HABERLER
Dini Haber
islamiyet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
islamiyet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

KUR'AN DEĞİŞMİŞ MİDİR?

sizden gelenler, Kur'an, Kur'an değişmiş midir?, Kur'an değiştirildi mi?, islamiyet, din, Kuran bozulmamış mıdır?, Zeyd, Halife Osman tarafından değiştirilen Kur'an, Hangisi doğru kitap, Kuran evrenseldir denir. Kuran Sayın Muhammet'in en büyük mucizesidir denir. Ancak Sayın Muhammet Kuran diye bir kitabı hayatında görmemiştir. Kuran'da pek çok ayette "Bu kitap" denir. "Bu kitabı biz indirdik" veya "Bu kitap apaçık ayetlerden oluşur" denir. Ancak ayetler geldiğinde!!! ortada kitap falan yoktur. Sayın Muhammet Kuran diye bir kitabın varlığından haberi bile olmadan ölüp gitmiştir.

Bunları ben nereden biliyorum ? Bunları İslam'ı kötüleyen kitaplardan değil, herhangi bir ateist kaynak dan değil direk İslam'ı anlatan, İslam'I öven, İslam'ın ve Muhammet'in tarihçesini anlatan, hak din islamdır diyen, İslam'i kaynaklardan ve sahih hadislerden okuduğum için biliyorum. Kaynaklar yazının altındadır.

Sayın Muhammet'in ölümü ile birlikte bilindiği üzere ilk Halife Ebu Bekir olur ve dinden çıkanlara karşı savaş başlatır (Ridde). Bu savaşlarda ayetleri ezberlemekle yükümlü 7 hafızdan 4 ü ölür ve elde 3 tanesi kalır. Ömer'in de baskısı ile Ebu Bekir önce gönüllü olmasa da sonradan ayetleri bir kitap haline getirmeyi kabul eder. Zeyd İbn Sabit isminde bir gence bu görev verilir.

Zeyd'in ilk Kuran'ı toplarken elindeki veriler şunlardır :

1.) Sayın Muhammet'in evinden, yatağının altından çıkan deriye, hayvan kemiklerine, taşlara yazılmış ayetler
2.) Hayatta kalan 3 ezberleyicinin beyanları.
3.) Etrafa haber salınarak Muhammet'ten ayet duyduğunu söyleyenler en az 2 şahit ile bunu ispat ederse kitaba geçirilecekti.

Bu şekilde yaklaşık bir yıllık bir çalışma ile Zeyd ortaya bir kitap çıkarttı ve adına Kuran denildi. Şimdiki biline Kurandan daha büyük ve daha çok ayet var içinde.

Ebubekir'in ölümüyle başa halife olarak Ömer geçti ve onun ölümü ile başa üçüncü halife Osman geçti. Eldeki Kuran'da Ömer'in kızı Hafza'nın korumasına verildi. Ancak Halife Osman eldeki bu tek Kuran'ı Hafza'dan istetti ve yeniden bir kitap daha yazdı. İlk Kuran'daki pek çok yeri çıkarttı ve yeni eklemeler yaptı. Çıkartılan musaflar yakıldı. İlk kitaptan geriye kalanlar yeniden Hafza'ya yollandı ve Hafza'nın ölümüyle birlite bu ilk Kuran'da yakılarak yok edildi.

Osman'ın topladığı kitaba yeni Kuran budur denildi. Bugün herkesin bildiği Kuran diye biline kitap Osman'ın topladığı kitap. Ancak bunun da orijinali yok. Kuran'ı toplayan Osman'ın müslümanlarca linç edilerek öldürüldüğü, ölünce cenazesinin bile yıkanmadığını, müslüman mezarlığına gömülmediğini ayrıca belirteyim.

Şimdi Kuran'ın doğru kitap olduğunu kabul etsek dahi hangisi doğru kitap. Hadi mantıken eldeki verilerin daha güvenilir olması açısından ilk toplanan kitap doğru diyelim. Ancak bu kitap yakılarak yok ediliyor ve Osman'ın kitabı doğru kabul ediliyor. İlk kitap ile ikinci kitap arasında dağlar kadar fark olduğu çok açık. Çünkü ilk kitap yok ediliyor. Neden ?

Kuran'ı asıl kitap haline getirmesi gereken, hiç kimseye bu işi bırakmaması gereken asıl kişinin Sayın Muhammet olması gerekmez miydi ? Muhammet'in bu görevi yapmaması büyük bir ciddiyetsizlik örneği değil midir ?

Muhammet'ten yıllar sonra iki defa derlenen ve birincisi yakılarak yok edilen bir kitaba değişmemiştir, aslını korumuştur demek ve güvenilirdir demek ne kadar mümkündür.

Suyuti'nin El-İtkan (2/32)'inda geçen şekilde İbn Ömer şöyle diyor : "Hiçbiriniz Kuran'ın tümünü aldım (elimde bulunduruyorum) demesin. Bilemez ki Kuran'ın çoğu yok olup gitmiştir. Ne kadarı ortada varsa o kadarını elimde tutuyorum desin"

Kaynaklar:
Buhari es-sahih; Kitabul Fedail-ül Kuarn Menakubul Ensar. Sahih-i Buhari Muntasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi  |  Dr. Subhi e's -Salih; Mebahis fi Ulumil Kuran  |  Celaleddin Suyuti, el-itkan fi Ulumil  |  Kuran  |  Müslim e's Sahih  |  Ebu Davud

SİZDEN GELENLER | Yazan: Y.Yılmaz

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)
NOT: Ayrıca sitemizde yazar olmak için de bize mail atabilirsiniz. Sitemizde yazarlara özel kategoriler açılacaktır.

İNANÇ TARİHİ VE SINAV ÜZERİNE BAZI TEORİLER

DP, İnanç tarihi, din, İnsanın sınava tabi tutuluşu, Teolojik dönem, Metafizik dönem, Pozitif dönem, Cadılar bayramı, hristiyanlık, islamiyet, Eski çağlarda Tanrı, Anabelle, Şeytan çıkarma, Yaşı belirli bir seviyenin üzerinde olanlar hatırlar; eskiden CİNE-5 diye bir kanla vardı. Türkiye’nin ilk şifreli kanalı idi. Decoder alıp izleyebiliyordunuz bu kanalı. Maç yayınlarını satın alması ve geceleri Playboy TV den aldığı program ve filmleri yayınlaması ile meşhur olmuştu. Akşam maçlarla sevinip üzülenler gece playboy tv ile günün stresini üzerinden atıyordu. Hatta CİNE-5 sahiplerine bu nedenle potansiyel cünüp gözü ile bakılırdı. Bu kanal, ülkemizde günümüzün şifreli platformlarının ilki sayılabilir. Bununla beraber yayınladığı film ve dizilerin de kalitesi hayli yüksekti ki bu sayede ciddi bir izleyici kitlesi edinmişti. Günümüzde kahvehaneler de maç yayınlarında nasıl insan/taraftar yoğunluğu yaşanıyorsa bunun ilkini CİNE-5 yaşatmıştı. Bu kanal sessiz sedasız TV tarihindeki yerini alarak silindi gitti.
Bu kanala herkes sahip olamazdı. Evin gelir düzeyinin biraz yüksek olması gerekiyordu. Bir ayrıcalıktı kısacası. O dönem (90’larda) misafirliğe gittiğimiz bir akrabamızın evinde vardı CİNE-5. Büyükler çaylarını yudumlayıp dönemin (90’ların başı) siyasi çalkantılarını tartışırken bizlerde hemen televizyonun önüne kurulduk. Bir yandan ikram edilen börek, kek yiyip çayımızı yudumluyor, diğer yandan da televizyona bakıyorduk. Bir film başladı. Adı “Sineklerin Tanrısı” idi. Film korkunç yâda aksiyon değildi. Adaya düşen bir grup çocuğun başlarında yetişkin olmadan yaşadıklarını anlatıyordu. Çocuklar arasında liderlik ve yönetim hırsı baş gösteriyor bu da aralarında gruplaşmaları ve rekabeti getiriyordu. Sonunda bu rekabet aralarında cinayet ve öldürmeye kadar ulaşıyordu. Bunu yapanlar daha çocuktu. İktidar ve güç için tanrısal öğeleri ve canavarları devreye sokuyorlardı. Kafalarında oluşturdukları varlıklara çeşitli güçler yüklüyor ve onlara ya tapıyorlar ya da korkuyorlardı (Yazar notu: Detay vermek istemiyorum mutlaka okuyun). İnanılmaz etkilemişti beni. Hemen kitabını bulmaya koyuldum. Birkaç kitapçı dolaştıktan sonra kitabını aldım okudum. William GOLDING tarafından 1950’ lerde kaleme alınan bu kitap oldukça iyi bir satış grafiği tutturmuştu. Sürükleyici ve macera içeriği yoğundu.
Romanı kafamda yoğurdum. Bu çocukların yaşadıkları bizle yani günümüz toplumları ile fazlasıyla örtüşüyordu. Liderlik, iktidar hırsı, gruplaşmalar, ötekileştirmeler, güç için ilahi varlık tasarlama ve kullanma, şefaat isteme ya da korkma hatta bunların cezalandırmasından örnek vererek grupları korkutmak). Gerçi bu konuyu M. Night Shyamalan’ ın 2004 yapımı “KÖY” filminde de görmüştük. Bir “yaratık” ile korkutarak YASAK olan duvarın aşılmaması gerekliliği vardı bu filmde.
Sineklerin Tanrısı adlı kitapta çocuklar sağlam bir dini altyapıya sahip değildiler. Kafalarında oluşturdukları varlıkları onlar vücuda, ete, kemiğe büründürüyorlardı. Çünkü açıklayamadıkları doğa olaylarını veya durumları ancak böyle tanımlayabiliyorlardı.
Bu durum bana insanlık tarihini bir nebze hatırlattı. Augusto COMTE’ un Pozitivizm akımını savunurken 3 Hal Yasasından bahseder. Comte yaşadığı dönemi bilgi çağı olarak nitelendirmiştir. İnsanlık yüzyıllar boyunca çeşitli aşamalardan geçerek bilgi çağı dönemine ulaşabilmiştir. Bilgi; insan düşünüşündeki farlılıklar sayesinde evrim geçirmiştir. Comte insanlığın geçirdiği süreci “Üç Hal Yasası” ismini verdiği bir yasa ile açıklamaktadır. Bu yasa şu şekildedir:


  • Teolojik dönem: Dinsel doktorinlere bağlı kalınan dönemdir. Bu dönem üç basamak olarak gelişmiştir.
1. basamakta; insan çevresindeki herhangi bir materyale anlamlar yüklemiş, onu akıllı olarak nitelendirmiştir. Bunu “Putperestlik” olarak da nitelendirebiliriz.
2. basamakta; insan yaşadığı olayların kendisinin göremediği güçler tarafından gerçekleştirildiği inancını benimsemiştir. Yani “Politeizim (Çok tanrıcılık)” ortaya çıkmıştır.
3. basamakta ise; gücün tek bir varlığa ait olduğu düşüncesi ortaya çıkmıştır. “Tek tanrı” inancı yerleşmiştir.


  • Metafizik dönem: Bu dönem soyut gücün ön planda olduğu dönemdir. Soyut güçten kastedilen; evreni yöneten insanlardan bağımsız bambaşka bir güçtür.
  • Pozitif (olgusal) dönem: Bu dönem Ortaçağ sonunda başlayan bilimin ön plana çıktığı dönemdir. 

Olgusal bilgi mutlak doğru bilgidir, felsefe de böyle bir dönemde olgusal bilgi üzerinde şekillendirilmelidir. Düşünce yapısı teolojik ve metafizikten ayrılarak olgulara dayalı olmalıdır. Pozitivist anlayış felsefe içerisinde metafiziğin yerini almalı, diğer felsefelerden ayrılarak yapıcı bir felsefe yani bilim felsefesi oluşturulmalıdır.
Teolojik dönemin 3 basamağını incelediğimizde geçmişi daha rahat okuyabiliriz. Putperestlik, yani totemcilik ilk sırada yer alıyor. 2. Basamakta ise göremediği güçlere inanıyor. Evrim de olduğu gibi bunlar arasında da geçiş dönemleri var. Bu geçiş dönemlerinin yaşandığına en büyük kanıt HALLOWEEN yani Cadılar Bayramıdır. Her yıl 31 Ekimde kutlanan bu bayramın aslı PAGAN dönemlere aittir. Bu bayramın ilk atası is pagan keltlerde kutlanan SAMHAIN festivalidir. Yaz sonu Keltlerde aynı zamanda evliliklerin gerçekleştiği, ölülerin kutsandığı ilahî bir dönemdi. Bu günde, ölülerin ruhlarının geçmişte yaşadıkları evleri ziyaret ettiğine inanılıyordu. Tepelerin üzerinde, evlerdeki ocakları tutuşturmak ve aynı zamanda kötü ruhları uzak tutmak için büyük ateşler yakılıyordu. İnsanlar, ortalıkta dolaştığına inandıkları ruhlara tanınmamak için maskeler takıyor, kostümler giyiyorlardı. Bu gelenekler nedeniyle Samhain festivali zamanla cadılar, goblinler, periler ve iblislerle özdeşleşti. Romalılar 1. yüzyılda Kelt topraklarını fethettiklerinde, kendi ölüm festivalleri Feralia ve hasat festivalleri Pomona'yı Samhain ile birleştirdiler.

7. yüzyılda Papa V. Boniface 13 Mayıs'ta kutlanan Azizler Günü'nü -muhtemelen pagan festivalinin yerini alması için 1 Kasım'a taşıdı. Azizler Günü'nün arifesi (31 Ekim) kutsal kabul edildi ve Batılı dillerdeki Halloween adı buradan geldi. Ortaçağın sonlarında seküler kutlamalar ile Hıristiyan bayramı kaynaştı. Avrupa'daki Reform hareketleri esnasında, özellikle Protestan Hıristiyanlar arasında, Cadılar Bayramı kutlamaları neredeyse son buldu; Britanya'da ise seküler bir bayram olarak kutlanmaya devam etti.

Amerika'ya yerleşen ilk kolonilerde -pek çok bayram gibi- Cadılar Bayramı da yasaklandı. Bununla birlikte 1800'lü yıllarda, Cadılar Bayramı'ndan öğeler taşıyan bir hasat bayramı kutlanmaya başlandı. 19. yüzyılda başta İrlandalılar olmak üzere Britanya'dan Amerika'ya göçen çok sayıdaki göçmen Cadılar Bayramı kostümlerini beraberlerinde getirdiler ve Cadılar Bayramı zamanla ABD'deki başlıca çocuk bayramlarından biri haline geldi.

Hemen her toplumda ister din ister örf, adet ve gelenek adıyla birçok kutlama ve festival bu şekilde tertiplenmektedir ve kendinden önceki dönemlere ait öğeler barındırmaktadır.

Dinler tarihi incelendiğinde çok da farklı durumlar beklemez bizleri. Bu yönü ile tüm dinler arasında bağlantı kurmak hatta semavi olmayan dinler ve semavi olan dinler arasında bağlantı kurmak çok kolaydır. (Bkz. Hintlilerde Surya Namaskara ve Namaz terimleri. Namaz kelimesi Farsça kökenli olup İran ve Hindistan’ ın aynı coğrafya da bulunması manidardır.)

İnsanlar ilk çağlarda ve ilk toplumlarda açıklayamadıkları doğa olaylarını doğaüstü varlılara yüklemiş ve bu şekilde ilk inanç topluluklarını oluşturmaya başlamıştır. Sadece bir örnekle, bilimsel gerilikten kaynaklanan bu durumda şimşeği ve nedenini bilmeyen insanlar bu oluşumu tanrılara yüklemiştir.

Çağımızda da bu alt model inanç sistemlerinin örnekleri/çağdaşları bulunmakta ve hemen her kültür ve bilgi seviyesinden insanları bünyelerine çekmektedirler (Bkz. Raelyanlar, Scientology Kilisesi Tarikatı vb.). Raelyanlar veya Scientolojistler gibi tarikat oluşumlarına bakıldığında, mantıksal açıdan semavi dinlerle karşılaştırılamayacak kadar geridedirler. Onlara göre daha fazla mistik/fantastik hikâye barındırırlar. Bu tip inançlara yönelimlerin birçok sebepleri vardır. Farklı olmak, yeni bir topluluğa ait olma güdüsü, istek ve çıkarlar, yönelimler ve benzeri faktörler bunlardan sadece bazılarıdır. Mantıksız olduğunu bildikleri halde bu fikirlere “inanma” isteği baskın çıkmaktadır.

Sadece doğa olaylarını açıklamak değildir sebep. Ölüm ve sonrası da bu durumu etkileyen faktörler arasındadır. Semavi dinlerin ortaya çıkmasından önceki toplumlarda da ölülere saygı, onlara tapınma, onları kıymetlendirme, sonraki hayata hazırlama için bir çok ritüel bulunmakta ve bu ritüeller dönemin toplumlarını bile etkilemiştir. (Bkz. Mısır uygarlığı Piramitleri ve Kral mezarları. Daha birçok toplumda örnekler fazlası ile var)

Ölümden korkmak, yaşamın sonsuz olması isteğini de beraberinde getirdiğinden dolayı bu sonsuzluk denizinde herkes iyi ve olumlu olan tarafta yer alarak sonsuzluk ödülünü alma peşinde koşmaktadır. Kimse sonsuz ceza ve yanmayı göze alamayacağından, iyilik ve sonsuzluk ödülü için her “inanan” birey, toplumda kendine biçilen rolü üstlenir ve bu rolün gereğini yapar. Bu “sonsuz ödüle” sizi ulaştıracak bireyler sizin için rol model/lider olur. Eğer bir kişi sizi/toplumu sonsuz ödüle ulaştırabileceğini hatta ulaştırması için görevlendirildiğini söyler ise tereddütsüz kabul edersiniz. O kişi ne derse onu yaparsınız. Yargılamaz ve sorgulamazsınız. Çünkü bu kişi veya grupların söyledikleri, sizin sonsuz ceza veya sonsuz ödül arasındaki konumunuzu belirleyecektir. Kısacası yönetmek, hükmetmek, liderlik yapmak ve “bir numara” olmak için “seçilmiş” olmak zorundasınızdır. Ya siz yaşayan insan/tanrı olacaksınız (Bkz. Firavunlar vb.) ya da tanrının yeryüzündeki temsilcisi.

Doğaüstü varlıklardan insanları sadece sizin ya da temsil ettiğiniz varlığın koruyabileceği fikrinin meydana gelmiş olması ve herkesin buna inanmış/inandırılmış olması gerekmektedir. Bu yöntem ile maddi kazançta beraberinde gelecektir. Kanınızın kutsal olduğu inancı da eklenirse, sizden sonraki kuşakların yönetsel üstünlüğünü de garanti altına almış olursunuz. Antik toplumlarda veya günümüz geri kalmış toplumlarında “kan kutsallığı” kavramının gerekçesi de buradan gelmiş olur. Hanedanlık-Sultanlık sisteminin kökü de buraya dayanır.

Eski kabilelerde yöneticiler Tanrı ile özdeş olabildiğinden insanlar statü olarak çok aşağıda idiler. Dolayısı ile ara bir sınıfa ihtiyaç duyuluyordu. Rahipler ve şamanlar bu rolün üyeleri idiler. İnsanlar hediyelerini veya ibadetlerini ona yapıyorlardı. Ancak onlarla konuşmaları yasaktı. Rahipler ve şamanlar gibi ara sınıf bunun gereğini yapıyordu.

Tanrının doğaüstü yani insanüstü yapıldığı toplumlarda inandırıcılık ve insanları etkilemek için kuvvetli rüyalar/gerçekçi rüyalar gerekliydi. Özellikle şamanların veya antik britonlarda druid rahiplerinin hatta antik İskandinav rahiplerinin halüsinasyon gördürücü bitkileri kullanmaları ve kullandırmaları da bu nedenledir. Halüsinasyon gören insanlar doğaüstü varlıklar ile karşılaştıklarını, konuştuklarını hatta mesaj aldıklarını söyleyebilirlerdi. Bazen korku unsurları ile (yaratıklar, cinler, şeytan diğer bir örnekle Bkz. A. KARA Nasnas ve Shiqq yazısı) inandırma yolu seçilmiştir.

Şeytan çıkarma veya eksorsizm (exorcism) tabir edilen psikolojik olay bile (bedensel alıkoyma fenomeni) fantastik hikâyeler ile bezenmiş olarak Hollywood yapımı filmlerle bizleri etkilemeye devam eder. Paranormal olay adı altında aslında bilimsel olarak açıklanmış, ancak araştırma veya okuma isteği duymayan insanların kısa uydurulmuş internet makaleleri ile “inandırıldığı” durumlardır. Eksorsizm/Şeytan çıkarma ritüeli her dinde hatta semavi olmayan dinlerde bile vardır. Youtube, üzerinde bu videolardan bolca bulunmaktadır. Madem hak din İslam, cin ve şeytanları papaz ve hahamlar nasıl çıkartabiliyor? Hatta pagan afrika büyücüleri bile çıkartabiliyor. O zaman bedensel alıkoyma olayı tamamen insani ve psikolojik. Bu psikolojik “arızanın” sadece telkin ile kolaylıkla tedavi edilebildiği unutulmamalıdır. Telkin için kesinlikle aynı inancın dini lideri gereklidir. Bir papaz Yahudi bir kızın “şeytanını çıkaramaz”. Ya da Müslüman bir çocuğun içindeki şeytanı Yahudi haham çıkaramaz. Gerçi popülarite artsın diye beğeniye sunulan tiyatral çakma videolar karşıt örnek olarak sunulabilir ki ne dini ne de bilimsel hiçbir hükümleri yoktur. Bu ve benzeri fenomenleri paranormal olaylara bağlama da temel amaç “korkutmak” ve daha çok inandırmaktır. Bu sayede kolay yönetilebilir toplum oluşturmada önemli bir adım atılmış olur. Hakkında bolca film yapılan ve fantastik “gerçek(!)” hikayelere konu olan “Annabelle” bebeği bile bu amacın hizmeti doğrultusunda oluşturulmuştur.

Bu filmlerin ardından inanç sektöründeki maddi gelir artışı da yadsınamaz düzeydedir. Bu gelir artışını gözlemlemek için istatistik tutmaya gerek yoktur. Hristiyan bir toplumda hasta bir kız bulun, iyi bir papazla anlaşıp kızın “şeytanını” çıkarttırın, arkasından haç, incil, şeytan kovucu tütsü, kutsal su vb. dükkânı açın. Görün bakın neler oluyor.

Ardından “şeytan çıkaran” papaza ve toplumdaki rolüne bakın. Hatta kızı şeytandan kurtaran papazın üye olduğu din ve kilisenin popülarite artışına bir bakın.

Korku, doğa olaylarını açıklayamama, sonsuz ödüle kavuşma isteği, sonsuz yaşamda cezalandırma korkusu, “ben kimim ve neden varım?” sorularına cevap arayışları bu süreçlerde en büyük rolü oynar.

Tanrı burada iyi rolü üstleniyordu. O en güçlü, en ulaşılmaz, sizi doğruya yönelten ve ileten, kusursuz bir varlık idi. Doğurmaz ve doğurulamaz. Ol der olur. Korkulan varlıklardan korunmanın yegane yolu’ da iyi olan Tanrı’ya ulaşmaktır.

Bu inanç evrimlerinde Tanrı uzaklaştıkça onu insanlara ulaştıracak ara statülerde belirginleşmeye başladı. Tanrı ve rahipler arasına “seçilmiş” kişiler dâhil edildi. Bu seçilmiş kişiler Tanrıdan gelen mesajları iletmekle yükümlüydüler. Seçilmiş kişiden sonra rahipler, şamanlar, hocalar gelmekte idi. Ancak yönetimsel evrilmeler ve güç/liderlik hırsı sonraki dönemlerde farklı ilahi yönetsel statüleri de oluşturmuştur. Halifelik ve papalık buna örnek verilebilir. Bunlarında yetmeyince araya toplum/kanaat önderleri devreye girmeye başladı. (Hristiyanlıkta Kardinaller, Ekümenikler, İslamiyette Hocaefendiler, mezhep önderleri vs.)

Eğer doğaüstü iseniz korkulursunuz çünkü insanları sonsuz ödüle veya sonsuz cezaya sizin kararlarınız götürür. Doğaüstünün temsilcisi iseniz üstün/örnek insansınızdır ki yaptığınız, söylediğiniz, yazdığınız ve yazdırdığınız her şey kutsaldır. Doğaüstünün temsilcisinin yayıcısı iseniz her yerde kabul ve saygı görürsünüz. Seçilmiş liderler bile (Hanedanlık/Saltanat sisteminde kan sahibi dinsel de liderdir. Demokrasi ile seçilerek gelmiş iseniz kan önemini yitirdiğinden dinsel liderlik ortadan kalkar) elinizi eteğinizi öper. Doğaüstünün temsilcisinin yayıcısının sözcüsü iseniz insanlar kutsal olana ibadet ederken sizi örnek alır, sizi dinlerler.

….ve sistem böyle devam eder gider… Dinler ve inançlar değişse de yukarıdaki sistem aynen bu şekilde evrilmeye devam eder. Kazanan belli, kaybeden bellidir.

Yazımın sonunda tekrar en baştaki Sineklerin Tanrısı kitabı aklıma geldi ve şu soru beyin kıvrımlarında dolaşmaya başladı: Sinek kim? İnançları biz oluşturmuş/yaratmış olabilir miyiz?

Eğer yaratıcıyı ve inançları biz yaratmamış ve gerçekten dinlerde bahsedilen yaratıcı var, ayrıca bu dünya ve yaptıklarımız bir sınav ise site admini ve başyazar A. KARA’ nın DİN VE SINAV yazısında bahsettiği gibi tecavüze uğrayarak öldürülen 5 yaşındaki bir kız çocuğunun sınavı bu mudur? Yoksa bu sınav, tecavüzcü/katilin ise kız çocuğu sadece bir sınav sorusu mudur?

Düşünsenize, 5 yaşında tecavüze uğrayarak öldürülen bir sınav sorusu……………….

Sağlıcakla kalın.

Yazar Notu: Organ bağışı yapın ki başkalarına faydanız olsun. Arada kan bağışı yapmayı da unutmayın. Güçsüzlere en gizlisinden maddi/manevi yardım yapın ki yüzleri gülsün. Bu arada eve dönerken de markete uğrayıp iyi marka kedi/köpek maması alıp onları besleyin. Kısacası iyi ve güzel ne varsa onları yapın. Dünyaya, vatanınıza, yeryüzündeki tüm insanlığa ve ailenize iyi bir örnek ve birey olun.

Yazan: Demon Product

İSLAMİYET ÖNCESİ ALLAH'IN KÖKENİ

din, islamiyet, Allah, Allahın kökeni, İslamiyet öncesi Allah, Al-ilah, El-ilah, Ay Tanrısı Al-ilah, Putperest arapların Tanrısı, Arapların 360 putu, Allah ne demek,A,Hz Allah
Müslümanların çoğu bu söylendiğinde öfkelense de yazılı birçok belge göstermektedir ki Arap putperestler zaten Muhammed gelmeden önce de Kabe'ye ibadet ediyorlardı. İnançlılar bu söyleme karşı öfkelenseler de maalesef "tarih" onların tarafında değildir. İslamiyet öncesi edebiyatı bunu kanıtlamıştır (Allah Kimdir?, GJO Moshay, 1994, s138)

"Fakat tarih, kuşkusuz gölgenin ötesinde, Muhammed'in zamanından önce putperest Arapların dahi, baş tanrılarını Allah'ın adıyla ve hatta bir bakıma onun birliğini ilan ettiğini ortaya koyuyor... Putperest Araplar arasında bu terim, üç yüz altmış putlarıyla, panteon'un baş tanrısı olan Kabe'yi göstermektedir." ( Tanrının Müslüman Doktrini , Samuel M. Zwemer 1905, s. 24-25)

Aslında ilk önce yeni bir din kurmayı değil daha önceden var olan Allah'a olan inancını düzeltmeyi ve bu inancın tam anlamıyla ve haklı olarak talep ettiği şeyleri göstermeyi planlamadı. (Muhammed: Adam ve inancı, Tor Andrae, 1936, Theophil Menzel tarafından çevrildi, 1960, s13-30)

İSLAMİYET ÖNCESİ ALLAH'IN MENŞEİ
  • Allah'ın putperest Araplar tarafından birçok çok yönlü tanrıdan biri olarak ibadet edildiği sorusu kesinlikle sorulmamakta bile.
  • Allah'a, Muhammed doğmadan önce Mekke'deki Kabe'de zaten ibadet ediliyordu. Muhammed Mekke'lerin zaten tanışık olduğu bir Tanrıyı ilan etti. Bu yüzden putperest Araplar, Muhammed'i önceden tapınanlardan farklı bir Allah hakkında vaaz vermekle suçlamadılar.
  • Pek çok bilim adamı, "Allah" ın bileşik bir Arapça sözcüğünden türetildiğini söylüyor: AL + İLAH = Allah. Arapça "İlah", "Tanrı", Arapça "Al" kelimelerine karşılıktır. Dolayısıyla İngilizce eşdeğer bir "Allah" dan "The + God" gelir. Arthur Jeffery gibi diğerleri, "Ortak teori, bir ilah için yaygın bir söz olan ilah'dan ve bu nedenle de ilah, yani tanrıdan oluşan bir teori" Allah "Allah" olur "der. Ancak bu teori savunulamaz. Aslında, İslam öncesi zamanlarda Aramca'dan dile ödünç alınan kelimelerden biridir "(İslam: Muhammed ve Rahibesi, Arthur Jeffery, 1958, s85)
  • "Allah", Müslüman Tanrısının uygun ismi olarak bilinse de, Allah bir isim değil, tam anlamıyla "Tanrı" anlamına gelen bir tanımlayıcıdır. Bütün putperest kültürlerin "Üst Tanrısı" nı "Tanrı" olarak nitelendiren bu genel terimleri vardır.
Yazan: Anu

DEMİR MUCİZESİ

Yazan: Demon Product


DEMİR MUCİZESİ (!)


Iron Man, Türkçe adıyla “Demir Adam”. Marvel evreninin hayali kahramanlarından. Robert DOWNEY Jr. ın hayat verdiği bu karakter, mizah anlayışı ile beraber ileri seviye bilim insanı olması ile de dikkat çekiyor. Büyük bir teknoloji ve silah şirketinin sahibi olarak bohem bir hayat tarzına sahip olabilecekse de, daha ziyade kötülerin karşısında, iyilerin yanında saf tutan bir karakter olarak karşımıza çıkıyor.

Neden Demir adam? Neden çelik adam, gümüş adam veya altın adam değil de Demir Adam. Ezoterik bir anlam yüklemeye gerek yok. Hemen her toplumda demir, gücün, sağlamlığın ve dayanımın sembolü olmuştur.

Biraz İlk ve Ortaokul bilgilerimizi tazeleyelim.

Yer kabuğunda en çok çıkan 4. mineral ve en çok bulunan metaldir. Demir cevherinden elde edilir ve nadiren element olarak karşımıza çıkar. Karbon ile alaşımları sayesinde çelik olarak karşımıza çıkabilir. Demir uzayda en çok bulunan elementlerden birisi olup yer kabuğunda %5,06 oranında bulunur. Genel olarak yer kabuğunda bulunan demir filizleri (cevherleri) hematit, limonit, götit, magnetit, siderit ve pirittir. Dünyanın çekirdeğinin de büyük oranda metalik demir nikel alaşımından meydana geldiği tahmin edilmektedir.

Demirin ilk kullanımına dair ilk bulgular Sümer ve Mısır uygarlığını işaret eder. Bu döneme ait birçok eşyanın (Mızrak, boncuk, bıçak, süs eşyası vb.) yapımında demir kullanılmıştır. Bu da yaklaşık M.Ö. 4000 yıllarına denk gelmektedir.

Demirin kolay korozyona uğraması nedeniyle altın ve gümüşten yapılan nesnelere kıyasla çok eski tarihlerde demirden yapılan nesnelere daha az rastlanır. G. A. WAINWRIGHT tarafından Gize, Mısır'da bulunan ve MÖ 3500 yıllarına ait olduğu tahmin edilen bazı demir boncukların meteor taşlarından yapıldığı düşünülmektedir. Çünkü yer kabuğunda bulunan demir yok denecek kadar veya çok çok az bir miktar nikel içermesine karşın, bu boncuklarda meteor kökenli olduklarını belgelercesine % 7,5 oranında nikel içerik tespit edilmiştir.

Daha sonraları MÖ 2000 yıllarında özellikle Mezopotamya ve Anadolu civarında ergitilmiş demirden yapılmış objeler daha çok görülmeye başlanır. Bu objelerin içeriğinde nikele rastlanmaması da meteor taşlarından yapılmadıklarının bir göstergesidir.


İnka ve Maya medeniyetlerine bakıldığında, demir’ in bu uygarlıklarda olmadığını ve kullanılmadığını söyleyebiliriz. Ancak bu durum, o medeniyetlerin cahil ve geri kaldığını göstermez. Aksine, her ne kadar tekerleği hiç bulmamış ve kullanmamış olsalar bile, bu toplumların astronomi, tıp ve matematik te ne kadar ileride olduğunu tartışmaya gerek bile yoktur. Demir kullanmadılar. Nedeni bulundukları coğrafyada dönemin imkanları ile ulaşılmaz olmasıydı. Eğer demir ulaşılabilir olsa idi bu toplumlar kesinlikle kullanırdı. Bu hususu nereden anlıyoruz peki? Sebebi açık. Bu toplumla metalürji de çok ileri idiler. Altın ve Bakır’ ı ustalıkla işliyor, kendilerine zırh, silah, eşya vb. materyalleri kolaylıkla yapıyorlardı.

Çin’ de de demirin ilk kullanımın yaklaşık M.Ö. 1200-1300 yıllarına gittiği arkeolojik bulgular ile kanıtlanmıştır.

Hava ile (oksijen gazı) temasında kolay oksitlenme sonucu oluşan korozyon, eski çağlardan günümüze çok fazla demir ürünün kalmasını engellemiştir.

Bunları nereden biliyoruz? Karbon 14 metodu ile zaten 50.000 yıl geriye gidebiliyoruz. Yani yukarıda verdiğim bilgiler, hangi inanca sahip olursa olsun, tüm insanlığın doğruluğunu kabul ettiği ortak bilgiler. Yani bu bilgilerde çelişki yada ihtilaf yok. İsrail’de de, Japonya’da da, Türkiye’de de, Arabistan’da da, İran’ da, İsveç’te de minimum seviyede hep yukarıda verdiğimiz bilgiler anlatılıyor ve öğretiliyor.

Yukarıda bahsettiğim bilgiler basit seviyede olup, yer bilimleri ile uğraşan insanlar bu konuda daha detaylı bilgilere sahiptirler.

Bu kadar bilgiyi cebimize koyalım. Ebced hesabı diye bir kavram var. Sayılara numerik değerler verip bir takım çıkarımlar elde edebiliyorsunuz. Fenike’ liler tarafından ilk kullanıldığı sabit olan bu sistem, akabinde İbraniler (Yahudiler) ve aramiler tarafından da kullanılmıştır. Hatta kesin olmamakla birlikte Mısır hiyerogliflerinde de bu hesap kullanılmıştır. Buradan yapabileceğimiz çıkarımla ebcet İslamiyet te asla olmamıştır. İslam peygamberi Hz. Muhammed, 4 halife döneminde ebcet hesabı yoktur. Dolayısı ile kuran ve sünnet’te olmayan bir kavramı İslamiyet’e aitmiş gibi göstermek, İslami tabir ile tümden bidat ve şirk ürünüdür.

Ebcet hesabını hemen her türlü yayın ve makalede deneyebilirsiniz. Bu metodu herhangi bir kitaba uyguladığınızda da ilginç veriler elde edebilirsiniz. İnternette ebced hesabı uygulamaları var. Ebced ile “tahrif edilmiş” incili okuduğunuzda Hristiyan olabilirsiniz aman dikkat. Numerik değer vermenin tarihine baktığımızda karşımıza şu çıkar:” kutsal metinlere kesinlik katma isteği”. İyi de eksiksiz ve apaçık olan bir kutsal metine neden kesinlik katmak istiyorsunuz? Bu konu sadece İslamiyet’te karşılaşılmıyor. Bir kısım Yahudi âlimine göre ebced hesabı Tevrat’ı “şüphesiz” kanıtlıyor. Bir kısım Hristiyan âlimine göre de “şüphesiz” İncil’i kanıtlıyor. Onlar da kendilerine göre bir yaklaşım sergiliyor. Ancak hesap aynı.

Ebcet İsrailliyattan gelmedir. Bu konuda araştırma yapan, makaleler yazan, ciddi topluluklar edinen ve kendilerini “yenilikçi” ve “asıl Müslüman” addeden eski din adamları ve cemaatler, “19 Mucizesi ve Demirin Sırrı” gibisinden bazı makaleler ve kitaplar ile Kuran’ın çağlar gerisinden mesaj verdiği ve gelecek yıllara ışık tuttuğunu söylemektedirler. Hatta bu 19 mucizesi öyle bir hale getirildi ki hakkında kitaplar ve web siteler açıldı. Bu siteleri ne dini çevreler ne de bilimsel çevreler asla kabul etmiyor. 19 Mayıs 1919 ile bağlantı kurarak Atatürk’ e bile ilahi bir kişilik verdiler. İyide burada ki 19 rakamları Miladi takvime göre. Yani Hristiyan takvimi. İslami olsa Hicri takvim olmuş olurdu. Bu noktadan hareketle Hristiyan dinine ait unsurları İslam’ın kutsal kitabına uyguluyorlar.

Kuran’ı matematiksel olarak inceleme hayallerine kapılanlar maalesef büyük duvarlara çarpmaktadırlar. En basitleri yukarıda bahsettiğimiz numara oyunları. Örneğin bir ayette matematik oyunu yapıp bir tarih buluyorsunuz. Sonra o sayıya uygun bir tarih bulmaya çalışıyorsunuz. Kendi çabanızla bir kombinasyon bulduğunuzda “aha da buldum” deyip kitaplar yazıyor ve para kazanmak için insanları sömürüyorsunuz. Sistem açık. Bir diğer örnekle “vay efendim yaradılış ile ilgili ayetlerde RNA ve DNA dan bahsedilmiş. Bu harfler kodlanmış” diye seminerler ve konferanslar veriyor, kitap yazıyor ve programlara çıkıyorlar. Bunu yapanlarda maalesef akademik ünvanlı şahıslar olabiliyor. Bulunan kelimelerde LATİNCE ve YABANCI TERİMLERİN KISALTMASI yani onların tabiri ile Kurani değil. Akademik kariyerinizi insanları sömürmek üzerine kurmak isterseniz yol belli. Din her zaman sömürüye açık. Elbette saygıdeğer hocalarımızı ve bilim insanlarını burada ayırıyoruz.


Sayısız kitap ve makale yazmaktadırlar ki dini ve bilimsel veriler ışığında bu ilave düşünce tarzlarının da hiçbir hükmü yoktur. Amaçları sorgu veya araştırma gibi masumane hedefler ile yola çıkan insanları sömürmektir. Ayetler ile eksiksiz ve apaçık olduğu ifade edilen bir kitaba yönelik olarak eksikmiş gibi düşünsel ilaveler yapmaya kalkanlar İslami açıdan büyük günaha girmektedirler. “Burada asıl amaç ilave değil sadece yorum getirme ve çağa uyarlama yapmaktır sayın yazar, yönlendirme yapma, yanlış söylüyorsun” dediğinizi duyar gibiyim. Yorum getirmeye çalışmak ta tümden şirk işidir. Yine Kuran ayetleri bildiriyor ki kuran eksiksiz ve apaçıktır. Yani yoruma ve ilave düşüncelere, bildirimlere ihtiyaç duymaz.

Konumuza dönersek eğer demir, Kuran'da dikkat çekilen elementlerden biridir. Kuran'ın "Hadid", yani "Demir" adlı Suresi'nde:

... Ve kendisinde çetin bir sertlik ve insanlar için (çeşitli) yararlar bulunan demiri de indirdik... (Hadid Suresi, 25)”

Bilimsel veriler ışığında Demir uzayda en çok bulunan metal olduğundan, dünyanın oluşumda da demir vardı. Ancak bu demir oluşum esnasında çökelerek dünyanın çekirdeğini ve merkezini oluşturmuştur. Dolayısı ile demir in uzaydan geldiği yani “indirildiği” verisi kesinlikle doğrudur. Yalnız, Kuran da birçok sure de “indirdik” kelimesi geçmektedir ki burada amaçlanan, Vahiylerin (Surelerin) gökten geldiğinin ifade edilebilmesidir. Sadece bir örnek ile “Şüphesiz o Zikr’i (Kur’an’ı) biz indirdik biz! Onun koruyucusu da elbette biziz." (Hicr-9)”

Demir, işlenme ve kullanıma sokulma anlamında İslami açıdan Hz. Davud’a atfedilir.

Ant olsun biz Davud'a tarafımızdan müstesna bir lütufta bulunduk. 'Ey dağlar! Onunla birlikte teşbih edin. Ve ey kuşlar, siz de!' dedik. Ve onun için demiri yumuşattık. (Ona şöyle buyurduk:) 'Geniş zırhlar imal et, örgüsünü ölçülü yap.' Siz de (ey müminler) iyi ve yararlı işler yapın; şüphesiz ben yaptıklarınızı görmekteyim." (Sebe’, 34/10-11)

 “Ona sizin için zırh yapmayı öğrettik ki savaş darbelerinden sizi korusun. Artık şükredecek misiniz?"  (Enbiyâ, 21/80)

"Onun için demiri yumuşattık" ifadesi açıklanırken birçok tefsirde, Allah'ın lütfuyla demirin Hz. Davud'un elinde -ateşte eritmeksizin- mum veya çamur gibi oluverdiği ve çekiç gibi âletler kullanma ihtiyacı duymadan demire istediği biçimi verebildiği belirtilir.(Taberî, İbn Atıyye, Râzî, ilgili ayetlerin tefsiri)

Rivayetlere göre zırh yapıp giyen ilk kişi odur. (Zırha dair ilk arkeolojik bulgular Antik Yunan ve Anadolu uygarlıklarını işaret eder)

Yukarıda bahsedilen Enbiya 21/80 ayeti göz önüne alındığında zırhın apaçık Hz. Davud’a öğretildiği söylenmektedir. Ancak daha eski arkeolojik kanıtlar ile bunun çürümesi üzerine İslam alimleri farklı açıklamalar geliştirmişlerdir. “Aslında o dönem zırh var idi, Davud daha iyi ve etkilisini yapmayı öğrendi” ya da “ O kendi elleri ile ilk demiri ve zırhı biçimlendirdiğinden öyle söylenmiş.” . Burada da büyük bir yanılgı vardır ki, İslami usul ve kaynaklar ışığında Kuran açık ve eksiksizdir. Dolayısı ile ayete anlam yüklenemez, “aslında şu söylenmiş” denemez. Bu durum şüphesiz İslamiyet’e göre şirktir, günahtır.

Hz. Davud, M.Ö. 1000 yılı ile M.Ö. 962 yılları arasında yaşamış, İsrail Krallığının 3. Kralıdır. Daha önce belirttiğimiz üzere demirin, zırhın vb. demirden imal edilen eşyaların, kılıcın, kalkanın, zırhın vesaire materyalin üretim ve işlenmesi –bugünkü bilgi ile en az- Hz. Davud’dan yaklaşık 2500-3000 yıl öncesine dayanır. Dolayısı ile Hz. Davud’ dan önce de bu ilim öğretilmişti ve biliniyordu. Pratik hayatta da uygulanıyordu. Bunu söyleyen ben değilim. Tüm toplum ve inançların kabul ettiği bilgi ve veriler bunu söylüyor. Dini itikadı tam, yeryüzü bilimleri ile uğraşan bir hocamıza veya bir Coğrafya öğretmenimize de sorsak aynı cevapları alırız.
Demir ve çeliğin hangi coğrafyalarda yoğun olduğuna bir bakın. Hangi toplum ve ulusların bu sektörde önde olduğuna bir bakın. Bugün için değil, yakın ve uzak geçmişte de kimlerin metal sektöründe lider ve yön verici olduğuna iyi bakın. Hatta lider toplumları ve onların nasıl bu hale geldikleri, hangi sebepler ile çöktükleri hususuna da iyi bakın. (Bu konuda Jared DIAMOND’ un 2005 yılında kaleme aldığı “ÇÖKÜŞ” (Collapse: How Societies Choose to Fail or Succeed) adlı kitabı okumanızı tavsiye ederim. Bir grup okurumuz merak etmesin, dinleri ve inançları kötüleyen ya da sorgulayan bir kitap değil.)

Yazar Notu: 
Farkındaysanız kesinlikle şahsi yorum ve düşüncelerimi bu yazıya katmadım. Mevcut her çevrede ortak kabul görmüş verileri koydum. Karşılaştırma yaptım. Ne İslami kaynaklarda, ne de bilimsel veriler ile açıklanmamış hiçbir veriye mümkün mertebe yer vermedim. Bana komplo teorileri içeren, bilmem ne onu böyle açıklıyor edaları ile gelmeyin. Müslüman bilim insanlarının da kabul ettiği verileri sundum size. Bu bilgilere yanlış diyemezsiniz. Bilgileri artırabilirsiniz, ancak eksiltemezsiniz. Sadecehalis “Karadeniz” çayınızı alın, arkanıza yaslanın ve bu yazıyı okurken lütfen tarihlere ve tarih sıralamalarına dikkat edin. Amaç sizin tabiriniz ile fitne-fesat değil. Hedefim mi? Sadece okuyun, araştırın ve ona göre yorumlayın. Benimkiler dâhil -hiçbir yazıya- sağlam kaynağı yoksa itibar etmeyin. Bilgiye kendiniz ulaşın. Araya kimseleri katmayın. Yorum sizin.

ŞÜPHESİZ (!) ŞÜPHELER

din, DP, islamiyet, İnancını sorgularken, Anlamını bilmediğin bir kitabın dinine inanmak, Müslüman değilsen kusurlu musun, İnancını gizlemek, Dini sorgulama ve araştırma, Çevre korkusu ve din, The Invasion, Türkçe adıyla İstila. 2007 yapımı, Nicole KIDMAN ve Daniel CRAIG’ in başrollerini paylaştığı bir film. Filmi izlemediyseniz, spoiler vermeden, konusundan biraz bahsedeyim; aslında konu biraz klişe bilim kurgu senaryosu. Bir ABD uzay gemisi parçalanarak dünyaya düşer ve mikroorganizma uzaylılar insanların vücudunu ele geçiriyor. Nicole KIDMAN bu “dönüşen” insanlar arasında hayatta kalma mücadelesi veriyor. Aralarında hareket edebilmek için onlar gibi davranıp hareket ediyor.

Neden bu filmi örnek tuttum bilmiyorum. Aslında sanki biraz “biz” varız içerisinde. O uzaylılar arasında Nicole KIDMAN kendisini yalnız hissediyordu. Onlar gibi hareket etse de onlardan değildi.

Unutulmaz “Alacakaranlık” serisinin yazarı Stephanie MEYER’ in bir başka romanı örnek bizim için. Kitabın adı “Göçebe” orijinal adı “HOST”. Filmi de yapıldı bu kitabın. Kitapta insan vücutlarını ele geçiren şirin ipekimsi uzaylılar vardı. İnsanları ele geçirdiklerinde gözlerinde açık mavi renkte parlak bir halka oluşuyordu. Filmin kahramanları aynı uzaylılar gibi davranarak hayatta kalmaya ve kendilerini yakalatmamaya çalışıyorlardı. Onlarda da bir yalnızlık vardı. Bireysel ya da ikili gruplar haline insanlar dolaşıyordu, eğer bir grubun üyesi iseniz, gizli kalmak şartıyla hayatta kalıyordunuz.

Bireysel yalnızlık hissi özellikle Sandra BULLOCK ve George CLOONEY’ in başrolünü oynadığı GRAVITY (Yerçekimi) adlı filmde mükemmel hissettiriliyor. 2013 yapımı bu filmde insanın “kendiyle” mücadelesi arka planda güzel anlatılıyordu.

Toplumda yalnızlık veya bireysel yalnızlık kavramını işleyen ismini sayamadığımız birçok film var. Hatta bu konuda ülkemizden verilebilecek en güzel örnek 1980’lerde Ahmet MEKİN’ in başrolünü oynadığı, TRT’nin kült yapımları arasında yerini alan ilk bilim kurgu dizimiz diyebileceğimiz “Kavanozdaki Adam” dır.

İster grup içerisinde, ister bireysel yalnızlık olsun. İnsanlar yalnızlık kavramına uzaktır. Elbette insan bazen yalnız kalmak ve “bireysel” aktiviteler yapmaktan haz duyabilir. Bazı durumlarda bu bir ihtiyaçta olabilir. Ancak, genel yapı olarak ortak yaşam biçimine göre evrilmiş insanoğlu kendine bağımlı olmayan yalnızlık durumlarında psikolojik yönden büyük baskı altındadır. Bu baskı altında yalnızlık hissini ortadan kaldırmaya yönelik istemli veya istemsiz davranış ve düşünceler geliştiririz. 2000 yılı yapımı, Tom HANKS’ in başrolünü oynadığı Cast Away “Yeni Hayat” adlı filmde, filmin kahramanı Tom HANKS yalnız kaldığı ada da yalnızlıktan “delirmemek” için Willy adını verdiği (çünkü topun markası WILSON idi) bir voleybol topu ile arkadaşlık kuruyordu. Kafasında onun bir cansız cisim olduğunu bildiği halde, onu kendi düşüncelerinin karşıtlığını betimleyen bir varlık/unsur olarak “canlılaştırıyordu”.

Günümüzde sorgulayan, araştıran ve öğrenen insanoğlu yeni öğrendiği ve gerçekliği kanıtlanmış olgular karşısında yaşadığı kavramsal karmaşıklık içerisinde çıkış yolları aramakta ve bunun getirdiği yalnızlığın sancılarını çekmektedir.

Özellikle DİN kavramını sorgulayan insanların -genelde- başlangıç noktası reddetmek değildir. Amaçları yaratıcıya kesin ve yalın olarak ulaşmak, inandığı dinin gereklerini ve kurallarını kendi kaynaklarından beslenerek öğrenmektir. Bu noktada insanlar, yaratıcılarına ulaşan yolu kapsayan DİN kavramını daha iyi öğrenerek doğru kul olma yolunda hareket etmek istemektedirler. Ancak karşılaştıkları çelişkiler, bilim dışılıklar, farklılıklar ve hayatın pratikleri ile uyuşmayan durumlar ile karşılaştıklarında bocalamaktadırlar. Bu durum ile karşılaşan insanın önünde seçenekler sınırlıdır:
  1. Sorgulamayı bırak, araştırma, öğrenme ve söylenenleri yaparak mümin ol. Anlamını bilmediğin bir dilde okuduğun kitabın ve cümlelerin seni sonsuz hayatta mutluluğa ulaştıracağına inan.
  2. Yalnız kalmamak için inanıyormuş gibi yapmaya devam et çünkü sen kusurlusun, inanan herkes normal. Bunları araştırmak ve sorgulamak imanı sakatlandığından tövbe istiğfar et ve kendindeki kusuru kabullen. Sorun sende.
  3. Kimseye bir şey söyleme yoksa ailen ve sevdiklerin seni reddeder. İş ve sosyal hayatın tehlikeye girer. Bu yüzden düşünceni kendine sakla ve gizli bir deist/ateist/agnostik/ …-ist olarak yaşamını devam ettir. Soran olduğunda inançlı olduğunu söyle; yani yalan söyle ki hayatın aynı güzellikte devam etsin.
  4. “Araştırarak ve sorgulayarak ulaştığın bilgi aslında doğru bilgidir” gerçekliğinden hareketle hür bir biçimde kendini ifade edersin ve insanların seni böyle kabul etmesini istersin.
Bu seçenekler bazı durumlarda artırılabilir; ancak, temel düzeyde durum budur. Özellikle 3 numaralı seçenek toplumumuzda en yaygın olanıdır. 4 numaralı seçenek ve 1 numaralı seçenek hemen hemen eşit seviyedeyken 2 numaralı seçenek de 3 numaralı seçenek kadar olmasa da üst seviyelerdedir.

Bu bir araştırmanın sonucundan ziyade bireysel gözlem ve konuşmalara/mesajlara dayandığından net ve kesin rakam/oran veremiyorum. Doğruluğuna dair inanç size kalmış.

2 ve 3 numaralı seçenekler kapsamına giren bir kişi olduğunuza şuradan kanaat getiriyorum, çünkü bu sitedesin ve bu yazıyı okuyorsun. 1 ve ya 4 numara kapsamında isen gezinti veya araştırma için bu sitede olduğunuzu söyleyebilirim.
Anlamını dahi bilmediğiniz kelimeleri mırıldandığınızda, bir mucize ya da değişim olacak diye bekliyorsunuz. Çünkü inanmak istiyorsunuz. Olmadığında ise “vardır bunda da bir hayır” diyerek isteğinizi öteliyor veya ket vuruyorsunuz. Fakat araştırdıkça öğrendikleriniz ister istemez “şüphesiz” şüphelere neden oluyor. Araştırarak ve sorgulayarak öğrendiğiniz bilgiler sizde içinden çıkılmaz düşünsel sancılara neden oluyor. İnsanlara biraz konuyu açtığınızda hemen “Sus tövbe de!. Öyle şey mi olur? Sen bir hocaya sor, kafana göre araştırma. Çok derine inersen çıkamazsın. Bu mevzular çok derin kafayı yersin. Bak yemişsin zaten. Allah seni ıslah etsin (Bkz. A.KARA’ nın bu sitede ki “Islah Talebi” yazısı). Oooo o şey öyle değil. Bak alimler onu illa açıklamıştır. Sen iyi okumamışsın ya da iyi araştırmamışsındır. Bunca hoca, alim yanılıyorlar sen mi doğrusun?”

Hele ki en ironik durum ise şu tepkiyi aldığımızdandır ki: “Atalarımız, Babalarımız ve Analarımız yalan mı söylüyor?” dediklerinde en iyi cevabı aslında yine Kuran veriyor: Bakara 170: Onlara, Allah’ın indirdiğine uyun! denildiğinde, Hayır, biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz (yol)a uyarız! derler. Peki ama, ataları bir şey anlamayan, doğru yolu bulamayan kimseler olsalar da mı?

Göz önüne almadığımız bir diğer husus diğer İslam ülkeleri. Onlarda dinin uygulama ve pratikleri bizden baya farklı. Hatta ülkemizdeki gibi Sünni olanlarda bile. En basit hali ile kullandıkları ana dilleri Arapça nedeni ile Dini “bilerek ve anlayarak” yaşayan Suudi Arabistan da kabir ziyareti, ölüm sonrası mevlitler okumalar vs. yasaktır. Daha çok örnek verilebilir bu konuda. Böyle bir halde aldığınız cevap yine ilginçtir: “Boş ver Arapları, dinimizi en güzel ve en doğru biz yaşıyoruz”. İyi de ana dili Arapça olan onlar, inandıkları dinin kitabını okuyarak anlayabilen onlar. İbadetlerini inanarak yapabilen onlar. Burada yine bir cevap verme yeteneği bile geliştirilebiliyorlar ki :”O Atatürk yok mu o Atatürk… Atalarımızın dili Arapçayı kaldırdı. İnsanlar kuranı ve dini unuttu bunun yüzünden…” Burada yine atlanan bir konu, Anadolu nüfusunun sadece %8 lik kısmı okuma-yazma bilgisine sahipti ki Arapçayı sadece alfabe olarak kullandıklarından Arapça kelimelerin Türkçe karşılıklarını bilmiyorlardı. Bu arada karşıt vatandaşların cevabı yine ve yine hazır: “Ooooo o istatistikleri dinsizler içki masalarında söylediler. Sırf bu millet dinini unutsun diye uydurdular. Yoksa bu millet %90 ve üst seviyelerde Arapça okuma-yazma bildiğinden dinini anlayabiliyor ve uygulayabiliyordu, ah o Latin alfabesini getirenler yokmuuuuuu!….”. Artık bu Ad Hominem tipi tartışma bir sonsuzluk denizine sürüklenir gider.

Sizin içiniz de doldurulamaz boşluklar ve cevapsız sorular arttıkça artar.

Şüphesiz (!) şüpheler ve yine Şüphesiz (!) şüpheler…

İşte bu noktada yalnızlık hali sizi el geçiriyor. Yazının başında bahsettiğimiz Hollywood yapımı filmlerde olduğu gibi ya toplum içerisinde ya da kendi içinizde yalnız kalıyorsunuz. Bu “zorunlu” yalnızlıkta sizi çeşitli sorunlar ile baş başa bırakabiliyor. Sanki kapkaranlık bir oda da çığlık atıyorsunuz sesiniz çıkmıyor. Kimse sizi fark etmiyor. Kendinizi “ucube” hissediyorsunuz.

Sizin cesaretinizi bir nebze artıran ise aynı sizin gibi düşünen insanların varlığını bilmek ve onlar ile edindiğinizi bilgi ve tecrübeleri paylaşmak büyük bir mutluluk kaynağı oluyor. Bundan ziyade sizin gibi insanların var olduğunu ve bunların sayılarının bir hayli yüksek olduğunu bilmek psikolojik yönden bir rahatlama getiriyor. “ucube” olmadığınızın farkına varıyorsunuz. Çeşitli sorunlardan kurtulmak için düzenlenen terapileri birçoğumuz biliriz. En azından bazı tiyatro ve filmlerde bu terapiler karşımıza çıkar. Şu an bulunduğunuz site ve benzeri siteler sayesinde insanlar en azından yalnız olmadıklarının farkına varıyorlar. Bu hali ile bir terapi ortamı oluştuğunu söyleyebiliriz.

İnsanlar konuşarak ve kabullenerek, birbirleri ile paylaşarak sorunları aşıyor ve kendilerini tekrar özgür bireyler olarak görüyor; ayrıca, kendisi gibi insanlardan oluşan bir yapının parçası haline geldiklerinden mutlu oluyorlar.

Öğreniyoruz ve öğrendikçe gelişiyoruz. Şahsi görüşüme göre ki bana bu nokta da katılmayabilirsiniz, Yaratıcı bizi inanmaya ve sorgulamaya kodlamış. Bu inanmanın özünde araştırma, sorgulama ve bilimi ön plana alarak ve bilgiye ulaşarak yalın bir yaratıcı inancı var. Ötekileştirmeden. Öldürmeden. İyilik Yaparak. Kardeşçe. Saygı Duyarak. Birlik Olarak….

“Tek bir Tanrı’ya inanıyorum... Yeryüzü yaşamı ötesindeki mutluluğa inanıyorum; insanlar arası eşitliğe ve sevgiye inanıyorum ve şuna da inanıyorum ki, dinsel görevler adil olmayı, hemcinslerimizi mutlu kılma çabalarını kapsar... (Thomas PAINE 1897-Akıl Çağı)”

"Eski Ahit'in müstehcen hikayelerle, şeheviliklerle, gaddarlıklarla, intikamcılıklarla dolu sayfalarını okuduğumuzda, bu kitabın Tanrı sözleri olmaktan çok, şeytan sözleri olduğunu söylemenin daha uygun olduğunu anlarız... Bu kitapları Tanrı kitapları olarak benimsemeyi Yaradan’a karşı saygısızlık sayarım. (Thomas PAINE)”

Yazar Notu: Üst iki paragrafta yer alan ve Thomas PAINE’ den yapılan alıntıların kaynağı Wikipedia’ dır.

Özel Teşekkür: İyi olan tüm insanlar, yaşam kaynağım ailem ve yolumda bana desteğini esirgemeyen canım ablam “GraB” J .

Yazan: Demon Product

DİN VE BİLİM 2 | MUCİZELER

DP, din ve bilim, din, islamiyet, Kuran mucizeleri, Kuranda güneş, Nasa Kuran'ı araştırıyor iddiaları, Kuran ve bilim, Kuranda ayetler, Bilim ve din, Kuranda yıldızlar, Kuran bilime ışık tutmaz, Kimilerine göre Din tüm teknolojileri çağlar öncesinden bize “apaçık” müjdeliyor. Gönül ve mantık gözü kapalı olanlar ise bu bilgi havuzundan maalesef mahrum kalıyordu. Fakat bu işi çözen “Gavur Güruh” bu durumun farkına vardığından, hemen Kuran çözümleme işine girmiş, tüm asırların – geçmişin ve geleceğin – ilmine sahip olmuşlardı. Toplumumuzda bu tip komplo teorilerini savunanlar yadsınamayacak ölçüde. Hatta muhafazakar kanadın ciddi bir gazetesi, NASA’nın ciddi ciddi Fecr 6-7-8 ‘ de bahsedilen İrem şehrinin peşinde olduğu, bu nedenle Kuran’ı araştırdıklarını söylüyorlardı. NASA aslında büyük bir yanılgı içerisinde. Şüphesiz apaçık ayetler ile açıklanmış bu kitapta yer alan bilgiler kesin verilerdir. Git, Arapça tefsir/meal konusunda uzmanlaşmış bir Müslüman yakala, o sana koordinatları versin. Neden o kadar araştırma vs. ile uğraşıyorsun.

Öyle ya, Werner Von BRAUN gizli Kuran okuyucusuydu. Onca ilim ve icat oradan esinlenmişti. Şu an uzaya, aya ve diğer gezegenlere ulaşım, füze teknolojisi bildiğiniz süpersonik uçaklar jetler vs. hepsinin tek bir mucidi var. Werner Von BRAUN. Nazi Almanya’sında bir SS Albayı (Bilim Subayı) olan bu bilim insanı, Londra’yı tarumar eden meşhur V1 roketlerinin mucidiydi. Savaş biraz daha uzasa V2 roketleri ile Britanya’nın coğrafyasını dümdüz edecekti. Savaş sonrası teslim olan Von BRAUN, A.B.D. nin meşhur Paperclip operasyonu ile diğer tüm nazi bilim insanları (askerleri) ile birlikte kaçırıldı. Kendisine yeni bir kimlik verildi, Von unvanı silindi ve Werner BRAUN olarak yıllarca (1970’lerin ortasına kadar) NASA’da hizmet verdi. Aya giden SATURN V roketinin motorlarını ve avionik aksamlarını bizzat BRAUN tasarlamıştı. Onun icadı olan V2 roketlerinin parça ve enkazlarının bir kısmını/kurtarabildiklerini kaçıran Sovyetler ise KOROLEV başkanlığında bu parçaları bir araya getirerek uzay ve füze yarışına dahil oldu.

Bizler 50’ler ve 60’larda toplumsal kalkınma ile uğraşırken diğerleri uzay ve teknoloji yarışında yerlerini almışlardı. Ağır bir savaş (II. Dünya Savaşı) geçiren dünyanın nasıl böyle hızlı ilerlediğini hep tartıştık. Öyle ya? Onlar birbirlerinin dostu idiler. Asıl olan şuydu. Onlar toplumsal dönüşümlerini tamamladıklarından geriye sadece teknolojik ve sanat anlamında ilerlemeler kalmıştı. Bizim teknolojik ve sanat ilerlemelerine/dönüşümlerine kavuşabilmemiz toplumsal dönüşüme bağlı olduğundan, bu iki dönüşüme maalesef sıra gelmedi. İster dini, ister toplumumuzu suçlayın. Netice bizim bu dönüşümü tamamlayamadığımız ve küresel dünya teknolojilerinin çok gerisinde kaldığımızdır.

“Ülkemizi ele geçirdiler… Atatürk ve İnönü bizi Yahudilere, masonlara sattı… İngilizlere peşkeş çekti” masallarına artık çocuklar bile inanmıyor. Sınıfta kaldığımız gerçeği ile yüzleşemiyoruz. Kabullenemiyoruz. İlla bir suçlu bulma gayreti içerisindeyiz. Neden? Çünkü biz dinini tam doğru yaşayan, en son indirilmiş, tüm güncellemeleri yapılmış, Hadis alimlerince açıkları (!) kapatılmış (Kuran-ı Kerim’e daha büyük bir küfür düşünemiyorum. Bizi suçluyorlar ama asıl büyük küfrü onlar işliyor) bir dine inanıyorduk. Aslında en önde olan biz olmalıydık. Ama sorun Atatürk ve arkadaşlarında idi. Bizi Kuran ve dinden uzaklaştırdıkları için anlayamıyor ve onun pratiklerini hayata geçiremiyorduk. Ah Atatürk ve arkadaşları olmasa dinimizi tam bütün yaşayacak ve şu anda dünyanın en gelişmiş, en ileri ve en çağdaş ülkesi (tabi öyle bir ülke olur muydu o da ayrı bir konu) olacaktık. Sırf onlar engelledi. Onları İngiliz ve Yahudiler gönderdi önümüzü kesmek için. Mason locaları başardı bu işi.

Biraz bu olguya yumuşak yaklaşanlar suçlamaktan geri duruyor. Ancak Kuran-ı Kerime tam dönüş yaparsak bir anda sıçrama yapacağımızı savunuyor. Neden? Çünkü Kuran’ı okusak tüm bilgiler ile donanırız. Hemen örnekleyelim;

Ülkemizde bu tip savunucuların tutunduğu çeşitli bilgiler var.

Aslında o konular (Hangi konular?) Kuran da açıklanıyor. Bizim bi hoca vardı öyle demişti.
  • Kuran’da atomlar, gezegenler, uzay, kısaca her şey açıklanıyor. Hatta daha gavurlar dünyaya düz derken bir yuvarlak olduğunu ve güneş ile ayın bir yörüngede yüzdüklerini biliyorduk. (Bu bilgileri M.Ö. 4500 yıllarında Sümerler tabletlerde resmetmiş ve açıklamış.)
  • İnsanın yaratılışı Kuran da öyle bir açıklanmış ki, 3 evrede nasıl yaratıldığımız (3 evrede yaratılma işe hepten patlak. Böyle bir şeyin olmadığını size istediğiniz Doktor sağlıkçı vs. açıklasın, iyice araştırırsanız biyoloji kitaplarında bile var.), nutfeden nasıl oluştuğumuz (nutfe atılan bir kısım su anlamına geliyor. Spermin ne olduğunu bilmiyorsan bu yazının devamını okuma gayretine girme.), Kemiklere etin nasıl giydirildiği öyle bir anlatılmış ki (Etin kemiklerin üstünde olduğunu bilmemek için farklı bir boyutta yaşıyor olmak gerek.), bizim hoca anlatınca hayret ettim vallahi.
  • Hz. Muhammed okuma yazma konusunda zayıf iken, çölün ortasında yaşayan biri nasıl böyle bir kitap yazabilir? (Varaka Bin Nevfel’i ve vahiy kâtiplerini bir araştırın derim)
  • İbn-i Sina, Farabi, Biruni gibi İslam alimlerimiz var. Bunlar Kuran- ı iyi çözümledikleri için ilimlere vakıf oldular. (Bunların alim olmadığını, bilim insanı olmadığını iddia etmek elbette hakaret olur. Ancak bir döneme damga vuran bu değerli bilim insanları o sahip oldukları eşsiz bilgileri Kuran’ dan değil, bilakis antik yunandan edinmişlerdi. Bana inanmayabilirsiniz istediğiniz kaynağa başvurun.)
  • Evrim falan hikaye, kadın zaten kürek kemiğinden yaratıldı. (Yahu yuh. Kuran’da böyle bir ayet yok. İnandığı kitaba iftira daha nasıl olabilir ki? Allah’ ın adıyla yalan en büyük günahlardan. Üstelik kürek kemiği meselesinin İsrailliyattan geldiği çoğu İslam aliminin de malumu)
  • Evrim falan harbiden hikaye. Bak, tek hücreli canlılar, bakteriler, virüsler, sinekler hala aynı… (iyi de biraderim antibiyotik ve pestisit-insektisit ilaçlarının geliştirilmesi evrimin ispatının en büyük kanıtı. Genetik mutasyon sonucu bir sonraki jenerasyon bir önceki jenerasyona üstün gelen ilaç ve antibiyotiklere bağışıklık sağlıyor, hiç mi mutasyona uğrayıp kitleleri kırana koyan grip salgınlarını duymadın? Ha doğru ya, o işi Yahudiler yapıyordu)
Kısacası bu mantığa oturtma çabaları her seferinde çuvallamakla kalmıyor, adeta çöküntüye uğruyor. En dibe vuran zat-ı muhteremler dayanamayıp “aslında siz Yahudi-Hristiyan uşağısınız… Sonunuz gelecek. Bizim zamanımız geldi!...” gibisinden savunmalara geçiyorlar ki, bu sitenin Facebook hesabına gelen yorumlar bunu kanıtlar nitelikte. Site moderatörü ve kurucusu A.Kara'nın sayesinde saçma sapan tartışma ortamlarından uzak kalıyoruz.

Konumuza dönelim, madem Kuran-ı Kerim çağlar öncesinden gelen çağlar ötesi “apaçık” bir kitap, neden bilimsel çoğu kavram ile uyuşmuyor? Neden hayatımızın tüm pratiklerini sağlayan teknolojiler “gavurların” ürünü? Lütfen bana İslam alemini şöyle böldüler böyle böldüler edebiyatı yapmayın. İstanbul’u fetheden topları kim yaptı? Barut? Pusula? Astronomi? Tıp?

Üçüncü Mustafa'nın saltanat yıllarında, 1770'lerde yaşanan bir olay. Türk ordusunu, özellikle de topçu birliklerini modernize etmesi için Fransa'dan getirilen François de Tott adındaki Macar asıllı bir Baron, topların namlularını temizlemek için domuz kılından yapılma fırçalar kullanınca kıyamet kopmuş, modernleşmenin karşısında olanlar bu fırçaları bahane edip Baron'u geri göndertmeye çalışmışlar ama hemen herkesi şaşırtan bir savunmayla karşılaşınca susmak zorunda kalmışlardı. Baron de Tott 'Camilerin badanası da domuz kılından fırçalarla yapılıyor, hatta fırçanın kılları duvarlara yapışıyor. İbadethanelerin kutsallığını bozmayan domuz kılını düşmanlarınıza karşı kullanmanızda hiçbir sakınca yoktur' deyince 'Müminlerin şanı ve selameti için' domuz kılından yapılma fırçaların kullanılmasına devam edilmişti.

Şimdi yalın ve tarafsız olarak örnekleme için Güneş ve Yıldızlar hakkındaki ayetleri sıralayalım.

Önce Güneş:

Kuranda güneş ile alakalı tahmini 34 ayet geçiyor
2:258 -
Allah, kendisine hükümdarlık verdi diye, Rabbi hakkında İbrahim'le tartışanı görmedin mi? Hani İbrahim, ona: "Benim Rabbim odur ki, hem diriltir, hem öldürür." dediği zaman: "Ben de diriltir ve öldürürüm." demişti. İbrahim: "Allah güneşi doğudan getiriyor, haydi sen onu batıdan getir!" deyince o inkâr eden herif şaşırıp kaldı. Öyle ya, Allah zalimler topluluğunu doğru yola iletmez.
6:78 -
Güneş'i doğarken görünce: "Rabb'im budur, bu hepsinden büyük" dedi. O da batınca dedi ki: "Ey kavmim! Ben sizin (Allah'a) ortak koştuğunuz şeylerden uzağım".
6:96 -
Karanlığı yarıp tanyerini ağartan O'dur. Geceyi, dinlenmek için; Güneş'i, Ay'ı (vakitlerinizi) hesaplamak için yaratmıştır. İşte bu, her şeye galip gelen ve her şeyi bilen Allah'ın takdiridir.
7:54 -
Şüphesiz Rabbiniz Allah, gökleri ve yeri altı günde yarattı, sonra Arş üzerine hükümran oldu. O, geceyi durmadan onu kovalayan gündüze bürüyüp örter; güneş, ay ve yıldızlar emrine âmâdedir. İyi biliniz ki yaratma ve emir O'nundur. Âlemlerin Rabbi olan Allah ne yücedir.
10:5 -
O Allah'dır ki, senelerin sayısını ve hesabını bilesiniz diye güneşi bir ışık, ayı da bir nur yaptı. Ve aya menziller tayin etti. Allah bunu hak olarak yarattı. O, bilecek olan bir kavim için âyetlerini ayrıntılı olarak açıklar.
12:4 -
Hani bir vakitler Yusuf, babasına demişti ki: "Babacığım, ben rüyada onbir yıldızla güneşi ve ayı bana secde ederken gördüm."
13:2 -
Allah O'dur ki, gökleri direksiz yükseltti, onu görüyorsunuz, sonra arş üzerine istiva etti, güneşi ve ayı emrine boyun eğdirdi. Her biri belli bir vakte kadar akar gider. Bütün işleri O yönetiyor. Âyetleri O açıklıyor ki, Rabbinizin huzuruna çıkacağınızı iyi bilesiniz.
14:33 -
Sürekli olarak yörüngelerinde hareket eden ay ve güneşi, geceyi ve gündüzü sizin emrinize verdi.
16:12 -
Geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı sizin hizmetinize O verdi. Bütün yıldızlar da O'nun emrine boyun eğmişlerdir. Şüphesiz ki bunda aklını kullanan bir toplum için ibretler vardır.
17:78 -
Güneşin batıya kaymasından, gecenin karanlığına kadar (belirli vakitlerde) gereği üzere namazı kıl, bir de sabah namazını kıl. Çünkü sabah namazında, gece ve gündüz melekleri hazır bulunur.
18:17 -
Ey Muhammed! Baksaydın güneşin doğduğu zaman mağaranın sağ tarafına yöneldiğini, batarken de sol taraftan onları makaslayıp geçtiğini görürdün. Onlar, mağaranın geniş bir yerinde idiler. İşte bu Allah'ın mucizelerindendir. Allah kime hidayet ederse, işte o, hakka ulaşmıştır; kimi de hidayetten mahrum ederse, artık ona doğru yolu gösterecek bir dost bulamazsın.
18:86 -
Nihayet güneşin battığı yere vardığı zaman, güneşi, (sanki) kara bir balçıkta batıyor buldu. Bir de bunun yanında bir kavim buldu. Biz ona dedik ki: "Ey Zülkarneyn! Onları ya cezalandırırsın veya onların hakkında iyi davranırsın."
18:90 -
Biz süre sonra, güneşin doğduğu yere varınca onu, güneşe karşı kendilerine bir siper yapmadığımız bir topluluğun üzerine doğar buldu.
20:119 -
Ve sen orada ne susarsın, ne de güneşin sıcağında kalırsın"
20:130 -
O halde, dediklerine sabret; güneşin doğmasından önce ve batmasından önce Rabbini hamd ile tesbih et. Gecenin bir kısım vakitlerinde ve gündüzün etrafında da tesbih et ki hoşnudluğa eresin.
21:33 -
Geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı yaratan O'dur. Bunların her biri kendi dairesinde dolaşmaktadır.
22:18 -
Görmedin mi, göklerdeki kimseler, yerdeki kimseler, güneş, ay ve yıldızlar, dağlar, ağaçlar, bütün hayvanlar ve insanlardan birçoğu hep Allah'a secde ediyor. Birçoğunun üzerine de azab hak olmuştur. Allah kimi hor ve hakir kılarsa artık ona ikram edecek yoktur. Şüphesiz Allah dilediği şeyi yapar.
25:45 -
Rabbinin gölgeyi nasıl uzatmakta olduğunu görmedin mi? Dileseydi onu elbet hareketsiz de kılardı. Sonra biz güneşi, ona (gölgeye) delil kılmışızdır.
26:60 -
Derken (Firavun ve adamları) güneş doğmuştu ki, onların ardına düştüler.
27:24 -
"Onun ve kavminin, Allah'ı bırakıp güneşe secde ettiklerini gördüm. Şeytan, kendilerine yaptıklarını süslü göstermiş de onları doğru yoldan alıkoymuş. Bunun için hidayete giremiyorlar."
29:61 -
Andolsun ki onlara, "Gökleri ve yeri yaratan, güneşi ve ayı buyruğu altında tutan kimdir?" diye sorsan "Allah" derler. O halde nasıl (haktan) çevrilip döndürülüyorlar?
31:29 -
Görmedin mi ki, Allah geceyi gündüze sokuyor, gündüzü geceye sokuyor. Güneş ile ayı da emrine boyun eğdirmiştir. Her biri belirli bir süreye kadar akıp gidiyor. Şüphesiz ki Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.
35:13 -
O, geceyi gündüze sokuyor, gündüzü de geceye sokuyor. Güneşi ve ayı emrine âmâde kılmıştır. Her biri mukadder bir gayeye akıp gidiyor. İşte bu gördüklerinizi yapan Allah sizin Rabbinizdir. Mülk (hükümranlık) O'nundur. O'ndan başka taptıklarınız ise, bir çekirdek zarını bile idare edemezler.
36:38 -
Güneş de bir delildir ki kendi yolunda akıp gidiyor. İşte bu çok güçlü ve her şeyi bilen Allah'ın takdiridir.
36:40 -
Ne güneşin aya çatması yaraşır, ne de gece gündüzü geçebilir; onların her biri kendi yörüngesinde yüzerler.
39:5 -
O, gökleri ve yeri hak ile yarattı, geceyi gündüzün üstüne sarıyor, gündüzü de gecenin üstüne sarıyor. Güneşi ve ay'ı emrine âmade kılmış,her biri belli bir süreye kadar akıp gitmektedir. İyi bil ki, çok güçlü ve çok bağışlayıcı olan ancak O'dur.
41:37 -
Gece ile gündüz ve güneş ile ay Allah'ın kudretinin delillerindendir. Güneşe ve aya secde etmeyin. Eğer sadece Allah'a kulluk yapmak istiyorsanız, onları yaratan Allah'a secde edin.
50:39 -
Ey Muhammed! Onların söylediklerine karşı sabret. Güneşin doğuşundan önce (sabah namazını) ve batışından önce de (öğle ve ikindi namazalarını kılarak) Rabbini Hamd ile tesbih et.
55:5 -
Güneş de ay da bir hesab iledir.
71:16 -
Ve Ay'ı bunların içinde bir nur yapmış, güneşi de bir lamba kılmış.
75:9 -
Güneş ve ay toplanır,
76:13 -
Orada donatılmış koltuklar üzerine dayanmışlardır: Orada ne yakıcı güneş görürler, ne de şiddetli soğuk.
81:1 -
Güneş katlanıp dürüldüğünde,
91:1 -
Güneş'e ve onun parıltısına,

Şimdi Yıldızlara bakalım:

Kuranda yıldız ile alakalı tahmini 18 ayet geçiyor
6:76 -
Üzerine gece bastırınca, bir yıldız gördü:"Rabb'im budur" dedi. Yıldız batınca da:" Ben batanları sevmem" dedi.
6:97 -
Kara ve denizin karanlıklarında yolunuzu bulasınız diye yıldızları sizin için yaratan O'dur. Şüphesiz biz, bilen bir toplum için ayetleri geniş bir şekilde açıkladık.
7:54 -
Şüphesiz Rabbiniz Allah, gökleri ve yeri altı günde yarattı, sonra Arş üzerine hükümran oldu. O, geceyi durmadan onu kovalayan gündüze bürüyüp örter; güneş, ay ve yıldızlar emrine âmâdedir. İyi biliniz ki yaratma ve emir O'nundur. Âlemlerin Rabbi olan Allah ne yücedir.
12:4 -
Hani bir vakitler Yusuf, babasına demişti ki: "Babacığım, ben rüyada onbir yıldızla güneşi ve ayı bana secde ederken gördüm."
16:12 -
Geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı sizin hizmetinize O verdi. Bütün yıldızlar da O'nun emrine boyun eğmişlerdir. Şüphesiz ki bunda aklını kullanan bir toplum için ibretler vardır.
16:16 -
Daha birçok âlametler yarattı. İnsanlar geceleyin de Allah'ın yarattığı yıldızlarla yönlerini bulurlar.
22:17 -
Şüphesiz o iman edenler, yahudi olanlar, sabiîler (yıldıza tapanlar), hristiyanlar, ateşe tapanlar ve (Allah'a) eş koşanlar (yok mu?) Allah, kıyamet günü bunların arasını şüphesiz ayıracaktır. Çünkü Allah her şeyi hakkıyla görüp bilendir.
23-32
Hiç kuşkusuz, Şi'ra yıldızının/şuurlanmanın Rabbi de O'dur.
22:18 -
Görmedin mi, göklerdeki kimseler, yerdeki kimseler, güneş, ay ve yıldızlar, dağlar, ağaçlar, bütün hayvanlar ve insanlardan birçoğu hep Allah'a secde ediyor. Birçoğunun üzerine de azab hak olmuştur. Allah kimi hor ve hakir kılarsa artık ona ikram edecek yoktur. Şüphesiz Allah dilediği şeyi yapar.
24:35 -
Allah, göklerin ve yerin nurudur (aydınlatıcısıdır). O'nun nurunun temsili, içinde lamba bulunan bir kandil gibidir. O lamba bir billur içindedir; o billur da sanki inciye benzer bir yıldız gibidir ki, doğuya da batıya da nisbet edilemeyen mübarek bir ağaçtan çıkan yağdan tutuşturulur. (Bu öyle bir ağaç ki) yağı, nerdeyse, kendisine ateş değmese bile ışık verir. (Bu ışık) nurb üstüne nurdur. Allah dilediği kimseyi nuruyla hidayete iletir. Allah insanlara (işte böyle) misal verir; Allah her şeyi bilir.
37:6 -
Gerçekten biz dünya göğünü (o yakın göğü) bir zinetle, yıldızlarla süsledik.
37:88 -
Derken yıldızlara bir baktı da: "Ben gerçekten hastayım" dedi.
52:49 -
Gecenin bir kısmında ve yıldızların batışında da O'nu tesbih et.
53:1 -
İnmekte olan yıldıza andolsun ki,
56:75 -
Hayır, yıldızların yerlerine yemin ederim.
77:8 -
Hani o yıldızlar silindiği zaman,
81:2 -
Yıldızlar bulandığında,
82:2 -
Yıldızlar döküldüğü vakit,
86:3 -
O, karanlığı delen yıldızdır.

Şimdi bu bilgiler ışığında yorum sizin. Bu kavramları tam okuyup “apaçık” olan bilgiler ile gelecek çağlara hangi bilgiler aktarabilirsiniz? NASA bu bilgilerden hangilerini kullanıp uzaya hükmetmiş olabilir? Yahudiler burada bahse konu hangi bilgiler ile dünya silah teknolojisini yönetiyor? Ruslar, Japonlar, Fransızlar vs. “gavur” ülkeler hangi ayetleri kavrayarak sıçrama yaptı?

Maalesef Kuran ve Din belirli bir sınıfın (Ruhban benzeri) tekelinde olduğundan çarpık bilgi akışı nedeni ile insanlar hiç bilmedikleri bir dine inanıyor. İnsanların okuması ve öğrenmesi istenmiyor. Gelin empati yapın ve kendinizi Tam mümin bir Müslüman olarak düşünün. Soru ve cevap basit.

Hira mağarasında iken Hz. Muhammed'e Cebrail tarafından ilk ne bildirildi? Alak Suresi. Alak suresi ilk indirilen suredir. (İlk 5 ayet. Tam olarak indirilen ilk sure ise Fatiha suresidir)

Ne diyor Alak suresi: (Elmalılı Hamdi YAZIR’dan)

1 - Yaratan Rabbinin adıyla oku!

2 - O, insanı bir alekadan (embriyodan) yarattı.

3 - Oku! Rabbin sonsuz kerem sahibidir.

4 - O Rab ki kalemle yazmayı öğretti.

5 - İnsana bilmediği şeyleri öğretti.

Madem sana ilk inen ayet ve emir OKU! NEDEN OKUMUYORSUN BRE ÇAKMA MÜSLÜMAN!!!

Çünkü okunmasından korkuyorlar. Öğrenilmesinden korkuyorlar. Okundukça neler olabileceğini bildiklerin ellerinden geldiğince anlayarak ve araştırarak okunmasını istemiyorlar. Yoksa sistemleri çökecek. Vatikan ve Hristiyan dünyası çoktan el attı bu konuya. Bizde ki ilahiyatçılar yeni yeni başladı. Bilim ve Din başlıklı ilk yazımda zaten bu konuyu irdelemiştim.

Din ve Bilim maalesef örtüşmüyor. Örtüştürme çabaları ise boşa çıkıyor. Bu sadece İslam dininin sorunu değil. Aynı şekilde Yahudilik ve Hristiyanlık dinleri de bu durum ile başa çıkabilmek için yoğun uğraş veriyor.

Bazı sesleri duyar gibiyim: “Yahudiler din ile yönetiliyor sayın yazar. Niye bunları söylemiyorsun? Amacın sırf İslamiyet’i karalamak. Onları koruyorsun” Kusura bakmayın. Ülkemiz ve toplumsal çoğunluğumuzun anlayış ve dilini kullanmak zorundayım. Yalnız şu noktada vereceğim cevap bu ses sahiplerinin hoşuna gidecek. Yahudilik ve Hristiyanlıkta ki durum daha da vahim. İslamiyet en azından bazı kavramlara açıklama getirip özetliyor. Onlar da bu da yok. Tamamen fantastik hikayeler ile bezenmiş söylevlerden ibaret. Hele Yahudilerin Talmud’u var ki evlere şenlik.

Günümüz İsrail’i her ne kadar din devleti gibi gözükse de yönetim kadrolarının din ile ilişkisi bizdekiler gibi. Sadece halkı daha etkin yönetmek ve idare etmek için. Yoksa asıl yönetim unsurları Millet Irkçılığı ve Ulusçuluğa dayalı. Noam Chomsky bu hususları gayet iyi özetliyor. Neyse konumuza dönelim,

Bilim ve Din… Emre DORMAN, TV8 kanalında Aklımdaki Sorular programı’nda konukları ile bazen bu konuları tartışıp cevapları bulmaya çalışıyorlar; ancak tarafsız ve objektif izleyenler varsa –maalesef- çözüm bulamayıp yorum deryası içerisinde oluşan girdaplarda kaybolup gittiklerini rahatlıkla görebilirler. Aksine, bu ve benzeri programlar size Deizm veya Ateizm’ de Master yaptırır benden söylemesi. İmanınızı sakatlayıp mürtet olmayın.

Bilim ve Din maalesef birbirlerine uzak kavramlar. Yan yana gelmeleri gerçekten çok güç. Bazı okuyucular bana kızıyor hatta bela okuyor olabilirler. Bana saldırmak için ayıracağınız vakti biraz araştırmaya ve okumaya ayırsanız nasıl olur?

İlk yazım Bilim ve Din’ i okuyanlar, benim Deist olduğumu rahatlıkla anlamışlardır. Kusura bakmayın, ancak sizinle yanyana geldiğimizde, Kuran, meal, fıkıh, hadis gibi hususlarda yarışmaya kalksak terleme katsayınız artar. En büyük hadis alimi olan Buhari ve Hanefilik kurucusu İmam Ebu Hanife’ nin hayatını okuyun – ama iyi araştırıp okuyun- . Yaşamlarına bir bakın. Nasıl ve hangi suçlamalar ile karşılaştıklarına bir bakın. Kimlerin nasıl ve neden zulüm ettiklerini öğrenin. Nasıl öldüklerini araştırın. Neden bu iki şahsiyeti araştırmanızı istedim? Çünkü hiç okumadığınıza, bilmediğinize adım gibi eminim. Birisi en büyük hadis alimi öteki senin mezhebinin kurucusu. Bunların üzerine daha hala bir şey anlamadıysanız diyecek bir şey yok. Fazla kasmayın. Kendinize güzel demli bir çay alıp arkanıza yaslanın, bizim için “Allah ıslah etsin” talebinizi yapıp, “yanacağımız” için bize üzülerek “keşke imanlarını sakatlamasalardı” deyin.
Sevgi ve sağlıcakla kalın.

Yazan: Demon Product