HABERLER
Dini Haber
islamiyet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
islamiyet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

ZERDÜŞTLÜK VE İSLAM

Yazan: Kirpi
din, islamiyet, K, Zerdüştlük, Zerdüştlük ve İslam, İslamiyet'in Zerdüştlükten alıntıları, Zerdüşt İslam benzerliği, Zerdüşt ve Muhammed'in michracı, Kıble, Ölümden sonra sorgu, Vahiy meleği,

ZERDÜŞTLÜK VE İSLAM, BİR ELMANIN İKİ TARAFI


Zerdüştlük günümüzden 3500 yıl önce Zerdüşt tarafından yaratılmıştır. İran'da kurulan bu din M.O 6 yüzyıldan M.S 7 yüzyıla kadar 3 büyük Pers İmparatorluğunun dini olmuştur. Dünyanın en eski tek tanrılı vahiy dinidir. Bu dinin ortaya çıktığı topraklar İran olmasına rağmen günümüzde İran'da yaklaşık 30 bin kadar Zerdüşt kalmıştır. Müslümanların İran'ı işgalinden ve İslam'ın bu topraklarda hakim olmasından sonra Zerdüştlerin büyük bir kısmı Hindistan'a irtica etmek zorunda kalmıştır ve coğrafi kökenleri nedeniyle bu insanlara Persi denilmiştir. Zerdüştlük Budizm gibi felsefi tarafı ön planda olan bir dindir. Diğer bazı dinlerde olduğu gibi bu dininde temelinde iyilik ve kötülüğün savaşı vardır ve iman etmiş her bir insanın iyilik için savaşması gerekir. Zerdüştlük dininde Tanrı olarak Ahura Mazda Kabul (Aklin Efendisi) edilir ve kötülüğün simgesi olan Ehriman'la savaşır. Tabi diğer tüm dinlerde olduğu gibi bu dinde de insanlarla tanrı arasında bir olumlu Tanrı (vasıta) var ki onunda ismi Zerdüşt Espantaman'dır. Bu anlattıklarım şimdiden İslam ile aynı görünmeye başladı değil mi? Baş tanrı olarak Allah, kötülüğün simgesi Şeytan ve Allah'la insanlar arasındaki vasıta Muhammed. Ama benzerlikler bunla da sınırlı değil.

Zerdüştlükte ve İslam'da yaratılış hikayesi
Zerdüştlükte dünyanın «altı evrede» yaratıldığına inanılır(Kuranda tıpkı Zerdüştlük gibi evrenin altı günde yaratıldığını söylüyor) "Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra da işleri yerli yerince idare ederek arşa istiva eden Allah'dır." (Yunus suresi 3.ayet) Ve insanoğlunun tarihini(geçmişini ve geleceğini) tasvir ederken dört döneme bölüyor. Birinci dönemde iyilik ve kötülük ortaya çıkar(Allah'ın insanı yaratıp kendini belli etmesi ve Habil Kabil formatında iyiliği kötülüğü ayırt etmesi gibi), ikinci dönemde dünya karanlığa felaketler ve kötülüklere bürünür (Lut kavmi gibi günahkar kavimlerin olması ve Nuh tufanı gibi felaketlerin bas vermesi), üçüncü dönemde iyilik ve kötülük savaşında iyilik kazanır (iyi olan Muhammed'in kötü olan Mekke'li müşriklerle savaşı gibi) ve Zerdüşt halklara doğruyu ve adaleti gösterir (tıpkı Muhammed'in insanlara İmanın yolunu öğretmesi gibi), dördüncü dönemde ise her tür kötülük ve karanlık kayıp olacak (tıpkı kurtarıcı Mehdinin peyda olup kötülüğü yok etmesi ve İslam'ı yer yüzünde tek din haline getirmesi gibi). Ne kadar çok benziyor değil mi? Oysa benzerlikler bununla bitmiyor.

Zerdüştlükte ve İslam'da inanç sistemi
Çoğu insan Zerdüştlerin «ATEŞE» taptığını düşünür. Oysa bu doğru bir bilgi değildir. Zerdüştler de Müslümanlar gibi Tek Tanrıya inanırlardı. Ateşi Tanrı Ahura Mazda'nın fiziksel bir yansıması olarak kabul ederlerdi. Müslümanlar buna TECELLİ der. Allah'ın yarattıkları yoluyla insanlara görünmesi ve insanlarla konuşması. Bunun örnekleri Kur'an'da da var. Misal Musa peygamberin Allah'la bir ağaç vasıtasıyla konuşması. Kur'an'da bu olay şöyle anlatılır.

"Böylece oraya geldiği zaman vadinin sağ tarafından, mübarek yerdeki ağaçtan nida edildi: "Ey Musa! Muhakkak ki Ben, âlemlerin Rabbi Allah’ım." KASAS 30

Gördüğünüz gibi Zerdüştlerin ateşi Allah'ın tecellisi olarak görmesi hiç de yanlış değil. Kuran'a göre de Allah yarattığı nesnelerde tecelli edebilir (görüne-konuşabilir).

Zerdüşt peygamber ve Muhammed'in miracı
Rivayete göre Zerdüşt yanına bir grup müridini de alarak Belh'e gitmiştir. Yolda karşılarına çıkan Gaitya nehrini Zerdüşt'ün gösterdiği mucize ile yürüyerek geçmişlerdir. (Musa'nın denizi ikiye ayırmasına ne kadarda benziyor değil mi?) Daha sonra Avaital gölü yakınlarında 45 günlük bir ibadetin sonunda Miraca çıkmıştır. Zerdüşt, Vahumenah isimli vahiy meleği (İslam'daki ismiyle Cebrail) ile ve başkalarıyla görüşerek tanrı Ahura Mazda'nın yanına çıkmıştır. İyi bakın Muhammed'in Miraca çıkarak meleklerle ve kendisinden önceki peygamberlerle görüştükten sonra Allah'ın huzuruna çıkmasına ne kadar da benziyor değil mi?

"Kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu (Muhammed’i) bir gece Mescid-i Haram’dan çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa’ya götüren Allah’ın şanı yücedir."  (İsra suresi 1.ayet)

“O (peygamber), Cebrail’i bir başka inişinde de görmüştü. Sidretü’l- Müntehâ’nın yanında. Ki Cennet’ül-Me’va da onun yanındadır. O zaman ki, o Sidre’yi bürüyen bürüyordu. Gözü kaymadı ve sınırı aşmadı. Andolsun o, Rabbinin en büyük âyetlerinden bir kısmını gördü.” (Necm, 13-18)

İslam dünyasının neredeyse tümü Muhammed'in Miraca çıkıp Allah'la görüştüğünü kabul eder. Örnek kaynak göstermek lazımsa: Taberi, Camiu’l-Beyan fi Te’vili’l-Kur’an, c: 11, s: 519; Fahru’r-Razi, et-Tefsiru’l-Kebir, Beyrut, 1999, c: 10, s: 246; Ebu Hayyan, el-Bahru’l-Muhit fi’t-Tefsir, Beyrut, 1992, c:10, s:14; Kurtubi, el-Cami’ li Ahkami’l-Kur’an, Beyrut,1988, c: 17, s: 65; Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili, c: 7, s: 297

Muhammed'in Miraç (Allah'la görüşme) olayı Hadis kitaplarında da geçer ve sahih(şüphesiz doğru) hadisler sayılır. (Ahmed, I, 285; Heysemî, I, 78) (Müslim, Îman, 292)

Zerdüştlükte ve İslam'da iyilik-kötülük kavramları
Zerdüştlük inancına göre her insanın yaptığı iyilik ve kötülük onun kitabına yazılır. Bu da İslam'ın amel defteri kavramıyla (iyiliği ve kötülüğü yazan melekler) aynıdır. İslam'a göre de insanın sağ ve sol taraflarında birer tane melek bulunur. Sağ tarafındaki melek iyi şeyleri, sol tarafındaki melek kötü şeyleri yazar:
"İnsan hiçbir söz söylemez ki, yanında onu gözetleyen, dediklerini zapt eden bir melek bulunmasın." (Kâf, 17-18) Zerdüştlük dinine göre kötülük yapan kötü ruh ile birlikte olur (İslam'a göre şeytan) iyilik yapan ise Ahura Mazda'nın (Müslümanlarda Allah) tarafına geçmiş olur. Ne kadarda benziyor değil mi?

Zerdüşt'lükte ve İslam'da ölümden sonra sorgu
Tıpkı İslam inanışında olduğu gibi Zerdüştlük dininde de insanların öldükten sonra bir muhakemeye tabi tutulacaklarına inanılıyordu. İnanca göre insan ölümünden sonra Çinvat isimli bir köprüden geçer ve bu köprüden geçerken de sorgulanır. İslam dininin Sırat köprüsüne çok benzedi biliyorum.

"Cehennem üzerine Sırat köprüsü kurulur. Buradan ümmetiyle ilk geçecek Peygamber benim." [Buhari]

“Mahşerde muhakeme ve muhasebe işlerinden sonra Cehennemin üzerinde bir köprü (Sırat) kurulur. Allah şefaate izin verir. (Mü’minler) ya Allah selamet ver, selamet ver, diye dua eder durur”. Ya Rasulallah, köprü nedir? diye sorulduğunda; “Kaypak ve kaygan bir yoldur. Orada; kancalar, çengeller ve Necidde bilen sa’dan denilen sert dikencikler gibi dikenler vardır. Mü’minler amellerine göre kimi göz açıp kapayıncaya kadar, kimi şimşek gibi, kimi rüzgar gibi, kimi kuş gibi, kimi iyi cins yarış atları gibi, kimi deve gibi süratle geçerler. Mü’minlerden kimi sapasağlam kurtulur. Kimi de tırmalanmış (hafif yaralı) olarak salıverilir. Kimileri de Cehennem ateşi içerisine dökülür” (Buhari, Müslim, Tirmizi’den naklen Mansur Ali Nasıf, Tâc, V, 394-395).

Bu hadislere dayanarak Müslüman din adamları Kurandaki Saffat suresi 23.ayeti ( “Onları cehennemin yoluna (sırata) sürün.”) ve Meryem suresi 71.ayetlerini ("İçinizden hiçbiri istisna edilmemek üzere mutlaka Cehenneme varacaktır. Bu, Rabbinin katında kesinleşmiş bir hükümdür. Ancak cennetlikler yanmadan geçecekler, cehennemlikler ise ateşe düşeceklerdir") Sırat köprüsüne işaret gibi anlamış ve anlatmışlar.

Zerdüştlükte ve İslam'da ibadet ve kıble
Zerdüştlük dininde de tıpkı İslam'da olduğu gibi gün içinde beş defa ibadet vardır. (Sabah-Havaan, Öğlen-Rapithwan, İkindi-Uziren, Akşam-Aivisuthrem, Yatsı-Uşaen) Bu ibadetler içinde sabah ibadetinin özel yeri vardır ve erkenden insanları ibadete kaldıran Horoz da bu yüzden kutsal sanılıyordu. Zerdüştlerde ibadetin yönü (yani kıble) Güneş olarak belirlenmiştir. Geceleri güneş olmadığı için kıble Ateş Kabul edilirdi. Günümüz İslam dünyasında da gün içerisinde beş ibadet vakti (sabah namazı, öğlen namazı, ikindi namazı, akşam namazı, yatsı namazı) vardır ve Zerdüştlerde olduğu gibi ibadet ederken yüzlerini dönecek kıbleleri de (Mekke) var.

Tüm bunları göz önünde bulundurarak İslam'ın Muhammed tarafından yeni bir din olarak değil de, eski Zerdüştlük dininin reform edilerek insanlara sunulduğunu söyleyebiliriz. Zerdüştlük dini bir tek Müslümanlığı değil bir çok dini etkilemiştir ve o dinlerde Tek Tanrılığı ön plana çıkarmıştır. Bunlara misal olarak İran ve Orta Doğu'da Manescilik, Mazdekcilik, Mitracılık gibi dinleri ve mezhepleri de etkilemiştir.

NASIL BU KADAR KÖR OLUNUR?

din, islamiyet, K, Dindar tepkileri, dinlere inanmıyorum, Sünni şia düşmanlığı, Mezhepler saçmalığı, Müslümanların sadece Muhammede bakması, Enam 159, Yunus suresi 100, Müslüman olmayan cennete,
İnsanlar genelde nasıl aptallaştığını anlamaz. Çünkü düşünmek, aklini kullanmak, araştırmak yerine daha kolay olanı seçiyor. Düşünme ve karar verme yetkisini başkalarına vermekle. Sıkça karşılaştığımız vak'alardan biride insanların çoğunluğu her konuda haklı sayması ve bir meseleyi binlerce insan kabul ediyorsa sorgulamadan o kitlenin fikirlerini kabul etmesidir. Genellikle yıllardan beri kabul gören ve milyonlarca insanin inandığı, doğru saydığı bir şeyi eleştirmeye kalktığımızda «Bunca insan yanıldı da bir tek sen mi doğru anladın» diye saçma sapan cevaplarla karşılaşıyoruz. Çoğu insan da bu cevaplar önünde pes ediyor ve doğru bildiği şeyi söylemekten ya vazgeçiyor yada tehdit ve can korkusuyla vazgeçtiriliyor. Simdi insanları aptallaştırmanın en kolay yollarından biri olan DİN anlayışını inceleyeceğiz. Din bir afyon gibidir, insanların umut ve bir kurtarıcı arayışını karşılayan nabza göre şerbettir. Konumuza geçmeden önce bir kaç ünlü düşünürün dinle ilgili söylediklerine bakalım:

"Kendi adıma konuşursam, insanlığın mı Tanrı'yı, yoksa Tanrı'nın mı insanlığı yarattığına kafa yormayı bırakalı çok uzun zaman oldu."
FYODOR DOSTOYEVSKİ

Kâfirlik, düşünce özgürlüğü için kullanılan bir başka sözcüktür.
GRAHAM GREENE


"İddia ediyorum hepimiz ateistiz. Ben yalnızca, sizin inandıklarınızdan bir eksik tanrıya inanıyorum. Siz öteki tanrıları neden göz ardı ettiğinizi anladığınızda, benim de neden sizinkini göz ardı ettiğimi anlayacaksınız."
STEPHEN HENRY ROBERTS


din, islamiyet, K, Dindar tepkileri, dinlere inanmıyorum, Sünni şia düşmanlığı, Mezhepler saçmalığı, Müslümanların sadece Muhammede bakması, Enam 159, Yunus suresi 100, Müslüman olmayan cennete,
DİNDE PARÇALANMA
Günümüz dünyasında bir çok din vardır. Bu dinlerde içlerinde farklı mezheplere bölünmüştür. Her biride ben haklıyım diyenleri haksiz olarak görür. Bu makalede tüm dinleri değil onlardan sadece birini İslam'ı konu edeceğim ve İslam adı altında din tüccarlarının insanları nasıl aptallaştırdığını anlatacağım.


İslam peygamberinin ölümünden sonra (Kuran tüm peygamberlerin Müslüman olduğunu söylediği halde ne hikmetse Müslümanlar bir tek Muhammed'e şehadet eder, bakınız 2/Bakara 136) din parçalanmaya başladı. Farklı mezhepler yaranmaya başladı ve bu mezheplerin başına farklı şeyhler, evliyalar getirildi. Bu basa getirilen insanlar etrafındaki insanların başka gruplara gitmemesi için kendilerini haklı başkalarını yanlış göstermeye mecburdur. Onun için sünniler şiaları onlarda aksine birbirlerini yalanlarlar. Her birinin kendine özgü hadis ve fıkıh kitapları vardır. Aynı Allah'a ibadetleri bile farklı. Hatta bu insanlar sırf ibadeti yanlış diye birbirlerini öldürmeye bile hazır. Oysa İslam'ın kitabı olan Kur-an'da dini parçalamamak emir ediyor.

"Şu dinlerini parça parça edenler ve kendileri de grup grup ayrılmış olanlar var ya, (senin) onlarla hiçbir ilişiğin yoktur. Onların işi ancak Allah’a kalmıştır" Enam suresi 159

Din tüccarları bu gerçekleri insanlardan saklıyor ve ne yazık ki insanlarda araştırmak, okumak ve öğrenmek yerine bu sahtekar din adamlarının onlara söylediklerine inanıyor. Akıl ve mantığı yok etmek için uyduruk mucizeler, sahte kerametler yarattılar. Aklını kullanan bir insanin bunlara inanmayacağını bildikleri için ilk önce insanları akıldan uzaklaştırdılar. Düşünmeyi, eleştirmeyi kafirlik olarak gösterdiler ve din akil değil nakil ile anlaşılır dediler. Düşünsenize aklini kullanan bir insan her hangi bir dine inanır mı? Bunu iyice anlamak için bir kaç soru sorayım hem kendime hem sizlere.
  1. Hiçbir zaman görmediğin bir şeye (Tanrıya) nasıl inanırsın? Var ama göremeyiz demek, yoktur sözcüğüyle aynı manayı verir. Bir düşünün, çalışıyorsunuz ve ay sonunda paranızı almak için gittiğinizde size parayı sana vermedik ama tüm kalbinle paranın sende olduğuna inan deseler. Böyle bir şeyle karşılaşsanız ne yapardınız?
  2. Allah yarattıklarını sever ama kötülükleri de bizi imtihan için yarattı. Babanızın size "seni çok seviyorum evladım ama bana na kadar dayanabileceğini görmek için her gün seni döveceğim" demesi gibi bir şey. Ne kadar mantıklı değil mi?
  3. Allah iman etmeyenleri cehennem ateşinde yakacak. "Allah’ın izni olmadıkça, hiçbir kimse iman edemez." (Yunus suresi 100.ayet) Şimdi soruyorum sizlere benim imanım Allah'ın iznine bağlıysa eğer, o izin gelinceye kadar iman etmemekte haksız mıyım?
ŞİMDİ BEN KAFİR MİYİM?
Ne kadar üzücü olsa da zaman zaman Allah'a inanmadığı, dinden çıktığı için öldürülen insanların haberlerini alıyoruz. Kendi düzenlerini, para kaynaklarını korumak için din tüccarları ölüm fetvaları vererek insanların doğal hakkı olan yaşamını elinden alıyorlar. Bu meselenin vahim tarafı ise insanların tüm bu vahşetin Allah-din adına yapıldığına inanıp bunu haklı görmesindedir. Kur-an açık bir şekilde dinde zorlama yoktur kim neye istiyorsa inana bilir demesine rağmen (bakınız Bakara suresi 256. ayet) hala bu insanlar kendi sapıklıklarını savunmaya devam ediyor. Her şeyi anlıyoruz da bir tek şunu anlamak güç: "Neden yıllarca İslam uğruna savaşan, İslam uğruna malını mülkünü sadaka veren bir insan dinden cıktığı an kafir oluyor ve ölmeyi hak ediyor? Yani iyilik yapması, insanlara yardım etmesi için illa Müslüman mı olmak gerek? Hristiyanlar, Yahudiler, Budistler , Ateistler Müslüman olmadığı sürece cennete giremez diyorlar din tüccarları. Oysa sizin din tüccarlarınız yanmayan kefenler, peygamberi rüyada gördüren terlikler satarken bu insanlar aklini kullanarak insanlığa faydalı olmaya çalışmışlar. Peki sizin üyesi olduğunuz cemaatin başındaki evliyalar hangi işiyle insanlığa bir yarar sağladı?

E.Jener 1775 yılında İngiltere'de çiçek hastalığına karşı aşıyı bulan kişi. Hatta bu buluşunu patentleştirmekten imtina etmiş, böylece milyonlarca dolardan vazgeçmiştir.

Simdi size soruyorum bu insan mı cennetlik yoksa fakir Muhammed'i anlatarak zengin olan evliyaların mı? Bu insan mı akıllı yoksa 600 yıldır sakal bırakmak şart mıdır değil midir diye tartışan senin din hocaların mı? En son sizlere soruyorum BEN KAFİR MİYİM??? HAYIR, SİZ KÖRSÜNÜZ…

Yazan: Kirpi

KUKLALARIN EFENDİSİ

DP, din, Kuklaların efendisi, Koşulsuz biat, Sorgulamamak, Öğrenme güdüsü, Dinden çıkış, Nonteist, Dinsiz, İnkar edenleri aşağılama, Dine inanmayanları aşağılama, Dindarların hoşgörüsüzlüğü, İslam hoşgörüsü, Müslüman tahammülsüzlüğü, islamiyet,
Kuklaların Efendisi ya da orijinal adı ile ”Master of Puppets”. Metallica grubunun 1986 yılında çıkardığı albümün aynı adlı şarkısı. Her nedense bu şarkı takıldı ağzıma birkaç gündür. Eğer bu müzik tarzına meyilli iseniz melodisi kulağınıza hoş gelecektir. Ancak önemli olan bu şarkının sözleri. İnanılmaz anlamlıdır benim için.

Bazı mısralarına bir göz atalım :
“Kendini adamışsın sen
Seni öldürüş şeklime
Daha hızlı gel sürünerek
İtaat et efendine
Yaşamın daha hızlı tükeniyor
İtaat et efendine
Efendine
Kuklaların efendisiyim ben ipleri yöneten
Zihnini bulandıran ve düşlerini yok eden
Seni körelttim, hiç bir şey göremiyorsun
Yalnızca çağır beni ismimle, çünkü haykırışlarını işiteceğim”

Peki, Kuklaların Efendisi kim? Sizce bu şarkı sözleri neyi anlatıyor ya da size göre nasıl bir mesaj içeriyor? Buradan hareketle insan farklı şeyler düşünmeye başlıyor.

İnsanların temelde hep iyi ve kötü diye iki ayrı kategoriye ayrıldığı söylenir. Aslında insanları ayırmak için kullanılacak o kadar çok parametre var ki. İnanç, siyasal düşünce, din, dil, ırk, sosyal statü, meslek grubu vs.

Aslında bu parametrelere eklenecek güzel bir örnek daha vardır. “Öğrenmek İsteyenler/Sorgulayanlar” ve “Koşulsuz Biat Edenler”.


Ateist, Deist, Agnostik, Panteist, Pandeist, Panenteist, Panendeist, bilmemneist vs. hangi fikre sahip olursanız olun. Dinlerden sıyrılanların büyük çoğunluğu sorgulama ve öğrenme güdüsü ile hareket edenlerden çıkmıştır. Mesela, aslında dinine sıkı sıkıya sarılmak için detaylıca öğrenmek için araştıran, öğrenen ve sorgulayan bireylerde de sık rastlanır bu durumla. Kişi aslında dinini kaynağından doğru öğrenmek ister. Ancak karşılaştığı düşünce ve pratik çelişkileri arasında bocalar ve dini inançlarda ciddi bir sarsılma meydana gelir.

Tüm semavi dinlerde, dini yaymaya yönelik söylev ve pratiklerden çok savunmaya dayalı bir yaklaşım söz konusudur. “İnkâr edenler, zalimler, sapmışlar, sapkınlar, müşrikler, maymundan-eşekten daha aşağı varlıklar vb.” benzetme ve yakıştırmalar ile sorgulayanların veya inanmayanların düşünceleri ve fikirleri aşağılanır. Alt sınıf insan kategorisine itilirler. Eğer dini sorgular veya inkâr ederseniz, yeryüzünde hayatınız alt üst olur. Canınız ve Malınız onlara helaldir. Karınız ve kızlarınız onlara helaldir. Şunu düşünebilirsiniz: “Ülkemizde böyle bir şey olması imkânsız sayın yazar. Saptırma yapıp insanların beynini bulandırma!”.

Çevrenize, ailenize, iş ortamınıza, arkadaşlarınıza dinden sıyrıldığınızı bir söylesenize? Hadi bir düşünün.

Sosyal anlamda rahat bir ortamda yaşayanları kastetmiyorum. Bir fabrika çalışanı olan siz… Tezgâhtar olan siz… Öğrenci olan siz… Simitçi olan siz… Ev hanımı olan siz… Polis olan siz… Doktor olan siz… Mühendis olan siz… Ayakkabı boyacısı olan siz…

Hadi? Diyelim ki dinden sıyrılmış veya sorgulama aşamasında olan, yani aslında dinine bağlı ancak dine ait pratikleri ve verileri sorgulayan bir kişisiniz. Etrafınızda nasıl tepkiler aldınız? Herkes size pozitif mi yaklaştı ya da yaklaşır?

  • “Aman ne demek bu da senin görüşün be biraderim, sana saygım sonsuz” mu dediler ya da,
  • “ Boş ver kız biz inanıyoruz sen inanmıyorsun, ne var yani? Biz seni seviyoruz önemli olan bu!”

Şeklinde ifadeler le karşılaştınız mı ya da karşılaşır mısınız?

Birçoğunuz düşüncesini en yakınına bile açamıyor. Mesela, bir yerde mevlit okunacaksa “El Fatiha” dendi mi sizin de elleriniz semaya açılmak zorundadır. Hristiyan iseniz kilise de cenazeye gittiğinizde ölen yakınınıza mum yakarak gerekli ritüellerde birkaç kelam da siz etmek zorundasınız. Yahudi iseniz ve cumartesi sinagoga gittiyseniz o kippayı takacaksınız.

Alacağınız tepkilerin şiddetinden o kadar korkarsınız ki adeta kişilik bölünmeleri oluşur beyninizde. Bir ev hanımı düşünün; eşi ve çocukları dinlerine sıkı sıkıya bağlı. Sizce o ev hanımı ne yapabilir ya da bir fabrika işçisi ele alalım. Eşi kapalı ve dini bütün. Fabrikadaki tüm arkadaşları milliyetçi muhafazakâr. Patronu da dâhil. Sizce bu kişi düşüncelerini özgür bir biçimde dile getirebilir mi? Koşulları ve imkânı rahat olanlar hemen “Sayın yazar hayata bir kez geliyoruz. Zaten bir yaratıcı da yok. Mutlaka birey inancını dışa vurmalı” diyebilir. Peki, ya sosyal gerçeklerimiz? Sizce toplumumuzda ne kadar gizli ateist, deist vs. vardır bir fikriniz var mı? Cevap mı istiyorsunuz? İnanılmayacak kadar fazla. Kimse ülkemiz sosyal ve düşünsel yapısından dolayı kendini dışa vuramıyor.

Birçoğu kendi içinde yaşıyor düşüncelerini. Aslında dinden sıyrılmış bir birey. Ancak “Elalem ne der? Ailem ne der? İşyerimde ne olur? İşten atılır mıyım?” korkusu ile kiliseye de gidilir, camiye de gidilir, sinagoga da gidilir. O namaz da kılınır, o eller semaya da açılır.


Toplumda çok fazla dinden sıyrılan var dediğim için benden kanıt mı istiyorsunuz? Etrafınıza bir bakın. Ayna da kendinize bir bakın. Aslında farkında olmadan herkes bir sorgu âleminde. Özellikle internet ve TV kullanımının yaygınlaşması, okuma potansiyelinin genç nüfusta artması ile bu sorgulayan toplulukta muazzam bir artış olmaya başladı. Özellikle Ramazan ayında TV lere çıkan hocalara gelen sorular ülkemiz durumunu gayet iyi gösteriyor. Herkes sorgulama periyodunda. Artık her bilgiye kolaylıkla ulaşılabiliyor. Elbette ki her yazılan doğru bilgi anlamına gelmiyor. Kaynağı olmayan, kaynağı olsa da doğru gözlem ve ölçmeye dayanmayan, test edilmemiş hiçbir bilgiyi de kabul etmeyin. Bu şekilde ulaşılan veriler dahi inanç dünyanızı şekillendirmeye yetiyor. Ancak bu durum yazının başında bahsettiğim üzere sadece “Sorgulayanlar” için geçerli. “Koşulsuz biat edenler” için durum gerçekten vahim.

Maalesef ülkemizde dinden sıyrılanlara bakış açısı çok kötü. Ailenizden reddedilme riskiniz var. Sevdiğinizin sizi terk etme olasılığı var. Boşanma olasılığınız var. İşinizden olma olasılığınız var. Çevrenizden aforoz edilme olasılığınız var. Hemen “vatan, devlet, millet, bayrak düşmanı, Gâvur” ilan edilirsiniz. Sakın, “E madem sana saygı duymuyorlar, zaten seni sevmemişler demektir. Oh iyi olmuş, boş ver, aydın ve ilerici bir çevren olur” gibi sığ bir yaklaşıma girmeyin. Bazı pozitif vakaları bu tasnifin dışında tutuyorum.

Hiç kimseye karamsar bir tablo sunmak istemedim. Birçoğunuz zaten bu halde. Peki, ya bizim gerçeklerimiz? Kendimden örnek vermem daha doğru olacak. Birçoğunuz gibi benimde etrafımdaki çoğu kimse dinlerden sıyrıldığımı bilmiyor. Peki, korkak biri olduğumdan mı açığa vurmuyorum? Belki. Bunu tartışmayacağım. En yakınımdakiler ve sevdiklerim biliyor bu da bana yeter. Ancak ben (özellikle Site Baş Yazarı ve Yöneticisi dostum A. KARA’nın katkısını inkâr edemem. Onun fikirlerinden çok faydalandım.) özellikle son 2,5-3 yıldır;

  • Daha çok kitap okuyorum.
  • Çevreme ve topluma daha saygılı biri haline geldim.
  • Dünya kültürlerini ve coğrafyalarını araştırmaya koyuldum.
  • Kimseyi ötekileştirmiyorum ve ya inancından dolayı kimseyi yargılamıyorum.
  • İnanılmaz tarih okumaya başladım. Çünkü başka tarihler bana dikte ettirilmiş.
  • Mitolojileri adeta su gibi yutuyorum (Bu site ve yazar arkadaşlar sağ olsun)
  • Tüm dinlerin kutsal kitaplarını ve metinlerini çok defa okudum ve araştırdım. (Doğrusu Hristiyan Kitabı Mukaddes sadece 1 kez, ancak kanonik İncil'ler birkaç defa elimden geçti, Talmud’u da midem kaldırmadı)
  • Nasıl Tayland’a gittiğinizde bir tapınak ziyareti yaptığınızda oranın ritüelleri ile saygı gösteriyorsanız, bu durum ülkemiz içinde geçerli. Mevlitlere çağrıldığımda gidip bir ayran içiyorum. Tanıdığım ve sevdiğim birisi ise gerçekten gözyaşı döküp üzülüyorum ve eski günleri yad ediyorum. Tam bu esnada birisi cennet ve cehennemden bahsettiğinde bende çelişkilerini dışa vurup karşımdakine “404 Not Found” yaşatıyorum.
  • Kimseyi cehennemlik ve ya cennetlik addetmediğimden dolayı insanları kendimce, iyi ve kötü davranışları ile yargılıyorum.
  • Deve sidiğinden ve sineğin öteki kanadındaki pan zehirden uzak duruyorum.
  • Nuh’ un gemisinin Nükleer teknolojiye sahip olduğunu ve oğluyla mobil telefon ile konuştuğunu düşünenleri daha dikkatli izliyorum.
  • Arkadaş ortamlarında bazı çelişkileri ve aykırılıklardan bahsederek fikirlerini almaya çalışıyorum. Daha önce belirttiğim gibi “404 Not Found” yaşıyorlar. Amacım onları küçük görmek veya bilgisiz farz etmek değil. Sorgulamalarını sağlamak. (Sanırım Deccal benim : ) )
  • Dinleri bilimsel bir tabana oturtmak için bir tarafımı yırtmayıp daha faydalı işlere vakit harcıyorum.
  • “Nereden geldik, nereye gidiyoruz” gibi düşünceleri artık çok takmıyorum. Mutlu yaşamaya ve mutlu yaşatmaya çalışıyorum.
  • Cinlerin musallat olmasını ya da bedenimi şeytanın ele geçirmesi fikrini pek te sallamıyorum : )
  • Doğal evrimim gereği çok eşli değil, tek eşli olmam gerektiğinden sadece sevdiğim insan ile hayatımı paylaşıyorum. (Bir zamanlar inandığım din bana daha fazlasına sahip olabileceğimi söylüyordu ki insan doğasına ve FITRATINA aykırı.)
  • Kadınların benim kaburga kemiğimden yapılmasına çok takmıyorum çünkü buna inanmıyorum. (Bir zamanlar inandığım din kadınların böyle yaratıldığını söylüyordu).
  • Kutu gibi bir taş yığınının kutsal olduğunu düşünmüyorum.
  • Bilginin, doğruluğun, iyiliğin, yardımlaşmanın ve saygının yegâne din olduğuna inanıyorum.
  • İlla bir lider arıyorsam veya Rol Model peşindeysem, artık bu şahsın kesinlikle Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK olduğuna daha net kanaat getirdim.

Peki, dinlerden sıyrılanlara veya farklı düşüncelere bu toplum hoşgörü sahibi mi? Madımak.... Başbağlar… Çorum… Kahramanmaraş… Malatya… Konca KURİŞ… Turan DURSUN…

Yazımızın başına geri dönelim. Kuklaların Efendisi… Kim ya da kimler? İpler kimin elinde? Zihnini bulandıran ve düşlerini yok eden… Sağlıcakla kalın.

Yazan: Demon Product

ÖMER'İN KULLANDIĞI İFADELER AYNEN AYETTE YER BULUYOR

AY, din, islamiyet, Kuran, Kur-an, Bakara Suresi, Kabe,İbrahim makamı,Kabe yanında İbrahim makamı, Ömer'in Muhammed ve Kur-an'a etkileri, Ömer'in sözü sonrası ayet inmesi, Hz Ömer,
Bakara Suresinde geçen bir ayette; "İbrâhim makamını bir namaz-dua yeri edinin!" Deniliyor.
Bilindiği gibi Kâbe'nin hemen yanında İbrahim makamı diye bir yer vardır. İşte orda namaz kılmanın dua etmenin bir ayrıcalığı vardır. Kur-an'da. Bu ayetin iniş/oraya atılış hikayesine bir bakalım

Ömer üç konuda ben Allah'a muvafakat ettim/benimle Allah aynı şeyi söyledik: bunların biri, 'Makam-ı Ibrâhim'dir diyor ve şöyle açıklıyor: Ben bir gün Muhammed'e 'Biz ibrâhim peygamberin kâbe içindeki makamını namazgâh/dua yeri edinsek ne güzel olur' dedim. O sırada Muhammed, Ibrâhim makamından bir namazgâh/dua yeri edinin' ayetinin indiğini söyledi diyor.

Burada hem Ömer'in isteği ayetle yanıt buluyor, hem de kullandığı ifadeler aynen ayette yer buluyor. Ömer'in kullandığı kelimeler ayette neredeyse aynıdır. Tüm bunlar olduğu gibi ayette var. Birçok örnekte olduğu gibi burada da hem içerik, hem de cümlede ki kelimeler Ömer'e aittir. Allah sadece onay vermiştir.

Kaynaklar:
Buhari: Namaz bölümü, ban 32/402 ve Tefsir bölümü, Bakara suresi bab 9/4483.
Sahih-i Müslim, Fedail bölümü, Hz. Ömer kısmı, bab 2/23399
Tirmizi, tefsir bölümü, Bakara suresi, bab 2/2959-60.
Ahmet b. Hanbel, Müsned, Ömer kısmı no:157,160 ve 250.
İbni Mace, Namaz kısmında bab 56/1009.
İbn-i Hacer Askalani, el-Uccab, s,192 Bakara 125 açıklaması
Taberani, Mucem-i Sağir, c.2/38

İSKANDİNAV VE YUNAN MİTOLOJİSİNDE CENNET & CEHENNEM

K, islamiyet,mitoloji, Hades, Yunan mitolojisinde cennet cehennem,İskandinav mitolojisinde cennet,İskandinav mitolojisinde cehennem,mitolojide cennet cehennem,Allah ile kul arasına aracı
"İskandinav mitolojisinde üstün tanrı Odin, askeri sihirbaz tanrısı ve "askeri cennet efendisi" - Valhalladır. Asgard'daki bu cennet sarayı savaşta düşen savaşçılar için cennet oldu" Einherians.

Efsanelere göre, gündüzleri savaştan sonraki saatler boyunca, Heydrun keçisinden ballı süt ve Sahrimnirin yaban domuzlarını yiyorlardı. Odin ve onun askerlerine Valkürler kulluk yapıyordu (militan kadın) İşte onlar cesur Einherjarlar oldükten sonra onların Valhalla'ya götürülmesine eşlik ederler. Bu İskandinavya mitolojisindeki diğer şeylerin sadece bir kısmıdır.

Ölüler krallığı iki hisseden ibarettir. Valhalla'nın (cennetin) aksi bir yer olarak ölülerin ruhlarının bulunduğu bir diğer mekan Hellheim'dir ki bunu da  günümüz dinlerin CEHENNEMİ ile ayni manada anlamak olur. Burada diğer ölmüş insanların ve ölümlü Tanrıların ruhları bulunuyor. Bu diyarın kraliçesi Hell'dir. Odin Tanrıça Hell'i Asgard'a getirdiğinde her kes ondan tiksinir ve korkar. Bunun üzerine Odin ondan «Ölüler diyarının kraliesi» olmasını istedi, oda diğer Tanrılardan gördüğü baskı üzerine bunu kabul etti.

Hellheim denilen bu krallığa geldi ve burada hastalıktan, yaşlılıktan, savaş dışı sebeplerden ölmüş insanların ruhlarını karşılayacaktı. Günümüz dinlerindeki cehennem masalının aksine buraya gelen insanlar eğer bir iyiliği varsa ödül bile alırdı. Ama kötü şeyler yapmış insanların Tanrıça Hell'den korkması gerekirdi çünkü yaptıklarına karşılık işkence yapılıyordu.

K, islamiyet,mitoloji, Hades, Yunan mitolojisinde cennet cehennem,İskandinav mitolojisinde cennet,İskandinav mitolojisinde cehennem,mitolojide cennet cehennem,Allah ile kul arasına aracı
Άδης -HADES
Hades, işte Yunan mitolojisindeki ölümün adı. Bu kelime hem ölümü, hem ölüler diyarının tanrısını ifade eder. Kronos ile Rheinan'ın oğlu, Zeus'un erkek kardeşlerinden biridir. Zeus yeryüzündeki hakimiyeti kardeşleri arasında bölerken yer altı dünyasının hakimiyetini Hades'e vermiştir. Yer altının tüm zenginlikleri ona ait olduğu için Romalılar daha sonra onun ismini Pluton olarak değiştirmiştir. Hades'in yeraltı ülkesinin kapılarını Cerberus isimli bir köpek korur. Hiç kimse bu köpeğin korkusundan onun izni olmadan kapılardan geçemez. Hades'in yeraltı dünyası Asphodel, Tartarus ve Elysium olarak üçe ayrılır. Ölmüş insanlar yeryüzündeki yaşamlarında iyi biri olmuşlarsa Elysium'da, kötü biri olmuşlarsa da Asphodel'de ebedi yaşamlarını sürerler. Zeus ve Olimpos tanrılarının düşmanları ve katiller ise Tartarus'a atılırlar. Bu durumda Yunan mitolojisinde cennete Elysium, cehenneme ise Asphodel ve Tartarus diye biliriz.


Gördüğümüz kadarıyla günümüz dinlerinde olduğu gibi antik dinlerde de cennet ve cehennem kavramları var. İnsanlar tarih boyu yüce bir adalet simgesi olan Tanrıyı uydurdukları gibi cennet ve cehennemi de uydurmaya mecburdular. Çünkü insanlar kendilerinden mevkice üstün insanlardan gördükleri zulümlere karşılık olarak bu yüce adalet Tanrısının onları Tartarus, Hellheim gibi cehennemlere sokacağına inanıyordular. Kendileri de zulme maruz kaldıkları için cennetle ödüllendirileceklerine inanır şu dünyada alamadıklarını o dünyada alacaklarına inanmışlar. Maalesef insanların bu tarz düşüncelerinden istifade eden din tüccarları kendilerini Tanrıyla onlar arasında bir vasıta olarak göstermiş ve insanları sömürmüşler. Tıpkı Hristiyan papazların cennetten arsalar sattığı gibi. Günümüz İslam dünyasında da bu tarz şeyleri az görmedik. Kendilerini evliya yaparak insanlarla Allah arasında vasıta gibi gösterip milleti sömürüyorlar.

Oysa kendine Müslüman diyen bu insanlar azda olsa aklını kullansaydı Kuran okuyarak (insan ürünü bile olsa) Allah'la insan arasında hiç kimsenin hatta Muhammedin bile aracı olmayacağını anlardılar.

Günde beş kere namazda "Ancak sana ibadet eder ancak senden yardim dilerim (Fatiha suresi 5. ayet)" diyen bir Müslümanın camiden çıktıktan sonra evliyalarından yardım istemesi ne kadar mantıklı değil mi?

"Ölülerden, kabirlerden medet uman Müslümanlar bu ayetleri görmezden mi geliyor? Allah'ı bırakıp ta kıyamet gününe kadar cevap veremeyecek olan, kendisine yapılan dualardan habersiz kalan şeylere ibadet (dua ederek ibadet eden) edenlerden daha sapık kim olabilir." (Ahkaf-5)

"…Allah'tan başka tapmakta olduklarınız, eğer Allah bana bir zarar dileyecek olsa, O'nun zararını kaldırabilir mi? Ya da bana bir rahmet vermeyi istese, O'nun rahmetini tutup-önleyebilecekler mi?' De ki:' Allah bana yeter, tevekkül edecek olanlar, O'na tevekkül etsinler." (Zümer; 36-38)

Şimdi size soruyorum ey Müslümanlar. Ben Kurana inanmadığım halde bunları okuyarak bir kez daha ne kadar doğru düşündüğümü anlıyorum da sizler nasıl oluyor da Kur-an'a inandığınız halde bu din tüccarlarının kuklası oluyorsunuz? Şimdi elinizi vicdanınıza koyun da söyleyin- «Bir dinsiz olarak ben mi Allah'a daha yakınım siz mi?»

Yazan: Kirpi

ORUÇ GECESİNDE KADINLARINIZA YAKLAŞMAYIN

AY, din, islamiyet, Oruçluyken cinsel ilişki,Kur-an'a göre oruçluyken,Oruç,Oruç yasakları,Bakara 187, Hz Ömer'in cinsel konuları, Hz Ömer oruçluyken ilişki,Ömer için ayet geliyor
Müslümanlara daha önce Ramazan da geceleyin uyuyup da kalktığında yemek-içmek ve cinsel ilşkide bulunmak yasaktı. Bunu çiğneyen hiyanet etmiş olurdu.

"ORUÇ gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak (cinsel ilişkide bulunmak) size helal kılındı. Onlar size örtüdürler, siz de onlara örtüsünüz. Allah, sizin Ramazan aynın gecelerinde kadınlarınıza yaklaşarak kendinize zulmetmekte olduğunuzu BİLDİ de tövbenizi kabul edip sizi affetti. Artık karılarınıza yaklaşın." Bakara 187

Yukarıdaki ayetten önce oruç ayında geceleyin cinsel ilişki mutlak surette; yemek içmek ise şartlı olarak yasaktı. Eğer kişi gece uyuyup bir daha uyansaydı, artık uyuduğu için yemek içmek yasak sayılırdı.

Ramazan ayında bir gece Ömer Muhammed'in yanında epeyce kalır. Eve geldiğinde eşi artık uyumuştur. Onu uyandırıp cinsel ilişkide bulunur. Yukarıda belirttiğim gibi o zaman oruç ayında insan iftardan sonra uykuya daldı mı yemek, içmek, cinsel ilişki yasak sayılırdı. Kadın Ömer'e, ben uyumuştum, niye böyle yapıyorsun, yasaktır dediği halde Ömer dinlemiyor. Ömer Muhammed'in yanına varıp dinen yasak olanı çiğnediğini söylüyor. İşte o sırada Muhammed "Ayet Geldi: 'Madem nefsinize hakim olamıyorsunuz ben ALLAH OLARAK bu yasağı kaldırdım' deniliyor" diyor.

İşte Ömer bu kadar önemli. Çünkü ÖMER'İN için inen Ayetleri anlata anlata bitiremiyoruz. Kendisi bizzat Muhammed'e başvurunca AYET hemen oracıkta iniveriyor. Ayetin içeriği senaryosundan daha ilginç! Mesela; oruç GECESİNDE cinsel ilişkide bulunmak size helal kılındı deniliyor. Demek ki o ana kadar haram kılmış. Bunu doğrulayan bir diğer cümle ayette var: "Allah BİLDİ Kİ siz nefsimize hıyanet edersiniz; bu yüzden tövbenizi kabul etti" deniliyor.

O zaman sormak lazım: Acaba Allah daha önce bu yasağı koyarken insanların bunu çiğneyeceklerini, nefeslerine hakim olamayacaklarını bilmiyor muydu, İlk başta yanlış mı yapmıştı? Görüldüğü gibi ayetin oluşum senaryosu kadar içeriği de enteresan.

Kaynaklar:
İbn-i Kesir, Bakara 187, c.1/510-12., Kurtubi, Bakara 187, c.2/315., Cessas, Ahkamu'l Kur'an, c.1/281, Bakara 187., Begavi, Mealim'ü Tenzil, Bakara suresi ayet 187, c.1/206, Beyhakı, Sünen-i Kübra, Nikâh bölümü, c.7/318, no:14113., El- Muharraf fi Esbab-ı Nüzul, c.1/239, Bakara suresi, ayet 187.

YILAN VE DİN

MT, din, islamiyet, Yılan ve din, Dinlerde yılan, Dinlerde ateş, İslamiyet ile Zerdüştlük, İslamiyette yılan neden kötü, Kureyş Arapları Zerdüşt'ü düşman görüyor, din ve mitoloji, Tek tanrılı dinlerin yaşattıkları,
Yeryüzünde bulunan tüm medeniyetlerde yılan hep bilime ışık tutmuştur.
"Bana dokunmayan yılan bin yaşasın" çok saçma!
Sen yılana dokunma o sana dokunmaz !

Yılan; Asya'dan Hint boylarına, Mezopotamya dan Avrupa'ya özellikle bir çok inanca mistik bilgiyi taşımış ve hala felsefesi mistik sayılır.

Bildiğimiz üzere yılan, İslam dininde bir tür düşmandır. Bu temelde din bilime düşmandır anlamı çıkardım. Fakat yılanın yeryüzünün önemli bir hayvanı olduğunu ifade ederek şunları belirtmek isterim:

Nereden geliyor Arapların yılan düşmanlığı?
Sözde mağarada saklanırken Muhammedi görmek-öldürmek istemiş yanındaki de onu korumuş, tüm delikleri kapatmış son deliği de ayağı ile kapatmış, yaw he he bizde yedik!
Tüm mistik bilgilerini Zerdüşt felsefesinden ç-alan Arap kabilesi, en önemli insani konuları yasaklayarak, insanlık için önemli olan etkenleri düşman ilan etmiş, Tıpkı yılanı düşman gösterdiği gibi.


Çünkü yılan; Zerdüşt'ün mağarada kaldığı 10 yılda ona yoldaşlık etmiş, Kartal ile birlikte (mitoloji).
Kureyşli Araplar ise yılanı düşman gösterirken, Zerdüşt'ün mağaradaki mistik bilgilerini, 40 günde aldığını sanır, (Hira mağarası 40 gün ve ilk vahiy). 10 yılını insanlık için, yılan ve kartal ile birlikte sürdüren Zerdüşt'ün yapmaya çalıştığını Kureyş kabilesi 40 güne indirgeyerek çözeceğini sanması o medeniyete ihanettir.

Ayrıca ilk vahiy falan hepsi ayni hikaye, Zerdüşt'ün yaşamış olduğu mistik bilgiler M.Ö. 10 bin yılına kadar gider (Göbekli taş örneği).

Ateşte aynı şekilde yılan gibi kötü gösterilse de ateşin kutsallığı, ışık, özgürlük, bilgi, pozitif enerjinin sembolüdür. Bu kadar karalama bir şeylerin yeniden ortaya çıkmasına engel olmak için olmuş olmasın, yani hırsızlıkların ortaya çıkma ihtimali.

Bugün dünyanın sağlık Amblemi yılan sembolüdür.
Arapların yılanı yasaklamasında ki niyet ve etken insanların ve insanlığın bilgi sahibi olmasına engel içindir. Yani yılan bilgidir.

Yılan felsefesini yasaklayan bilgi düşmanıdır, bugünkü cehaletin bütün kaynakları, haram helal etkenleri ile insanların bilgiye ulaşmasını engellemektir. Resmen insanlıkla dalga geçiyorlar.
Batı medeniyetini Arap cehaletine yönlendirenler insanlığın düşmanıdır.
Arap kabile önderinin vardığı ve yapmak istediği kendi bireysel çıkarı için olsa da gerçeği ve tarihi karalamaktır amaç. İnsanlığın gerçeğinden uzaklaşması için uydurulan ve neredeyse tamamını Zerdüşt kültüründen, bazılarını da Mısır firavunlarından ç-alanlar bunu Tanrı'ya mal etmeye çalışsalar da yer yüzünün en barbar kültürlerinden birini İnsanlığa yaşatıyorlar.

Çok uzatmadan kısaca toparlayalım, Kureyşli Arapların tüm mistik bilgilerini Mezopotamya'nın kadim kültüründen ç-alarak kendi kabile anlayışına göre dizayn etmeye çalışırken insanlığı ayaklar altına almış olduğunu ifade etmek isterim.

Bir başka etkende o kadim kültürdeki bilginin, mistizm, ışığın, ruhsal, sosyal, felsefik, antropolojik, serüvenin yaşanmasını sağlayan sembolik tüm soyut ve somut işaretleri ya düşman ilan etti, yada insanların ulaşmasını engelleyen metotlar üretti.

50 bin yıllık insanlık tarihinde bu dinlerin (tüm tek tanrılı dinler) yaşattığı acı, savaş, körlük, ihanet, rezalet, ahlaksızlık, kadına zulüm, insanlığa zulüm, bilgi düşmanlığı ve daha bir çok acı gerçek.

Yani insanlığın en iğrenç donemi bu tek tanrılı dinlerin oluşması ( yaklaşık 3 bin yıl) ile yaşanmıştır. insanlık tarihinin (50 bin yıl) yaklaşık yüzde 98 i insani geçerken, bu tek tanrılı dinlerin insanlığa yaşattığı en iğrenç dilim "% 2'lik" bölümüdür.

Son olarak, bu kadar cehaletin artık gereksiz olduğunu belirterek tüm insanlık için oluşacak düzene geçerken, dinler ya insanlık adına kendine çeki düzen verir yada bu yeni düzenin altında can verir (ki can veriyorlar, her gün binlerce insan dinlerin uydurma olduğunu anlayarak dinlerini terk ediyorlar).

Yazan: Metin T.

İSLAM'DA ÇOCUK YAŞTAKİ KIZLARLA EVLENMEK

AY, din, islamiyet, Talak suresi,İslamda çocukla evlenmek,İslam ve pedofili,Pedofiliye onay,Talak suresi pedofili,Kur-an çocuk geline izin vermiyorÇocuk gelin,Kız çocuğu ve şehvet
"Kadınlarınızdan adetten kesilmiş olanlarla, henüz adet görmeyenler hususunda Tereddüt ederseniz, onların bekleme süresi üç aydır. Hamile olanların bekleme süresi ise, doğum yapmalarıyla sona erer. Kim Allah'a karşı gelmekten sakınırsa, Allah ona işinde bir kolaylık verir." (Talak Suresi Ayet 4)

49 yaşındaki adam (Muhammed), 6 yaşındaki bir çocuk (Aişe) ile evleniyor:
Aişe'nin kendisinin anlattığını dile getiren bir hadis:
Bu hadisin başında, Aişe aynen şöyle diyor:
"Peygamber benimle evlendi; ben o sırada 6 yaşındaydım."

Evet, bir yanda 49 yaşındaki Muhammed, öbür yanda 6 yaşındaki Aişe evleniyorlar. Muhammed ile evlendiği zaman Aişe'nin 6 yaşında olduğunu İslam dünyası kabul etmek zorundadır. Çünkü bunu anlatan hadis, tartışmasız sağlam (sahih) kabul edilir. Bu hadisi, İslam dünyasında en sağlam olarak benimsenmiş olan Buhari'nin ve Müslim'in E's-Sahih’lerinde de buluyoruz.

Anlatıldığına göre evlilik gerçekleşiyor ama yine de 3 yıl kadar zifaf (yani cinsel birleşme) gerçekleşmiyor. Bu süre geçtikten sonra oluyor zifaf !
Aişe 9 yaşındayken 52 yaşındaki Muhammed ile gerdeğe giriyor:

Hadisi izleyelim. Aişe anlatıyor:
"Ve be dokuz yaşındayken benimle gerdeğe girdi. Medine'ye göçmüştük. Haris İbn Hazrec oğullarına konuk olduk. O sırada sıtmaya yakalandım. Saçlarım döküldü. Saçlarım yeniden geldi; bölükler oluştu. Annem Ümmü Ruman bana geldi. Arkadaşlarım ile birlikte salıncakta sallanıyorduk. Annem beni çağırdı. Yanına gittim. Benden ne istediğini bilmiyordum. Elimi tutup alıp götürdü. Evin kapısına gelince durdu. Soluk soluğa kalmıştım. Sonunda soluğum biraz yatıştı. Annem, sonra biraz su alıp yüzüme başıma değdirdi. Sonra beni eve soktu. Bir de baktım ki bir takım Medineli kadınlar. Evdeler. Bana şöyle demeye başladılar:
-Hayırlı, bereketli olsun. İyi şanslar.
Annem beni bu kadınlara teslim etti. Bunlar benim saçımı başımı yıkadılar, beni güzel bir biçimde hazırladılar. Peygamberle birden karşılaşmaktan başka hiçbir şey beni korkutmamıştı. Kadınlar, beni ona teslim ettiler. Ve ben o sıralar 9 yaşındaydım."


Aişe, Muhammed'in koynuna verilmek üzere götürüldüğünde, salıncakta sallanıp oynayan bir oyun çocuğuydu. Yani Muhammed, 52 yaşında böylesine bir çocukla cinsel birleşimde bulunmuştu.

Bir kız 9 yaşına geldiğinde, İslam hukukunda "şehvet konusu" oluyor:
Aişe 9 yaşındayken Muhammed'in koynuna sokulmuş olunca, İslam hukuku bundan şu sonucu çıkarıyor: "9 yaşındaki bir kız, müştehat (şehvete konu olabilecek çağda) sayılır" diyor. Ve bu nedenle de 9 yaşındaki bir kız çocuğu ile evlenilebileceğini bildiriyor.

Aişe, Muhammed'in karısı iken büyüyecek ve 18-19 yaşına geldiğinde de Muhammed'in ölümü üzerine, kimi kumaları gibi, çok genç yaşta dul kalacaktır. Ve hiçbir erkekle evlenmemeye "mahkum" edilerek... Muhammed'in karıları, müminlerin anaları sayıldığı için...

Kaynaklar: Sahih-i Buhari Muhtasarı, Tecrid-i Sarih Tercemesi

MUHAMMED'E VAHİY Mİ GELİYOR YOKSA İNSAN MI ÖĞRETİYOR?

AY, din, islamiyet, Kur-an nasıl yazıldı?,Kur-an'ı Muhammed mi yazdı?,Muhammed'e öğretilen Kur-an,Muhammed'e vahiy mi geliyor?,Nahl suresi 103,Muhammed'in öğretmenleri
Muhammed henüz peygamber olmadan önce Mekke'nin tahsil görmüş en bilgili insanlarıyla oturup kalkardı. Peygamber olduktan sonra Mekkeliler ona karşı, "Hayır, bu bilgileri daha önce kendileriyle irtibat halinde olduğu şahıslardan almıştır, bu işin Allah’la hiç ilgisi yoktur" gibi çok sert eleştirilerde bulunmaya başlayınca, Nahl Suresinin 103. ayeti iniyor.
Ayetin özeti şu: ”Biz (Allah olarak) onların, Kur’an'ı Muhanımed'e bir insan Öğretiyor' dediklerini biliyoruz. Halbuki onların dedikleri şahsın dili yabancıdır. (Arapça değildir.) Bu Kur'an ise, apaçık bir Arapça'dır."

Ubeydullah bin Müslim anlatıyor:
"Mekke’de çok bilgili iki Hristiyan köle vardı. Bunlar aslen Iraklıydı. Adları ise Yesar ile Hayr idi. Bunların birçok kitapları vardı. Fırsat buldukça bu kitapları okurlardı. Muhammed de çoğu kez onlara uğrar, kendilerini dinlerdi. Günün birinde peygamberlik iddiasıyla ortaya çıkınca, muhalif olanlar, 'Hayır, Muhammed bu bilgileri Allah'tan değil de adı geçen kölelerden almıştır; Allah'ı ise işini sağlama bağlamak için kullanıyor’ demeye başladılar. Bu yüzden, Nahl Suresi'nin I03’üncü ayeti buna cevap mahiyetinde indi."

Carullah Zamahşeri eb Keşşaf... adlı tefsirinde ve Muhammed bin Cerir Taberi de, ünlü Canu'u'l Beyan adlı tefsirinde Nahl Suresi'nin 103’üncü ayetini değerlendirirken şu bilgiyi de aktarıyorlar;
"Mekke'de Tevrat ve İncil'i çok iyi bilen Cebr-i Rumi veya Aiş ya da Yaiş adında bir demirci vardı. Kimileri de adı Yesar-i Rumi'ydi diyorlar. Ayrıca onun yanında bir kardeşi de vardı, Muhammed sık sık bunlara gidip kendilerinden bilgi alırdı. Muhammed peygamberlikle görevlendirilince, ona muhalif olanlar, 'Muhammed bu bilgileri Allah'tan değil de, adı geçen demirci köleden almış' demeye başladılar. Bunun üzerine, Nahl Suresi 103'üncü ayeti indi."

İmam Suyuti, Lübabü'n-Nükul adlı eserinde, Nahl Sure-si'nin 103'üncü ayetini yorumlarken şöyle diyor:
"Mekke’de Bel'am adında biri vardı. Muhammed sık sık ona gider, kendisinden bilgi alırdı. Kimileri de, o dönemde Mekke'de Yesar ve Cebr adlarında iki yabancının bulunduğunu, bunlann çok kitapları olduğunu ve Muhammed'in genellikle onlara uğrayıp kendilerinden yararlandığım kaydediyorlar. Daha sonra Muhammed peygamberlikle görevlendirilince
muhalifler, 'Hayır, yalan konuşuyor; Bu bilgileri Allah'tan de­ğil; adı geçen kişi veya kişilerden alıyor' demeye başladılar. Bu ağır itham üzerine Nahl Suresi 103'üncü ayeti indi."

Kadı Beydavi, Envarü't Tenzil adlı tefsirinde şöyle diyor:
"Mekke'de Amr bin Hadremi’nin bir kölesi vardı. Adı Cebr-i Rumi idi. Kimileri, bununla birlikte Yaser adında bir kölenin daha olduğunu söylüyorlar. Kimileri de bu şahsın, Huveytıb'ın kölesi Aiş olduğunu belirtiyorlar. Muhammed peygamberlik iddiasında bulununca, muhalif gruplar, 'Muhammed, Kur'an bilgilerini bu kölelerden alıyor, Allah’ı ise toplumu etkilemek için kullanıyor' şeklinde eleştiriler yöneltmeye başladılar. Bunun üzerine Nahl Suresi 103'üncü ayeti indi,"

Nesefi, M edank... adlı tefsirinde, "Nahl Suresi’nin 103'üncü ayeti aşağıdaki eleştirilere cevaben inmiştir" diyor ve eleştirileri şöyle açıklıyor:
"Huveytıb'ın Aiş veya Yaiş adında bir kölesi vardı. Bazıları da bunun isminin Cebr-i Rum-i olup Amr bin Hadremi'nin kölesi olduğunu ileri sürmüşler. Bu köleler, Tevrat ve İncil'i çok iyi bilirlerdi, Muhammed daima onlara uğrar ve kendilerinden bilgi edinirdi. Peygamberlik davası ortaya çıkınca, inanmayanlar dedikodu yapmaya başladılar ve 'Kur'an'm da yanağının Allah değil de bu şahıslar olduğunu, Muhammed'in aktardıklarının ise, sadece adı geçen kişilerden öğ­rendiği bilgiler olduğunu söylemeye başladılar. Bu yüzden ilgili ayet indi."

Fahrettin-i er-Razi, Tbfsin Kebir adlı yapıtında Nahl Suresi'nin 103. ayetini açıklarken, şunları aktarıyor:
"Mekke’de Tevrat ve İncil'i çok iyi bilen ve bolca da kitapları olan bir köle vardı. Onun adı çok ihtilaflıdır: Kimisi Yeiş, kimisi Addas, kimisi Cebr, kimisi Cebra, kimisi Bel'am diyor. Muhammed sık sık uğrar, ondan bilgi alırdı. Kur'an ola­yı ortaya çıkınca, inanmayanlar zaman içinde 'Bu işin arka planında Allah değil de adı geçen kişiler vardır' demeye başladılar. Kimileri de 'Aslında Kur'an'ı, çok açıkgöz olan Hatice Muhammed'e öğretiyor; fakat kendisi kadın olduğu için öne çıkamıyor; bu nedenle Muhammed'i öne çıkarıyor; yani Kur'an'ın baş aktörü Hatice’dir’ diyorlardı. İşte bütün bu itirazlara cevap mahiyetinde adı geçen ayet inmiştir."

Kaynaklar:
Çobanlık yaptığına dair kaynakça; Buharı, İcare, 2. bap; İbnü’l Cevzi. Stlâr-j Sa/re, 1/35; İbn-i Sad, Tabakat-i Kübra,1/59; Hindi, Kenzii'/ L/mmal, No;  37763; Heysem), Mecmeu' ^-.Zevaı'd, 9/221; Askalani, e/- /sabe.... No: 12285;  Muhammed Sait Mubeyyıd, Mcvsuatu HayatJ-s- SababJyat, 611; Ibn-Habib,  Mufıabber, 98. Sel man'la ilgili bilgiler İçin birkaç eser: Belazuri, Ensabü'I Eşraf, 2/128; Aşka,  lani, el-İsabe, No: 3359 ve Tchaib-i Tehzib, 4/139; İbnü'l Cevzi, Sıfat-ı Safve, 1/270; İbn-i Esir, Üsd..., No: 2149; İbn-i Seyyidi'n Nas, Uyunü'l Eser, 1/137; tbn-i Abdi'l Ber, htiab.... No: 10)4.

KADINLAR TARLANIZDIR, İSTEDİĞİNİZ YERDEN TARLANIZA GİRİN

AY, din, islamiyet, İslamda kadın, Kadınlar tarlanızdır,İstediğiniz yerden tarlanıza girin,Kadına tarla benzetmesi,Bakara 223,Hz Ömer'in cinsel konuları,Kur-an'ın faydasız ayetleri,Kur-an'da arkadan birleşme
Ömer'le ilişkili olan Bakara Suresinin 223. ayetinde yine ÖMER'İN cinselliği söz konusudur.
Ömer bir gün Muhammed'e gidip, 'Helak oldum' diyor, yaptığına çare arıyor. Muhammed, seni helak eden ne ki! Diye sorunca; Ömer, 'BEN DÜN GECE BİNİTİMLE ARKADAN YAPTIM, BİNİTİMİ TERS ÇEVİRDİM...' diyor. Muhammed buna hiç karşılık vermeden, arada bir kelime bile konuşmadan, 'KADINLAR TARLANIZDIR' ayetinin o anda indiğini söylüyor. Burada yakışıksız hatta kadınlara hakaret anlamına gelen terimler var; Mesela Ömer diyor ki ben BİNİTİMİ ters çevirdim (tenzih ederim ama) kadın hayvan mı ki Ömer böyle bir ifade kullanıyor? Hala bu terim bazı Hanzo erkekler tarafından kullanılıyor. Birde ayet o kadar acilen gönderiliyor ki daha MUHAMMED Ömer'le bir kelime etmeden maşallah Cebrail hazır. Bir kelime etmeden AYET geliyor.

İbn-i Ömer'in azatlı kölesi Nafi anlatıyor:
"Bir gün ben ibn-i Ömer'in yanında KUR-AN tuttum o da ezberden Bakara Suresi'ni okudu. Bu ayete gelince bana 'sen bu ayetin ne ile ilgili olduğunu bilir misin?' dedi. Ben, 'Hayır' dedim. İbn-i Ömer, 'Bu ayet şu hususta inmiştir (yukarıdaki husus)' dedi ve sonra kaldığı yerden devam etti" diyor.

İnsanlık tarihinin yaklaşık 4-6 milyon yıllık bir geçmişi var. İnsanlar önden mi yapmışlar arakadan mı yapmışlar bu bir sorun olmamış ve insanlar üremeye devam etmiştir de ALLAH neden gelip MUHAMMED zamanında buna müdahale ediyor, ARKADAN da tutsanız sorun yoktur diyor? Sanki bu devrim mi, olağan-üstü bir olay mı?

Bu tanrılık bir iş midir ki kalkıp bunun için ayet göndersin. Dünya da yedi milyar insan can çekişiyor insanlar kıran kırana birbirini yiyorlar ama ALLAH gelmiş çiftler arasında yaşanan cinsel ilişkiyi anlatıyor. İyi düşünülürse bu bilgiler insanı daha hızlı bir şekilde ATEİST yapıyor. Tanrı ve bu işler Olacak iş mi?

Kaynaklar:
Tirmizi Bakara suresi 223, Ahmet b. Hambel, ibn-i abbas no:2980, Taberi, Bakara suresi 223, Taberani Mucem-i Kebir c.12/10-11 no:12317, Sahih-i ibn-i Hibban c.9/514, no:4202, Begavi Bakara 223, c.1/259, Buhari bakara suresi ayet 223, Bab 39/4526 ve 4527.

İKİ DENİZİN BİRLEŞTİĞİ YER: KURAN'IN GEÇ ANTİK ÇAĞ BAĞLAMINDA BİR YORUMU

HC, din, islamiyet, Kur-an, İki denizin birleştiği yer, Kehf suresi, Kehf 18, Tevrat yaratılış, Suların ortasında kubbe olsun, Kur-an'ın yorumu, Kur-an'ın çalıntı sureleri, Kur-an ve Talmud
Kehf Suresi (18.Sure)
60 - Ey Muhammed! Bir vakit Musa genç adamına demişti ki: "İki denizin birleştiği yere ulaşıncaya kadar gideceğim, yahut senelerce gideceğim."
61 - Bunun üzerine ikisi de iki denizin birleştiği yere vardıklarında balıklarını unuttular. Bu arada balık, denizde yolunu bulup kaybolmuştu.
62 - İki denizin birleştiği yeri geçtikleri zaman, Musa genç arkadaşına: "Kuşluk yemeğimizi getir. Gerçekten biz bu yolculuğumuzda epey yorulduk" dedi.
63 - Adam: "Gördün mü! dedi. Kayaya sığındığımız vakit doğrusu ben balığı unutmuşum. Onu hatırlamamı, muhakkak şeytan bana unutturdu. O denizde garip bir yol tutup gitmişti."

Merakları gidermek için buradayız. Kuran'ın tarihsel bağlamında (Geç Antik Çağ -7. yüzyıl olarak alıyorum) iki denizin birleştiği yer neresidir buna bakalım.

Öncelikle şunu düşünelim: Müfessirler Kuran'a çok uzaklar onu okunduğu veya yazıldığı zamanki anlamıyla okumuyorlar onu kendi rivayetleri doğrultusunda okuyorlar biz bunu yapmayacağız.

Şimdi bir referans verelim Tevrat Yaratılış Kitabı 1. Bölüm 6-10:
6 Tanrı, "Suların ortasında bir kubbe olsun, suları birbirinden ayırsın" diye buyurdu.
7 Ve öyle oldu. Tanrı gökkubbeyi yarattı. Kubbenin altındaki suları üstündeki sulardan ayırdı.
8 Tanrı kubbeye "Gök" adını verdi. Akşam oldu, sabah oldu ve ikinci gün oluştu.
9 Tanrı, "Göğün altındaki sular bir yere toplansın ve kuru toprak görünsün" diye buyurdu ve öyle oldu.
10 Kuru alana "Kara", toplanan sulara "Deniz" adını verdi. Tanrı bunun iyi olduğunu gördü.

Gördüğünüz gibi Tanrı Yaratılış'ın 2.günü gök kubbenin altındaki sularla üstündeki suları ayırıyor. Üstündeki sular muhtemelen yağmur şeklinde yeryüzüne inerken (bu yüzden rahmet deniyor sanırım yağmura) altındaki sular denizi oluşturuyor.


Bir referans daha verelim Tevrat'tan,
Yaratılış 2. Bölüm:
8 RAB Tanrı doğuda, Aden'de bir bahçe dikti. Yarattığı Adem'i oraya koydu.
9 Bahçede iyi meyve veren türlü türlü güzel ağaç yetiştirdi. Bahçenin ortasında yaşam ağacı ile iyiyle kötüyü bilme ağacı vardı.
10 Aden'den bir ırmak doğuyor, bahçeyi sulayıp orada dört kola ayrılıyordu.
11 İlk ırmağın adı Pişon'dur. Altın kaynakları olan Havila sınırları boyunca akar.
12 Orada iyi altın, reçine ve oniks bulunur.
13 İkinci ırmağın adı Gihon'dur. Kûş sınırları boyunca akar.
14 Üçüncü ırmağın adı Dicle'dir. Asur'un doğusundan akar. Dördüncü ırmak ise Fırat'tır.

Bu bağlamda bazı örnekler vereceğim (Kuran'la çağdaş veya Kuran'dan eski metinlerden örnekler):

Talmud'un Tamid Bölümü 32a-b'deki İskender hikayesine bakarsak İskender'in bu hikayede tuzlu suda balığını yıkadığı yerdeki su yolunu izlerek ,Aden bahçesi'ne (cennete) ulaşmak istediği söyleniyor. Talmud'taki bu hikaye Tevrat'ta Yaratılış Kitabı'nda Aden bahçesini suladığı söylenen 4 nehri izleyerek cennete ulaşılabileceği fikrine dayanıyor. Bildiğiniz gibi Aden Bahçesi Kuran'da Adn Cennet'i şeklinde anılır ve Yahudi-Hristiyan literatüründe göksel cennet tasvirleriyle özdeşleştirilmiştir. (Örneğin Efrem'de)

Diğer Geç Antik Çağ'a ait dinsel kaynaklar da bu görüşü yansıtıyor. Aden Cenneti dünyayı saran okyanusun karşısında yer alan fiziksel bir yerdi.Cennetten akan nehirler dünyanın yaşanılan bazı bölgelerine ulaşırken Okyanus'un altından geçerdi. Bu tür bir düşünce 4. yüzyıl Süryani Aziz'i Efrem'de de vardı. Ona göre de Aden'deki 4 nehir dünyasal denize cenneti kuşatan yerden girerdi. Efrem : ''bir su borusu gibi denizin altından geçtikten sonra bu dünyaya ulaşırlar'' diyordu (Efrem- Yaratılış Kitabı Üzerine Yorumlar 2:6)

6. yüzyıl gezgini Cosmas Indicoplestes de (Yunan Hristiyan bir tüccar ve daha sonrasında Mısır İskenderiye'de keşiş oldu) Aden Bahçesi'nin bulunduğu yerden akan 4 nehrin yer altında bir seyir izleyerek yaşadığımız dünyaya ulaştığını söylüyordu. (Christian Topograhy /Hristiyan Topoğrafyası 2:81)


Süryani Aziz ve şair Narsai de (Ölümü 502) benzer bir konsepte işaret ediyordu ve Aden'den geçen 4 cennet nehrinin gidişatı akışı hakkında şöyle diyordu : ''denizde bir tünel gibi'' (Narsai- Yaratılış Üzerine Vaaz 1:395-396)

Sanırım bu kadar örnek yeter. Daha bunun birçok örneği vardır. Eski Babil Apsu mitlerinden, Süryanice kaleme alınan İskender menkıbesine kadar bütün antik dünya bu kozmolojik yapıdaki fikirlerle doluydu.

Özetle Kuran'da Kehf Suresi'nde geçen ve Musa'nın balığın canlandığını gördüğü yer , ''iki denizin birleştiği yer'' cennet nehirleriyle dünyasal denizin birbirine karıştığı okyanustur. Musa veya diğer hikayelerde İskender,bu denize ulaşmak istemiştir ve ulaşmıştır, İskender'in amacı Aden bahçesine ve hayat nehrine gitmekken Musa'nın amacıda görülen o ki aynıdır (veya kendisine bilgelik verilen kişiyi bulmaktır/Hızır) çünkü Kehf 60'a bakarsak:

Kehf Suresi 60
Ey Muhammed! Bir vakit Musa genç adamına demişti ki: "İki denizin birleştiği yere ulaşıncaya kadar gideceğim, yahut senelerce gideceğim."

Burdan da her nasıl oluyorsa, Kuran'da o dönemde İskender menkıbelerinde görülen öğenin Musa hikayesinde geçtiğini görüyoruz. Bir başka tesadüf daha var ki Kuran bu hikayesini anlattıktan hemen sonra Zulkarneyn (İskender) hikayesine geçmektedir. Kim bilir ki belki de Musa hikayesinde yer alan iki denizin birleştiği yer öğesinin Zulkarneyn hikayesinde yer almaması Kuran'ın bu suresini derleyenlerin özellikle dikkat ettiği bir şeydir. Bilerek hikayeyi Musa'ya atfetmiş olmaları muhtemeldir veya bilmeyerek hikayeyi değişik versiyonuyla almaları da muhtemeldir ya da İskender hikayesinin bir bölümünü Musa ve genç yardımcısı hikayesine atfederek yeni bir yaratıcı hikaye yaratmışlardır. Böylece Kuran'ı Kerim özgün olmadığı suçlamasını def etmiştir çünkü hikayeler değişiktir kimse "aynı hikayeyi kopyalamışsınız" diyememiştir.
İşte tarihsel bağlamında örneklerle (kısıtlı örneklerle) gösterdiğimiz gibi ''iki denizin birleştiği yer'' böyle açıklanabilir.

Referans Kaynakları: Tommaso Tesei - Hell Fire and Paradise Water: Qur’an’s Views of the Underworld in Light of its Late Antique Context : Utrecht Üniversite'sinde verilen bir dersten (27/9/2012). syf 3

Yazan: Higher Criticism

KUR-AN AYETLERİ NASIL YAZILIYORDU - 3

AY, din, islamiyet, Kur-an ayetleri nasıl yazılıyordu?, Kur-an, Kur-an'ı kim yazdı, Ahzab suresi, Ahzab suresi 53, Muhammed'in hanımlarını yasaklayan ayet, Ömer Kur-an ilişkisi, KUR'AN AYETLERİ NASIL YAZILIYORDU-3


Ahzâb Suresi'nin 53. ayetinin son bölümünde şöyle deniyor;
"Peygamberin hanımlarından bir şey isterken perde arkasından isteyin (onlara bakmayın). Bu, hem sizin kalpleriniz, hem de onların (Muhammed'in hanımlarının) kalpleri için daha uygun bir davranıştır. Sizin, Allah'ın Resulünü üzmeniz ve ondan sonra (onun ölümünden sonra) hanımlarını nikahlamanız, asla caiz değildir. Çünkü bu, Allah katında büyük bir günahtır."

Daha önce de, Ömer'in Muhammed'e yaptığı müracaat üzerine, onun ailesiyle ilgili bu tür ayetlerin indiğini, hatta bunlar arasında bu ayetin de olduğunu paylaşmıştık. Bu örneğimizde ise, Ömer'le ilgili farklı bir şey gündeme getiriyoruz: Ayşe'nin anlattı­ğına göre, bu ayetlerin sebep- sonuç ilişkileri arasında Ömer de vardır. Yani, Muhammed'in hanımları hakkında inen yasaklayıcı ayetlerin geliş sebepleri arasında Ömer’in rolünü de görüyoruz. Şimdiye kadar ki örneklerimizde Ömer'in önerileri doğrultusunda inen ayetlerden söz ettik; bu örneğimizde ise, onun bizzat tehlike unsuru olması nedeniyle ayet geldiğini görüyoruz.

Gelişmeleri Muhammed'in hanımı Ayşe'den dinleyelim:
"Eşimle birlikte yemek yiyorduk, o sırada Ömer de yanımızdan geçti; eşim onu yemeğe davet etti, hep birlikte yemek yemeğe devam ederken, o arada Ömer'in eli benim elime değdi; eşim Muhammed bunu görünce çok üzüldü. Üzüldü­ğünü ben de fark ettim."

Bu olay üzerine, Ahzâb Suresi'nin az önce geçen "Peygamber hanımlarından bir şey isterken perde arkasından isteyin" bölümü indi.

Bu örneğimizde işin ahlaki boyutu bir yana, şurası çok önemli: Bu ayet indiği vakit, Muhammed, yaklaşık 20 yıllık peygamberdi ve böyle bir yasak ayet inmemişti. Şayet Muhammed'in hanımları olmasaydı veya Ömer o an yemeğe davet edilmeseydi acaba bu ayet iner miydi? Görülen odur ki, Muhammed’in moralini bozan en ufak bir davranışta Cebrail hemen hazır ve nazırdır. Tabii ki bazı yorumlarda Ömer dışında başka ki­şilerin de isimleri geçiyor. Ama, burada önemli olan şahıslar değil; ayetin gelişine kimlerin sebep oldukları, kimlerin katkı yaptıklarıdır. Uzunca olan Ahzâb Suresi'nin bu 53. ayetinin son kısmında özetle, "Muhammed ölse de asla onun hanımlarıyla evlenemezsiniz; bu büyük bir günahtır" deniyor.

Burada bu yasağın sebebi cennetle müjdelenen on kişiden biri olan Talha bin Ubeydullah, Resulullah'ın eşlerinden biri hakkında şöyle demişti: "Eğer Resulullah ölürse Ayşe ile evleneceğim; çünkü o, benim amcamın kızıdır." Bu söz Resulullah'ın kulağına vardığında çok rahatsız olmuştu.

Hicap ayeti nazil olduktan sonra tüm kadınlar hicaba bürününce Talha yine şöyle dedi: "Acaba Muhammed bizim amcakızlarımızı da mı bize karşı giydirecek? O, bizden sonra hanımlarımızla evlenebiliyorken biz neden o öldükten sonra onun hanımlarıyla evlenmeyelim?" demiş.
Bu sözü duyan Muhammed çok üzülünce, az önceki ayet inmiş.

Kimi kaynaklarda ise, bazı erkeklerin "Muhammed'in hanımları bizim akrabamız oldukları halde, Muhammed bizi onlarla görüştürmüyor; eğer Muhammed ölürse biz onlarla evleneceğiz" dedikleri aktarılıyor. Muhammed hayatta iken, hanımlarına, örtünme, evde göz hapsi vb. hususlarda Kur’an ayetleriyle yaptırımlar uygulandığı gibi, kendi ölümünden sonra hanımlarının evlenmemesi için az önce geçen Ahzâb Suresi’nin 53. ayetiyle de buna yasak getirilmiştir.

Gerçekten de onun ölümünden sonra dul kalan onlarca hanımından hiçbiri, bu ayetlerden ötürü başkasıyla evlenememiştir.

Kaynaklar:
Belazüri, Ensabü'l-Eşraf, 2/102
Zamahşeri, El-Keşşaf tefsiri, Ahzâb Suresi'nin 53. ayeti dipnotu
Heysemi, Mecmau-z-Zevaid, tefsir bölümü, 7/93
Suyuti, Lübabu'n-Nükul fi Esbabi'n-nüzul, Ahzâb-53.
Tecrid-i Sarih, Diyanet tercemesi, 1772 nolu hadisin şerhinde
Er-Razi, Tefsir-i Kebir
Kurtubi, el-Câmi' li Ahkâmi'l Kur'an
Begavi, Meâlim-üt-tenzil
Kadı Beydavi, Envarü't Tenzil
İbn-ül Arabi, Ahkamü'l-Kur'an
Taberi, İbni Kesir, Mukatil bin Süleyman kendi tefsirlerinde, Şevkani, Fethu'l Kadir'de ve daha birçok müfessir Ahzâb Suresi'nin 53. ayetinin değerlendirmesinde bu hikâyeyi anlatmışlardır.
Beyhaki, es-Sünenü'l Kübra, 7/69
El-Vahidi, Esbab-ı Nüzul, Ahzâb-53
Askalani, el-İsabe, No: 4271, "Talha" bölümünde
İbn-i Esir, Üsdü'l Gabe, No: 2626, "Talha" bölümünde...

GEİ HİNNOM | CEHENNEM

GF, din, yahudilik, Cehennemin kökeni, Yahudilerden alınan cehennem, Hinnom vadisi, Tanrıya insan kurban eden İbraniler, Ölülerin yakıldığı vadi ve cehennem, Cehennem gerçeği, islamiyet, Gehenna,

GEİ HİNNOM
(Okunuşu Ce-Hinnam)

Korku dinler için hayati öneme sahip bir unsurdur. Özellikle semavî olduğu iddia edilen dinlerde , kendilerinden önce ki inançları öteleyip insanları tek Tanrı inancına yönlendirme ve güvenlik zafiyetinin önüne geçmek için korku temel unsurdur. Geçmiş dönemlerin tekinsiz atmosferini baz alınca , insanları sürekli gözetleyen , her yaptığını gören bir Tanrı ve yapılan kötülüklerin cezası olan bir cehennem fikri elbette o dönem için en mantıklı güvenlik sistemi olarak görülebilir. Aslında cehennem ve benzeri cezalandırma olgusu pagan inançlarda ve çok tanrılı dinlerde de görülmektedir. Örneğin , Gök Tengri inancında ki "Tamu" , Yunan mitolojisinde ki "Tartarus" , İskandinav mitolojisinde ki "Helheim" yada "Muspelheim" buna örnek gösterilebilir.

Orta doğu inançlarında ki cehennem olgusu ise bariz olarak mitolojik unsurların etkileşimi neticesinde şekillenmeye başlamıştır. İslamiyette ki cehennem fikri Yahudilikten devşirilmiş olmasına rağmen iddiayı bir adım ileriye götürerek sadece kötülük yapanların gideceği yer almaktan çıkararak Allah'a ve Peygamberine iman etmeyenlerin de gideceği yer olarak betimlemeye başlamıştır cehennemi..
Peki nereden geliyor bu cehennem kelimesi , kökeni nedir ?

Yahudilik inancı yaygınlaşmaya başlamadan önceki dönemlerde bugünkü Filistin ve Kudüs bölgesinde yaşayan ibraniler pagan bir inanca sahiptiler. Tanrılar adına insan kurban etmek onlar için sıradan bir ritüeldi.
Bugün Kudüs'ün güneyinde hala varlığını koruyan bir vadi bulunmaktadır , adı da Gei Hinnom yani Hinnom vadisi olarak bilinmektedir , günümüzde yeşil alan , bir tür mesire yeridir.
Gei Hinnom vadisi pagan ibranilerin Tanrı Moloh adına inşa ettirdikleri tapınma alanları ve sunaklar ile doluydu . Bu vadinin yine pagan İbraniler için ayrı bir önemi daha vardı. Vadiyi hem çöplük olarak kullanırlardı hem de büyük suçlar işleyip idam edilen suçluların cesetlerini atarlardı çünkü Yahudilik öncesi İbrani inancında öte dünya fikri pek yaygın değildi , inançları dünyevi anlayışları üzerine inşa edilmişti.

Zamanla vadiye atılan cesetlerin ve çöplerin kokusu dayanılmaz boyutlara ulaştıkça , bölge halkı dönem dönem vadiyi ateşe verip , çöpler ve cesetler tamamen yansın diye kükürt atarlardı ve böylece uzun süre sönmeden yanan ve suçluların nedenlerini yakan bir ateş elde ederlerdi.

Peki suçluların cesetlerinin sönmeyen ateşle yakıldığı bu vadi , ölülerin ruhlarının cezalandırıldığı cehennem kavramına nasıl dönüştü ?
Çok büyük ihtimalle pagan dönem sonrası Yahudilerin inanç yapılarında köklü değişikliklere sebep olan Babil sürgünü esnasında , Babilli rahipler Yahudi din adamlarını , geçmişte cesetlerin yakıldığı bu vadi hakkında uyarmış ve bu caydırıcı etkeni dini bir şekle sokup , mevcut inanca eklemeleri konusunda yardımcı olmuşlardı. Sonrasında ise Yahudi inancı üzerinden ilerleyen reform hareketleri yüzünden yeni bir inancın yani Hristiyanlığın ortaya çıktığını biliyoruz.
Elbette Yahudilikte şekillenen bu cehennem inancı , Hristiyanlığı da sirayet etmiş ve oradan da her ikisinden de etkilenen İslam öğretisine geçmiştir.

Gei İbranice de vadi anlamındadır , Hinnom ise gözyaşı olarak tercüme edilebilir , yani gözyaşı vadisi.
Bu ismin "Gehinnom" olarak geçtiği Aramice de G harfi C olarak okunduğundan Arapçaya "Cehinnom" Yunancaya da "Gehenna" olarak geçmiştir yani bugün bildiğimiz hali ile "Cehennem"

Ne tuhaftır ki özellikle Müslümanlar , cehennem kavramına ideolojik bakarlar. Müslüman olmayan herkesin ve bazı Müslümanların da gideceği yer olarak görürler fakat ne yazık ki pek çoğu cehennemin aslında eski bir çöplüğün adı olduğunu bilmezler.

Yani özetle geçmişte bir dönemde , pagan İbranilerin çöplerini ve ağır suçlar sebebiyle idam edilmiş suçluların cesetlerini yaktıkları ve kükürt atarak ateşini besledikleri Gei Hinnom vadisi semavî dinlere , günahkarların yanacağı cehennem olarak geçmiştir ve hem Hristiyanlar hem Yahudiler hem de Müslümanlarca sorgulamadan inanılan bir kavram halini almıştır. Her daim sevgi ve umutla kalın dostlar.

Yazan: Gregoire de Fronsac

CİN MUSALLAT OLMASI VE ŞEYTAN ÇIKARMA

DP, din, Cin çıkarma, Şeytan çıkarma, Paranormal olaylar, Paranormal manyaklıklar, Cin musallat olması, Bilinçaltı ve paranormal olaylar, Karabasan, islamiyet, hristiyanlık, yahudilik,

PARANORMAL MANYAKLIKLAR | CİN MUSALLAT OLMASI VE ŞEYTAN ÇIKARMA


Şeytan, orijinal adıyla “The Exorcist” filmi hemen hepimizin hafızalarında derin izler bırakmıştır. William Peter BLATTY’ nin aynı adlı kitabından, 1973 yılında William FRIEDKIN tarafından sinemaya aktarılan filmde doğaüstü olaylara tanık olmuştuk. Linda BLAIR tarafından canlandırılan 13 yaşındaki REGAN adlı kız çocuğunun içine şeytan giriyor ve onu ele geçirip hayatını zindan ediyordu. Filmde, o döneme değin kullanılmamış birçok sinema ve makyaj tekniği kullanılmış, insanlar dehşete kapılmış, bazı ülkelerde yasaklamalar dahi getirilmişti. İlk defa çok farklı bir konu, çok farklı bir biçimde ele alınıyordu. Şeytan kavramının korkutuculuğu daha önce Roman POLANSKI’ nin çektiği ve Mia FARROW’un baş rolünü oynadığı, 1968 tarihli “Rosemary’s Baby” filminde karşımıza korkutucu bir şekilde çıkmıştı. Şeytan filminde özellikle Regan’ın salonun ortasına yeşil renkte işediği, kafasını çevirdiği, yataktan havalandığı ve ters örümcek yürüyüşü ile merdivenlerden indiği sahneler ciddi korku travmalarına neden olmuştu. Tabi her filmde olduğu üzere kahramanlara ve kurtarıcılara ihtiyaç vardı. Usta Oyuncu Max Von SYDOW’un canlandırdığı PEDER MERRIN karakteri, yardımcısı ile kızı şeytandan kurtaracaklar, ancak bu olayı canları ile ödeyeceklerdi. Filmde kızın annesi ateistti. O da bu durumdan dolayı ciddi travma yaşayarak inançlı hale geliyordu. Bu filmin gösterdiği yüksek başarı, ardında muazzam bir Hristiyanlık pompalaması yapıyordu. Bunu Yeşilçam kaçıramazdı. Regan karakterine Canan PERVER, Asıl Hoca rolünü Agâh HUN ve yardımcı hocalığı ise Cihan ÜNAL üstleniyordu. Bu filmde kullanılan İslami öğelerden dolayı (Kuran ve dualar ile şeytanı kovma vs.) “Yerli Şeytan” kopyalandığı “Yabancı Şeytan’dan” daha etkili ve korkutucu olmuştu. Bu film hemen hemen yeni bir sinema türünün doğmasını sağladı. Arkasından gelen Poltergeist ve Evil Death filmleri bu kültün en önemli başyapıtları haline geldiler. Günümüzde bu akımın bayrağını “Paranormal Activity”, “The Conjuring” ve “Annabelle” filmleri başarı ile sürdürüyorlar.

Peki, Exorcism, yani şeytan çıkarma ayinini gerektiren bu “alıkoyma” fenomeni neyin nesi? Birisinin bedeni, yabancı ve şeytani bir güç tarafından ele geçiriliyor. Kişi kendinde olduğu zamanlarda etrafındakilerden yardım istiyor. Bedenini hiç tanımadığı kötü bir ruhun ele geçirdiğini, hemen çıkartılmaz ise daha kötü şeylerin olacağını ve öleceğini söylüyor. Bazen birey kendini kaybettiğinde istemsiz kasılmalar ve iniltiler oluşuyor. Bu fenomende en radikal durumlar, yönlendirici ve komut veren bir bireyin, alıkoyan ruh ile yaptığı diyaloglardır. Komut veren yönlendirici birey, bu kişiye çeşitli sorular sorar. Kişi, dinsiz şeytani bir varlık olduğunu, o bedenden çıkmak istemediğini ifade eder. Farklı ve gırtlaktan gelen bir ses tonu kullanırlar. Eğer yanında birileri kutsal kelimeler okursa buna tepki gösterir. Hemen durdurulmasını ister. Yoksa alıkoyduğu bedene zarar verecektir. Bunu ağlamalar ve kasılmalar izler. En sonunda Yönlendirici-Dominant birey, telkin ve ilahi ritüeller eşliğinde şeytani varlığı kovar.

Bu noktada sorun şu ki Bu fenomen hemen her toplumda, hatta semavi olmayan pagan dinlerinde bile olmaktadır. Örneğin pagan bir kabilede meydana gelen alıkoyma hadisesinde kabilenin büyücüsü, tütsü ve davul eşliğinde kutsal ruhlar ile işbirliği yaparak şeytani varlığı kovar. Şeytandan/Kötü ruhtan arınan birey ağlamaya ve teşekkür etmeye başlar. Etrafındakiler de bu ilahi mucizeye tanık olarak dinlerine daha sıkı bağlanırlar.


Exorcism fenomeni dışında benzeri bir fenomen’de Cinlerin, İfritlerin, Kötü Ruhların musallat olma hadisesidir. Bu fenomende bireyin bedeni “alıkoyma” fenomeninde olduğu gibi ele geçirilmez. Kişinin yaşam akışı ele geçirilir. Kişi birileri ile konuştuğunu iddia eder. Evde istemsiz ışıkların açılıp kapandığını, bazen bir varlığın kendisini odaya kilitlediğini, cisimleri hareket ettirdiğini ve bazen kendisine gözüktüğünü iddia eder. Yabancı form genelde kişiye zarar vermez. Ancak bazı hallerde kötü varlık tarafından tecavüzler iddia edilir. Genelde bayanların maruz kaldığını iddia ettiği bu durumlarda Ruhani Varlık, alenen birey ile cinsel temasta bulunur. Nadir de olsa dişi kötü varlıkların erkeklere de benzer yaklaşımları sergilediği iddia edilmiştir.

Bu fenomende de ilginç bir şekilde o bireyin dini inançlarına ait ritüeller gereklidir. Örneğin bir Müslümanın maruz kaldığı durumu Hristiyan veya pagan büyücü çözemez. Pagan birinin durumunu papaz, hoca, haham gideremez ya da bir Hristiyan'ı hocalar iyi edemez. Bu durum ile Yahudilerin karşılaşma olasılığı daha düşüktür. Onlara göre Tanrı (ya da Yehova) onları üstün kıldığı için hiçbir ruh veya cin onlara zarar veremez ya da musallat olamaz. Yahudilerde bu durum nadiren rapor edilir.

Konuya farklı bir pencereden bakalım. Eğer son hak din İslamiyet ise, bu alıkoyma durumlarında sadece İslami ritüeller geçerli olacaktır. Yani “alı konan” veya “musallat” olunan insanları sadece İslamiyet kurtarmalıdır. Ne papazlar, ne hahamlar ne de paganlar da büyücüler ya da şamanlar bireylere yardımcı olamamalıdırlar.

Bu noktada özellikle İslami çevrelerde hemen bu sava reddiye oluşturulur. Hristiyan cinler özellikle inançsız Hristiyanları seçerler. Onlara şeytani bir şekilde musallat olurlar. Eğer Hristiyan papaz cini çıkartırsa kişi inançlı bir Hristiyan olacaktır. Eğer Hristiyan papaz çıkartamaz ise bu sefer kişi cini çıkartanın dinine tabi olacaktır. Eğer Müslüman çıkartırsa, birey Müslüman olur. Bu nedenle Hristiyan cinler bir “kumpas” kurmuşlardır. Bu sayede insanları Hristiyanlığa çekerler. Papazlar da ilahi güçlere sahip “ruhban sınıfı” oluştururlar ve güçlenirler.

Ülkemizde de durum farklı değildir. Youtube ve benzeri sosyal medya video kanallarında birçok şeytan çıkartma-cin kovma ritüelleri düzenlenmektedir. Bu videoları izlediğinizde akıl almaz durumlarla karşılaşırsınız. Kişiler cin ya da şeytan olduklarını iddia ederler. Küfürler ve benzeri abuk subuk sözleri söylerler. Hoca da dualar eşliğinde cini çıkartır. Sonra gelsin paralar.

Günümüzde din pazarlamanın ve satmanın en kolay ve etkili yoludur bu inli-cinli ve şeytanlı hikâyeler... Yok, incir ağacı altından gece geçme, gece tırnak kesme, 3 harfli de ve isimlerini zikretme gibi saçma sapan adetlerimizin kökeni budur. “Düğünlerine denk geldim ayakları tersti” “Beni çağırdılar gitmedim, bir vardı bir yoktu”, “Hala oğlunun amcasının kuzeninin yeğeninin arkadaşının askerdeki komutanının kız kardeşinin arkadaşının gittiği bakkalın yengesinin bilmem nesi görmüş böyle gözleri tuhafmış ayakları tersmiş, ona musallat olmuşlar, su cinleri çarpmış” gibi saçma sapan hikâyeler özellikle kültürümüzde derin bir yer oluşturmuştur.

Hristiyanlıkta, özellikle Engizisyon döneminde bu psikolojik arıza, çıkarlar doğrultusunda kullanılmıştır. Bazen halka açık yapılan exorcism ayinleri sayesinde halkın gözünde kilisenin değer yükseltilmiş, muhtaç olunan kurum haline dönüştürülmüştür. Bu fenomen ile halk korkutulmuş, cinlerin ve ifritlerin kol gezdiği, ancak kilise sayesinde bunlardan korunulacağı fikri geliştirilmiştir.

Halk arasında en çok yaygın olan teoriye göre doktorlar bu olaya çözüm bulamıyorlardır. Ne kadar doktora gidilse de çare bulunamamıştır. Bilim çaresiz kalmıştır. İlaçlar fayda etmiyordur. Bu işi sadece hocalar çözebilmektedir. Bu fikir o kadar yaygındır ki, neredeyse hemen her kültür seviyesinden insanlar bu hocalara gitmektedir. Medyum özelliği de olan bu hocalar, bazen “Müslüman” cinlerinde desteğini alarak gereğini yaparlar.

Son olarak bir fenomenden daha bahsetmek istiyorum ki birçoğumuzun. Özellikle ergenlik döneminde mutlaka karşılaştığı bir durumdur. “Karabasan Cini…” Gece kalktığınızda hareket edemiyorsunuz. Sesinizi duyuramıyorsunuz, bazen göz kapağınızı bile açamıyorsunuz. Gözünüzü açabilseniz de etrafınızda uyuyanlar, hatta yanınızda uyuyanlara dahi ses çıkartamıyorsunuz. Elleriniz ve ayaklarınız kitli. Üstünüzde oturan bir Cin var. Ağırlığını hissediyorsunuz. Bir sür sonra dualar eşliğinde onu kovuyorsunuz. Sabah kalktığınızda bunu anlatmaya korkuyorsunuz. İnsanların sizde deli diyeceğini sanıyorsunuz. Bir yakın arkadaş grubunuz var ise onlarla paylaşıyorsunuz. Onlarda benzeri deneyimleri yaşadıklarını söylediklerinde ise tamam diyorsunuz. “Bize uğradılar”. Bu durum sizi daha da korkutuyor. Ailenize açılıyorsunuz ya da bir hocaya. Onlarda bu durumun aslında normal olduğunu bazen imandaki bir zayıflıktan, eğer imanlı iseniz sizin imanınızı sakatlamak isteyen ifritlerin-cinlerin yaptığını söylerler.


Bu noktaya kadar hemen herkesin bildiği ortak bilgileri paylaştım. Hatta bazen yazıyı okumaya ara verip, Youtube’dan video bile araştırıyor olabilirsiniz. Makaleler okuyup kendinizi kandırıp korkutmak isterseniz, size hayal dünyanızda başarılar dilerim.

Kendi çevremde dahi o kadar çok bu fantastik hikâyeler ile kendini kandıran var ki inanamıyorum.

Şimdi gerçek dünyaya dönelim. Bu olayların gerçek iç yüzü ne?
  1. Exorcism ayini gerektiren “Alı konma” Fenomeni aslında Obsesif bir bozukluktur. Obsesyon’ un (Takıntı) bir türüdür. Her toplumda da görülür. Çünkü insani bir psikolojik hastalıktır. Bilimsel olarak ta çaresi vardır. Sadece bu durumun iyileştirilmesi birkaç seans ile gerçekleşir. Nadiren ilaç desteğine ihtiyaç duyulur. Yani, bilimsel olarak bu hastalık kanıtlanmış, teşhis edilebilmekte ve tedavi edilebilmektedir. Ancak cahil ve geri kalmış toplumlarda veya bireylerde (ki bu cahillerden kastım bazı okumuş cahilleri de kapsıyor) hasta yakınları tedaviyi kendi inanç dünyalarından dolayı reddediyor ve üfürükçülere bel bağlıyorlar. Bu hastalıklarda nadiren tedavi “telkin” ile gerçekleşiyor (Her toplumda ve dinde neden büyücülerin, hocaların ve papazların işe yaradığını daha iyi anlarsınız). Kısacası bu hastalığı ilahi güçlere bağlamak ve onlarla ilişkilendirmek tümden temelsizdir. Kanıt olduğu iddia edilen bazı doküman ve kayıtların bilimsel hiçbir değeri yoktur. Bunlar hiçbir zaman kanıtlanamamış ve kanıtlanamayacaktır. Gerçekçi olunursa bu hususa inanmak ile Noel Babaya inanmak arasında hiçbir fark yoktur.
  2. Musallat olunma fenomeni de aynı hastalığın bir farklı versiyonudur. Yani Takıntı’dır. Bilimsel olarak bu hastalık kanıtlanmış, tespit edilmiş, bu hastalığa neden olan faktörler ortaya çıkartılmış ve tedavi yöntemleri ortaya konmuştur. Eğer aklınızı internette saçma sapan hikayeleri araştırmaya vermeyip. Gerçek, akademik ve bilimsel makaleleri araştırmaya yönlendirirseniz görürsünüz.
  3. Nazar diye bir şey yoktur. Göz değmesi diye bir olay yoktur. Sadece Türk İslamiyet’inde olması dahi bu hususun kaynağını ev gelişimini bize gösteriyor. Şamanizmden-Tengricilikten geçme adetten başka bir şey değildir.
  4. Karabasan cini diye bir şey yoktur. Bu fenomen “Geçici Uyku Felci”dir. Bu rahatsızlıkta kanıtlanmış, sebep ve sonuçları ortaya konmuştur. Düzensiz uyku, stres ve gece ağır yemek yerseniz düzenli olarak karabasan cini ile müşerref olabilirsiniz.
İnsanlar inanmak istediklerine inanırlar, görmek istediklerini görürler. Ancak ortada bir de gerçekler vardır. Ailenizde, arkadaşlarınız arasında, belki de kendiniz bu durumlar ile karşılaşmış veya karşılaşıyor olabilirsiniz. Eğer bu hususu bir hastalık olarak görüyor ve ona göre hareket ediyorsanız doğru yoldasınız. Yok, bu durumu şeytani kötü güçlere bağlıyorsanız size daha önce de söylediğim gibi hayal dünyanızda başarılar dilerim. Güç sizinle olsun. Muskalarınızı asın, Cevşeni eksik etmeyin. Başucunuza sarımsak asın. Hoca efendinin size verdiği tılsımları üzerinizde taşıyın.

Etrafımda bu hikâyeleri o kadar çok duydum ki, artık kusasım geliyor. Üzülerek belirtiyorum ki yok. Şeytani güçler yok. İfritler yok. Noel Baba yok. Musallat olma yok. Ele geçirme yok. Süperman yok. Wolverine yok. Caillou bir çizgi film. Heidi hiç Alplerde var olmadı. Jedi’ lik sadece Star Wars filmindeki karakter. Tusubasa asla Türkiye’de oynamayacak.

Bu arada, evrene pozitif enerji yollamayı bırakın. Negatif enerjiler de sizi etkilemiyor. Jüpiter sizi kafasına takmıyor. Venüs’ün etkisi sizi bu yıl etkilemeyecek. Mars nedeniyle aşk hayatınızda sıkıntı olmayacak. Merkür gezegeninin geçişi size maddi sıkıntılar oluşturmayacak. Günümüzde yeni moda olan şu “Evren Dini”ni atın çöpe. Eski moda Semavi Dinlerden sıyrılacağım diye soytarı olmaya da gerek yok. Fallardan, yıldızlardan, gezegenlerden etkilenip hayatınızı çizmeyin. Hepsi fantastik hayal ürünü. Güzel vakit geçirdiğinizi sanıyorsunuz o kadar.

Hayatınızı gerçekler ile şekillendirin ve ona göre çaba harcayın. İyi insan olun. Herkese yardım edin. Eve giderken sokak hayvanlarına mama alıp verin. Kardan yiyecek bulamayan kuşlar ve sokak hayvanları için yiyecek istasyonu yapın. Mama alacak paranız yoksa ki olabilir, artık yemek ve ekmekler ile onları besleyin. Örnek kişi olmaya çabalayın. Herkese eşit olun. Herkesin fikrine saygı duyun. Saygı ve sevgi çerçevesinde yaşayın. Haksızlıkların karşısında, hukuk sınırları içerisinde durun. İşte asıl “Din” budur.

Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ten birkaç alıntı yapmak istiyorum:
  • Ben manevi miras olarak hiçbir nas-ı katı, hiçbir dogma, hiçbir donmuş, kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım ilim ve akıldır. Benden sonra, beni benimsemek isteyenler, bu temel mihver üzerinde akıl ve ilmin rehberliğini kabul ederlerse, manevi mirasçılarım olurlar.
  • Biz cahil dediğimiz zaman, mektepte okumamış olanları kastetmiyoruz. Kastettiğimiz ilim, hakikati bilmektir. Yoksa okumuş olanlardan en büyük cahiller çıktığı gibi, hiç okumak bilmeyenlerden de hakikati gören gerçek âlimler çıkabilir.
  • Dünyada her şey için, maddiyat için, maneviyat için, hayat için, başarı için en hakiki yol gösterici ilimdir, fendir. İlim ve fennin dışında yol gösterici aramak gaflettir, cahilliktir, doğru yoldan sapmaktır. Yalnız ilmin ve fennin yaşadığımız her dakikadaki safhalarının gelişimini anlamak ve ilerlemeleri zamanında takip etmek şarttır.
  • Yükselmiş, ilerlemiş medenî bir millet olarak medeniyet düzeyinin üzerinde yaşayacağız. Bu hayat ancak ilim ve fenle olur. İlim ve fen için kayıt ve şart yoktur.
Sağlıcakla ve Aklınızla kalın.

Yazan: Demon Product