider tarafından yönetilme isteği de etkiler. Peygamberlerin hata yapmayan insan gibi gösterme çabasını en fazla din tüccarları gösterir.  Zira kendilerini peygamber ilan etme gibi bir şansları olmadığı için peygamberleri süper akıllı ve imanlı biri şeklinde kendilerini de ondan bir pille aşağı biri olarak göstererek bir nevi insanlarla Allah arasında peygamberlerden sonra ikinci vasıta olarak gösterirler. Böylecede insanları sömürürler. Bu yazımda sizlere peygamberlerin de senin ve benim gibi bir insan olduğunu ve dahası hata yapabileceğini anlatacağım.

İlk önce Kuranda peygamberlerin insan mı yoksa üst düzey bir varlık mı (yarı ilah gibi bir şey) olduğuna bakalım. Zira dincilerin dediği gibi peygamberler hiç hata yapmadıysa o zaman bizim gibi sıradan bir insan değil daha üst düzey bir varlık olması gerekiyor. Kurana baktığımızda peygamberlerin de bizim gibi sıradan bir beşer (insan) öldüğünü görüyoruz.

41/FUSSİLET SURESİ 6. AYET: De ki: "Ben sadece sizin gibi bir insanım."

Ayette dikkat edilmesi gereken iki konu var. Birincisi Allah ayeti peygamberin dilinden söyletiyor. Yani «De ki» sözüyle başlıyor. Bunun için dincilerin Allah katında peygamberde bir insandır diyerek kıvırmaları için hiç bir şansı yok. Ayet açık bir şekilde peygamberin kendi ağzıyla söyleniyor. İkinci nüans ise «sizin gibi» sözcüğüdür ki burada da peygamberin senden benden bir farkı olmadığını gösteriyor.  Eğer sen ve ben hata yapabiliyorsak yalan söyleyebiliyorsak o zaman demek ki peygamberlerde bunu yapabilir. Hata yaptı veya yapmadı bunu yazımızın ilerleyen aşamalarında tartışacağız. Şimdilik, hata yapabileceğini yani senin benim gibi bir insan olduğunu anladık.


Şimdi gelelim peygamberlerin Allah tarafından seçilmiş insanlar olması meselesine. Dincilerin sıkça peygamberleri yüceltmek ve putlaştırmak için «Allah peygamberleri milyonlarca insan içerisinden seçti ve onlara vahiy etti» lafını kullandıklarını görüyoruz. Yani Allah peygamberlere vahiy ediyorsa demek ki diğer insanlardan üstündür. Fakat Kur-an'a bakarsak eğer Allah'ın bal arısına bile vahiy ettiğini görebiliriz.

NAHL SURESİ 68.AYET: "Ve senin Rabbin, bal arısına, dağlardan, ağaçlardan ve onların (insanların) kurdukları çardaklardan, evler (kovanlar) edinmelerini vahiy etti."

Şimdi sizlere soruyorum eğer Allah'ın birine vahiy etmesi onun diğerlerinden üstün olması anlamına geliyorsa o zaman bal arıları şu an aramızda yaşıyor ve sizin evliyalar (Allah dostları) dediğiniz insanlardan üstün durumdalar. Peki neden bal arılarına tapmıyor da o evliyalara tapıyorsunuz? (kulluk ediyorsunuz)  Gördüğümüz kadarıyla insan üstü bir varlık olmak için Allah'tan vahiy almak yeterli değildir.

Hata yapan peygamberler oldu mu?
Birisinin karısına göz diktiği için onun kocasını öldürterek karısına sahip olma isteği olan peygamber isimleri tarihte bellidir. Fakat günümüz dincileri kendi kutsal sandıkları kitaplardan başka bir şeye inanmadıkları için onlara kendi kitaplarından örnekler vereceğim.

7/A'RÂF SURESİ 175. AYET: "Onlara, âyetlerimizi verdiğimiz kimsenin haberini oku (anlat). Sonra o, ondan (âyetlerden) ayrıldı, artık şeytan onu kendisine tâbî kıldı. Ve böylece o zarar görenlerden (azgınlardan) oldu."

Bu ayette de can alıcı iki püf nokta var. Birincisi «onlara ayetlerimizi verdiğimiz» sözü geçiyor ki burada bir peygamberden bahsedildiği apaçık bellidir. Bazı din hocaları bunu inkar etse de Allah'ın ayet verdikleri bir tek insan olabilir.(okuyup anlayan tek varlık insandır) Nitekim günümüz zamanına kadar gelen 3 büyük vahiy dininin muhatabı olanlar insanlardan seçilmiş peygamberlerdir ( Musa, İsa ve Muhammed) İkinci püf noktası «ayetlerden ayrıldı şeytana tabi oldu» sözüdür ki burada büyük bir günahtan bahsediliyor. Bir düşünün Allah bir peygamber seçiyor ona ayetler veriyor o ise ayetleri bırakıp şeytanın yoluna gidiyor. Buda  dincilerin savunduğu peygamberler büyük günahlar değil küçük hatalar yapmıştır tezinin yanlış olduğunu gösteriyor.

"Hiç şüphesiz ki peygamberlerin, küçük günahlardan değil de büyük günahlardan mâsum olduklarını söylemek, İslâm âlimlerinin çoğunluğu ve bütün tâifelerin görüşüdür... Bu, aynı zamanda tefsir, hadis ve fıkıh âlimlerinin çoğunluğunun görüşüdür.Hatta ilk Müslümanlardan, imamlardan, şahâbeden, tâbiînden ve onlara tâbi olanlardan,bu görüşe mutabık (uygun) bir görüşten başka bir görüş nakledilmemiştir." ( Şeyhül-İslam İbn-i Teymiyye, 'Mecmûu'l-Fetâvâ', cilt: 4, sayfa: 319 )

Çünkü Allah'ın ayetlerini terk edip şeytana uymak hiç küçümseyecek bir durum değildir.
Aslında peygamberlerin hata yapması gerçeği ilk peygamberin yaratılması, yani Ademin zamanından beri vardır. Zira yasak meyveyi yiyerek Allah'ın emirlerine karşı gelip hata yapan ilk insan ve ilk peygamber Adem olmuştur.

2/BAKARA SURESİ 35-36. AYET: "Dedik ki: “Ey Âdem! Sen ve esin cennete yerleşin. Orada dilediğiniz gibi bol bol yiyin, ama şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz.” Derken, şeytan ayaklarını oradan kaydırdı. Onları içinde bulundukları konumdan çıkardı. Bunun üzerine biz de, “Birbirinize düşman olarak inin. Sizin için yeryüzünde belli bir süre barınak ve yararlanma vardır” dedik."

Muhammed hata yaptı mı?
İyi tüccar fakat kötü din hocaları  Muhammedin bırakın 40 yasından sonra hata yapmasını, peygamberlikten önce bile büyük hatalar yapmadığını savunuyorlar. Oysa Kur-an'ın kendisinde bize bellidir ki Muhammed kendini peygamber ilan etmeden önce Mekke'li müşriklerin en gözde adamlarından biriydi ve iman nedir bilmezdi. Muhammedin peygamberlikten önce Mekke'de yaşamı süresince halk arasında lakabı El-Emin (yani en güvenilir adam) olmuştur. Bunu en sahih (doğruluğu şüphesiz olan) hadisler bile söylüyor.

Muhammedin gençlik yıllarına denk gelen Kâbe’nin tamiri ve Hacerül esved’in yerine konulması olayındaki rolü ve bunları gördüğü kabul edilmektedir. Her kabilenin bu şerefli işte pay sahibi olmayı istemesi üzerine ihtilâf çıkmış, problemin çözümü ertesi gün Kâbe’nin önünde görülecek ilk şahsa bırakılmıştı. Yolu beklenen bu zatın Hz. Muhammed olduğu görülünce herkes, “el-Emîn geliyor” diye memnuniyetini belirtmişti. (Müsned, III, 425)


Şimdi sizlere söylüyorum Mekke'li müşrikler (çok tanrıcı putperestler) eğer Muhammed peygamberlikten önce bile tek Tanrıya inanıyor olsaydı neden ona bu lakabı taksınlar? Mantıken Mekke'li müşriklerin onların Tanrılarını Kabul etmeyen ve bir tanrıya inanan Muhammed'e nefret etmeleri gerekmez mi? Ama her ne hikmetse nefret etmek yerine ona inanılır adam lakabını takmışlar fakat Muhammed tek tanrıcılığı tebliğ etmeye başlayıp kendisini peygamber ilan ettiğinde Mekke'liler onun sözlerine güvenmediler. Bunun sebebi Muhammedin de 40 yaşına kadar Mekke'li müşrikler gibi çok tanrıcı olduğudur. Zira Kur-an'da bunu açık bir şekilde söylüyor:

42/SÛRÂ SURESİ 52. AYET: "Sen kitap nedir, iman nedir bilmezdin."

Ayette bahsi geçen «iman nedir bilmezdin» sözündeki imanın, İslami imanı anlattığını, yani tek Allah'ın - İlahın varlığına iman olduğunu herkes biliyor. Onun için ayette Muhammed'in peygamber olmadan önce İslami bir imandan habersiz olduğu açık bir şekilde anlatılıyor.

Yine başka bir olayda Muhammed Kureyş'in önde gelen insanlarıyla konuşurken yanına gelen bir kör insandan yüzünü çevirir ve onu dinlemez. Burada tabi ego söz konusudur. Kabilenin liderlerine «ben hiç de sizden küçük biri değilim bak her adamla muhatap olmam» mesajı vermek istemesi yüzünden böyle bir şey yapmıştır. Tabi birde bunun üzerine Muhammedi kınayan bir ayet inmiştir.

80/ABESE SURESİ 1-2-3. AYET: "Kendisine o âmâ (kör) geldi diye Peygamber yüzünü ekşitti ve öteye döndü. (Ey Muhammed!) Ne bilirsin, belki de o arınacak, Yahut öğüt alacak da bu öğüt kendisine fayda verecek."

Doğruyu söylemek gerekirse benim düşüncem insanların kınamasından kurtulmak için Muhammed bu ayeti vahiy ettirmeye mecburdu. Başkasını hor görme, aşağılama ahlaki açıdan da  hiçte iyi bir şey değildir.

Yazıyı bitirirken şunu söyleyeyim; İster Muhammed olsun isterse diğer peygamberler Kur-an'da onların hata yapabildiğini ispatlayan çok sayıda örnek var. Ama esas olan bu hataları görmek, ondan ders almak ve bir daha tekrar etmemektir. Peygamberler böyle yaptıysa ne ala. Ama günümüz dindarlarına peygamberlerin hata yaptıklarını delillerle göstermenize rağmen size hala kendi fikirlerini dayatmaları da bir hatadır. Biz ne kadar yazıp anlatsak ta eminim ki bu insanlar kendi hatalarını kendileri düzeltmek istemedikçe söylediklerimizin hiç bir faydası olmayacaktır. Zira bunun böyle olduğunu Kur'an dahi söylüyor:

13/RA'D SURESİ 11.AYET: "Şüphesiz ki, bir kavim kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez."
Biz daha ne diyelim?

Yazan: Kirpi

OSMANLI PADİŞAHLARI NEDEN HACCA GİTMEDİ ?

K,din, islamiyet, Osmanlı,Osmanlı padişahları, Osmanlı islam devleti miydi, Osmanlı padişahları neden hacca gitmedi,Neden hacca gitmediler, Kanuni Sultan Süleyman, Ali İmran suresi,
Bildiğimiz kadarıyla İslamın beş şartından biri de hayatında bir kez bile olsa Hacca gitmektir. Her Müslüman maddi durumu müsaitse bu ziyareti yapmaya zorunludur. Osmanlı zamanında da muhtemelen zavallı köylüler para biriktirerek bu ziyareti yapmışlar. Ama ne hikmetse odalar dolusu altını, parası olan haneden mensupları hiç bir zaman Hacca gitmemişler. O dönemde bu ziyareti yapmamak için ne tür bahaneler uydurduklarını bilemeyiz ama günümüz tarihçileri padişahları eleştirilerden kurtarmak için yolculuk süresinin çok fazla olduğu yalanını ortaya atmışlar. Savundukları şey budur ki padişahların 9 aylık bir Hac yolculuğuna çıkmaları devlette darbelere yol açabilirdi. Bunu söyleyen tarihçiler Osmanlı padişahlarının yıllarca süren seferlerini nedense görmezden geliyor. Ama gerçek şudur ki padişahlarını putlaştıran düşünme eleştirme kabiliyetini yitiren insanlar bu yalanı afiyetle yiyorlar. Bir kaç misal vereceğim ve beyninizde işlevini yitirmiş düşünme nöronlarını harekete geçirmeye çalışacağım.

Kanuni Sultan Süleyman
Diğer tüm Osmanlı padişahları gibi Kanuni de Hac ziyaretini yapmamış. Nedeni padişahın merkezden uzakta kalacağı dokuz ayın uzun bir süre olması ve tahttan indirileceği korkusu. Ama dokuz aydan korkan padişah nedense başkalarının topraklarını işgal edip haraca bağlamak için bir sene boyunca bazen ondanda fazla zamanını seferlerde geçiriyor hemde İstanbul’dan binlerce kilometre uzakta.
Örneğin:

1. İkinci İran Seferi: 29 Mart 1548-11 Aralık 1550 (1 yıl 8 ay 12 gün)

2. Nahçıvan Seferi: 28 Ağustos 1553-31 Temmuz 1555 (1 yıl 11 ay 3 gün)


Gördüğünüz kadarıyla neredeyse iki senesini ganimet ve yeni topraklar elde etmek için seferde geçiren bir padişah söz konusu, din için bir sefer olduğunda bahaneler uydurmaya başlıyor. Sözde İslam bayrağını taşıyan ve İslamı yaymak için savaştı denilen bu padişahların aslında İslam ve Allah umurlarında olmadığı sadece yeni toprakları işgal etmek ve ganimet elde etmek için savaştıkları anlaşılıyor. Şimdi gelin fırsatı ve imkanı olduğu taktirde İslamın şartlarından biri olan Hacc ziyaretini yapmamanın cezası nedir ona bakalım.

İlk önce Kur-an’a başvuralım:

Ali İmran suresi 97. ayet: "Yoluna gücü yetenlerin o evi haccetmesi, Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır."

Ayette açık bir şekilde imkanı olan (parası ve bineği) herkesin Hacca gitmesinin vacip olduğu anlaşılıyor. Osmanlı padişahlarının bunu yapması için ellerinde her türlü imkanı vardı (atları, develeri, milyonlarca akçe para)

Şimdi ise İslam alimleri ve fıkıh kitapları bilerek Hacca gitmeyenlerle ilgili ne tür bir hüküm koyuyor ona bakalım. İslamın fıkıhta en muteber alimlerinden olan Tirmizi, Ali İmran suresi 97. ayetini tefsir ederken şöyle diyor.

"Kim kendisini Beytullahi'l haram'a (Kabeye) ulaştıracak kadar azık ve bineğe sahip olduğu halde hac etmemişse onun Yahudi veya Hristiyan olarak ölmesi arasında fark yoktur. Zîra, Cenab-ı Hakk şöyle buyurmuştur: "Oraya yol bulabilen insana, Allah için Kâbe'yi hac etmesi gerekir." (Âl-i İmrân 97). (Tirmizî, Hacc 3, (812).

Konuyu biraz daha açarsak elinde yeterince parası ve bineği olan bir kişi bilerek Hacca gitmezse Yahudi ve Hristiyan olarak ölür. Buda kafir olarak ölmek manasına gelir. Zira müslümanlara göre Hristiyan ve Yahudiler son din olan İslamı kabul etmeden ölürlerse kafir olarak ölmüş olurlar. Üstelik bu konuyla ilgili olarak bir tek Tirmizi değil tüm mezhep alimleri olumsuz şeyler söylemiş ve imkanı olduğu halde Hacca gitmemenin günah olduğunu belirtmişler.

Günümüz müslüman tarihçileri Tirmizi’yi sahih bir alim olarak kabul edip Osmanlı padişahlarının bilerek Hacca gitmemesine olumlu yaklaşmaları biraz garip. Aslında garip te değil cünkü bu tarihçiler padişahlar müslüman olarak ölmedi demesi onlarin Türkiye’de putperest (padişahları putlaştıran) insanlar tarafından taşlanmasına ve hükümet seviyesinde profesörlük ünvanlarının ellerinden alınmasına kadar onları götürebilir. Tüm dönemlerde olduğu gibi şimdi de kendine müslüman diyen insanlar kendi menfaatlerini Allah’ın kanunlarından üstün tutarak susmayı tercih ediyorlar. Cünkü insanlar yarattikları Allah ve kanunlardan başkalarını korkuttukları kadar kendileri korkmuyorlar. Dini para kazanma mesleğine çevirmiş şahıslar ise hiç korkmuyorlar. Bunun en bariz örneklerinden biri de kendisine müslüman, Allah’ın yer yüzündeki gölgesi diyen padişahların parası olduğu halde Hacca gitmemesi ve bunun günah olduğunu bildikleri halde makam ve mevkilerini korumak için susan tarihçi ve din hocalarıdır. Sizleri duyduklarınız ve gördükleriniz üzerinde bir daha düşünmeye davet ediyorum. Fazla geç kalmadan şu din tüccarlarından kurtulun ve aklın, mantığın yoluna dönün. Zira kurtuluş bir tek bundadır.

Kaynaklar:
İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:5/297-298

Yazan: Kirpi

KÖLE OLAN PADİŞAH TORUNLARI | 600 YILLIK YALAN

K,tarih,Osmanlı atamız mı?,Osmanlının Türk karşıtlığı,Türkleri köleleştiren Osmanlı,Osmanlı gerçekleri,Türklüğü küçümseyen Osmanlı,Osmanlı torunuyuz diyenler bilmeli,Osmanlı ve Türklük
Günümüz Türkiye'si okullarında çocuklara her gün köle olmakla gurur duymak öğretiliyor. Sokağa çıkıp insanlara sorsan neredeyse yarıdan çoğu ben Osmanlı torunuyum diyecektir. Bunun nedeni insanlara sahte tarih okutularak Osmanlı padişahlarını putlaştırıp günümüz Türkiye insanlarının dedesi olarak göstermeleridir. Oysa Osmanlı padişahları bir çok topluluklar gibi Türk toplumunu da köle olarak görmüş ve kendilerinin kulları olarak tanımlamışlardır. Bu sözde İslam sancağı taşıyan Müslüman padişahlar kendilerinin Allah'ın yer yüzündeki gölgeleri, yönettikleri insanları da kulları olarak görmüşler. Bu durumda Osmanlıda yaşayan insanlar KUL, Osmanlıyı yöneten padişahlar ise EFENDİ durumundadır.

Bu tanımda kul olan taraf apaçık belli. Osmanlı döneminde karnını doyurmak için gece gündüz çalışan kazancının yarısını vergi olarak veren ve yeri geldiğinde padişahların başka topraklar üzerinde egemenlik kurmak için yaptığı savaşlarda ölen insanlardır.

Efendi tarafıysa saraylarda yağla balla beslenen, en iyi hocalardan ders alan, ipek elbise giyip altın taçlar takan insanlar. Köle kategorisinden farklı olarak buraya Osmanlı padişahları ve onların aileleri dahildir (birde devlet erkanı var onlar da günümüz Türklerin dedesi olamaz çünkü hepsi sonradan devşirmelerdir) Bu insanların kimler olduğu tarihte bizzat bellidir. Günümüzde Osmanlı hanedan mensubu çok az insan kalmıştır ki bununda çoğu Avrupa ve Amerika'da yaşıyor (Osmanlı Hanedanından bugün 77 kişi hayatta. 25'i şehzade, 16'sı sultan, 23'ü sultanzade, 13'ü de hanım sultan. Her yerdeler, 4 kıtaya yayılmışlar. Her dilde konuşuyorlar. Bazıları konuşacakları ortak dil bulamadıkları için birbirleriyle iletişim kuramıyor). Peki saraylarda yaşayan, yağla balla beslenen bu soy bugün neden bu kadar az kişi kaldı? Bunun en büyük sebeplerinden biri Osmanlı hanedan mensuplarının yıllarca taht için birbirini öldürmesidir.

Bugün Türkiye'de yaşayan ve kendisini Osmanlı torunu gören bunca insanın dedeleri muhtemelen Osmanlı döneminde vergi verebilmek için gece gündüz çalışan zavallı köle(kul) olmuşlardır. Osmanlı döneminde Türklerin saray yönetimine ve saray hizmetine hatta Türk kadınlarının hareme alınmadığı için bu insanların dedelerinin ve ninelerinin bırakın hanedan mensubunu saray hizmetçisi bile olması mümkün değildir.

Osmanlı'da Türklük Anlayışı
Osmanlı kendini hiçbir zaman bir Türk imparatorluğu olarak nitelendirmemiş hatta Türk kelimesi Osmanlı döneminde idrak-ı bilhak (anlayış yoksunu, cahil) manasında işletilmiştir. Eğer Osmanlı belgelerini incelerseniz Osmanlı hanedanlarının kendilerini Türk olarak göstermekten kaçındığının şahidi olursunuz. Padişahlar her zaman Türkleri hanedanlığın istikbali için tehdit olarak görmüşler ve onun içinde Türk asıllı insanların yüksek mevkilere gelmesine izin vermemişler. Bunun yerine devlet adamı ihtiyaçlarını Avrupalı ülkelerden 7 yılda bir her bölgeden en az 40 kişi olacak şekilde, 12-15 yaşlarında, becerikli ve akıllı çocukları ailelerinden zorla kopararak Enderun ve Yeniçeri ocaklarında yetiştirerek karşılamışlardır. Osmanlının gerileme dönemine kadar son Türk kökenli sadrazamı Candarlı Halil Paşaydı o da diğer devşirme vezirlerin kışkırtmasıyla Fatih Sultan Mehmet tarafından boğdurularak infaz edilmiştir. Yani Anadolu Türküne sözde Türk imparatorluğu olan Osmanlıda devlet mevkileri ve prestijli orduda (yeniçeri ocağında) görev yapma yetkisi böylece kapatılmıştır. Yüksek mevkilerde olan devşirme padişahlar ise çocuk yaşta yurtlarından ve ailelerinden alınmaları yüzünden içlerinde biriken kinden dolayı hep Anadolu'nun Türk toplumuna eziyet etmiş, her fırsatta onları aşağılamışlardır. Buna misal olarak Hırvat kökenli Kuyucu Murat Paşanın Güney Doğu Anadolu'da yetmiş bin Alevi Türkmen insanı öldürmesi ve diri diri yakması verilebilir. Aman dileyen Anadolu insanına ise Paşanın cevabı "Vurun şu pis Türkün başını" şeklinde olmuştur. Bundan başka Osmanlının devşirme saray şairlerinden olan Hafız Ahmet Çelebinin 1499 yılında yazdığı bir şiirinde Türklere hitap şekli aynen böyledir:

SAKIN TÜRK'Ü İNSAN SANMA
BİR AN BİLE OLSA TÜRK'LE OLMA
TÜRK ELİNE ŞEKER OLSA, O ŞEKER ZEHİR OLUR,
TÜRK'ÜN BAŞINI KESERKEN SAKIN GAM YEME
BABAN BİLE OLSA TÜRK'Ü ÖLDÜR.

Bunun dışında Fatih Sultan Mehmet'in sadrazamı olan Rum asıllı devşirme Mehmet Paşanın, Karaman seferindeki talanı ve insan kıyımını durdurmak için ondan aman istemeye gelen Türklere cevabı: "NİCE SIZLANIRSINIZ AKILSIZ TÜRKLER! VATANIMIN IRKIMIN ÖCÜNÜ SİZLERDEN KARAMAN ÜLKESİNDE ALMAYA MUVAFFAK OLDUM" şeklinde olmuştur.

Osmanlı devletinin Türklere yaptığı bu zulümlerin ve aşağılamaların bugün bizlere tarihten belgeleriyle gösterilmesi o dönemin padişahlarına da gösterildiği anlamına geliyor. Ama nedense padişahlar bu Türk düşmanlığına bir son vermemiş ve bunları yapanları cezalandırmamıştır. Çok enteresandır ki günümüz Türkiye'sinde insanlar kendilerini milliyetçi zannediyor ama aynı zamanda milletine zulüm yapan ve aşağılayan Osmanlı padişahlarını da seviyor ve övüyorlar. Bu trajikomedinin sebebi okullarda yapılan propaganda ve yalan yanlış öğretilen tarihtir. Nede olsa üzerinden prim yapma ve insanların milliyetçi duygularını gıdıklamak isteyen politikacılar bu padişahları putlaştırmaya ihtiyaç duyar. Ortaya çıkıp Osmanlı bizim devletimiz idi ama bize düşman olmuştur diyecek halleri yoktur. Son olarak kendini Osmanlı torunu sanan insanlara şunu söylemek istiyorum. Dedelerinizi köle yapan, aşağılayan, öldüren bir hanedanın torunu olma isteğini duymak için çok zeki olmak gerekir. Bu zeka ve akıl hakikaten de sizlerde vardır. Doğrusu kıskanmadım dersem yalan söylemiş olurum.

Yazan: Kirpi