DİABLO VE BENZERİ OYUNLARDAKİ "GOLEM"İN İBRANİ KÖKLERİ
Gotik korku romanı Frankenstein bir bilim insanın tanrı rolünü üstlenerek canlı yaratmaya
çalışmasını işler. Yarattığı şey bir bakıma Golem'dir ve buna benzer hikayeler Yahudi hikayelerinde de vardır. Ancak tabi ki bazı keskin farklılıklar içerirler.
Örneğin Frankenstein adlı canavar kadavra ve vücut parçalarının karışımından
yaratılmış olarak tasvir edilirken Golem'in kilden yapıldığı söylenir. Ek
olarak Frankenstein canavarına hayat veren araç bilim iken Golem'e hayat veren araç mistik yollardır.
Ayrıca Diablo oynamış biriyseniz kil, demir ve et parçalarından Golem yaratan Nekromansi karakterine de yabancı değilsiniz demektir. Frankenstein romanına ilham veren şey eskiden Avrupada kadavra ticaretinin artması hatta karaborsaya düşmesi midir yoksa Yahudi söylencelerindeki Golem midir bilinmez. Ama Diablo gibi birçok oyundaki Golem adlı yaratıklar doğrudan Yahudi efsanelerindeki Golemden alınmıştır, esinlenilmiştir.
Golem sözcüğü İbranice'de "şekilsiz kütle" veya "bitmemiş madde" anlamlarına
gelir.
Bir Talmud efsanesine göre Adem yaratıldığında 12 saat boyunca bir Golem (גולם) halinde, ruhsuz bir beden olarak beklemiştir. Başka bir efsanede Yeremya adlı
peygamberin bir Golem yaptığı söylenir.
Bu anlatı ve inanışların kökeni Talmud'a ve erken dönem kabalistik fikirlere dayanır. Talmud ve kabalistik metinler ezoterik bilgiye sahip erdemli kişilerin inorganik maddeleri kullanarak yapay bir insan yaratabileceği, böylece tanrıyı taklit edebilecekleri fikrini doğurmuşlardı.
Kimileri Golemlerin yaratılmasına
ilişkin efsanelerin yalnızca sembolik olduğuna ve bir kişinin
ruhsal uyanışına atıfta bulunduğuna inansa da Golem hikayelerini farklı yorumlayan ve bu tür yaratıklar yaratmanın
mümkün olduğuna inanan insanlar da vardı.
Ortaçağ Yahudi mistikleri yaratma konusuna ilgi duyuyorlardı. 1240 doğumlu İspanyalı Avram Ebulafia kabalistik yazılar yazmıştı. Fransız Yahudi kökenli bir 13. yüzyıl metni olan Pseudo-Sa'adyah mistik yaratım yöntemlerini anlatıyordu.
Yaratılış veya Oluşum Kitabı anlamına gelen Sefer Yetzirah hakkında yazan birkaç kişi, örneğin Alman Haham El'azar (yaklaşık 1165-1230) bu kitap hakkındaki yorumunda Golem yaratma talimatlarının nasıl
yerine getirilmesi gerektiği konusunda açıklamalar sunmuşlardı. Açıklamalarında genellikle ilk olarak Golem'in insanı andıran bir şekle büründürülmesi gerektiği yazıyordu.
Golem'e hayat vermek için anlatılan birkaç yol vardı. Bu
yollardan birine göre Golem'i yaratacak kişi İbrani alfabesindeki harflerin bir
kombinasyonunu ve Tanrı'nın gizli adını söylerken yarattığı Golem'in etrafında
yürümeli veya dans etmeliydi.
Başka bir varyantta bir araya gelerek 'gerçek-doğruluk' anlamlarına gelen "emet (אמת)" kelimesini oluşturan alef, mem ve tav harflerinin Golem'in alnına yazılması gerekiyordu. Böylece Golem canlanacaktı.
Golem'in canlanabilmesinin üçüncü yolu ise bir parşömene Tanrı'nın adını
yazmak ve onu Golem'in koluna veya ağzına yapıştırmaktı. Yani Tanrı'nın adı cansız bir varlığa yaşam vermeyi sağlıyordu.
Bir canlı yaratmak ve üzerinde hakimiyet kurabilmek için üzerine sözcükler yazmak veya isim koymak şarttı. Çünkü eski insanın düşünce sisteminde isim yasa koymak demekti.
El'azar'ın Golem Yaratma Tarifi
Haham El'azar Golem yaratma aşamalarına dair anlatısı kısaca şöyle idi. Dağlardaki bakir toprağı saf suyla yoğurduktan sonra ilk olarak Golem'in baş ve gövdesini şekillendireceksin. Sonra Yaratılış Kitabında uzuvlara karşılık gelen her harfi İbrani alfabesindeki harfler ile her uzuv için ayrı ayrı olacak şekilde çiftler halinde birleştireceksin. Buna "221 kapı" denir. Sonra alfabenin her harfini sesli bir harf ile birleştireceksin. Böylece ilk aşama yani Golem'in bedeni hazırlanmış olacak.
Sonra, ikinci aşamada Tetragrammaton'u yani Tanrıya atıfta bulunmak için kullanılan Yhvh harflerini İbrani alfabesinin her harf ile tek tek eşleştirecek, ortaya çıkan harf çiftlerini bütün sesli harfleri kullanarak yoğurduğun Golem'e okuyacaksın. Ayrı ayrı dizilimler kullanılmış olsa da Golem içinde Yhvh harflerini barındırdığı için hayat bulacak. [Idel's Golem: Jewish Magic and Mystical Traditions on the Artificial Anthropoid; 221 kapıya dair tablo ve detaylar için bkz : Sefer Yetzirah, Aryeh Kaplan]
Yehuda Leib (Loev) ben Betsal'el'in Golemi
En ünlü Golem hikayelerinden diğeri 16.yy'da yaşamış önemli bir Talmud bilgini ve Yahudi
mistik olan Haham Yehuda Leib ben Betsal'el diğer adıyla Maharel hakkındadır. O tarihlerde hahamın yaşadığı Prag şehri II. Rudolf tarafından yönetilen Kutsal Roma İmparatorluğu'nun bir
parçasıydı. Rudolf okumuş, kültürlü bir imparator olmasına rağmen Prag Yahudileri,
Yahudi karşıtı saldırılara maruz kalmışlardı.
Efsaneye göre haham Loev Yahudi bölgesini
korumak ister. Rüyasında "İsrail'in tüm düşmanlarını yok edecek bir Golem yarat" sözünü işitir. Haham gördüğü rüyayı ateş burcunda doğmuş olan damadına ve su burcunda doğmuş olan öğrencisine anlatır. Kendisi hava burcunda doğduğundan eğer yardım ederlerse tüm elementlerin temsilcilerine sahip olacaklarını böylece bir Golem yaratabileceğini söyler.
Loev özel bir toprak hazırlar ve kabalistler gizli isimleri okuyarak etrafında döndükçe toprak beden yavaş yavaş canlanmaya, insani nitelikler kazanmaya başlar. Böylece Golem yaratılmış olur. Kimi anlatılara göre alnına veya ağzına bir sözcük tutturulduktan sonra canlanırken kimi anlatılara göre boynuna geyik derisinden yapılmış ve mistik işaretlerle süslenmiş özel bir kolye takılır. Kolye yani tılsım aynı zamanda Golem'in görünmez olmasını sağlar. Yaşam vermek için yazılan sözcükler genellikle Adam yani Adem veya hakikat anlamına gelen Emet'tir.
Golem inanılmaz bir güce sahip
olduğu için hahamın evinde ve sinagogda fiziksel güç gerektiren işlerde de
yardımcı olur.
Hikayenin başka bir versiyonu ise 1580 baharında, Yahudilerden nefret eden
bir rahibin Prag'daki Hıristiyanları Paskalya sezonu yaklaşırken Yahudilere
karşı kışkırtmaya çalıştığını belirtir. Bunun sonucunda Haham Loev, Paskalya
mevsiminde halkını korumak için bir Golem yaratır.
Golem'in Yahudileri korumayı başardığı hikayenin sonu pek de mutlu bitmez.
Golem güçlendikçe güçlenir, giderek zapt edilemez ve yıkıcı hale gelir.
Golem iyilik yapmayı bırakır, çıldırmaya başlar ve masum insanlara saldırır.
Sonuç olarak Haham Loev, Tanrı'nın adını Golem'den çıkarır, böylece onu
cansız bir heykele dönüştürür. Kimi anlatılara göre ise Haham can verirken üzerine tutturduğu sözcüklerin ilk harfini siler. Adam sözcüğü kan anlamına gelen "dam"a, Hemet sözcüğü ise "ölü" anlamına gelen "met"e dönüşür. Böylece Golem eskisi gibi cansız bir yığın haline gelir.
Çatıya çıkan merdivenler kaldırılmış olduğundan Golem'in haham tarafından
sinagogunun tavan arasında saklandığına inanlar bile vardı. Fakat yüzlerce
yıl sonra sinagog tamamen keşfedildiğinde Golem'e dair herhangi bir iz
olmadığı görüldü.
Chelm'li Eliyahu'nun Golemi
Polonyalı Yahudiler arasında benzer efsaneler yaygındı. Örneğin Talmud bilgini, kabalacı ve Ba'al Şem yani Tanrı'nın gizli kutsal isimlerinin bilgisine sahip olduğunu söylenen Eliyahu'nun (Polonya'nın Chelm şehrinden) hikayesi bunlardan biridir. Hikayeye göre Eliyahu'nun yarattığı golem hergün biraz daha büyür. Başlangıçta çok küçük olan golem artık evdeki herkesten daha büyük hale gelir. Tehlikeyi sezen Eliyahu golemin alnındaki yazıdan harf silince golem cansız bir yığına dönüşür. Aynı hikayenin başka bir varyantında cansız hale gelen golemin hahamın üzerine doğru yıkılarak onu da öldürdüğü anlatılır.
Çoğu hikayede görünüşte erkek olarak tanımlanan Golemlerin Yahudi halkını
kurtarmaya yardımcı olmak için yapıldığı görülür. Fakat kadın Golemler
hakkında da birkaç önemli efsane vardır. Örneğin bir haham olan Horovitz'in
kendisiyle seks yapması için güzel ve sessiz bir Golem yarattığı söylenir.
Fakat kadın Golemlerin yemek ve temizlik yapan hizmetçiler olarak
yaratılmasıyla ilgili hikayeler çok daha yaygındır.
Golemler Yahudi efsanesinin o kadar önde gelen isimleridir ki sanatçılara ve
yazarlara bugüne kadar ilham vermeye devam etmişlerdir. En azından son iki
yüz yıldır bu yaratıklar resim, heykel, illüstrasyon ve daha yakın zamanda
video ve dijital sanat eserlerine bile girdiler.
Singer, Isidore; et al., eds. (1901–1906). "Ibn Gabirol, Solomon ben Judah"
"TIME-LIFE Mysteries of the Unknown: Inside the World of the Strange and ...." Google Books. 24
Jacobs, L., 2015. Making Men of Clay: Can imitating God extend to the
creative realm?
Oreck, A., 2015. Modern Jewish History: The Golem.
Weinstein, J. E., 1999. The Golem.
The Legend of Golem: http://www.prague.net/golem
Notes on the Historical Figures from the Golem Legend [theater61press]
Talmud, Sanhedrin 38b
Idel, Moshe (1990). Golem: Jewish Magical and Mystical Traditions on the Artificial Anthropoid. Page 296
Kressel, Matthew (2015-10-01). "36 Days of Judaic Myth: Day 24, The Golem of Prague"
Green, Kayla. "The Golem in the Attic."
Moshe Idel, “The Golem in Jewish Magic and Mysticism,” in Golem! Danger, Deliverance, and Art, ed. Emily D. Bilski, pp. 15-35; Golem: Jewish Magical and Mystical Traditions on the Artificial Anthropoid; Gershom Scholem, “The Idea of the Golem,” in On the Kabbalah and Its Symbolism, pp. 158-204
●►Üye olarak platforma destek olabilirsiniz: KATIL ●►Patreon üyeliği için: PATREON
AZTEKLERİN ŞİDDET TUTKUSUNU VE İNSAN KURBANLARINI ANLAMAK
Aztek uygarlığının tarihi çeşitli nedenlerden dolayı en büyüleyici
konulardan biridir. Hala büyük ölçüde gizemle örtülü olan bu renkli, karmaşık
kültür, tüm Mezoamerikan uygarlıklarının önemli aşamalarından biriydi ve yeni
bilgilerin kaynağı olmaya devam ediyor.
Ne yazık ki Avrupa uluslarının
genişlemesi Azteklere ani ve beklenmedik bir son getirdi. Sadece birkaç yıl
içinde Mezoamerikanlar tamamen İspanyol İmparatorluğu'nun egemenliğine girmek
zorunda kaldı. Yine de Avrupalı fatihler bu medeniyetin bilinmeyen pek çok
yönünü gün ışığına çıkardı ve insan kurban etme de bunlardan biriydi.
İspanyol fatihler, Azteklerin uyguladığı şiddet ve toplu insan kurbanlarının boyutu karşısında dehşete düşerken bunlar
Mezoamerikan kültürlerinin çoğu için sıradan bir olaydı, bir
gereklilikti.
Mezoamerika kabaca günümüz Orta Meksika'sından Belize, El Salvador, Guatemala,
Nikaragua, Honduras ve Kosta Rika'ya kadar uzanan bölgedir. İspanyolların gelişinden önce bu bölge bin
yıldan fazla süredir birçok gelişmiş kültüre ev sahipliği yapmıştı.
Aslında en eski kültürlerden bazıları, avcı-toplayıcı yaşam tarzından yerleşik
tarıma MÖ 7000 gibi çok erken bir tarihte geçmişti. Meksika Vadisi muhtemelen
Mezoamerika bölgesinin merkezi noktasıydı ve Azteklerin eviydi.
Azteklerin
kurban ayinlerine odaklanacak olsak da bu uygulamanın onlara özel olmadığını
unutmamak gerekir. Çünkü insan kurban etme ayinleri hepsi değilse de Kolomb
öncesi Mezoamerikan kültürlerinin çoğunda mevcuttu. Arkeolojik kanıtlar bu
iddiayı güçlü bir şekilde destekliyor ve MÖ 1200'deki Olmek Medeniyeti'ne
(Olmekler) ve hatta bunun ötesine uzanıyor. Azteklerin kültürel ve ruhani
selefleri Toltekler, Mayalar ve Taraskalar da insan kurban ediyorlardı.
İspanyollar geldiğinde Aztekler kültürel aşamalarını çoktan tamamlamışlardı.
İnsan kurban etme ayinleri tamamen benimsenmiş, düzenli hale getirilmiş ve
büyük ölçekte gerçekleşir olmuştu. Rahipler, kaşifler ve yetkililer tarafından
yazılan en eski İspanyol metinleri bile acımasızca uygulanan insan kurban etme
ayinlerinden ve Aztek toplumunda yaygın görülen şiddet içeren olaylardan bahseder. Böyle bahsedilmesinin nedeni ise bu uygulamaların pek çok Avrupalının
görmeye alışık olmadığı şeyler olmasıydı. Gerçi Avrupalılar insan kurban ederek olmasa bile farklı şekillerde çokça kan akıtmışlardı ama kimse kendi gözündeki çapağa bakmıyor tabi..
Azteklerdeki kurban geleneğini ve ilgili efsaneleri incelerken karşılaşılan tanrı adlarının veya kimi terimlerin telaffuzunun ve akılda kalıcılığının zor olmasından dolayı onları Türkçe karşılıkları ile kullanacağım. Böylece hem akılda kalıcılığı, hem de kültürel yapıyı anlaması daha kolay olacaktır diye umut ediyorum.
İlk olarak vurgulamam gereken şey şudur ki Aztekler için insan kurban etmek kelimenin tam
anlamıyla hayati bir uygulamaydı. Birçok yönden günlük faaliyetlerini,
dini inançlarını ve halkın refahını kurban verme uygulamasının etrafında
toplayıp bununla ilişkilendirmişlerdi.
Bir Aztek efsanesi tüm tanrıların sırf insanlar yaşayabilsin diye kendilerini
kurban ettiğini belirtiyordu. Bu yüzden Aztekler kan içeren kurban ayinlerinin
halkın iyiliği için olduğuna inanıyordu.
Ayrıca evrenin tanrıların kendini feda etmesi sayesinde varlığını devam ettirebildiği görüşüne sahiplerdi. Bu
nedenle insan kurban etmek "tanrılara olan borcun iadesi" olarak kabul
edilmiş ve "Borç Ödemesi"¹ olarak adlandırılmıştı. Kan ve et ile beslenen tanrılar denge ve refahı sağlayacaklardı. Haliyle kurban bir gereklilik olarak kabul edilmişti. Hatta Nahua dilinde kurban etmek (vemana) kelimesi "yayılmak" (mana) ve "sunu" (ventli) kelimelerinden türetilmişti. Yani "kurban etmek" anlamına gelen kelime "sunudan yayılan" anlamına geliyor, dolayısıyla kurbanların yiyecek ve yaşam döngüsüne yardımcı olduğuna dair inancı temsil ediyordu.
Tanrılara olan borçluluk inancı tüm uygarlığın en önemli yönlerinden biriydi.
Bu yüzden farklı düzeyde adaklar sunulmuştu ve insan hayatının feda edilmesi verilmesi mümkün olan en değerli kurbandı. Halk değerli eşyalarını
memnuniyetle sunardı. Bu yüzden Aztek tapınakları tanrılara adanmış altın
ve değerli eşyalarla doluydu. Dahası sıradan vatandaş genellikle daha küçük
ölçekte eylemlerle kendini feda ederdi. Örneğin bedenlerine Agave diğer
adıyla Sabır otu bitkisinin dikenlerini batırır veya dillerini, kulaklarını
hatta cinsel organlarını keserek vücutlarının çeşitli kısımlarından kan
akıtırlardı. Aztek halkının cinsel organlarını kesmesi ve bedenlerinden kan
akıtması alışılmadık bir durum değildi. Zaten Aztek halkı tanrıları Tüylü Yılan'ın da² insanlığa hayat vermek için kendi cinsel organından kan akıttığına inanırdı.
Aztek yaşamında sık sık ve düzenli olarak yapılan insan kurbanları neredeyse
her zaman bir rehber eşliğindeki ayrıntılı ayinlerle yapılırdı.
Kalbin yerinden çıkarılması en yaygın fedakarlık yöntemiydi. Bunun nedeni
Azteklerin insan kalbinin kişinin "oturağı" ve aynı zamanda güneşin ısısının
bir parçası olduğuna inanmalarıydı. Ayrıca başka kıtada, kendilerinden yaklaşık 14.000km uzakta yaşayan Zerdüştlerin Kötücül Güç ile savaşan Ahura Mazda'yı desteklemek ve güçlendirmek için dua edip kurbanlar sunmalarına benzer şekilde Aztek inancına göre güneş-tanrısı Güney Sinek Kuşu³ karanlık ile sürekli savaşmaktaydı. Olur da karanlık kazanırsa dünyanın sonu gelecekti. Kalbin güneş ısısından bir parça taşıdığına inandıklarından Güneş'in karanlığa yenilmemesi için kurban verdikleri kalpler ve akıttıkları kanlar ile Güneş'i destekliyor, besleyerek güçlendiriyorlardı. Güneş'in gökyüzünde hareket etmesini sağlamanın yolu buydu. Yani insan kurban etmenin temel mantığı hayatta kalmaktı. Ayrıca Tüylü Yılan insanları Yeraltı Dünyası'ndan çaldığı kemikler ile yaratarak suç işlediği için insan kurban etmek tanrılardan özür dileme yollarından da biriydi.
Yine başka bir efsaneye göre Tüylü Yılan ve Tüttüren Ayna⁴ dünyayı yaratmak için bir araya geldiklerinde Tüttüren Ayna, İlkel Timsah'ın⁵ dikkatini çekmek için bir ayağını yem olarak kullanmıştı. Timsah onun ayağını yerken iki tanrı onu yakalayıp şeklini değiştirerek yeryüzünü yaratmışlardı. Sonrasında insanları yaratmışlardı. Bu inanıştan dolayı Tüttüren Ayna kimi zaman tek ayağı eksik olarak tasvir edilmişti ve insanlar yeryüzüne dönüştürülen ilahi timsahı teselli etmek için kurban veriyorlardı.
Geleneksel kurban
ayinleri genellikle bir Aztek tapınağının tepesinde yapılırdı. Piramit biçiminde inşa
edilen bu tapınakların uzun merdivenleri işaretlenir ve tepesinde bir platform
bulunurdu. Burada ritüeli genellikle 5 rahip gerçekleştirirdi. 4 rahip kurbanı
el ve ayaklarından tutarken 5. rahip ayinlerde kullanılmak için yapılmış
çakmak taşı bıçağı ile göğsünü ve karnını yarar, elini kurbanın diyaframından içeri sokarak
kalbini çıkarırdı.
Çoğu kez bu şekilde alınan kalbin hala rahibin elinde attığı söylenir.
Daha sonra çıkarılan kalp, çok sayıda kalp koymak için delikleri bulunan,
özenle oyulmuş sunak benzeri taş bir kap olan Çakmôl'e (Chacmool) yerleştirilirdi. Kimi zaman ise bir tanrı heykelinin tuttuğu kasenin içine konurdu. Ayinlerde kurbanın başı çoğu kez kopmuş olurdu ve vücutla birlikte devasa
merdivenlerden aşağıda toplanmış olan kitlelere doğru fırlatılırdı.
Kurban töreni gerçekleşirken tapınak merdivenlerinin altındaki meydanda
toplanan halk da eşlik eder, dinsel fedakarlıklarının bir işareti olarak
kendilerini bıçakla, keser, deler, bu tür yollarla kan akıtırlardı. Kurban
edilen kişiye saygı duyuluyor olsa da eğer kurban olarak seçilen kişi ölüm
korkusuna kapılıp rolünü tamamlayamazsa ağır şekilde cezalandırılır, daha korkunç bir ölüme maruz kalır, diğer yandan "tanrılara hakaret" ettiği gerekçesiyle alay edilerek onuru kırılırdı.
Bundan dolayı kurban olarak seçilenlerin çoğu feda edilmeye hevesli olmak zorundaydı.
Hatta metinler gösteriyor ki serbest bırakılan bazı kurbanlar özgürlüğü
reddedip tanrılara kurban edilmeyi talep etmişti.
Kişi kurban edilip merdivenlerden fırlatıldıktan sonra cesedi ziguratın altındaki "apetlatl" adlı özel bölüme indirilir, kimi zaman cesetlerden alınan iç organlar ile hayvanat bahçesindeki vahşi hayvanlar beslenirdi. Çünkü Aztekler dövüş etkinlikleri ve hayvan kurbanlarında kullanmak için vahşi hayvan yetiştiriciliği yapardı. Jaguar, kartal, köpek, geyik gibi hayvanların
yetiştirildiği belgelenmiş bir gerçektir.
Öldürülen kurbanın başı kurbanların ve öldürülen düşmanların başlarının
konduğu özel bir "Kafatası Rafı"nda (Tzompantli) sergileniyordu. Kurbanın etinin bir kısmı toplumun seçkin kişileri tarafından yenirdi. Bu
uygulama yaygın bir eylem değildi. Sadece özel ayinlerde veya belirli
tanrıları onurlandırmak için yapılırdı. Bedenin en iyi bölümleri kurban
edilen kişiyi yakalayan yüce savaşçıya, dövüş müsabakasının galiplerine
veya toplumun diğer önde gelen üyelerine verilirdi.
Kurban ayinleri her zaman aynı değildi. Tapınağın tepesinde kalbin
çıkarılması en yaygın ayin olsa da belirli tanrılara kurban vermek için
başvurulan farklı kurban varyantları da vardı. İnsana veya hayvana karşı
gerçekleştirilen ring dövüşleri yoluyla kurbanın boğularak, yakılarak
ya da diri diri derisi yüzülerek uygulanan ayinler de vardı.
Daha üzücü ve hayal etmesi bile berbat olanı yağmur tanrısı Tlaloc⁶ için yapılan kurbanlardı. Onu onurlandırmak için çocuklar kurban ediliyor ve çocukların gözyaşının yağmuru yatıştıracağına inanılıyordu.
Bununla birlikte Aztek toplumunda kurban etmenin en ilginç şekli Mezoamerikan top oyunuydu.⁷ Bu eşsiz spor
birçok Mezoamerikan kültüründe mevcuttu ve Aztekler buna büyük önem
vermişti. Mantık olarak futbol ve basketbol karışımı bir spordu. Farklı varyantları vardı. Topa el, kalça, sopa veya taş ile vurarak da oynanabiliyordu. Aslında sıradan bir spor olmaktan çok ritüel niteliği taşıyan bir oyundu. Çünkü maçı kazanan taraf dokunulmazlık kazanırken, kaybeden takım tanrılara kurban edilirdi. Haliyle oyuncular ve liderleri kazanmak için istekli olmak zorundaydı.
Tüttüren Ayna Aztek panteonunun ana figürlerinden biriydi. En güçlü tanrı
olarak kabul ediliyordu. Kaderin, kuzeyin, büyücülüğün ve gecenin
tanrısıydı. Savaşların kaynağı olduğu gibi tüm tanrılar
için bir yiyecek ve içecek kaynağı olan da oydu.
En güçlü, her şeyi gören ve her şeyi bilen bir tanrı olarak son derece önemli bir rol oynuyordu. Ona kurban
edilenler dehşet verici ve haksız bir ölümle karşılaşırdı. Bu tanrının
doğasına uygun olarak düello çarpışmasını kaybeden kişi kurban edilirdi. Ancak
imkanlar büyük ölçüde savaşan kurbana karşı olurdu. Çünkü yüzüne devasa bir taş
bağlanır, eline tüylü, sivri uçlu bir sopa yani sahte bir silah verilirdi.
Ona karşı savaşanları ise tamamen silahlı ve deneyimli 4 Aztek savaşçısı
oluştururdu.
Kimi zaman kurbanların belirli bir tanrının vücut bulmuş halini simgeledikleri olurdu. En onurlu kurbanlar onlardı.
Aztekler iki takvim kullanıyorlardı. Biri 365 günden oluşan güneş takvimi iken diğeri 260 günden oluşan ritüel takvimiydi. 365 günden oluşan takvim 20 günden oluşan 18 ay ve uğursuz sayılan ilave 5 gün içeriyordu. Her yıl, aşağı yukarı 5-22 Mayıs'a karşılık gelen, 20 günden oluşan ve ismi "kuraklık" anlamına gelen 5. ayda⁸ Tüttüren Ayna'ya kurban verilirdi. Bu hayli ilginç bir süreçti.
Seçilen bir kurban
Tüttüren Ayna'nın yeryüzündeki varlığı olarak sunulurdu. Bu yüzden kurban edilecek kişi tören tarihinden bir yıl önce tanrı kılığına büründürülür, rahipler tarafından eğitilir, saygı gösterilir,
kadınlar, yiyecekler, çiçekler, danslar ve çeşitli hediyelerle memnun edilirdi. Tanrının yeryüzündeki görüntüsü olarak şehirde gezinerek halkı selamlar, ot tüttürür, zaman zaman kopal reçinesinden tütsü yakar ve flüt çalardı. Bu şekilde bir yıl boyunca kral muamelesi görürdü.
Yıl içinde birkaç kez Aztek hükümdarı ile bir araya gelir ve bizzat hükümdar tarafından süslenirdi. Kurban edileceği aydan bir ay önce dört Aztek tanrıçasını simgeleyen dört bakire ile törensel olarak evlendirilir ve yaklaşık 20 gün kadar onlarla birlikte yaşardı. Aztek yöneticisi kurban töreninden dört gün önce sarayında inzivaya çekilir, tanrı rolünü üstlenmiş olan adam ve beraberindeki dört karısı şehirde geçit töreni yapardı. 5. gün öleceği gündü. Kanoya bindirilip Dart Evi denen tapınağa getirilir, eşleri tarafından yalnız bırakıldıktan sonra piramit basamaklarından yukarı çıkar, bu sırada her basamakta bir flüt kırardı. Tepeye çıktığında kendisini bekleyen rahipler tarafından kurban edilirdi.
"Şipe Totek" (Xipe Totec) Aztekler için bir başka önemli tanrıydı. Adı "Derisi Yüzülmüş Efendimiz" anlamına geldiğinden derisi yüzülmüş bir adam olarak tasvir ediliyordu. Yeniden doğumun, yaşam döngüsünün, tarımın, bitkilerin, toprağın, mevsimlerin ve Doğu'nun tanrısıydı.
Ona verilen kurbanlar en korkunç acıyı yaşayanlardı. "İnsanların Yüzülmesi" anlamına gelen ay boyunca⁹ (22 Şubat'tan 13 Mart'a kadar), Derisi Yüzülmüş Efendiye özellikle ibadet edilirdi.
Kurban olarak seçilen kişi 40 gün boyunca tanrıyı temsil eder, tanrı gibi
giyinir ve yaşardı. Fakat kurban edilme günü geldiğinde acımasız kaderiyle
karşılaşır, diri diri derisi yüzülürdü. Kurbanın yüzülen derisi şehri dolaşıp hediyeler toplayan ve vatandaşları
kutsayan başka biri tarafından giyilirdi. Daha sonra klasik Aztek uygulamasına
geçilir, derisi yüzülen kurbanın kalbi alınır, vücudu parçalanır ve vücut
parçaları paylaştırılırdı. Başka birçok kurban verilirdi. Rahipler kalplerini çıkardıkları kurbanların derisini yüzer ve "altın elbise" dedikleri sarıya boyanmış derileri giydirirlerdi. Bağlanmış haldeki diğer kurbanlar oklanarak öldürülür ve damlayan kanlarının bereketli bahar yağmurlarını sağlayacağına inanılırdı.
İnsan kurban etme Aztekler arasında farklı bir amaca daha hizmet ediyordu: Gözdağı vermek. Savaş esirlerinin kurban verilmesi ve kesik başlarının sergilenmesi imparatorluğun egemenliğinin ve gücünün simgesi, hatırlatıcısıydı. Zigguratlar çevresindeki kazılarda elde edilen bulgular üzerinde yapılan dna testleri de farklı topluluklara mensup yüzlerce kişinin kurban edildiğini göstermişti.
İlginç olan şudur ki yakalanan Aztek düşmanlarının birçoğu zaten Aztek inançlarının bir kısmına veya tamamına sahipti. Bundan dolayı kurban edilmelerindeki rollerinin önemini anlıyorlardı. Dahası ayinde kurban edilecek olan kişiye tanrılara iletmesi için isteklerde bulunulurdu. Bunlar genel olarak tanrıların çocuklarını kutsaması, izleyicileri selamlaması, gözetmesi gibi dileklerdi.
Kurbanlık esirlerin bir kısmı "Çiçek Savaşları" adı verilen törensel savaşlardan geliyordu. Törensel savaşa katılan Aztek savaşçılarının temel amacı mümkün olduğu kadar çok düşman savaşçısını canlı halde yakalamaktı. Böylece evlerine esirlerle dönen savaşçılar hem sosyal statü kazanıyor hem de tanrılarına sunacak kurbanlar edinmiş oluyorlardı. En cesur veya yakışıklı esirler çok daha değerli kurbanlıklardı.
İspanyolların çoğu zaman kurban törenleri sırasında kurban edilenlerin
sayısını olduğundan çok daha fazla gösterdiğini belirtmek isterim. Örneğin
İspanyollar, Azteklerin bir kurban dönemi boyunca 84.000 kadar savaş esirini
kurban ettiğini belirtmişlerdi. Bu abartılı sayılar Aztekleri daha şeytani
göstermek ve bölgeyi ele geçirmelerine geçerli mazeretler bulmak için
kullanılmıştı. Ancak yine de Azteklerin uyguladığı şiddetin ve kana
susamışlığın derecesi çoğunlukla doğrudur ve burada okuduğunuz şeyler
yüzyıllar boyunca yaşanmış olan olaylardır. Bıçağın diğer tarafında
kalmayı başarabilenler kurban olmaktan kurtulmuştur.
Yine de İspanyolların ve Hristiyanlığı yüceltmek isteyen Avrupalıların Aztekler hakkında kanıt olarak sundukları ve yazdıklarına yüzde yüz inanmamak minik bile olsa bir abartma payı olduğunu varsaymak akıllıca bir tercih olacaktır.
NOTLAR
1. Nextlahualli
2. Kuetzalkoatl. Adı Mayalar'da Kukulkan'dır.
3. Huitzilopochtli. Diğer anlamı "Sol Elli Sinek Kuşu"dur.
4. Tezcatlipoca. Diğer adı "Tüttürme Aynasının Efendisi".
5. Adı Cipactli'dir ve timsah anlamına gelir. Timsah, balık ve kurbağa karışımı bir yaratıktır. Her zaman açtır.
6. İsmi "Yeryüzünün Altındaki Yol", "Topraktan Olan", Uzun Mağara" gibi anlamlara gelir. "Veren", "Yeşil Olan" gibi anlamlara gelip farklı isimlere de sahipti.
Hızır (ٱلْخَضِر) "Yeşil" demektir. Kur'an'da geçmese de rivayetlerde
yer alan ve türlü toplumlarda görünen mitolojik bir karakterdir. Kehf
suresinin 65 ve 82.ayetleri arasında Musa ile birlikte yolculuk eden kişinin
Hızır olduğu söylense de Kur'an'da böyle bir açıklama yoktur.
Hızır'ın ölümsüzlük suyundan içtiği için ölüp yeniden dirilebildiği ve yeşil
giydiği düşünüldüğünde doğayı simgelediği açıktır. Hızır Ata'da denen bu
karakterin havada dolaştığına, su üzerinde yürüdüğüne, kılıktan kılığa
girebildiğine, doğadaki canlıları yönetebildiğine dair inanışlar vardır.
Taberi Hızır ile İlyas'ın eşit olduğunu ve her yıl gerçekleşen mevsim
kutlamalarında buluştuklarını, hatta Hızır'ın Pers, İlyas'ın Yahudi olduğunu
söyler. [1]
İşte İlyas ve Hızır'ın buluştuğu gün Hıdırellez olarak bilinir.
Hıdırellez Miladi takvime göre 6 Mayıs, Jülyen takvimine göre 23 Nisan'da
kutlanır ve birçok antik toplumda olduğu gibi yılın ikiye bölündüğü görülür. 5
Mayıs gecesi artık kışın bittiği ve sıcaklıklarla birlikte bolluk ve bereketin
artacağına inanılırdı. Bu yüzden 6 Mayıs ile 7 Kasım arası Hızır, yani yaz
günleri iken 8 Kasım ile 5 Mayıs arası Kasım, yani kış günleridir. [2]
Hızır ve İlyas'ın buluşmaları anlatımı 2.Krallar, 2.Bab'da İlya'nın bir dulun
içecek ve yiyeceklerini 3 yıl boyunca tükenmez kılması ve ölen oğlunu
diriltmesi anlatımında da görülür. Bu anlatıda göğe yükselirken
İlya'nın düşen cüppesini Elişa alır.
Elişa bu cüppe sayesinde kısırlığa neden olan bir su kaynağını iyileştirir,
dulun yağının çoğalmasını sağlar. Şunemli bir kadının ölü oğlunu diriltir,
misafirlerin tümünü elindeki somunu çoğaltarak doyurur.
İşte bu cüppe anlatıları da İslam kaynaklarındaki Hızır'ın cüppesi ile
örtüşür.
İslam'ın İran''da yayıldığı süre boyunca Hızır'ın yerini birçok figürün
aldığı görülür. Bunlardan biri Anahita adlı kadın figürdür. Yezd şehrindeki
en popüler tapınak Anahita'ya adanmıştır. Zerdüştler arasında, Yezd'e giden
Zerdüşt hacılar için altı pirin en önemlisi "Yeşil Tapınak"tır. İsmi bu
tapınağın etrafında büyüyen yeşil bitkilerden gelmektedir. [3] Burası hala
ziyaret edilen ve İran'da yaşayan günümüz Zerdüştleri için en kutsal
yerlerden olan bir tapınaktır. [4]
Her yıl 14–18 Haziran tarihleri arasında İran, Hindistan ve diğer
ülkelerden binlerce Zerdüşt bu tapınağa adanmış ve kutsal baharı içerdiğine
inandıkları mağaraya ibadet etmek için Yezd'e hac yolculuğu yapıyor. İbadet
edenler dölleyici yağmur ve doğanın yeşillenmesi, canlanması için dua
ederler.
Hindistan'ın belirli bölgelerinde Hızır, kuyu ve akarsuların nehir ruhu olan
Hızır Hoca olarak da bilinir. Büyük İskender'in maceralarının yazıldığı
Sikandar-nama'da Hızır'dan ölümsüzlük kuyusuna başkanlık eden ve hem Hindular
hem de Müslümanlar tarafından saygı gören aziz olarak bahsedilir. [5]
Bazı Aleviler Hızır bayramından (Hıdırellez) önceki gün kavrulmuş
buğdaydan un yaparlar. Hızır'ın izlerini görebilmek için bunu mutfakta bir
yerde saklarlar. Ertesi gün un üzerinde bazı işaretler görürlerse Hızır oraya
bolluk ve bereket getirmek için geldiğini düşünürler. Daha sonra Kömbe veya
Gömbe denilen bir çeşit kek pişirirler. [6][7]
Bu gelenek muhtemelen Osiris, Adonis, Dionysos, Melkart ve Mitra gibi ölmekte
olan Antik Yakın Doğu tanrılarının mitoloji ve ritüellerinden doğmuştur.
Tahılın una dönüştürülürken izlediği süreç ise tanrının yakılmasını, yani
ölümünü simgelemektedir. [8]
Al-Tabari (1991). The History of al-Tabari. Albany: State University of
New York. p. 3.
Önal, Mehmet Naci. "Muğla'da Hıdırellez Bayramı" Çukurova Üniversitesi
Türkoloji Araştırmaları Merkezi
Jenny Rose, Zoroastrianism: An Introduction, India, 2010: I.B. Tauris, p.
123.
Michael Strausberg, Zoroastrian Rituals in Context, Leiden, 2004: Brill,
p. 563; Payam Nabarz, The Mysteries of Mithras. The Pagan Belief That
Shaped the Christian World, foreword C. Matthews, CANADA, 2005, p. 99-100
Longworth Dames, M. "Khwadja Khidr". Encyclopedia of Islam, Second Edition
ḴEŻR – Encyclopaedia Iranica". Iranicaonline.org
Aksoy 2006, p. 288-292; for qāvut, see Anna Krasnowolska, ḴEZR,
Encyclopædia Iranica, 2009
Aksoy 2006, p. 288
●►Üye olarak platforma destek olabilirsiniz: KATIL ●►Patreon üyeliği için: PATREON
Yule kış gündönümünün kutlandığı bir Cermen bayramıdır. Kavimler Göçü ile Cermenler Avrupa'ya göç ederek yayılmışlardır. İskandinav halkları olan Danlar, Norveçliler, İzlandalı ve
İsveçliler ayrıca Hollandalılar, Flamanlar, Almanlar, İngilizler, Avusturyalılar
ve İsviçrelilerin bir kısmı (Almanca konuşanlar) Cermen halklarıdır.
Pagan kış festivali yılın en karanlık zamanında ya da yeni yılın başlangıcı sayılan bir dönemde kutlanırdı. Yaklaşık
olarak 21 Aralığa denk gelen kış gündönümü, güneş ışınlarının oğlak
dönencesine dik geldiği, Güney yarımkürede en uzun gündüz iken Kuzey yarımkürede
en uzun gecenin yaşandığı ve akabinde gündüzlerin uzamaya başlayacağı gündür.
Cermen pagan halkları baharı müjdeleyen ve karanlık kışın bitişini bildiren uzun geceyi önemli gördüklerinden bunu Yul ya da Jul adını
verdikleri bir kış festivaline dönüştürmüşlerdir. Gündüzlerin uzayacak olması ve kışın gidişi yeni bir
dönemin başlangıcını, gelmekte olan bolluk ve bereketi, tabiatın canlanmasını
simgeliyordu. İnsanlar yeni dönemin şans, barış getirmesini [Flateyar destanı, i. 318, 8] ve iyi bir hasat edebilmeyi diliyorlardı. [Heimskringla, p.3]
6. yüzyılın en önemli tarihçilerinden Bizanslı Prokopius İskandinavların "Thule (Yule)" adlı ziyafetini, yokluğunun ardından güneşin geri dönüşünü nasıl coşkuyla kutladıklarını anlatır.
Kimi araştırmacılar Yule festivalinin kökenlerinin Vahşi Av inancına, tanrı
Odin'e ve pagan Anglo-Sakson'ların Mödranit inancına (Mōdraniht'e)
dayandığını söyler.
Vahşi Av inancı başta İskandinav, Çerkes, Hint, Japon, Kızılderili ve
Kelt mitolojileri olmak üzere Kuzey yarımküre'deki pek çok kültürde görülen
bir inanıştır. Bu inanışa göre Vahşi Av başladığında koruyucu ruhlar ortaya çıkar ve hayalet atlılar, İskandinavlara göre Asgard'lılar gökyüzünde koşturmaya başlar. Bu
ava her kültürde farklı bir tanrıçanın, dişi ruhun eşlik ettiği görülür.
Örneğin İskandinavlarda bu Freya, Morrigan veya Odin'in karısı
Frigg'dir. Bu dişi ruhlara da onların eşleri olan erkek karakterler
eşlik eder.
"Annelerin gecesi" yada "Anne'nin gecesi" denen Mödranit ise Anglosakson
paganların yeni yıl şenlikleri arifesinde yaptıkları uygulamaları içerir. Bu
durum ilk Anglosakson tarihçisi Bede tarafından da kaleme alınmıştır [14] ve
Annelerin gecesi adlı bu ayinde insan kurban edildiğinden bahsedilir.
Bede'nin kitabında şöyle yazar:
...Rab'bin doğumunu kutladığımız 25 Aralık'ta başladı. Bizim kutsal
kabul ettiğimiz o geceye, bütün gece yaptıkları törenler nedeniyle
Mödranit, yani "Annenin Gecesi" derlerdi.
[1][2]
Yani tüm bunlara bakıldığında her halükarda kutlanan şeyin bolluk ve
bereketin geleceği inancı olduğu, kutsal annenin veya kutsal karı-kocanın
birleşerek verimi getirip kışı ve uzun geceleri sonlandıracağı inancı olduğu
açıktır.
Paganların Yule diye kutladıkları bu gün ve güne dair uygulamaların bir çoğu
Hristiyan dünyası tarafından yeniden formüle edilerek Noel'e
dönüştürülmüştür. Yani Noel aslında pagan kökenli bir gündür [3] Örneğin
Yule şenliklerinde Yule kütüğü, Yule keçisi, Yule domuzu, Yule şarkıları
gibi pagan gelenekleri vardır.
Yule kütüğü, gündönümü şenliklerinde, şenlik ateşi için yakılan
kütüğe verilen isimdir. 12. gece olan 6 Ocağa kadar her
akşam ağaçtan bir parça yakılır. Bu yakılan kütüklerden kalanlar daha
sonra şans getirmesi ve ev halkını ateşten koruması için yatak altılarına
yerleştirilir. Yule kütüğüne dair birçok inanış vardır. Yanan ağaçtan çıkan
kıvılcımları sayarak yeni yılda sahip olacakları servetleri görmeye çalışmak
bunlardan biridir. [4]
Kış gündönümü geleneklerinde yer alan Yule kütüğü yakmanın "ilahi ışığı"
sembolize eden simgelerden biri olduğunu belirtenler de vardır. Buna benzer
şekilde Yule kandilleri vardır ve Hristiyanlığa Noel mumları olarak
geçmiştir. [4]
Cermenlerin kütük yakmalarının ve dev mumları her bir yana yerleştirip
etrafı aydınlatmalarının temel nedenlerinden biri de etrafı aydınlatarak
geceyi gündüze çevirmekti. Kütük yakmak muhtemelen gelmekte olan Güneş'i,
onun ısısını ve uzayacak gündüzleri simgeliyordu. [5]
Yule keçisi de kış gündönümü kutlamalarındaki geleneklerden biridir.
Genel olarak samandan yapılmış keçi figürleri ağaçlara, kayalara ve
evlere asılırdı. [6] Eski Noel kartlarında Noel babanın tıpkı Yule
geleneğinde olduğu gibi bir keçiye bindiği, veya keçiyi beslediği çizimler
görülürdü. Daha sonra zamanla keçinin yerini geyikler aldı. Bunun da
muhtemel nedeni keçinin Hristiyanlıkta günah ve kötülüğün simgesi olarak
görülüyor olmasıydı.
Keçi, güneşin bereketinin ve hasat tanrısının onurlandırıldığı eski
proto-Slav inançları ile de ilişkilidir. Onlarda Yule şenliğinin adı
Koliada'dır. Bu festivalde Dazbog olarak da bilinen Devac adlı tanrı
beyaz keçi ile temsil edilirdi. [8] Bu yüzden Koliada festivallerinde her
zaman keçi gibi giyinmiş bir kişi bulunur, adak ve hediyeler talep ederdi.
[9]
Yule keçisine dair popüler bir teoriye göre bu festivalde keçinin önemli rol
oynamasının nedeni gökyüzünde arabası ile dolaşan tanrı Thor'un arabasını
çeken Tanngrisnir ve Tanngnjóstr adlı iki keçidir. Hasatta toplanan son
tahıl demetinin hasadın ruhu olarak büyülü özelliklere sahip olduğuna
inanıldığından Yule kutlamaları ve keçisi için saklanırdı. [7]
İsveç geleneğinde mısır demetine de Yule keçisi denirdi. Eski İsveç'te
insanlar Yule keçisini kış gündönümü kutlamalarından bir süre önce ortaya
çıkıp kutlama hazırlıklarının doğru yapılıp yapılmadığını kontrol eden,
görünmez bir ruh olarak görüyorlardı. [7] Hasırdan veya yontulmuş ağaçtan
yapılmış nesneler Yule keçisi olarak adlandırılırdı. Eski İskandinav
toplumunda yaygın bir Noel şakası vardı. Bu şakada komşusu fark etmeden onun
evine Yule keçisi gizlenirdi. Şakalanan aile de aynı şakayı bir başkasına
yaparak ondan kurtulmak zorundaydı.
19. yüzyılda Yule keçisinin tüm İskandinavya'daki rolü değişti. Ailedeki
erkeklerden birinin Yule keçisi gibi giyinerek Noel hediyeleri dağıtan kişi
olmasına doğru kaydı. [6]
Noel domuzu da özünde Yule domuzundan gelir. Kuzey Avrupa'da kış
gündönümünde yenen bir yemektir. [10] Bu gelenek de Cermenlerin pagan
ayinlerinden evrimleşmiştir. Yağmur, güneş ışığı, doğurganlık ve büyüme bahşeden, bereket ve barış için başvurulacak [Gylfaginning, bölüm 27.] tanrı olan Freyr için domuz kesiyor, ondan bir sunu olarak "Julgalti" adını verdikleri, ağzında elma olan pişmiş domuz yemeği yapıyorlardı. Domuz büyük ihtimalle toprağın döllenmesi ile bağlantılıydı. [Encyclopaedia Of Religion And Ethics, vol. 3, p. 609.]
Hasat şenliklerinde İskandinavların tanrı Freyr'e sunup kurban ettikleri yaban domuzu zamanla Noel'deki
domuz yemeğine dönüşmüştür. [11][12][13] Bu geleneğin Hıristiyanlar
tarafından benimsenmesine hız kazandıran olay ise Aziz Stefen Günü'dür.
Zaman içinde Julgalt adlı domuz sunusu kimi Cermen halklarında değişim geçirmiştir. Örneğin Danlar julgalt dedikleri bir hamurişi pişiriyor, kırıntılarını tohumlarla birlikte toprağa gömüyorlardı. Danların inanışına göre ölen çiftçinin hayaleti dedikleri "Julnisse" adlı varlık Yul gecesinde yulaf lapası ile beslenmezse hasadı bozacak ve sığırlara zarar verecektir. Bu yüzden ruhlar için sunu sofrası hazırlamak önemlidir. Bu geleğin yansıması olarak Danimarka'daki bir Noel ilahisinde meleklerin evde nezaketle karşılanması durumunda tarlada ekili durumdaki tohumlar ve gecelek tahıl ürünleri açısından verimli bir yıl geçirileceği söylenir.
Her ne kadar bu uygulamalar temelde verim ile ilgili olsa da söz konusu kış olunca Cermen Yul geleneklerinde farklı, karanlık bir yön belirir. İnanışa göre Yul, yılın en karanlık dönemi ve takvimin sonu olduğundan canlılar özellikle hava iblisleri tarafından tehdit edilirler. Tanrı Odin veya Frigga'nın, Asgard tanrılarının ve ruhları avlayan Valkürlerin sesleri kuşların geçisinde, fırtınaların sesinde duyulurlar. Tanrı Odin'in kendisi bile "Yule'nin Efendisi" sıfatıyla anılır. Gündönümü kutlamalarının yapıldığı bu gecelerde yeraltı dünyasından çıkan canavarların ve kötü ruhların ortalıkta dolaşarak insanları yaraladığına, korkuttuğuna inanılır.
Kötü ruhların ortalıkta dolaşmasına ilişkin söylemler evin eski sakinlerinin hayaletlerinin eve musallat olacağı gibi bir dizi inancın ortaya çıkmasına neden olmuş; sonraları "mundus patet (Antik Roma'nın Cadılar Bayramı)" ismiyle Roma Katolik Kilisesi'ne bile geçmişti. "Tüm Ruhlar Günü" Kilise tarafından bu ölüler kültü için seçilen gündü. Fakat zamanla Roma Kilisesi tarafından devralınan bu inanış da değişmiş, daha iyimser hal almıştı. Artık kış festivali gecelerinde insanları tehdit eden kötü varlıklar yoktu; dost canlısı konukların iyi şekilde karşılanması yönünde evrilmişti. İnsanlar evi ve ahırları temizlemeli, keseceklerini kesmeli, mayalamayı, fırınlama ve yemek pişirmeyi, yıkama ve giyinmeyi, mumları yakmayı ve akşam yemeği servisi gibi tüm hazırlıklarını kiliseye gidecekleri Noel arifesine kadar tamamlamalıydılar. Bunların tek ve temel bir amacı vardı: Ev terk edildiğinde ölüler ziyarete gelecek, her şeyin yolunda olup olmadığını görmek için evde dolaşıp inceleyecek, hazırlanan sofradan yiyeceklerini alacak ve yemeklerin sadece önemsiz kısmını yiyip içeceklerdi.
Bu doğrultuda Kuzey İsveç'te köylüler gelecek varlık ötesi ziyaretçileri için özel bir sofra hazırlıyorlardı. Yeni yılın verimli olması ölülerin iyi karşılanmasına bağlıydı. Söz konusu inançları ve inanmanın insan zihnini nasıl etkileyebileceğini kanıtlar şekilde Almanya ve İskandinavya'da evde ya da ayinlerinin yapıldığı kilisenin önünde ölü gördüğünü söyleyen insanlar olmuştu. Söz konusu ziyaretçi ölüler kimi Cermen Hristiyan ilahilerinde bazen meleklere dönüştürülmüş ya da zaman zaman özellikleri meleklere atfedilmiştir.
İngiliz Noel gelenekleri bu animistik inançlardan ve Eski Roma'nın Saturnalia geleneklerinden etkilenmiştir, neşeli bir hava hakimdir. Noel arifesinde olağan ibadetler bittikten sonra büyük mumlar yakmak ve ocağın üzerine devasa bir Yul kütüğü atmak gelenekti. Zenginlerin evlerinde eğlenceleri denetlemesi için "Kötü Yönetimin Efendisi" adlı bir memur atanırdı. İskoçya'da "Akılsızlık Başrahibi" unvanı taşıyan benzer bir görevli vardı fakat 1555 yılında Parlamento tarafından kaldırılmıştı. Kötü Yönetimin Efendisinin saltanatı 2 Şubat'a yani İsa'nın Mabede Takdimi Bayramı'na [Luka 2:22-40.] kadar devam ederdi. Yani eğlencelinin hüküm sürdüğü bir ortam vardı. En sevilen eğlenceler arasında sihirbazlık, müzik, dans, su dolup kaptan ağızla fındık eya elma alma, başını birinin dizine yaslayıp sırtına kimin vurduğunu tahmin etme, körebe gibi oyunlar yer alırdı. Bu dönemde kahvaltı ve akşam yemeği için tercih edilen yemekler ağzında bir elma veya portakal olan pişmiş domuz kafası, erikli muhallebi ve kıymalı börekti. Evler ve kapılar yaprak dökmeyen bitkilerle, özellikle ökseotuyla süslenirdi. [Encyclopaedia Of Religion And Ethics, vol. 3, p. 609.]
Giles, John Allen (1843:178). The Complete Works of the Venerable Bede,
in the Original Latin, Collated with the Manuscripts, and Various Print
Editions, Accompanied by a New English Translation of the Historical
Works, and a Life of the Author. Vol. IV: Scientific Tracts and
Appendix.
Wallis (1999:53). Note that the first element of the phrase matrum
noctem is here translated with "mother's", whereas it is plural: a
translation "mothers' night" is therefore more accurate.
"Winter Solstice/Yule". Vancouver Island University: Yule is a festival
historically observed by the Germanic peoples. Departing from its pagan
roots, Yule underwent Christianised reformulation resulting in the now
better-known Christmastide.
Watts, Linda, Encyclopedia of American Folklore, p.71
Bourne, Henry, Observations on Popular Antiquities. T. Saint, p.155–162
Rossel, Sven H.; Elbrönd-Bek, Bo, Christmas in
Scandinavia, 1996:XIV
Schager, Karin. Julbocken i folktro och jultradition (Yule goat in
Folklore and Christmas tradition), Rabén & Sjögren
Kropej, Monika. Supernatural Beings From Slovenian Myth and Folktales,
2012
Zguta, Russell. "Russian Minstrels", 1978
Tidholm, P., & Lija, A. (2014). "Culture-Tradition: Christmas: A
Family Affair". Sweden.se.
Simek, Rudolf (1998), Die Wikinger.
Martineau, Chantal. "In Defense Of Christmas Ham"
"The history of the Christmas ham". WFLA
Bede, De temporum ratione
●►Üye olarak platforma destek olabilirsiniz: KATIL ●►Patreon üyeliği için: PATREON
Büyü, doğal veya doğaüstü varlıkları, güçleri kontrol veya manipüle
ettiği söylenen inançların, ayinlerin veya eylemlerin uygulanmasıdır.
Büyüyle uğraşan kişilere ya büyücü ya da cadı denmiştir. Tarih boyunca zaman
zaman büyü ve büyücülüğe dair çağrışımlar olumludan olumsuza değişse de, sihir
günümüzde birçok kültürde önemli bir dini role sahiptir ve bazılarınca tıbbi
çare arayışında bile büyüye başvurulmaktadır". [1][2][3][4]
Batı kültüründe sihir, ötekiler yani yabancılar ve ilkellikle
ilişkilendirilmiş ve bunun "kültürel farklılığın güçlü bir göstergesi" olduğu
düşünülmüştür. 19. yüzyılın sonları ve 20. yüzyılın başlarında Batılı
entelektüeller sihri ilkel bir zihniyetin işareti olarak görerek onu marjinal
olmaya çalışan insan gruplarına atfettiler. [5][6][7][8]
Modern okültizm ve Neopagan dinlerinde büyü yaptığını iddia eden pek çok
sihirbaz ve cadı düzenli olarak sihir yapmış [10] ve sihri kişinin iradesinin
gücüyle fiziksel dünyada değişim yaratma tekniği olarak tanımlamıştır. Bu
tanım etkili bir İngiliz okültist olan Aleister Crowley (1875-1947) tarafından
popüler hale getirilmişti ve o andan itibaren Vika, LaVeyan Satanizmi ve Kaos
büyüsü uygulayıcıları onun bu görüşünü benimsemişti.
Dünyadaki büyü inanışlarına bakıldığında 3 büyü türü önümüze çıkar: Kara, Ak
ve Gri Büyü.
Kara büyü bencil, zararlı veya kötü amaçlar için, Ak büyü
büyünün daha çok başkasına yardım amacıyla, iyi niyetle kullanılması olarak
anlaşılmıştır. [11][4]
Sol elin geçmişten bu yana şeytanla, kötülükle, sapkınlıkla
ilişkilendirildiğini biliyoruz. İşte büyü de de sol el kara büyünün, sağ el
ise iyiliksever ak büyünün alanıdır.
Phil Hine şöyle der: "Okültizmin diğer birçok yönü gibi, 'kara büyü' olarak
adlandırılan şey, büyük ölçüde tanımlamayı kimin yaptığına bağlıdır." [12]
Aslında bu sözü çok doğrudur çünkü kara büyü yapan biri de bunu kendinin yada
bir başkasının iyiliği için yaptığını düşünüp aslında yaptığının kötü bir büyü
olmadığını düşünebilir.
Nötr büyü olarak da adlandırılan gri büyü ne özellikle yararlı nedenlerle ne
de tamamen düşmanca uygulamalara odaklanmayan bir sihirdir. [13][14]
Tarihçiler ve antropologlar yüksek sihirle uğraşan uygulayıcılar ile düşük
büyüyle uğraşanlar arasında ayrım yapmışlardır. Çünkü yüksek sihir, uzun ve
ayrıntılı törenler ile sofistike ve bazen pahalı gereçler içeren daha karmaşık
bir büyü türü olarak görülür. Düşük büyü ise köylülerle [16] ve daha kısa
süren, sihirli olduğuna inanılan sözlerin söylendiği basit ayinlerle
ilişkilendirilmiştir. [15]
Mezopotamya'da kötülüğe karşı koymak ve şifa bulmak amacıyla büyüye farklı
biçimlerde başvurulmuştur. Mezopotamya'daki savunma amaçlı yapılan meşru
büyüye Akad dilinde Aşiputu, Sümer'de ise Maşmaşutu denirdi. Bunlar belirli
gerçeklikleri değiştirmeyi amaçlayan büyü ve ayinlerdi.
Eski Mezopotamyalılar sihrin iblislere, hayaletler ve kötü büyücülere karşı
geçerli tek savunma aracı olduğuna inanıyorlardı. [17] Onlara zulmettiğine
inandıkları ruhlara karşı kendilerini savunmak için bu kötü güçleri durdurması
umuduyla kişinin mezarına kispu denilen sunular bırakılırdı. [18] Eğer
verdikleri sunu bir işe yaramazsa bazen ölen kişinin bir heykelciğini yapıp
onu toprağa gömer ve tanrılardan kötü ruhu yok etmelerini ya da kişiye
musallat olmayı bırakmaya zorlamalarını talep ederlerdi. [19]
Sümer dininde büyü, muska, nazar, lanet gibi ögeler ön plandaydı. İnsanların
korktuğu tanrıları ve onların lanetleri karşısında tanrıları sakinleştirmeyi,
memnun etmeyi, insan üstü varlıklarla iletişime geçerek kehanet, sihir, büyü,
şifa, fal, yazgı gibi konulara hakim olmaları nedeni ile rahiplere büyük saygı
duyulurdu.
Kendilerini lanetleyebilecek kötü büyücülerden korunmak için sihre
başvuruyorlardı. Antik Mezopotamya'da kara büyüye karşı kendini savunmak için
karşıdaki kişi ile aynı tekniklerin kullanıldığı görülür. Fakat lanetlemeye
yönelik kara büyüler gizlice uygulanıyorken kendini başka bir büyü yada
büyücüye karşı savunma amacıyla yapılan büyüler açıkta, izleyici önünde
yürütülüyordu.
İnanışlarında büyücüyü cezalandırmak için yapılan Maklû yada "Yakma" olarak
bilinen dini törene başvurulurdu.
Bu uygulamada büyücülükten muzdarip olan kişi, büyücünün bir heykelciğini
yapar ve geceleri onu yargılamaya başlar. Daha sonra eğer büyücünün suçlarının
niteliği belirlenebilirse büyücünün heykelciği yakılır ve böylece büyücünün
gücününün kırılacağına inanılırdı. [20]
Sümerlerde ise "bağı" adı verilen kara büyünün kasten yapılması büyük bir
kötülük olarak görülür ve büyüye maruz kaldığını iddia eden kişi kendine
yapılan büyüyü yalnızca rahiplerin kehanetleri ile öğrenebilirdi. Eğer kara
büyü tespit edilirse bunu yok etmek için ak büyüye başvurulur, kara büyüyü
bozma girişiminde kötü güçlere maruz kalmamak için evin belli noktalarına
büyülü metinlerin yazılı olduğu tabletler konurdu. [46]
Mezopotamyalılar kendilerini bilmeden işlenen günahlardan arındırmak için de
büyülü ayinler yapardı. [20] "Maklu" adını verdikleri dini törende büyücü,
kişiyi tüm günahlarından arındırmak için onları bir hurma şeridi, soğan ve bir
tutam yün gibi çeşitli nesnelere aktararak yakardı. [21] İnanışa göre böylece
bilmeden işlemiş olabileceği tüm günahlardan arınacaklardı. Bu, Yahudilerin
Yom-Kippur adlı kefaret gününde başları üzerinde tavuk çevirerek günahlarını
ona aktardıklarına inandıkları Kaparot ayinine oldukça benzemektedir. Eski
Mezopotamya toplumlarının din ve uygulamaları daha sonraları onları putperest
olarak yaftalayan İbrahimi dinlerde farklı isim ve uygulamalar altında
yaşamaya devam etmiştir.
Şurpu adı verilen yalatma yöntemi ile büyü bozmaya başvurulur, hastalıkları
ortadan kaldırması için tanrılara kurban verilen ayinler düzenlenirdi. [36]
Yani kurban, adak gibi uygulamalar ve kendisi için kan akıtılmasını isteyen
ilahlar düşüncesi Sümer dininin ayrılmaz parçalarındandı.
Başvurdukları şeylerden biri de aşk büyüsüydü. Bu tür büyülerle bir kişinin
başka bir kişiye aşık olması, bitmiş olan sevgiyi yeniden kazanması veya
erkeğin ereksiyon problemine çözüm getirmesi hedeflenirdi. [22] Bir adamı
koruyucu tanrısı ile veya bir kadını onu ihmal eden kocası ile uzlaştırmak
için de büyüye başvurulurdu. [23]
Sümer rahibelerinin doğum yapan kadınları kötü varlıklardan koruduğuna
inanılır ve bu rahibe sınıfı aynı zamanda büyücü olarak kabul edilirdi.
Mezopotamya'dan rasyonel bilim ile büyü arasında hiçbir ayrım yoktu. [24] Biri
hastalandığında doktorlar hem okunacak sihirli sözlere hem de tıbbi tedaviye
başvururdu. Çoğu ayin, büyülü sanatlarda uzman olan, Aşipu (āšipu) adı verilen
kişiler tarafından gerçekleştirilirdi. [30][31][32] Bu meslek genellikle
nesilden nesile [25] aktarılır ve son derece yüksek saygı görürdü. Bu yüzden
genellikle krallara ve büyük liderlere danışman olarak hizmet ederlerdi. Fakat
Aşipular sadece birer sihirbaz değil aynı zamanda doktor, rahip, yazıcı ve
bilgin olarak da hizmet ederdi. [26]
Tanrı Ea ile bağdaştırılan Sümer tanrısı Enki bile sihir ve büyülü sözlerle
yakından ilişkiliydi. [27] Büyü uygulayıcısı olan Aşipu'ların koruyucu
tanrısıydı ve tüm gizli bilginin nihai kaynağı olarak kabul edilirdi.
[28][33][34] Mezopotamyalılar ayrıca talep edildiğinde bazı alamet ve
kehanetlere ulaşabileceklerine inanıyor ve alametleri daima son derece
ciddiyetle alıyorlardı. [29]
Mezopotamya'da kötülüğün nedenleri ve bunun nasıl önleneceği konusunda "büyü
kasesi" veya "sihirli kase" adı verilen koruyucu yöntemlere başvurulduğu
görülür. 6-8. yüzyıllar arasında oldukça popüler olan bu kaseler Orta Doğu'da,
özellikle Yukarı Mezopotamya ve Suriye'de üretilirdi. [35] Yüzüstü gömülen bu
kaselerle iblisleri yakalamak hedeflenirdi. Bunlar genellikle eşiğin altına,
avlulara, yeni ölenlerin evlerinin köşelerine ve mezarlıklara yerleştirilirdi.
[37] Büyü kaselerinin bir alt kategorisi, Yahudi ve Hristiyanların büyüde
kullandıklarıdır. Aramice dilindeki büyülü kaseler Yahudilerin büyü
uygulamaları hakkında önemli bir bilgi kaynağıdır. [38][39][40][41][42]
Hititlerde de büyü ayinleri oldukça yaygındı. Büyü içeren törenleri sadece
tapınak ve kutsal alanlardaki ibadetlerle sınırlı değildi. Hitit metinleri
şifa ve korunma amaçlı birçok büyü hakkında bilgiler verir. [51] Hititler de
Tıpkı Sümer'de olduğu gibi kötü cinleri, hastalıkları kovmak için büyüye
başvururdu fakat bu büyüleri ya kişinin evinde yada yerleşim alanlarının
dışında, uzakta yaparlardı. Kişinin saflığını kaybetmesi, cinler, hayaletler,
iftira, büyü, kirli nesnelere dokunma ve tanrıların öfkelenmesi gibi
nedenlerden ötürü hastalandığına yada talihinin ters gittiğine inanılıyordu.
Tanrıların öfkesini bastırmak için kan dökülmesi gerekse de dökülen kanın aynı
zamanda evi kirlettiği ve törensel bir arınmaya ihtiyaç duyduğu düşünülürdü.
Ritüeller Sümer lologramlarının geleneksel çevirisini kullanan şifacılar
tarafından idare edilirdi. Büyü törenlerinde "Yaşlı Kadın" adı verilen uzman
kadınlar yada "kahin" ler olan erkekler önemli rol oynardı. [55]
Hititlerin büyü ayinlerinin genel öğretileri arasında sembolik eylemler
bulunur. Tanrılar yardım için çağrılırken ayinin hedefindeki kişi genellikle
saflığın simgesi olan su, yağ yada gümüş kullanılarak arındırılır. Kişinin
hastalığı veya kirliliği figürlere yada doğrudan hayvanlara temas yoluyla
aktarılarak onları taşıyıcı konumuna getirir. Daha sonra kötülüğü içinde
taşıyan bu figür yada hayvanlar bulundukları bölgeden uzaklaştırılır.
Bir Hitit büyü ayininde kişiyi etkileyen kötülüğün bir fareye nakledildiği
anlatılır. Kötülüğe maruz kalan kişinin sağ eline ve ayağına ip ve kalay
iliştirildikten sonra kalay alınır ve tekrar iple fareye bağlanır. Ardından
büyüyü yapan kişi fareyi kovalarken onu iki cine havale eder ve şöyle der:
“Kötülüğü onlardan aldım, onu bir fareye sarmaladım. Bu farenin onu dağlara,
derin vadilere ve uzun yollara götürmesine izin ver! ... Zarniza, Tarpatašša
onu sen al!” [56]
Antik Yunanda büyücüler, Perslerde ise Magi rahipleri denen sihirbazlar
yalnızca sırların bilgeliğe sahip kişiler olarak değil, aynı zamanda matematik
ve kimya gibi çeşitli alanların efendileri olarak görülüyorlardı. Büyücüler
ölüm, kehanet ve kara büyü ile ilişkilendirildiğinden şüphesiz onlardan
korkuluyordu ve genellikle toplumun daha uç noktalarında yaşıyor ve
hayatlarını sadakalarla sürdürüyorlardı.
Yunan mitolojisinde büyü, Hermes, ay ve büyücülük tanrısı Hekate,
Orfeus, büyülü bitkiler, iksirler konusunda uzman olan ve Odisseus'un Hades'in
hayaletlerini çağırmasına yardım eden Helios'un büyücü kızı Kirke gibi
figürlerle ilişkilendirilmiştir. Sihirli iksirler ve lanetlerle ilgili bol
miktarda efsane bulunur. Örneğin, Nessos adlı sentor (yarı at-yarı insan)
ölürken akan kanından Herkül'ün karısı Deianeira'ya verir ve sevgilisi ona
ihanet ederse kullanmasını, bunun bir aşk iksiri olduğunu, eğer Herkül'ün
giysisine bu kanı sürerse ona yeniden aşık olacağını söyler. Fakat bu kanın
içine Hydranın zehirli salyası karışmıştır. Herkül yanında İole ile birlikte
gelince kıskançlık krizine giren Deianeira kendine söylenenleri yaparak kana
buladığı gömleği kocası Herkül'e verir ve Herkül onu giyer giymez yanmaya
başlar ve korkunç bir şekilde can verir. [9]
Yönümüzü Mısır'a çevirirsek; Heka ile kişileştirilen Büyü eski Mısır din ve
kültürünün ayrılmaz bir parçasıydı. Tüm bunları bizzat Mısırlılar tarafından
yazılıp günümüze ulaşan metinlerden biliyoruz. [43]
Kıpti terimi olan "hik", dinsizlik ya da yasadışılık anlamına gelmeyen ve
Eski Krallık'tan Roma dönemine kadar kullanılan, firavunlara ait "heka"
teriminin torunudur. [44] Ahlaki açıdan tarafsız kabul edilen heka, hem
yabancıların hem de Mısırlıların uygulama ve inançlarında yer edindi.
Merikare Talimatları heka'nın vakıaları savuşturacak silahlar olmak üzere
yaratıcının insanlığa armağan ettiği bir iyilik olduğunu bildirir. [45]
Mısır'da sihir, hem okur-yazar rahip hiyerarşisi hem de okuma yazma bilmeyen
çiftçiler ve çobanlar tarafından uygulanırdı ve heka ilkesi, hem
tapınaklarda hem de özel ortamlarda tüm ayinlerin temelini oluşturuyordu.
[47]
Heka'nın temel ilkesi kelimelerin bir şeyleri var etme gücüne odaklanır.
[48] Karenga, yaratıcının dünyayı var etmek için kullandığı birincil
araç olarak kelimelerin temel gücünü ve ontolojik rolünü açıklar. Çünkü
antik Mısır insanı tanrılarla aynı ilahi doğayı ve onların görüntüsünü (snnw
ntr) paylaştığına inandığından tıpkı tanrıların yaptığı gibi kelimeleri
yaratıcı bir şekilde kullanma gücüne sahip olduklarını düşünmüşlerdir. [50]
Mısır'ın Beşinci Hanedanlığının son firavunu olan Unas piramidinin iç
duvarları, dikey sütunlar halinde yerden tavana uzanan yüzlerce büyülü yazıtla
kaplıdır. Bu yazıtlar Piramit Metinleri olarak bilinir ve Öbür Dünyada hayatta
kalabilmek için firavunun ihtiyaç duyduğu büyüleri içerir. Fakat Piramit
Metinleri kesinlikle yalnızca kraliyet soyu içindi ve büyüler, büyülü sözler
sıradan kişilerden gizli tutulurdu. Birinci Ara Dönem'in kaosu ve huzursuzluğu
sırasında mezar soyguncuları piramitlere girerek büyülü yazıtları gördüler.
Böylece halk büyüleri öğrenmeye başlayınca Orta Krallık’ın başlangıcında halk
kendi tabutunun kenarına benzer yazılar yazmaya başladı ve bunu yapmanın öbür
dünyada onların hayatta kalmasını sağlayacağını umdular. Bu yazılar Tabut
Metinleri olarak bilinir. [47] [48][49]
Mısırlıların "Meket"dediği muskalar (tılsım) hem yaşayanlar hem de ölüler
arasında yaygındı. [52][48] Bunları kötülüklerden korunma ve "evrenin temel
adaletini yeniden teyit etme" aracı olarak kullanıyorlardı. [53] Bulunan en
eski muskalar hanedanlık öncesi Badâri Dönemi'ne aittir ve bu muskalar
Roma dönemine kadar varlıklarını sürdürmüşlerdir. [54] Yani Arapların İslam'a
entegre ederek boyunlarına asmaya başladığı ve toplumumuzun da uygulamaktan
geri kalmadığı muskaların temeli aslında antik Mısır ve Sümer dinlerine
dayanır.
Hutton, Ronald. Witches, Druids and King Arthur. p. x.
A.g.e, p. ix.
Bailey, Michael D. Magic: The Basics, pp. 1-5
Baglari, M.H. "The Magic Art of Witchcraft and Black Magic". International
Journal of Scientific and Research: 20
Bogdan, p. 2; Graham, p. 255
Bailey, Michael D. Magic: The Basics, p. 89
Davies, Owen. Magic: A Very Short Introduction, p. 1
Styers, Randall. Making Magic: Religion, Magic, and Science in the Modern
World., p. 14
Publius Ovidius Naso, Metamorphoses, IX l.132–33
Berger, H.A., Ezzy, D., Teenage Witches, p. 24
Miller, JL. "Practice and perception of black magic among the Hittites".
Altorientalische Forschungen. 37 (2)
Jesper Aagaard Petersen. Contemporary religious Satanism: A Critical
Anthology.
Smoley, R. & Kinney, J., Hidden Wisdom: A Guide to the Western Inner
Traditions'. p. 121.
Cicero, Chic & Cicero, Sandra Tabatha The Essential Golden Dawn: An
Introduction to High Magic. Llewellyn Books. p. 87.
A.g.e, p. 40
Greenwood, S., Magic, Witchcraft and the Otherworld, Berg, page 7
Sasson, Jack M. Civilizations of the ancient Near East. Scribner. pp.
1896–1898.
A.g.e., p. 1897
A.g.e., pp. 1898–1898
A.g.e., p. 1898
A.g.e., p. 1899
A.g.e., pp. 1900–1901
A.g.e., p. 1901
A.g.e., p. 1895.
A.g.e, pp. 1901–1902
A.g.e, pp. 1901–1904
A.g.e., p. 1843
A.g.e., p. 1866
A.g.e, pp. 1899–1900
Abusch, Tzvi. Mesopotamian Witchcraft: Towards a History and Understanding
of Babylonian Witchcraft Beliefs and Literature. p. 56.
Brown, Michael. Israel's Divine Healer. p. 42
Kuiper, Kathleen. Mesopotamia: The World's Earliest Civilization. p. 178
Delaporte, Louis-Joseph. Mesopotamia. Routledge. p. 152
Abusch, I. Tzvi; Toorn, Karel Van Der. Mesopotamian Magic: Textual,
Historical, and Interpretative Perspectives.
Noegel, Scott; Walker, Joel Walker. Prayer, Magic, and the Stars in the
Ancient and Late Antique World. p. 83
M. Şemsettin Günaltay, Türk Tarihinin Đlk Devirlerinden Yakın Şark Elam ve
Mezopotamya, s.489
J. A. Montgomery, "A Syriac Incantation Bowl with Christian Formula,"
The International Standard Bible Encyclopedia p.217, Geoffrey W. Bromiley
"D. Aramaic Incantation Bowls. One important source of knowledge about
Jewish magical practices is the nearly eighty extant incantation bowls
made by Jews in Babylonia during the Sassanian period (ad 226-636). ...
Though the exact use of the bowls is disputed, their function is clearly
apotrapaic in that they are meant to ward off the evil effects of several
malevolent supernatural beings and influences, e.g., the evil eye, Lilith,
and Bagdana."
A Dictionary of biblical tradition in English literature p. 454, David L.
Jeffrey "Aramaic incantation bowls of the 6th cent, show her with
disheveled hair and tell how"
Bell, H.I., Nock, A.D., Thompson, H., Magical Texts From A Bilingual
Papyrus In The British Museum, Vol, XVII, p 24.
Ritner, R.K., Magic: An Overview in Redford, D.B., Oxford Encyclopedia Of
Ancient Egypt, p 321
A.g.e, p 321-322
Jeremy Black, Anthony Green, Mezopotamya Mitolojisi Sözlüğü Tanrılar,
İfritler, Semboller, s. 55-56
A.g.e, p 323
Brier, Bob; Hobbs, Hoyt. Ancient Egypt: Everyday Life in the Land of the
Nile.
Karenga, M, page 187
A.g.e, page 216
Engelhard, D. 1970 Hittite Magical Practices
Teeter, E., Religion and Ritual in Ancient Egypt, p.170
A.g.e., p.118
Andrews, C., Amulets of Ancient Egypt, p.1
Miller, J. L. Studies in the Origins, Development and Interpretation of
the Kizzuwatna Rituals,, 469-511
Christiansen, B. Die Ritualtradition der Ambazzi : 36-39
●►Üye olarak platforma destek olabilirsiniz: KATIL ●►Patreon üyeliği için: PATREON
Nevruz eski Farsça kökenli bir kelimedir. Anlamı "yeni gün" yada "gün
ışığı"dır.
Türkiye, Özbekistan, Kazakistan, Pakistan, Türkmenistan, Çin, Kırgızistan,
Kosova ve birçok ülkede kutlanan Nevruz, baharın gelişinin bayramıdır.
İlkbaharın başlangıcını simgeleyen bu bayram Kuzey yarım kürede 22 veya 23
Mart'ta kutlanıyor olsa da 21 Mart'ta kutlandığı bölgeler de vardır.
Türkler ve Kürtler için, Bahai ve Zerdüşt dini mensupları için bu gün
genellikle baharın gelişini temsil ederken, Türklerde aynı zamanda
Göktürklerin Ergenekon'dan çıkışı olarak kutlanır.
Bahar dönencesinde [10] kutlanmaya başlayan bu gün İranlıların yeni yılıdır
[3][4][5] ve aynı zamanda Pers yeni yılı olarak da bilinir. [6][7][8][9]
Nevruz 3000 yıldan beri kutlanmakta olan Pers ve Zerdüştlük kökenli bir
şenliktir. Bu geleneğin tarihi ilahlaştırılan Pers kralı Cemşid'e kadar
uzandığı, yerleşik hayata geçiş sonrası yeni gelen baharı kutlama geleneğini
onun başlattığı söylense de bu geleneği Zerdüştlerin peygamberleri olarak
inandıkları Zerdüşt'ün yayıp koruduğu söylenir.
Nevruz ve Cemşid'e dair bir efsane Şehname'de yer alır. Efsaneye göre; Cemşid,
her şeyi öldüren kışı ortadan kaldırmak için her tarafı elmaslarla donatılmış
bir taht inşa ettirir. Cin ve iblisler tahtı göğe kadar yükseltirler, Cemşid
ve tahtı gökyüzünde güneş gibi parıldayıp ışık saçar, kışı bitirir, sıcakları
geri getirir.
Tüm canlılar onun etrafında toplanır, üzerine elmaslar saçar ve kışın gidip
sıcakların geldiği bu yeni günü (baharı) kutlarlar. [1]
Bu kutlamalar Ahameniş İmparatorluğunda bile vardı. Pers orduları arasında
bulunup onların sefer kayıtlarını tutan Yunan filozof Ksenofon Ahamenişte
kutlanan benzer bir bayramdan ve bunun Persepolis'de bir geleneğe
dönüştüğünden bahsetmiştir.
Baharın yeniden canlandığı bu kutsal günde Ahameniş ulusunun farklı kralları,
kralların kralına hediyeler verdiği anlatılır. Kral 2.Kambises her yıl
düzenlenen Ahameniş festivaline katıldıktan sonra bu gelenek meşruiyet
kazanmıştır.
Nevruz, Ahamenişten sonra gelen 3. hanedanlık olan Part'ların diğer adıyla
Arşak İmparatorluğunun (MÖ 248 - MS 224) resmi tatil günüydü. MS
300'lerde Sasaniler Batı Asya'da güç kazanana kadar Partlar sonbaharda
Nevruz kutlamaya devam ettiler.
Part hanedanlığının hükümdarlığı döneminde Mitra onuruna kutlanan bir Zerdüşt
ve İran festivali olan bahar festivalinin adı Mehregan'dı. [2]
Nevruz kutlamalarına ilişkin kapsamlı kayıtlar, Sasani İmparatorluğu'nun
kurucusu I. Ardashir'in (MS 224-651) üyeliğini takiben ortaya çıktı. Sasani
imparatorları döneminde Nevruz, yılın en önemli günü olarak kutlandı. Halkla
birlikte kraliyet izleyicileri, nakit hediyeler ve mahkumların affedilmesi
gibi Nevruz'un çoğu kraliyet geleneği, Sasani döneminde kuruldu ve modern
zamanlara kadar değişmeden devam etti.
KAYNAKLAR
Firdawsī (2006). Shahnameh:a new translation by Dick Davis, Viking Adult,
2006. p. 7.
John R. Hinnells, "Mithraic studies: proceedings", p. 307
Richard Foltz (2017). "The “Original” Kurdish Religion? Kurdish
Nationalism and the False Conflation of the Yezidi and Zoroastrian
Traditions". Journal of Persianate Studies. Volume 10: Issue 1. pp. 93, 95
Navid Pourmokhtari (2014). "Understanding Iran’s Green Movement as a
‘movement of movements’ ". Sociology of Islam. Volume 2: Issue 3-4. p. 153
Del Re, E. C. (2019). " Minorities and Interreligious Dialogue: From
Silent Witnesses to Agents of Change". In Volume 10: Interreligious
Dialogue.
Mary Boyce, A. Shapur Shahbazi and Simone Cristoforetti. "NOWRUZ".
Encyclopaedia Iranica Online
Keelan Overton and Kimia Maleki (2021). The Emamzadeh Yahya at Varamin: A
Present History of a Living Shrine, 2018–20 . Journal of Material Cultures
in the Muslim World. Volume 1: Issue 1-2. p. 137
Michal Fux and Amílcar Antonio Barreto. (2020). "Towards a Standard Model
of the Cognitive Science of Nationalism – the Calendar ". Journal of
Cognition and Culture. Volume 20: Issue 5. p. 449
"International Nowruz Day". United Nations.
●►Patreon'dan Üye Olarak Destek Olmak İçin: PATREON ●►Youtube 'Katıl': KATIL