HABERLER
Dini Haber
KTZ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
KTZ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

KUR'AN'DAKİ ARGO SÖZLER

Yazan: Kainatta Toz Zerresi
KTZ, din, islamiyet, Kur'an'daki argo sözler, Kur'an'daki hakaretler, Allah hakaret eder mi?, Allah beddua eder mi?, Kurandaki çelişkiler, Araf 176, Müdessir 51, Yarattıklarına hakaret eden Allah, KUR'AN'DAKİ ARGO SÖZLER
  • Allah onları kahretsin!
  • Akılsızlar! - Aptallar!
  • Kahrolası yalancılar!
  • Aşağılık maymunlar!
  • Domuzlar!
  • Hayvanlar hatta hayvandan da aşağılıklar!
  • Eşeğe benzerler!
  • Pislikler!
  • Aşağılıklar!
  • Canı çıkasıcalar!
  • Alçaklar!
  • Yabani Eşekler!
  • Dilini sarkıtıp soluyan köpekler!
  • Lanet olsun geberesice yalancılara!
  • Reziller!
  • Sapıklar!
  • Beyinsizler! 
  • Elbise giydirilmiş kütükler!
  • Soysuzlar!
  • Kahrolasılar!

Küfür demeyelim, argo diyelim. Yukarıdaki argo sözler, Kıyamete kadar hüküm sürecek olan ve Kâinatın tek hakimi olduğuna inanılan Allah’ın sözlerinin yazılı olduğu  Kur’an ayetlerinden alıntıdır. Uzunca bir süre bu sözlere kafa patlatmış ve bulabildiğim bütün açıklamaları mantık terazimin  doğru tarafına koymaya çalışmış ama başaramamıştım, öylece yarım kalmıştı. Bu kelimeleri barındıran ayetlerin açıklamaları ile ilgili İslâmî internet sitelerinde sayfalar dolusu izahat okursunuz. Ben bu izahatların  teker teker  üzerinde durmayacağım. Bu ayetlerden sadece iki tanesini örnek olması açısından paylaşayım:

Araf 176. Ayette: "Eğer biz isteseydik o kişiyi delillerimizle yüceltirdik. Fakat o dünyaya saplanıp kaldı, hevesinin peşine düştü. İşte böylesinin hali, kovsan da bıraksan da hep dilini çıkarıp soluyan köpeğin haline benzer. Âyetlerimizi yalan sayan topluluğun durumu işte böyledir. Şimdi sen bu kıssayı anlat, umulur ki iyice düşünürler."

Müdessir 49-51: "Böyle iken onlara ne oluyor ki âdeta aslandan ürküp kaçan yaban eşekleri gibi öğütten yüz çevirip kaçıyorlar!"

Bu iki ayeti sadece örnek olarak verdim fakat yorumcular arasındaki genel kanı şudur ki:

Birinci açıklama tarzı: 1400 yıl öncesinin Arap toplumunda, halk arasında bu argo sözcükler gündelik hayatın içinde olduğu için ve O dönemin Araplarına dikkat çekecek ve ciddiyet arz edecek şekilde hitap etmek için onların kullandığı dile yakın bir dil kullanılmıştır.

İkinci açıklama tarzı: Hayvanlar, aşağılık varlıklar değildir ammaaa, mesela bazıları, dilini çıkartıp soluyan köpeğe benzetilmiş ise o kişilerin durumu gerçekten de dilini çıkartıp soluyan köpeğe benzediği içindir ve bu başka şekilde nasıl tarif edilir? Müdessir 49-51’de ise Kur’an’ın öğüdünü dinlememekte inat edip yüz çevirenlerin durumuna en iyi örneğin aslandan ürküp kaçan yaban eşeğine benzetmek olduğu iddia edilir.

Geçenlerde İslâmi internet sitelerinden birinde gezinirken argo ayetlerin açıklamasına yönelik uzunca bir metin okuduktan sonra son paragrafta şaşırıp kaldım doğrusu. Hadi o son paragrafı birlikte okuyalım. Ha, bu paragrafı paylaştıktan sonra o siteden bu yazıyı silerler mi bilmiyorum, yine de paylaşayım.

“…Yüksek bir makamda bulunan bir yetkilinin suçlu olan bir kimse hakkında kullandığı 'sert ifadeler', onun sorumluluğuna uygun, makamına münasip, haşmetine yakışır, başkalarının hak ve hukukunu muhafaza arzusuna muvafık, suçluların suç işleme cesaretlerini kırma noktasındaki caydırıcılık amacına mutabık düştüğü için insanlar tarafından makul karşılanır. Fakat aynı 'sert ifadeyi', bir normal vatandaştan duymak, çok olumsuz etkiler bırakır.”

Yukarıdaki ifade, son dönem ülkemiz siyasetinde kullanılan dile ne kadar benziyor. Eskiden ülkemizde her ne olursa olsun, en tepede bulunanlar  kibar bir dil kullanırdı çünkü oturdukları koltuğun büyüklüğü, sorumluluğu bu kibarlığı gerektirirdi. Bu sadece bizim ülkemize has olması gereken bir dil değildir. Tek tük istisnalar kaideyi asla bozmaz diyerek dünya siyasetine genel anlamda bir bakın. Halklar içerisindeki insanlardan her küfrü, her argo ve hakaret kelimelerini ve hatta her türlü anormal olabilecek giyim tarzını, yaşam tarzını görebilirsiniz fakat gelişmiş bir ülkenin siyasetçisinde bunları asla göremezsiniz. Saç sitilinden giyimine, üslubundan konuşma tarzına, davranışından terbiyesine kadar bir özen söz konusudur. Ülkeleri yöneten insanlar yani siyasetçiler, normal bir vatandaş gibi olamazlar, sıradan bir vatandaş gibi yaşayamazlar. Sıradan derken egosal bir yaşamdan  bahsetmiyorum. Hani çok güzel bir atasözümüz var ya “Hoca osurursa cemaat s…ar”. İşte bu sözün anlamından bahsediyorum. Bir ülkenin yöneticisi kulağında kulaklık, saçlarında 9 çeşit boya, yırtık bir pantolon ve ağzında sakız ile gezerse, halk o siyasetçiden en az yüzde yüz daha çılgın yaşayacaktır. Üstelik böyle bir siyasetçi halk tarafından ciddiye alınacak ve önemsenecek bir durumda da olmayacaktır. Benzer bir şekilde bir ülkenin yöneticisi, her hangi birisine ya da birilerine, tüm vatandaşların gözleri önünde hakaret edip argo sözler kullanırsa, sokaktaki vatandaşlar arasında bu durum yani bu şekilde konuşmak, bu şekilde davranmak normal karşılanacak ve dahası halk  arasında bu türlü davranışlar kat kat artış göstertecektir.

Ne zaman ülkemiz, dini bir siyasete mahkum oldu, işte  o zaman siyasetçilerin ağzından hiç duymadığımız ya da duymamamız gereken argo sözleri işitmeye başladık. Bazılarınız bu durumu, “Bu İslâm değil, İslâm böyle bir din değil” sözleri ile açıklamaya çalışabilir fakat yazının en başındaki argo sözleri okuduktan sonra  “arada benzerlik yok”  diyebilir misiniz?  Ülkemiz siyasetindeki dilin özelliği ve sebep sonuç ilişkisi ile Kur’an’daki dilin sebep sonuç ilişkisi çok benzemiyor mu? Kur’an’da Allah’ın kullandığı dilin argo olmasının nedeni aslında İslâm’ın yayılma döneminde bazı kişilerin Kur’an ayetlerine inanmayıp onu reddetmeleridir. Şu dönem siyasetimizdeki durum da üç aşağı beş yukarı aynı. Kendisine inanmayan, oy vermeyen, biat etmeyen kişilere ve kurumlara hoş olmayan sözler sarf ediliyor peki neden? Sırf kendisini desteklemiyor diye. Kendinizi nasıl hissediyorsunuz? Yani, şu anki iktidarı destekliyor iseniz söyleyecek bir sözüm yok fakat şu anki iktidarı desteklemiyor iseniz sırf muhalif partiyi desteklediğiniz için iktidar mensuplarından hakaretler işitmeniz, ayrı muameleye maruz bırakılmanız nasıl bir duygu? Gelişmiş ülkelerde seçilmiş iktidar mensupları ülkelerini yönetirken  acaba “şu adam şu partiden ona çelme takalım, bu adam bu partiden bunu icraatlarımızın dışında bırakalım ya da o kimselere hakaret edelim” diyorlar mıdır? Kendilerini desteklememiş olan vatandaşlara ya da icraatlarını beğenmedikleri insanlara veya muhalif partilere argo sözler kullanıyorlar mıdır? ALLAH, kendisine inanmayı ve ibadet etmeyi reddeden insanlara karşı yukarıdaki hakaret dolu cümleleri ayet olarak göndermiş. Ne düşünüyorsunuz? SADECE DÜŞÜNÜN.

Bu hakaretlerle dolu ayetleri gerçekten de Kâinatın Yüce Yaratıcısı mı gönderdi?

KADIN DÖVÜLÜRSE NE OLUR?

Yazan: Kainatta Toz Zerresi


KUR-AN'A GÖRE KADIN DÖVÜLÜRSE NE OLUR?
Nisa 34: Allah`ın  insanlardan bir kısmını diğerlerine üstün kılması sebebiyle ve hem kocası gibi çalışıp eve para getirip hem çocuk doğurup hem de evin bütün işlerini sırtlarına yüklenmelerine karşın bir çok kadın  erkeklerin  yöneticisi ve velinimetidir. Onun için sâlih erkekler vefakâr hanımlarına karşı  itaatkârdır, kıymet bilendir. Allah`ın kendilerini korumasına karşılık gizliyi (kimse görmese de namuslarını) koruyucudurlar. Baş  kaldırmasından  endişe ettiğiniz erkeklere  öğüt verin, onları yataklarda yalnız bırakın ve (bunlarla yola gelmezlerse) dövün. Eğer size itaat ederlerse artık onların aleyhine başka bir yol aramayın; çünkü Allah yücedir, büyüktür.

Ne güzel olurdu DİMİ? Ne adil olurdu DİMİ?  Neyse, şimdi de orijinal ayeti okuyalım.

Nisa 34: Allah`ın insanlardan bir kısmını diğerlerine üstün kılması sebebiyle ve mallarından harcama yaptıkları için erkekler kadınların yöneticisi ve koruyucusudur. Onun için sâliha kadınlar itaatkârdır. Allah`ın kendilerini korumasına karşılık gizliyi (kimse görmese de namuslarını) koruyucudurlar. Baş kaldırmasından endişe ettiğiniz kadınlara öğüt verin, onları yataklarda yalnız bırakın ve (bunlarla yola gelmezlerse) dövün. Eğer size itaat ederlerse artık onların aleyhine başka bir yol aramayın; çünkü Allah yücedir, büyüktür.

Bu ayette Arapça okunuşu “vadrıbûhunne” olan kelime kimi Kur’an mealcilerine göre “evden göndermek” anlamına gelir. Kimi Kur’an mealcilerine göre ise “dövmek” anlamındadır. Kimilerine göre de her iki anlamda da kullanılabilir. “Dövmek” anlamında kullanılması gereken bazı hocalara göre ise “hafifçe dövmek” gerektiği konusunda bir ısrar var ise de bu durum, ilgili ayetin Arapçasının tam olarak tercüme edilmesi ile birlikte ilgili kelimeye yani “vadrıbûhunne” kelimesine hafif ya da az anlamı verecek bir ögenin ayet içinde kullanılmadığı ortaya çıkmıştır. Bunun yanında “vadrıbûhunne” kelimesi genel görüşe göre hem dövmek anlamına hem de evden göndermek anlamına gelebildiği için ben her iki anlamı da değerlendirmeye alacağım.

Dövmek anlamında ise: Bu ayetteki “dövün” kısmını eğer doğru tercüme olarak kabul edersek kadının nasıl dövüleceği önemlidir. Çünkü dövmek, genellikle insanın kafasına, baş bölgesine vurmak şeklinde cereyan eder. Tabi ki de tokat atmaktan bahsediyoruz. Peki bu neden önemlidir? Allah eğer  kendi yarattığı insan biyolojisini şimdiki bilim adamlarımızın bildiğinin yarısı kadar dahi biliyorsa bir insanın kafasına aldığı her darbe beynindeki 1000 hücrenin ölümü demektir. Boksörlerin çok büyük bir kısmının beyinleri ile ilgili rahatsızlıklara yenik düştüğünü hepimiz biliriz. Sadece boksörlerin mi? Kafasına aldığı  bir darbe ile beyin kanaması geçiren, epilepsiye yakalanan insanların sayısını hastanelerin acil durumundan sorabilirsiniz. Bu o kadar önemli bir konudur ki bir insan yere düştüğünde hiçbir tarafı yaralanmamış olsa dahi sadece beyninin sert zemine çarpması ile hayatını kaybedebilir. Bu şekilde hayatını kaybeden insanların sayısı oldukça fazladır. Bu yüzden kask takmadan motorsiklet kullanmak yasaklanmıştır. Bunun dışında bir insanın kafasına çok vurduğunuzda aptallaşacağı, bilimden bir haber olan cahil insanların bile bildiği bir şeydir. Kaldı ki kadın bu darbeyi kafasına bir kez yese bile 1000 hücrenin ölümü ne demektir? Kafanızda bir canlandırın. Dayak yemeyi normal bir şey gibi kabul etmiş olsak bile ayetin içerisinde kadının neresine vurulacağı ile ilgili bir bilgi ya da bir uyarı yoktur, erkeğin insafına ya da elinin, yumruğunun  kararına  kalmıştır.

Göndermek anlamında ise: Eğer ayetteki ilgili kelime kadını evden göndermek anlamında ise kadını nereye göndereceksin?
Annesinin babasının  evine mi? Böyle durumlarda anne baba, kızlarını daha da dolduruşa getirir, olacak iş olmaz? Ya da damadın haksız yere suçlamalarına inanıp kızlarına eziyet edip hakaret edebilirler.
Kadının gidecek yeri yoksa cebinden para çıkartıp masraf yapıp ayrı ev mi tutacaksın?
Hani Kur’an’a göre erkek maddi olarak kadına bakıyor ya! Kadın gerçekten de kocasının eline mahkûmsa ve gidecek yeri yoksa, erkeğin de ayrı ev tutacak parası yoksa kadını nere gönderiyon?

Gelelim zurnanın zort dediği yere… İçinde yaşadıkları ev erkeğin değil de kadının evi ise, kim kimi nereye gönderiyor?

Bazı tefsirlerde bu ayette geçen erkeğin tavrının, kadının iffetinden kaynaklanabilecek sonuca dair olması gerektiği  iddia edilir. Yani iffetinden şüphe duyulan, kocasına karşı sadakatsiz olan kadınlara bu yöntemler uygulanıyor. Bir çok tefsir ve yılların ilahiyatçılarının görüşlerine göre de iffet içinde olmak üzere kadının hemen her konuda genel olarak kocasına karşı çıkmasına karşın bu ayetin hükmünün uygulanması gerektiğine kanaat getirir. İki seçeneği de değerlendirelim.

İffetsizliğinden endişe edilen kadın: Öncelikle cinsiyet eşitsizliğine değinmek istiyorum. Eğer şu an bu değerlendirmemi  okuyanlar arasında  eski kafalı olanlar var ise  iffet konusunda bile erkeğin kadından üstün olduğuna, erkeğin gerektiğinde çapkınlık yapabileceğini ama kadın için böyle bir şeyin söz konusu edildiğinde işin “namus meselesine” dönmek halini alacağını bağıra bağıra söyleyeceklerdir. O kimselere hiçbir sözüm yok. Sonuçta taş taştır, niyetim zaten o kişilerin karakterini değiştirme çabası değil. Daha önce zina ile ilgili bir yazımda, bir kadının ne sebeple zina edebileceğine yönelik bir örnek vermiştim. Bu örneği kısaca burada tekrarlayacak olursam eğer, ailesinin zorlamasıyla dedesi yaşında evlendirilen gencecik bir kızın artık tiksinmeye başladığı ve boşanmasına hiçbir şekilde izin verilmeyen  bir evlilik sürecinde kendi yaşıtı bir erkekle karşılaştıktan sonra çaresizlik içinde bir ihanete adım atabileceğinden bahsetmiştim. Ayette bahsedilen durum aslında erkeğin karısının iffetsizliğinden şüphe etmesidir ama biz bu şüphesinde erkeğin haklı olduğunu farz edelim. Bir kadın kocasını neden aldatır?
Kadın gerçekten de evli olduğu erkeği rahatlıkla aldatabilecek yapıdadır(Türk kadınları arasında nadir görülen bir durumdur)


Genç kadın, isteği dışında yani hiç sevmediği ve hiç haz etmediği bir erkekle zorla evlendirilmiştir(bunun bir diğer adı tecavüzdür aslında) ve kocasından ayrılması bazı sebeplerle mümkün değildir(O  eve gelinliğinle girdin ancak kefeninle çıkarsın).

Kadın, kocasından her hangi bir şekilde sürekli olarak sözlü veya fiziksel ya da her iki şekilde şiddet görmekte ve kendisine çok iyi davranan bir erkekten etkilenmektedir.
Kocası ile arasında sevgi bağı kalmamış,  bir birlerine karşı ilgisizdirler ve hatta adam artık karısının yüzüne bile bakmamaktadır.

Maddeler halinde yazdığım bazı örnekleri vermemin sebebi, “kadınlar böyle durumlarda eşlerini aldatmalılar” gibi bir görüş öne sürmek değil tabi ki de fakat bu tür durumlar yaşanıyor mu? Her zaman…

Şimdi de 1400 yıl önce gökten indirildiği iddia edilen 34’üncü ayetin “sadakatsizliğinden endişe ettiğiniz kadınları…” şeklinde anlaşılabilecek olan anlamını, günümüz 21’inci yüzyılının bilimsel tespitleri ile açıklamaya çalışalım.

Paranoid bozukluk ismi verilen ve Türk erkeğinin ciddi bir bölümünde var olduğu bilinen ruhsal bir hastalıktan bahsedelim. Özgüveni zayıf olan, herkesin kendisinin arkasından iş çevirdiğini düşünen, Özgüven eksikliğinin bir sonucu olarak kendisini sürekli olarak yetersiz hissedip, karısının sürekli olarak başka erkeklere göz koyduğunu ve hatta karısı, gözünün önünde  yabancı bir erkekle normal bir şekilde konuşurken karısının aslında o erkekle cilveleştiğini hayalleyen ve cinnet geçiren erkekler… Bu öyle bir hastalıktır ki bu hastaların çoğunluğu paranoya olduklarını kabul etmek istemezler, bu yüzden  değil tedavi olmak, doktora gitmeyi bile reddederler.  Sonuçta hastalık ilerler ve şizofrene çevirir. Hasta bir erkeğin gerçek olmayan hastalıklı  şüphelerinden  bahsediyorum.  Bu ruhsal hastalığa yakalanan bir çok erkek, gururuna yediremeyip “deli doktoruna gitmem” deyip muayene bile olmaz yani hasta olduğunun ne kendisi ne de yakınındakiler farkında değildir.
Karısının, tek başına bakkala gitmesini veya tek başına bir komşuya gitmesini veya güzel görünümlü pembe renkli bir bluzu giydiğinde bu hareketin etraftaki erkeklerin ilgisini çekmek anlamına yorumlanarak kadını iffetsizlik durumuna düşüren yobaz düşüncelere değinelim. Bu düşünce sistemi genellikle çok dar ve yobaz çevrelerde, ailelerde yetişen erkeklerde ortaya çıkan bir durumdur.
Kötü niyetli kişilerin dolduruşuna gelerek karısı ile arasını açmaya çalışanlara inanan  kıt akıllı erkeklere değinelim.

Peki, başka bir kadına göz koyup karısından kurtulmak için karısına yalan yere iftira atmak isteyen erkeğin durumuna değinsek.  Hatta kadına, kocası tarafından atılabilecek bir iftiraya yönelik  ayet de  var.

Kur’an ayetlerinin çoğunda olasılıklar  yoktur. İnsanoğlunun yüzlerce olasılık içerisinde sadece bir tane olasılıkla  karşı karşıya kalabileceği hesap edilerek gönderilmiş gibi anlaşılan kesin  hükümlü ayetler vardır. Ayetlerdeki bu hükümler o kadar kesin bir dille verilir ki sanki o günahı işleyen ya da o fiili yerine getiren kişi kötü niyetle kasten yapmış gibi addedilir.  Söz konusu ayette eğer anlaşılması gereken durum, erkeğin karısının iffetsizliğinden şüpheye düşmesi ise, iş tamamen erkeğin akıl sağlığına, adam olup olmamasına, kadına saygı duyup duymamasına, düzgün bir çevrede büyümüş olup olmamasına, vicdanına, kısacası kocanın insaniyetine kalmıştır. Keşke İslâm’ın Tanrısı Allah, kadının kaderini, erkeğin insafına bırakmamış olsaydı. Günümüzde bile hâlâ koca şiddetinden, koca korkusundan dolayı evden kaçıp saklanmak zorunda olan bir sürü  çaresiz kadın var. Allah bu kadınları görüyor mu acaba? Zengin kocasının parasını lüks eğlence yerlerinde yiyen kadınlardan bahsetmiyorum. Kendi ailesi tarafından erkeğe adeta köle olmak üzere yetiştirilmiş, kocasının bir dediğini iki etmeyen, buna rağmen kocası tarafından sürekli aşağılanan, hor görülen, şiddete maruz kalan kadınlar… Keşke İslâm’ın ilâhı olan Allah, bu biçare kadınlara da erkeğe gönderdiği gibi bir hal çaresi, bir çözüm gönderse idi.

Kocasına karşı çıkan kadın: Nisa suresi 34’üncü ayette, bir çok tefsircinin iddiasına göre anlaşılması gereken durum aslında kadının genel anlamda kocasına karşı çıkması, diklenmesi durumudur fakat kadın eğer kocasına her hangi bir sebeple karşı çıkıyorsa bu sebeplerin neler olabileceği ya da kadının haklı ya da haksız olabileceği ile ilgili hiçbir açıklama yoktur. Yani 1400 yıl öncesinin tipik ataerkil ve kadını hor gören Arap zihniyetinin yansıması gibidir bu ayet. Bir kadın kocasına neden karşı çıkar? Bunun için, olabilecek bütün ihtimalleri tabiî ki de teker teker yazmayacağım fakat bir örnek vereyim, daha iyi anlaşılması açısından. Örnekten önce ayeti tekrar okuyalım:

Nisa 34: Allah`ın insanlardan bir kısmını diğerlerine üstün kılması sebebiyle ve mallarından harcama yaptıkları için erkekler kadınların yöneticisi ve koruyucusudur. Onun için sâliha kadınlar itaatkârdır. Allah`ın kendilerini korumasına karşılık gizliyi (kimse görmese de namuslarını) koruyucudurlar. Baş kaldırmasından endişe ettiğiniz kadınlara öğüt verin, onları yataklarda yalnız bırakın ve (bunlarla yola gelmezlerse) dövün. Eğer size itaat ederlerse artık onların aleyhine başka bir yol aramayın; çünkü Allah yücedir, büyüktür.

Bu ayette, erkeğin baş kaldırmasından endişe ettiği karısına yönelik öğüt verme, yatakları ayırma ve en sonunda dövmek veya başka çevirilere göre evden uzaklaştırmak yani kadını evden kovmak şeklindeki usulü, her hangi bir evlilikte yaşanabilecek bir problem üzerinden değerlendirelim.

Vereceğim  örnekte Ahmet bey,  karısı Derya hanımın evde dikiş dikerek 15 yıl boyunca biriktirdiği parayı, iyi bir işe yatırım yapmak için istiyor. Kadın maddi anlamda zaten eşine destek oluyor fakat bir taraftan da kazandığı paranın bir kısmını biriktirerek ev alma hayali kuruyor.  Ahmet bey eşine “Bende  şu kadar para var, senin parayı da üstüne koyalım, falanca yerde dükkan açayım, hem asgari ücretle çalışmaktan kurtulurum, hem de eve iyi para getiririm” diyor ve karısını razı ettikten sonra karısından aldığı parayı erkek kardeşine götürüp “al kardeşim, madem elin sıkışık, madem kredi borcunu ödeyemiyorsun, al şu parayı, borcunu kapat, elin bollaşınca da ödersin” diyor. Erkek demek her zaman ve her erkek için  akıl küpü olmak demek ya! Bir taraftan da düşünüyor “Ben hanımı kandırıp elinden parasını aldım, kardeşime verdim, kardeşimi tembih de ettim kimseye söyleme diye ama eninde sonunda hanımın haberi olacak. Haberi olunca da kıyamet kopacak, canımı sıkacak, hem ben hem çocuklar huzursuz olacak. İyisi mi ben eve gideyim, anlatayım böyle böyle yaptım diye, bilecekse şimdiden bilsin.”  Ahmet bey eve gidiyor ve durumun aslını öğrenince kendisine baş kaldıracağından şüphelendiği karısına önce nasihat ediyor. “Bak hanım, ben bir iş yaptım ama senin hoşuna gitmeyecek bir iş bu. Sana anlatacağım ama bağırıp çağırıp canımı sıkarsan külahları değişiriz.” Diyor ve durumu anlatıyor. Kadın tabi çıldırıyor ve başlıyor veriştirmeye:
“Kardeşinin ne borcu var söyler misin? Altlarında son model araba, daha bu sene sıfır aldılar. Oturdukları ev kendilerinin, bizim gibi kirada değiller. Ayda şu kadar para maaş alıyor. Sen o paranın dörtte birini bile kazanamıyorsun. Kardeşinin iki çocuğu da özel okulda okuyor. O sana vereceği yerde sen ona mı verdin hem de benim kazandığım parayı? Ben sana daha ne diyeyim ha? Şu çocuklarımızın üstüne başına bakar mısın? Ev alalım da şu kiradan, şu tavanı akan gecekondudan  kurtulalım diye para biriktiriyoruz, para biriktirmenin uğruna çocuklarımıza bu sene okul forması bile alamadık, bizim çocuklarımız özel okula gitmiyor devlet okuluna gidiyor, kardeşin doğal gazlı evde sıcacık otururken biz hâlâ sobalı evde ısınmaya çalışıyoruz, dalga mı geçiyorsun benimle. Madem kredi borcu var, satsın arabasını ödesin borcunu. Bizim gibi dolmuşa binsin,…” Kadın tabi kendince haklı olarak sayıp sayıştırıyor. 15 yıllık alın teri bu, kolay mı sessiz kalmak. Ahmet bey akşam olunca yatakları ayırıyor. Gece uyurken Derya hanımın yan odadaki yatağının üzerinden kendi kendine konuşup sinirlendiğini duyuyor ve karısının, bu durumu daha da uzatacağından şüpheleniyor. Sabah olduğunda karısı konuyu açar açmaz karısına diyor ki: “Bana bak bu konuyu bir daha açarsan külahları değişiriz”. Kadıncağız tutamıyor kendisini ve başlıyor konuşmaya. ŞRAKKKKKK bir tokat geliyor kadının yanağının üzerine. Bazı ilahiyatçılara göre ayette geçen durum dövmek değil, evden uzaklaştırmakmış. Tamam biz de öyle yapalım. Akıl fukarası ve aynı zamanda aile babası Ahmet bey, yemek, bulaşık, ütü, sil süpür, çocuk doğur, çocuk büyüt, erkeğe hizmet et gibi görevlerinin yanı sıra 15 yıl boyunca dikiş makinesi ile diktiği kıyafetlerden kazandığı parasını elinden kandırarak alıp zengin kardeşine verdikten sonra sesini çıkartıp bu duruma itiraz eden yani kendisine baş kaldıran yani evlilik huzurunu bozan karısını kolundan tutup babası evine postalıyor. Bir de arkasından haber gönderiyor. “Eğer bana karşı olan bu tutumundan vazgeçmezsen boşarım seni.”

Yukarıda sizlere bir örnek verirken kadınların da haksız yere aile içinde sorun çıkartmayacaklarını kastetmiyorum  tabiî ki de fakat kadının haklı, erkeğin haksız olabileceği bir durumda ne yazık ki kadının kocasına ne yaptırım uygulaması ne de boşama hakkının olmaması, “Acaba Kur’an-ı Kerim, Tanrı katından mı geldi yoksa Arap katından mı geldi?” düşüncesini getiriyor.

Zorlama Tefsir: Bir de son dönemlerde çıkan bazı kişilerin bu ayeti adeta zorlama ile şöyle bir şekilde yorumlamaları var:

“Bir erkek, karısından şüphelenince zaten ona nasihat eder, öğüt verir ve bu durum bir çok evlilikte böyledir. Eğer kadın öğütten anlamamışsa yani erkekle anlaşamıyorlarsa ister istemez ayrı yatmaya başlarlar. Eeeeeee? Ayetteki “vadrıbûhunne” kelimesi aslında kadını evden göndermek anlamına gelir ki eğer ayrı yattıktan sonra da karı kocanın arası hâlâ açıksa ve aralarındaki huzursuzluk düzelmemiş ve barışmamışlarsa bu karı koca boşanır. Yani kadın o evden gider. Normal boşanmalarda evlilik ve boşanma süreci zaten bu şekilde gerçekleşir. Ayette de bu durum vurgulanmıştır”.

Bu garip tefsirde sanki erkekle kadın, medeni bir şekilde ayrılıyormuş gibi bir algı oluşturulmaya çalışılıyor  fakat ayetteki anlamda cinsiyet eşitliğinden eser yok. Erkek düpedüz kadından üstün çünkü kadının parasal ihtiyacını karşılıyor ve dahası yatağı ayıran, nasihati veren ve eşini gönderen kişi sadece koca. Yani kadın hiçbir konuda haklı olamaz. Ne olursa olsun erkek haklıdır, sebep ne olursa olsun evlilikte her şey kocanın istediği gibi olur ve kadın da kocanın isteklerine itaat etmek  zorundadır. Anlaşılması bu kadar açık seçik bir ayet, AYAN BEYAN gözlerimizin önünde dururken ve kocasının serkeşliğinden endişe eden kadına sadece Nisa 128’de adeta dalga geçer gibi “…aralarında uzlaşmalarında günah yoktur…” tavsiyesi  gönderilirken  NEYİN AÇIKLAMASINI YAPIYOR VE NEYİ AKLAMAYA,  NEYİ MASUM GÖSTERMEYE ÇALIŞIYORSUNUZ?  Bırakın kıvırmayı, bu ve benzeri ayetlerin tefsirini eğip bükmeden  delikanlı gibi dürüst bir şekilde göğsünüzü gere gere anlatın. Kur’an’a  göre kadın, kocasının kölesidir. Kölelerin özgür seçimi yoktur, karar verme yetileri yoktur ve kendilerine kocaları tarafından ne emir gelirse onu sorgusuz sualsiz yerine getirmekle görevlidir.

Yıllar boyunca bu ayetlerin tercümeleri ile ve modern olarak addedilen ilahiyatçıların açıklamaları ile boğuştum.  Çocukluğumdan itibaren beynime yapıştırılan iman etiketini  çıkartmamak için olabilecek her türlü mantıklı açıklamayı  bulmaya çalışıyor ve ardından diğer yorumları saf dışı bırakarak, “Kur’an’ı Kerim’i yıllarca yanlış yorumlamış, yanlış çevirmiş yobazlar…” diyerek kendimi avutuyordum. Bu ayetin tefsirinde genel olarak Hz Aişe’nin üzerine atıldığı iddia edilen iftiradan sonra Peygamber tarafından bir süre babasının evine gönderildiği ve ayetin de bu örnekten yola çıkılarak kadınların dövülmesi değil, evden uzaklaştırılması anlamına geldiğine kadar bir sürü tefsir, bir sürü örnek ve açıklama… Yüceler yücesi Zekâya sahip olduğuna inanılan bir Yaratıcıdan geldiği söylenen ayetlerle insanların bu kadar cebelleşmesi ve mantıklı açıklama aramak için çaba sarf etmesinin mantıksızlığını sonra sonra çeşitli vesilelerle de anlamaya başladım. Bizler, özellikle de biz kadınlar çok inandırılmışız İslâmiyet’in yeryüzünün son ve geçerli tek din olduğuna. Eski Türklerde,  erkekler kadar ailede söz sahibi olan kadınlar, ne yazık ki İslâm dinine geçişten sonra  kadın,  halk arasında  “eksik etek”,  sarayda ise “cariye”   oldu.  Çok şükür Cumhuriyetimize, bir Türk kadını olarak minnettarım Atatürk’e.

HIRSIZIN ELİNİN KESİLMESİ

Yazan: Kainatta Toz Zerresi
KTZ, din, islamiyet, Hırsızın elinin kesilmesi, Maide 38, Kur'an'da hırsızın cezası, Merhametli Allah, Maide suresi, Işid'in uygulamaları, İşid'in uygulamaları, Kuran'da cezalandırma, HIRSIZIN ELİNİN KESİLMESİ

Mâide Suresi 38. Ayet: "Yaptıklarına bir karşılık ve Allah’tan caydırıcı bir müeyyide olmak üzere hırsız erkek ile hırsız kadının ellerini kesin. Allah, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir."
Mâide Suresi 38. Ayet: "Hırsız erkek ile hırsız kadının irtikâb ettikleri suça bir karşılık ve Allah tarafından insanlara ibret verici bir ukubet olmak üzere ellerini kesiniz. Allah azîz ve hakimdir "(mutlak galiptir, tam hüküm ve hikmet sahibidir.)

Bu ayeti yumuşatmaya çalışan bazı İlâhiyatçıların iki farklı tefsiri var.

Bunlardan birincisi şu şekilde: Elin kesilmesinden maksat, hırsızlık yapanın elinin üzerine bir çizik atılması ki, hırsız dolaştığı yerlerde elinin üzerindeki çizik görülsün ve insanlar tedbirini alsınlar diye.

Bunlardan ikincisi şu şekilde: Hırsızlık yapanın elinin kesilmesi, fiziksel olarak kesilmesi değil, mecazi anlamda kesilmesidir yani  “hırsızlık yapan kadın ve erkeğin ellerini bu işlerden kesmesi için yani bu işleri bırakmaları için gerekeni yapmamız emredilir” şeklindedir.

Birinci iddiada elin üzerine çizik atılmasının çok da bir manası yok çünkü soğuk bir ülkede yaşayan ve çarşıya çıkan bir adamın eline takacağı eldiven, elindeki çiziği rahatlıkla  kapatır. Aslında eldivene gerek bile yok, elin üzerindeki bir çiziği kapatmanın bir sürü yolu var, hele ki günümüzde bu yöntemler saymakla bitmez.  İkinci iddiaya gelecek olursak, ayetlerde geçen cümleleri herkes kafasına göre mecazi  bir şekilde anlayıp yorumlayamaz. Bu ayetteki el kesme fiilini mecazi bir şekilde anlamamıza neden olacak her hangi bir durum olmadığı gibi el kesme cezasının ayetin birindeki tercümeye göre “caydırıcı bir müeyyide”, diğerine göre ise “insanlara ibret verici bir ukubet” olarak  verildiği  belirtiliyor.  Bunun anlamı açıktır ve elin tamamen fiili olarak kesilmesinden bahsettiği ortadadır,  ayeti  eğip bükmeye gerek yok.

Bir şeriat ülkesinde yaşadığınızı ve yasaların, kanunların,  Kur’an hükümlerine göre şekillendirilmiş olduğunu hayal edin.
  • Hırsızlıkla alakası olmayan ve başkalarının komplosuna kurban giden bir adamın kesilen kolunun hesabı kimden sorulacak? Bu kişinin bir zaman sonra hırsızlık yapmadığı tespit edildiğinde kesilmiş olan eli, nasıl tekrar yerine gelecek?
  • Hırsızlığın niteliğine dair Kur’an’da hiçbir tarif yoktur. Aldığı maaşın çok büyük bir kısmını  hasta çocuğunun ilaçlarına yatıran  aile babası, karısının ve çocuğunun aç karnını doyurmak için hırsızlık yaptığında elinin kesilmesinden kurtulacak mı? Çünkü bu tür gerekli sebeplere yönelik Kur’an ayetlerinde hiçbir şey anlatılmamış. Mesela bir erkeğin kaç kadınla evlenebileceği ya da boşanırken karısına vereceği paradan tutun da  Hz Muhammed’e hangi kadınların ya da akraba kızlarının helal olacağına kadar ayrıntı veren Kur’an-ı Kerim’de hırsızlığın hangi boyutunda el kesileceği ile ilgili hiçbir ayrıntı yok.  Mesela 18 yaşına gelmiş ve hayatında ilk defa çok heves edip parası yetmediği için çaldığı lüks bir eşyayı evine götürdükten bir süre sonra pişman olan ama kameralara yakalanarak  suçu tespit edilen  bir gencin pişmanlığı, elinin kesilmesine engel olacak mı?
  • İşin en can alıcı noktası ise şudur: Şeriat ile yönetilen bir ülkede, küçük hırsızlık yapanlar bir kenarda dursun, o ülkenin başında bulunup da halkın parasını cebine aktaran siyasilerin ellerinin kesildiği  görülmüş müdür?

İSLÂM’IN GENEL YORUMU: İslâm’da, Kur’an ayetleri öylesine yorumlanır ki, bu yorumları tefsirleri okuyan insanlar, apaçık ve kesin bir dille yazılmış olan ve kesin hükmü olan ayetin değerlendirilmesine girdiklerinde  her türlü olasılık, her türlü iyi niyet, bir sürü Alimin bir birinden farklı ya da benzer açıklamalarıyla gözlerinin önünde o ayetten bambaşka bir şekilde anlam çıkartmak durumunda kalırlar. Mesela hırsızlıkla ilgili bu ayetin yorumlanmasını istediğinizde, her hangi bir fıkıh kitabından  veya internet sitesinden arama yaptığınız zaman, el kesme cezasının Allah tarafından gönderildiği dönemlerde gerekli olduğu çünkü o dönemde yapılan hırsızlıkların, kişinin  mal ve can güvenliği açısından çok tehlikeli ve önemli olduğu fakat günümüzde bu kadar önemli olmadığı, bazı hırsızlıkların açlık söz konusu olduğunda yapılıp bazı hırsızlıkların ise açlık nedeni ile değil keyfi nedenlerle yapıldığı ve keyfi nedenle  yapılan hırsızlıkların cezasının da ağır olması gerektiği, hangi halife döneminde hırsızlığın nasıl değerlendirildiği, fıkıh kitaplarında hangi hırsızlık suçlarının el kesme cezasının içine girebileceği ve hatta ayetin sonundaki  “Allah hüküm ve hikmet sahibidir”  cümlesindeki  “hikmet”  kelimesinin bile “düzen-denge” anlamlarına gelip bu ayetin hükmünü  belirli bir düzen ve denge dahilinde  uygulamak gerektiği gibi  dolaylı yollardan anlamlar  çıkartılarak  tefsirler yazılmıştır. Fıkıh kitaplarında zaten her türlü ayet ile ilgili geniş geniş  yorumlar  yazar fakat işin  gerçeği  şudur ki:


Bu yazılan izahatlar ve geniş geniş yapılan açıklamalar, sadece yorumdur. Bunu vurgulamak istiyorum, “SADECE YORUM”. Kişiye göre, yönetime göre, algıya göre değişen yorumlardır sadece. Daha açık bir ifade ile belirtmek gerekirse bu yumuşatılmış açıklamalar Kur’an’ın açık bir hükmü ya da Kur’an’ın  ilgili ayeti ile ilgili açık ve anlaşılması gereken bir anlamı ASLA  değildir. Sadece şeriat yöneticilerinin, ilgili bir Kur’an ayetinin hükmünü uygulama esnasındaki  seçimlerine yani kişisel tercihlerine, vicdanlarına, mesheplerine  yönelik kararlardır.  Her hangi bir  ayetin hükmünün uygulanmasını görev edinmiş kişilerde vicdan var ise hırsızlık suçunu araştırır ve makul bir sebebe ulaştıklarında  cezayı hafifletirler  fakat vicdandan ve merhametten mahrum ise bu kişiler söz konusu hırsızlık ne olursa olsun yukarıdaki ceza aynen uygulanır.

Burada önemli olan bir diğer husus ise aslında el kesme cezasının  günümüzde  hangi İslâm ülkelerinde ya da kaç şeriat ülkesinde uygulanıp uygulanmaması değil  bu ayetin Allah katından, yani Kâinatın yaratıcısının katından inmesi ve Kıyamet denilen yani ne zaman olacağı belli olmayan uzunca bir süre boyunca bütün insanlara ya da Müslümanlara geçerli olacağıdır. Kur’an hükümlerini uygulayan bazı kişiler, vicdan sahibi olup aklı başında bir değerlendirme yaparak hırsızlık ve el kesme durumunu mantıklı bir şekilde irdeledikten sonra hırsızın elinin kesilip kesilmeyeceğine karar verebilecek olgunluğa sahipken merhameti,  bağışlaması bol olan Allah,  gönderdiği bu içler acısı  el kesme hükmü ile merhametten ve bağışlayıcılıktan uzak görünüyor. Eğer bir çok ilahiyatçının görüşüne göre “Allah, her şeyi detayıyla yazıp gönderecek miydi? Tabi ki de bazı ayetlerin hükmünün değerlendirmesini  biz insanlara bırakmıştır” diyenleri doğru cevap olarak kabul edersek eğer sonsuz merhamete ve sonsuz bağışlayıcılığa sahip olan Yüce Allah, hırsızlık yapanın elinin kaderini ne yazık ki insanoğlunun insafına bırakmış.

Bazı kimseler bu tür ayetleri değerlendirirken sık sık şu mantıkla hareket ederler:
“Tamam, geçmiş zamanın gereklerine uygun olabilecek bir hüküm gönderilmiş ama siz de yani bu ayeti günümüze hangi sebeple uyarlıyorsunuz? El kesme cezası mı kalmış, nerede uygulanıyor?  Allah da biliyordu herhalde bu hükmün bir dönem sonrasında uygulanmayacağını...” diyerek devam eder…

Durumun daha iyi anlaşılması açısından bir örnek vereyim.

Bir anne, kendisine ilginç gelen hayat hikâyesini kitap haline getirmek için bir yayın evi ile anlaşır. Bu ilginç hayat hikâyesinin içerisinde çocuklarını nasıl terbiye ettiği de bulunmaktadır. Çocuklarını terbiye etmek için kullandığı bir çok etkili yöntemin içinde bir de kafasının tası attığında ayağındaki terliğin tersini çocuklarına gösterdiği hatta fırlattığı  an vardır. Yayın evinin editörü, anne ile bu bölümü konuşurken ona tavsiyelerde bulunur. Kendilerinin, ülke genelinde saygın bir yayınevi olduğunu ve kendileri tarafından basılacak olan  bu kitapta, çocuk eğitimi için annelere örnek olabilecek faydalı yöntemler bulunduğunu fakat işin terlik kısmının çirkin olduğunu ve kitabı okuyacak kişiler tarafından gereksiz, yanlış ve belki de örnek alınabileceğinden bahseder ve bu bölümün, kitaptan çıkartılması gerektiğini söyler. Sadece terlik bölümü değil, başka bölümler de değerlendirmeye alınır. Kitap, editör tarafından öyle bir değerlendirmeye tabi tutulur ki, okuyan insanların, olaylardan nasıl etkileneceği, kitabın gelecek nesillere ve her kesimden insana  hitap edip etmeyeceğine kadar bir sürü not alınır  ve anne tarafından tekrar düzenlenir. Bu verdiğim örnek, sadece günümüz insanının yazdığı kitabı değerlendirme  aşamasında nasıl dikkatli ve titiz olduğunu gösterten  minik bir kesit.

Kur’an ayetlerine baktığınız zaman ne görüyorsunuz? Yüceler yücesi Yaratıcı ya da Müslümanların deyimi ile Yüce Allah, ayetleri  ve  bu ayetlerdeki  hükümleri gönderirken sonraki yıllarda nasıl değerlendirileceğini, nasıl yankı bulacağını sınırsız zekâsı ile hesap edebilmiş mi?

Ben ve benim gibi milyonlarca insan, her konuda ayet yazabilir. Ben de hırsızlık ile ilgili olarak bir ayet yazayım, siz de benim yazdığım ayeti,  Allah katından indiğine inanılan Kur’an ayeti ile karşılaştırın. Eminim benim yazdığım ayet, 1400 yıl öncesindeki insanlara da hitap ederdi ve yine eminim ki hırsıza el kesme cezası vermek gerekseydi o dönemin Arapları aşağıdaki benim yazdığım ayeti okuduktan sonra gerektiğinde kendileri el kesme cezasını rahatlıkla verebilirlerdi ve dinen de caiz olurdu.

Kendi Ayetim: Hırsızlık fena bir davranıştır ve kul hakkını çiğnemektir. Eğer kişi, açlık, sağlık, ölüm kalım ve benzeri önemli ve gerekli bir durum  için hırsızlık etmişse o kimsenin bu gerekli nedenlerle hırsızlık ettiğinden emin olduktan sonra  durumu  iyi niyetle çözüme kavuşturunuz ve zorunlu sebeplerden hırsızlık eden kişinin ve malı çalınan kişinin  mağduriyetini de gideriniz. Şayet kişi,  önemli bir mazeretten değil de tamamen tembellik ve keyfiyet için hırsızlık etmiş  ise  o kişinin cezasını,  içinde bulunduğunuz  toplumun  yapısına ve kurallarına uygun olarak tespit edip veriniz  fakat vereceğiniz bu ceza, hırsızlık yapan  kişinin bakmakla yükümlü olduğu aile bireylerini zor durumda bırakmasın.

Mâide  Suresi 38. Ayet: "Yaptıklarına bir karşılık ve Allah’tan caydırıcı bir müeyyide olmak üzere hırsız erkek ile hırsız kadının ellerini kesin. Allah, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir."

HANGİMİZ  DAHA ZEKÎ VE DAHA  MERHAMETLİYİZ?

YALAN YEMİN

Yazan: Kainatta Toz Zerresi
KTZ, din, islamiyet, Yalan yemin, Yemin, Yalan yere yemin, Maide 89, Kader, Kader çelişkisi, Kefaret, 10 fakiri doyurma, YALAN YEMİN

Maide 89: "Allah, bilmeyerek yaptığınız boş yeminlerinizden sizi sorumlu tutmaz. Ancak bile bile kendinizi bağladığınız yeminlerle sizi sorumlu tutar. Bunun da keffareti çoluk-çocuğunuza yedirdiğinizin orta derecesinden on fakiri doyurmak yahut giydirmek veya bir köle azad etmektir. Bunlara gücü yetmeyen üç gün oruç tutar. İşte yemin ettiğiniz vakit yeminlerinizin keffareti bu! Bununla  beraber, yeminlerinizi gözetin. Allah size hükümlerini böylece açıklıyor ki, şükredesiniz."

Demek ki neymiş? Bilmeyerek yaptığınız  boş  yeminlerden sorumlu olmadığınız gibi bile bile yaptığınız yeminlerin kefaretini ödeyip hayatınıza kaldığınız yerde devam edebiliyormuşsunuz.  Dikkat ettiyseniz  bir çok ayetin sonunda belirtilen “Allah merhamet sahibidir, çok bağışlayandır” gibi ifadeler bile yok. Yani yalan yere yemin ettiğiniz zaman öyle çok bi bağışlanacak durum bile çıkmıyor ortaya. Durumunuza uygun olan kefaret ne ise onu icra edip sıyrılıyorsunuz işin içinden. Çok abarttığımı düşünenler olacaktır. Hadi şimdi konunun biraz derinine atlayalım.

Bir insanın bile bile yemin etmesinin sonuçları ne olabilir? Bir insan neden bile bile yalan yemine başvurur? Boş yere bile bile yalan yemin eden herkesin niyeti iyi midir? Belki kişinin yalan yemini  bir insanın hayatının mahfolmasına veya  birisinin yaralanmasına, ölmesine ya da bir birini seven iki kişinin ayrılmasına neden olacak.  Yeminin bu kadar önemsenip kabul edildiği bir toplumda yalan yere yemin eden bir insanın yemininin sonucunda bir çok insanın hayatını olumsuz etkileyen şeyler yaşandığı zaman  yalan yemin eden kişinin kişisel kefareti,  yalan yeminin oluşturduğu olumsuz etmenleri bir anda düzeltecek mi? Konunun iyi anlaşılabilmesi için  bir  örnek vereyim.

Tarık bey bir gün evinin kapısına gelen arkadaşını içeriye alır. Arkadaşı kendisine, sevdiği  kızı kaçırdığını, kızın ailesinin evlenmelerine izin vermediği için saklanmaları gerektiğini ve uygun bir yer aradığını söyler. Tarık bey, arkadaşının kaçırdığı kızı görmemiştir ve  anlattıklarına önce  inanmaz çünkü arkadaşı hem çapkın hem de başını sık sık derde sokan biridir. Arkadaşı yemin üstüne yemin eder. Bunun üzerine Tarık bey, bir köy tarif ederek o köyde terk edilmiş bir ev olduğunu ve kimsenin o eve gidip gelmediğini ve o evde saklanabileceklerini söyleyerek evin adresini verir ve arkadaşını gönderir. Aradan bir iki saat geçtikten sonra Tarık beyin kapısı  tekrar çalınır. Bu kez karşısındaki kişiler kaçırılan kızın anne ve babasıdır ve Tarık bey bu anne babayı tanımaktadır. Polis bir taraftan kaçırılan kızı ararken diğer taraftan da anne ve baba, çaresizlik içinde kızlarını kaçırdıklarını düşündükleri adamın bütün yakınlarını ve arkadaşlarını dolaşıp yardım istemektedirler. Tarık  bey,  kapısına gelen ve eski komşuları olan karı kocaya, arkadaşını uzun süredir görmediğini ve nerede olduğunu bilmediğini söyler. Kızın annesi “Oğlum Tarık, yerlerini biliyorsan söyle kurban olduğum” der. Tarık bey bilmediğini ve olaydan haberdar olmadığını söyler. Bunun üzerine kızın annesi, Tarık beyden yemin etmesini ister. Tarık bey, “Yemin ederim ki bilmiyorum Hacer teyze” der. Tarık beyin yeminine inanan kızın anne ve babası ikna olup evden ayrıldıktan sonra Tarık bey, arkadaşını telefonla arar fakat telefonun öte ucundaki arkadaşı, kaçırdığı kız ile birbirilerini çok sevdiklerini ve kızın anne ve babasının kızı başkasına vermek istediklerini söyleyerek Tarık beyi ikna eder. Aradan bir hafta zaman geçer. Yapılan aramalar sonucunda, polis köydeki eve ulaşır ve köydeki evin içinde,  rızası dışında kaçırıldığı anlaşılan  kızın elleri arkadan bağlanmış bir şekilde cesedini bulurlar. Kızcağız iki gün önce,  bulunduğu evde yarı çıplak bir şekilde  boğazı sıkılarak öldürülmüştür. Kendisi ile birlikte olmayı reddeden kızı yanlışlıkla bir anlık öfkeye kapılarak öldürdüğünü itiraf eden katil, polise teslim olmuştur. Tarık bey, yaşanan olaylar  karşısında çok üzülmüştür fakat yapacak bir şey yoktur, olan olmuştur. Tarık bey, bir süre kendisini suçlayıp, vicdan azabı çekse de sonuç olarak bu durumu kadere bağlamış ve “herkesin ölüm vakti alnında yazılı değil mi? O kız orada öldürülmemiş olsa muhtemelen bir kaza geçirecek ya da ciddi bir hastalığa yakalanıp nasıl olsa ölecekti. Böyle ölmesi çok canice oldu, ben Salak da onu kaçıran hayvana inandım bir de o hayvanla yıllarca arkadaşlık ettim, yaşadıklarım da kulağıma küpe olsun, bir daha ki sefere kimlerle  arkadaşlık ettiğime  dikkat edeyim ve kimsenin yeminine inanmayıp böyle pis işlere de çanak tutmayayım ama önce şu ölen kızın annesine bile bile ettiğim yalan yeminin kefaretini ödeyim de öte alemde bir de bu yeminden dolayı hesaba çekilmeyim, bir daha da bile bile yalan yemin etmeyeyim” der ve bir gencin  ölümüne neden olan meseleyi, kefaretini ödeyerek  kapatır. Zaten Kur’an’da ölüme sebebiyet vermek ile ilgili hiçbir suç tanımlanmadığı gibi böyle bir suça yönelik hiçbir hüküm de bulunmamaktadır.

Peki Tarık ismindeki bu adam, kızcağızın annesine yalan yere yemin etmese idi yani mesela kızın annesi kendisinden yemin etmesini istediğinde susmuş olsa  idi veya “kusura bakmayın, arkadaşımın kızınızla ilgisi yok diye yalan yere yemin edemem” dese idi,  işler nereye varırdı ve o kızcağızın hayatı kurtulur muydu?

Bir soru daha soralım: Tarık ismindeki bu adam, işlediği günahın kefaretini ödemek için ilgili ayetin fakirleri doyurmak kısmını yerine getirerek günahtan kurtulmuş oldu. Yani 10 tane fakiri doyurdu, işi bitirdi. Bu 10 fakirin karnının doyması, yitip giden kızcağızı tekrar hayata döndürecek mi? Kâinatın en yüksek zekâsının günah affı ile ilgili bu adaletini düşünürken eğer  Tarık ismindeki kişi için“bu dünyada 10 fakiri doyurarak kurtuldu ama öbür dünyada bedelini öder” diyorsanız  bizim şu an için gözümüzle görmediğimiz ama ispatlayamasak bile bir çok insanın var olduğuna inandığı… Tekrar vurgulamak istiyorum, var olduğundan emin olmadığınız ama sadece olduğuna inandığınız ya da inandırıldığınız öte alemdeki cennet cehennem durumunda her günahkârın  adil bir şekilde yargılanacağına inanıyor ve bu dünyada hesabı kesilmemiş,  Allah’ın da bazı günahların bedelini bu dünyada değil de öte dünyada keseceğine inanıyorsanız ve bu doğrultuda İslâm’ın her hangi bir hususunu tartışırken cevabını bulamadığınız her konuyu ya da hesabı, hiç görmediğiniz öte aleme gönderdiğinizin farkında mısınız? Yani aslında bir odanın süpürülmesi işini yarım yapan(başka bir değişle aslında hiç yapmayan) bir kimsenin, ortalıktaki çöpleri halının altına süpürüp halıyı kapatması gibi , adaletsizce bulduğunuz her dini konuyu sümenaltı  yapar gibi öte alem altı yaptığınızın farkında mısınız?


İNSANLARIN yazdığı kanunlar bile didik didik edilip eksiklikler, zamanın ve toplumun gelişen şartlarına göre güncelleştirilip gerektiğinde değiştiriliyor. Buna rağmen gelişmiş ülkelerdeki yasalar, eleştirilecek kadar başı boş ve sonucu hesap edilmemiş  şekilde savsaklanarak yazılmamıştır. Yasalardaki, kanunlardaki bir tek kelimenin bile ne anlama geldiği, nelere sebep olabileceği ve olabilecek her türlü sonucu hesap edilir  ve o yüzden titizlikle hazırlanır ve yine titizlikle kontrol edilir.

KUR’AN! Tanrı kelâmı. Müslümanlar Türkçe olan “Tanrı” kelimesini bile sevmiyor ya! “Allah” diyelim.

KUR’AN! ALLAH KELÂMI… KÂİNATIN EN BÜYÜK ZEKÂSININ VE DEHASININ KELÂMI…

Işık hızı ile giden araçlar bile henüz  icat edilmedi. Işınlama yöntemi ile maddeler bir yerden bir yere henüz  nakledilemiyor. Bu hayaller çok uzakta değil. Osmanlı döneminde yaşayan birisine akıllı cep telefonunuzdan basit bir video seyrettirseniz korkar kaçardı herhalde. Teknoloji büyük bir hızla ilerliyor. Çok daha ileriki yıllarda devasa icatlarla ve yeniliklerle tanışılacak. ŞU GERÇEĞİ AKLIMIZIN BİR KENARINA YAZALIM. İÇİNDE ALLAH İNANCI OLAN BİR KİMSE İÇİN İNSANLIK NE KADAR İLERLERSE İLERLESİN, İNSANOĞLUNUN EN İLERLEMİŞ HALİ YİNE DE  ALLAH OLARAK İNANILAN KÂİNATIN YARATICISINDAN DEVASA ORANDA DÜŞÜKTÜR. HİÇ BİR İNSAN YARATICININ ZEKÂSINA ULAŞAMAZ.

Yukarıdaki bilgiyi  hatırladıktan sonra, zekânın ve aklın en büyük ve tek sahibinin yani YARATICININ insanlığa gönderdiği iddia edilen ayetleri (Yaratıcı gönderdiğine göre eleştirilemeyecek kadar mükemmel olmalı ve böyle ayetlerin her türlü sonucu ve etkisi mükemmel ötesinde hesap edilmiş olmalı ki, ben böyle bir hesap edilmişlik ve titizlik göremiyorum), 21’inci yüzyıl insanlarının eleştirebilecek kadar mantık hatası ve özellikle ADALETSİZLİK ve gözden kaçırılmış olan TEDBİRSİZLİKLER  barındırması sizce nasıl değerlendirilmeli? Bizler bu yüzyılda, Kur’an ayetlerindeki yüzlerce garipliği, adaletsizliği ve mantıksızlığı bulup irdelerken uzayda yolculuklar yapabilecek düzeye gelecek olan insanların bu ayetleri nasıl değerlendireceğini bir düşünün.

Kâinatta toz zerresi kadar bile olmayan bedenimizle ve yine Yaratıcı ile karşılaştırıldığında Kâinattaki  toz zerresi kadar bile olmayan zekâmızla  henüz 21’inci yüzyılda yaşayan insanların da inanması gereken ayetlerdeki hükümleri  bu kadar başı boş ve sonucu hesap edilmeden yazdıran, Yaratıcı mı? Yoksa kendisini Peygamber olarak ilan eden kişinin bizzat kendisi mi?

Peygamberle özel görüşme talebinde bulunan insanların, bu özel görüşme öncesinde  sadaka vermesini ve söz konusu sadakayı bulamayan insanları Allah’ın affedeceği Mücadele Suresinde yazarken,  bile bile yalan yemin eden Müslüman’ın,  yalan yemini için ödeyeceği kefarete rağmen Allah’ın affediciliğinden, merhametinden bahsedilmemiş bile. Bazıları diyecek ki:

“Bağışlayıcılıktan ve merhametten bahsedilmemiş çünkü kefaret var. Kefaret olmasaydı, Allah’ın bağışlayıcılığı devreye girerdi.”

Peki, bu ödenecek olan kefaret yani yukarıdaki örneğe dönecek olursak, Tarık beyin ödeyeceği kefaret, yalan yeminin sebep olduğu ölüme hayat verecek mi? Ölen kızı yeniden canlandıracak mı?

Sonuçlarının neler olabileceği ya da nelere maal olabileceği  hesap edilmemiş  bu  ayetin, sınırsız ve sonsuz dehadaki bir zekâ (Yaratıcı) tarafından gönderilmiş olması mümkün değil fakat her şeye rağmen, “Doğrusunu RABBİMİZ bilir. Tarık denen o adama da Allah öte alemde gereken cezayı verecektir.” Diyenler çıkacaktır elbet. Zaten İslâm dininde cevabı bulunamayan soruların sonuna “Hikmetini ancak ALLAH bilir, biz bilemeyiz”  veya “Öte alemde hesabı kesilecektir” gibi tamamen muallak ve geleneksel cümleleri  ekleyince sorunlar ya da sorular kökten halloluyor. Aslında hallolmuyor da “halloluyor” inancına sarılmak ihtiyacı hissediyor Müslüman.


Kazandığınız parayı kuruşu kuruşuna hesap edip sorgulayan siz Müslümanlar, paradan daha önemli olan dininizi, acaba parayı sorguladığınız kadar ince ve detaylı olarak sorgulayabiliyor musunuz?

Sorgulama sürecini yaşayan herkese objektif ve tarafsız değerlendirmeler diliyorum. Sağlıcakla kalın.

İNANMADIĞIN ALLAH'I KANDIRMAK

Yazan: Kainatta Toz Zerresi
KTZ, din, islamiyet, Bakara suresi çelişki, Allah'ı kandırmak, İnanmadığın Allah'ı kandırmak, Kurandaki çelişkiler,

İNANMADIĞIN ALLAH'I KANDIRMAK


Bakara 8: "İnsanlardan bazıları da vardır ki inanmadıkları halde "Allah’a ve âhiret gününe inandık" derler."
Bakara 9: "Akıllarınca Allah’ı ve iman edenleri aldatmaya kalkışıyorlar; halbuki onlar farkında olmadan yalnızca kendilerini aldatmış oluyorlar."
Bu iki ayetin kısa özeti şudur:
İnsanlardan bazıları Allah’a ve ahıret gününe inanmıyorlar fakat bu inançsızlıklarını örterek etraflarındaki kimselere inanıyormuş gibi rol yapıyorlar. Yani ne yapıyorlar? Müslüman olduklarını söylüyorlar, oruç tutuyormuş gibi yapıyorlar, Müslümanların yanında namaz kılıyormuş gibi yapıyorlar vs.

Akıllarınca bu insanlar Allah’ı ve iman edenleri aldatmaya çalışıyorlar. Bu iki ayette tarif edilen kişiler “münafık” denilen kişilerdir. Yani kendisini, çevresindeki kimselere Müslüman’mış gibi yutturmaya çalışan kimseler. Bu açıdan bakıldığında Müslüman olmayanların, çevrelerindeki kimselere Müslüman rolü yapmaları bu ayetle tabi ki de uyuşur fakat “Akıllarınca Allah’ı ve iman edenleri aldatmaya kalkışıyorlar” dendiği zaman akla şöyle bir mantıksızlık takılıyor:

Kişi, inanmadığı Allah’ı nasıl kandırmaya çalışır?
Kur’an’ın tercümesini her okumaya başladığımda Bakara suresi, ilk sayfalarda olduğu için bu ayetlerde takılır kalır ve mantıklı cevabını hiçbir yerde bulamazdım. Hadi bir örnek verelim:

Suat ismindeki delikanlı, inanç olarak bir Tanrının var olabileceğine hiç inanmamıştır. Yani Suat, Allah’a ve ahiret gününe inanmıyor fakat dindar bir çevrede yaşadığı için dinsizliğini dile getirmenin tehlikeli olabileceğini ve hatta çevresindekiler tarafından dışlanacağını bildiği için Müslüman’mış gibi davranıyor. Cuma günleri camiye gidip Cuma namazı kılıyor. İçtenlikle kılmıyor fakat kılıyormuş gibi yapıyor. Ramazan ayı geldiğinde evde yiyip içiyor fakat toplum içine çıktığında sanki oruç tutuyormuş gibi yapıp akşam ezanına kadar dışarıda hiçbir şey yiyip içmiyor. Yani Bakara suresi 9’uncu ayete göre bu kişi çevresindeki kişileri Müslüman olduğuna inandırıyor, inanıyormuş  ve ibadet ediyormuş gibi yapıyor.

Gelelim Allah’ı aldatma kısmına. Bu genç yani Suat, evine çekilip perdesini çektiği zaman ne diyor kendi kendine? “Ben Allah’a inanmıyorum ama belki beni görüyordur, o yüzden evimde de namazımı kılayım” mı diyor? Eğer Allah’ın kendisini az da olsa minik bir ihtimal bile olsa gördüğünü düşünüyorsa ki bu durumda Allah’ın var olduğuna inanıyor demektir. Bu durumda  Bakara Suresi 8’inci ayette bu kimseler için “…inanmadıkları halde…” deyiminin kullanılmaması gerekir. İnanmanın azı çoğu olmaz ya inanırsın ya da inanmazsın. Eğer Suat, Allah’a ve ahiret gününe inanıyor fakat  ibadetlerini yapmıyor veya yapıyormuş gibi çevresindekilere görünüyor ise Suat bu durumda inançsız değil, günahkârdır.


Yaşlı bir komşu kadın, bazı hastalıklar sonucu akıl sağlığını bozmuş ve ölmüş olan bazı tanıdıklarının halen yaşamakta olduğunu düşünüyor ve sana gelip diyor ki: “Hanife’yi çağır da gelsin, benim evde oturur sohbet ederiz.” Fakat sen Hanife’nin dört sene önce öldüğünü söylemeye çalışıyorsun ama yaşlı kadın, dediğinde ısrar edip sıkı sıkı tembih edip “Ben gidiyorum, sen Hanife’yi çağır” deyip evine gidiyor. Sen evde tek başına kala kalıyorsun. Karşı komşun Hanife, dört sene önce hayatını kaybetmiş. Ne yapacaksın? Öldüğünü bile bile Hanife hanımın penceresine doğru eğilip “Hanife ablaaaaa…” diye bağıracak mısın? Bağıramazsın, çağıramazsın çünkü Hanife hanım diye birisi yok artık, ölmüş. HANİFE YOK! Sen de bunu biliyorsun.

Allah’a inanmadığın halde  inanmadığın Allah’ı nasıl kandırmaya çalışırsın? Bu nasıl bir mantık hatası? Allah’ı kandırman mümkün değil çünkü sana göre bir Allah zaten yok. Olmadığını, yaşamadığını düşündüğün bir varlığı hangi mantıkla kandırmaya çalışırsın. Eğer gösteriş olsun diye namaz kılıyormuş ya da oruç tutuyormuş gibi yapıyorsan senin bu durumunu sadece Müslümanlar görüyor ve senin içsel dünyanda neler olduğunu bilmiyorlar fakat Allah, insanın içinde ve dışında olanı bilen değil midir? Sen Allah’ın var olmadığını bildiğin için dolayısıyla var olmayan bir varlık seni göremeyeceği gibi içinde olanı da bilemeyecektir otomatikman. Bu yüzden inanmadıkları halde “inandık” diyenlerin çevredeki Müslümanları kandırması mantıklı iken inanmadığı Allah’ı kandırmaya çalışması zekâ  ve dikkat eksikliğinden başka bir şey değildir. Ayette belirtilen İnanmadıkları halde Allah’ı ve Müminleri kandırmaya çalışanlar akıl fukaraları mı?

Bakara 8: "İnsanlardan bazıları da vardır ki, inanmadıkları halde «Allah’a ve ahiret gününe inandık» derler."
Bakara 9: "Onlar (kendi akıllarınca) güya Allah’ı ve müminleri aldatırlar. Halbuki onlar ancak kendilerini aldatırlar ve bunun farkında değillerdir."
Bakara 8: "İnsanlardan öyle kimseler vardır ki kendileri îman etmiş olmadıkları halde, «Allaha ve âhiret gününe inandık» derler. Halbuki onlar inanıcı (insan) lar değildir."
Bakara 9: "Allâhı da, îmân edenleri de (gûyâ) aldatırlar. Halbuki onlar kendilerinden başkasını aldatmazlar da yine farkına varmazlar."

Bazı çevirilerde “inanmak” kelimesi “iman etmek” olarak tercüme edilmiş olsa dahi inanmak ile iman etmek aslında aynı anlama gelir.

Ben Arapça bilmiyorum. Seneler boyunca bu ayetlerin bulabildiğim bütün tercümelerini okudum. Şaibeli olabilecek bir çok ayet farklı tercüme edilebilirken bu ayetin tercümesinde hiçbir değişiklik yok. Geçmişten günümüze kadar aynen gelmiş. Eğer tercümede hata olduğunu düşünüyorsanız ve Arapçanıza güveniyor iseniz lütfen yorum kısmına yazınız.

PEYGAMBER İLE ÖZEL GÖRÜŞME SADAKASI

Yazan: Kainatta Toz Zerresi
din, islamiyet, KTZ, Peygamber ile özel görüşme sadakası, Hz Muhammed ile görüşmeden önce sadaka, Mücadele 12, Mücadele 13, Allah'ın peygambere sadaka verin demesi, Sadaka, Kur'andaki çelişkiler, MUHAMMED İLE ÖZEL GÖRÜŞME ÖNCESİ SADAKA

MÜCADELE Suresi 12. Ayet: "Ey iman edenler! Peygamberle özel görüşme yapmak istediğiniz zaman, bu görüşmenizden önce bir sadaka verin. Sizin için en iyi ve en nezih davranış budur. Şayet bulamazsanız, bilin ki Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir."

MÜCADELE Suresi 13. Ayet: "Özel görüşme yapmadan önce sadaka verecek olmanızdan dolayı (vermediğiniz takdirde) korkuya mı kapıldınız? Madem bunu yapmadınız ve Allah da sizi bağışladı, o halde namazı özenle kılın, zekâtı verin, Allah’a ve resulüne itaat edin. Allah yapıp ettiklerinizden tamamen haberdardır."

“Ey iman edenler! Peygamberle özel görüşme yapmak istediğiniz zaman, bu görüşmenizden önce bir sadaka verin...”  emrini “Efendim bu sadaka Peygamberin kendisine değil fakirlere verilmek üzere istenmektedir” şeklinde yorumlayanlar… Hadi öyle olsun. Peygamberin özel görüşmeleri, fakirlerin doyurulması açısından fakir  fukaranın  sadakasına  vesile olsun.


Gelelim Mücadele Suresi 13’üncü ayete. Her hangi bir sebepten dolayı Hz Muhammed  ile özel görüşme yapmadan önce sadaka vermeyenleri Allah’ın bağışlayacağı yani affedeceği belirtiliyor. Benim kafam buna basmadı. Zekât vermekle ilgili, yoksullara, yetimlere vb kişilere yardım etmekle ilgili onca ayet varken bir de Peygamberle özel görüşme öncesi ayrıyeten sadaka verilmesi gerektiği emrolunuyor ve bu emri yerine getirmeyen ya da getiremeyenlerin Allah tarafından bağışlanacağı belirtiliyor. Ben gene anlamadım. Benim algılamamda ve mantığımda bir hata mı var acaba? Hz Muhammed ile özel görüşme öncesi sadaka vermemek nasıl bir günahmış ki Allah, bu fiili yerine getirmeyen kulunu affedeceğini özellikle belirtiyor. Allah’ın bu hususla ilgili affetme lütfu özellikle belirtildiğine göre demek ki ayette geçen Hz Muhammed ile özel görüşme öncesi sadaka vermek hadisesi ciddiye alınacak günahlardan birisi olsa gerek. Belki de Peygamberle görüşecek olan kişi aklını, beynini biraz çalıştırdı ve dedi ki: “Sadaka için ayırdığım bir para zaten var ve ben bu parayı kötü durumda olan falanca akrabama vereceğim. Madem amaç fakiri fukarayı doyurmak, başkası nasipleneceğine kendi akrabam nasiplensin” diyemez mi? Üstelik ilk ayette yani  Mücadele suresi 12’inci ayette “Şayet bulamazsanız Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir” yazıyor. Nasıl yani? Peygamberle görüşmek isteyen ve cebinde beş parası olmayan birisi, görüşme sadakasını bir yerlerden bulamadı diye Allah onu affediyor, bağışlıyor. Yani kuluna, taşıyamayacağı kadar yük yüklemeyen Allah, sadaka parasını bulamayan kulunu, kulunun elinde olmayan bir durum sebebi ile affediyor. Hem o yükü kuluna yükle yani fakirlik yükünü kuluna yükle sonra  beş parasız kuluna Peygamberle görüşme öncesi Sadaka emrini ver sonra da “para bulamazsan önemli değil, ben seni affederim” de…

Sanki bu ayeti birileri deneme maksatlı yazmış, ortaya bir yem atmış, bakmış ki yemi yiyen yok, attığı yemleri geri toplamış. Bu ayetler, merhamet sahibi ve bağışlayıcı bir Tanrı tarafından değil de sanki verdiği emrin insanlar tarafından nasıl karşılanacağını hesap edememiş bir insan tarafından yazılmış gibi duruyor.

İSLAM’A VE KUR’AN’A YÖNELİK BAZI SORULAR

Yazan: Kainatta Toz Zerresi
KTZ, din, islamiyet, İslamiyet ve Kur'an hakkında sorular, Müslümanlara sorular, Kur'an'daki çelişkiler, Kur'an apaçık bir kitap mı?, Kur'an'ın yaratıcısı,

İSLÂM’A VE KUR’AN’A YÖNELİK BAZI SORULAR



1
KONU: Bakara 2: O kitap (Kur'an); onda asla şüphe yoktur. O, müttakîler (sakınanlar ve arınmak isteyenler) için bir yol göstericidir.

SORU: Biraz önce okuduğumuz Bakara suresinin 2 inci ayeti ne anlama geliyor? “O’nda asla şüphe yoktur” dendiği zaman:
  • O’nda tek bir şüphe bile yoktur.
  • Bazı şüpheler olabilir.
  • Şüphe denilen şey okuyanın anlayışına göre değişen bir şeydir.
CEVAP YUKARIDAKİLERDEN HANGİSİDİR?


2
KONU: Bakara 8: "İnsanlardan, inanmadıkları halde, «Allah'a ve ahıret gününe inandık» diyenler vardır." (Bazı tercümelerde “İnsanlardan Allah’a ve ahret gününe iman etmedikleri halde iman ettik diyenler vardır” şeklinde çevrilmiştir. İman etmek ile inanmak, aynı anlamdadır.)

Bakara 9: "Bunlar Allah'ı ve inananları aldatmaya çalışırlar, oysa sadece kendilerini aldatırlar da farkında değildirler."

8’inci ayette “İnanmadıkları halde Allah’a ve ahret gününe inandık” diyenlerden yani münafıklardan bahseder. Devamı olan 9’uncu ayette ise münafıkların (Yani inanmadıkları halde “inandık” diyenlerin) Allah’ı ve müminleri kandırmaya çalıştıklarından bahseder.

SORU: Allah’a inanmayan birisi müminleri kandırmaya çalışabilir fakat inanmadığı bir varlığı yani inanmadığı Allah’ı nasıl kandırmaya çalışır? (Tercümede hata yok)


3
KONU: Dünyanın, milletlerin en önemli meselesidir eğitim. İnsan yetiştirmek, çocuk yetiştirmek. Geçmişte ölümcül olan bir çok hastalık, bugünün imkânları içerisinde sadece bir iğne, bir serum veya bir kutu hap ya da birkaç dakikalık lazer tedavisi  ile iyileşebiliyorsa, dünyanın öteki ucuna sadece birkaç saatte ulaşılabiliyorsa, hepsinin alt yapısında eğitim yatıyor. Hani hepimiz bir araya gelsek Kur’an’ın bir ayeti gibi bir cümle kuramayız ya! Ben, eğitimle ilgili ayetler yazdım. Yazdığım ayetler aşağıda, lütfen okuyun.
  • Ey müminler, eğitime önem veriniz. Çocuklarınızı ilimle bilimle eğitiniz.
  • Ey anne ve babalar, çocuklar anne babalarını örnek alırlar, siz onlara nasıl örnek olursanız onlar da sizin gibi olurlar. Çocuklarınıza iyi örnek olunuz.
  • Ey müminler, çocuğu yetiştiren, büyüten annedir, kadındır. Kız çocuklarınızın  eğitimine,  tahsiline  önem veriniz, onları eğitiniz ki onlar da anne olduklarında çocuklarını eğitsinler.
  • Ey müminler, cahillik yolunu terk etmenin tek yolu eğitimdir. Çocuklarınıza fen ve matematik öğretin, zekâlarını geliştirin, tahsillerine  önem verin. Torunlarınız öyle bir zamanda doğacak ki, en bilgili, en akıllı, en eğitimli  milletler  dünyayı yönetecek. O yüzden size verilen aklı, ilimde, bilimde yarıştırınız.
  • Ey müminler, ilimde bilimde yarışınız.
SORU: Kur’an’ı Kerim’de eğitim ile ilgili benim üretip yazdığım yukarıdaki ayetlerden daha güzel ve daha anlamlı ya da aynı derecede ayetler var mıdır? Varsa o ayetler hangi ayetlerdir?


4
KONU: Dünyadaki Müslüman milletlerin içler acısı durumu ortadadır. Üretip dünyaya kazandırdıkları hiçbir bilimsel buluş  olmadığı gibi, kullandıkları en basit ilaçlar bile Hristiyan ve Yahudi üretimidir. Üstelik dünyanın en azılı, en acımasız teröristleri de İslâmi dinci teröristlerdir.

SORU: Dînî savaşlarda, Peygamberlerinin zor zamanlarında yardım eden Allah, kendisine iman eden, günde beş vakit namaz kılıp her yıl 30 gün boyunca oruç tutan  büyük insan kitlesinin bu kadar sefil halde olacağını görememiş miydi? Eğer gördüyse, kendisine gece gündüz ibadet eden insanlara neden yardım etmiyor? Eğer bu insanlar, cahilliklerini kendi seçimleri doğrultusunda yaşıyorlarsa bile, suçsuz günahsız doğan yavrular da zorunlu olarak, anne babalarının ve içinde doğdukları toplumun cehaletinden gereken payı haydi haydi alıp(mecburen) yaşamlarını bu cehalette devam ettirirler. Bu cehaletin kucağında  doğan çocukların günahı ne? Allah, en azından bu suçsuz günahsız yavruların geleceğini kurtarmak için neden bir şey yapmıyor?


5
KONU: İslâmî inanca göre, bir insan, dünyanın neresinde olursa olsun, İslâm dinini bulup, inanmakla mükelleftir. Bir insan düşünün ki, İslâm dışında başka bir dine mensup bir ailede doğmuş ve büyümüş. Ailesinden ve çevresinden iyi bir eğitim, iyi bir terbiye almış. Güzel bir evlilik yapmış ve yaşamı boyunca düzgün bir hayat yaşamış. İyi bir baba, iyi bir eş, anne babasına karşı vefalı bir evlat,  çevresine karşı yardımsever bir adam olmuş. Hayatı, faydalı işlerle, mutlulukla ve iç huzuruyla geçmiş. İnandığı din ise bu adamın dünya hayatı, Tanrı ve öte alem ile ilgili sorularına makul ve mantıklı olabilecek cevaplar vermiş.

SORU: Bu adam, hangi sebeple İslâmı aramak ya da araştırmak zorunda kalacak?


6
KONU: Bir ülke düşünün. Ülkenin adı atıyorum “LEMİNYA” olsun. Bu ülkenin bir başkanı olsun. Bu başkan bir gün kendisine bir yardımcı seçiyor. Yardımcısının adı atıyorum “Veli” olsun.  Başkan, ülkesi Leminya için, bir anayasa hazırlıyor. Bu anayasanın  içerisinde kanunlar, ülkeye ait temel değerler vs… Bu arada  Başkan, yardımcısının hanımlarıyla sıkıntı yaşadığını işitiyor. Veli’nin hanımları, cinsel ilişki sırasına yönelik bir tartışma yaşıyorlar. Başkan, yardımcısının hanımları ile olan bu problemine çözüm getirmek için Veli’nin  hanımları ile konuşmak  ve bu işi gizliden halletmek yerine bu konu ile ilgili tavsiyelerini, ülkesi için hazırladığı anayasanın içine resmi olarak ekliyor. Yani LEMİNYA ülkesinin anayasasının içinde, başkan yardımcısının hanımları ile hangi sıra ile birlikte olacağının maddeleri eklenip ayrıyeten bir de Başkan olmanın verdiği gücün etkisi ile “Ayağınızı denk alın, benim biricik yardımcımı üzmeyin, gerekirse hakimleri, mahkemeleri devreye sokar, sizi Veli’den  boşatır, sizin yerinize onu başka kadınlarla evlendiririm ha” diye tehdit eklemeyi de unutmuyor ve bu anayasa  tüm ülkede ve dünyada yayınlanıyor.

SORU: Bu başkan hakkındaki düşünceleriniz nelerdir?


7
KONU: Allah, kadınlarla ilgili bir çok ayette erkeklere seslenmiş ve kadını değil erkeği muhatap almıştır.

SORU: “Ben bir Tanrı olsaydım ve gerici, yobaz, sığ bir bölgede zaten kocası yanında eksik etek durumunda olan ve ahırdaki inek kadar bile değer verilmeyen  kadına övgüler dolusu ayetler indirir, bizzat kadının kendisine seslenip kadına ne kadar değer verdiğimi hissettirir ve o kadının özgüvenini inşa etmek için gerekeni yapardım” desem siz bu düşünceyi nasıl değerlendirirsiniz? Eğer konuyu, şımarık olarak düşündüğünüz kadınlara getirecekseniz, Kur’an’da bizzat kendisine seslenilen erkek milletinin hali de pek mütevazi değil.


8
KONU: Geçmişten günümüze kadar kadın, bir çok millette mal gibi alınıp satılmış, ezilmiş ve şiddete uğramıştır. Hâlâ da dünyada ve ülkemizde, kadınlar haksız yere şiddete maruz kalmaktadırlar.

SORU: Bir çok konuda, derinlemesine ve detaylı olarak bilgi veren ve onlarca ayetin tekrar tekrar yazılı olduğu  Kur’an’ı Kerim’de çeşitli ayetleri irdeleyip dolaylı yollardan anlam aramaya ve bu konuyla bağlantı kurma çabalarına mahal bırakmadan kadınların, erkekler tarafından şiddete uğramalarını engellemek için “Kadınlara vurmayınız” veya “kadınlara asla şiddet uygulamayınız” şeklinde ya da benzer şekilde, bir cahilin bile okuduğunda apaçık bir şekilde anlayacağı net  ifadeli bir ayet var mıdır? Yok ise neden yoktur?


9
SORU: Dünyada bir çok kadın, halen haksız yere kocasından şiddet görüp işkenceye uğruyor.

KONU: Hırsızlık yapan kadın ve erkeğin, bir ceza olarak ellerinin kesilmesini hükmeden Allah, kocasından haksız yere şiddet gören veya işkenceye uğrayan kadına hangi çözümü sunmuştur? Hangi ayette bu çözüm yazmaktadır. Ya da bu şiddeti ve işkenceyi uygulayan erkeğe hangi ceza hükmünü emretmiştir?


10
KONU: Geçmişten günümüze kadar kadınlar, kız ve erkek çocukları, defalarca tecavüze uğramışlardır ve bu durum hâlâ da devam etmektedir.

SORU: Hz Peygamberin, hanımları ile birliktelik sırasına kadar malumat verilen Kur’an-ı  Kerim’de, dolaylı yollardan anlam arayıp mânâ ve sonuç çıkarmaya mahal vermeden “kadınlara tecavüz etmeyiniz” veya “kadınları cinsel ilişkiye girmeye zorlamayınız” veya “çocuklarla cinsel ilişkiye girmeyiniz” gibi bir çocuğun ve bir cahilin bile okuduğunda rahatlıkla anlayabileceği açık ifadeli bir ayet var mıdır? Yok ise neden yoktur?


11
KONU: Bir insan düşünün. Bu insan dinsiz bir ailede doğuyor fakat çok iyi bir aile terbiyesi alıyor. Dini bir inancı yok ama gönülden bağlı olduğu ve inandığı insani değerler var. Hayatı boyunca değil bir insana, hayvanlara bile zarar vermeyen bu insanın hayatı hep iyilikle geçti. Zor durumda olan insanlara yardım etti. Çeşitli yardım kuruluşlarında çalıştı. Kimseye bir zararı dokunmadı fakat bu adam, düşünsel olarak bir Tanrının var olabileceğine hiçbir zaman inanmadı ve bu inançsızlığı ile öldü.

BEYYİNE – 6 : Elbette, ehl-i kitaptan [Yahudi ve Hristiyan] olsun, müşriklerden olsun bütün kâfirler Cehennem ateşindedir, orada ebedi kalırlar. Onlar yaratıkların en kötüsüdür.

SORU: Özünde ve yaşantısında iyi birisi olan bu adama  Allah’ın sırf kendisine inanmadı diye ömür boyu ateş içinde işkence etmesi merhametsizlik ve adaletsizlik değil midir? “Kulum benim var olduğuma inanmadı, beni inkâr etti” diyerek o insanın dünya hayatında yaptığı bütün iyilikleri bir kenara itip sırf kendisine inanmadı diye sonsuz cehennem ateşine layık görmek ve o kimseyi “Yaratıkların en kötüsü” olarak nitelemek, egoistlik değil midir? Bu ölen kişi, çok iyi bir insan olmasa ve işlediği bazı günahlar olsa bile, bu günahlardan daha fazlasını işlemiş olan bir müslümanla kıyas edilince, Müslüman olarak ölen günahkârın bir süre cehennemde yanıp daha sonra cennete alınması fakat Müslüman olmayıp ölen kişinin de sırf öte alemde Allah’a inanmış olmak torpili yok diye sonsuz cehenneme alınmasının adaleti  nasıl açıklanabilir?


12
KONU: Bir insan, dünya hayatı boyunca Müslüman olarak yaşıyor fakat İslâmî bir terör örgütüne hizmet etmenin yanı sıra bir çok insana işkence edip, bir çok insanın ölümüne ve bu ölümlerle birlikte bir çok çocuğun ailesiz kalmasına sebep oluyor  ve ölmeden iki üç sene önce “ben yanlış yaptım, dinimi yanlış yaşamışım, yanlışlarımın da farkına vardım” deyip samimi olarak tövbe ediyor  ve tövbesinden üç sene sonra Kelime-i Şehadet getirdikten sonra ölüyor. Fakat tövbe etmeden önce işlediği suçların acı sonuçları çoğalarak artıyor. Babasız bıraktığı çocuklar acımasız birer birey olarak büyüyor, o bireyler de başkalarına zarar veriyor derken yapılan bu kötülük, sonraki nesillere dallanıp budaklanarak adeta bir kötülük ağacına dönüşüyor.

SORU: Tövbe eden bu adam, öte alemde Allah’a inanmamış ve Allah’ı inkâr etmiş Kâfirler gibi ebedi cehennemde mi kalacak yoksa uzunca bir süre cehennemde yanıp cezası tamamlandıktan sonra eninde sonunda cennete geçiş mi yapacak?


13
KONU: Bakara 14: Onlar iman edenlere rastladıkları zaman: "İnandık" derler. Fakat şeytanlarıyla  yalnız kaldıkları zaman: "Biz, sizinle beraberiz, biz sadece (onlarla) alay ediyoruz." derler.

Bakara 15: (Asıl) Allah onlarla alay eder ve taşkınlıkları içinde serserice dolaşmalarına mühlet verir.

Bir insan düşünün EVLİYA gibi. Öylesine olgun ve yüce gönüllü ki, kendisi ile dalga geçenlere dönüp bakmıyor bile. Bir insan daha düşünün çocuk gibi. Öyle ki, en ufak bir kıvılcımdan alev alıyor ve hemen karşılık veriyor.
-Bana bak, benim babam senin babanı döver.
-Yok yaaaa, asıl benim babam senin babanı döver.

SORU: Bir evliya ile karşılaştırıldığında o evliyadan misli oranında yüksek ve yüce olan, olgunluk, anlayış ve nezaket gibi mukaddes özelliklerin en yücesinde bulunan bir yaratıcının, kullarıyla alay etmesini nasıl açıklarsınız? “Allah, iman eden müminlerle alay eden kullarının da, doğru yolu bulmasını diler.” Gibi Yaratıcıya yakışır bir cümle yerine “(Asıl) Allah onlarla alay eder” cümlesinin kurulması nasıl yorumlanmalıdır?


14
KONU: Ahzab Suresi 33/37: "Hani hem Allah’ın nimet ve ihsanına, hem de senin iyiliğine nail olmuş olup da hanımını boşamaya karar vermiş olarak sana danışmaya gelmiş olan kişiye sen: “Eşini yanında tut Allah’tan kork!” demiştin. Allah’ın açığa çıkaracağı bir durumu içinde saklamıştın, çünkü insanlardan çekinmiştin. Halbuki asıl Allah’tan çekinmen gerekirdi. Neticede, Zeyd eşini boşayıp onunla ilişkisini kestikten sonra, Biz onu sana nikâhladık ki, bundan böyle evlatlıkları, eşleriyle ilişkilerini kestikleri, onları boşadıkları zaman, o kadınlarla evlenmek hususunda müminlere bir güçlük olmasın. Allah’ın emri her zaman gerçekleşir.”

Allah’ın gönderdiği ayete göre yani Allah’ın uygun gördüğü yasaya göre bir erkek, öz olmayan evlatlık oğlunun boşadığı kadınla evlenebilir.

SORU: Bu durum serbest kılınmış olmasına rağmen, Hz Muhamed’in ölümünden günümüze kadar geçen süreç içerisinde evlatlığının boşadığı kadınla evlenip tarihi kayıtlara geçmiş bir Müslüman erkeği var mıdır? Etrafınızda böyle bir evlilik yapan erkek olmuş mudur? Evlendirmek üzere olduğu kızını, damadına ve damadının üvey babasına getirip “kızım size emanet” diyen bir adamın kızını emanet aldıktan sonra kocası boşarsa,  boşanan kadının eski üvey kayınpederi ile yani boşadığı adamın üvey babası ile evlenmesini ayıplar mısınız yoksa normal mi karşılarsınız?


15
KONU: Herhangi bir sebeple iki erkek tartışmaya başlar fakat  tartışma bir süre sonra biter ve ikisi de ayrılıp giderler. Bu iki erkekten birisi evine doğru giderken yolda bir arkadaşına rastlar ve  yaşadığı tartışmayı anlatır. Arkadaşı ise saf olduğunu bildiği arkadaşına  “o kadar lafı püsün püsün işittin de elin ayağın bağlı oturdun mu? Ne biçim erkeksin lan sen? Soğan erkeği misin? Adamın gözünün üzerinde yumruğunu patlatamadın mı?” gibi sözlerle adamı  iyice  doldurur. Arkadaşının dolduruşuna gelen adam gerisin geriye dönüp tartıştığı erkeği bulur ve kavga etmeye başlar. Sonunda tartıştığı adamı öldürür ve  cinayetten hüküm giyer.  Kendisini dolduruşa getiren arkadaşı da hiçbir şey olmamış gibi yaşantısına devam eder.

SORU: Tartışmayı bitirmiş olan arkadaşını dolduruşa getirip cinayet işlemesine vesile olan  adama uygulanacak olan cezai hüküm, Kur’an’ın hangi ayetinde yazmaktadır? Ya da şöyle sorayım, Kur’an’da cinayete azmettirmek veya cinayete sebebiyet vermek gibi bir günahtan bahseder mi?


16
KONU: Şu an, tüm dünya milletlerini gözlerinizin önünden geçirin. Bütün ülkelerin maddi ve manevi olarak üç aşağı beş yukarı nasıl imkânlar içerisinde olduğunu biliyorsunuz. Allah’ın  adeta lanetlediği Yahudiler yani israiloğulları, şu an dünyayı yöneten en büyük şirketlerin sahibi durumunda. Üstelik Allah tarafından lanetlenmiş olan İrailoğullarının yaşadığı İsrail, Filistin dışındaki bütün ülkelerle, özellikle de İslâm ülkeleriyle fıstık gibi geçiniyor ve her konuda işbirliği yapıyor. Biz Türkiye olarak bile yediğimiz içtiğimiz her şeyin tohumunu İsrail’den alıyoruz. Şu an dünyanın en büyük ve en güçlü ülkeleri Hıristiyan dinine bağlı olan ülkeler. Onların icat edip onların ürettiği ürünleri kullanıyor ve bu ürünlere bir sürü para verip onları zengin ediyoruz. İslâm ülkelerinin çoğunluğunda ise bu ülkelerin belli başlı petrol zengini aileleri dışındaki Müslüman halklar hem maddi hem de manevi sefalet içinde. Eskisi gibi kılıçla kalkanla  toplumları basıp, savaşıp galibiyet ve ganimet elde etme zamanı çoktan geçti. Günümüzün şartlarında güçlü olmak, ülkesinin çıkarlarını üstün tutmak çok daha farklı politik yöntemlerle, en önemlisi akıl ve zekâ ile yapılıyor. Günümüzün en güçlü ülkeleri, kendi ülke insanının aklını ve zekâsının en iyi şekilde kullanıp değerlendiren ülkelerdir. Eskilerden günümüze kadar çok şey değişmiş olmasına rağmen “Allah, kullarına  artık yardım etmiyor” cümlesini kimse kuramaz hâşâ.

SORU: Yukarıdaki gerçekleri göz önüne aldığımızda  dürüst olarak söyleyin lütfen, Allah, yaşadığımız şu çağda,  hangi dinlerin mensuplarına yardım ediyor? Gece gündüz kendisine iman eden Müslümanlara mı yoksa  Lanetlediği ve “…dost edinmeyin…” dediği  dinlerin mensuplarına mı?


17
KONU: “Allah, kadına kocasını boşama hakkı vermemiştir” denildiği zaman çeşit çeşit ayetler sıralanıp “bak şu ayete göre erkek kadına iyi davranmak zorunda”,  “bak erkek kadını boşarken şunu şunu yapmak zorunda” gibi konuyla alakası olmayan yorumlardan bıktım. KARDEŞİM, karısına iyi davranması gereken bir erkek tam tersi bir şekilde karısına iyi davranmayıp onu sürekli olarak sudan bahanelerle tartaklıyor. Çok genç yaşta ve ailesinin zoruyla evlenmiş olan bu kadın, evlenirken boşama hakkını da kocasından almamış çünkü böyle bir uygulamadan haberi olmadığı gibi anne babası ve evleneceği adam da böyle bir hakkı ona verecek kişiler değil. Bu kadın, sürekli dayak yediği kocasından boşanmak istiyor. “Erkek eziyet etmemeli karısına” evet, etmemeli ama ediyor, nasihatten de anlamıyor, eziyetinde de ısrarlı.

SORU: Karısından boşanmak isteyen erkeğe çeşit çeşit ayet gönderen yüce Allah, dayak yediği kocasından ve hatta içip içip vücudunda sigara söndürerek kendisine işkence eden kocasından  boşanmak isteyen kadına, kocasını boşayabileceği ya da hangi şartlar altında boşayabileceği ile ilgili hangi ayeti göndermiştir? Göndermedi ise neden göndermemiştir?


18
KONU: Belki bunu söylemek sizde hemen karşı bir tepkiye ya da köpürmeye neden olacaktır ama söylemek zorundayım ve bunun için şimdiden özür diliyorum.  Belirli bir IQ seviyesinde olan,  kariyer yapmış, akademik başarılar elde etmiş, kendisinde güzel, doğru ve insancıl duygular geliştirmiş, hayatın ve insan olmanın erdemini baştan aşağıya kendi varlığında  özümsemiş olgun bir erkek, yeşil çimenli bir bahçe içerisinde kendisine tahsis edilecek olan 72 tane huriyi hayal etmez. Onun erdemi, onun ahlâkı, yüksek ve yüce gönül duyguları, insanoğlunun  bir kız bir de erkek olarak yani eşit sayıda dünyaya gelmesinin fıtratına uygun olarak iç dünyasında tezahür eder. Ahlâki yapısı gerçek anlamda düzgün bir erkek, hayatına neşe katacak, kalbindeki o en güzel romantik duyguları kabartacak bir tek kadın hayal eder.

Diğer taraftan servetiyle kendine taht kuran ya da şöhretin ve zenginliğin verdiği nefsanî  duygularla yaşayan bazı ünlü ve bazı zengin erkekler için aşk denilen temiz duygular askıya alınmış ya da silinmiş durumdadır. Onlar kadınlar konusunda daldan dala uçtukları gibi cinsel arzularının peşinde giderken aynı anda çok sayıda kadınla da birlikte olabilirler ve hayalleri de bu yöndedir. Cennette erkeklere öyle bir yer hazırlanmış ki bu dünya hayatında dört tane hanımla sınırlanan erkekler, cennet hayatında 72 huriye kavuşuyorlar. Yani cennetteki erkeklerin durumu, bir kadınla yetinebilecek erdemli ve olgun bir erkeğin durumuna değil tam aksine, paranın verdiği imkanların ya da çapkınlığın verdiği azgınlığın sonucu olarak çeşit çeşit kadınla birlikte olan kontrolsüz ve nefsine yenik düşmüş bir erkeğin durumuna işaret ediyor.

Konunun en can sıkıcı ve içinden çıkılmaz olan durumu ise son 4-5 yıl içinde, cennetteki hurilerle ilgili yapılan yorumlarda bazı ilahiyatçıların “efendim, cennette verilen bu huriler, seksüel amaçlı değildir tamamen erkeğin hizmetini görecek gençleri kast etmektedir” veya “ayetlerde geçen kelime huri değil hur dur ve hem kadını hem de erkeği kast eder yani cennette hem kadınlara hem de erkeklere 72 şer tane sevgili verilecektir” gibi yorumlar sadece bizim ülkemiz Türkiye’de  tek tük ilahiyatçılar tarafından dile getirilmeye başlanmıştır. Kadına da 72 huri verilmesi, hoş karşılanacak bir şey değildir tabi ki.

SORU: Eski, klasik yorumcularla modern yorumcular arasında bir karşılaştırma yapacak olursak cennetteki bu 72 huri ile ilgili olarak kim doğruyu söylüyor? İspatı, hangi ayettedir? O ayeti ya da ayetleri, anadili Arapça olan dünya Müslümanlarına tasdik ettirebilir misiniz? Yoksa biz Arapçayı, Araplardan daha mı iyi bilip, yorumluyoruz?


19
KONU: İslâm inancına göre, insanlığın başlangıcından Hz Muhammed’in yaşadığı zamana kadar her millete, her kabileye Peygamber gönderilmiştir.

SORU: Kur’an’da neden sadece Ortadoğu bölgesine gönderilmiş olan Peygamberlerin ismi zikredilir? Meselâ, Avrupa kıtasına veya Avustralya’daki aborjinlere gönderilmiş  olan Peygamberlerin ismi de zikredilseydi, o insanların İslâm’a geçmesi için bir sempati oluşturulmuş olmaz mıydı?


20
SORU: Kur’an’da neden sadece Ortadoğuda yetişen yiyeceklere ve coğrafi özelliklere yer verilir?


21
SORU: Diyanet işleri başkanlığı Türkiye’deki Müslümanlara Kur’an’ı öğretirken neden Kur’an’ın hiç anlamadığımız Arapçası ile okunmasına büyük önem verir ve sırf Arapça okunuşunu insanlar öğrensin diye Kuran Kursu öğretmenlerine maaş verir?


22
SORU: Bir Müslüman, hoşgörü ve barış dini olan İslâm dininden çıktıktan sonra neden bu kararını etrafındaki insanlara söyleyemez?


23
SORU: Diğer dinler, eleştirilere karşı (İslâm ile karşılaştırıldığında) çok daha hoş görülü iken neden İslâmi çevreler ve insanlar İslâm’ı ve Kur’an’ı eleştirenlere karşı acımasızdır? İslâm’ı eleştiren karşıt görüşlü aydınlar neden öldürülür?


24
SORU: Dünyanın en cahil insanları neden müslümanlardır?


25
SORU: Günümüzde, çalışma hayatında olan ve kocası gibi çalışıp para kazanarak, elde edecekleri gayrı menkulde ve her türlü maddi birikimde oldukça fazla katkısı olan çalışan kadının mirastaki durumuna,  Kur’an’ın hangi ayetinde açıklık getirilmiştir?


26
KONU: Nisa 34: "Allah`ın insanlardan bir kısmını diğerlerine üstün kılması sebebiyle ve mallarından harcama yaptıkları için erkekler kadınların yöneticisi ve koruyucusudur. Onun için sâliha kadınlar itaatkârdır…"

Bu ayette çeşitli meal farklılıkları bulunmakla birlikte anlaşılması gereken durum ortadadır yani erkekler, “mallarından harcama yaptıkları için”

SORU: Günümüzde, çalışan kadınların da bir hayli fazla olduğunu göz önüne alırsak, bu ayeti, yaşadığımız yüzyılın neresine ve hangi coğrafyasına yoracağız. Eğer Arap coğrafyası bu ayete çok uygun görünüyorsa biz Türklerin yaşamına uygun olan ayetler, Kur’an’ın neresindedir?


27
KONU: Tin Suresi 4. Ayet: "Biz insanı en güzel biçimde yaratmışızdır."

SORU: Peki Allah, insanı olabilecek en güzel şekilde yaratmışken müslümanlar neden sünnet olur? Allah erkekleri kusurlu mu yaratmıştır da sonradan düzeltme yapılması gerekmiştir? Bu durumda sünnet olmak Allah’a karşı gelmek değil midir?


28
KONU: Fecr suresi 1. ayetinde ve Kur’an-ı Kerim’in daha birçok ayetinde sürekli “and olsun” diye başlayan ayetler bulunmaktadır.

SORU: Kâinatın yaratıcısı neden yemin etme gereği duyar? Yemin etmek, insana mahsus bir davranış değil midir?


29
KONU: Tevbe Suresi 5.ayet: "Haram aylar çıkınca Allah'a ortak koşanları artık bulduğunuz yerde öldürün, onları yakalayıp hapsedin ve her gözetleme yerine oturup onları gözetleyin. Eğer tövbe ederler, namazı kılıp zekâtı da verirlerse, kendilerini serbest bırakın. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir."

Bu ayetin tefsirine göre Müslümanlarla anlaşma yapan müşriklerin yani Allah’a ortak koşanların, anlaşmalarını bozmalarından dolayı haram aylarını çıktıktan sonra bulundukları yerde öldürülmeleri emrolunur fakat tövbe edip, namazı kılar ve zekâtı verirlerse serbest bırakılıyorlar.

Zengin ve güçlü bir erkeğin, kendisini sevmeyen veya hem kendisini hem de başka bir erkeği aynı anda seven bir kızın karşısına geçip “eğer beni sevmez ve benimle evlenmezsen, bana beni sevdiğini söylemezsen, seni öldürürüm, ya da öldürtürüm” tehdidi ile yukarıdaki ayet arasında hayli benzerlik var.

SORU: İslâm dinindeki ibadetlerde samimiyetin yani içtenliğin bir önemi var mıdır? Eğer varsa ölümden kurtulmak için  namaz kılıp tövbe eden bir adamın içtenlikle tövbe ettiğini ve içtenlikle ve isteyerek namaz kıldığını kim kontrol edecek? İNSAN MI?


30
KONU: Hz Muhammed’in ölümünden sonra, hanımlarının artık başka erkeklerle evlenmesi yasaklanmıştır?

SORU: Geçmişi ve geleceği bilen Allah, sonradan elçisi yapacağı kişinin, dul, zengin ve ahlâk sahibi bir kadınla evlenmesine müsaade ederken neden Peygamberin diğer  hanımlarının hayatlarının sonuna kadar dul olmalarını istemiştir? Eğer sebep, o kadınların kötü niyetli erkeklerle evlenmesine ve bu sebeple  İslâm’a Peygamber hanımı olma münasebeti ile zarar gelmesine mani olmak ise Peygamberine kadınlar konusunda türlü türlü avantaj veren, yol gösterten  Allah, bu kadınlara neden Peygamber ahlâkına yakın, hayırlı kocalar nasip etmemiştir?


31
KONU: Maide 38: "Hırsızlık eden erkek ve kadının yaptıklarına karşılık bir ceza, Allah’tan bir ibret olarak ellerini kesin. Allah güçlüdür, hikmet sahibidir."

SORU: Bu ceza, çocuğuna ilaç parası bulamadığı için hırsızlık etmek zorunda kalan baba için de geçerli midir? Buna açıklık getirecek bir ayet var mıdır?


32
KONU: Duhan 43-46: "Zakkum ağacı günahkârın yiyeceğidir. O, karınlarda, fokurdayan su misali kaynayan bir tortu gibidir."

Gâşiye 6: "Onlar için kuru, dikenli bir bitkiden başka yiyecek yoktur."

SORU: Kur’an ayetlerine göre cehenneme girenler sadece dikenli bitki mi yiyecekler yoksa zakkum ağacını mı yiyecekler, yoksa her ikisini de mi? Gâşiye suresi 6’ıncı ayetteki “başka yiyecek yoktur” ifadesinden ne anlamalıyız?


33
KONU: Mülk 5: "Gerçek şu ki biz yakın göğü kandillerle süsledik. Ayrıca bunlarla şeytanların taşlanmasını sağladık ve onlara alevli ateş azabını hazırladık."

SORU: Yukarıdaki ayeti açıklamaya yönelik tefsirleri aklım, zekâm kabul etmiyor. Bu ayetin mantıklı bir tefsiri var mı?


34
KONU: Hz Muhammed’in Peygamber olarak tayin edilmesinden sonra etrafında yaşayan ve Müslümanlığa dahil edilmeye çalışan insanların, Hz Muhammed ile ilgili iftira veya ithamlarına yönelik Allah katından bir sürü açıklama ayetleri gelmiştir.  Bu ayetlerin tamamını da doğal olarak,  kendisine iftira edildiğini, ihtilaf edildiğini düşünen Peygamber bildirmiştir.

SORU: Bu nasıl bir çıkmazdır? Bir insanı, çeşitli konularda suçlayacaksınız fakat kimsenin konuşamadığı Rab’dan gelen bilgileri, sizin hiç samimiyetine inanmadığınız ve suçladığınız kişi size açıklayacak ve siz de buna inanacak mısınız? Bunun mantığı nedir?

KUR'AN'DA ZİNANIN CEZASI

Yazan: Kainatta Toz Zerresi
KTZ, din, islamiyet, Zinanın cezası, Kur'an'da zina, İslam'da zinanın cezası, Nur 2, Nur suresi 2.ayet, Zina ayeti, Zina yapana dayak, 100 sopa cezası, Çağ ve mantık dışı ayetler, KUR'AN'DA ZİNANIN CEZASI

Nûr 2: Zina eden kadın ve zina eden erkekten her birine yüzer değnek vurun. Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsanız, Allah’ın dini(nin koymuş olduğu hükmü uygulama) konusunda onlara acıyacağınız tutmasın. Mü’minlerden bir topluluk da onların cezalandırılmasına şahit olsun.

“Hayır İslâm böyle bir din değil, iftira atıyorsunuz” veya “Efendim bu ayetteki uygulama eski Araplara aittir. Cahiliye dönemindeki Araplarda fuhuş kol geziyordu. O dönemin insanlarını bu pis işlerden alıkoymak için böyle bir emir gelmiş olabilir ama bunu yaşadığımız dönem için geçerli kılmak mümkün değil. Şu an kanunlarımız var, kanunlar gerekeni yapıyor” diyebilirsiniz.

Cahillikle suçlanan İslâm ülkelerinde bu cezalar zaten rutin olarak uygulanıyor. Türkiye  müslümanları,  batıdan alınmış olan medeni kanunun hüküm sürdüğü bir ülkede yaşamaya alışkın oldukları  için  bizim  din Âlimlerimiz, iman ettirilmeye çalışılan  Kur’an’a  laf  söyletmemek  için yaşantımıza  uymayan ve bir çoğumuza  cahilce  ve canice  gelen ayetlerdeki hükümleri kendi kendilerine geçersiz kılabilirler.  Tamam da siz hâşâ kimsiniz ki Allah’ın zina konusunda size getirdiği hükümleri Allah adına geçersiz kılıyorsunuz? Peki o cahil ve cani  dediğiniz ülkelerde bu cezalar uygulandığı zaman neden o ülkeleri cehaletle ya da dinlerini bilmemekle suçluyorsunuz? Onlar İslâm’ın doğup yayıldığı yıllardan beri Kur’an’ın bu hükmünü uygulamayı hiç değiştirmediler, aksatmadılar. Ayetin hükmü ne ise aynı şekilde de uyguluyor ve Allah’ın hükmünü yerine getiriyorlar. Siz kime kızıyorsunuz?  Medeni bir ülkede  medeni bir hayat yaşadığınız için bu ayetin hükmünü gerici bulup Allah’a sesinizi çıkartmayıp bunun yerine cahil dediğiniz Arapları mı suçluyorsunuz?  Arapların ne suçu var ki? Bizim gibi medeni olmadıkları için mi? Neden olsunlar? Kur’an  müminlere medeni bir hayat yaşamalarını mı öğütlüyor? Bize Kur’an’dan bir ayet göstertin ki bu zinanın akıllara durgunluk veren cezasının gelişmiş medeniyetler seviyesinde yaşanırken kaldırılması gerektiğini belirtsin. (“Bu cümleleri kurarken hemen bazılarının aklına “hımmmm, bunun zihniyeti belli, bunu yazan Avrupa zihniyetindeki gibi zinayı olumlu karşılayanlardan” gibi önyargılı okuyanlar olacaktır fakat İslâm’da Zina, evli bir kadının veya evli bir erkeğin, eşi dışında birisiyle cinsel ilişki yaşamasıdır ki bunu hiç kimse tasvip etmez, ben de etmiyorum.)


Şimdi bu Zina cezasını farklı açılardan değerlendirelim.

  • Çok güzel evli bir kadın düşünün. Tesettürlü olmasına rağmen yüzünün açık olan bölümünden zümrüt yeşili gözleri, incecik kaşları, dolgun dudakları ve ay gibi parlayan beyaz teni görünüyor. Mahallesinde bilinen bir kadın. Evine, eşine bağlı terbiyeli ve iffetli. Kadın çok güzel olduğu için bir şekilde kenara sıkıştırmaya çalışan,“kocanı terk et, benimle evlen” diyen, beraber olmak isteyen vb. erkekler var. Bir gün bu güzel kadına, kendisi ile birlikte olmayı reddeden bir  erkek iftira atarak kadının zina yaptığı konusunda şikâyet ediyor. Şikâyet eden adam bu iftirasını kanıtlamak için dört tane yalancı  şahit bulmakta zorlanmıyor ve yanında getirdiği dört şahit ile kadının zina yaptığına kanaat getiriliyor. Bu kadına ne olacak? Zina yapan bu  kişi erkek de olabilir. (Böyle bir olasılığı neden mi yazdım? Günün birinde, olur da bir şeriat yönetimine mecbur bırakılırsak bu ayetin uygulanmayacağını söyleyebilir misiniz? İslâm ülkesinde yaşıyoruz.)
  • Zina iyi bir şey değil fakat insanlar da kusursuz, hatasız değil. Henüz 18 yaşında olmasına rağmen  kendisinden 35 - 40 yaş büyük bir erkekle yani neredeyse  dedesi yaşında  bir adamla ailesi tarafından evlenmek zorunda bırakılan  genç kız, birlikte olmaktan artık  tiksindiği  adamdan  boşanmasının hiçbir şekilde gerçekleşemeyeceğine kanaat getirdikten sonra bir gün kendisine karşı arzu duyan genç bir erkekle  bir veya birkaç cinsel birliktelik  yaşadığı zaman bu genç kadını çok fena bir şey yapmış olmakla mı  suçlayacaksınız? Tabi ki yaptığı doğru bir şey değil fakat o gencecik kızı, gencecik yaşındayken, yüzü gözü kırışmış, saçı sakalı ağarmış, dedesi yaşındaki  bir adamın koynuna sokan ailesine hiçbir ceza vermeyeceksiniz fakat o hayallerle dolu,  kendisiyle yaşıt bir genç erkeğin hayaliyle yaşayan bu genç kızın çaresizlik içinde işlediği  günahı, yaptığı hatayı  iffetsizlik ve çirkeflik olarak değerlendirip  topluluk önünde  sopaya mı çekeceksiniz?
  • Gelelim cezanın şekline. Bu yüz sopa, nasıl bir sopa? Küçük bir sopa mı büyük bir sopa mı? İnce mi kalın mı? Bu sopanın hiçbir şekilde tarifi yapılmamış. Çok mu abartıyorum? Bu detayı neden irdelediğimi de açıklayayım. Eğer bu sopa, sopayı vuracak olanların insafına kalmışsa ve bu sopa hayli uzun, kalın ve ağır bir sopa ise, sopayı yiyecek olan kadın veya erkeğin ölme ihtimali içten bile değil. Bu bir nevi linç gibidir. Bu tür cezaları veren kişiler özel seçilmiş ve böyle işleri kendisine adeta meslek edinmiş kişilerdir ve bu kişiler işlerini çok iyi yaparlar. Yani sopa, oldukça sert bir şekilde vurulur. Topluluk önünde bu sopayı atan şahıs  zaten sırf ceza amaçlı değil aynı zamanda topluluk önünde işini ne kadar iyi yaptığını göstertmek için adeta şov yapacaktır ve sopanın gücü daha da artacaktır. SONUÇ ÖLÜM.
  • Para için, mevkii için, şahsi çıkarı için insanları dolandıran, usülsüz işler yapan, kendi zevki için milyonları fakirliğe mahkûm eden  kişilere böyle bir ceza var mı? Küçük yaştaki çocuklara tecavüz eden sapıklara böyle bir ceza var mı? Yolsuzluk yapıp ülkesinin parasını kendi zevki için har vurup harman savuran  rezillere bu ceza hükmedilmiş mi(bırakın Hz Muhammed’in böyle birinin cenaze namazını kıldırmamış olmasına, bu tür insanlara Allah 100 sopa cezası vermiş mi)? Para karşılığında muska yazıp satan şarlatanlara bu ceza öngörülmüş mü? İki kadeh  şarabı devirdikten sonra karısının ağzını burnunu kırıp  kadını yerde  elli metre sürükleyen adama bu ceza hükmedilmiş mi?
Şimdi bana deyin ki İslâm’ın kılavuzu olan Kur’an-ı Kerim, 1400 sene önceki Araplar tarafından Arap gelenekleri ve tarihi  efsaneler  harmanlanarak yazılmadı. Aksine bütün yüzyılların, bütün insanların ve kâinatın hakimi olan Allah tarafından  son derece adil bir şekilde yazılıp gönderildi. Ben de inanayım.