HABERLER
Dini Haber
A etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
A etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

TANRIÇA NÜGÜA VE İNSANIN YARATILIŞI

Hazırlayan: A.Kara


ÇİN'İN YARATICI TANRIÇASI NÜGÜA (NÜWA / NÜGUA)


Nügua şeklinde de okunan Çin mitolojisinin ana tanrıçası Nüwa, imparator-tanrı Fuxi'nin kız kardeşi ve karısıdır. Kendisi de eşi de yarı yılandır. İnsanlığı yaratması ve Cennetin (göğün) Sütunu'nu onarması ile tanınır. [1]

Huainanzi, Nüwa'yı Cennet ve Dünya'nın bozulduğu zamanla ilişkilendirir:
Daha eski zamanlara dönersek dört sütun kırılmıştır ve dokuz vilayet perişan haldedir. Gökyüzü dünyayı tamamen örtmez ve yerüzü gökyüzünü baştan sona üzerinde tutamaz. Yangınlar kontrolden çıkar ve söndürülemez. Su büyük genişlikte alan kaplar ve geri çekilemez. Vahşi hayvanlar masum insanları yer, yırtıcı kuşlar yaşlıları ve zayıfları kapar. Bunun üzerine Nüwa, masmavi gökyüzünü onarmak için beş renkli taşı eritir ve büyük kaplumbağanın bacaklarını göğü destekleyecek dört sütun olarak keser.
Beş renkli taşlar beş Çin elementi olan odun, ateş, toprak, metal ve suyu simgeler. İnanışa göre suyun özü siyah ejderha olduğundan sık sık sellere neden olur. [3]
Nügüa, Ji eyaletine rahatlık sağlamak için siyah ejderhayı öldürür. Kabaran suları durdurmak için saz ve küller yığar. Mavi gökyüzü onarılır ve kaplumbağa bacağından dört sütun ile desteklenir. Kabaran sular boşaltılır, haşeratlar öldürülür ve suçsuz insanların yaşamları korunur ve böylece Ji eyaletine huzur gelir. [2] [a]

Nüwa'nın düzelttiği bu felaketlerin Gonggong ve Zhuanxu arasındaki savaştan kaynaklandığı tahmin edilir [b] 
Bu durumdan Huainanzi'de şöyle bahsedilir:
Yenilgisini kabullenemeyen Gong Gong kasıtlı olarak kafasını dört sütundan biri olan Buzhou Dağı'na vurur. Gökyüzünün yarısı düşerek büyük bir boşluk yaratır ve yeryüzü çatlar. Gökyüzü kuzeybatıya yükselirken dünyanın ekseni mundi güneydoğuya doğru eğilir. İnanışa göre Çin'in batı bölgesinin doğudan daha yüksek olmasının ve nehirlerinin çoğunun güneydoğuya doğru akmasının nedeni de budur. Aynı açıklama kuzeybatıya hareket eden güneş, ay ve yıldızlar için de geçerlidir. Gökyüzü zarar gördükten sonra başlayan orman yangınları vahşi hayvanları çıldırtınca masum insanlara saldırırlar. Bu sırada göğün yarısının düşerek çatlattığı yeryüzündeki yarıklardan dışarı çıkan sular yavaşlamak bilmemektedir. [9]

Nüwa yarattığı insanlara acıyarak gökyüzünü onarmaya çalışır. Nehir yatağından kırmızı, sarı, mavi, siyah ve beyaz olmak üzere beş renkli taş toplar, onları eritir ve gökyüzünü yamamak için kullanır. O zamandan beri gökyüzü (bulutlar) renklidir. Daha sonra bazı anlatılarda adı Ao olarak geçen dev bir kaplumbağayı öldürür ve gökyüzünü desteklemesi için yeni sütunlar olarak kullanmak üzere yaratığın dört bacağını keser. Ancak Nüwa bunu kusursuz bir şekilde yapamayınca bacakların eşit olmayan uzunluklarından dolayı gökyüzü eğilir. İş bittikten sonra vahşi hayvanları uzaklaştırır, yangını söndürür ve yanan sazlıklardan gelen büyük miktarda kül ile selleri kontrol altına alır. Böylece dünya eskisi gibi barışçıl, yaşanabilir hale gelir. [9] [10]

Bunu takiben Huainanzi, bilge hükümdarlar Nüwa ve Fuxi'nin Yolu (道) ve onun gücünü (德) izleyerek krallık üzerinde nasıl bir düzen oluşturduğunu anlatır. [2]

Savaşan Devletler dönemi ile Han Hanedanlığı arasında tarihlenen Dağlar ve Denizler Klasiği, Nüwa'nın bağırsaklarının on ruha dağılmış olduğunu anlatır. [4]

MÖ 340 - 278'lere ait olan Chu'nun Şarkıları'nın 3.Bölümündeki "Cennete Sormak" (Çince: 问 天) adlı şiirde yazar Qu Yuan, Nüwa'nın sarı topraktan figürler kalıba dökerek onlara hayat ve çocuk doğurma yeteneği verdiğini yazar. İblisler savaşıp gökyüzünün sütunlarını kırdıktan sonra Nüwa hasarı gidermek için durmaksızın çalışır ve gökyüzünü onarmak için beş farklı renkli taş eritir.

MS 58 - 147 arasında yazılmış olan Çin'in en eski sözlüğü Shuowen Jiezi'de, Nüwa'nın hakkında yazan Xu Shen, onu Fuxi'nin hem kız kardeşi hem de karısı olarak tanımlar. Nüwa ve Fuxi, Jiaxiang şehrinde yer alan Shandong eyaletindeki Wuliang Tapınağı'ndaki Doğu Han Hanedanlığına ait bir duvar resminde yılan benzeri kuyruklara sahip olarak resmedilmiştir.

Çin mitolojik ögelerinden bahsedilen Duyi Zhi (獨 異 志; c. 846 - 874 AD), adlı eserin 3.cildinde yazar Li Rong şunları yazmıştır:
Uzun zaman önce dünya ilk var olduğunda iki kişi vardı: Nü Kua ve ağabeyi. K'un-lun Dağı'nda yaşadılar ve dünyada henüz sıradan insanlar yoktu. Birbirlerine karı koca olmaktan bahsettiler ama utandılar. Böylece kardeş hemen kız kardeşi ile K'un-lun Dağı'na çıktı ve şöyle dua etti: "Ey Tanrım, eğer bizlere karı koca olarak iki başka kadın ve erkek gönderirsen o zaman tüm buğulu buharı topla. Göndermezsen o zaman tüm puslu buharı dağıt." Bunun üzerine puslu buhar hemen toplandı. Kız kardeş erkek kardeşiyle yakınlaştığında yüzlerini perdelemek için çimleri örerek yelpaze yaptılar. Bugün bile bir adam bir eş aldığında uzun zaman önce olanların bir sembolü olarak ellerinde yelpaze tutarlar. [5]

Nüwa, Ming hanedanlığının ünlü romanı Fengshen Bang'de de yer alır. Bu romanda belirtildiği üzere Nüwa Yeşim İmparatorunun kızı olduğu için Xia Hanedanlığı zamanından beri büyük saygı görür ve ondan sık sık "Yılan Tanrıçası" olarak bahsedilir. Shang Hanedanlığı yaratıldıktan sonra Nüwa hanedanlığı ara sıra yağan yağmurlardan korumak ve iyileştirici nitelikler sağlamak için beş adet renkli taş yaratır. Bir süre sonra Shang Rong derin bir saygı göstergesi olarak Shang Kralı Zhou'dan onu ziyaret etmesini ister. Ziyarete giden Zhou ışık perdesinin arkasında oturan güzel tanrıça Nüwa'yı tamamen görünce şehvete kapılır ve yakınındaki duvara küçük bir şiir yazarak vedalaşır. Daha sonra Nüwa, Sarı İmparator'u ziyaret ettikten sonra tapınağına döndüğünde Zhou'nun sözlerinin iğrençliğini görür. Öfkelenir ve Shang Hanedanı'nın suçunun karşılığını alacağı üzerine yemin eder. Nüwa kralı öldürmek için yerinden yükselerek saraya çıkar ancak aniden iki büyük kırmızı ışık huzmesi tarafından vurulur.

Nüwa, Kral Zhou'nun kaderinde krallığı yirmi altı yıl daha yönetmek olduğunu fark ettikten sonra üç astını çağırır. Bunlar: Bin Yıllık Vixen (daha sonra Daji oldu), Yeşim Pipa ve Dokuz Başlı Sülün'dür. Nüwa onlara "Cheng Tang'ın altı yüz yıl önce kazandığı şans azalıyor. Size herkesin kaderini belirleyen göklerin yeni bir görevinden bahsediyorum. Üçünüz Kral Zhou'un sarayına girecek ve onu büyüleyeceksiniz. Ne yaparsanız yapın, kimseye zarar vermeyin. Eğer buyruğumu yerine getirirseniz ve bunu iyi yaparsanız insan olarak reenkarne olmanıza izin verilecek." Bu sözlerinden sonra Nüwa'dan bir daha hiç haber alınmadı ancak yine de Shang Hanedanı'nın düşüşe geçmesinde önemli ve dolaylı bir faktör oldu.

Efsaneye göre Nüwa insanlığı zamanla daha derinden hissettiği yalnızlık hissi nedeniyle yaratmıştır (tıpkı "Allah insanı bilinmek istediği için yarattı" görüşü gibi). Bazı efsanelerde sarı toprağı, bazılarında ise sarı kili biçimlendirerek onlara insan biçimi vererek insanı yaratır. Bu bireyler daha sonra toplumun zengin soyluları olurlar çünkü bizzat Nüwa'nın kendi elleriyle yaratılmışlardır. Bunların dışında insanların büyük kısmı Nüwa onları daha seri şekilde yaratmak istediği için çamura batırdığı ipi kullanır çünkü her insanı tek tek el ile yaratmak fazla zaman ve enerji tüketir. Anlaşıldığı üzre bu yaratılış hikayesi antik Çin'deki sosyal hiyerarşi hakkında etyolojik bilgiler verir.
Soylular insanlığın kitlesel olarak üretilen çoğunluğundan daha önemli olduklarına inanıyordu çünkü Nüwa onları yaratmak için zaman ve emek harcamış, en önemlisi de onlara doğrudan kendi eliyle dokunmuştu. [6]
İnsanlığın yaratılışının başka bir versiyonunda Nüwa ve Fuxi büyük bir selden kurtulurlar. Cennetin Tanrısının emriyle evlenirler ve Nüwa bir et yumağı doğurur. Daha sonra bu et topu küçük parçalara bölünür ve bu parçalar dünyanın dört bir yanına dağılınca insanoğlu var olur. [7]

Evlilik olgusunu doğuran şeyin Nüwa'nın kendinden 3 ay önce doğan abisi Fuxi ile evlenmesi olduğu da inanışlar arasındadır. [6]

Nüwa ile Fuxi ikilisi Yin ve Yang ile ilişkilidir. Fuxi Yang'ı ve erkekliği, Nügüa ise Yin ve dişiliği temsil eder. Bu durum Fuxi'nin fiziksel dünya ile özdeşleşimini sembolize eden bir marangoz karesi (L cetvel) almasıyla tanımlanır çünkü bir marangoz karesi daha basit bir düşünce yapısına götüren düz çizgiler ve karelerle ilişkilendirilir. Nüwa'ya ise göklerle özdeşleşimini sembolize etmesi için bir pusula verilmiştir çünkü pusula daha soyut bir düşünce yapısına götüren eğriler ve dairelerle ilişkilendirilir. Dolayısı ile ikisinin evlenmesi gök ve yeryüzü arasındaki birliği simgeler. [6] Efsaneye dair diğer varyasyonlarda Nüwa'nın pusulayı hediye olarak almak yerine bizzat kendisi icat ettiği görülür. [8]

Pek çok Çinli, Kuzey Çin inanç ve kültüründeki Üç Egemen ve Beş İmparatoru, yani insanlığın ilk lider ve kahramanlarını iyi bilir. Ancak kullanılan kaynaklara bağlı olarak listeler değişiklik gösterir. [11] Örneğin efsanenin bir varyantı Nüwa'yı Fuxi'den sonra ve Shennong'dan önce hüküm süren Üç Egemenden biri olarak anlatır. [12]

Anaerkil saltanatında, komşu bir kabile şefine karşı savaşır, onu mağlup ederek bir dağın zirvesine çıkarır. Bir kadın tarafından mağlup edilen şef, yaşıyor olmaktan utanır, kendini öldürmek ve intikam almak için başını göksel bambuya vurur. Yaptığı hareket gökyüzünde bir delik açar ve tüm dünyaya bir sel felaketi getirir. Sel, Nüwa ve onun ilahiliği tarafından korunan ordusu dışında tüm insanları öldürür. Nügüa tıpkı diğer efsanelerdeki gibi sel azalıncaya kadar gökyüzünü beş renkli taşla yamar. [13]

İNKA TANRISI VİRAKOÇA

Hazırlayan: A.Kara


İNKALARIN BÜYÜK YARATICISI VİRAKOÇA (VİRACOCHA)

Güney Amerika'nın Andes bölgesinde inanılmış olan Virakoça İnka mitolojisindeki büyük tanrıdır. Tam adı ve bazı yazım alternatifleri Viraçoça (Wiracocha), [1] Apu Kun Tiksi Virakotra (Apu Qun Tiqsi Wiraqutra) ve Kon-Tiki'dir.

Virakoça İnka panteonundaki en önemli tanrılardan biriydi. Her şeyin yaratıcısı olduğu gibi her şeyin yaratıldığı madde olarak görülüyordu ve deniz ile yakından ilişkiliydi. [2]

Virakoça evreni, ayı, yıldızları, güneşi, güneşe gökyüzünde hareket etmesini emrederek zamanı ve bizzat uygarlığı yarattı. [3] Virakoça'ya güneş ve fırtınaların tanrısı olarak ibadet edilmişti. Güneşi bir taç olarak giyerken, elinde yıldırımlar tutup ve gözlerinden gözyaşları gibi düşen yağmurlar yağdırır şekilde temsil ediliyordu. İnka kozmogonisine uygun olarak Virakoça güneşin etrafında gözle görülebilen gezegenler arasında yer alan ve "eski tanrı", zamanın yaratıcısı veya "deus faber" yani "tanrı yaratıcısı" sıfatlarına karşılık gelen Satürn gezegeni ile benzeşir. [4]

İSPANYOL VERİLERİNE GÖRE İNKA KOZMOGONİSİ

Juan de Betanzos tarafından kaydedilen bir efsaneye göre [5] Virakoça karanlığı aydınlatmak, ışık getirmek için Titikaka Gölü'nden (bazı anlatılara göre Paqariq Tampu mağarasından) yükselir. [6] Güneşi, ayı ve yıldızları yaratır. Daha sonra taşlara üfleyerek insanlığı yaratır ancak ilk yaratımı onu memnun etmeyen beyinsiz devlerdir. Bu yüzden onları bir selle yok eder ve daha küçük taşlardan yeni, daha iyisini yapar. [7]

Virakoça sonunda Pasifik Okyanusu'nda (suda yürüyerek) kaybolur ve bir daha geri dönmez. Bir dilenci kılığına girerek dünyayı dolaşır, yeni yarattıklarına medeniyetin temellerini öğretir ve iyi işleyen sayısız mucize yaratır.
İnkalılar Virakoça'nın zor zamanlarda yeniden ortaya çıkacağı düşünüyordu. Pedro Sarmiento de Gamboa, Virakoça'nın "orta boylu, beyaz cüppe giymiş, beyaz tenli ve elinde bir asa ve kitap taşıyan bir adam" şeklinde tanımlandığını yazar. [8]

Bir efsaneye göre onun Inti adında bir oğlu, Mama Killa ve Pachamama adında iki kızı vardır. Bu efsaneye göre tanrı Virakoça Titikaka Gölü çevresindeki insanları 60 gün 60 gece süren Unu Pakhacuti (Unu Pachakuti) adlı büyük bir tufan ile yok eder ve dünyanın geri kalanına medeniyet getirmek için iki kişiyi kurtarır. Bu iki varlık, adları "muhteşem dayanak" anlamına gelen ve bazen Inti'nin oğlu, bazen ise Virakoça'nın oğlu olarak anılan Manko Kapac (Manco Cápac) ve "anne doğurganlığı" anlamına gelen Mama Uklu'dur (Mama Uqllu). Daha sonra 'tapac-yauri' adı verilen altın asa taşıyan bu ikisi İnka medeniyetini kurar.
Farklı bir efsanede onun ilk sekiz uygarlığın babası olduğu görülür ve bazı hikayelerde Mama Kuça (Mama Qucha) adında bir karısı vardır.

Başka bir efsanede [9] Virakoça'nın iki oğlu vardır: İmahmana Virakoça ve Tokapo (Tocapo) Virakoça. Virakoça Büyük Tufan ve Yaratılış'tan sonra oğullarının hala emirlerine uyup uymadıklarını belirlemek için onları kuzeydoğu ve kuzeybatıdaki kabileleri ziyaret etmeye gönderir. Virakoça kuzeye gider. Yolculukları sırasında İmahmana ve Tokapo tüm ağaçlara, çiçeklere, meyvelere ve bitkilere isim verirler. Ayrıca kabilelere bunlardan hangilerinin yenilebilir, hangilerinin tıbbi özelliklere sahip veya zehirli olduğunu da öğretirler. Sonunda Virakoça, Tokapo ve İmahmana günümüz modern Peru'sundaki Kusko'ya ve Pasifik sahiline ulaşırlar ve orada ortadan kaybolana kadar su üzerinde yürürler. Zaten "Virakoça" kelimesi kelimenin tam anlamıyla "Deniz Köpüğü" anlamına gelmektedir. [9]

Tiksi Huirakoça'nın (Tiqsi Huiracocha'nın) birkaç anlamı olabilir.  Güney Amerika'nın And Dağları'ndaki bölgelerinde konuşulan bir dil olan ve And-Ekvator dil ailesine ait olup yerli Amerika dilleri içinde en çok konuşanı olan dillerden Keçuva dilinde tiksi (tiqsi) temel veya taban, vira (wira) yağ anlamına gelirken koça (qucha) göl, deniz veya hazne anlamlarına gelir. [10]
Virakoça'nın birçok lakabı vardır ve bunlardan bazıları büyük, her şeyi bilen, güçlü gibi sıfatları içerir. Bazı insanlar Virakoça'nın (Wiraqucha) "Deniz yağı (veya köpüğü)" anlamına gelebileceğini söylerler. [2] [11]

Bununla birlikte dil bilimsel, tarihi ve arkeolojik kanıtlar Virakoça adının İnka medeniyeti öncesi Aymara dilini konuşan And kültürleri tarafından devegillerin kurban edilerek yapıldığı kutlamalar nedeniyle Aymara Vila Kota (Aymara Wila Quta'dan) (wila "kan"; quta "göl") adıyla andığı günümüz Titikaka Gölü'nden ödünç alınmış olabileceğini düşündürmektedir. Aymara dilinde vila (wila): kan, kuta (guta) ise göl demektir. [12]

Virakoça sık sık hem efendi Tunupa ile ilişkilendirilir.
Tunuupa adını incelemek gerekirse hem Keçuva hem de Aymara'da "Tunu" dairesel bir evin değirmen veya merkezindeki destek sütununu anlamına gelirken "upa" taşıyıcı veya taşıyan anlamlarına gelir. [4 ]
Bu nedenle Tunuupa yada Tunupa "değirmenin taşıyıcısı" olarak okunabilir fakat Eski Dünya'da değirmenin veya değirmen taşının zamanı, zamanın oluşumunu veya "uygarlaştırıcı işleri" sembolize ettiği bilinmelidir.
Virakoça'nın bu sıfatı İnka kozmogonisiyle ve onun Satürn olarak özümsenmesi ile oldukça uyumludur. [4]

BEYAZ TANRI HAKKINDAKİ İHTİLAFLAR

16. yüzyılda yaşamış olan ilk İspanyol tarihçiler Virakoça hakkında herhangi bir kimlik saptamadan, tanımlamadan söz etmemişlerdir. Bunu ilk olarak 1553'te Pedro Cieza de León yapmıştı. [13] İspanyol tarihçilerin (örneğin Juan de Betanzos) benzer açıklamaları Virakoça'yı genellikle ak sakallı "beyaz tanrı" olarak tanımlar. [14] Ancak Virakoça'nın beyazlığından İnkaların yerli otantik efsanelerinde bahsedilmemiştir ve bu nedenle çoğu modern bilim adamı "beyaz tanrı" hikayesini fetih sonrası İspanyol icadı, uydurması olarak görmüşlerdir. [15] [16]

İnka tanrısı Virakoça'ya benzer şekilde Aztek tanrısı Quetzalcoatl ve Muisca tanrısı Boçika (Bochica) gibi Orta ve Güney Amerika panteonlarından bazı diğer tanrılarda efsanelerde sakallı olarak tanımlanır. [17] Tarih öncesi Avrupa döneminin etkisinin bir işareti olduğuna inanılan ve sömürge döneminin ruhları ile güzellemesi yapılan sakal, daracık Mezoamerika'n kıtası kültüründe tek bir öneme sahipti. Anales de Cuauhtitlan, aslen Nahuatl'da yazılmış olduğu için çok değerli ve önemli bir erken kaynaktır. Anales de Cuauhtitlan, Quetzalcoatl'ın Tula'daki kıyafetini şöyle anlatır:

Hemen onun yeşil maskesini yaptı; kullandığı kırmızı boya ile dudakları kızıl kahverengi rengi aldı, yüzünü boyamak için sarıyı aldı, pençeleri yaptı, devam etti ve tüylerden sakalını yaptı ... [18]

Bu alıntıda sakal Mezoamerikan sanatının akademik izlenimlerine rahatça uyan bir tüy sargısı olarak temsil edilmektedir. Bununla birlikte, hikaye Virakoça'nın çirkin görünümünü örtmek için ve yüz kılları olmadığı için ona bir maske ve sembolik tüylü sakal takıldığından bahsetmiyor çünkü Virakoça şöyle diyordu "Eğer beni görselerdi yapacakları şey kaçmak olurdu! "[19]

Virakoça'nın fiziksel görünümünün tasvirleri yoruma açıkken, sakallı adamlar Perulu Moçe kültürü tarafından İspanyolların gelişinden çok önceki dönemlerde meşhur çanak çömleklerinde sık sık tasvir edilmişti. [20]
Kolomb öncesi Avrupalıların Peru'ya göç ettiği yönündeki teorilerin modern savunucuları, bu sakallı seramikleri ve Virakoça'nın sakalını Peru'da Amerikan yerlisi olmayan toplulukların erken varlığının kanıtı olarak gösteriyor. [21] [22] Kızılderililerin çoğunun kalın sakalları olmasa da Avrupalılar ve Afrikalılarla herhangi bir karışımı olmadığı bilinen Paraguaylı Açe halkı gibi açık tenli ancak sakallı toplulukların da var olduğu bildirilmiştir. [23] 1776'da Güney Pauti (Paiute) ile Avrupalılar ilk kez temasa geçtiğinde peder Silvestre Vélez de Escalante ve Francisco Atanasio Domínguez tarafından bir rapor hazırlanmıştı ve raporda şöyle yazıyordu "Adamların bazılarının kalın sakalları vardı ve görünüşte yerli Amerikalılardan çok İspanyol erkeklerine benziyorlar" [24]

İNKALILARI HRİSTİYANLIĞA GEÇİRME

İspanyol akademisyenler ve tarihçiler Virakoça'nın kimliğiyle ilgili birçok fikir öne sürerler.

Bartolomé de las Casas, Virakoça'nın "her şeyin yaratıcısı" anlamına geldiğini belirtir [25]
Juan de Betanzos, "Virakoça'nın Tanrı olduğunu söyleyebiliriz" diyerek yukarıdakileri doğrular [26]
Polo, Sarmiento de Gamboa, Blas Valera ve Akosta'nın yaratıcı olarak Virakoça'ya atıfta bulunurlar [25]
Yerli bir tarihçi olan Guamán Poma, "Virakoça" terimini "yaratıcı" ile eşdeğer kabul eder [27]

Garcilaso de la Vega, [17] Betanzos ve Pedro de Quiroga [28] gibi diğer yazarlar Virakoça'nın İnkalar için "Tanrı" nın orijinal adı olmadığını savunurlar. [25]
Garcilaso'ya göre İnkaların dilinde Tanrı'nın adı Virakoça değil "Pachamama" idi. [29] Yine de İspanyol tercümanlar genel olarak kolonizasyonun ilk yıllarındaki yüce yaratıcı kimliğini Virakoça'ya bağlamışlardır. [25]

Antoinette Molinié Fioravanti'ye göre İspanyol din adamları kendilerine göre putperest olan İnkaların çok tanrılı ibadetine karşı savaşmak için "Yaratılışın Tanrısı" nı Virakoça ile bir tutmaya başladılar. İnkalıların görüşüne göre "yüce bir Tanrı" nın varlığı din adamları tarafından tek ve evrensel bir Tanrı'nın vahyinin insanlık için daha "doğal" olduğunu göstermek için kullanılıyordu. [30]

Augustinus ve Thomas Aquinas gibi Hristiyan bilim adamları, tüm milletlerden filozofların yüce bir Tanrı'nın varlığını öğrendiklerini savundular. [31] Yine de orta çağ Avrupa felsefesi vahyin yardımı olmadan hiç kimsenin "Üçlü Birliğin" doğası gibi büyük gerçekleri tam olarak anlayamayacağına inanıyordu. [25]

"Virakoça" yerine "Tanrı" terimini kullanma kararı İnkaların Hristiyanlaştırılmasındaki ilk adım olarak görülüyor. [25] Bu stratejinin arkasındaki mantık Hristiyanlığın "Tanrı" görüşünü ve konseptini anlama konusunda başarısız olan İnkalara tanrıyı açıklamanın zor olduğu gerçeğini içeriyordu. Ek olarak, Virakoça'ya yapılan atıfın "Tanrı" ile değiştirilmesi yerel ilahiyat kavramının Hristiyan teolojisiyle yer değiştirmesini kolaylaştırmıştı. [25]

MANDE AFRİKALILARININ YARATILIŞ MİTİ

Hazırlayan: A.Kara


BİTKİ TOHUMLARINDAN DÜNYA VE İNSANA: MANDE YARATILIŞ MİTİ

Mandé'ler Batı Afrika'da yaşayan ve Mande dilinden herhangi birini konuşan bir etnik grup ailesidir.

Mandé yaratılış efsanesi Güney Mali'deki Mandé halklarının geleneksel yaratılış efsanesidir. Hikaye, yaratıcı tanrı Mangala'nın bir balaza bitkisi tohumu yaratmaya çalıştığı ancak başarısız olduğu anlatı ile başlar. Daha sonra tanrı, Keita halkının "dünyanın üreyecek olan iki çift parçalı yumurtası" dediği farklı türden iki eleusin bitkisi tohumu yaratır. [1]

Sonra Mangala üç çift tohum daha yaratır ve her bir çift dünyanın yaratılışı çerçevesinde köşeler olarak dört unsur, dört yön haline gelir. Tanrı daha sonra bunu bir ebegümeci tohumunun içine ekleyerek katlar. Karşı cins olarak görülen iki parçadan oluşan çift tohumlara dünyanın yumurtası veya plasentası denir. Bu yumurtada insanların prototipi, ilk örnekleri olan biri erkek biri dişi olmak üzere iki çift ikiz daha vardı.

İnanışa göre bunların arasında yer alan ve hükmetmek isteyen Pemba yumurtayı erken terk ederek plasentasının bir parçasını yırttı. Pemba uzaya düştü ve yırtık plasentası toprağa dönüştü. Yumurtayı erken terk ettiği için bu parçadan oluşan toprak kurak ve çoraktı ve Pemba'ya hiçbir faydası yoktu. Böyle olunca Pemba ikizine geri bağlanmak ve plasentanın geri kalanındaki yerini almak için geri dönmeye çalıştı. Ama aradığını bulamamıştı çünkü tanrı Mangala kalan plasentayı güneşe çevirmişti. Böylece Pemba, Mangala'nın köprücük kemiğinden erkek tohumları çaldı ve onları götürüp çorak toprağa dikti. Plasentanın kanından oluşan bu kuru topraklardan yalnızca bir erkek eleusin tohumu filizlenip büyüyecekti. Pemba tohumu çaldığı ve tohum Pemba'nın kendi plasentasında filizlendiği için toprak saf olmayan kirli bir hal aldı ve eleusin tohumu kırmızıya döndü.

İkiz balık şeklini aldıkları farz edilen diğer erkek ikiz çifti olan Faro, Pemba'nın yaptıklarından dolayı kefaret olarak, dünyayı arındırmak için kurban edildi. 60 parçaya bölünen Faro yeryüzüne düşerek ağaç haline geldi. Bunun üzerine tanrı Mangala, Faro'ya bir insan formu vererek hayata döndürdü ve onu plasentasından yapılmış bir gemiyle (ark) dünyaya gönderdi. Onunla birlikte hepsi Faro'nun plasentasından yapılmış ve insanlığın orijinal ataları haline gelen dört çift erkek ve dört çift dişi çift de dünyaya geldi. Dünyaya gönderilen ve plasentadan yapılmış olan ark ayrıca erkek ve dişi yaşam gücünü taşıyan tüm hayvanları ve bitkileri barındırıyordu. Yaratılan insanlardan Sourakata kendini kurban eden Faro'nun kafatasından yapılan kutsal davulu kullanarak yağmur yağmur yağdırmaya çalışıyordu. Yağmur gelmeyince demirci ataları yeryüzüne gelip çekiciyle bir kayaya vurunca yağmur yağmaya başladı.

Faro insanlığın bildiği tüm dünyayı tanrı Mangala'nın ilk yumurta tohumlarının torunlarından yarattı. Faro, kardeşi Pemba'nın saf olmayan kirli tohumlarını yıkamaya çalışırken suların toprağı basmasına neden oldu. Oluşan bu tufandan sadece Faro'nun gemisi tarafından korunan iyiler kurtarıldı. [2][3]

Efsaneye genel hatları ile bakıldığında yaşadıkları coğrafya dolayısı ile bitki ve tohumların baş rolde olması, yağmur için dua edilmesi ve verimli-verimsiz topraklara dair anlatıların varlığı Afrikalı Mande topluluğunun yaşam şeklinin, hayatlarının ve tabiatı anlamlandırma çabalarının efsanenin oluşumundaki güçlü ve ana etkenler olduğu açıktır. Fakat Hristiyan misyonerlerin özellikle Afrika ülkelerindeki etkisi ile (ki Müslüman misyonerler de aynı bölgelerde İslamı yayma çalışmaları yürütmektedir) bölge insanın mitlerinde İbrahimi dinlerdeki Tufan efsanesine benzer bir anlatının da yer aldığı görülmektedir.

TANRININ SU YARATIĞI LİVYATAN (LEVİATHAN)

Hazırlayan: A.Kara


YAHUDİ MİTOLOJİSİNDE BİR YARATIK: LİVYATAN


Leviathan (İbranice: לִוְיָתָן, Livyatan) Yahudi inancında deniz yılanı şeklinde bir yaratıktır ve bu yaratıktan Tevrat, Eyüp Kitabı, Mezmurlar, Yeşaya Kitabı, Amos Kitabı ve doğruluğuna şüpheli bakılan Hanok'un ilk kitabında bahsedilmektedir.

Hem adı hem de mitolojik figürün kendisi Baal Döngüsü'nde Hadad tarafından mağlup edilen deniz tanrısı Yammu'nun hizmetkarlarından biri olan Ugarit deniz canavarı Lôtān'un doğrudan devamıdır ve Eyüp Kitabı'ndaki Livyatan eski Kenanlı deniz tanrısı Yam'ın hizmetkarı olan Lotan adlı ilkel su yaratığının tanrı Baal Hadad tarafından öldürüldüğü inancının bir yansımasıdır.

Marduk tarafından mağlup edilen Mezopotamya tanrıçası Tiamat ile özellikle üstlendiği rol bakımından paralellikler gösterirler. Benzer ejderda ve dünya sürüngeni mitleri konusunda daha geniş bir karşılaştırma yapmak gerekirse Hinduizm hava ve savaş tanrısı İndra Vritra adlı sürüngeni, İskandinav tanrısı Thor ise  Jörmungand adlı sürüngeni öldürür. [1]

Zaten Leviathan Tevratta'da yer almaktadır ve güçlü bir düşman olan Babil için bir mecaz olarak kullanılmıştır. Bunu Yeşaya 27: 1'de de görmek mümkündür.
Bazı 19. yüzyıl alimleri ise bunu pragmatik bir şekilde değerlendirmiş ve suda yaşan timsah gibi büyük canlılara atıfta bulunulmuştur şeklinde yorumlamışlardır. [2] Kelime daha sonraları zamanla "büyük balina" ve genel anlamda deniz canavarları için bir terim olarak kullanılmaya başlanmıştır.

Livyatan'dan Tanah'ta Eyüp 3:8, Eyüp 40:15 - 41:26, Mezmurlar 74:14, Mezmurlar 104:26 ve İşaya 27:1'de bahsedildiği görülür.

Eyüp 41:1–34'ün özellikle yaratığı tarif etmeye adandığı görülür:
  1. “Livyatan’ı çengelle çekebilir misin, dilini halatla bağlayabilir misin?
  2. Burnuna sazdan ip takabilir misin, kancayla çenesini delebilir misin?
  3. Yalvarıp yakarır mı sana, Tatlı tatlı konuşur mu?
  4. Seninle antlaşma yapar mı, onu ömür boyu köle edesin diye?
  5. Kuşla oynar gibi onunla oynayabilir misin,hizmetçilerin eğlensin diye ona tasma takabilir misin?
  6. Balıkçılar onun üzerine pazarlık eder mi? Tüccarlar aralarında onu böler mi?
  7. Derisini zıpkınlarla, başını mızraklarla doldurabilir misin?
  8. Elini üzerine koy da, çıkacak çıngarı gör, bir daha yapmayacaksın bunu.
  9. Onu yakalamak için umutlanma, görünüşü bile insanın ödünü patlatır.
  10. Onu uyandıracak kadar yürekli adam yoktur. Öyleyse benim karşımda kim durabilir?
  11. Kim benden hesap vermemi isteyebilir? Göklerin altında ne varsa bana aittir.
  12. “Onun kolları, bacakları, zorlu gücü, güzel yapısı hakkında konuşmadan edemeyeceğim.
  13. Onun giysisinin önünü kim açabilir? Kim onun iki katlı zırhını delebilir?
  14. Ağzının kapılarını açmaya kim yeltenebilir, dehşet verici dişleri karşısında?
  15. Sımsıkı kenetlenmiştir sırtındaki sıra sıra pullar,
  16. Öyle yakındır ki birbirine aralarından hava bile geçmez.
  17. Birbirlerine geçmişler, yapışmış, ayrılmazlar.
  18. Aksırması ışık saçar, gözleri şafak gibi parıldar.
  19. Ağzından alevler fışkırır, kıvılcımlar saçılır.
  20. Kaynayan kazandan, yanan sazdan çıkan duman gibi Burnundan duman tüter.
  21. Soluğu kömürleri tutuşturur, alev çıkar ağzından.
  22. Boynu güçlüdür, dehşet önü sıra gider.
  23. Etinin katmerleri birbirine yapışmış, sertleşmiş üzerinde, kımıldamazlar.
  24. Göğsü taş gibi serttir, değirmenin alt taşı gibi sert.
  25. Ayağa kalktı mı güçlüler dehşete düşer, çıkardığı gürültüden ödleri patlar.
  26. Üzerine gidildi mi ne kılıç işler, ne mızrak, ne cirit, ne de kargı.
  27. Demir saman gibi gelir ona, tunç çürük odun gibi.
  28. Oklar onu kaçırmaz, anız gibi gelir ona sapan taşları.
  29. Anız sayılır onun için topuzlar, vınlayan palaya güler.
  30. Keskin çömlek parçaları gibidir karnının altı, düven gibi uzanır çamura.
  31. Derin suları kaynayan kazan gibi fokurdatır, denizi merhem çömleği gibi karıştırır.
  32. Ardında parlak bir iz bırakır, insan enginin saçları ağarmış sanır.
  33. Yeryüzünde bir eşi daha yoktur, korkusuz bir yaratıktır.
  34. Kendini büyük gören her varlığı aşağılar, gururlu her varlığın kralı odur.”

Mezmurlar 104'te Tanrı Leviathan da dahil olmak üzere her şeyi yarattığı için övülür ve İşaya 27: 1'de Livyatan için "zamanın sonunda öldürülecek olan "kıvrımlı yılan" denir. [7]

Yaratılış bölümünde 1:21'de şöyle yazar: "Tanrı büyük deniz canavarlarını, sularda kaynaşan canlıları ve uçan çeşitli varlıkları yarattı. Bunun iyi olduğunu gördü."
Kral James Versiyonunda ise ifadenin deniz canavarı olarak değil de "büyük balinalar" şeklinde çevrildiği görülür [11][12] 
Mezmurlar 104'te ise Livyatan zararlı bir varlık olarak değil de tanrının yaratma eyleminin bir parçası olan okyanus canlıları olarak tanımlanır [13]
Tanrı ve deniz canavarı arasındaki rekabet ve Leviathan'ın İsrail'in [14] güçlü düşmanlarını tanımlamak için kullanılması Mezopotamya ve Kenan efsanelerinin etkisinin bir sonucu olabileceği gibi Mısır mitolojisindeki Apep yılanı ile güneş tanrısı Ra arasındaki yarışmayı da yansıtıyor olabilir. Alternatif olarak Tanrı ile Livyatan arasındaki rekabetin ortadan kaldırılması Livyatan'ı tanrısallıktan iblisliğe oradan da canavara indirgeyen bir girişimi yansıtmış da olabilir.

MUSEVİLİKTE LİVYATAN

Daha sonraki Yahudi kaynakları Livyatan'ı derinlerdeki kaynakları üzerinde yaşayan ve erkek kara canavarı Behemoth ile birlikte zamanın sonunda adilce hizmet edecek bir ejderha olarak tanımlamaktadır. Hanok Kitabı (60: 7-9) Leviathan'ı tıpkı Babil mitosunda yaratılışı başlatan güçlerden biri olan tanrıça Tiamat gibi su boşluğunda yaşayan dişi bir canavar olarak, Behemot'u ise Günaydın çölünde ("Cennet'in doğusunda") yaşayan bir erkek canavar şeklinde tanımlar. [7]

Tanah'ın açıklama ve izahlarının bulunduğu Yahudi Midraş'ında Tanrı'nın başlangıçta bir erkek ve bir dişi Livyatan yarattığı ancak çoğalarak dünyayı yok etmesinler diye dişiyi parçalayıp öldürdüğü ve etlerini de Mesih'in gelişinde doğru kişilere verilerek ziyafet çekilmesi için sakladığı yazmaktadır [17] [18]

Talmud ve Tanah'ın ilk kapsamlı tefsirlerinin yazarı Rashi'nin Tekvin 1:21 hakkındaki yorumu da aynı doğrultudadır:
Masallardaki (Agadah BB 74b) denizdeki büyük balık sözleriyle Leviathan ve onun eşine atıfta bulunur, çünkü onları erkek ve dişi yarattı ve gelecekteki doğrular için dişiyi öldürdü ve onu tuzladı. Çünkü eğer ürerlerse dünya var olamazdı.

Metinde הַתַּנִינִם yazılıdır. Yani çoğul olanı ifade eden ve sona gelen "yud" eki eksiktir. Bu da Livyatan sayısının iki olarak kalmadığı ve sayılarının bire indirildiği anlamına gelir.
[from Gen. Rabbah 7:4, Midrash Chaseroth V’Yetheroth, Batei Midrashoth, vol 2, p. 225].

Talmud'da Baba Batra 75a'da Leviathan'ın katledileceği ve etinin Mesih geldiğinde salih kişilere ziyafet olarak hizmet edeceği, derisinin ise ziyafetin yapılacağı çadırı örteceği anlatılır. Bu nedenle Sukot, diğer adı ile Çardak Festivali'nden ayrılırken son bir dua okunur.
Dua şöyledir: "Tanrımız Tanrımız ve atalarımızın Tanrısı Senin isteğin olsun. Bu çardağı yerine getirdiğim ve yaşadığım gibi gelecek yıl Kudüs'te Livyatan derisinin çardağında yaşamayı hak edebilir miyim? "[20]

Leviathan'ın muazzam boyutu, bu canavarla ilgili neredeyse tüm masalları (Agadahları) ele alan Yohanan bar Nafha tarafından şöyle anlatılır: "Bir kez bir gemiye bindiğimizde kafasını sudan çıkaran bir balık gördük. Üzerinde "Ben denizde yaşayan en acımasız yaratıklardan biriyim. Üç yüz mil uzunluğundayım ve bu gün Livyatan'ın ağzına giriyorum" yazılı boynuzları vardı". [21][18]

Haham Dimi, Haham Yohanan adına şöyle bildirir: Livyatan acıktığında ağzından derinlerin tüm sularını kaynatacak kadar büyük bir ısı gönderir ve eğer kafasını cennete (Aden'e) koyarsa hiçbir canlı onun kokusuna katlanamaz. [21]
Yaşadığı yer Akdeniz'dir ve Ürdün nehrinin suları onun ağzına dökülür. [22] [18]

Bir başka Midraş'ta (Pirke de-Rabbi Eliezer) kaydedilen bir efsaneye göre Yunus'u yutan balıkların her gün bir balina yiyen Livyatan adlı yaratıktan tarafından yenmekten kıl payı kurtuldukları belirtilir.

Leviathan'ın vücudu, özellikle gözleri, büyük bir aydınlatıcı güce sahiptir. Bu, muhtemelen Haham Yuşa ile birlikte çıktığı yolculuk sırasında aniden ortaya çıkan parlak ışıktan korkan ve bu ışığın Livyatan'ın gözlerinden geldiğine inanan Haham Eliezer'in görüşüydü.
Eyüp 41:18'de Livyatan hakkında "Aksırması ışık saçar, gözleri şafak gibi parıldar." [23] yazsa da doğaüstü gücüne rağmen Livyatan büyük balıkların solungaçlarına yapışan ve onları öldüren "kilbit" adlı küçük solucandan korkmaktadır. [24] [18]

11.yy'da Şavuot'ta okunan Akdamut şiirinde (piyut) Tanrı'nın nihayetinde "güçlü yüzgeçlere" sahip olduğu anlatılan Leviathan'ı katledeceği ve cennetteki tüm insanlara görkemli bir ziyafet ile sunulacağı öngörülür.

Yahudi Kabala'sının en önemli eserlerinden olan Zohar'da Livyatan aydınlanma için bir metafordur. Zohar günlerin sonunda Leviathan'ın derisini yiyen doğru insanlar efsanesinin gerçek olmadığını bunun sadece aydınlanma için bir metafor olduğunu söyler. [25]
Zohar ayrıca Leviathan'ın bir eşi olduğunu da ayrıntılı olarak belirtir [26] ve Leviathan metaforunu Zohar 2:11b ve 3:58a'daki "tzaddik" veya " doğru olan" ile ilişkilendirir.

Abraham Isaac Kook'a göre "Kuyruğu ağzına yerleştirilmiş" (Zohar) ve "tüm dünyayı çevreleyen, etrafında dönen" (Baba Batra 74b'de Rashi) Leviathan eşi olmayan tekil bir yaratıktır ve evrenin temeldeki birliğini yansıtan bir metafordur. Bu birlik ise ancak hak tanıyanlar gelecekte Leviathan ile ziyafet çekeceği zaman açığa çıkacaktır. [28]

HRİSTİYANLIK'TA LİVYATAN

Leviathan'ın Şeytan'ın bir imgesi olarak da kullanıldığı ve onları yemeye teşebbüs ederek hem Tanrı'nın yaratıklarını hem de Tanrı'nın yaratmasını kaos sularında yarattığı kargaşayla tehdit ederek tehlikeye atar. [29]
St. Thomas Aquinas, Leviathan'ı ilk olarak ona uyan günahkarları cezalandıran kıskançlık şeytanı olarak nitelendirdi (Secunda Secundae Soru 36).
Peter Binsfeld da Leviathan'ı kıskançlığın iblisi olarak sınıflandırdı ve yedi ölümcül günaha karşılık gelen yedi Cehennem Prensinden biri olduğunu belirtti.

Leviathan yaklaşık olarak 800'den itibaren Anglo-Sakson sanatında ve Avrupa'nın her yerinde görülen, Lanetlilerin mahşer gününde ağzında kaybolduğu bir yaratık olan Cehennem Ağzı'nın görsel motifiyle ilişkilendirildi. [30] [31]

Tüm bunlara ek olarak İncil'in Gözden Geçirilmiş Standart Versiyonu, Eyüp 41:1'deki bir dipnotta Livyatan'ın timsah için kullanılmış bir isim olabileceğini, 40:15'in bir dipnotunda da Behemot'un su aygırı için kullanılmış bir isim olabileceğini öne sürer. [32]

AHURA MAZDA'NIN İLAHİ KRALI CEMŞİD

Hazırlayan: A.Kara


AHURA MAZDA'NIN YOLDAN ÇIKAN SEÇİLMİŞ KRALI CEMŞİD

İron'ın mitolojik karakterlerinden biri olan Cemşid, Firdevsi'nin Şehname adlı eserine göre Keyânîler'den önceki krallık olan Pişdadiler hanedanının dördüncü kralıdır.

Asıl adı "Cem" olan bu karakterin güzel yüzlü olmasından ötürü "Şid" yani "ışık" lakabını aldığı belirtilir. Bu figür Avesta dilinde ışıltılı, ışık anlamlarına gelen Yima (-Kshaeta) adıyla görülür ve Zerdüşt yazıtlarında "Cemşid" adının da buradan türetildiği (örneğin Yasht 19, Vendidad 2) belirtilmiştir.

Cemşid, hala İran'ın çevresindeki bölgelerde popüler olan ortak bir İranlı ve Zerdüşt erkek adı olmaya devam etmektedir. Edward FitzGerald, ismin çevirisini biraz farklı yaptıysa da İran'ın doğu bölgelerinde, Orta Asya'da ve Hindistan alt kıtasının Zerdüştleri tarafından Cemşid olarak çevrilmiştir.

Zerdüşt dininin her şeyi bilen yaratıcısı Ahura Mazda, Avesta'nın ikinci bölümü olan Vendidad'da iyi bir çoban olan Yima'dan onun yasalarını alıp insanlara iletmesini ister. Ancak Yima reddedince Ahura Mazda ona farklı ve daha ağır bir görev yükler: Bu da canlıların geliştiğini görebilmesi için dünyayı yönetip beslemektir. Yima bu görevi kabul eder ve Ahura Mazda ona altın bir mühür ve altınla işlenmiş bir hançer sunar.

Yima üç yüz yıl boyunca kral olarak hüküm sürer ve dünya insanlarla, kuş ve hayvan sürüleri ile dolar. Fakat hükümdarlığı süresince kötü güç Ahriman'ın şeytani hizmetkârları olan devaları servetinden, topluluk ve itibarından mahrum bırakır. İyi insanlar bolluk bereket içinde yaşar ve ne hasta olur ne de yaşlanırlar. Her biri on beş yaşından büyük görünmeyen baba ve oğul birlikte yürürler. Ahura Mazda bir kez daha ziyaret ederek onu aşırı nüfus konusunda uyarır. Işıkla parıldayan Yima yüzünü güneye doğru çevirir, altın mührü toprağa bastırır ve hançeriyle onu delip geçerken şöyle der "Ey Spenta Armaiti, hayvan sürülerini ve toplulukları taşımak için kibarca birbirinden ayrı bölgelere açıl ve uzaklara uzan, genişle".

Aynı sorun bir kez daha meydana gelmeden önce dünya kabarır ve Yima altı yüz yıl daha hüküm sürer. Yima bir kez daha mührü ve hançeri toprağa bastırır ve yeryüzünün daha fazla insanı ve hayvanı taşıyacak şekilde kabarıp genişlemesini ister ve dünya yeniden şişer. Dokuz yüzyıl sonra dünya yeniden dolar, aynı çözüm kullanılır ve toprak tekrar şişer.

Hikayenin bir sonraki bölümü, Ahura Mazda ve Yazataların "mükemmel topraklar" ın ilki olan Airyanem Vaejah'da buluşmasını anlatır. Yima burada "ölümlülerin en iyileri" grubuna katılırken Ahura Mazda onu yaklaşan bir felaket konusunda uyarır: "Ey güzel Yima, Vivaŋhat'ın oğlu! Maddi dünyaya kötü kışlar düşmek üzere, bu şiddetli olacak, dağların en yüksek tepelerindeki bir arədvi bile olsan ölümcül don ile maddi dünyanın üzerine kötü kışlar düşmek üzere, bu kar tanelerini kalınlaştıracak. "

Ahura Mazda bu uyarısından sonra Yima'ya iki mil (3 km) uzunluğunda ve iki mil (3 km) genişliğinde çok katlı, mağara şeklinde bir Vara (Avesta dilinde: muhafaza/korunaklı yer) yapmasını tavsiye eder. Bu sığınak, en güçlü, sağlıklı erkek ve kadınlarla, her hayvan, kuş ve bitkiden çift olacak şekilde doldurulur ve önceki yaz toplanan yiyecek ve sular da burada depolanır. Yima, toprağı ezerek bir ayağının damgası yani iziyle tıpkı bir çömlekçinin kil yaptığı gibi onu şekillendirip yoğurarak Vara'yı yaratır. Sokakları ve binaları yaratır ve orada 2.000'e yakın insanı yaşatır. Karanlığı engellemek için bu korunak içinde yapay ışık yaratır ve sonunda Vara'yı altın bir yüzük ile mühürler.

Fakat zaman geçtikçe Avesta'nın söz konusu kahramanı Yima, Pers mitolojisinin dünyayı yöneten karakteri Cemşid'e dönüşür ve inanışa göre onun Cam-i Cem adında sihirli, ölümsüzlük iksiriyle dolu ve evreni gözlemlemesine izin veren yedi halkalı bir bardağı vardır.

Firdevsi'nin Şehname'sine göre dünyanın dördüncü kralı olan Cemşid dünyanın tüm melek ve şeytanlarına hükmediyordu ve Hürmüz'ün (Bir dönem İranlılarının Ahura Mazda'sı) hem kralı hem de baş rahibiydi. Zırh ve silah imalatı, keten, ipek ve yünlü giysilerin dokunması ve boyanması, tuğladan ev inşası, mücevher ve değerli metal işçiliği, parfüm ve şarap yapımı, tıp sanatı ve yelkenli gemilerin seyri konusunda rehberlik etmek gibi halkı için hayatı daha güvenli kılan pek çok icattan sorumluydu. Zerdüştlerin giydiği dini kıyafet olan südre ve bağladıkları kusti adlı kuşak Cemşid'e atfedilir.

Cemşid insanları 4 gruba ayırır:
  1. Hürmüz'e ibadet eden rahipler
  2. Kollarının gücüyle halkı koruyan savaşçılar
  3. İnsanları besleyen, tahılı yetiştiren çiftçiler
  4. Halkın rahatlığı ve keyfi için ürünler üreten zanaatkarlar

Cemşid artık dünyanın tanıdığı en büyük hükümdar haline gelir. Kendisine ilahi lütufla onun için yanıp tutuşan, göz alıcı bir ihtişamı olan kraliyet bahşedilir. Fakat Cemşid bulunduğu büyük ve güçlü konumu beğenmeyerek yükseklere çıkmak ister ve mücevherlerle kaplı bir taht yaptırır. Eğer isterse devler tahtını kaldırarak göklere kadar çıkarır.
Bir gün bu tahtın üzerine oturur ve ona hizmet eden devler tahtı yukarı kaldırdığında Cemşid havanın ortasında parlayan güneş gibi oturur. Dünyanın bütün halkları onun talihindeki parlaklığı görünce hayrete düşer ve onu överler. Cemşid'in üzerine mücevherler saçarak o güne Nevruz adı verirler. 
Ferverdin ayının ilk günü olan bu günde ilk olarak Nevruz bayramını ("yeni gün") kutlarlar. İnanışa göre yeni yılın ilk günü olan Ferverdin ayının birinci gününde insanın vücudu zahmet ve kinden kurtulur. Zerdüşt takvimine ek olarak Hindistan Zerdüştlerinin izlediği varyantında Ferverdin ayının ilk gününe hala Cemşid-i Nevruz denmektedir.

Bir hata sonucu Cemşid'in başkentinin Persepolis harabelerinin bulunduğu yerde olduğuna inanılıyordu. Yüzyıllar boyunca (MS 1620'ye kadar) "Cemşid'in Tahtı", Taht-ı Cemşid olarak adlandırıldı. Ancak Persepolis aslında Ahameniş krallarının başkentiydi ve İskender tarafından tahrip edilmişti. Benzer şekilde Persepolis yakınlarındaki Ahameniş ve Sasani mezar oymalarının efsanevi kahraman Rüstem'in görüntüleri olduğuna inanılıyordu ve bu yüzden Naş-ı Rüstem olarak adlandırılıyordu.

Cemşid'in üç yüz yıl boyunca hükmettiği dönemde uzun ömür artar, hastalıklar def edilir, barış ve refah hüküm sürer ve tüm devler birer köle gibi onun emrinde bulunurlar. Ancak Cemşid'in gururu gücüyle birlikte büyür ve saltanatının tüm nimetlerinin Tanrı'ya bağlı olduğunu unutmaya başlar. Halkına sahip oldukları tüm iyi şeylerin yalnızca kendisinden geldiğini söyleyerek övünür ve sanki kendisi Yaradanmış gibi halktan kendisine ilahi şerefler, sıfatlar verilmesini talep eder.

Bu andan itibaren tanrının lütfu Cemşid'den ayrılır, halk ona karşı tavır almaya ve ondan yüz çevirmeye başlar. Öyle ki koca ordusu bile 21 yıl içinde tamamen yok olur. Cemşid tövbe eder ancak artık zaferler ona asla geri dönmeyecektir.

Bu kısım Şehname'de şöyle geçer:
Geçen bu müddet zarfında, hiç kimse, padişahtan iyilikten başka bir şey görmedi.
Âlem baştanbaşa kendisine kul oldu ve o da taşıdığı büyüklükle tahtında oturdu.
Bir gün, tahtına baktı, birdenbire kendisine bir gurur geldi, dünyada kendisinden başka kimseyi görmedi.
O , Tanrı’ya tapan padişah benlik gösterdi, Tanrı’sından yüz çevirdi, nankörlükte bulundu.
Ordusundan ileri gelen adamları çağırdı ve bak onlara nasıl sözler söyledi.
Bu yaşlı, büyük adamlara: "Ben, dünyada kendimden başka (kimseyi tanımıyorum...
"Hüner, sanat benim sayemde meydana geldi. Saltanat tahtında benim gibi bir padişahı kim
görmüştür?
"Dünyayı güzellikle süsleyen benim. Dünyayı istediğim hale getirdim.
"Yemeniz, uyumanız, rahatınız, giyinmeniz, hulâsa bütün emelleriniz benim sayemde vücut buldu.
"Büyüklük, taç ve padişahlık benimdir. Benden başka bir kimsenin padişah olduğunu kim söyleyebilir?
"Benim bulduğum devalarla herkes sağlığa kavuştu. Artık hastalık, ölüm kimseye zarar vermez
oldu..
"Dünyada benden başka birçok padişahlar olsa bile, bir adamı ölümden kurtarmak benden başka kime nasip olmuştur? ”
"Siz, vücudunuzdaki zekâ ve canı bana borçlusunuz! Bana yalnız Ehrimen olan tapmaz.
“Dünyayı istediğim hale getirdim!’’ yerine “Yeryüzünden zahmeti kaldıran benim!”
"Eğer siz şimdi bunların hepsini benim yaptığımı kabul ediyorsanız, cihanı benim yarattığıma
inanmalısınız!

Cemşid tanrıyı oynamaya kalkınca her şey ters teper. Ahriman'ın etkisi altındaki Arabistan'ın yasal hükümdarı Dahhāk Cemşid'e savaş açar ve Cemşid'in pek çok hoşnutsuz tebaası tarafından memnuniyetle karşılanır. Cemşid başkentinden dünyanın öbür ucuna kaçar ama sonunda Dahhāk tarafından tuzağa düşürülerek vahşice öldürülür. Böylece 700 yıllık bir saltanattan sonra insanlık medeniyetin tepelerinden Dahhak'ın yönetmeye başladığı Karanlık Çağ'a geri döner.

CEMŞİD VE ŞARAP EFSANESİ

Cemşid ile ilgili bir şarap efsanesi de vardır.
Kral Cemşid şarabın tarihi ve keşfi ile ilgili bir masalda da belirgin bir şekilde yer alır. Pers efsanesine göre kral harem hanımlarından birini krallığından sürerek onun umutsuzluğa kapılmasına ve intihar arayışına girmesine neden olur. Kralın deposuna giden kız bozulmuş ve içilemeyeceği düşünülen üzüm kalıntılarını içeren "zehir" işareti olan bir kavanoz aramaktadır.
Kız bozuk olduğunu düşündüğü sözde zehri içtikten sonra üzerindeki hoş etkilerini fark eder ve morali yerine gelir. Keşfini krala götürür ve kral bu yeni içeceğine yani şaraba o kadar hayran kalır ki kızı haremine geri almakla kalmaz, aynı zamanda Persepolis'te yetişen tüm üzümlerin şarap yapımına adanmasına karar verir.
Çoğu şarap tarihçisi bu hikayeyi saf bir efsane olarak görse de şarabın erken dönem Pers kralları tarafından bilindiğine ve kapsamlı bir şekilde ticarete konu edildiğine dair arkeolojik kanıtlar vardır.

İNCİL'DEKİ ÇELİŞKİLER

Yazan: A.Kara


İNCİL'DEKİ ÇELİŞKİLER



Matta, Markos, Luka, Yuhanna adlı kanonik İncil kitapları 27 parçadan oluşan İncil'in ilk 4 bölümüdür. Fakat bunlar aynı zamanda İncil olarak isimlendirilen 4 ayrı kitaptır da.

Bunu baştan belirtiyorum çünkü biliyorum ki bazıları 4 İncil dediğimi duyduğunda "4 İncil yok, İncil tektir" diyeceklerdir fakat başlıca Hristiyan platformlarında onların da bu kitaplardan bahsederken 4 İncil dediği görülmektedir.

Hristiyanlara göre var olan bu 4 İncil kitabı tanrının ruhunun esiniyle kaleme alınmış ve yazan kişilerin isimleri ile anılmışlardır. Bu metinlerin yaşanılanların gerçek kayıtları olduğuna iman tamdır. Ayrıca her İncil'in İsa'nın getirdiği müjdeye değişik açıdan baktığına inanılır.
Hristiyanların zaman zaman İncil eleştirilerini bertaraf etmekte başvurduğu bu 4 ismin yaşananlara değişik açılardan bakışı konusunda önemli bir nokta vardır ki "değişik açıdan bakmak" kırmızıyı mor, 40'ı 50 olarak yazmak, anlatmak, yani tutarsız bilgiler vermek anlamına gelmez, gelemez.

Bakalım tanrının esiniyle yazıldığına inanılan 4 İncil kitabı kendi içinde tutarlı mı, değil mi?

İSA'NIN SOY KÜTÜĞÜ

Konuya İsa'nın soy kütüğü hakkında barındırılan çelişkili ayetlerle başlayalım ve Luka İncili'nin bu konuda söylediğine bakalım:

Luka 3/23-38:
23) İsa görevine başladığı zaman otuz yaşlarındaydı. Yusuf’un oğlu olduğu sanılıyordu.
Yusuf da Eli oğlu,
24) Mattat oğlu, Levi oğlu, Malki oğlu, Yannay oğlu, Yusuf oğlu,
25) Mattitya oğlu, Amos oğlu, Nahum oğlu, Hesli oğlu, Nagay oğlu,
26) Mahat oğlu, Mattitya oğlu, Şimi oğlu, Yosek oğlu, Yoda oğlu,
27) Yohanan oğlu, Reşa oğlu, Zerubbabil oğlu, Şealtiel oğlu, Neri oğlu,
28) Malki oğlu, Addi oğlu, Kosam oğlu, Elmadam oğlu, Er oğlu,
29) Yeşu oğlu, Eliezer oğlu, Yorim oğlu, Mattat oğlu, Levi oğlu,
30) Şimon oğlu, Yahuda oğlu, Yusuf oğlu, Yonam oğlu, Elyakim oğlu,
31) Mala oğlu, Menna oğlu, Mattata oğlu, Natan oğlu, Davut oğlu,
32) İşay oğlu, Ovet oğlu, Boaz oğlu, Salmon oğlu, Nahşon oğlu,
33) Amminadav oğlu, Ram oğlu, Hesron oğlu, Peres oğlu, Yahuda oğlu,
34) Yakup oğlu, İshak oğlu, İbrahim oğlu, Terah oğlu, Nahor oğlu,
35) Seruk oğlu, Reu oğlu, Pelek oğlu, Ever oğlu, Şelah oğlu,
36) Kenan oğlu, Arpakşat oğlu, Sam oğlu, Nuh oğlu, Lemek oğlu,
37) Metuşelah oğlu, Hanok oğlu, Yeret oğlu, Mahalalel oğlu, Kenan oğlu,
38) Enoş oğlu, Şit oğlu, Adem oğlu, Tanrı Oğlu’ydu.

Şimdi bir de Matta İncili'ne göz atalım.

Matta, 1/17:
İbrahim oğlu, Davut oğlu İsa Mesih’in soy kaydı şöyledir:
İbrahim İshak’ın babasıydı, İshak Yakup’un babasıydı, Yakup Yahuda ve kardeşlerinin babasıydı,

3) Yahuda, Tamar’dan doğan Peres’le Zerah’ın babasıydı, Peres Hesron’un babasıydı, Hesron Ram’ın babasıydı,
4) Ram Amminadav’ın babasıydı, Amminadav Nahşon’un babasıydı, Nahşon Salmon’un babasıydı,
5) Salmon, Rahav’dan doğan Boaz’ın babasıydı, Boaz, Rut’tan doğan Ovet’in babasıydı, Ovet İşay’ın babasıydı,
6) İşay Kral Davut’un babasıydı, Davut, Uriya’nın karısından doğan Süleyman’ın babasıydı,
7) Süleyman Rehavam’ın babasıydı, Rehavam Aviya’nın babasıydı, Aviya Asa’nın babasıydı,
8) Asa Yehoşafat’ın babasıydı, Yehoşafat Yehoram’ın babasıydı, Yehoram Uzziya’nın babasıydı,
9) Uzziya Yotam’ın babasıydı, Yotam Ahaz’ın babasıydı, Ahaz Hizkiya’nın babasıydı,
10) Hizkiya Manaşşe’nin babasıydı, Manaşşe Amon’un babasıydı, Amon Yoşiya’nın babasıydı,
11) Yoşiya, Babil sürgünü sırasında doğan Yehoyakin’le kardeşlerinin babasıydı,
12) Yehoyakin, Babil sürgününden sonra doğan Şealtiel’in babasıydı, Şealtiel Zerubbabil’in babasıydı,
13) Zerubbabil Avihut’un babasıydı, Avihut Elyakim’in babasıydı, Elyakim Azor’un babasıydı,
14) Azor Sadok’un babasıydı, Sadok Ahim’in babasıydı, Ahim Elihut’un babasıydı,
15) Elihut Elazar’ın babasıydı, Elazar Mattan’ın babasıydı, Mattan Yakup’un babasıydı,
16) Yakup Meryem’in kocası Yusuf’un babasıydı. Meryem’den Mesih diye tanınan İsa doğdu.
17) Buna göre, İbrahim’den Davut’a kadar toplam on dört kuşak, Davut’tan Babil sürgününe kadar on dört kuşak, Babil sürgününden Mesih’e kadar on dört kuşak vardır.


Bu iki İncil'in İsa'nın soy kütüğü hakkında verdiği bilgilere bakıldığında arada ciddi bir sayısal tutarsızlık olduğunu söylemeye gerek var mı? Matta İncilinin İsa'dan İbrahim'e kadar belirttiği kişi sayısı ile Luka'nın verdiği kişi sayısı uyuşmaz.
Luka'nın ilgili bölümünde bahsedilen ve daha büyük bir soy ağacını oluşturan kişilerin çoğunun Matta'da hiç hesaba katılmadığı gün gibi ortadadır.

Bu durumda bazı savunucular bunun nedeni olarak Matta'nın, Luka İncilinde adı geçen onlarca kişiyi yazmayı unuttuğunu iddia edebilir. Fakat durumun böyle olmadığı açıktır çünkü iki İncil'deki kişi adları bile birbirinden farklıdır.

Bu hatanın üzerine örtmek için ortaya atılan bir başka iddia ise Luka'nın verdiği soy kaydının Meryem'e ait olduğudur. Fakat bu oldukça tutarsız bir iddiadır çünkü Luka 3/23'e bakıldığında bahsedilenin Yusuf'un soy kaydı olduğu gün gibi ortadadır. Kaldı ki o dönem toplumu göz önüne alındığında soy ağacını anne tarafından izlemek olasılık dışıdır.

Matta kitabının yazarı vaad edilen Mesih'in soyunun Davud'a dayanması gerektiğini biliyordu. Bu nedenle oluşturduğu soy kaydını üçlü 14'lü yapı ile tertip etmiştir. Matta İsa'nın soy ağacını verirken İbrahim'den İsa'ya kadar olan 3 tane 14 lü grup vermiş yani neslin 42 kişiden oluştuğunu yazmıştır (Matta 1:17).

Peki sizce Matta'nın 3 tane 14'lü grup vermesi sıradan bir durum mudur? Değildir. Bilindiği üzere Hristiyanlıkta 7 sayısı kusursuzluğu ve tamlığı simgeler. Matta'nın verdiği 14 sayısı ise 7'nin 2 katıdır. Bunun nedeni de Davut'un İbranicedeki orjinal kelime karşılığının 14 olmasıdır. Yani Matta'nın yazarı 7'nin kutsallığını korumak adına 14'lü gruplamayı korumak istemiştir ve soy listesini buna göre düzenlemiştir.

Süleyman’dan Yehoyakin’e kadar olan ikinci ondörtlü grup, (Matta 1: 6-11), Davut ile başlamakta ve Babil sürgününde doğan Yehoyakin ile sonra ermektedir. Fakat Matta Kitabı’nın yazarı, on dörtlü gruplamayı ve toplamda kırk iki nesli tertip etmek için Davut’tan Yehoyakin’a kadar olan listeden bazı nesilleri silmiştir. Eğer itiraz etmeden önce 1.Tarihler kitabının 3.bölümüne bakarsanız Davut’tan Yehoyakin’e kadar olan on sekiz nesli görebilirsiniz.

1 Tarihler 3:5-15 Matta 1:6-11
15 Süleyman 15 Süleyman
16 Rehavam 16 Rehavam
17 Aviya 17 Aviya
18 Asa 18 Asa
19 Yehoşafat 19 Yehoşafat
20 Yehoram 20 Yehoram
21 Ahazya SİLİNMİŞ
22 Yoaş SİLİNMİŞ
23 Amatsya SİLİNMİŞ
24 Azarya 21 Uzziya
25 Yotam 22 Yotam
26 Ahaz 23 Ahaz
27 Hizkiya 24 Hizkiya
28 Manaşşe 25 Manaşşe
29 Amon 26 Amon
30 Yoşiya 27 Yoşiya
31 Yehoyakim SİLİNMİŞ
32 Yehoyakin 28 Yehoyakin

Bazı Hristiyanlar kimi kralların Matta'nın verdiği soy listesinden çıkarılmasına neden olarak "onların kötü ve putperest olan krallar" olduğunu söylerler fakat gerçek neden bu olsaydı ülkeyi putperest uygulamalara bırakan Ahaz ve Yeşaya’yı öldüren Manaşşe gibi kötü kralların da Matta’nın soy kaydından silinmesi gerekirdi.

Matta’nın üçüncü ve sonuncu on dörtlü grubu içerisinde birçok sorun bulunmaktadır ve apaçık biçimde kurgu olduğu ortadadır. Bu sorunlardan birincisi, içinde on dört değil, on üç nesil bulunmasıdır.

1 Şealtiel
2 Zerubbabil
3 Avihut
4 Elyakim
5 Azor
6 Sadok
7 Ahim
8 Elihut
9 Elazar
10 Mattan
11 Yakup
12 Yusuf
13 İsa?

Bunlara ek olarak İsa'nın soyunun Davud'un hangi oğluna dayandığı gibi önemli bir konuda bile büyük bir çelişki vardır. Görüldüğü üzere Matta 1/6 ya göre Davud'un oğlu Süleyman iken Luka'ya göre Davud'un oğlunun adı Natan'dır.

MERYEM'İN KOCASI YUSUF KİMİN OĞLU?

Hazır soy ağacı ile başlamışken Meryem'in kocasının kimin oğlu olduğu konusundaki çelişkiye de bir bakalım. Zira Matta'ya göre Yusuf'un babası Yakup iken Luka'ya göre babası Eli'dir.

Matta 1/16:
16) Yakup Meryem’in kocası Yusuf’un babasıydı. Meryem’den Mesih diye tanınan İsa doğdu.

Luka 3/23:
23) İsa görevine başladığı zaman otuz yaşlarındaydı. Yusuf’un oğlu olduğu sanılıyordu.
Yusuf da Eli oğlu, ... (soyun devamı sayılıyor)

Belki bazıları Eli ile Yakup aynı kişidir demeyi düşünebilir. Fakat Matta'ya göre Yakup'un babasının adı Mattan, dedesinin adı ise Elazar iken Luka'ya göre Eli'nin babasının adı Mattat, dedesinin adı ise Levi'dir. Görüldüğü üzere bahsi geçen 2 kişinin soyları, dedeleri farklıdır.

İBLİS İSA'YI NEREYE ÇIKARDI?

İncil'de İsa'nın denendiği bir bölüm vardır. Bu bölümde İblis İsa'yı dağa ve tapınağın tepesine çıkarır. Fakat bakalım farklı İncil bölümleri önce hangisine çıkıldığı konusunda ortak karara sahip mi:

(İsa Deneniyor)
Matta 4/5-9:
5-6) Sonra İblis O’nu kutsal kente götürdü. Tapınağın tepesine çıkarıp, “Tanrı’nın Oğlu’ysan, kendini aşağı at” dedi, “Çünkü şöyle yazılmıştır:
‘Tanrı, senin için meleklerine buyruk verecek.’
‘Ayağın bir taşa çarpmasın diye
Seni elleri üzerinde taşıyacaklar.’ ”
7) İsa İblis’e şu karşılığı verdi: “ ‘Tanrın Rab’bi denemeyeceksin’ diye de yazılmıştır.”
8) İblis bu kez İsa’yı çok yüksek bir dağa çıkardı. O’na bütün görkemiyle dünya ülkelerini göstererek, 9) “Yere kapanıp bana taparsan, bütün bunları sana vereceğim” dedi.

Matta'ya göre İblis İsa'yı önce tapınağın tepesine daha sonra ise yüksek bir dağa çıkardı. Luka İncilindeki duruma bakalım:

(İsa’nın Çölde Denenmesi)
Luka 4/5-9:
5) Sonra İblis İsa’yı yükseklere çıkararak bir anda O’na dünyanın bütün ülkelerini gösterdi. 6) O’na, “Bütün bunların yönetimini ve zenginliğini sana vereceğim” dedi. “Bunlar bana teslim edildi, ben de dilediğim kişiye veririm. 7) Bana taparsan, hepsi senin olacak.”
8) İsa ona şu karşılığı verdi: “ ‘Tanrın Rab’be tapacak, yalnız O’na kulluk edeceksin’ diye yazılmıştır.”
9) İblis O’nu Yeruşalim’e götürüp tapınağın tepesine çıkardı. “Tanrı’nın Oğlu’ysan, kendini buradan aşağı at” dedi.

Tanrı ya Luka'ya yada Matta'ya yanlış esin vermiş. Çünkü Matta'da önce tapınağın tepesine daha sonra dağa çıkarılan İsa, Luka'da önce dağa sonrasında tapınağın tepesine çıkarılıyor. Yani taban tabana zıt ve çelişkili.

YAHYA İLYAS MI DEĞİL Mİ?

İnciller arasındaki çelişkiler yalnızca bunlarla sınırlı değildir. Matta ve Yuhanna İncilleri Yahya'nın İlyas olup olmadığı konusunda da birbirine ters düşen, uyuşmayan metinlere sahiptir.

Matta İncilinin 11.babındaki İsa ve Vaftizci Yahya bölümüne bakalım bu konu hakkında ne diyor:

Matta 11/7-15:
7) Yahya’nın öğrencileri ayrılırken İsa halka Yahya’dan söz etmeye başladı. “Çöle ne görmeye gittiniz?” dedi. “Rüzgarda sallanan bir kamış mı?
8) Söyleyin, ne görmeye gittiniz? Pahalı giysiler giymiş bir adam mı? Oysa pahalı giysi giyenler, kral saraylarında bulunur.
9) Öyleyse ne görmeye gittiniz? Bir peygamber mi? Evet! Size şunu söyleyeyim, gördüğünüz kişi peygamberden de üstündür.
10) ‘İşte, habercimi senin önünden gönderiyorum;
O önden gidip senin yolunu hazırlayacak’ diye yazılmış olan sözler onunla ilgilidir.
11) Size doğrusunu söyleyeyim, kadından doğanlar arasında Vaftizci Yahya’dan daha üstün biri çıkmamıştır. Bununla birlikte, Göklerin Egemenliği’nde en küçük olan ondan üstündür.
12) Vaftizci Yahya’nın ortaya çıktığı günden bu yana Göklerin Egemenliği zorlanıyor, zorlu kişiler onu ele geçirmeye çalışıyor.
13) Yahya’ya dek bütün peygamberlerle Kutsal Yasa, olacakları önceden bildirdiler.
14) Eğer bunu kabul etmek isterseniz, gelecek olan İlyas odur.
15) Kulağı olan, işitsin!  

Şimdi bir de Yuhanna İncilindeki Yahya'nın Ortaya Çıkışı adlı bölüme bakalım ve Yahya, İlyas mıymış bakalım:

Yuhanna 1/19-21:
19-20) Yahudi yetkililer Yahya’ya, “Sen kimsin?” diye sormak üzere Yeruşalim’den kâhinlerle Levililer’i gönderdikleri zaman Yahya’nın tanıklığı şöyle oldu –açıkça konuştu, inkâr etmedi– “Ben Mesih değilim” diye açıkça konuştu.
21) Onlar da kendisine, “Öyleyse sen kimsin? İlyas mısın?” diye sordular.
O da, “Değilim” dedi.
“Sen beklediğimiz peygamber misin?” sorusuna,
“Hayır” yanıtını verdi.

Bu iki İncilin Yahya'nın ortaya çıkış şeklini farklı anlatmalarının yanı sıra Yahya'nın birinde evet İlyas benim derken diğerinde "hayır ben İlyas değilim" demesi çelişki değilse nedir?

VAFTİZCİ YAHYA İSA'NIN KİM OLDUĞUNU BİLİYOR MU?

Hazır konusu açılmışken Yahya'dan devam edelim. Bu çelişki diğerlerinden biraz farklı çünkü farklı İncil kitapları arasındaki çelişkiden ziyade aynı kitabın içinde bulunan bir çelişki.

Matta 3/13-14:
13) Bu sırada İsa, Yahya tarafından vaftiz edilmek üzere Celile’den Şeria Irmağı’na, Yahya’nın yanına geldi. 14) Ne var ki Yahya, “Benim senin tarafından vaftiz edilmem gerekirken sen mi bana geliyorsun?” diyerek O’na engel olmak istedi.

Bir de Matta 11/1-3'e bakalım:
1) İsa, on iki öğrencisine bu buyrukları verdikten sonra onların kentlerinde öğretmek ve Tanrı sözünü duyurmak üzere oradan ayrıldı.
2-3) Tutukevinde bulunan Yahya, Mesih’in yaptığı işleri duyunca, O’na gönderdiği öğrencileri aracılığıyla şunu sordu: “Gelecek Olan sen misin, yoksa başkasını mı bekleyelim?”

Matta'nın 3.bab'ında Yahya'nın "Benim senin tarafından vaftiz edilmem gerekirken sen mi bana geliyorsun?" sözünden İsa'nın kim olduğunu, Mesih olduğunu bildiğini anlıyoruz. 11.bab'da ise Yahya öğrencileri aracılığı ile İsa'ya şunu soruyor “Gelecek Olan sen misin, yoksa başkasını mı bekleyelim?” yani demek istiyor ki "Mesih sen misin?"

Bu bariz çelişkide görüldüğü üzere Yahya bir bab'da İsa'nın kim olduğunu bilirken diğer bab'da bilmiyor.

İSA VAFTİZ OLDUKTAN SONRA NEREYE GİTTİ?

Önceki pasajlarda Yahya'ya dair çelişkileri anlatırken de gördüğünüz üzere İsa, Vaftizci Yahya tarafından vaftiz edilir. Sorun şudur ki vaftizden sonra İsa'nın nereye gittiği konusunda çok büyük bir ihtilaf vardır.

Matta ve Markos'a göre vaftiz olan İsa hemen akabinde çöle gider ve tam 40 gün orada kalır.

O yüzden ilk olarak aynı anlatımı içeren iki İncilden birine, örneğin Markos'a bakalım:

Markos 1/9-13:
9) O günlerde Celile’nin Nasıra Kenti’nden çıkıp gelen İsa, Yahya tarafından Şeria Irmağı’nda vaftiz edildi. 10) Tam sudan çıkarken, göklerin yarıldığını ve Ruh’un güvercin gibi üzerine indiğini gördü.
11) Göklerden, “Sen benim sevgili Oğlum’sun, senden hoşnudum” diyen bir ses duyuldu.
12) O an Ruh, İsa’yı çöle gönderdi. 13) İsa çölde kaldığı kırk gün boyunca Şeytan tarafından denendi. Yabanıl hayvanlar arasındaydı, melekler O’na hizmet ediyordu.

Yuhanna 2/1-3:
Üçüncü gün Celile’nin Kana Köyü’nde bir düğün vardı. İsa’nın annesi de oradaydı. 2) İsa’yla öğrencileri de düğüne çağrılmışlardı. 3) Şarap tükenince annesi İsa’ya, “Şarapları kalmadı” dedi. 4) İsa, “Anne, benden ne istiyorsun? Benim saatim daha gelmedi” dedi.

Hadi çıkın işin içinden. Markos İncilinde vaftiz olduktan sonra çöle gidip 40 gün boyunca İblis tarafından teste tabi tutulduğu anlatılan İsa nasıl olur da Yuhanna İncilinde vaftizin üçüncü gününde annesi ile bir düğünde bulunur ve orada ilk mucizesini gerçekleştirip suyu şaraba çevirir?

VAFTİZCİ YAHYA YİYİP İÇTİ Mİ?

Eğer İncil tanrının ruhunun esiniyle yazıldıysa bu hatalar nasıl olur dedirten çelişkilerden bir başkasına bakalım. Markos İncilinde Vaftizci Yahya'nın gelişini anlatan bölümde Yahya'nın çekirge ve yaban balı yiyerek geldiği yazarken Matta İncilinde ise Yahya'nın oruçlu olarak geldiği, yiyip içmediği yazar:

Markos 1/4-8:
4) Böylece Vaftizci Yahya çölde ortaya çıktı. İnsanları, günahlarının bağışlanması için tövbe edip vaftiz olmaya çağırıyordu. 5) Bütün Yahudiye halkı ve Yeruşalimliler’in hepsi ona geliyor, günahlarını itiraf ediyor, onun tarafından Şeria Irmağı’nda vaftiz ediliyordu.
6) Yahya’nın deve tüyünden giysisi, belinde deri kuşağı vardı. Çekirge ve yaban balı yerdi. 7) Şu haberi yayıyordu: “Benden sonra benden daha güçlü olan geliyor. Eğilip O’nun çarıklarının bağını çözmeye bile layık değilim. 8) Ben sizi suyla vaftiz ettim, ama O sizi Kutsal Ruh’la vaftiz edecektir.”

Matta 11/16-19:
16-17) “Bu kuşağın insanlarını neye benzeteyim? Çarşı meydanlarında oturup arkadaşlarına,
‘Size kaval çaldık, oynamadınız;
Ağıt yaktık, dövünmediniz’ diye seslenen çocuklara benziyorlar. 18) Yahya geldiği zaman oruç tutup içkiden kaçındı, ona ‘cinli’ diyorlar. 19) İnsanoğlu geldiği zaman yiyip içti. Bu kez de diyorlar ki, ‘Şu obur ve ayyaş adama bakın! Vergi görevlileri ve günahkârlarla dost oldu!’ Ne var ki bilgelik, ortaya koyduğu işlerle doğrulanır.”

İSA NE DEDİ?

İncil'de Cinli Çocuk İyileştiriliyor adıyla bir bölüm yer alır. İsa'nın öğrencileri çocuğun içindeki cini çıkarmayı beceremez ve İsa'ya neden cini çıkaramadıklarını sorarlar. Bakalım İsa, 2 farklı İncil'de de "aynı cevabı vermiş olması gerekirken" nasıl cevap vermiş:

(Cinli Çocuk İyileştiriliyor)
Matta 17/14-21:
14) Kalabalığın yanına vardıklarında bir adam İsa’ya yaklaşıp önünde diz çöktü. 15) “Ya Rab” dedi, “Oğlumun haline acı! Sarası var, çok acı çekiyor. Sık sık ateşe, suya düşüyor. 16) Onu senin öğrencilerine getirdim, ama iyileştiremediler.”
17) İsa, “Ey imansız ve sapmış kuşak!” dedi. “Sizinle daha ne kadar kalacağım? Size daha ne kadar katlanacağım? Çocuğu buraya, bana getirin.” 18) İsa cini azarlayınca, cin çocuktan çıktı, çocuk o anda iyileşti.
19) Sonra öğrenciler tek başlarına İsa’ya gelip, “Biz cini neden kovamadık?” diye sordular.
20-21) İsa, “İmanınız kıt olduğu için” karşılığını verdi. “Size doğrusunu söyleyeyim, bir hardal tanesi kadar imanınız olsa şu dağa, ‘Buradan şuraya göç’ derseniz, göçer; sizin için imkânsız bir şey olmayacaktır.”

(Cinli Bir Çocuğun İyileştirilmesi)
Markos 9/17-29:
17) Halktan biri O’na, “Öğretmenim” diye karşılık verdi, “Dilsiz bir ruha tutulan oğlumu sana getirdim. 18) Ruh onu nerede yakalarsa yere çarpıyor. Çocuk ağzından köpükler saçıyor, dişlerini gıcırdatıyor ve kaskatı kesiliyor. Ruhu kovmaları için öğrencilerine başvurdum, ama başaramadılar.”
19) İsa onlara, “Ey imansız kuşak!” dedi. “Sizinle daha ne kadar kalacağım? Size daha ne kadar katlanacağım? Çocuğu bana getirin!”
20) Çocuğu kendisine getirdiler. Ruh, İsa’yı görür görmez çocuğu şiddetle sarstı; çocuk yere düştü, ağzından köpükler saçarak yuvarlanmaya başladı.
21) İsa çocuğun babasına, “Bu hal çocuğun başına geleli ne kadar oldu?” diye sordu.
“Küçüklüğünden beri böyle” dedi babası. 22) “Üstelik ruh onu öldürmek için sık sık ateşe, suya attı. Elinden bir şey gelirse, bize yardım et, halimize acı!”
23) İsa ona, “Elimden gelirse mi? İman eden biri için her şey mümkün!” dedi.
24) Çocuğun babası hemen, “İman ediyorum, imansızlığımı yenmeme yardım et!” diye feryat etti.
25) İsa, halkın koşuşup geldiğini görünce kötü ruhu azarlayarak, “Sana buyuruyorum, dilsiz ve sağır ruh, çocuğun içinden çık ve ona bir daha girme!” dedi.
26) Bunun üzerine ruh bir çığlık attı ve çocuğu şiddetle sarsarak çıktı. Çocuk ölü gibi hareketsiz kaldı, öyle ki oradakilerin birçoğu, “Öldü!” diyordu. 27) Ama İsa elinden tutup kaldırınca, çocuk ayağa kalktı.
28) İsa eve girdikten sonra öğrencileri özel olarak O’na, “Biz kötü ruhu neden kovamadık?” diye sordular.
29) İsa onlara, “Bu tür ruhlar ancak duayla kovulabilir” yanıtını verdi.

Şimdi sorarım size bu çelişkinin babası değilse nedir? Nasıl olur da bir İncil'de İsa öğrencilerinin cini kovmayı başaramamalarının nedeni olarak imansızlığı gösterirken diğer İncil'de dua etmemeyi gösterir?

KARIŞAN KÖR SAYISI

Önceleri verdiğim birçok örnek gibi 4 İncil kitabı arası birçok yerde sayısal tutarsızlık ve çelişkiler görülür ve bunlardan biri de İsa'nın Eriha'dan ayrılırken iyileştirdiği körlerle ilgilidir.

Matta İncilinde şöyle yazar:
Matta 20/29-30:
29) Eriha’dan ayrılırlarken büyük bir kalabalık İsa’nın ardından gitti. 30) Yol kenarında oturan iki kör, İsa’nın oradan geçmekte olduğunu duyunca, “Ya Rab, ey Davut Oğlu, halimize acı!” diye bağırdılar.

Şimdi de Markos İnciline bakalım:
Markos 10/46-47:
46) Sonra Eriha’ya geldiler. İsa, öğrencileri ve büyük bir kalabalıkla birlikte Eriha’dan ayrılırken, Timay oğlu Bartimay adında kör bir dilenci yol kenarında oturuyordu. 47) Nasıralı İsa’nın orada olduğunu duyunca, “Ey Davut Oğlu İsa, halime acı!” diye bağırmaya başladı.

Görüldüğü üzere Matta İncilinde İsa Eriha'dan ayrılırken iki körü iyileştirir ve bu yüzden İncildeki bu bölümün adı "İki Körün Gözleri Açılıyor" dur. Markos İncilinde ise İsa Eriha'dan ayrılırken sadece Bartimay adlı adamın körlüğünü iyileştirdiğinden ilgili bölümün adı "Kör Bartimay’ın Gözleri Açılıyor" diye geçer.

HAVARİLER ASA ALSIN MI ALMASIN MI?

Matta ile Markos arasında benzer bir çelişki de İsa'nın 12 elçisini göreve gönderdiği bölümle ilgilidir. İsa bir İncilde asa (değnek) almamalarını tembihlerken diğer İncilde almalarını söyler. Matta İncilinde şöyle yazar:

Matta 10/9-10:
9) Kuşağınıza altın, gümüş, ya da bakır para koymayın. 10) Yolculuk için ne torba, ne yedek mintan, ne çarık, ne de değnek alın. Çünkü işçi yiyeceğini hak eder.

Şimdi de Markos'a bakalım.

Markos 6/8-9:
8) Yolculuk için yanlarına değnekten başka bir şey almamalarını söyledi. Ne ekmek, ne torba, ne de kuşaklarında para götüreceklerdi. 9) Onlara çarık giymelerini söyledi. Ama, “İki mintan giymeyin” dedi.

Bu ne yaman çelişkidir? Nasıl olur da İsa'nın birbirinin tamamen zıttı olan iki söylem "birbirleri ile çelişmezler" denen İncillerde yer alabilir? Eğer İnciller tanrı ruhunun esiniyle yazıldıysa nasıl olur da birbirinin zıttı ifade ve anlatımlar barındırır?

KIZI CİNLİ KADIN KENANLI MI YUNAN MI?

Matta ve Markos İncili kızına cin musallat olmuş olan bir kadından İsa ile arasında geçen konuşmadan ve sonunda cinin kovulması ile kızının iyileşmesinden bahseder. Bu hikayede önemli çelişki şudur ki İsa ile konuşan kadının kimliği hakkında büyük bir çelişki vardır.

(Kenanlı Kadının İmanı)
Matta 15/21-28:
21) İsa oradan ayrılıp Sur ve Sayda bölgesine geçti.
22) O yöreden Kenanlı bir kadın İsa’ya gelip, “Ya Rab, ey Davut Oğlu, halime acı! Kızım cine tutuldu, çok kötü durumda” diye feryat etti.
23) İsa kadına hiçbir karşılık vermedi. Öğrencileri yaklaşıp, “Sal şunu, gitsin!” diye rica ettiler.
“Arkamızdan bağırıp duruyor.”
24) İsa, “Ben yalnız İsrail halkının kaybolmuş koyunlarına gönderildim” diye yanıtladı.
25) Kadın ise yaklaşıp, “Ya Rab, bana yardım et!” diyerek O’nun önünde yere kapandı.
26) İsa ona, “Çocukların ekmeğini alıp köpeklere atmak doğru değildir” dedi.
27) Kadın, “Haklısın, ya Rab” dedi. “Ama köpekler de efendilerinin sofrasından düşen kırıntıları yer.”
28) O zaman İsa ona şu karşılığı verdi: “Ey kadın, imanın büyük! Dilediğin gibi olsun.” Ve kadının kızı o saatte iyileşti.

Markos İncilinde de hikaye aynı şekilde geçer fakat ilgili bölümün adı Fenikeli (Yunanlı) Kadının İmanı'dır.

(Fenikeli Kadının İmanı)
Markos 7/24-30:
24) İsa oradan ayrılarak Sur bölgesine gitti. Burada bir eve girdi. Kimsenin bunu bilmesini istemiyordu, ama gizlenemedi. 25) Küçük kızı kötü ruha tutulmuş bir kadın, İsa’yla ilgili haberi duyar duymaz geldi, ayaklarına kapandı. 26) Yahudi olmayan bu kadın Suriye-Fenike ırkındandı. Kızından cini kovması için İsa’ya rica etti.
27) İsa ona, “Bırak, önce çocuklar doysunlar” dedi. “Çocukların ekmeğini alıp köpeklere atmak doğru değildir.”
28) Kadın buna karşılık, “Haklısın, Rab” dedi. “Ama köpekler de sofranın altında çocukların ekmek kırıntılarını yer.”
29) İsa ona, “Bu sözden ötürü cin kızından çıktı, gidebilirsin” dedi.
30) Kadın evine gittiğinde çocuğunu cinden kurtulmuş, yatakta yatar buldu.

Bu sizce de tuhaf değil mi? Eğer İncil tanrı kelamı ise ve içerik olarak korunmuş ise neden bu hikayedeki kadın bir yerde Fenikeli iken diğer yerde Kenanlı'dır?

YAHUDA'YA NE OLDU?

İsa'ya ihanet eden ve daha sonra pişman olan Yahuda konusunda büyük bir çelişki vardır. Matta'ya göre Yahuda kendini asarak intihar etmişken Elçilerin İşleri'nde baş aşağı düşerek öldüğü, hatta bağırsaklarının dışarı döküldüğü yazar.

İlk olarak Matta'ya bakalım.

Matta 27/1-6:
Sabah olunca bütün başkâhinlerle halkın ileri gelenleri, İsa’yı ölüm cezasına çarptırmak konusunda anlaştılar. 2 O’nu bağladılar ve götürüp Vali Pilatus’a teslim ettiler.
3) İsa’ya ihanet eden Yahuda, O’nun mahkûm edildiğini görünce yaptığına pişman oldu. Otuz gümüşü başkâhinlere ve ileri gelenlere geri götürdü. 4 “Ben suçsuz birini ele vermekle günah işledim” dedi.
Onlar ise, “Bundan bize ne? Onu sen düşün” dediler.
5) Yahuda paraları tapınağın içine fırlatarak oradan ayrıldı, gidip kendini astı.
6) Paraları toplayan başkâhinler, “Kan bedeli olan bu paraları tapınağın hazinesine koymak doğru olmaz” dediler.

Şimdi de Elçilerin İşleri, 1.Bab'a bakalım:
15-16) O günlerde Petrus, yaklaşık yüz yirmi kardeşten oluşan bir topluluğun ortasında ayağa kalkıp şöyle konuştu: “Kardeşler, Kutsal Ruh’un, İsa’yı tutuklayanlara kılavuzluk eden Yahuda ile ilgili olarak Davut’un ağzıyla önceden bildirdiği Kutsal Yazı’nın yerine gelmesi gerekiyordu. 17) Yahuda bizden biri sayılmış ve bu hizmette yerini almıştı.”
18) Bu adam, yaptığı kötülüğün karşılığında aldığı ücretle bir tarla satın aldı. Sonra baş aşağı düştü, bedeni yarıldı ve bütün bağırsakları dışarı döküldü. 19) Yeruşalim’de yaşayan herkes olayı duydu. Tarlaya kendi dillerinde Kan Tarlası anlamına gelen Hakeldema adını verdiler.

Görüldüğü üzere Matta İncilinde yaptıklarından pişman olan, aldığı paraları tapınağın içine fırlatan ve kendini asan bir Yahuda hikayesi varken Luka İncilinin devamı olan Elçilerin İşleri'nin 1.Bab'ında isyan edip paraları tapınağa saçmayan, hatta bu parayla kendine bir tarla satın alan ve kendini asarak değil yüksekten düşerek ölen bir Yahuda vardır.

Birtakım Hristiyan bu çelişkiyi örtbas etme çabası ile Yahuda'nın tıpkı Matta'da yer aldığı gibi Elçilerin İşlerinde'de intihar ettiğini fakat boynuna doladığı halat koptuğundan düşüp öldüğünü iddia eder. Fakat bu iddia neresinden tutsan elinde kalır.
Çünkü Elçilerin işlerindeki anlatıda Yahuda zaten paraları tapınağa savurmadı ki, halinden gayet memnun bir şekilde gidip tarla satın aldı. Hadi diyelim ki sizin dediğiniz gibi intihar ederken halatı kopup düşmüş olsun. O halde inandığınız tanrınızın ruhu neden yazan kişiye doğru esin vermemiş ve olayı çelişki doğuracak şekilde farklı yazdırmıştır?

İSA'NIN TUTUKLANMASI VE ÇARMIHA GERİLMESİNE DAİR ÇELİŞKİLER

Bilindiği üzere İsa tutuklanır ve Vali Pilatus'un önüne getirilir. İnciller bu ve sonra gelişen olayları farklı-çelişen ifadelerle anlatmıştır.

İlk olarak Luka İnciline göre İsa, Vali Pilatus'un önüne çıktığında vali onun Hirodes'in yönetimi altındaki Celile bölgesinden olduğunu öğrenince İsa'yı Hirodes'e göndertir. Burada Hirodes İsa'ya onca soru yöneltir fakat İsa hiçbirine cevap veremeyince Hirodes ve askerleri onunla alay edip aşağılar ve İsa'ya gösterişli bir kaftan giydirerek onu Pilatus'a geri gönderirler. (Luka 23/1-12)

Yani, Luka İncilindeki anlatıya göre İsa Pilatus'un önüne çıkar, sonra Pilatus onu Hirodes'e gönderir, Hirodes de aşağıladıktan sonra İsa'yı Pilatus'a geri gönderir. Hatta Pilatus halkına İsa'yı Hirodes'e gönderdiğinden ve onun da İsa'yı suçsuz bulduğundan bahseder ve "Eğer onu suçlu bulsaydı onu bana geri göndermezdi" der.

Fakat Matta ve Markos İncillerinde İsa Pilatus'un önüne çıkarıldıktan sonra doğrudan yargılanır ve çarmıha gerilmesine karar verilir, yani öncesinde bir başkasına gönderilmez. (Matta 27/11-26 , Markos 15/1-15)

Çelişkiler bununla da sınırlı kalmaz. Matta'daki Askerlerin İsa'yı Aşağılaması bab'ında İsa'ya giydirilen kaftanın renginin kırmızı olduğu söylenirken Markos İncilindeki aynı bab'da İsa'ya giydirilen kaftanın renginin mor olduğu yazar. (Matta 27/27-31 , Markos 15/16-20)

PEKİ ÇARMIHI KİM TAŞIDI?

İncil'de İsa'nın çarmıha gerilme cezasına ve gerileceği çarmıhın taşınma sürecine dair de anlatımlar mevcuttur. Hristiyanlar daha duygusal ve dokunaklı olduğundan yani daha fazla insanı etkileyip onları kendi dinlerine çekmeyi kolaylaştırması açısından Yuhanna İncilinin çarmıhın taşınma sürecine dair anlatımlarını dile getirir veya filmlere konu ederler ve bu metinlere göre İsa gerileceği haçı kendisi taşımaktadır.

(İsa Çarmıha Geriliyor)
Yuhanna 19/17:
17) Askerler İsa’yı alıp götürdüler. İsa çarmıhını kendisi taşıyıp Kafatası –İbranice’de Golgota– denilen yere çıktı.

İncil'in bölümlerinden olan Yuhanna İncili diyor ki İsa çarmıhını kendisi taşıdı. Fakat Matta, Markos (15/21) ve Luka (23/26) İncilleri çarmıhı İsa'nın taşıdığını söylemez. Üçü de aynı şeyi söylediğinden sadece birine bakmak yeterli:

(İsa Çarmıha Geriliyor)
Matta 27/32-34:
32) Dışarı çıktıklarında Simun adında Kireneli bir adama rastladılar. İsa’nın çarmıhını ona zorla taşıttılar. 33-34) Golgota, yani Kafatası denilen yere vardıklarında içmesi için İsa’ya ödle karışık şarap verdiler. İsa bunu tadınca içmek istemedi.

Düşünebiliyor musunuz? Hristiyanlığın en önemli karakteri olan İsa'nın çarmıha geriliş sürecine dair bile tonla çelişki var. Yuhanna çarmıhı İsa kendisi taşıdı diyorken Matta, Markos ve Luka diyor ki İsa'nın çarmıhını zor kullanarak yolda karşılaştıkları Kireneli Simun adlı adama taşıttılar.

ÇARMIHA GERİLİŞ SAATİ

Çarmıhı kimin taşıdığı konusundaki çelişkinin dışında bu sürecin anlatıldığı metinlerde bir başka çelişki vardır ki bu da İsa'nın çarmıha saat kaçta gerildiğidir.

Matta ve Luka İncilleri zaman belirtmez fakat Markos İncili saat 09:00'a işaret ederken Yuhanna İnciline göre olay saat 12:00'de gerçekleşmiştir.

Markos 15/25:
25) İsa’yı çarmıha gerdiklerinde saat dokuzdu.

Yuhanna 19/13-16:
13) Pilatus bu sözleri işitince İsa’yı dışarı çıkardı. Taş Döşeme –İbranice’de Gabbata– denilen yerde yargı kürsüsüne oturdu. 14) Fısıh Bayramı’na Hazırlık Günü’ydü. Saat on iki sularıydı. Pilatus Yahudiler’e, “İşte, sizin Kralınız!” dedi.
15) Onlar, “Yok et O’nu! Yok et, çarmıha ger!” diye bağrıştılar.
Pilatus, “Kralınızı mı çarmıha gereyim?” diye sordu.
Başkâhinler, “Sezar’dan başka kralımız yok!” karşılığını verdiler. 16) Bunun üzerine Pilatus İsa’yı, çarmıha gerilmek üzere onlara teslim etti.

Kutsal olduğuna inanılan İncil'in içindeki onlarca bölüm birbiri ile çeliştiği halde nasıl olur da hala tanrı esiniyle yazıldığını ve çelişki içermediğini iddia edebiliyorsunuz doğrusu şaşıyorum.

ÇARMIHA HANGİ GÜN GERİLDİ?

Yuhanna İncili sadece saat konusunda değil, İsa'nın çarmıha gerildiği gün konusunda da diğer 3 İncil kitabı ile çelişir.

Matta , Markos ve Luka'ya göre İsa 15 Nisan'da yani Fısıh'ın ilk gününde çarmıha gerilirken Yuhanna metinlerine göre bu tarih Fısıh bayramına hazırlık günüdür, yani 14 Nisan'dır.

Önce birbiriyle çelişmeyen 3 İncil kitabında yazanlara bakalım:

(Fısıh Yemeği)
Matta 26/19-20:
19) Öğrenciler, İsa’nın buyruğunu yerine getirerek Fısıh yemeği için hazırlık yaptılar.
20) Akşam olunca İsa on iki öğrencisiyle yemeğe oturdu.

(Fısıh Yemeği)
Markos 14/12-18:
12) Fısıh kurbanının kesildiği Mayasız Ekmek Bayramı’nın ilk günü öğrencileri İsa’ya, “Fısıh yemeğini yemen için nereye gidip hazırlık yapmamızı istersin?” diye sordular.
13) O da öğrencilerinden ikisini şu sözlerle önden gönderdi: “Kente gidin, orada su testisi taşıyan bir adam çıkacak karşınıza. Onu izleyin. 14) Adamın gideceği evin sahibine şöyle deyin: ‘Öğretmen, öğrencilerimle birlikte Fısıh yemeğini yiyeceğim konuk odası nerede? diye soruyor.’ 15) Ev sahibi size üst katta döşenmiş, hazır büyük bir oda gösterecek. Orada bizim için hazırlık yapın.”
16) Öğrenciler yola çıkıp kente gittiler. Her şeyi, İsa’nın kendilerine söylediği gibi buldular ve Fısıh yemeği için hazırlık yaptılar. 17) Akşam olunca İsa Onikiler’le birlikte geldi. 18) Sofraya oturmuş yemek yerlerken İsa, “Size doğrusunu söyleyeyim” dedi, “Sizden biri, benimle yemek yiyen biri bana ihanet edecek.”

(Fısıh Yemeği)
Luka 22/14-17:
14-15) Yemek saati gelince İsa, elçileriyle birlikte sofraya oturdu ve onlara şöyle dedi: “Ben acı çekmeden önce bu Fısıh yemeğini sizinle birlikte yemeyi çok arzulamıştım. 16) Size şunu söyleyeyim, Fısıh yemeğini, Tanrı’nın Egemenliği’nde yetkinliğe erişeceği zamana dek, bir daha yemeyeceğim.”
17) Sonra kâseyi alarak şükretti ve, “Bunu alın, aranızda paylaşın” dedi.

Gördüğünüz üzere 3 İncilde de Çarmıha gerildiği gün Fısıh'ın ilk günü olan 15 Nisandır.
Yuhanna İnciline göre ise bu tarih 15 Nisan değil Fısıh bayramına hazırlık günü olan 14 Nisandır.

Hemen Yuhanna'da yazanlara bakalım:

1: İsa Vali Pilatus'un önünde
Yuhanna 18/28:
28) Sabah erkenden Yahudi yetkililer İsa’yı Kayafa’nın yanından alarak vali konağına götürdüler. Dinsel kuralları bozmamak ve Fısıh yemeğini yiyebilmek için kendileri vali konağına girmediler.

2: İsa Ölüme Mahkum Ediliyor
Yuhanna 19/13-14:
13) Pilatus bu sözleri işitince İsa’yı dışarı çıkardı. Taş Döşeme –İbranice’de Gabbata– denilen yerde yargı kürsüsüne oturdu. 14) Fısıh Bayramı’na Hazırlık Günü’ydü. Saat on iki sularıydı. Pilatus Yahudiler’e, “İşte, sizin Kralınız!” dedi.

3 kitapta 15 Nisan olarak verilen tarih Yuhanna'da 14 Nisan olarak yazılmış. Bu kadar çelişki bazıları için yetmemiş olabilir, o yüzden devam edelim.

İKİ SUÇLU İSA'YA İMAN ETTİ Mİ?

İsa çarmıha gerilirken yanında çarmıha gerilmekte olan iki suçlu vardır. Matta (27/38-44) ve Markos'a (15/27-32) göre bu suçlular İsa'ya iman etmemişlerdir. İsa'ya iman etmediklerini anlatan İncillerden birine, Matta'ya bakalım. Daha sonra çelişen metinlere yani Luka'ya bakacağız.

(İsa Çarmıha Geriliyor)
Matta 27/38-44:
38) İsa’yla birlikte, biri sağında öbürü solunda olmak üzere iki haydut da çarmıha gerildi. 39-40) Oradan geçenler başlarını sallayıp İsa’ya sövüyor, “Hani sen tapınağı yıkıp üç günde yeniden kuracaktın? Haydi, kurtar kendini! Tanrı’nın Oğlu’ysan çarmıhtan in!” diyorlardı.
41-42) Başkâhinler, din bilginleri ve ileri gelenler de aynı şekilde O’nunla alay ederek, “Başkalarını kurtardı, kendini kurtaramıyor” diyorlardı. “İsrail’in Kralı imiş! Şimdi çarmıhtan aşağı insin de O’na iman edelim. 43) Tanrı’ya güveniyordu; Tanrı O’nu seviyorsa, kurtarsın bakalım! Çünkü, ‘Ben Tanrı’nın Oğlu’yum’ demişti.” 44) İsa’yla birlikte çarmıha gerilen haydutlar da O’na aynı şekilde hakaret ettiler.

(İsa Çarmıha Geriliyor)
Luka 23/39-43:
39) Çarmıha asılan suçlulardan biri, “Sen Mesih değil misin? Haydi, kendini de bizi de kurtar!” diye küfretti.
40) Ne var ki, öbür suçlu onu azarladı. “Sende Tanrı korkusu da mı yok?” diye karşılık verdi. “Sen de aynı cezayı çekiyorsun. 41) Nitekim biz haklı olarak cezalandırılıyor, yaptıklarımızın karşılığını alıyoruz. Oysa bu adam hiçbir kötülük yapmadı.” 42) Sonra, “Ey İsa, kendi egemenliğine girdiğinde beni an” dedi.
43) İsa ona, “Sana doğrusunu söyleyeyim, sen bugün benimle birlikte cennette olacaksın” dedi.

Matta ve Markos'ta suçlulardan hiçbiri İsa'ya iman etmezken Luka İncilinde suçlulardan birinin ona iman ettiğini ve onu diğer suçluya karşı savunup İsa'ya “Ey İsa, kendi egemenliğine girdiğinde beni an” dediğini buna karşılık İsa'nın da onu cennetle müjdelediğini görüyoruz.

Hristiyan din adamlarının 4 İncil kitabı için: "Farklı kişilerin, farklı yerlerde yazdıkları İnciller birbirleri ile uyuşurlar. Bu bir mucizedir, tanrının esiniyle yazıldıklarının işaretidir" dediğine şahit olmuş biri olarak şunu sormadan edemeyeceğim:
Siz İncil okumadan ve İncil'in kendi içindeki bölümlerini karşılaştırmadan nasıl din adamı olmayı başardınız? O kadar çok birbirinin zıttı, çelişkili, bariz şekilde kendi içinde örtüşmeyen anlatımlar mevcut ki siz ya bunları görmemek için gözünüzü kapıyorsunuz ya da misyonerlikte günah olmaz düşüncesi ile hareket ederek bu hata ve çelişkileri bildiğiniz halde insanlara "çelişki yoktur" diyorsunuz.

İSA'YA HANGİ İÇECEĞİ VERDİLER?

Çarmıh sürecine dair metinleri incelemeye devam edersek İsa çarmıha gerildiğinde askerlerin ona içecek verdikleri fakat bu içeceğin Matta'ya göre (27:34) ödle karışık şarap, Markos'a göre (15:23) mürle karışık şarap, Luka (23:36) ve Yuhanna'ya (19:29-30) göre ise ekşi şarap olduğu yazmaktadır.

İSA'NIN ÖLMEDEN ÖNCEKİ SON SÖZÜ NEYDİ?

Akabinde çarmıhta ölen İsa'nın ölmeden önce söylediği son sözüne dair çelişkili anlatımlara bakmak gerekir.

Matta ve Markos'a göre İsa'nın son sözleri şunlardır:
Matta 27:46: Saat üçe doğru İsa yüksek sesle, “Eli, Eli, lema şevaktani?” yani, “Tanrım, Tanrım, beni neden terk ettin?” diye bağırdı.
Markos 15:34: Saat üçte İsa yüksek sesle, “Elohi, Elohi, lema şevaktani” yani, “Tanrım, Tanrım, beni neden terk ettin?” diye bağırdı.

Şimdi Luka ve Yuhanna'da İsa'nın son sözlerinin ne olduğuna bakalım:

Luka 23:46: İsa yüksek sesle, “Baba, ruhumu ellerine bırakıyorum!” diye seslendi. Bunu söyledikten sonra son nefesini verdi.

Yuhanna 19:30: İsa şarabı tadınca, “Tamamlandı!” dedi ve başını eğerek ruhunu teslim etti.

Görüldüğü üzere İsa'nın son sözlerinin ne olduğuna dair 3 farklı anlatı bulunmaktadır. Hadi, şimdi bir Hristiyan gelip bana İsa'nın ölmeden önceki son sözünü net bir şekilde dile getirsin. Nasıl mümkün olacak bu? Çünkü ölürken söylediği iddia edilen birbirinden farklı 3 söz var.

BAHARATLARI KİM HAZIRLADI?

İsa'nın diriliş sürecine dair de birçok çelişkili anlatım vardır. Bunlardan ilki olan baharat mevzusu ile başlayalım.

İsa gömüldükten sonra birilerince onun cesedine sürmek için baharatlar hazırlanır. Fakat Markos ve Luka İncilleri ile Yuhanna arasında baharatları hazırlayanın kimliğine dair çelişkili metinler vardır.

Markos 16:1: Şabat Günü geçince, Mecdelli Meryem, Yakup’un annesi Meryem ve Salome gidip İsa’nın cesedine sürmek üzere baharat satın aldılar.

Luka 23/55-56: İsa’yla birlikte Celile’den gelen kadınlar da Yusuf’un ardından giderek mezarı ve İsa’nın cesedinin oraya nasıl konulduğunu gördüler. 56) Evlerine dönerek baharat ve güzel kokulu yağlar hazırladılar. Ama Şabat Günü, Tanrı’nın buyruğu uyarınca dinlendiler.

Yuhanna 19/38-40: Bundan sonra Aramatyalı Yusuf, İsa’nın cesedini kaldırmak için Pilatus’a başvurdu. Yusuf, İsa’nın öğrencisiydi, ama Yahudi yetkililerden korktuğundan bunu gizli tutuyordu. Pilatus izin verince, Yusuf gelip İsa’nın cesedini kaldırdı. 39) Daha önce geceleyin İsa’nın yanına gelen Nikodim de otuz litre kadar karışık mür ve sarısabır özü alarak geldi. 40 İkisi, İsa’nın cesedini alıp Yahudiler’in gömme geleneğine uygun olarak onu baharatla keten bezlere sardılar.

Markos ve Luka İncillerinden farklı olarak Yuhanna İncilinde Armatyalı Yusuf ile Nikodim'in İsa'nın cesedine baharat sürdükleri görülür. Ek olarak Markos ve Luka İncillerine göre İsa'ya baharat sürmek için giden kadınlar mezara gittiklerinde İsa'nın cesedine baharat süremezler çünkü ortada baharat sürülebilecek bir ceset bile yoktur. Fakat Yuhanna metinlerinde İsa'nın cesedinin Yahudi geleneklerine uyularak baharatlandığını görmekteyiz.

MEZAR ZİYARETİ VE MELEKLER

MEZARA İLK BAŞTA KAÇ KİŞİ VE KİMLER GİTTİ?

İsa'nın mezarını ilk başta kaç kişinin ve kimlerin ziyarete gittiği konusunda 4 İncil kitabı ortak paydada buluşabilmiş mi, birbirleriyle çelişiyorlar mı hemen bakalım.

Matta 28/1: Şabat Günü’nü izleyen haftanın ilk günü, tan yeri ağarırken, Mecdelli Meryem ile öbür Meryem mezarı görmeye gittiler. (2 Kişi)

Markos 16/1: Şabat Günü geçince, Mecdelli Meryem, Yakup’un annesi Meryem ve Salome gidip İsa’nın cesedine sürmek üzere baharat satın aldılar. (3 Kişi)

Luka 24/1: Kadınlar haftanın ilk günü, sabah çok erkenden, hazırlamış oldukları baharatı alıp mezara gittiler.
Luka'da aynı bab'ın ilerleyen bölümüne baktığımızda ziyarete gidenlerin kaç kişi civarında olduğunu göreceğiz.
Luka 24/9-10: Mezardan dönüp bütün bunları Onbirler’e ve ötekilerin hepsine bildirdiler. 10) Bunları elçilere anlatanlar, Mecdelli Meryem, Yohanna, Yakup’un annesi Meryem ve bunlarla birlikte bulunan öbür kadınlardı. (4 kişiden fazla)

Yuhanna 20/1: Haftanın ilk günü erkenden, ortalık daha karanlıkken Mecdelli Meryem mezara gitti. (1 Kişi)

Matta, Markos, Luka ve Yuhanna'nın İsa'nın mezarını ilk ziyarete gidenlerin kimler ve kaç kişi olduğu konusunda da ortak bir paydada buluşamadıkları ve çelişkili metinler barındırdıkları açıktır.

KAÇ MELEK VARDI? KADINLAR GELDİĞİNDE ORADA MIYDILAR?

Sayısız çelişkiye dahil olan bir diğer hata ise İsa'nın Dirilişi bab'larındaki tutarsız melek sayısı ve meleklerin orada bulunma durumudur. İlgili bölümlere bakalım.

Matta 28/1-3: Şabat Günü’nü izleyen haftanın ilk günü, tan yeri ağarırken, Mecdelli Meryem ile öbür Meryem mezarı görmeye gittiler. 2) Ansızın büyük bir deprem oldu. Rab’bin bir meleği gökten indi ve mezara gidip taşı bir yana yuvarlayarak üzerine oturdu. 3) Görünüşü şimşek gibi, giysileri ise kar gibi bembeyazdı.

Markos 16/4-5: Başlarını kaldırıp bakınca, o kocaman taşın yana yuvarlanmış olduğunu gördüler. 5) Mezara girip sağ tarafta, beyaz kaftan giyinmiş genç bir adamın oturduğunu görünce çok şaşırdılar.

Luka 24/3-4: Ama içeri girince Rab İsa’nın cesedini bulamadılar. 4) Onlar bu durum karşısında şaşırıp kalmışken, şimşek gibi parıldayan giysilere bürünmüş iki kişi yanlarında belirdi.

Gördüğünüz üzere Matta'da kadınlar mezara gittikten sonra gökten sadece bir melek iner, Markos'da ise kadınlar oraya gittiğinde yine bir melek (adam) vardır fakat onlar gitmeden önce zaten oradadır. Luka'da ise melekler tıpkı Matta'da anlatıldığı gibi kadınlar mezara girdikten sonra gelirler fakat diğerlerinin aksine burada melek sayısı bir değil ikidir.
Yuhanna (20/1-9) metinlerinde ise meleklerin kadınlarla konuşmasından bahsedilmez, olaylar diğer 3 İncilden çok farklı anlatılır.

Aynı zamanda Markos (16:4), Luka (24:2) ve Yuhanna (20:1) kadınlar mezara gittiğinde taşı yerinden yuvarlanmış şekilde buldular derken Matta'da (28:2) kadınlar mezara gittikten sonra gökten inen meleğin taşı yerinden yuvarladığı yazmaktadır.

MELEKLER KADINLARA NE YAPMALARINI SÖYLEDİ?

Ayrıca Matta (28:7), Markos (16:7), Luka (24/6-11) ve Yuhanna (20:13-17) Meleklerin kadınlara verdiği direktifleri birbirinden tutarsız şekilde anlatır.

Matta 28:7: Çabuk gidin, öğrencilerine şöyle deyin: ‘İsa ölümden dirildi. Sizden önce Celile’ye gidiyor, kendisini orada göreceksiniz.’ İşte ben size söylemiş bulunuyorum.”

Markos 16:7: Şimdi öğrencilerine ve Petrus’a gidip şöyle deyin: ‘İsa sizden önce Celile’ye gidiyor. Size bildirdiği gibi, kendisini orada göreceksiniz.’ ”

Luka 24/6-11: O burada yok, dirildi. Daha Celile’deyken size söylediğini anımsayın. 7) İnsanoğlu’nun günahlı insanların eline verilmesi, çarmıha gerilmesi ve üçüncü gün dirilmesi gerektiğini bildirmişti.”
8) O zaman kadınlar İsa’nın sözlerini anımsadılar. 9) Mezardan dönüp bütün bunları Onbirler’e ve ötekilerin hepsine bildirdiler. 10) Bunları elçilere anlatanlar, Mecdelli Meryem, Yohanna, Yakup’un annesi Meryem ve bunlarla birlikte bulunan öbür kadınlardı. 11) Ne var ki, bu sözler elçilere saçma geldi ve kadınlara inanmadılar.

Yuhanna İncilindeki anlatı ise diğerlerinden tamamen farklıdır, burada İsa Meryem'e dirildiğini gösterir ve onunla konuşur:

Yuhanna 20/13-17: Meryem’e, “Kadın, niçin ağlıyorsun?” diye sordular.
Meryem, “Rabbim’i almışlar” dedi. “O’nu nereye koyduklarını bilmiyorum.”
14) Bunları söyledikten sonra arkasına döndü, İsa’nın orada, ayakta durduğunu gördü. Ama O’nun İsa olduğunu anlamadı. 15) İsa, “Kadın, niçin ağlıyorsun?” dedi. “Kimi arıyorsun?”
Meryem O’nu bahçıvan sanarak, “Efendim” dedi, “Eğer O’nu sen götürdünse, nereye koyduğunu söyle de gidip O’nu alayım.”
16) İsa ona, “Meryem!” dedi.
O da döndü, İsa’ya İbranice, “Rabbuni!” dedi. Rabbuni, öğretmenim demektir.
17) İsa, “Bana dokunma!” dedi. “Çünkü daha Baba’nın yanına çıkmadım. Kardeşlerime git ve onlara söyle, benim Babam’ın ve sizin Babanız’ın, benim Tanrım’ın ve sizin Tanrınız’ın yanına çıkıyorum.”

Meleklerin direktiflerinin dışında Meryem'in söylenenleri yapıp-yapmadığı konusunda da tutarsızlıklar bulunur. Matta (28:8), Luka (24:9) ve Yuhanna'da (20:18) Meryem'in gidip olanları anlattığı yazarken Markos (16:8) İncilinde Meryem ve diğerlerinin korkusundan kimseye bir şey anlatmadığı yazar.

Tanrının ruhunun esiniyle yazdırıldığı iddia edilen kitaplar arasında birkaç tutarsızlık daha..

MERYEM ÖNCE KİMLE KARŞILAŞTI?

Meleklerin direktifleri konusunun hemen ardından gelen bir diğer çelişki Meryem'in ilk olarak İsa ile mi yoksa Elçiler ile mi karşılaştığıdır. Matta (28:9), Markos (16:9) ve Yuhanna (20:14) de Meryem'in ilk olarak İsa ile karşılaştığı yazarken Luka'da İsa ile karşılaşmadan önce olanları Elçilere anlattığı yazmaktadır.

Luka 24/4-10:
4) Onlar bu durum karşısında şaşırıp kalmışken, şimşek gibi parıldayan giysilere bürünmüş iki kişi yanlarında belirdi. 5) Korkuya kapılan kadınlar başlarını yere eğdiler. Adamlar ise onlara, “Diri olanı neden ölüler arasında arıyorsunuz?” dediler. 6) “O burada yok, dirildi. Daha Celile’deyken size söylediğini anımsayın. 7) İnsanoğlu’nun günahlı insanların eline verilmesi, çarmıha gerilmesi ve üçüncü gün dirilmesi gerektiğini bildirmişti.”
8) O zaman kadınlar İsa’nın sözlerini anımsadılar. 9) Mezardan dönüp bütün bunları Onbirler’e ve ötekilerin hepsine bildirdiler. 10) Bunları elçilere anlatanlar, Mecdelli Meryem, Yohanna, Yakup’un annesi Meryem ve bunlarla birlikte bulunan öbür kadınlardı.

İSA İLK OLARAK KİME GÖRÜNDÜ?

Buradan hareketle değinilmesi gereken bir diğer konu İsa'nın ilk olarak kime göründüğüdür.

Matta'ya göre mezardan dönüşte Yeruşalim yolundaki iki Meryem'e görünür:

Matta: 28:8-9: Kadınlar korku ve büyük sevinç içinde hemen mezardan uzaklaştılar; koşarak İsa’nın öğrencilerine haber vermeye gittiler. 9) İsa ansızın karşılarına çıktı, “Selam!” dedi. Yaklaşıp İsa’nın ayaklarına sarılarak O’na tapındılar.

Luka'ya göre İsa ilk olarak Emmaus yolundaki iki elçiye görünür:

Luka 24:13-18: Aynı gün öğrencilerden ikisi, Yeruşalim’den altmış ok atımı uzaklıkta bulunan ve Emmaus denilen bir köye gitmekteydiler. 14) Bütün bu olup bitenleri kendi aralarında konuşuyorlardı. 15) Bunları konuşup tartışırlarken İsa yanlarına geldi ve onlarla birlikte yürümeye başladı. 16) Ama onların gözleri O’nu tanıma gücünden yoksun bırakılmıştı.
17) İsa, “Yolda birbirinizle ne tartışıp duruyorsunuz?” dedi.
Üzgün bir halde, oldukları yerde durdular. 18) Bunlardan adı Kleopas olan O’na, “Yeruşalim’de bulunup da bu günlerde orada olup bitenleri bilmeyen tek yabancı sen misin?” diye karşılık verdi.

Luka'daki ilgili metinlerin devamında daha sonra Kleopas ve diğer elçi olan biteni anlattıklarında elçiler onları onaylar ve İsa'nın Petrus'a göründüğünü söylerler. Fakat Markos'da (16:13) yazdığına göre aynı iki elçi olan biteni diğer elçilere anlattığında onlara inanmazlar.

Zaten normalde İsa'nın kimseye görünmediği Markos kitabının orjinali 16:8 de son bulmaktadır fakat daha sonra ilave edilen 12 ayet ile İsa'nın kırlarda yürüyen iki öğrencisine göründüğü anlatılır:

Markos 16/12-13: Bundan sonra İsa kırlara doğru yürümekte olan öğrencilerinden ikisine değişik bir biçimde göründü. 13) Bunlar geri dönüp öbürlerine haber verdiler, ama öbürleri bunlara da inanmadılar.

Yuhanna İncilinde İsa'nın ilk olarak Mecdelli Meryem'e göründüğü yazar:

Yuhanna 20:10-14: Bundan sonra öğrenciler yine evlerine döndüler. 11) Meryem ise mezarın dışında durmuş ağlıyordu. Ağlarken eğilip mezarın içine baktı. 12) Beyazlara bürünmüş iki melek gördü; biri İsa’nın cesedinin yattığı yerin başucunda, öteki ayakucunda oturuyordu. 13) Meryem’e, “Kadın, niçin ağlıyorsun?” diye sordular.
Meryem, “Rabbim’i almışlar” dedi. “O’nu nereye koyduklarını bilmiyorum.”
14) Bunları söyledikten sonra arkasına döndü, İsa’nın orada, ayakta durduğunu gördü. Ama O’nun İsa olduğunu anlamadı.

Fakat Korintlilere mektuplar yazan Pavlus'un 1.mektubunda yazanlara göre İsa önce Petrus'a daha sonra elçilere görünmüştür:

1.Korintliler 15/3-5:
3-4) Aldığım bilgiyi size öncelikle ilettim: Kutsal Yazılar uyarınca Mesih günahlarımıza karşılık öldü, gömüldü ve Kutsal Yazılar uyarınca üçüncü gün ölümden dirildi. 5) Kefas’a, sonra Onikiler’e göründü.

Toparlamak gerekirse; İsa Matta'da önce 2 Meryem'e, Markos'da iki öğrencisine, Luka'da Kleopas ve diğer elçiye, Yuhanna'da Mecdelli Meryem'e ve son olarak 1.Korintliler'de Kefas'a görünür.

İncil'i oluşturan kitaplar yan yana getirildiğinde birbirleri ile çoğu konuda çelişki içinde oldukları oldukça açıktır.

İSA DİRİLDİKTEN SONRA MERYEM ONA DOKUNUYOR MU?

Bazı İncil metinlerinde İsa'nın ilk önce Meryem'e göründüğünü anlattıktan sonra bağlantılı olan diğer konuya gelelim: Meryem İsa'ya dokundu mu?

Dokunmadığını söyleyen Yuhanna ile başlayalım:

Yuhanna 20/16-17:
16) İsa ona, “Meryem!” dedi.
O da döndü, İsa’ya İbranice, “Rabbuni!” dedi. Rabbuni, öğretmenim demektir.
17) İsa, “Bana dokunma!” dedi. “Çünkü daha Baba’nın yanına çıkmadım...

Şimdi de Matta'ya bakalım:

Matta 28:9: İsa ansızın karşılarına çıktı, “Selam!” dedi. Yaklaşıp İsa’nın ayaklarına sarılarak O’na tapındılar.

Çelişki gayet açık değil mi?

İSA DİRİLDİKTEN SONRA KAÇ KEZ GÖRÜNÜYOR?

İsa'nın dirildikten sonra kaç kez göründüğü de İncil'in kendi içinde oldukça tutarsız olduğunu bir başka konudur.

Pavlus'un mektubunda yazdığına göre 6 kez görünür:

1.Korintliler 15/5-8: Kefas’a, sonra Onikiler’e göründü. 6) Daha sonra da beş yüzden çok kardeşe aynı anda göründü. Bunların çoğu hâlâ yaşıyor, bazılarıysa öldüler. 7-8) Bundan sonra Yakup’a, sonra bütün elçilere, son olarak zamansız doğmuş bir çocuğa benzeyen bana da göründü.

Matta'da (28/9-20) 2 kez göründüğü yazar:

1.Görünüşü
Matta 28/8-9: Kadınlar korku ve büyük sevinç içinde hemen mezardan uzaklaştılar; koşarak İsa’nın öğrencilerine haber vermeye gittiler. 9) İsa ansızın karşılarına çıktı, “Selam!” dedi...

2.Görünüşü
Matta 28/16-17: On bir öğrenci Celile’ye, İsa’nın kendilerine bildirdiği dağa gittiler. 17) İsa’yı gördükleri zaman O’na tapındılar. Ama bazıları kuşku içindeydi...

Luka'da da (24:13-51) tıpkı Matta'daki gibi 2 kez göründüğü anlatılır:

1.Görünüşü
Luka 24/13-15:
13) Aynı gün öğrencilerden ikisi, Yeruşalim’den altmış ok atımı uzaklıkta bulunan ve Emmaus denilen bir köye gitmekteydiler. 14) Bütün bu olup bitenleri kendi aralarında konuşuyorlardı. 15) Bunları konuşup tartışırlarken İsa yanlarına geldi ve onlarla birlikte yürümeye başladı.

2.Görünüşü
Luka 24/33-35:
33) Kalkıp hemen Yeruşalim’e döndüler. Onbirler’i ve onlarla birlikte olanları toplanmış buldular. 34) Bunlar, “Rab gerçekten dirildi, Simun’a görünmüş!” diyorlardı. 35) Kendileri de yolda olup bitenleri ve ekmeği böldüğü zaman İsa’yı nasıl tanıdıklarını anlattılar.

Bunlardan farklı olarak Markos (16:9-18) İsa'nın 3 kez göründüğünü yazar:

Markos 16/9-14:
9) İsa, haftanın ilk günü sabah erkenden dirildiği zaman önce Mecdelli Meryem’e göründü. Ondan yedi cin kovmuştu. 10) Meryem gitti, İsa’yla bulunmuş olan, şimdiyse yas tutup gözyaşı döken öğrencilerine haberi verdi. 11) Ne var ki onlar, İsa’nın yaşadığını, Meryem’e göründüğünü duyunca inanmadılar.
12) Bundan sonra İsa kırlara doğru yürümekte olan öğrencilerinden ikisine değişik bir biçimde göründü. 13) Bunlar geri dönüp öbürlerine haber verdiler, ama öbürleri bunlara da inanmadılar.
14) İsa daha sonra, sofrada otururlarken Onbirler’e göründü. Onları imansızlıklarından ve yüreklerinin duygusuzluğundan ötürü azarladı. Çünkü kendisini diri görenlere inanmamışlardı.

Yuhanna'da ise İsa toplam 4 kez görünür:

1.Görünüş (Mecdelli Meryem)
Yuhanna 20:14: Bunları söyledikten sonra arkasına döndü, İsa’nın orada, ayakta durduğunu gördü. Ama O’nun İsa olduğunu anlamadı.

2.Görünüş (On elçi [Aralarında Thomas yoktu])
Yuhanna 20:19: Haftanın o ilk günü akşam olunca, öğrencilerin Yahudi yetkililerden korkusu nedeniyle bulundukları yerin kapıları kapalıyken İsa geldi, ortalarında durup, “Size esenlik olsun!” dedi.

3.Görünüş (Onbirler)
Yuhanna 20/21-26: Onikiler’den biri, “İkiz” diye anılan Tomas, İsa geldiğinde onlarla birlikte değildi. 25) Öbür öğrenciler ona, “Biz Rab’bi gördük!” dediler.
Tomas ise, “O’nun ellerinde çivilerin izini görmedikçe, çivilerin izine parmağımla dokunmadıkça ve elimi böğrüne sokmadıkça inanmam” dedi.
26) Sekiz gün sonra İsa’nın öğrencileri yine evdeydiler. Tomas da onlarla birlikteydi. Kapılar kapalıyken İsa gelip ortalarında durdu, “Size esenlik olsun!” dedi.

4.Görünüş (Petrus, Thomas, Zebedee'nin oğulları, Yakup ve Yuhanna, Nathanael ve diğer iki elçi)
"Bundan sonra İsa Taberiye Gölü’nün kenarında öğrencilerine yine göründü..." diye başlayan Yuhanna'nın "İsa Göl Kenarında" adlı bab'ında (21/1-14) İsa 4. ve son kez görünür.

İsa'nın insanlara görünme sayısı çelişkili olduğu gibi görünme sırası da diğer İncil bölümleri ile uyuşmaz. Görünme sırası şöyledir:

Matta: 
1.Mecdelli Meryemve diğer Meryem
2. Onbirler

Markos:
1. Mecdelli Meryem
2. İki elçi
3. Onbirler

Luka:
1. Kleopas ve diğer elçi
2. Onbirler ve diğerleri

Yuhanna:
1.Mecdelli Meryem
2. On elçi (Thomas aralarında değildi)
3. Onbirler
4. Petrus, Thomas, Zebedee'nin oğulları, Yakup ve Yuhanna, Nathanael ve diğer iki elçi

Pavlus (1.Korintliler):
1. Petrus
2. Onikiler (oysa Yahuda İskariot ölmüştü!? ve Thomas aralarında değildi (Yuhanna 20:24)
3. 500 Kişi
4. Yakup
5. Tüm Elçiler
6. Pavlus (1 Kor. 15:5-7)

GÖRÜNMELER NEREDE GERÇEKLEŞTİ?

İsa'nın kaç kere, hangi sıra ile göründüğüne dair çelişkili ifadelerin yanı sıra insanlara nerede göründüğüne dair yazanlar da birbiri ile çelişmektedir.

Matta'ya göre:
1. Mezardan dönüşte (28:8)
2. Celile'de bir dağda (28:16)

Markos'a göre:
1. Kadınlar mezardan kaçarken (16:8-9)
2. Kırlara giderken (16:12)
3.Yemekte (16:14)

Luka'ya göre:
1. Emmaus'ta (24:13)
2. Matta'nın söylediği gibi Celile'de değil, Yeruşalim'de! (24:33, 49)

Yuhanna'ya göre:
1. Mezar'da (20:14)
2. Yeruşalim (20:18-29) Evin içerisinde
3. Yeruşalim (20:18-29) Evin içerisinde
4. Taberiye Gölü'nün kenarında


Sakın bunca sayısız hatayı çocukça bir tavır ile: "Bu 4 İncil İsa'nın hayatına farklı perspektiflerden bakıştır. Matta: İbrahim’in ve Davut’un Oğlu Kral Mesih, Markos: Büyük İşler Yapan Tanrı’nın Kulu Mesih, Luka: İnsanların dostu olan Adem Oğlu Mesih, Yuhanna: Göklerden gelen Tanrı’nın Oğlu Mesih perspektifi ile yazılmıştır." demeyin.

Çünkü buradaki problem perspektif değil birbirleri arasındaki çok sayıdaki çelişkidir. Bir kişinin hayatını farklı perspektiflerden ele alsanız bile hakkında verilen bilgilerin ve anlatılanların birbirleri ile çelişmemesi, tamamen örtüşmesi gerekir. Hele de Tanrıdan geliyorsa..

İçinde çelişki bulunan hiçbir kitabın Tanrı'dan geldiğini iddia edemezsiniz. Tanrıdan geldiği iddia edilen kitapların içerdiği onlarca çelişkiye bakıldığında eğer bir tanrı varsa bile onun insanoğluna kitap göndermediği oldukça açıktır.