HABERLER
Dini Haber
islamiyet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
islamiyet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

NOEL YASAK AMA MERCEDES CAİZ

din, islamiyet, K,Sünnetin zararları,Sünnetin faydaları,İslamda sünnet,Sünnet geleneği,Sünnet Yahudi geleneği mi?,Bilimsel açıdan sünnet,Diyanetin Mercedes'i,Yılbaşı kutlaması fetvası
Bir çok yazımda Müslümanların nabza göre şerbetçi olduğunu söyledim. Fakat bu gün çok enteresan bir o kadarda komik olan bir durumu ele alacağım.  Ve bu konuyu misal vererek anlatmaya çalışacağım. Her yıl 31 Aralıkta Müslümanlar yılbaşı kutlamaları caiz mi değil mi diye tartışmaya başlar. Bu güne kadar ben yılbaşı kutlamalarını caiz gören bir tek din hocası görmedim. Hatta Diyanet İşleri Bakanlığı bile bu meseleyle bağlı fetva vererek yılbaşı kutlamalarının yasak olduğunu söyledi. O fetvaya kısa bir şekilde göz atalım.

Noel Kutlamak veya Noel ile ilgili bir şeyler yapmak, başka dinlere benzemek anlamına gelmektedir. İslam dininin başka kutsal günleri vardır ve bu günlerde yapılacak başka ritüellerde vardır. İslam Dininde başka dinlere ve kültürlere benzemek kesinlikle yasaklanmıştır. "Kim herhangi bir gruba benzerse o da onlardandır." (Ebu Davûd, Libaş 4) hadisinde de belirtildiği gibi, Hristiyanların adetlerine uyum sağlamak ve onlara benzemek, İslam dininde kat'iyen yasaklanmıştır. Yine Maide Süresi 5. ayette de belirtilmiştir ki; "...Sizden kim onları dost edinirse, oda onlardandır..." (Maide: 5/51)

Şimdi Hristiyanların bayramlarını bile yapmayı meşru görmeyen onlara bir konuda benzerliği bile İslama aykırı sayan Diyanet Başkanı nedense aynı Hristiyanların yaptığı lüks arabalarda dolaşırken onlara benzediğini düşünmüyor.

Nasıl oluyor da yılda bir kere Hristiyanlarla aynı bayramı paylaşmak İslama aykırı oluyor da ama bir yıl boyunca her gün Hristiyanların yaptığı ve onlarında dolaştığı araçla dolaşmak onlara benzemek ve İslama aykırı olmuyor?
Diğer bir benzerliğe bakalım.

Sünnet
Herkesin bildiği gibi Yahudi kelimesi geçtiği zaman tüm Müslümanlarda bir ikrah hissi uyanıyor. Bunun bir nedeni Muhammed'le yıllarca çatışmaları aynı zamanda günümüzde İsrail'in Müslüman ülkelere karşı yaptığı düşmanlık tavrı. Kurana baktığımız zamanda Yahudiler için hiç iyi şeyler söylenmediğini göre biliriz.

“Yahudiler dediler ki: “Allah’ın eli bağlıdır.” Kendi elleri bağlandı/elleri bağlanasıcalar! Söylemiş oldukları lakırdı yüzünden lanetlendiler..” (Maide 64)
“Sonunda verdikleri misakı bozdukları için onları lanetledik de kalplerini kaskatı yaptık.” (Maide 13)

Bunları söyleyen Müslümanların aynı lanetlenmiş Yahudilerin geleneklerini İslam geleneği diye yapması bir hayli enteresan. Örneğin erkeklerin sünnet olunması. Kuranda İslamın şartları söylenirken hiç bir ayette erkekler sünnet olunmalıdır diye yazmaz. Bu gelenek Yahudilerden hadisler yoluyla İslama geçmiştir. Bu gün de İslami en önemli şartı olarak yapılıyor.

"Hiç kuşkusuz ilk misafir edinen, ilk defa dön giyen ve ilk kez sünnet olan Hz. İbrahim (aş)'dir." (Muvatta, Sıfatu'n-Nebî', 4).
"Dört şey var ki, bunlar peygamberlerin sünnetlerindendir. Sünnet olmak, güzel koku sürünmek, misvak kullanmak ve evlenmek." (Tirmizî, Ahmed b. Hanbel, Müsned).
"Peygamberimiz (aşm)'e geldim ve İslamiyeti kabul ettim. Bunun üzerine Efendimiz (aşm) şöyle buyurdular: Kendinden küfrün kıllarını at ve sünnet ol." (Ahmed İbn Hanbel III, 415; Ebu Davud, Tahare, 129).

Erkeklerin sünnet olması İslam öncesi Arap toplumlarında da vardı. Ve onlar bu işi hijyen ve güzellik olarak yapmışlar.(neyi güzelleştirmek istemişler acaba)  İslamdan sonrada bu gelenek sürmüş.  Günümüz bazı «din hocaları da» sünnete bilimsel yönden yaklaşarak insanların sağlığı açısından gerekli olduğunu söylüyor. Ama unutuyorlar ki bilim sünneti yalnızca bir kaç durumda tavsiye ediyor.

Sünnetin faydaları
Normalde sünnet, tıbbi olarak bazı hastalıkların tedavisi olarak uygulanmaktadır. Balanıt Kserotika Obliterans (erkek penisi ve bölgesindeki deride meydana gelen bir hastalık), fimoz (penisin ereksiyon sonrası tamamen deri içerisine çekilememe hastalığı), balanıt (penis iltihabı), postit (on deri iltihabı) ve bazı idrar yolu iltihapları bu hastalıklara örnek olarak gösterilebilir. Yani bu ve benzeri hastalıklar ortaya çıktığında, tedavi olarak kimi zaman penis ucundaki derinin kesilmesi gerekebilmektedir. Ancak burada dikkat edilmesi gereken, bu hastalıkların oluşması sonrasında bu derinin alınmasıdır. Bu tıpkı kangren olmuş bir kolun kesilmesine benzer. Bu hastalıkları önlemek amacıyla sünnet olunması, ileride kangren olabilir diye kol kesmeye benzemektedir.  Fakat sünnetin bazı önleyici etkileri olduğuna dair, göz ardı edilemeyecek kadar güçlü veriler de bulunmaktadır. Bunların başında da Dünya Sağlık Örgütü tarafından tespit edilip onaylanmış olan bir araştırma bulunmaktadır: Afrika'da yapılan araştırmada sünnetli erkeklerin sünnetsizlere göre %38-66 arası daha az HIV (AIDS virüsü) kaptığı tespit edilmiştir. Bu tespitin ardından Dünya Sağlık Örgütü sünnetin özellikle HIV geçişinin yoğun olduğu bölgelerde bir önlem aracı olarak uygulanması önerisini ileri sürmüştür. Fakat Dünya Sağlık Örgütü, aynı raporunda sünnetin HIV'i önlemede sadece kısmi bir etkisi olduğunu, dolayısıyla diğer mücadele yöntemlerinin önüne asla geçemeyeceğini de belirtmektedir.

Sünnetin Zararları
Peki, sünnetin zararları nelerdir? Şimdiye kadar bilinen tek faydası, bir önlem olarak HIV'e karşı direnç kazandırmasıdır. Bunun haricinde saydığımız bazı hastalıkları tedavi amacıyla kullanılabilir; fakat bu bir tedavidir, bir önlem değil. Dolayısıyla, yukarıda dediğimiz gibi, kangrenin önüne geçmek için bir kolu kesmezsiniz, kesmemelisiniz. Benzer şekilde, evrimsel süreçte -tıpkı bir kol, bacak, burun, dış gibi- kendi hastalıklarıyla evrimleşmiş bir organı doğuştan kesmek son derece tehlikeli ve yanlıştır. Bu tehlikelere bakacak olursak...  Özellikle bilimin ilerlemesi ve Evrimsel Biyoloji sayesinde insanların bilim anlayışındaki gelişme sonrasında, geleneklerin ve inançların dayattığı, bilim dışı uygulamalara karşı daha ciddi cepheler doğmaya başlamıştır. Bu organizasyonların doğması 1990'ların ortalarına rastlamaktadır. Haziran 1999 yılında BJU International dergisinde yayınlanan bir araştırmaya göre, sünnetli insanlarda, sünnetsiz insanlara göre:

  • Penis yaralanmasının %33 daha fazla,
  • Ereksiyon için gerekli penis derisinin olmaması şikayetinin %27 daha fazla,
  • Eşit olmayan deriden ötürü penis kıvrımlanması sorununun %16 daha fazla,
  • Ereksiyon sonrası kanamanın %17 daha fazla,

Gördüğünüz gibi bilim sünnet olmayı her kese tavsiye etmez yalnızca belirli kişilere tavsiye eder. Bu tavsiyede hastalıklı kişileri tamamen sünnet yoluyla tedavi edecek anlamına gelmiyor.  Şimdi Hristiyan ve Yahudilere en küçük bir benzerliği bile İslam dışı ilan eden Müslümanlar nedense Yahudilerin yaptığı sünneti yaparken bu benzerlik akıllarına gelmiyor. Unutmadan şunu da söyleyeyim. Eğer erkeklerin sünneti onların sağlığı için önemliyle ve o et parçası fazlalık taşıyorsa o zaman neden Allah insanı böyle yarattı? Allah insanlar kadar akıllı değil mi? Sünnetsiz olarak insanı yaratırken bunun onlar için sağlığını etkileyeceğini bilemedi mi?

Yazan: Kirpi

İslamın bir diğer din olan Zerdüştlük'ten aldığı geleneklerden haberdar olmak için bu yazımızı okuyabilirsiniz: Zerdüştlük ve İslam

KUR-AN'IN YAZARI GÖK TAŞI İLE YILDIZI AYNI ZANNEDİYOR

AY, islamiyet, Kuran çelişkileri, din,Kur-an'da gök taşı ve yıldız,Kur-an'ın karıştırdıkları,Mülk suresi,Mülk 5.ayet,Kuran karmaşaları,Şeytana atmak için yıldız,Yıldız ve şeytan
ĶUR-AN'IN YAZARI ATMOSFERE GİREN GÖK TAŞLARI İLE YILDIZLARI AYNI SANMIŞ

Mülk-5: "And olsun ki biz, (dünyaya) en yakın olan göğü kandillerle donattık. Bunları şeytanlara atış taneleri yaptık ve onlara alevli ateş azabını hazırladık."

Kandille kastedilen yıldız. Ama sanki yıldızın ne olduğu bilinmiyor. Boyutları küçük sanılıyor. Güneş ile yıldızlar farklı düşünülüyor. Koca yıldız, belki de dünyanın 30-40 misli büyüklüğünde, ama ayette şeytanlara atış tanesi olarak yapıldığını söylüyor.

Astroid, Yıldız, Gezegen, Kuyruklu Yıldız gibi hiçbir kavramı bilmediği ettiği laftan belli değil mi?
Büyüklükleri hakkında da fikri olmadığı net değil mi? Şeytanlar birbirine atarmış, diyanet durumu kurtarmak için "ahiret" lafını eklemiş
Atmosfere giren gök taşları ile yıldızları aynı şeyler sanmış. 7.yy. Arap bilgisi bu kadardı, bildiği kadarını yazmış..!

NUH'UN GEMİSİ

din, islamiyet, hristiyanlık, yahudilik, Nuh'un gemisi, MT, Nuh'un gemisinin kökeni,Fenikelilerin gemilerinden Nuh Tufanı,Etrüsklerin kökeni,Nuh'un gemisi efsanesi,Hz Nuh, din ve mitoloji,
Bilindiği gibi kutsal kitaplarda Nuh'un Gemisinden Tanrısal bir olaymış gibi bahsedilir.
Nuh'un Gemisi önce İncil’de ve sonra da Kuran'da yer almış semavi bir bilgidir ve Nuh'un başrolde olduğu mucizevi olaylardan oluşmaktadır.

M.Ö. 1350 yıllarında Fenikeliler ilk deniz ticaretine başladığında gemi yoluyla İtalya’nın Toskana bölgesine ulaşır.

Aynı gemiler Mediterranean (Akdeniz) üzerindeki Yunanistan, Sardunya, Tunus (Kartaca), İspanya gibi Fenikelilerin bir kolu olan akrabalarına ulaşır. Ben Toscana’da yaşadığım için Etrüskler’den bahsedeceğim.

Etrüsklerin kökeni Toros’lara dayanır ve Etrüsk kelimesi de bir Aryen dili olan Kürtçe’de EzToroskana (Ben Torosluyum) anlamına gelir ve bu da Dağlı anlamını taşımaktadır.

Nuh’un Gemisine gelecek olursak…

Toroslu ya da Dağlı veya bugünkü kullanışıyla Etrüsk-Toscana'ya aşağı yukarı 1-2 yılda bir gemi gelmekteydi. Gemiler genellikle ticarette önemli yer tutan şarap, kumaş, zeytinyağı, tarım alanında kullanılan tohum ve diğer araç gereçleri taşırdı, ayrıca dini hikayelerde de anlatıldığı gibi hayvan çiftleri ve insanlar da yer almaktaydı.

Nuh’un Gemisi (Nh (nu) Kürtçede Yeni demektir, Torostan gelenler genellikle bu dili konuşur) Isola d'Elba-Elba adasına vardığı gece, bu çevreye yakın yerleşim yerlerinde yaşayan insanların düzenlediği festivaller vardı.

Sokaklarda yemekler yenir ve bol bol şarap içilir, NU (Yeni) Gemiden gelen insanlar merakla beklenen haberleri anlatırlar.


Nuh’un Gemisiyle bu çevreye getirilenleri şu maddeler halinde sıralayabiliriz:
  • Gemide amfora içinde (Tazeliğini koruması için kuma veya toprağa gömülü halde) şarap,
  • Zeytinyağı,
  • Tohumlar, ilk üzüm, buğday ve zeytin ağacı,
  • Yeni insanlar, aile-aşiret-beylikler,
  • Tuzlanmış domuz eti ve et ürünleri,
  • Canlı domuz çiftleri (Domuz en bereketli hayvandır), geyikler, dağ keçisi, yılan, vs. 
  • Süt ve süt ürünlerinin üretimi için önemli yer tutan canlı hayvan çiftleri,
  • Taşımacılıkta kullanmak üzere eşek vs.
  • Çift sürmede kullanmak üzere öküz vs.
  • Çeşitli sanat eserleri, 
  • Felsefe alanındaki yeni düşünceler, eğitmenler, bilimsel çalışmalar,
  • Noel, 21 mart, özel günler, kutlama ayinleri ve müzik,
  • Toros ve Zagros -Mezopotamya'nın mistik kültürü, Tanrı'ları,
  • Farklı kuş türleri ve bu türlere ait farklılık gösteren hikayeleri…
Genel anlamda Toroslar'da yaşanmış ve yaşanmakta olan gelişmişlik Avrupa kıt'asına Nuh'un Gemisi (Yeni Gemi) aracılığıyla taşınır. Bu da Fenikelilerin (fêhmnake) aracılığıyla olur.

Kutsal kitaplarda geçen hikayelerde vurgu gerçek hayattan soyutlanmış, mucize haline getirilmiş, Tanrısal bir hal almıştır.

Ayrıca Fenikelilerin geliştirdiği Sami (se mi) dilinin çok önemli ve üzerinde durulması gerektiğini bir sonraki yazımda geniş bir şekilde ele almaya çalışacağım.

Çok kodlama yöntemi kullanılarak özellikle denizde aylarca seyahat eden ve çok kutsal bilgileri ve ürünleri taşıyan bu ileri beyliklerin, sembol bilimi denen tersten okunuşu, ses tonu ile birlikte ortaya çıkan figürlü anlatım dili Sami…
Dünya boştur boşlukları doldurmak üzere! Selamlar.

Yazan: Metin T.

İSLAMI GÜNCELLEMEK GEREK

din, islamiyet, K, İslam güncellenmeli, İslam güncellenmeli mi?, İslam kanunları, İslam hükümleri, Kur-an'da yasa koyma, İslam ve çağımız, Tayyip İslam güncellenmeli,
Merhaba değerli okurlar. Sizde bizim gibi eleştiren ve aklın mantığın kabul ettiği cevapları arayan biriyseniz doğru yerdesiniz. Bu yazımızda bu günlerde ortaya çıkan bir meseleyi daha doğrusu Türkiye'deki Müslümanları çalkalayan bir konuşmanın eleştirisini yapacağız. Hiç kimse için bir sır değildir ki Türkiye'deki Müslümanlar Recep Tayyib Erdoğan'ı Müslüman bir lider olarak kabul ediyor ve onun ülkede şeriat hükümlerini uygulayacağına inanıyordular. Bundan önce benim dinim ne Sünnilik nede Şialık dinidir diyen Erdoğan Türkiye'deki çoğunluk olan Sünni Müslümanların güvenini sarsmasına rağmen hala ona bir umut besliyordular. Lakin bir kaç gün önce Erdoğan'ın «İslama güncelleme yapmalıyız» demesi Müslümanları tedirgin etti ve bazıları için cumhurbaşkanının şeriat getireceği umudunu yok etmiş oldu. Peki neden? Bunun en önemli iki nedeni var.

1) Geleneksel Müslümanlar artık Erdoğan'ın onlar gibi düşünmediğini anlamış oldular. Ve bunu da anladılar ki artık imam hatip öğrencisi olan Erdoğan bile 21 yüzyılda İslamın şartlarının çalışmadığının farkına vardı. Bu din üzerinden servet toplayan yalılar, lüks arabalar sahibi olan hocaların işine gelmiyor. Onlarda gayet iyi biliyorlar ki Erdoğan'ın bu konuşması cemaatlere devletin dinden ayrı tutulacağına ve bir takım meselelerde kısıtlamalar yapılacağına bir işarettir. AKP hükumetinin bir kere feto terör örgütünden ağzı yandığı için bir daha aynı riski alıp Müslüman cemaatlerin güçlenmesine ve devlet içinde yapılanmasına izin vermeyeceği açıkça belli oluyor.

2) İkinci neden bir hayli enteresandır. Burada imkanları kısıtlanan hem Erdoğan hükümeti hemde Müslüman cemaatlerdir. Çünkü bu güne kadar şeriat getirecek ümidiyle AKP- ye oy veren Sünni Müslümanların artık kendilerine yeni bir lider aramaya başlayacağı ve Erdoğan hükumetinin büyük bir seçici kütlesini kaybedeceği öngörülebilir. Tabi ben buna o kadarda inanmıyorum çünkü defalarca Erdoğan'ı ikinci peygamber, Allah'ın vasıflarını toplamış bir lider olarak adlandıran AKP yöneticileri olmasına rağmen kendini Müslüman sanan bu cemaatlar ona oy vermeye devam ettiler. Onun için dünyadaki rahatlıklarını Allah ve din sevdasından üstün tutan bu insanların bir daha Erdoğan'ın İslam dışı olan bu konuşmasına kılıf uydurarak hak kazandıracağına eminim. Cemaatlerin bu konuda kaybettiklerini sayarken ilk başa zekatı yaza biliriz. Çünkü Müslüman cemaatlerin esas geçim kaynağı Allah için verilen ama Allah için harcanmayan zekattır yani devasal paralar. Tabi bu durumda devede seyahat eden Muhammed'i anlatan hocaların neden lüks Mercedes ve BMW de dolaştığı belli oluyor. 400 bin liralık yalılardan konuşmuyorum bile. Bu meselenin bide traji komedi tarafı var oda şudur Hristiyanları cehennemlik ilan eden onlarla akraba hatta arkadaş olmayı bile yasaklayan din hocalarının aynı Hristiyan insanların yaptığı lüks arabaları kullanmasıdır.


İslamın güncellenmesinin dinde hükmü


İslamın hiç bir döneminde dinin reform edilmesine iyi bakan bir fıkıh alımı olmamıştır. İslam geçmiş hocaların yazdığı fıkıh kitapları üzerine inşa edilmiş ve o yasalarla yönetiliyor. Buna dünyada yapılan günlük ibadetlerden tutmuş mahşer gününe olacaklara kadar her şey dahil. Peki İslami kanunların değiştirilmesine Kuranın bakış açısı nedir? İlk önce bunu belirtelim ki Kuranda yetki yasa koyma işi anca Allah'a ait olduğu Muhammedin kendisinin bile bir tebliğ edici olduğu açıkça gözüküyor.

6/EN'ÂM-57: "De ki: “Muhakkak ki ben, Rabbimden bir beyyine (delil) üzerindeyim, ve siz onu yalanladınız. Acele ettiğiniz şey benim yanımda değil. Hüküm ancak Allah’indir."


12/YÛSUF-40: Hüküm ise ancak Allah’a aittir.

Ayetlerde göründüğü gibi dinde hüküm verme yetkisi ancak Allah'a aittir. Ve Allah her yıl yeni bir semavi kitap indirmediği için İslamda son din olduğu için bu hükümlerin mahşer gününe kadar geçerli olması gerekir. Üstelik Kuranda açık bir şekilde Allah'ın yasalarında bir değişiklik bulunamayacağı yazıyor.

33/AHZÂB-62: "Daha önce gelip geçenler hakkında da Allah’ın kanunu böyledir. Allah’ın kanununda asla değişme bulamazsın."

Tüm peygamberler gibi Muhammed'inde Allah'ın indirdiği hükümleri değiştirmeye ve Allah'ın indirdiği kitabın dışında bir hüküm vermeye yetkisi yoktu. Şayet bunu yaparsa Kurana göre kafir fasık veya zalim olmuş olur.

MAİDE Süresi 44: "Ve kim, Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse, o taktirde işte onlar, onlar kâfırlerdir.

45: "Ve kim, Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse, o taktirde işte onlar, onlar zalimlerdir."

47: "Ve kim, Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse, o taktirde işte onlar fâsıklardır."


Tüm bunları göz önünde bulundurarak Müslüman cemaatlerin artık yeni bir lider aramaya başlaması gerek. Lakin benim fikrimi sorarsanız ben Erdoğan'ın bu konuşmasını tarihi bir konuşma kabul ediyorum ve artık 21. yüzyılda İslam kanunlarının çalışmadığını görmesinden dolayı onu tebrik ediyorum. Yıllarca İslamın ibadet hükümlerinin kutuplarda geçersizliğini anlattık. Kıblenin dünyanın şekliyle çeliştiğini anlattık. Yaratılışı anlatan ayetlerin biyolojiyle, evreni anlatan ayetlerin coğrafyayla astronomiyle, kısacası Kuranın bilimle çelişkilerini anlattık. Her şeyi bilen Allah'ın bilimle çelişen bir kitap gönderme ihtimalinin olmadığını anlattık. Anlayanlar ve eleştiriye başlayan insanlar ne kadar haklı olduğumuzun şahidi oldular. Sizleri de ön yargılarınızı bir kenara bırakarak düşünmeye aklın ve mantığın yolunu seçmeye davet ediyoruz.

Yazan: Kirpi

SAHİH-İ BUHARİ NE ZAMAN YAZILDI ?

GF, din, islamiyet, Sahih-i Buhari, Sahih-i Buhari ne zaman yazıldı?, Tirmizi, Sahih-i Buhari ne zaman yazıldı?, Buhari'yi kim yazdı?, Buhari kaynak, Buhari güvenilir mi?, Müslümanlık ve Buhari,
Bildiğimiz üzere meşhur altı tane hadis kitabının bütününe Kütübü Sitte diyoruz . Buhari ve Müslim'in el - Camius sahihleri ve Ebu Davud , Tirmizi , Nesai ve İbn Mece'nin sünnenleri oluşturur bu bütünü.
Bu eserler İslam dünyasında dinin en büyük kaynaklarından kabul edilir ve İslam dünyasının hukuk kurallarını belirleyen en önemli detaylardan biridir . Oysa 10. yy sonrası oluşturulmuş ve tamamen rivayete dayalı bu kaynaklar tarih bilimi açısından oldukça yetersiz ve geçersizdir.

Fakat daha önemli bir konuya değinmek istiyorum bugün. Kütübü Sitte içinde yer alan , tüm bu hadis kitapları arasında en önemli yeri işgal eden , Kur'an dan sonra en güvenilir eser kabul edilen Buhari'nin el - Camius sahihleri ne zaman yazıldı ?

Sahih-i Buhari ismi verilen bu eserin , Buhari'nin öğrencisi olduğu rivayet edilen el - Firebri'ye dayandırılarak , Abdillah el Yunini tarafından 13. yüzyılda yazıldığı iddia edilir.
Yani yine rivayete dayalı kaynaklara göre bu eser Buhari'nin kendi orijinal eseri değildir.
Öğrencisi el - Firebri'nin , Buhari'den dinlediği rivayetleri nüshalara yazması ve Firebri'den yaklaşık 400 yıl sonra Yunini'nin bu nüshaları toplayarak kitaplaştırması ile günümüze ulaştığı iddia edilir en iyimser açıklamayla.

Peki gerçekten öyle mi ?


Yunini tarafından 13. y.y. da yazıldığı iddia edilen bu eser aslında ortada yoktur , kayıptır . Şuan elimizde bulunan tek ve en eski nüsha yine Yunini'nin bu eserine nispet edilerek 1896 yılında yazılmıştır.
Yani Sahih-i Buhari'nin bilinen en eski ve tek nüshası 1896 yılında Mısır'da bastırılan bu kitaptır , daha öncesi yoktur.
İşte 1.5 milyarlık İslam dünyasının hukuk sisteminin temelini bu eser oluşturuyor . Arada tam 1000 yıllık bir boşluk var.
Bu eserde yazanların doğruluğu bilimsel platformda ne derece kabul edilebilir ? Rivayete dayalı bilginin ömrü sadece bir nesildir , ikinci nesilden sonra bozulmaya başlar , bu sosyal bilimlerde basit bir kuraldır . Oysa biz tam 1000 yıllık bir boşluktan söz ediyoruz.
Bu 1896 baskısının matbaada ne derece sağlıklı aktarıldığını da bilmiyoruz. Kaldı ki 13. y.y. da Yunini tarafından yazıldığı söylenen yazmanın da ne kadar gerçekçi olduğuna dair bir kanıt yok elimizde.
Bu yazma gerçekten o tarihte mi yazıldı yoksa ona nispetle sonraki yüzyıllarda mı yazıldı bunlar cevapları oldukça muğlak sorular...
Kısacası bin seneden uzun zaman önce yaşamış Buhari'nin bu hadis kitabı 1896 da Mısır'da basıldı , başka da bir belge ortada yok ve 1.5 milyara yakın Müslüman bu kitabın Kur'an dan sonra en güvenilir eser olduğuna inanıyor.

Bu gerçeği Müslüman dünyasına anlatmak ve kabul ettirmek mümkün mü ?

Hiç sanmıyorum dostlar. Bin yıldır koskoca bir yalanı ve kurgulanmış bir dini yaşayan , tüm inanç sistemlerini ön kabullerle şekillendiren bir kitleye gerçekleri anlatmak belki de dünyanın en zor misyonlarından biri.

Yine de olsun biz doğruyu ve gerçeği arayışımızdan vazgeçecek değiliz. Onlar kabul etmeseler bile doğruyu ve gerçeği onlara da anlatmaktan geri durmayacağız.
Her daim umut ve sevgiyle kalın dostlar.

Yazan: Gregoire de Fronsac

ÇAMURDAN YARATILIŞ HİKAYELERİ

AY, din, islamiyet, Çamurdan yaratılış hikayeleri,Mitolojide çamurdan yaratılış,İnsanın yaratılış mitleri,yaratılış mitleri, yahudilik, din ve mitoloji, Mitoloji ve din, Marduk,Aruru,Zeus
 İSRAİL'İN TANRISI YEHOVA'DAN ĶUR-AN'IN TANRISI ALLAH'A ÇAMURDAN YARATILIŞ

Prometheus
Gözyaşlarımla toprağı ÇAMUR haline getirdim ve yoğurdum. Bir insan heykeli yaptım. Sonra bu heykele ruh verdim. İlk ölümlü yaratıklar oluştu böylece. "Ben, önceki tanrılardan böyle gördüm. Böyle terbiye aldım.

Zeus
"Namlı, şanlı Hephaistos'u çağırdım hemen, 'bir parça toprak al, suyla karıştır' dedim. 'İçine insan sesi koy, insan gücü koy. Bir varlık yap ki, yüzü ölümsüz tanrıçalara benzesin.' Koca Hephaistos, topal tanrı, hemen yaptı dediğimi. Bir kız biçimine soktu toprağı. Ses koydu içine. Ve, Pandora adını koydu. İşte, böyle yarattım insanı."

Marduk
"Bizim eski tanrılar, yaptığım işlerden dolayı teşekkür etmişlerdi bana. Hallerinden çok memnun olduklarını, ancak kendilerine hizmet edecek, tanrı niteliği taşımayan bir yaratığa ihtiyaçları olduğunu söylemişlerdi. Bunun üzerine, ben de Ea'nın yardımını istedim. Toprağı, Kingu'nun kanıyla yoğurdum. İlk insanı meydana getirdim."

Aruru
"Büyük gök tanrısı Anu -ki, kendisini ben yarattım- Uruk halkının ah ve figanlarını dinlemişti. Beni çağırdı. 'Sen,' dedi, 'Beni yarattın, şimdi de fikrimi yarat.' Bunu duyar duymaz, Anu'nun fikrini kalbimde yarattım. Ellerimi yıkadım. Bir parça çamur koparıp yazıya attım. Ve bu yazıda, kahraman Engidu'yu yarattım. ÇAMURDAN yarattığım Engidu, demir gibi serttir. Bütün gövdesi kıllardan simsiyahtır. Kadın gibi uzun saçları vardır."

Tevrat
"Ve Rab Allah yerin toprağından Adam'ı yaptı ve onun burnuna hayat nefesini üfledi ve adam yaşayan can oldu."

"Ve Allah dedi: 'Suretimizde, benzeyişimize göre insan yapalım/Ve Allah insanı kendi suretinde yarattı, onu Allah'ın suretinde yarattı./Ve Rab Allah yerin toprağından Adam'ı yaptı ve onun burnuna hayat nefesini üfledi ve Adam yaşayan can oldu./Fakat adam için kendisine uygun yardımcı bulunmadı./Ve Rab Allah Adam'ın üzerine derin bir uyku getirdi ve o uyudu ve onun kaburga kemiklerinden birini aldı ve yerini etle kapladı./Ve Rab Allah Adam'dan aldığı kaburga kemiğinden bir kadın yaptı ve onu Adam'a getirdi.."

Adem ile Havva'nın ilk günahları ve cennetten kovuluşları ile devam eden bu yaratılış öyküsü, hemen hemen aynen Kur'an'a geçmiştir.

Kur-an
8) Kur'an, Mü'minün 12-16: "And olsun ki Biz insanı süzme ÇAMURDAN yarattık."
9) Kur'an, Es-Safaat 11: "Hakikat Biz onları cıvık bir ÇAMURDAN yarattık."
10) Kur'an, Sad 71-76: "Ben muhakkak ÇAMURDAN bir insan yaratacağım. Artık onu tamamlayıp içerisine de ruhumdan üfürdüğüm zaman kendisi için derhal ona secdeye kapanın."

KUR-AN VE TEVRAT'TA ALLAH'IN YORULMASI

AY, din, islamiyet, yahudilik, Kuran ve Tevrat, Allah'ın yorulması, Furkan suresi 59, Tekvin bab 2, Kuranda altı günde yaratılış, Tevratta 6 günde yaratılış, Allah'ın dinlenmesi,
Tevrat Allah'ın evreni 6 günde yaratıp yedinci gün dinlendiğini yazar. Oysa yorgunluk ve istirahat kavramları Allah için nasıl oluyor?

Gök ve yer bütün ögeleriyle tamamlandı.Yedinci güne gelindiğinde Tanrı yapmakta olduğu işi bitirdi. Yaptığı işten o gün dinlendi.Yedinci günü kutsadı. Onu kutsal bir gün olarak belirledi. Çünkü Tanrı o gün yaptığı, yarattığı bütün işi bitirip dinlendi.(Tekvin bab 2) Ne var ki kur'an'da da böyledir.

Gökleri, yeri ve ikisinin arasındakileri altı günde yaratan, sonra arştan da istiva eden,Rahman’dır. Bunu bir bilene sor. FURKÂN Suresi 59. ayet Burda ki "istiva eden" dayandı yaslandı anlamında kullanılmaktadır.
Kuran ayetlerinde de tekrar tekrar Tevrat'taki gibi Allah'ın evreni 6 günde yaratığını yazar.

Ayrıca Kuran' da Allah'ın bir gününün bizim hesabımızla bin yıl olduğu yazılıdır. Yani Kuran'da Allah'ın evreni kendi günü ile 6 günde bizim günümüzle 6000 yılda yaratmış olduğunu söylemektedir. Halbuki evren 13,5 000 000 000 Milyar yıldan fazla dünyamız ise 4,5 000 000 000 Milyar yıl yaşındadır, bilim Kur-an ve Tevrat'ı yalanlamaktadır.

Not: Kuran'da altı günde yaratılış ile ilgili diğer ayetler. (Kaf 38), (Araf 54), (Hadid 4), (Yunus 3), (Hud 7), (Furkan 59), (Secde 4)

EFSANELERDEN TEVRAT'A ORADAN KUR-AN'A

AY, din, islamiyet, din ve mitoloji, İslam ve mitoloji,Sümer mitolojisi ve islam,İslamiyetin mitolojiden esintileri,Kuran ve sümer mitolojisi,Yaratılış mitleri,Kuran'da dünyanın yaratılışı
Enbiya Suresi 30: “İnkar edenler Evren(Gökler) ve yer birbirleriyle bitişik iken onları ayırdığımızı, her canlıyı sudan yarattığımızı görmüyorlar mı? Yine de onlar inanmayacaklar mı?”

Ayetin iddia ettiğinin aksine göklerle yerin ayrı olduğu hiçbir dönem olmamıştır.

Kuran’ın bütününe baktığımızda sadece bu ayet değil, evrenin yaratılışını anlatan diğer ayetler de bilimle çok ciddi çelişkiler içerisindedir, mucize olması bir tarafa, hatalıdır.

Bu olaydan Kur-an’dan çok daha eski metinlerde de bahsedilmiştir. Pek çok toplumda göklerle yer başlangıçta bitişiktir, sonradan Tanrı tarafından ayrılıp bugünkü şeklinin verildiği inancı yaygındır.

Göklerle yerin ayrılması pek çok toplumun inanışlarında yer almaktadır, Kuran’a muhtemelen Tevrat’tan geçmiştir. Tevrat masalı şöyle anlatır:

"Tanrı, “Suların ortasında bir kubbe olsun, suları birbirinden ayırsın” diye buyurdu. Ve öyle oldu. Tanrı gök kubbeyi yarattı. Kubbenin altındaki suları üstündeki sulardan ayırdı. Kubbeye “Gök” adını verdi. Akşam oldu, sabah oldu ve ikinci gün oluştu. Tanrı, “Göğün altındaki sular bir yere toplansın, kuru toprak görünsün” diye buyurdu ve öyle oldu. Kuru alana “Kara”, toplanan sulara “Deniz” adını verdi. Tanrı bunun iyi olduğunu gördü." (Yaratılış 1:2-10)

Gördüğünüz gibi Tevrat’a göre de göklerle yer başlangıçta bitişikmiş,Tanrı tarafından ayrılmışlar.Anlaşılan düşüncelerine göre başlangıçta bütün yeryüzü sularla kaplıymış, Tanrı yer altından saydam bir kubbe yükseltmiş ve suların bir kısmını yukarıda toplamış. Kalan suyu da bir kenara toplayıp denizleri oluşturmuş,ortaya çıkan toprak ise yer (kara) olmuş.

Saydam bir kubbe düşünmüş olmalılar çünkü gök de denizler gibi mavidir, bu maviliğin nedeni, yer altından çıkarak suların bir kısmını üzerinde toplayan kubbe ile alakalı düşünülmüş olmalı. Tevrat anlatımından açıkça anlaşılıyor ki gökyüzü kubbenin arkasında kalan sulardan oluşuyor, bu kubbe saydam olduğu için de üzerinde toplanan deniz suyunun maviliği nedeniyle gökyüzü mavi gözüküyor. İşte! Göklerle yerin neden başlangıçta bitişik iken sonradan ayrıldıkları düşünülmüş, bulduk!

Tevrat anlatımından bu açıkça anlaşılıyor yani o kubbe saydam düşünülmüş olmalı. Şimdi daha eski kaynaklara da bakalım, bu inancın kökeni Sümerlere kadar uzanmaktadır:

Sümer efsanesine göre evrende ilk olarak Tanrıça Nammu adında büyük uçsuz bucaksız bir su vardı.Tanrıça o sudan büyük bir dağ çıkarıyor. Oğlu Hava Tanrısı Enlil, onu ikiye ayırıyor. Üstü gök oluyor, Gök Tanrısı onu alıyor, yer olan altı da Yer Tanrıçası ile Hava Tanrısının oluyor. Bilgelik Tanrısı ile Hava Tanrısı yeri bitkiler, ağaçlar, sularla donatıyor. Hayvanlar yaratılıyor ve hepsini idare edecek Tanrılar meydana getiriliyor.

Bir de bunu Sümer şiirlerinde gösterelim:

Gök ve yer çift olarak yaratıldığı zaman,
Ana Tanrıça İnana onlara şekil verdiği zaman,
Yerler düzenlendiği, toprak yerleştiği zaman,
Gök ahenk içinde hareket ettiği zaman,
Nehirler ve kanallar düz bir çizgi gibi aktığı zaman,
Dicle ve Fırat nehirleri kıyılarını doldurduğu zaman,
Büyük Tanrılar “artık ne yapabiliriz” diye konuşuyorlar.


Başka bir şiir:

Gök yerden ayrıldıktan sonra
Yer gökten ayrıldıktan sonra
İnsanın adı konduktan sonra
An(gök tanrısı) göğü alıp götürdükten sonra…


Bir diğeri:

Bey, gerekli olanları meydana getirmek için,
Kararları değişmeyen bey,
Yerden “ülkenin tohumunu çıkaran Enlil”
Yerden göğü ayırmayı planladı,
Gökten yeri ayırmayı planladı.


Sadece Sümer’de değil Babil mitlerinde de göklerle yer ayrılmıştır, tek bir farkla; göklerle yer Tanrıça Tiamat’ın bedeninden yaratılır:

Babil Tanrıçası Tiamat ve kocası Apsu genç tanrıların yol açtığı kargaşaya artık dayanamaz ve onları yok etmeyi tasarlar. Ea’nın çatışma sırasında Apsu’yu öldürmesi üzerine,azman bir su yılanı olan Tiamat intikam güder. Onunla dövüşmek için seçilen Marduk kavgayı kazanır ve tanrıçanın bedenini ikiye ayırarak göğü ve yeri yaratır.

Mısır mitolojisinde de göklerle yer bitişikken ayrılmıştır:

Eski Mısır Mitolojisi’nde ilk tanrı Atum‘un oğlu Şu, Yer’le göğü birbirinden ayırandır. Şu‘nun (kendi kızkardeşinden yaptığı) çocukları olan Nut göğü, Geb de yeri temsil eder.

Mitlere devam edelim, bu sefer Hint’ten:

Upanishad’lara ait başka bir sekizinci yüzyıl miti tanrıları pek çok açıdan olayın dışında tutmaktadır:

“Bu dünya başlangıçta yalnızca hiçbir şey idi. O var oldu. O, gelişti. O bir yumurtaya dönüştü. Yılın belli bir döneminde yumurtladı. Birbirlerinden ayrıldı. İki yumurta kabuğunun birisi gümüş, birisi altın oldu. Gümüş olandan yeryüzü oluştu, altın olandan gökyüzü meydana geldi.”

Burada yine göklerle yerin başlangıçta bitişik iken ayrılması inancı var.

Görüldüğü gibi kökeni Sümer olan “göklerle yerin birbirinden ayrılması” inancı çok yaygın bir inançtır. Kimi bir kara kütlesini ayırıp üstünü göğe, altını yere çeviriyor, kimi suları ayırıyor, kimi Tanrıların bedenini ayırıp aynını yapıyor, kimi de bir yumurtayı kırıp üst kabuğu göğe, alt kabuğu yere çeviriyor. Yani hepsinde yer ile gök birleşik iken bir şekilde ayrılıyor.

AYETTE KULLARIM DİYEN KİM?

Ayet, “De ki ey inanan kullarım” ile başlıyor.
De ki: ‘Ey iman eden kullarım, Rabbinizden sakının. Bu dünyada iyilik edenler için bir iyilik vardır. Allah’ın arz’ı geniştir. Ancak sabredenlere ecirleri hesapsızca ödenir.’

Muhammed, inananlara “kullarım” diye sesleniyor. Bazı meal tahrifatçıları bu hatayı kamufle edebilmek için mealin başın “Bizim adımıza de ki” ya da “tarafımdan söyle” gibi ilaveler yapmışlar. Halbuki Arapçasında bunlar yok. Bazıları da “Kullarım” değil, “kullar” olarak çevirmiş.

Eğer Kur’an’ı Allah gönderseydi ayette Allah’ın “de ki” demeyip direk kendisinin söylemesi gerekirdi. Ya da “İnanan kullarıma de ki” şeklinde olmalıydı.

Aynı ifadeyi Zümer (Zümerler) -53′de de görmekteyiz:

Zümer-53. De ki: “Ey kendilerinin aleyhine aşırı giden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları affeder. Çünkü O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”

ADEM VE HAVVA MASALI ARTIK ÇALIŞMIYOR

Yazan: Kirpi
K, din, islamiyet, Adem ile Havva, Adem ile Havva'dan türeyiş, Adem ile Havva'dan çoğalma çelişkisi,Ensest ilişki ile çoğalma,Kurana göre insanların çoğalması,Nisa 23,Zuhruf 43,Neml 75

ADEM VE HAVVA MASALI ARTIK ÇALIŞMIYOR



Müslümanlar uzun yıllardan beri Kur-an'ı bizlere yaratılışı en doğru anlatan kitap olarak yutturdular. Lakin bir az araştırma yaparak bu yaratılış masallarının bilimsel yönden de kendi içindede çeliştiğini gördüm. İnternette çok aramama rağmen şimdi size söylediklerimi önceden anlatmış bir yazıya rastlayamadım ve bu makaleyi paylaşmaya karar verdim. Şimdi lütfen ön yargılarınızı bir kenara bırakıp dikkatli bir şekilde okuyun ve kendiniz bu çelişkilerin şahidi olun. Müslüman din hocalarının Kur-an'daki insanın yaratılış hikayesini yorumlarken iki teori üzerinden konuştuklarını gördüm. Bunlardan birincisi şöyledir.

1) Allah ilk önce Adem ve Havva isimli iki insan yarattı sonra onların çocukları çaprazlama evlilikler yaparak günümüz insan toplumunu oluşturdu.

K, din, islamiyet, Adem ile Havva, Adem ile Havva'dan türeyiş, Adem ile Havva'dan çoğalma çelişkisi, Ensest ilişki ile çoğalma, Kurana göre insanların çoğalması, Nisa 23, Zuhruf 43, Neml 75,
Şimdi bunu söyleyen din hocaları Kuranda kardeşle evliliğin yasak olduğunu görmezden geliyor.  Ama geçenlerde bir Müslümanla tartışmam esnasında bunu görmezden gelmediklerini ve hatta bu kardeş evliliğini meşru kılmak için bir kılıf uydurduklarının şahidi oldum. Bahaneleri şuydu: «Allah Adem ve Havvayı yarattığında kardeşle evlenmeme yasağı yoktu.»  İlk bakışta bunu işiten bir Müslümana bu söylenilen şey mantıklı geliyor. Ancak unuttukları şey budur. Kur-an insanlar ve evren yaratılmadan çok önceden vardı. Bunu ben değil Kur-an'ın kendisi söylüyor. Ayete bakalım.

ZUHRÛF suresi 3-4.ayetler: "Muhakkak ki Biz, O’nu Arapça Kur’ân kıldık. Umulur ki böylece akıl edersiniz.  Şüphesiz o, katımızdaki ana kitapta (Levh-i Mahfuz’da) mevcuttur, çok yücedir, hikmetlerle doludur."

Şimdi ayete iyice bakalım. İlk önce Kur-an'a gönderme yapıyor sonrasında o Kuran ana kitapta mevcuttur diyor, yani size inen bu Kura nana kitabın bir parçasıdır diyor.  Bunun böyle olduğuna dair İslam aleminde ittifak mevcut. Öyleyse Kuranın yasalarının ilk insan döneminde olmadığını söylemek Kurana aykırı bir şeydir. Levh-i Mahfuz insanlardan ve tüm yaratılan şeylerden öncede vardı. Bunun böyle olduğunu nereden anlıyoruz? Tabi ki de Kuranın kendisinden çünkü Allah Kuranda yaptığı ve gelecekte yapacağı şeylerin tümünün o ana kitapta yazılı olduğunu söylüyor.

27/NEML-75: "Gökte ve yerde gâib (gizli) hiçbir şey yoktur ki apaçık bir Kitap’ta (Levh-i Mahfuz’da) olmasın."

Konuyu toparlayacak olursak eğer Kur-an ana kitabın bir parçası ise ve kardeşlerle evlenmenin yasak olduğu ayetler de onun içinde ise, demek ki Adem ve Havva'nın çocukları kardeşleriyle evlendiğinde bu yasak geçerliydi. Ama her ne hikmetse Allah bu yasağı görmezden gelmiş ve onların kardeşleriyle evlenmelerine izin vermiş.

2) İkinci teorileri ise Caner Taslaman, Mehmet Okuyan gibi felsefi düşünürlerin söyledikleridir. Teori şundan ibaret: «Allah Adem ve Havvayı yaratırken onlarla birlikte başka insanlarda yarattı»

K, din, islamiyet, Adem ile Havva, Adem ile Havva'dan türeyiş, Adem ile Havva'dan çoğalma çelişkisi, Ensest ilişki ile çoğalma, Kurana göre insanların çoğalması, Nisa 23, Zuhruf 43, Neml 75,
Şimdi fotoğrafı daha detaylı bir şekilde inceleyelim. İlk önce Allah Adem ve Havvayı yaratıyor ve onlar evleniyor. Onların evlenmesinden doğan çocuklarlar birbiriyle evlenmiyor ve Allah insanları çoğaltmak için Adem ve Havva'nın evlenebileceği başka erkek ve kadın yaratıyor. Bu durumda Adem'in evlendiği o başka kadından bir erkek çocuğunun, Havva'nın evlendiği o başka erkekten de bir kız çocuğunun doğduğunu varsayalım. Şimdi bu erkek çocukla kız çocuğu evlenseler onlardan doğan çocukların da evlenip çoğalması için yeniden insanlar yaratılması gerek. Neden? Çünkü bu çocuklar Adem ve Havva'nın torunları olmuş oluyor ve Ademle Havva'nın diğer çocukları olan Habil ve Kabilin çocuklarıyla da kan bağı var ve üvey kardeş durumundalar.  Diyelim ki bu erkek çocuğun evlenmesi için bir kadın daha yaratıldı. Şimdi onların çocukları kardeşleriyle veya tekrardan anneleriyle evlenemeyeceği için böylece sonsuza kadar her defasında Allah bir kadın veya bir erkek yaratmak zorunda. Kuranın evlenilmesi yasak kişileri saydığı ayete bakarsak eyer durumu daha iyi anlarız.

4/NİSÂ-23: "Size şunlarla evlenmek haram kılındı: Analarınız, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, erkek kardeş kızları, kız kardeş kızları, sizi emziren süt anneleriniz, süt kız kardeşleriniz, karılarınızın anneleri, kendileriyle zifafa girdiğiniz karılarınızdan olup evlerinizde bulunan üvey kızlarınız, -eğer anneleri ile zifafa girmemişseniz onlarla evlenmenizde size bir günah yoktur- öz oğullarınızın karıları, iki kız kardeşi (nikâh altında) bir araya getirmeniz. Ancak geçenler (önceden yapılan bu tür evlilikler) başka. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir."

Gördüğünüz kadarıyla her iki teorinin de mantıki yönden bir tutarlılığı yok. Kur-an'ı evirip çevirerek kurtarmaya çalıştıkça daha çok batıyorsunuz ve aklı başında olan azıcık düşünme becerisi olan her insan din masallarını bir kenara bırakıyor. Kur-an'ın Arap toplumuna özgün bir yaşam ve adetlerini gösteren kitap olarak okunması insana bir şeyler öğretebilir belki. Ama Allah'ın her şeyi bildiğini ve Kur-an vasıtasıyla size insanın yaratılışını anlatacağını bekliyorsanız o zaman sizlere kolay gelsin çünkü aklınızı ve mantığınızı baya zorlamış olacaksınız.

MUHAMMED'İN BABASI ABDULLAH

A, din, islamiyet, Abdullah, Muhammed'in babası Abdullah, Abdullah ne demek?, Allahın kulu, Abdullah anlamı, Abd-al-ilah, Al ilahın kulu, Sin, Sin ne demek, Arap paganizmi, Baş put Al-ilah, Allah ismi,
Uzun zamandır yazmayı düşündüğüm, çelişki barındıran ve İslam'ın pagan geleneğinden kopmadığının en büyük ispatlarından birini bugün irdelemeye karar verdim. Bu da Muhammed'in babasının ismidir. Neden çelişkilidir, çelişki bunun neresinde diyeceksiniz? Hemen anlatayım.

Bildiğiniz gibi İslamiyet öncesinde Muhammed'de babası Abdullah'da putperest yani paganlar. Eğer burada "her insan İslam fıtratı üzerine doğar" geyiğine girecek varsa, bu konuda nasıl çamura battıklarını da anlatacağım.

Öncelikle İslam öncesi dönemde babasının adı Abdullah. Yani "Abd-al-ilah bu da Al-ilah'ın kulu demek oluyor. Öyle günümüz Müslümanlarının süslemeleri gibi "Allah'ın sevgili kulu" gibi bir anlamı yok, bu, onların duymak istediği ve Abdullah adını temize çıkarmak istedikleri anlam.

Neden temize çıkarmak istiyorlar?
Çünkü Al-ilah, diğer adı ile SİN, o zamanki Arap toplumunun, Muhammed ve babasının da taptığı tanrı putlarının en güçlü ve ilahi sayılan Ay tanrısının adı. Öyle ise Al-ilah'ın, yani Ay tanrısının kulu ismi kesinlikle sonradan Allah'ın sevgili kulu gibi anlamlara evrilemez. Çünkü ismin kökleri bellidir.

O zamanki pagan toplum, tıpkı günümüz Müslümanlarının çocuklarına Kur-an'dan isim koyduğu gibi, kendi inançlarından, tanrılarını yüceltecek isimler koyuyorlardı ve Abdullah bunun bir örneğidir çünkü bu isimle Ay Tanrısına olan inanç gösterilir ve baş put yüceltilir.

Eğer her insan İslam fıtratı üzerine doğuyor olsa idi;
1- Allah'ın adı, Arapların eski putunun ismi ile aynı olmazdı:
Kainatın yaratıcısı şüphesiz ki kendine farklı bir isim bulabilirdi!? Tabi ortada bir gerçek var ki, ismi zaten Muhammed koydu, baş putlarını tek ilan ederek yeni bir tanrı gibi piyasaya sürdü.


2- Eğer her insan İslam fıtratı üzerine doğuyor olsaydı Allah İslamiyeti göndermek için bu kadar beklemez, yüzlerce yıl kendi yarattıkları putlara tapınmalarını izlemezdi. Kur-an'da sürekli bunu lanetleyip duran, bu konuda öfke dolu olan Allah, İslamı göndermek için Muhammed'e kadar beklemez ve Arap putlarını çok daha erken dönemlerde yıktırabilirdi.

3- Her insan İslam fıtratı üzerine doğuyor ise İslam'ın içindeki isimlerin önceki putperest inançla benzerlik göstermemesi gerekirdi. Fakat Allah, Muhammed ismi gibi Abdullah ismi de sürekli yüceltilen ve kullanılan bir isim oldu, hatta Kur-an'da bile yer aldı. Yani sözüm ona var olan yaratıcı Allah, kendi ile aynı ismi taşıyan 360 puttan birinin ismini kendine isim olarak aldı, kullanılmasını uygun gördü, bu da yetmezmiş gibi o putun kulu olduğunu belirten Abd-al (el)-ilah ismini de özellikle putlara karşı gönderdiği Kur-an'a koydu öyle mi?
Her şeyin yaratıcısı olduğu söylenen Allah nasıl oluyor da lanetlediği putlardan birinin ismini almaktan rahatsız olmuyor?

Nasıl oluyor da, kafir sayılanlar Müslümanlığa geçerken isimleri değiştirilirken, Muhammed'in babasının İslam öncesi putperest ismi hala İslam camiası tarafından kullanılıyor?
Bunun 1 sebebi var:
Yeni dini getireceği toplumun baş tanrısını yücelten bir isim olduğu için bu isme İslam camiasında göz yumulması.

Müslümanlar, tıpkı diğer ibrahimi dinler gibi paganizmden hiçbir zaman kopmamış ve aynı pagan geleneklerini devam ettirmektedirler. Dini ortaya çıkaran Muhammed ise, başta babasının eski adını ve baş putlarının ismi olmak üzere birçok şeyi, Tanrıça İştar'a taparken etrafında beyazlar giyip 7 tur dönerek hac yapmaları gibi halkın önemli inançlarını değiştiremeyeceğini biliyordu. Bunun yerine aynı isimleri kullanarak, bir benzerini inşa edip kendini onun lideri yaptı.

Babası Abdullah ise, Ay Tanrısı Sin'i yücelten (YA-SİN!) ismi ile, Muhammed'in kendi sözleri ile oluşturduğu fakat tanrıdan geldiğini iddia ettiği kitabın içinde değişmeyen İslam öncesi "pagan" ismi ile yer aldı.

Yazan: A.Kara

KUR-AN KADIN DÖVMEYİ MEŞRU KILAR

Kuran kadınları dövmeyi meşru kılar,Kurana göre kadın dövmek,Vadribuhünne,Harfi cerr,din, islamiyet, GF,Nisa 34-94,Nisa suresi kadına dayak, Kur-an gerçekleri,İslamda kadın dövmek meşrudur
Kur'an erkeğe , kadını dövmeyi meşru kılar mı , bunu onaylar mı ? Bu çok sık tartışılan konuların başında gelir. Bu tartışmaya sebep olan ayet , Nisa suresinin 34. ayetidir. Bakalım ayet ne diyor ;

الرِّجَالُ قَوَّامُونَ عَلَى النِّسَاء بِمَا فَضَّلَ اللّهُ بَعْضَهُمْ عَلَى بَعْضٍ وَبِمَا أَنفَقُواْ مِنْ أَمْوَالِهِمْ فَالصَّالِحَاتُ قَانِتَاتٌ حَافِظَاتٌ لِّلْغَيْبِ بِمَا حَفِظَ اللّهُ وَاللاَّتِي تَخَافُونَ نُشُوزَهُنَّ فَعِظُوهُنَّ وَاهْجُرُوهُنَّ فِي الْمَضَاجِعِ وَاضْرِبُوهُنَّ فَإِنْ أَطَعْنَكُمْ فَلاَ تَبْغُواْ عَلَيْهِنَّ سَبِيلاً إِنَّ اللّهَ كَانَ عَلِيًّا كَبِيرًا 

Er ricâlu kavvâmûne alân nisâi bi mâ faddalallâhu ba’dahum alâ ba’dın ve bi mâ enfekû min emvâlihim. Fes sâlihâtu kânitâtun hâfizâtun lil gaybi bi mâ hafizallâh . Vellâtî tehâfûne nuşûzehunne fe ızûhunne vahcurûhunn (vahcurûhunne) fîl medâcıı vadrıbûhunne, fe in ata’nekum fe lâ tebgû aleyhinne sebîlâ(sebîlen). İnnallâhe kâne aliyyen kebîrâ.

Ayeti kelime kelime incelediğimizde de şöyle bir analiz çıkar karşımıza ;
1. er ricâlu : erkekler
2. kavvâmûne : kâim olanlar, idareciler, koruyup gözetenler
3. alâ en nisâi : kadınlar üzerinde
4. bi mâ : sebebiyle, dolayısıyla
5. faddala : üstün kıldı
6. allâhu : Allah
7. ba'da-hum : onların bir kısmı, bazıları
8. alâ ba'dın : bir kısmına, bazılarına, diğerlerine
9. ve bi mâ : ve sebebiyle, dolayısıyla
10. enfekû : verdiler, harcadılar
11. min emvâli-him : mallarından, kendi mallarından
12. fe es sâlihâtu : bu sebeble, bu bakımdan salih kadınlar, nefsini tezkiye eden kadınlar
13. kânitâtun : kanitindir, saygılı ve itaatkârdır
14. hâfizâtun : muhafaza edendir, koruyucudur
15. li el gaybi : gaybda, olmadığı zaman, yokken
16. bi mâ : sebebiyle, dolayısıyla
17. hafiza : korudu
18. allâhu : Allah
19. ve ellâtî : ve onlar (kadınlar)
20. tehâfûne : korkarsınız
21. nuşûze-hunne : onların itaatsizliklerinden, baş kaldırmalarından
22. fe ızû-hunne : ... ise onlara öğüt verin, nasihat edin
23. ve uhcurû-hunne : ve onlardan ayrılın, yaklaşmayın, yalnız bırakın
24. fî el medâciı : yataklarında
25. vadrıbû-hunne : ve onlara vurun
26. fe : bundan sonra, artık
27. in ata'ne-kum : eğer size itaat ederlerse
28. fe : bundan sonra, artık
29. lâ tebgû : aramayın
30. aleyhinne : onlara, onların üzerine (aleyhine)
31. sebîlen : bir yol
32. inne allâhe : muhakkak ki Allah
33. kâne : oldu, idi, ...dır
34. aliyyen : âli, yüce
35. kebîran : büyük

Dilimize en yakın meali ise şu şekildedir:

Erkekler, kadınların koruyup kollayıcılarıdırlar. Çünkü Allah, insanların kimini kiminden üstün kılmıştır. Bir de erkekler kendi mallarından harcamakta (ve ailenin geçimini sağlamakta)dırlar. İyi kadınlar, itaatkârdırlar. Allah’ın (kendilerini) koruması sayesinde onlar da “gayb”ı korurlar. (Evlilik yükümlülüklerini reddederek) başkaldırdıklarını gördüğünüz kadınlara öğüt verin, onları yataklarında yalnız bırakın. (Bunlar fayda vermezse,) onları dövün. Eğer itaat ederlerse, artık onların aleyhine başka bir yol aramayın. Şüphesiz Allah, çok yücedir, çok büyüktür.


Şimdi bu ayette vadribuhunne olarak geçen kısmın dövmek değilde , çıkarmak , uzaklaştırmak anlamı taşıdığını iddia eden ciddi bir kesim var , durumun onların iddia ettiği gibi olmadığını , ayetin gerçekten kadınları dövmeyi meşru kıldığını anlatacağım bu yazıda.

Öncelikle ayeti daha detaylı analiz etmeden önce , bu konuyla ilgili kilit rol oynayacak ve bu yazıda temel taşı olacak bir kavramı açıklamamız gerek .. Harfi Cer'ler ...

Harfi cer , dahil olduğu kelimin sonunu cer yapan harftir, bir ismin önüne gelerek sonunu kesra yaparlar. Harfi cerre kısaca “car”, sonu kesra olan isme de “mecrur” denir.
Bu harfler, bağlı oldukları fiil ya da fiil mânâsında olan kelimelerin mânâlarını, mecrura taşıdıklarından dolayı “izâfet harfleri” olarak da isimlendirilirler. Harfi cerlerde genel olarak izâfet bulunur. Cer etmek ise mutlaktır çünkü bu dilin bir kuraldır.

İstiare dediğimiz söz sanatı yani eğretileme Arapça da vazgeçilmez bi özelliktir bu hem içeriği zenginleştirir hemde anlatımı güçlendirir..
Ne yazık ki bu durum sürekli yanlış anlaşılmalara ve istismara maruz kalmıştır.. Örneğin ; ekseriyetle tartışılan konulardan biri olan Nisa suresi 34. ayette ki DRB fiilinin hangi anlamda kullanıldığı ile ilgili bi mutabakata varılmamıştır..

Darabe / ضرب fiilinin asıl mânası "vurmak"tır. Ancak "vurmak" mânasına gelen bir diğer kelime olan taraka / طرق fiilinden de anlam açısından üstündür. Çünkü طرق fiili çekiçle vurmak, kapıyı çalmak gibi fiillere karşılık iken, ضرب fiili konuşma sırasında yapılan vurguyu da ifade edebilir.
Bu ضرب fiili vurgulamak mânasında kullanılırsa "darb-ı mesel" (misal vurgusu) olur. Darb-ı mesel genellikle ضرب fiilinden sonra gelen مسل (misal) kelimesi ile yapılır. Ancak مسل kelimesi kullanmak yerine bir misal vermiş olmak da yeterlidir. Genelde "misal verdi, örnek verdi, benzetme yaptı, ortaya attı" gibi ifadeler ile tercüme edilir. Ayrıca meseleye vurgu mânasına geldiğinden atasözlerine de darb-ı mesel denir. Ayrıca ضرب fiili فى ('de.. mânasını veren harfi cer) ve mecrur mekân ismi ile kullanılırsa (Örneğin ضرب فى العرض / darabe fil ard, yeryüzünde vurdu dolaştı, sefere çıktı, yürüdü, gezdi) ayağını yere vurmak istiaresinden "dolaştı, sefere çıktı, yürüdü, gezdi" gibi mânalara gelebilir. Çünkü Araplara göre yürümek ayağını yere vurmaktır. Mesela طرق fiilinden türetilen طرقة / tarikât, vurulan yol, ifadesinden bunu anlamak mümkündür. (Ancak her fî cerri kullanıldığında "dolaşmak, sefere çıkmak, yürümek, gezmek" mânasına gelmeyebilir. Gayri istiari "bir şeyin içinde/bir şey sırasında/bir şey konusunda vurmak" anlamında da kullanılabilir.)

Aynı şekilde, eğer ضرب fiili عن ('den.. mânasını veren harfi cer) ile kullanılırsa, yine ayağını vurmak istiaresinden " 'den uzaklaştı" olarak anlaşılır. Ancak her ne kadar ayak vurmak ile ilgili olsa da, istiare yoluyla terk etmek, vazgeçmek ve kuşların göç etmesi gibi olayları ifade etmek için de kullanılmıştır.
Eğer ضرب fiili بين (ara|sı mânasına gelen zarf) ile kullanılırsa "araya vurdu" ifadesi "ayırdı, arasını bozdu" olarak anlaşılır. Örneğin sözlüklerde şu geçer; ضرب الدحر بيننا / darabe eddehri beyne nâ, zaman/kader aramıza vurdu zaman/kader bizi ayırdı.

Darabe fî ضرب في "...'de sefere çıktı, dolaştı, gezdi"
Darebe 'an " 'den uzaklaştı (vazgeçti/terk etti)"
Darebe beyne "arasına vurdu (ayırdı, arasını bozdu)" mânalarına gelir.

Harfi cersiz ve zarf kullanmadan da ضرب fiilinin bu mânalara gelebileceğini iddia etmek yanlıştır. Çünkü;

1- Belagat hatasına neden olur. Örneğin "'den vazgeçmek" ifadesindeki 'den ve dolayısıyla vazgeçmek anlamı عن harfi cerindedir.
2- Ayrıca darb-ı mesel için harfi cer gerekmez. Darb-ı mesel örneği vererek harfi cer gerekmediğini iddia edenlerin tek amacı yanıltmacadır, dikkat edin.
3- Bunun dışında, sadece harfi cer gerekmediğini iddia etmek de tek başına darabe fiiline darabe fî, darabe 'an ve darabe beyne mânalarını vermeye yetmez. Örneğin "Onları dolaştırdı/sefere çıkarttı/gezdirdi" mânasını vermek için, harfi cer dışında; - Mekân ismi (örneğin yol, yeryüzü vb.)
- Ettirgen fiil [Ettirgen fiil, müteaddi iken müteaddi yapma şu üç halde mümkündür;
-Fiilin aynel harfi şeddelenirse (darebe - darrebe)
-Fiil ifâl babına nakledilirse (darebe-idrib) -Ve bazı fiillerde fiilin mef'ulü harfi cer alırsa da gerekir.

Aynı şekilde ضرب بين ifadesinin "ayırdı" mânası da, beyne zarfını varsayarak elde edilemez. Çünkü;

- Beyne بين harfi cerinin muhattabı kendisine yapışan zamirdir. Yani " darabe beyne-nâ: Bizim aramıza vurdu/Bizi birbirimizden ayırdı" ya da "darabe beyne-hunne: onların arasına vurdu/Onları birbirinden ayırdı" mânası verir.
Bu kurallar ışığında ضرب fiiline çıkarmak mânasını vermeye çalışmak, fasih Arapça kurallarını bilerek görmezden gelmektir..
Peki tam olarak nedir bu harfi cerler ;
Daha öncede belirttiğim gibi yanlız başına anlam ifade etmeyen, ancak isme dahil olduklarında manaya katkıda bulununan bazı kelimelerdir..
Manaları şu şekilde ;


1. Bâ (اَلْبَاءُ) “ile” mânâsındadır. İlsâk (bağlamak, bitiştirmek) içindir.
2. Min (مِنْ) “den-dan” mânâsındadır. İbtida (başlangıç) içindir.
3. İlâ (إِلَى) “e-a” mânâsındadır. İntiha (bitiş) içindir.
4. An (عَنْ) “den-dan” mânâsındadır. Mücaveze (uzaklaşma) içindir.
5. Alâ (عَلَى) “üzerinde-üzerine” mânâsındadır. İstila içindir.
6. Lâm (لِ) “için” mânâsındadır. İstikak (hak etme) ve mülkiyet (sâhib olma) içindir.
7. Fî (فِي) içinde, de-da mânâsındadır. Zarfiyet içindir.
8. Kâf (اَلْكَافُ) “gibi” mânâsındadır. Teşbih (benzetme) içindir.
9. Hattâ (حَتَّى) “…e kadar” mânâsındadır. Gaye (sona eriş, bitiş) içindir.
10. Rubbe (رُبَّ) “nice, bazı” mânâsındadır. Taklîl ve teksîr (azlık ve çokluk) içindir.
11. Vâvul-kasem (وَاوُ الْقَسَمِ) “yemin” mânâsındadır. Yemin içindir.
12. Tâul-kasem (تَاءُ الْقَسَمِ) “yemin” mânâsındadır. Yemin içindir.
13. Hâşâ (حاَشاَ) istisna mânâsındadır. İstisna içindir.
14. Muz (مُذْ) “… den beri” mânâsındadır. Mazi zamanda başlamak içindir.
15. Munzu (مُنْذُ) “… den beri” mânâsındadır. Mazi zamanda başlamak içindir.
16. Halâ (خَلاَ) “istisna” mânâsındadır. İstisna içindir. Çoğunlukla fiil olarak gelir.
17. Adâ (عَدَا) “istisna” mânâsındadır. İstisna içindir. Çoğunlukla fiil olarak gelir.
18. Levlâ (لَوْلاَ) “olmasaydı” mânâsındadır. Kendine zamir bitiştiğinde, başka bir şeyin mevcudiyetiyle, bir şeyin mümkün olmayacağını ifâde etmek içindir.
19. Key (كَيْ) “için, niçin, neden” mânâsındadır. İstifham ما sı dâhil olunca illet içindir.
20. Lealle (لَعَلَّ) “umulur ki, belki” mânâsındadır. Ukayl kabilesinin lügatinde ümit içindir.

Bazı örneklerle gösterelim ;
1. Bâ (اَلْبَاءُ): Allâh’a inandım. / آمَنْتُ بِااللَّهِ
2. Min (مِنْ): Bütün günâhlardan tövbe ettim. / تُبْتُ مِنْ كُلِّ ذّنْبٍ
3. İlâ (إِلَى): Allâh Teâlâ’ya tövbe ettim. / تُبْتُ إلَى اللَّهِ تَعَالَى
4. An (عَنْ): Haramdan men edildim. / كُفِفْتُ عَنِ اْلحَرَامِ
5. Alâ (عَلَى): Her günahkâr üzerine tövbe etmek vâcibtir. / تَجِبُ التَّوْبَةُ عَلَى كُلِّ مُذْنِبٍ
6. Lâm (لِ): Ben Allâh Teâlâ’nın kulcağızıyım. / اَنَا عُبَيْدٌ لِلَّهِ تَعَالَى
7. Fî (فِي): İtaat eden cennettedir. / اَلْمُطِيعُ فِي اْلجَنَّةِ
8. Kâf (اَلْكَافُ): O’nun benzeri gibi hiçbir şey yoktur. / لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَيْءٌ
9. Hattâ (حَتَّى): Ölünceye kadar Allâh’u Teâlâ’ya ibâdet ederim. / اَعْبُدُ اللَّهَ تَعَالَى حَتَّى اْلمَوْتِ
10. Rubbe (رُبَّ): Nice okuyucular vardır ki Kur’ân onlara lanet eder. / رُبَّ تَالٍ يَلْعَنُهُ الْقُرْآنُ
11. Vâvul-kasem (وَاوُ الْقَسَمِ): Allâh’a yemin ederim ki asla büyük günâhları yapmayacağım. / وَاللَّهِ لَا اَفْعَلَنَّ اْلكَبائِرَ
12. Tâul-kasem (تَاءُ الْقَسَمِ): Allâh’a yemin ederim ki elbette farzları yapacağım. / تَاللَّهِ لَأَفْعَلَنَّ اْلفَرَائِضَ
13. Hâşâ (حاَشاَ): Âlim hariç, insânlar helak oldu. / هَلَكَ النَّاسُ حَاشَا اْلعَالِمِ
14. Muz (مُذْ): Buluğ günden beri yaptığım tüm günâhlara tövbe ettim. / تُبْتُ مِنْ كُلِّ ذَنْبٍ فَعَلْتُهُ مُذْ يَوْمِ اْلبُلُوغِ
15. Munzu (مُنْذُ): Buluğ gününden itibaren namaz farz olur. / تَجِبُ الصَّلَاةُ مُنْذُ يَوْمِ اْلبُلُوغِ
16. Halâ (خَلاَ): İlmiyle amel edenler hariç, âlimler helak oldu. / هَلَكَ اْلعَالِمُونَ خَلَا اْلعَامِلِ بِعِلْمِهِ
17. Adâ (عَدَا): İhlâslılar hariç, amel edenler helâk oldu. / هَلَكَ اْلعَامِلُونَ عَدَا اْلمُخْلِصِ
18. Levlâ (لَوْلاَ): Ey Allâh’ın rahmeti, sen olmasaydın elbette.
19. Key (كَيْ): Niçin/neden isyân ettin? (Keymihe = keymâ, eliften bedel he gelmiş) / كَيْمَه عَصَيْتَ
20. Lealle (لَعَلَّ): Umulur ki Allâh Teâlâ günâhımı bağışlar. / لَعَلَّ اللَّهِ تَعَالَى يَغْفِرُ ذَنْبِي

Bu harfi cerlerin üç amacı var ;
1. Harf-i cerler, mu‘râb yani i‘râb kabul eden bir ismin başına gelip sonunu cer yaparlar. Buna “lafzî i‘râb” denir. Misâlen: “ Ben Zeyd’e uğradım.” Cümlesinde ب harfi ceri, بِزَيْد kelimesinin evveline gelerek sonunu cer etmiştir.

2. Harf-i cerler, murab bir kelimenin sonunda illet harfi varsa takdiren cer yaparlar. Buna “takdiri irâb” denir. Misâlen: “رَضِيْنَا عَنْ الْقَضِى Biz kadâdan râzı olduk.” Cümlesinde عَنْ harf-i ceri, الْقَضِى kelimesinin evveline gelerek sonunu cer etmiştir.

3. Harf-i cerler, kelimenin aslında bir illet varsa mahallen cer yaparlar. Buna “mahallî irâb” denir. Misâlen: مَنْ kelimesi, mebni (irâb kabul etmeyen) bir kelimedir. Bu sebeple evveline عَلَى gibi bir harfi cerin gelmesi sonuna tesir etmez.
Harf-i Cerle İlgili Genel Cümle Örnekleri:


هَلْ ذَهَبْتِ إِلَى الْمَدْرَسَةِ ؟ Okula gittin mi?
نَعَمْ ، ذَهَبْتُ إِلَى الْمَدْرَسَةِ. Evet, okula gittim.
هَلْ ذَهَبْتُمْ إِلَى الْمَدْرَسَةِ. Okula gittiniz mi?
نَعَمْ ، ذَهَبْناَ إِلَى الْمَدْرَسَةِ. Evet, okula gittik.
ذَهَبْتُماَ إِلَى الْمَدْرَسَةِ. İkiniz okula gittiniz.
هَلْ ذَهَبْتُنَّ إِلَى الْمَدْرَسَةِ ؟ Okula gittiniz mi?
نَعَمْ ، ذَهَبْناَ إِلَى الْمَدْرَسَةِ. Evet, okula gittik.
ذَهَبْتُ إِلَى الْمَدْرَسَةِ لِلْإِمْتِحاَنِ. Okula imtihan için gittim.
ذَهَبْتُ إِلَى الْبَيْتِ لِلْإِسْتِراَحَةِ. Eve dinlenmek için gittim.
ذَهَبْتُ إِلَى الْمَسْجِدِ لِلصَّلاَةِ. Mescide namaz için gittim.
نَظَرَ التِّلْميِذُ إِلَى الصُّورَةِ. (Erkek) Öğrenci resme baktı.
نَظَرَتِ التِّلْميِذَةُ إِلَى الصُّورَةِ. (Kız) Öğrenci resme baktı.
نَظَرْتُ إِلَى الصُّورَةِ. Resme baktım.
سَبَحَ الْوَلَدُ فِي هَذاَ الشاَّطِئِ. Çocuk bu kıyıda yüzdü.
عَمِلَ خاَلِدٌ الشاَّىَ فِي الْمَطْبَخِ. Halit mutfakta çay yaptı.
قَرَأْتُ الدَّرْسَ فِي الْحَدِيقَةِ. Dersi bahçede okudum.
قَرأْناَ الْكِتاَبَ فِي الْمَكْتَبَةِ. Kitabı kütüphanede okuduk.
ذَهَبْناَ إِلَى الْمَدْرَسَةِ بِالْحاَفِلَةِ. Okula otobüsle gittik.
وَصَلَ أَحْمَدُ إِلَى الْمَطاَرِ بِالسَّياَّرَةِ.Ahmet hava alanına arabayla gitti (ulaştı, vardı).
نَزَلَ أَحْمَدُ عَنِ الْحِصَانِ. Ahmet attan indi.
رَفَعَ الْإِسلاَمُ الظُّلْمَ عَنِ الْمَرْأَةِ. İslam kadından zulmü kaldırdı.
سَأَلْتُ عَنِ الْماَلِ. Mal hakkında sordum.
سَأَلَ الطَّبِيبُ عَنِ الْمَرِيضِ. Doktor hastadan (hasta hakkında) sordu.
اَلْأُمُّ عَمِلَتِ الطَّعاَمَ فِي الْمَطْبَخِ. Anne yemeği mutfakta yaptı.
جَلَسَ مُحَمَّدٌ فِي الْبَيْتِ. Muhammed evde oturdu.
جَلَسَتْ عاَئِشَةُ فِي الْغُرْفَةِ. Aişe odada oturdu.
خَرَجَ التَّلاَمِيذُ مِنَ الصَّفِّ. Öğrenciler sınıftan çıktı.
اَلتَّلاَمِيذُ خَرَجُوا مِنَ الصَّفِّ. (aynı manada isim cümlesi)
رَفَعَ الْوَلَدُ الْحَقِيبَةَ مِنَ الْأَرْضِ. Çocuk çantayı yerden kaldırdı.
نَزَلَ الْمَطَرُ مِنَ السَّماَءِ. Gökten yağmur indi (Yağmur yağdı).
اَلْأَوْلاَدُ سَبَحُوا فِي الْمَسْبَحِ. Çocuklar havuzda yüzdü.
سَبَحَ الْخَشَبُ عَلَى الْماَءِ. Tahta suyun üzerinde yüzdü.
سَقَطَ الثَّمَرُ عَلَى الْأَرْضِ. Meyve yere (yerin üzerine) düştü.
غَضِبَ السَّيِّدُ عَلَى الْخاَدِمِ. Efendi (bey) hizmetçiye kızdı.
اَلْوَقْتُ كاَلسَّيْفِ. Vakit kılıç gibidir. اَلْعِلْمُ كَالْبَحْرِ. İlim deniz gibidir.
قَرَأْتُ كِتاَباً حَتَّى اللَّيْلِ. Geceye kadar kitap okudum.
ماَ شَرِبْتُ الشاَّىَ مُنْذُ أَمْسِ. Dünden beri çay içmedim.
كَتَبْتُ الدَّرْسَ مِنَ الصَّباَحِ حَتَّى الْمَساَءِ. Sabahtan akşama kadar ders yazdım.
ذَهَبَ عُمَرُ إِلَى الْمَلْعَبِ وَ لَعِبَ الْكُرَةَ. Ömer oyun sahasına gitti ve top oynadı.
أَكَلْتُ فيِ الْفَطوُرِ الْبَيْضَ وَشَرِبْتُ الشاَّيَ. Kahvaltıda yumurta yedim ve çay içtim.

Şimdi burada tekrar dönelim DRB fiiline ve Nisa 34. ayete ..
1400 yıldan beri DRB ضرب fiilini "darbetmek, dövmek" seklinde anlayan insanlar mi yanıldı yoksa bugünün reformistleri Arapca'yı mi katletti?

Reformist İslamcıların iddiası, DRB ضرب fiilinin Kur'an'in başka ayetlerinde "dövmek" anlamında olmadığı konusunu gündeme getirerek Nisa 34'te de "kadının dövülmesinin emredilmediğidir.

Konuyu uzatmadan sadede geçelim. Nisa 34'te geçen DRB ضرب kökenli fiilimiz "vadribuhunne واضربوهن" DRB ضرب fiilinin emir babından 3. çoğul dişil şahsa atıf. Arapça'da zamirler İngilizcede olduğu gibi eril ve dişil anlamlar ihtiva eder.

Vadribuu واضربو = Dövün (emir kipi)
hunne هن = Onlari (kadın, dişil)

Peki diğer ayetlerde ayni fiilden türetilmiş bu kelime niçin farklı anlamlara geldi de Nisa 34'te dövün anlamına geliyor? Bunun nedeni nedir?

İşte anlaşılmayan nokta bu ;
Arapça'da , yukarıda uzun uzun açıkladığımız "harf-i cerr" kuralı vardır. Bir fiilin ardından harf-i cerr gelirse, fiilin anlamı cümlenin içeriğine göre değişir. Harf-i cerr olmayan fiiller, asıl anlamlarını korurlar. DRB ضرب fiilinin asil anlamı ism-maziden DÖVDÜ'dür (Arapça'da kelime kökü her zaman mazi fiilidir)

Harfi cerlerin daha kolay anlaşılması için Türkçe'deki anlamlarıyla anlatalım;
Basitçe bizim Türkçe'deki ismin halleri ve edatlardır.

İsmin hallerinden örnekler: -e, -de, -den (İstabul-a, ev-de, kapı-dan) Edatlara örnekler: için, yakınında, üstünde (yer bildirim)

Yine yukarıda uzun uzun ve örneklerle açıkladığımız gibi Arapça'da 20 adet harf-i cerr var. Bu harf-i cerrlerden herhangi biri "fiilin sonuna gelirse" fiilde anlam kayması olur.

Simdi bunu iki ayette inceleyelim.

Nisa 34 الْمَضَاجِعِ وَاضْرِبُوهُنَّ فَإِنْ أَطَعْنَكُمْ (harf-i cerr yok, DRB asil DÖVMEK anlamındadır.
Nisa 94 يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ إِذَا ضَرَبْتُمْ فِي (ya eyyuhellezine emenu, darabtum "FI") Burada cümlede geçen "fi" فِي ismin -de halini anlatan harfi cerrdir. Darabtum=dövün anlamında iken sonuna gelen fi فِي "(sefere) çıkın" anlamı katmıştır cümleye.

Araplar için yürümek, ayağını yere vurmaktır. Hāliyle vurmak manasındaki طرق, ضرب gibi fiiller bu durumdan nasibini almış. TaRaKa fiilinden türetilmiş tarikat masdarı, kelime anlamı olarak "vurmalık, vurulan" gibi bir manāya gelse de, Araplar bunu "yol, zemin, yöntem" olarak algılar.


Nitekim yerde / zeminde vuruyorsan, yeri dövüyorsan eğer, onda yürümüş / dolaşmış olursun. DaRaBe fil ard denildiğinde, "dolaştı, yürüdü" olarak anlarsın. Ancak bu zorunlu değil, yani ب bi cerrini kullanarak vurulan bir nesne eklersen eğer, bu sefer yürümek olarak anlaşılmaz. Bunun ayrımını sadece bağlamdan yapabiliriz.. Buraya kadar, her şekilde, iki fiil de harfi cerr gerektirir, zira ilgili / bağlama kattığı manāsını harfi cerrden alır. Ama bir de ضرب fiilinin kendi manāsı bulunuyor. DRB sadece fiziksel olarak vurma manāsına gelmez, ancak soyut manāsı ise bir konuda yapılan vurguyla sınırlıdır. Araplar için bir misali darb etmek, bir konuda önemli bir noktayı zikr etmektir. Buna darb-ı mesel diyoruz. Bu fiilin kendi manāsı olduğu için zorunlu bir şey gerektirmez, ancak genellikle misal / mesel / emsal kelimeleriyle birlikte kullanılır. Onun yerine bir misal vererek de bu fiili kullanırsan manānın soyut olduğu anlaşılacaktır, robotlarla konuşmuyoruz ya nihayetinde.. "Darb-ı mesel için harf-i cerr gerekmiyorsa, darabe fiilinin "dolaşmak, yürümek" manası için de gerekmez." demek BAHANE BULMAKTIR, maalesef. Sözlük okumayı bilen biri böyle bir şey söyleyemez, zira sözlükler bile harfi cerrle müteaddi olan fiillerin usulüne göre yazılır, hangi mana için hangi cerr gerektiğini not eder.

Nisa s. 34. ayetindeki , vadribuhünne" (onlara vurun) anlamını , ayırın , ayrılın , çıkarın, şeklinde verilen mealler kur'an bütünlüğünden yoksun ve teslim olmakta zorlanan, aslında sürekli Kur'anın gerçekliğinden şüphe eden düşüncelerin bir uzantısı olarak karşımıza çıkmaktadır. "Darabe" fiiline kur'anda geçtiği ayetlerin hiçbirinde "ayırın,ayrılın,çıkarın" şeklinde bir anlam verilmediğini görüyoruz. "Çıkarın " şeklindeki mealin "yola çıkarın" şeklinde bir anlam verilmesi için ayetin "fi" harfi cerri ile birlikte kullanılması gerekmektedir , "evden çıkarın" şeklinde bir anlam verilmesi için bakara s. 240 ayetinde olduğu gibi "harace" fiilinin kullanılması gerekmektedir."İçinizden ölüp, eşler bırakacak olanlar, evlerinden çıkarılmaksızın ( ğayri ihracin), senesine kadar eşlerinin geçimini sağlayacak şeyi vasiyet etsinler; eğer çıkarlarsa(fein haracne) kendilerinin meşru olarak yaptıklarından dolayı size sorumluluk yoktur. Allah güçlüdür, Hakim'dir.

Ayrıca talak s. 1. ayetine baktığımız zaman " Ey Peygamber! Kadınları boşayacağınızda, onları, iddetlerini gözeterek boşayın ve iddeti sayın; Rabbiniz olan Allah'tan sakının; onları, apaçık bir hayasızlık yapmaları hali bir yana evlerinden çıkarmayın, onlar da çıkmasınlar. Bunlar, Allah'ın sınırlarıdır. Allah'ın sınırlarını kim aşarsa, şüphesiz, kendine yazık etmiş olur. Bilmezsin, olur ki, Allah bunun ardından bir hal meydana getirir." yazmakta ve ayette "evlerinden çıkarmayın" şeklinde meal verilen kısmın arapça metni "la tahrucuhuünne min buyutuhünne" şeklindedir . Bağlamı göz önünde bulundurmak gerekirse karı koca arasındaki bir durum için "evden çıkarma" kelimesi "darabe" fiili ile belirtilmemesi nisa s. 34. ayetindeki "vadribuhünne" kelimesinin "evden çıkarma" şeklinde anlaşılamayacağını gösterir. Nisa s. 34. ayetindeki ," vadribuhünne" (onlara vurunuz) kelimesinin " hünne" müennes zamiri ve " fe" bağlacını çıkardıktan sonra kalan kökü olan "ıdribu" kelimesine diğer ayetlerde " vurun" diye verilen meal nisa 34. ayetinde neden verilmez? bunun cevabı birkaç yönden verilebilir ama önce kur'an meali yapanların o meali yaparken bir kelimenin kur'anda nasıl ve ne şekilde geçtiği konusundaki düşüncelerini yine kur'andan almaları gerekir. Özellikle Nisa s. 34. ayeti etrafında yoğunlaşan meallerdeki kaygı " alem ne der" mantığı üzerine kurulmuş bir mantık olarak karşımıza çıkar.İşte bu yüzden bu tür reformistler , bi çok âlim tarafından " Kur'ana teslim olmak yerine , kur'anı teslim almaya kalkan bazı düşünce sahipleri " diye eleştirilir.. Allah'ın ne dediğinden çok başkalarının ne dediği üzerinden Kur'anı anlama veya eziklik psikolojisi içinde kur'an yaklaşmaları kur'an metninin izin vermediği anlamalara kadar varmaktadır diye de eleştiri getirirler..

"Ayrılın,çıkarın,yola koyun" şeklinde verilen mealleri ayet bütünlüğünde okuduğumuz zaman, ayetin devamındaki " Size itaat ediyorlarsa aleyhlerine yol aramayın" cümlesini nasıl uygulama imkanı olabilir? çünkü kadının evden çıkarıldıktan sonra kocası ile birlikte bir çatı altında olamaması ona nasıl itaat etme imkanı sağlayabilir?. Saliha bir kadın kendisine vurulmaya kadar varacak bir nüşuz halinde olması ve neticede eşi tarafından dövülmesi kendisi için aşağılatıcı bir durumdur, bu duruma hiçbir kadın düşmek istemez. Ayetin başındaki ," Allah'ın kimini kimine üstün kılmasından ötürü ve erkeklerin, mallarından sarf etmelerinden dolayı erkekler kadınlar üzerine hakimdirler." cümlesi gereğince evin reisi olan erkek ev halkını idare etmekle yükümlü olduğu için kadın erkeğin bu vazifesine karşı itaat etmekle yükümlüdür. Günümüzün şartları gereği iş hayatı içinde olan kadında eşi kadar maddi bir kazanç elde ettiğinden dolayı "kadın erkek eşitliği" kavramı konuşulmaya başladığı için kur'an ayetlerinin bu hükmü pek hoşa gitmez. Kur'ana teslim olan salih erkek , Allah bana böyle bir yetki vermiş diyerek bu yetkisini her zaman kullanmak durumunda olmadığı gibi, saliha bir kadında kendisi için aşağılatıcı olan bu duruma düşmemek için erkeğe itaat etmek mecburiyetindedir Kur'an eksenli düşününce...

Vadribuhünne" kelimesine "ayırmak" şeklinde anlam verenler farkında değiller mi acaba ,aynı surenin ,"Ayrılırlarsa, Allah her birini nimetinin genişliğiyle yoksulluktan kurtarır, Allah her şeyi kaplayandır. Hakim'dir." şeklindeki 130. ayetindeki "ayrılmak" şeklinde meal verilen kelimenin orijinal metni"yeteferreka" dır .. Ayetin konusu dikkat edileceği üzere 34. ayette olduğu gibi karı koca geçimsizliğinin çözümü üzerinedir. 34. ayetteki "vadribuhünne" ile 130. ayetteki "yeteferreka" kelimesine aynı anlamı vermek 34. ayeti ön kabulü olarak okumak sonucundan olsa gerek.

Nisa s. 34. ayetindeki "vadribuhünne" kelimesi insanlar istese de istemese de , hoşlarına gitse de gitmese de "onlara vurun" anlamına gelmektedir. Müslümanların Allah'ın kitabına olan teslim olma mecburiyeti ayetleri kur'an dışı düşünceler doğrultusunda değil , kur'an doğrultusunda anlamalarını gerektirir. Başkalarının , sizin kitabınızda kadınları dövün emri benim hoşuma gitmedi" demesi sizin o ayeti onların isteği doğrultusunda yorumlamanızı kesinlikle gerektirmez. Kadınlara vurma emri , boşanma emri gibi gerektiği yerde kullanılması gereken bir emir olup ," günde 3 öğün kadının ağzını burnunu kırın" şeklinde de anlaşılmaması gerekir tabi ki.

Sonuç olarak, Bakara s. 73. ayeti ve Nisa s. 34 . ayetlerinde görmüş olduğumuz üzere bir kelimeyi konulduğu yerden oynatarak kuran dışı düşünceler ışığında anlamaya çalışmak kur'anın kendi içindeki otokontrol mekanizması tarafından dışarı atılmaktadır. Bazılarına şirin görünmek gibi bir kaygısı olmayan , gerçeği olduğu gibi gören Müslümanları , her ayeti eğip bükerek bilimsel ve modern kılıflara sokmaya çalışan reformist Müslümanlara göre daha fazla önemsiyorum..
Her daim umut ve sevgiyle kalın dostlar.

Yazan: Gregoire de Fronsac

KUR-AN AYETLERİNİN KAYNAĞI İSLÂM ÖNCESİ ŞİİRLER

AY, din, islamiyet, Kuran ve Kuss bin saide, Kuranın kaynağı şiirler, Muhammed Kuss bin saidenin şiirlerini,Hz Muhammed,Kuss bin saidenin şirrleri Kur-an'a giriyor,Kuran ve şiir
Kuss bin Saide
Bir gün, şair Kuss bin Saide'nin bağlı olduğu kabileden bir heyet Muhammed'in yanına gelir. Kendisi sorar, 'Kuss b. Saide'ye ne oldu?' Onlar, vefat elti diyorlar. Bunun üzerine Muhammed onunla ilgili bir anısını anlatmaya başlar. Bir gün ben onu Ukaz panayırında gördüm, kırmızı bir deve üzerindeydi ve halka hitaben çok hararetli, ilginç bir konuşma yaptı. Onun o günkü konuşmasını hiç unutamıyorum. (Burada şu notu da ekleyelim ki, şair Kuss b. Saide miladi 600'de vefat ederken henüz Muhammed peygamberlik iddiasında bulunmamıştı; bundan on yıl sonra peygamber oluyor.)

Muhammed Kuss'la ilgili gördüklerine devam ediyor: Kuss, konuşmasının başında, giden bir daha gelmiyor, yaratılması gereken de sürekli yaratılıyor. Gidenler halinden memnunlar mı ki sesleri çıkmıyor veya unutuldular mı bilemiyorum, diyor. Kuss'un, gökte haber var, yerde ibret var sözünden sonra, Muhammed onun bazı önemli açıklamalarını o gelen heyete anlatıyor.
Bu konuşmada geçen bazı cümleleri Kur'an ayetleriyle karşılaştıralım:

Kuss tanrıyı tanıtırken, 'Öyle bir Allah ki erkekle kadını yarattı' diyor. Aynı cümle . Leyl suresi üçüncü ayet olarak Kur'an'da karşımıza çıkıyor. Yine, 'her canlı ölümü tadacaktır' cümlesini kullanıyor o panayır konuşmasında. Bu konuya da Kur'an'da birkaç surede yer veriliyor, işleniyor. Kuss, 'Akan nehirler'terimini kullanıyor. Kur'an'da da cennet tanıtılırken, 'Altlarından ırmaklar akan cennetler' deniliyor, Kur'an'da Arapçası, "Fecri inin tahtihel enhar' kalıbındadır. Kuss ise, 'linharün mecriyye' kalıbını kullanıyor. Sonuçla değişen bir şey yok: Eş anlamlı iki cümle. Kuss konuşmasında dağları işlerken, 'Dünyanın sallanmaması için bir nevi kazık görevini gören dağlar' diyor. Bu da defalarca Kur'an'da işleniyor. 'Ölçtüğünüz /.aman taslamam ölçün ve doğru terazi ile tartın' diyor Kuss. Aynı cümle olduğu gibi Kur'an'da da yer alıyor.

Kuss konuşmasında gökle ilgili bilgi verirken 'Ve Sakl'inmerfu' diyor. Yani gökyüzünün korunmuş bir tavan gibi yaratıldığını belirtiyor. Bu tür cümleye de Kur'an'da iki surede yer veriliyor. Kuss, "Ve eşreketi-l Ardii"diyor. Yani yeryüzünün aydınlanmasından söz ediyor. Aynı cümle aynı kelimelerle Kur'an'da yer buluyor. İnsanların ahiretteki durumlarıyla ilgili de, 'Ferikim li-l cenneti ve ferikti'm fi-s'Sair'; yani, bir kısım insanlar cennette, bir kısmı da cehennemdedir, diyor. Bu ifade de hiç değişikliğe uğramadan, Kur'an'da yer alıyor. Kur'an'da Leyi suresi var. Leyi gece demek ve bir surenin başında bu kelime geçtiği için o bölüme de ad olmuş. Hemen ilk başta "And olsun bürüdüğü zaman geceye"deniyor. Aynı cümle Kuss'un o günkü konuşmasında da geçiyor. Kur'an'da deniliyor ki, 'İnsanlar yıldızlarla yollarını bulurlar'. Aynı cümle Kuss'un o günkü konuşmasında var. Üstelik bunları anlatan da Muhammed'in kendisidir.

Kuss, 'Burçlar sahibi gökler' cümlesini kullanıyor. Kur'an'da aynı cümleye üç surede yer veriliyor. Kur'an'da 'Sema-i Zati-I buruc' şeklinde geçerken, Kuss, 'Sama'ün Zat-ü cbrac' diyor ki, anlamlan aynı. Kuss o konuşmasında kıyamet günü üfürülecek bir borudan söz ederken şu Arapça cümleyi kullanıyor: 'nül'iha fi-s-suri, nü-Qiıe l'i-n-nakuı: 'Aynı kelime kalıbı hiçbir değişiklik yapılmadan Kur'an'da da yer alıyor. Kuss konuşmasının bir yerinde, dünyayı beşik gibi tanıtıyor. Dünyanın bu şekilde tanımlanması Kur'an'da iki surede yer alıyor. Kuss, 'Andolsun ki siz kıyamet günü teke tek haşr olunacaksınız' diyor. Bu da Kur'an'da yer alıyor. Konuşmasında tanrıyı tanıtırken, 'O bir tanedir, ne doğurmuştur, ne de doğrulmamıştır' diyor. Bu da İhlâs suresinde yerini buluyor. Yine yaratıcıyla ilgili, 'Rabbii-1 ahiret-i be-1 ula' diyor. Yani hem ahiret, hem dünyanın rabbidir, diyor. Bu da değişikliğe uğramadan Kur'an'da yer alıyor. Muhammed, Kuss'un bu konuşmasını gelen o heyetin huzurunda anlatıyor. Bu bir örnektir.

Eğer Kuss'un tüm şiirleri ortaya konup da bir karşılaştırma yapılırsa eminim ki daha ilginç anlatımlar da bulunacaktır. Bu anlattıklarımı, Kur'an üzerinde tefsir yazan, aynı zamanda tarihçi olan İbn-i Kesir (h. 774. ö) yazıyor. Kitabı tahkik eden kişi, ayrıca birçok yazarın da bunları işlediğini ekliyor ve kaynaklarını sayfalarıyla birlikte yazıyor. Peki, Kuss'un bunları anlatmaktan amacı neydi? Kuss Hristiyan'dı; ancak arayışlar içindeydi, yeni bir din peşindeydi. Daha doğrusu, ben peygamberim, bana vahiy geldi demeye hazırlanıyordu. Ancak yaşlıydı, ömrü buna yetmedi. Demek ki o zaman ben peygamberim fikri bir kültür gibiydi. Bunu iyi yürüten, başaran kendini ilan ederdi. Hep söylüyorum; Müseyleme ve Tuleyha gibileri de o dönem peygamberliğini ilan edenler arasındaydı. İşte bu yüzden, Muhammed için Kuss, Ümeyye, İmr-ül Kays gibi şairler önemli birer ilham kaynağı olmuşlardır. Bunlar varken Muhammed henüz peygamber olmamıştı. Daha sonra peygamberliğini açıklayınca, bakıyoruz
Kuss'un bu bilgileri Mekke'de oluşan ayetlerde de yer alıyor.

Kaynaklar:
  • Süyuti, Dürrü-1 Mensur. A'raf suresi, 175. ayet. 
  • Kurtubi tefsiri, Şuan ı suresi, 224 . ayet. 
  • Müslim, Şiir bölümü , no: 225.5. 
  • İbn-i Abdi-I Bcr, Istiab, Faria b. Ebi salt kısmında , no: 4049 . 
  • İbn-i Asakir, Tarih-ü Mcdinct- i Dımaşk , 9/25 5 v e sonrası. 
  • İbn-i! Cevzi, el-Müntazam' ü fi-t-Tarih, 3. eilt. Ben i Kaynuk a baslığı altında. 
  • Askalani, İsabe, no : 522 . Ümeyy e b . Ebi Sait md . 5 6 
  • Al-i İmran 185, Enbiy a 35 , Kasa s 8 8 v e Ankebu t 57 .
  • Kch f suresi, 35 . 
  • Enbiy a 32 v e Tu r 5. 
  • Zünıe r suresi 69 . 
  • Şura suresi, 7.

CAVE OF TREASURES VE KUR-AN'IN CİN, ŞEYTAN MOTİF BENZERLİKLERİ


din, HC, sizden gelenler, The Book of Cave of Treasure, Kuran ve Cave of Treasure benzerliği,Cin,Şeytan,Kuran ve Cave of treasure'de cin-şeytan, islamiyet, Düşmüş melekler,Ateşten yaratılış
SÜRYANİCE YAZILMIŞ "CAVE OF TREASURES" VE KURAN'I KERİM'İN CİN, DEMON, İBLİS, ŞEYTAN MOTİFLERİ ARASINDAKİ BENZERLİKLER

Kuran'da İblis'in isyan etmesi hikayesi , Hanokik efsanelerdeki''düşmüş melekler'' mitlerinin (bkz: apokrif Hanok'un Kitabı temelli) diğer geç antik çağ metinleri gibi geriye yansıtılmış bir şeklidir. Yani Hanokik mitlerde zamanın başlangıcında değil, yaklaşık Nuh zamanında gerçekleşen ve insan kızlarıyla-Tanrı'nın oğullarının evlenmesiyle sonuçlanan ''düşmüş melekler'' motifi Kuran'da ve çağdaşı diğer geç antik çağ metinlerinde geriye yansıtılarak zamanın başlangıcına şeytan ile Tanrı'nın sürtüştüğü ilk ana konumlandırılmıştır.

Bu geç antik çağ metinlerinden en önemlilerinden biri olan Cave of Treasures (4-6. Yüzyıl) ile Kuran arasındaki önemli bir diğer benzerlik ise İblis'in yani şeytanın hem melek hem de cin olarak anlatılması ile ilgilidir. Bu metinde şeytan ilk önce Tanrı'ya karşı isyan eden ''düşük seviyeli meleklerin başı'' olarak nitelendirilir. Metin bize aynı zamanda bu meleklerin ''cennetten düşen demonlar (kötü ruhlar/cinler) '' grubundan olduğu bilgisini verir.

Bu metinle Kuran'ın şeytanı veya cinleri tanımlarken örtüştüğü diğer bir nokta onların ''ateşten yaratıldığı''dır. Yani 2 metin hem çelişkili cinler (demonlar) ve şeytan tanımında hem de onların yaratıldığı madde tanımında özdeştir. Ayrıca 2 metinde de Kehf Suresi 50. ayette olduğu gibi bu düşük seviyeli varlıklardan biri olan şeytanın daha Adem'e secde etmeyi reddetmeden yani isyan etmeden önce ''demon'' ya da ''cin'' olarak tanımlanır, yani 2 metinde de bu gruptaki varlıklar isyanlarından önce ayrı bir gruptular ve ikircikli bir tanımlamaya sahiptirler.

Onlar hem demonik / cin karakterde hem de düşük sınıflı melek yapısındaydılar. Ayrıca son olarak Cave of Treasures'ın yazarı gibi Kuran da Hanokik mitlerde yer alan ''düşmüş meleklerin'' kökenine yönelik alternatif açıklamaları reddeder.

(Nuh zamanındaki düşüş miti Tevrat: Yaratılış 6:1-4'te izleri bulunur yazının başında bahsettim.)

Kaynak metin özetlenmiştir. Cave of Treasures'i ingilizce dilinde detaylıca okuyup incelemek için buraya tıklayabilirsiniz.
Kaynak: Cave of Treasure

SİZDEN GELENLER | Yazan: A-gnostik

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)

ŞEFAAT NEDİR?

K,din, islamiyet, Şefaat nedir?,İslamda şefaat,Cennete adam sokmaya yetkili,Şefaatçi,Kimler şefaatçi olabilir,Kur-an'da şefaat, Kuran çelişkileri, Şefaat var mı?,Allah adam kayırır mı?,


ŞEFAAT NEDİR?


Şefaat son zamanların en tartışılan konularından biri haline gelmiştir. Ama bu konunun tartışılması din tüccarlarının işini bozduğundan bu tartışmayı durdurmak için her tür çabayı sarf ediyorlar.  Maalesef şefaat konusu insanları sömürmek için sıklıkla kullanılan bir şeydir. Peki bu sömürme nasıl yapılıyor? Önce insanlara Allah'ın gazap ettiği ve öfkelendiği anlatılır sonra ortaya bir evliya koyulup aracı yapılarak Allah'tan bağışlanma dilenir. Tabi bide bunun zekat sadaka vereceksin diyerek maddi yönden sömürme olayı var. Düşünme kabiliyetini yitirmiş insanlarda cehennemde yanmamak için bu şefaatçileri vasıta yaparak Allah'tan bağışlanma ister. Günümüz Sünni dünyası ilk önce Şia'ların şefaat konusunu eleştirmelerine rağmen sonradan bu işte çok para olduğunu gördüler ve bunu kendi inançlarında kullanmaya başladılar. Şia'ların kutsal saydıkları 12 imamın kabirlerini ziyaret ederek onları Allah'la aralarında şefaatçiler edinmeleri ilk başta Sünni dünyasında Allah'a ortak koşma olarak görülüyordu. Şimdilik bu tutum yalnız radikal İslamcılar olan vahabi kesiminde hala kalmakta ama asıl Sünniler artık bunu kafirlik olarak görmüyorlar çünkü kendileri de ölmüş insanları Allah'la aralarında vasıta yaptılar. Şimdi bu yazıda şefaatin ne kadar  doğru anlaşıldığını tartışacağım.

İlk önce şefaat sözünün anlamına bakalım. Şefaat sözü Arapça'da 'çift' anlamına gelen 'şef' (شفع) kökünden türemiştir. Manası 'bir şeyi ikileme-çiftleme'dir. Kuranın tümünü göz önünde bulundurarak baktığımızda şefaatin yanlış yorumlandığını ve yanlış anlaşıldığını görmekteyiz. Müslümanlar şefaatin Allah yanında daha üstün olan birinin (misal peygamberler, evliyalar) bir günahkarı cehennemden kurtarması olarak kabul ediliyor. Oysa bu Kurana taban tabana zıttır. Çünkü Kur-an'a göre Allah'ın hakkında cehennem kararı vermiş olduğu birini kurtarmaya kimsenin gücü yetmez.

39/ZUMER-19: (Resûlum!) Hakkında azap hükmü gerçekleşmiş kimseyi ve ateşte olanı sen mi kurtaracaksın!

Ayette açık bir şekilde azap verilecek bir insanı kiminse kurtarmaya gücünün yetmeyeceğini anlatıyor. Buna peygamberler bile dahil. Çünkü başka bir ayette Muhammed'e hitap ederek 70 defa bile dua etsen onları affetmem diyor.

9/TEVBE-80 (Diyanet İşleri): "Onlar için ister bağışlanma dile, ister dileme (fark etmez.) Onlar için yetmiş kez bağışlanma dilesen de, Allah onları asla affetmeyecektir."

Şimdi Muhammedin bile birini cehennemden kurtaracak gücü yoksa o zaman ondan mevkice daha altta olan bir evliya bunu nasıl yapa bilir? Eyer Müslümanların dediği gibi şefaat birini cehennemden kurtarmaksa o zaman Allah'ın adil sıfatı şüphe altına girer. Bunu iyi anlamamız için bir misal vereyim.


Kendinizi bir sınavda düşünün. 30 kişilik bir sınıf odasında hayatınızın en önemli sınavına girdiniz. Sınavın gidişatını izleyen hocalar bu otuz kişinin içinden birini başbakan seçtirmiş diye kayırıyor. Ona kopya çekmeye izin veriyor. Bu durumda ne yapardınız? Sınavın adil olduğuna mı inanırdınız yoksa protestomu ederdiniz? Aynı şey şefaat içinde geçerli. Misal mahşer günü geldi yetişti hepiniz kabirlerden dirilip sorgu sual için Allah'ın huzuruna toplandınız. Senin şefaatçin yok ve sen günahlarından dolayı cehennem ateşine atıldın. Ama İsmail ağa cemaatinden biri seninle aynı günahları işlemesine rağmen Mahmud efendinin şefaati ile cennete hurilerin yanına gönderildi. Bu ne kadar adil olabilir ki? Oysa Allah hiç kimseye ayrımcılık yapmayacağını ve hiç kimseyi kayırmayacağını söylüyor Kur-an'da.

21/ENBİYA-47 (Diyanet İşleri): "Kıyamet günü için adalet terazileri kuracağız. Öyle ki hiçbir kimseye zerre kadar zulüm edilmeyecek. (Yapılan iş) bir hardal tanesi ağırlığınca da olsa, onu getirip ortaya koyacağız. Hesap görücü olarak biz yeteriz."

Şimdi gelelim şefaatin asıl anlamına. Kuranda şefaat yapa bilecek çok az sayıda varlık ismi geçiyor.
19/MERYEM-87 (Diyanet İşleri): "Rahmân’ın katında söz almış olanlardan başkaları şefaat hakkına sahip olmayacaklardır."

Ayet açık bir şekilde Allah'ın katında söz alan kimselerin şefaat edebileceğini söylüyor. Peki bu söz alacak kişiler kimlerdir. Geleneksel dinciler bu kişilerin peygamberler  ve Allah'a imanında başkalarından seçilen yani Allah'a daha yakın olan kimseler olduğunu savunuyorlar. Kuranda şefaat edecek kişilerin imanlı insanlar olacağını söylüyor.

43/ZUHRÛF-86: "Allah’ı bırakıp da taptıkları putlar, şefaat edemezler. Ancak bilerek hakka şahitlik edenler bunun dışındadır."

Peki bu insanlar Allah katında söz alarak cehenneme gedecek olan birini mi kurtaracak yoksa başka bir şey mi?  Yukarıda yazdığımız ayette(Tevbe 80, Zumer 19) bu şefaatin cehennemlik birini kurtarmak olmayacağı net bir şekilde gözüküyor.

Öyleyse şefaat nedir?
Şefaat bir duadır. Yani her mümin kendini dua ederken başkalarınında bağışlanması için dua etmelidir. Ancak yinede o kişinin bağışlanıp bağışlanmaması Allah'ın bileceği bir iştir. Din tüccarlarının dediği gibi bu evliya sana şefaat edecek seni cehennemden kurtaracak diye bir şey söz konusu değildir.

47/MUHAMMED-19 (Diyanet İşleri): "Bil ki Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur. Hem kendinin, hem de inanmış erkek ve kadınların günahlarının bağışlanmasını dile!"

Bu konuda dikkat çeken ve en enteresan olan şeylerden biride Müslümanların kiliselerin Hristiyan insanlara para karşılığı cennetten arsa satmasını eleştirdiği halde  bu evliyaların onları cehennemden kurtaracağına inanmalarıdır. Biraz düşünseler papazların yaptıklarıyla hiç bir fark olmadığını görecekler ama düşünmüyorlar. Çünkü papazlar da insanları cennete yerleştirebileceğini iddia ediyorlar evliyalar da. Her ikisi de günahları olduğu halde Allah katında o insanların bağışlanmasını sağlayarak cennete sokacaklarını iddia ediyorlar.  Tabi bunu kendileri yapmıyor onlar adına yapanlar var yani velileri. Bunun için biz dine bir şirket olarak bakıyoruz.

K,din, islamiyet, Şefaat nedir?,İslamda şefaat,Cennete adam sokmaya yetkili,Şefaatçi,Kimler şefaatçi olabilir,Kur-an'da şefaat, Kuran çelişkileri, Şefaat var mı?,Allah adam kayırır mı?,
Hemde karı büyük ve her zaman müşterisi olan bir şirket. Çünkü çocukluğundan beri Allah'la cehennemle korkutularak büyüyen biri cennete gitmek için tüm söylenenleri yapmaya hazır. Hele bunu söyleyen Allah dostu ismi takılmış biriyse cenneti kazandığına kesin gözüyle bakar.  Ne yazık ki insanlar bu evliyaların kendilerinin sonunun nasıl olacağını bilmediklerini unutuyorlar.

27/NEML-65: De ki: “Göktekiler ve yerdekiler gaybı bilemezler, ancak Allah bilir. Onlar öldükten sonra ne zaman diriltileceklerinin de farkında değildirler.”

Din ismindeki saçmalıktan kurtarın kendinizi yada en azından din tüccarlarının kurduğu bu şirketten. Çünkü bu şirketin (cemaatlerin) üyesi olarak Allah'a şerikler koşmuş oluyorsunuz bununla da Kur-an'ın Müşrik ismi verdiği insan grubuna dahil olmuş oluyorsunuz. O grubun üyelerini ise bin tane peygamber bile kurtaramaz çünkü Kur-an onların sorgusuz sualsiz cehenneme atılacağını açık bir şekilde beyan ediyor.

4/NİSÂ-48: "Şüphesiz Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz. Bunun dışında kalan (günah)ları ise dilediği kimseler için bağışlar. Allah'a şirk koşan kimse, şüphesiz büyük bir günah işleyerek iftira etmiş olur."
Aklınızı kullanın.

Yazan: Kirpi