HABERLER
Dini Haber

İNSAN PSİKOLOJİSİYLE DİNİN OLUŞUM VE GELİŞİM EVRESİ

Yazan: Hype


İNSAN PSİKOLOJİSİYLE DİNİN OLUŞUM VE GELİŞİM EVRESİ

Sırtımıza yüklenen yaşam bizim için fazla ağardır; pek çok acı, hayal kırıklığı ve üstesinden gelinemeyecek görevler içerir. Yaşamı çekilir hale getirmek için geçici önlemlerle onu geçiştiririz. Böylesi üç tür önlem vardır:
Zavallılığımızı küçümsememizi sağlayacak muazzam oyalanmalar bu zavallılığı azaltacak gelip geçici hevesler ve bizi buna karşı duyarsızlaştıracak keyif verici maddeler.

Sanat gibi uğraşların sağladığı gelip geçici hevesler gerçeklik karşısında yanılsamadan başka bir şey değildir ama fantazinin zihinsel yaşamdaki sağlam yeri sayesinde, fiziksel etkileri hiç de az değildir. Keyif verici maddeler ise bedensel yapıyı etkiler ve kimyasını değiştirir. Dinin bu dizi içerisinde yerini saptamak güçtür bu yüzden daha detaylı incelemeliyiz.

Yaşamın amacı çağlar boyu insanlar tarafından tartışılmıştır lakin bu amacı en iyi açıklayan dinlerdir. İnsanların kendi davranışları ile neyi yaşamalarının amaç ve niyet olarak ortaya serdikleri, yaşamdan ne talep ettikleri sorusunu sorunca yanıtı çok açıktır: Mutluluk. İnsanlar mutluluğun peşindedir öyle olmak ve kalmak isterler. Bir yandan acı ve keyifsizliğin yokluğunu bir yandan yoğun mutluluk hazzının kalıcılığı beklentisi insanı derin bir bilinmeze ve mutsuzluğa sokar. Yaşamın amacını belirleyen şeyin haz ilkesinin programı olduğunu görüyoruz.

Lakin mutsuzluk duymak daha kolaydır. Üç taraftan acının tehdidi ile kuşatılırız: kaderi çöküş ve yok oluş olan, uyarı işaretleri olarak ağrı ve kaygıdan da yoksun kalamayan vücudumuz; karşı durulmaz, acımasız, yıkıcı güçlerle bizi mahveden dış dünya, diğer insanlarla olan ilişkilerimiz ve son olarak dehşet verici ölüm.

İnsan bu korkunç şeylerden kaçmak ve mutluluk hazzına kavuşmak ister. Lakin doğal şartlar ve belirtilen etkenler insanı bundan uzaklaştırır. İnsan bu noktada kendi zihnini kandıracak ve doyumsuz mutluluk hazzını sağlayacak bir araç oluşturur: DİN.
Dinlerin oluşumu fiziksel olarak mevcut mutsuzluğu gideremeyeceği için ölümden sonraya önem vererek insanın en büyük korkusunu, ölümü, ortadan kaldırır. Mutluluk yolunda en büyük düşmanın kalkması ile insan mental açıdan mutluluk hazzına ulaşır. Dinler bununla yetinmeyip ölümden sonraki yaşamı şekillendirerek hazzı ileriki noktaya taşımayı başarır. Zamanla hayal ürünü olarak ortaya çıkan din, toplumları etkisine alan histerik bir vakaya dönüşür.

Dinin insan yaşamı üzerine yer etmesi güçlü kişilerin gözlerinden kaçmaz ve bunu kendi çıkarları doğrultusunda kullanmanın yolunu bulurlar. Bulundukları mevkilerin tanrı tarafından onlara verildiğini ve tanrı temsilcisi olduklarını iddia ederler. Toplumu din adı altında bastırarak otoritelerini oluşturduktan sonra kalıcılığı sağlamak için kendini tanrı bile ilan eden nice imparatorlar ve krallar vardır.(Mısır Firavunları, Akad Kralı Naramsin vb.) Dini inançların güçlü kişilerce düzenlenmesi sosyal düzeni de değiştirir ve adeta düşünmeden itaat eden toplumlar yaratır. Dinin bu etkisini gören “peygamberler” kitleleri kontrol altına almak için kendi tek tanrılı dinlerini oluştururlar. Dönemin insanlarını eski dinlerinden vazgeçirmek ve kendi saflarına çekmek için barış isteyen bir düşünce ve inanç sistemi gibi gözükürler. Yeterli müride ulaştıktan sonra o “barışçıl” din yerini inanmayanlara ölüm saçan bir dine bırakır. Bunu istisnasız her dinin oluşumunda görmek mümkündür.

Yayılma dönemine giren dinler tüm savaşların sebebi olmuşlardır. Kendilerini tanrının yeryüzündeki temsilcileri ilan ederek istekleri doğrultusunda her şeye sahip olabileceklerini düşünmüşlerdir. Bu uğurda elleri altındaki inanırlarının hayatlarını gözardı etmişlerdir. Toplumların zihinlerinde iyileşmez yaralar açarak düşünmelerini engellemiş ve onları aydınlatacak şeyleri engellemeye kalkışmışlardır. Akıl ve felsefenin değer kazanması ile insanlar bu mavralara karşı aydınlanmışlardır.

Modern zaman bu aydınlanmanın ve çözülmenin hızlandığını rahatlıkla görebiliyoruz. Artık insanlar uyanıyor ve sömürülmeye karşı çıkıyorlar. Dinlerin sahipleri tutuşmuş ve her ayeti, emri bükerek modern zamana uyarlamaya çalışıyorlar. İnsanların bir şeyleri fark etmesi çıkarlarına ters düştüğü için uyananlara daha sert çıkışmaya başlıyorlar. Bu ölmekte olan bir canavarın son çırpınışlarıdır. İnsan bu yalanlardan arınmalı ve kendi yolunu düşünerek bulmalıdır. İnsanların kandırılmadığı aydınlanmış geleceğe...

ACIMASIZ HAMZA VE SONU

Yazan: The Guiding


ACIMASIZ HAMZA VE SONU

Hamza, 569 veya 570 yılında Mekke’de doğmuştur. Annesi, Hz. Âmine’nin amcasının kızı olan Hâle bint Vüheyb’dir. Ebû Leheb’in câriyesi Süveybe’den süt emdikleri için Muhammed ile sütkardeştirler. Çocukluk ve gençlik yıllarında ikisinin arkadaşlık yaptığı, Hamza’nın Muhammed’in peygamberliğini ilan edişinin 2. (612) veya 6. yılında (616) Müslüman olduğu nakledilmektedir.

Rivayete göre, Ebû Cehil ve adamlarının Muhammed’e hakaret ettiklerini duyunca Hamza, elindeki yay ile Ebû Cehil’i yaralamış ve, “İşte ben de Muhammed’in dinini benimsiyorum, cesareti olan varsa gelsin dövüşelim” diyerek İslâmiyet’i kabul ettiğini ilân etmiştir. Hamza’nın İslâm dinini benimsemesiyle Müslümanların güçleri artmış, bu da müşriklerin Müslümanlar aleyhine gerçekleştirmek istedikleri davranışlarını bir kere daha gözden geçirmelerine sebep olmuştur. (1)

Hamza, Uhud savaşında Vahşi isimli bir köle tarafından uzaktan atılan bir mızrakla öldürülmüş, ardından ciğerini sökülmüş ve Hind isimli kadına götürülmüştür. Bunun üzerine Hind, bütün takılarını Vahşî’ye vermiş, bunların yerine Hamza’nın ve diğer şehitlerin organlarını gerdanlık ve halhal olarak takmıştır. (2) 

Muhammed, peygamber olduğuna insanları inandırmak için, hep güçlülerin yanında yer almış, nüfuz sahibi insanların desteğini alma gayreti içinde olmuştur. En büyük destekçisinin amcası Ebu Talip olduğunu, hatta Ebu Talip’in vefatından sonra bir süre amcası Ebu Lehep’in yeğenini koruyup kolladığını ancak daha sonra bu desteği çektiğini biliyoruz. (3) Mekke’nin ileri gelenlerinden Ebu Süfyan’ın kızı ile evlenerek, onun Ehli Beyt’ten olmasını sağlamış, (4) Ömer’in Müslüman olması için dua etmiştir. (5) Bilindiği gibi; Muhammed’i öldürmeye gelen Ömer, daha sonra nedenini bilmediğimiz bir şekilde Müslüman olarak, Muhammed’in hayatında çok önemli bir yere sahip olmuştur.

Muhammed’in aldığı kararlarda Ömer’in çok büyük etkisi olmuştur. (6) Muhammed, Ömer’in -kızı Hafsa’dan dolayı- kayınpederi (7) , -Ali ve Fatma’dan olma- torunu Ümmü Gülsüm’den (8) dolayı da büyükbabası olmuştur. (9)

Ömer ile Ali’nin Fatıma’dan olan kızı Ümmü Gülsüm arasında 43 yaş olmasına rağmen, peygambere akraba olmak isteyen Ömer Ümmü Gülsüm’ü almak için Ali’ye çok ısrar etmiş, Ömer’in ısrarlarına dayanamayan Ali, kızını 11 yaşında iken, 54 yaşındaki bir adama vermiştir. Ömer ile Ümmü Gülsüm’ün evliliklerinden Zeyd ve Rukiyye isminde iki çocuk dünyaya gelmiştir. (10)

Muhammed, Hamza’nın cenazesini gördüğü sırada bunu yapan kişiden intikam almak üzere yemin etmiş ancak daha sonra bu intikamdan vazgeçerek , Müslüman olmak isteyen Vahşi ile anlaşmış, onun belasından bir anlamda kendini korumuştur, (11) Aynı şekilde Ali ve Halid Bin Velid gibi iyi savaşçılar sayesinde de düşmanlarının kılıç darbelerinden korunmuştur.

Ali b. Ebi Talip’ten rivayet edilmiştir ki; “Bedir günü ganimetlerden hisseme düşen yaşlı bir devem vardı. Rasulullah o gün ganimetin beşte birinden ,yaşlı bir deve daha vermişti. Ben Resulullahın kızı Fatma ile evlenmek isteyince Beni Kaynuka kabilesinden kuyumcu bir adamdan benimle beraber geleceğine dair söz almıştım. Boya otu getirecektik. Onu kuyumculara satarak düğün davetimde parasından yararlanmak istiyordum. Ben develerim için ip çuval semerlerden oluşan eşyaları toplarken , develerim Ensardan bir adamın evinin yanı başına çökmüştü. Toplayacağımı topladım, bir de baktım develerimin hörgüçleri kesilmiş; böğürleri delinmiş ve ciğerlerinden bir şey alınmıştı. Onların bu manzarasını görünce gözyaşlarımı tutamadım. “Bunu kim yaptı” diye sordum. “Onu Hamza b. Abdülmuttalip yaptı. Hamza şu evde, Ensar'a mensup içkiciler arasında yer almaktadır. Ona ve arkadaşlarına bir cariye bir şarkı okudu ve şarkısı esnasında: “Ya Hamza, semiz ve yaşlı develere dikkat!” dedi. Hamza hemen kalkarak kılıçla onların hörgüçlerini kesti ve böğürlerini delerek ,ciğerlerinden (birer parça) aldı.” dediler.
Bunun üzerine Ali, oradan ayrılarak durumu resulullaha anlattığını ifade ediyor. Hikaye bu şekilde devam ediyor. Hikaye, içkinin zararları konusu işlenirken anlatılan bir hikayedir. Biz konuyu daha fazla uzatmamak için burada kesiyoruz. (12)

Görüldüğü gibi masum hayvanların hörgüçlerini keserek ciğerlerini çıkaran Hamza’nın ölümü de tıpkı zulmettiği o develer gibi olmuştur. Diğer taraftan; develerine acıyarak ağlayan Ali ki; bu çok doğal bir şey olup, vicdan sahibi her insanın ağlayabileceği bir konudur bu, ancak; aynı Ali, Muhammed’in peygamberliğine inanmayanların kafalarını kolaylıkla koparabilen biridir. Savaş sonunda esir alınan bu insanlar, eşlerinin ve çocuklarının feryatları arasında öldürülmüşlerdir. Bu konuda Ali’ye cennetle müjdelenen Zübeyr b. Avvam da yardım etmiştir. Elleri ve kolları bağlı olarak kafileler halinde, açılan çukurların başına getirilen esirler, kafaları kesilerek çukurlara atılmışlardır. Bu kesim işi sabahtan akşama kadar sürmüştür. Muhammed de bütün bu olanları bir yerde oturup seyretmiştir. (13)

Sonu, kafasını kestiği kişiler gibi olmamış ama Ali halife iken, sabah namazı sırasında Abdurrahman b. Mülcem isimli (harici mezhebinden) biri tarafından zehirli bir hançerle yaralanmış ve o zehrin etkisiyle de bir kaç gün sonra vefat etmiştir. (14)

AHURA MAZDA'NIN İLAHİ KRALI CEMŞİD

Hazırlayan: A.Kara


AHURA MAZDA'NIN YOLDAN ÇIKAN SEÇİLMİŞ KRALI CEMŞİD

İron'ın mitolojik karakterlerinden biri olan Cemşid, Firdevsi'nin Şehname adlı eserine göre Keyânîler'den önceki krallık olan Pişdadiler hanedanının dördüncü kralıdır.

Asıl adı "Cem" olan bu karakterin güzel yüzlü olmasından ötürü "Şid" yani "ışık" lakabını aldığı belirtilir. Bu figür Avesta dilinde ışıltılı, ışık anlamlarına gelen Yima (-Kshaeta) adıyla görülür ve Zerdüşt yazıtlarında "Cemşid" adının da buradan türetildiği (örneğin Yasht 19, Vendidad 2) belirtilmiştir.

Cemşid, hala İran'ın çevresindeki bölgelerde popüler olan ortak bir İranlı ve Zerdüşt erkek adı olmaya devam etmektedir. Edward FitzGerald, ismin çevirisini biraz farklı yaptıysa da İran'ın doğu bölgelerinde, Orta Asya'da ve Hindistan alt kıtasının Zerdüştleri tarafından Cemşid olarak çevrilmiştir.

Zerdüşt dininin her şeyi bilen yaratıcısı Ahura Mazda, Avesta'nın ikinci bölümü olan Vendidad'da iyi bir çoban olan Yima'dan onun yasalarını alıp insanlara iletmesini ister. Ancak Yima reddedince Ahura Mazda ona farklı ve daha ağır bir görev yükler: Bu da canlıların geliştiğini görebilmesi için dünyayı yönetip beslemektir. Yima bu görevi kabul eder ve Ahura Mazda ona altın bir mühür ve altınla işlenmiş bir hançer sunar.

Yima üç yüz yıl boyunca kral olarak hüküm sürer ve dünya insanlarla, kuş ve hayvan sürüleri ile dolar. Fakat hükümdarlığı süresince kötü güç Ahriman'ın şeytani hizmetkârları olan devaları servetinden, topluluk ve itibarından mahrum bırakır. İyi insanlar bolluk bereket içinde yaşar ve ne hasta olur ne de yaşlanırlar. Her biri on beş yaşından büyük görünmeyen baba ve oğul birlikte yürürler. Ahura Mazda bir kez daha ziyaret ederek onu aşırı nüfus konusunda uyarır. Işıkla parıldayan Yima yüzünü güneye doğru çevirir, altın mührü toprağa bastırır ve hançeriyle onu delip geçerken şöyle der "Ey Spenta Armaiti, hayvan sürülerini ve toplulukları taşımak için kibarca birbirinden ayrı bölgelere açıl ve uzaklara uzan, genişle".

Aynı sorun bir kez daha meydana gelmeden önce dünya kabarır ve Yima altı yüz yıl daha hüküm sürer. Yima bir kez daha mührü ve hançeri toprağa bastırır ve yeryüzünün daha fazla insanı ve hayvanı taşıyacak şekilde kabarıp genişlemesini ister ve dünya yeniden şişer. Dokuz yüzyıl sonra dünya yeniden dolar, aynı çözüm kullanılır ve toprak tekrar şişer.

Hikayenin bir sonraki bölümü, Ahura Mazda ve Yazataların "mükemmel topraklar" ın ilki olan Airyanem Vaejah'da buluşmasını anlatır. Yima burada "ölümlülerin en iyileri" grubuna katılırken Ahura Mazda onu yaklaşan bir felaket konusunda uyarır: "Ey güzel Yima, Vivaŋhat'ın oğlu! Maddi dünyaya kötü kışlar düşmek üzere, bu şiddetli olacak, dağların en yüksek tepelerindeki bir arədvi bile olsan ölümcül don ile maddi dünyanın üzerine kötü kışlar düşmek üzere, bu kar tanelerini kalınlaştıracak. "

Ahura Mazda bu uyarısından sonra Yima'ya iki mil (3 km) uzunluğunda ve iki mil (3 km) genişliğinde çok katlı, mağara şeklinde bir Vara (Avesta dilinde: muhafaza/korunaklı yer) yapmasını tavsiye eder. Bu sığınak, en güçlü, sağlıklı erkek ve kadınlarla, her hayvan, kuş ve bitkiden çift olacak şekilde doldurulur ve önceki yaz toplanan yiyecek ve sular da burada depolanır. Yima, toprağı ezerek bir ayağının damgası yani iziyle tıpkı bir çömlekçinin kil yaptığı gibi onu şekillendirip yoğurarak Vara'yı yaratır. Sokakları ve binaları yaratır ve orada 2.000'e yakın insanı yaşatır. Karanlığı engellemek için bu korunak içinde yapay ışık yaratır ve sonunda Vara'yı altın bir yüzük ile mühürler.

Fakat zaman geçtikçe Avesta'nın söz konusu kahramanı Yima, Pers mitolojisinin dünyayı yöneten karakteri Cemşid'e dönüşür ve inanışa göre onun Cam-i Cem adında sihirli, ölümsüzlük iksiriyle dolu ve evreni gözlemlemesine izin veren yedi halkalı bir bardağı vardır.

Firdevsi'nin Şehname'sine göre dünyanın dördüncü kralı olan Cemşid dünyanın tüm melek ve şeytanlarına hükmediyordu ve Hürmüz'ün (Bir dönem İranlılarının Ahura Mazda'sı) hem kralı hem de baş rahibiydi. Zırh ve silah imalatı, keten, ipek ve yünlü giysilerin dokunması ve boyanması, tuğladan ev inşası, mücevher ve değerli metal işçiliği, parfüm ve şarap yapımı, tıp sanatı ve yelkenli gemilerin seyri konusunda rehberlik etmek gibi halkı için hayatı daha güvenli kılan pek çok icattan sorumluydu. Zerdüştlerin giydiği dini kıyafet olan südre ve bağladıkları kusti adlı kuşak Cemşid'e atfedilir.

Cemşid insanları 4 gruba ayırır:
  1. Hürmüz'e ibadet eden rahipler
  2. Kollarının gücüyle halkı koruyan savaşçılar
  3. İnsanları besleyen, tahılı yetiştiren çiftçiler
  4. Halkın rahatlığı ve keyfi için ürünler üreten zanaatkarlar

Cemşid artık dünyanın tanıdığı en büyük hükümdar haline gelir. Kendisine ilahi lütufla onun için yanıp tutuşan, göz alıcı bir ihtişamı olan kraliyet bahşedilir. Fakat Cemşid bulunduğu büyük ve güçlü konumu beğenmeyerek yükseklere çıkmak ister ve mücevherlerle kaplı bir taht yaptırır. Eğer isterse devler tahtını kaldırarak göklere kadar çıkarır.
Bir gün bu tahtın üzerine oturur ve ona hizmet eden devler tahtı yukarı kaldırdığında Cemşid havanın ortasında parlayan güneş gibi oturur. Dünyanın bütün halkları onun talihindeki parlaklığı görünce hayrete düşer ve onu överler. Cemşid'in üzerine mücevherler saçarak o güne Nevruz adı verirler. 
Ferverdin ayının ilk günü olan bu günde ilk olarak Nevruz bayramını ("yeni gün") kutlarlar. İnanışa göre yeni yılın ilk günü olan Ferverdin ayının birinci gününde insanın vücudu zahmet ve kinden kurtulur. Zerdüşt takvimine ek olarak Hindistan Zerdüştlerinin izlediği varyantında Ferverdin ayının ilk gününe hala Cemşid-i Nevruz denmektedir.

Bir hata sonucu Cemşid'in başkentinin Persepolis harabelerinin bulunduğu yerde olduğuna inanılıyordu. Yüzyıllar boyunca (MS 1620'ye kadar) "Cemşid'in Tahtı", Taht-ı Cemşid olarak adlandırıldı. Ancak Persepolis aslında Ahameniş krallarının başkentiydi ve İskender tarafından tahrip edilmişti. Benzer şekilde Persepolis yakınlarındaki Ahameniş ve Sasani mezar oymalarının efsanevi kahraman Rüstem'in görüntüleri olduğuna inanılıyordu ve bu yüzden Naş-ı Rüstem olarak adlandırılıyordu.

Cemşid'in üç yüz yıl boyunca hükmettiği dönemde uzun ömür artar, hastalıklar def edilir, barış ve refah hüküm sürer ve tüm devler birer köle gibi onun emrinde bulunurlar. Ancak Cemşid'in gururu gücüyle birlikte büyür ve saltanatının tüm nimetlerinin Tanrı'ya bağlı olduğunu unutmaya başlar. Halkına sahip oldukları tüm iyi şeylerin yalnızca kendisinden geldiğini söyleyerek övünür ve sanki kendisi Yaradanmış gibi halktan kendisine ilahi şerefler, sıfatlar verilmesini talep eder.

Bu andan itibaren tanrının lütfu Cemşid'den ayrılır, halk ona karşı tavır almaya ve ondan yüz çevirmeye başlar. Öyle ki koca ordusu bile 21 yıl içinde tamamen yok olur. Cemşid tövbe eder ancak artık zaferler ona asla geri dönmeyecektir.

Bu kısım Şehname'de şöyle geçer:
Geçen bu müddet zarfında, hiç kimse, padişahtan iyilikten başka bir şey görmedi.
Âlem baştanbaşa kendisine kul oldu ve o da taşıdığı büyüklükle tahtında oturdu.
Bir gün, tahtına baktı, birdenbire kendisine bir gurur geldi, dünyada kendisinden başka kimseyi görmedi.
O , Tanrı’ya tapan padişah benlik gösterdi, Tanrı’sından yüz çevirdi, nankörlükte bulundu.
Ordusundan ileri gelen adamları çağırdı ve bak onlara nasıl sözler söyledi.
Bu yaşlı, büyük adamlara: "Ben, dünyada kendimden başka (kimseyi tanımıyorum...
"Hüner, sanat benim sayemde meydana geldi. Saltanat tahtında benim gibi bir padişahı kim
görmüştür?
"Dünyayı güzellikle süsleyen benim. Dünyayı istediğim hale getirdim.
"Yemeniz, uyumanız, rahatınız, giyinmeniz, hulâsa bütün emelleriniz benim sayemde vücut buldu.
"Büyüklük, taç ve padişahlık benimdir. Benden başka bir kimsenin padişah olduğunu kim söyleyebilir?
"Benim bulduğum devalarla herkes sağlığa kavuştu. Artık hastalık, ölüm kimseye zarar vermez
oldu..
"Dünyada benden başka birçok padişahlar olsa bile, bir adamı ölümden kurtarmak benden başka kime nasip olmuştur? ”
"Siz, vücudunuzdaki zekâ ve canı bana borçlusunuz! Bana yalnız Ehrimen olan tapmaz.
“Dünyayı istediğim hale getirdim!’’ yerine “Yeryüzünden zahmeti kaldıran benim!”
"Eğer siz şimdi bunların hepsini benim yaptığımı kabul ediyorsanız, cihanı benim yarattığıma
inanmalısınız!

Cemşid tanrıyı oynamaya kalkınca her şey ters teper. Ahriman'ın etkisi altındaki Arabistan'ın yasal hükümdarı Dahhāk Cemşid'e savaş açar ve Cemşid'in pek çok hoşnutsuz tebaası tarafından memnuniyetle karşılanır. Cemşid başkentinden dünyanın öbür ucuna kaçar ama sonunda Dahhāk tarafından tuzağa düşürülerek vahşice öldürülür. Böylece 700 yıllık bir saltanattan sonra insanlık medeniyetin tepelerinden Dahhak'ın yönetmeye başladığı Karanlık Çağ'a geri döner.

CEMŞİD VE ŞARAP EFSANESİ

Cemşid ile ilgili bir şarap efsanesi de vardır.
Kral Cemşid şarabın tarihi ve keşfi ile ilgili bir masalda da belirgin bir şekilde yer alır. Pers efsanesine göre kral harem hanımlarından birini krallığından sürerek onun umutsuzluğa kapılmasına ve intihar arayışına girmesine neden olur. Kralın deposuna giden kız bozulmuş ve içilemeyeceği düşünülen üzüm kalıntılarını içeren "zehir" işareti olan bir kavanoz aramaktadır.
Kız bozuk olduğunu düşündüğü sözde zehri içtikten sonra üzerindeki hoş etkilerini fark eder ve morali yerine gelir. Keşfini krala götürür ve kral bu yeni içeceğine yani şaraba o kadar hayran kalır ki kızı haremine geri almakla kalmaz, aynı zamanda Persepolis'te yetişen tüm üzümlerin şarap yapımına adanmasına karar verir.
Çoğu şarap tarihçisi bu hikayeyi saf bir efsane olarak görse de şarabın erken dönem Pers kralları tarafından bilindiğine ve kapsamlı bir şekilde ticarete konu edildiğine dair arkeolojik kanıtlar vardır.

BEDAVA PEYNİR FARE KAPANINDA OLUR!

Yazan: Wiseman


BEDAVA PEYNİR FARE KAPANINDA OLUR! 


Geçenlerde Facebook sayfamda aşağıdaki sözleri paylaştım:
“DİNCİ, DİNBAZ, ŞEYH, ŞIH, SİYASAL İSLAMCI,
TARİKAT VE CEMAATLER AKIL VE İNANÇ HIRSIZLARIDIR.”
“TARİKATLAR VE CEMAATLER MÜŞTERİSİ BOL TİCARİ KURULUŞLARDIR.
SERMAYELERİ DİN, İNSANLARIN EĞİTİMSİZLİĞİ VE SAFLIĞIDIR.”


Bu gönderime bir arkadaş yorum yapmış. Yorumunda kısa ve öz olarak “Kendisinin bir tarikat yurdunda kaldığını, kaldığı bu tarikattan herhangi bir kötülük, zarar görmediği gibi aksine bedava yediğini, içtiğini, yattığını hatta harçlık bile verdiklerini, dinini öğrendiğini” vs. anlatıyor. Bana da tarikat ve cemaatlere ön yargılı yaklaşmamamı tavsiye ediyor.

Konuyu kişiselleştirmemek için genelleyerek ele almak istiyorum. İstiyorum ki derin uykuda olan bazı beyinler uyansın.

Öncelikle şunu belirtmeliyim ki hiçbir tarikat, cemaat ASLA insan ve toplum yararına hareket etmez. Çünkü tarikatlar ve cemaatler TİCARİ İNANÇ SÖMÜRÜ yapılarıdır. Dinen de kanunen de yasal yapılar değildirler.

Siz hiç;
  • Devlet okullarına yardım eden, okulların ihtiyaçlarını karşılayan tarikat, cemaat görüp, duydunuz mu?
  • Çocuk Esirgeme Kurumlarına, yetimlere, yardım eden tarikat, cemaat görüp, duydunuz mu?
  • Kadın sığınma derneklerine, evlerine, dul, sokakta kalmış kadınlara yardım eden tarikat, cemaat görüp, duydunuz mu?
  • Yaşlılar yurdunda kalan, bu tür kurumlara sığınan yaşlılara, hastalara yardım eden tarikat, cemaat görüp, duydunuz mu?
  • Engelli, sakat, muhtaç, açta, açıkta kalmış, yiyecek ekmeği olmayan, sokakta yaşayan, muhtaç kişilere yardım eden tarikat, cemaat görüp, duydunuz mu?
  • Hayvanlara, doğaya yardım eden tarikat ve cemaat gördünüz mü?
  • Camilerin bu tür muhtaçlara açıldığını duydunuz gördünüz mü? İmamların bu tür muhtaçlar ile ilgilendiğini duyup gördünüz mü?
  • Tarikat ve cemaatlerin, şeylerin ve şıhların, hocaların ve imamların bilim ile bilim insanlarına destek olduklarını duyup gördünüz mü?
Duyamazsınız, göremezsiniz!

Peki, bu tarikat ve cemaatler ne yaparlar, kimlere yardım eder, kimlerin peşinden gider, kimler ile ilgilenirler?

* Kur’an kursları adı altında gayri hukuki, gayri ahlaki ticarethane açarlar. Cami yaptırırlar, kendilerine militan ve insan kaynağı için okul yaptırırlar. Ancak bütün bunlar ticarethanelerini daha da büyütmek için ileriye dönük yatırımlardır.

* Camilerde, evlerde, okullarda kendi dilini bile düzgün öğrenemeyip, konuşamayan kişilere Arapça (TÜRKÇE DEĞİL) Kur’an öğretirler. Ama anlatırken onlara Kur’an’ın gerçekte ne dediğini değil, kendi işine geldiği gibi kendi yorumları ile Türkçe anlatırlar. Bir müddet sonra Kuran öğrenme ve okuma işi hocanın Türkçe din anlatım ve öğretimine dönüşür. Daha doğrusu beyin yıkamaya dönüşür.

* Dini eğitim ve militan yetiştirme faaliyetlerine özellikle küçük yaştaki çocuklardan başlarlar.

*Her tarikat ve cemaatin kendilerini tanıtan, birbirlerini tanıyan kıyafet, sembol, işaret, sözleri vardır.

* Kendi tarikat ve cemaatlerine devam eden kişilere KUR’AN’DAN ÖNCE kendi tarikat ve cemaatlerinin ilkelerini, kurallarını anlatır ve öğretirler. Hiçbir tarikatta, cemaatte ASLA Kur’an ve ibadet öncelik değildir. Kur’an ve ibadet sadece faaliyetleri için perde ve yemdir.

* Öğrencilere ders desteği adı altında (bu arada göstermelik ders desteği de verirler) grup toplantılarına, beyin yıkama faaliyetlerine alırlar.

* Adım adım ilerleyen, güvenilir, sadakatini ispat etmiş müritlerine, Şeyhleri, Şıhları, Hocaları ile tanıştırıp onurlandırırlar. Sofrasına oturturlar. Sırtı sıvazlanıp gururu okşanır. Tava getirilir.

* Hemen her tarikat ve cemaatin birbirine benzer, görünen ve görünmeyen, gizli, illegal yapılanması vardır. Hücre sistemi uygularlar. Her şahıs ve gruptan sorumlu kişiler vardır.

* Her tarikat ve cemaatte Şeyhin, Şıhın, Hocanın yanında “Şeyhi uçuran” şakşakçısı, yardakçısı, tasdikcisi, yalancı şahidi vardır.

* Sürekli olarak “ALLAH RIZASI İÇİN” dilencilik yaparlar. İnsanların dini duygularını sömürerek maddiyat adına ne varsa toplarlar. Bunlar bazen müritlerinin evleri, arsaları, dükkânları, birikmiş büyük yatırımları olur. Kurban, sadaka, fitre, adak, deri, kermes gelirleri ve en küçük maddi yardımlar bile birikerek milyonlar milyarlar olur. Kısacası bol bol haram yerler.

* Her tarikat ve cemaat için mürit demek; MÜŞTERİ demektir. YOLUNACAK KAZ demektir, MİLİTAN demektir, TETİKÇİ demektir, PARA KAYNAĞI demektir, HİZMETKÂR demektir, KÖLE demektir. Kadın ve çocuklar CİNSEL OBJE olarak istismar edilecek köle demektir.

* Tarikatlar ve cemaatler kimlere yanaşır? Siyasi partilere ve kişilere… Neden? Nemalanmak, devlete sızmak, devlette yapılanmak ve devleti soymak için. Şimdiye kadar siyaset dışı kalmış bir tarikat, cemaat gördünüz mü?

* Yardım ettikleri (ediyor göründükleri) kişiler genelde ileride kendilerine yapılan yardımdan kat be kat fazlasını alabilecekleri kişilerdir. Bunlar özellikle öğrenciler, iş adamları, sanatçılar, futbolcular, ticarethanesi olan kişiler, varlığı olup bu varlığını tarikatlarına bırakacak kişiler, tarikat için koşturacak, mürit bulacak, hizmet edecek, kirli işlerini gördürecekleri kişiler... Yardımlar sadece bunlara gider. Toplanandan ve gerekli yerlere harcanandan geri kalan yardımlar Şeyhe, Şıha, Hocaya ve yardakçılarına YAT, KAT, AVRAT olarak döner, dönüşür.

Peki, insanlar neden bu tarikat ve cemaatlerin peşinden gider ya da tuzağına düşer?

Bunun iki temel nedeni vardır:
1-Dini duygular
2-Menfaat

1- Dini duygular ile hareket edenler aslında “SAF, TEMİZ” insanlardır. Gerçekten Yaratıcıya, dine, peygambere, Kur’an’a inanan ve ibadetini yapan, hayatını bu yönde düzenleyen insanlardır. Bunlar genelde “ALLAH RIZASI” için hareket ederler. Tek amaçları Allah’ın rızasını kazanmak, öğrenci okutmak, varlıklı iken katkıda bulunmak, vicdanen rahatlamak, inandığı gibi düşünen çevrenin içinde bulunmak. Bu tür insanlar sevap işlediklerini düşünür ve iç huzur bulurlar. Vicdanlarını rahatlatır ve görevlerini yaptıklarını düşünürler. Verici insanlardır. Genelde “mütedeyyin, muhafazakâr” dırlar. Zararsız ve iyi vatandaştırlar. Fakat bilmeden ve farkında olmadan tarikatların, cemaatlerin Şeyhlerin, Şıhların, Hocaların ayakta kalmalarını sağlarlar. En büyük tabanı bu kitle oluşturur. İnançları, dinleri, peygamberleri ve Kur’an konusunda cahildirler. Bilgiyi hazır alırlar, Okumayı sevmezler. Anlatılan dini bilgilere inanırlar. Kitap değil, kulaktan dolma, kahve ve sohbet Müslümandırlar.

2- Menfaat için hareket edenler ise oldukça geniş bir yelpazeyi kapsar. Bu tür insanların tek amaçları vardır, o da bu sistemden mümkün olduğunca yararlanmak, su akarken kovalarını doldurmak… Aslında yararlanma karşılıklıdır ve her iki taraf da bunun farkındadır. Al gülüm ver gülüm yaparlar. Onlar için inanç, din, peygamber, Kur’an, Allah asla umurlarında değildir. Sadece bu değerler üzerinden neler elde edebileceklerine bakarlar.

Bu yelpaze geniştir. Öğrenci için ele alacak olursak, hazır ve güvenli yatacak bir yer, elektrik, su parası yok, servis ücreti yok, yemek hazır, temizlik derdi yok. Başlıkta dediğim gibi “Bedava peynir sadece fare kapanında olur.” Hiçbir tarikat, cemaat, şeyh, şıh, hacı, hoca abi, abla size karşılığını almayacağı bir hizmet vermez. Sizin Allah rızası için sandığınız şey gelecekteki menfaatlerinden başka bir şey değildir. Kaz gelecek yerden tavuğu esirgemezler. Bu gün değilse on yıl sonra fatura sizin önünüze konacaktır. İstemeseniz de bedel ödettirilecektir. Birçok sanatçı, sporcu, iş adamı, esnaf, tarikat ve cemaatten hizmet alan, destek alan herkese bu bedel ödettirilmiştir.

Peki, bu karşılıklı menfaate dayanan ilişkilerdeki alan ve veren kişilerin özellikleri nasıldır?

Daima aldıkları "çaldıkları" verdiklerinden fazladır. Bukalemun gibidirler, her renge bürünebilirler. İbadeti gösteriş için yaparlar. Dilbazdırlar. Allah, peygamber, Kur’an, inşallah, maşallah dillerinden düşmez. Karşısındakinin nabzına göre şerbet verirler. Yalancı, riyakâr, sahtekâr, dinci, dinbaz, üçkâğıtçı, ahlaksız, kuralsız, korkusuz, kalpsiz, vicdansız, rahatlıkla dinini, kitabını, peygamberini, hatta ALLAH’I, MİLLETİ ve VATANI bile satabilirler. Diğer yelpazedekiler farklı değildir.

Tarikat ve cemaatler ile ilişkisi olmayan saf Müslümanlara gelince… Onlar hala tribünde sahnelenen oyunu seyrediyorlar. Kimi oyun olduğunun farkında ama umurunda değil, kimi hala saf duygularla “yok ya olamaz Müslüman bunlar… Öyle şeyler yapmazlar. İnanmam.” Diyorlar. Özellikle anneler, kadınlar sustukları, susturuldukları için tarikat ve cemaatler, şeyhler ve şıhlar ayaktalar. Sağduyulu insanlar, erkekler, babalar, öğretmenler, bilim insanları, askerler, hukukçular, toplumun her kesimi korktukları ve sustukları için bu tarikat ve cemaatlerin düzenleri, düzenbazlıkları, sistemleri ayakta. Nasılsa benim partimden, benim tarikatımdan, cemaatimden deyip susanlar… Başını kuma gömenler, görmeyip, duymayıp, susanlar… Hepimiz suçluyuz.

İnançlı olmak, dindar olmak, Müslüman olmak için tarikatlara, cemaatlere, şeyhlere, şıhlara, hacılara, hocalara, imamlara, aracılara ihtiyacınız yok. Kur’an’ı anlamak ve öğrenmek için ASLA AMA ASLA Arapça bilmenize ve okumanıza gerek yok. İnanın bana, sizi yaratan bir yaratıcı varsa sizin dilinizden anlar. Anlamıyorsa zaten YARATICI olamaz o. Lütfen dininizi, Kur’an’ı kendi dilinizde TÜRKÇE okuyun. Düşünerek ve sorgulayarak bilim ışığında ve bu günün değerleri ile okuyun. İnancınızı çaldırmayın.

Hiçbir şey yapamıyorsanız bu yazıyı paylaşın. Belki bir kişiyi kurtarmış olursunuz.
Sağlık ve Sevgi ile kalın.

PURANALAR (18 PURANA) [ENG]

Hinduizm kutsal metinlerinden 18 bölümlük Purana'yı (ek olarak birkaç puranayı) İngilizce olarak okuyup inceleyebilirsiniz. Puranaları görüntülemek, okumak veya indirmek için aşağıdaki resme veya buraya tıklayabilirsiniz.

SİYONİZM'İN DOĞUŞU VE YAYILIŞI



SİYONİZM'İN DOĞUŞU VE YAYILIŞI

Filistin'de Yahudiler için yeniden bir vatan kurulmasına destek veren uluslararası Yahudi siyasi hareketidir. Söz konusu alan, Tevrat'ta bahsi geçen ve İsrail Diyarı adı verilen topraklardır. İsrail'in kurulmasından bu yana, Siyonist hareket de şekil değiştirerek öncelikle Modern İsrail devletinin desteklenmesi amacı ile varlığını sürdürmektedir.

Siyonizm esas olarak Yahudi ulusu kavramının MÖ 1200 ile İkinci Tapınak döneminin sonları (MS 70 yılına kadar) arasında ilk olarak geliştiği İsrail Diyarı ile Yahudileri ilişkilendiren tarihi bağlar ve dini gelenekler kavramına dayanmaktadır. Büyük ölçüde Avrupa Yahudilerinin kıtanın dört bir yanında yükselen antisemitizme verdiği bir tepki şeklinde başlayan çağımızdaki hareketin kurucuları çoğunlukla laik Yahudilerden oluşmaktadır. Siyonizm, modern milliyetçilik görüngüsünün bir koludur.Başlangıçta, asimilasyona ve Yahudilerin Avrupa'daki durumuna karşı alternatif tepkiler sunan çok sayıdaki Yahudi siyasi hareketinden biri olan Siyonizm, hızla büyümüş, Holokost'un (Yahudi Soykırımı) ardından da Yahudi siyasi hareketleri arasında hakim güç halini almıştır.

DOĞUŞU

Siyonizm fikrini ortaya atan Theodor Herzl'dir. Peki Siyonizm Theodor Herzl tarafından ortaya atılmadan önce bu düşüncenin bir geçmişi yok muydu?

Yahudiler MS. 71 yy.da Romalılar tarafından yurtlarından çıkarıldılar.Ve bu yüzden Kudüs'e dönme hayaliyle yaşadılar. 19.yy'daki "ulusların uyanışı" yahudi ulusçuluğunun canlanması için elverişli koşullardan biriydi; 1881'den sonra Rusya'daki yahudi kırımının artması bunu hızlandırdı. Ama Siyonizm'in asıl amacı bunla sınırlı kalmayacak.

Siyonizm'in gerçek amacı,dünyayı ele geçirmektir. Bu onlar için Tevrat'ın bir emridir.

"Siz Allah'ın, Rabbin oğullarısınız. Çünkü sen, Allah'ın, Rabbe mukaddes bir kavimsin ve Rab üzerinde olan bütün kavimlerden üstün olarak, kendine has bir kavim olmak üzere, seni seçti."
(Tevrat,Tesniye Bölümü,14/2)

"Ve Allah'ın Rabbin sana teslim edeceği bütün kavimleri bitireceksin, gözün onlara acımayacak.
(Tevrat,Tesniye Bölümü,7/16)

Ayetlerde görüldüğü gibi Yahudiler kendilerini Allah'ın oğlu ve diğer insanlardan üstün görüyor. Hahamlar kendi görüşleri doğrultusunda tahrif ettikleri Tevrata ari ırk inancını da eklemiştir ama üstün ırk inancına önceden de sahiptiler. Kabala üstün ırk inancı üstüne kurulmuştu.

Fakat Tevrat insanların eşitliğini söylüyordu. Hahamlar ise Tevrat'ı değiştirip içine üstün ırk inancını yerleştirmişlerdir.Yahudiler Allah'ın seçtiği ve üstün kıldığı bir kavimdir ve yeryüzü onlara aittir. Oysaki diğer insanlar ise onlara göre hayvandır.

Bu sapkın inanış Tevrat, Talmud ve Kabalada vardır.

"1890'lı yıllarda, Theodor Herzl Siyonizme yeni bir ideoloji ve fiili aciliyet katarak Dünya Siyonist Örgütü'nün (WZO) oluşturulduğu 1897 yılında İsviçre'nin Basel şehrinde düzenlenen ilk kongrenin toplanmasını sağladı. [15] Herzl'in amacı, Yahudi devleti hedefinin elde edilmesi için gerekli hazırlık niteliğindeki adımları başlatmaktı. Herzl'in Filistin'i hakimiyeti altında tutan Osmanlı yöneticileri ile bir siyasi anlaşma yapma teşebbüslerinin başarısızlıkla sonuçlanması üzerine başka hükumetlerin desteği arandı. Theodor Herzl, dönemin sultanı II. Abdülhamid'e Kont Nevlinski (bir Leh soylusu, II. Abdülhamit'in şahsi dostu) aracılığla Filistin'e özerklik ve Musevi ikametliği ister. Buna karşılık şu taahhütlerde bulunur:
1.Osmanlı Devleti’nin 33 milyon İngiliz altınına ulaşan borçlarının tamamını ödeyelim.
2.İmparatorluğu korumak için 120 milyon altın Frank’a mal olacak deniz filosu yaptıralım.
3.Devletin mali durumunu canlandırmak için 35 milyon altın lira faizsiz borç verelim.

Ancak, II. Abdülhamit teklifi kabul etmez ve şu yanıtı verir:
"...Bu meselede (Theodor Herzl) ikinci bir adım daha atmasın. Ben bir karış toprağı dahi satmam. Zira bu vatan bana ait değil, milletime aittir. Milletim bu vatanı kanlarıyla mahsûldar kılmıştır. O, bizden ayrılıp uzaklaşmadan tekrar kanlarımızla örteriz…"

Bu amacın başarısızlıkla sonuçlanmasından sonra ise 1905 yılında Rusya’da baş gösteren büyük ayaklamalarla birlikte başlatılan Yahudi kıyımı, bu ülkede bulunan birçok kişinin Filistin topraklarına gitmelerine neden oldu.

II. Dünya Savaşı’nda Naziler’in Yahudiler’e uyguladığı soykırım ile birlikte Filistin’e göçler hızlandı. Bu dönemde Yahudiler ve Araplar arası gerginlikler giderek kızışmaya başlandı. İngiltere bu sorunu Birleşmiş Milletler’e götürdü. 1947’de bu topraklar üzerinde bir Arap diğeri Yahudi Devleti kurulmasına karar verilerek, Kudüs’ün uluslararası bir statüde olunmasına karar verildi. Araplar her ne kadar buna karşı çıkmış olsalar da bir yıl sonra İngiliz mandası sona erdi ve 14 Mayıs 1948 yılında Yahudiler devlet kurduklarını ilan ettiler.

Böylece Siyonistler amacına ulaştı. 2.000 yıldan sonra ilk defa bir Yahudi devleti kurulmuş oldu. Ama bölgedeki sorunlar bitmedi. İsrail Devleti’nin kurulmasının ardında 1948-49 Arap- İsrail savaşının sonunda Birleşmiş Milletlerin belirlemiş olduğu sınırların daha geniş bir alanını işgal eden İsrail, burada yaşayan 500 binden fazla Filistinli Arap’ı yaşadıkları topraklarından, evlerinden zorla göç ettirilmiştir. Boşaltılan bu bölgelere göçle gelen Yahudiler yerleştirilmiştir. Günümüzde de İsrail ve Filistin arasında savaşlar halen sürmektedir. Filistin topraklarının çoğu artık İsrail Devleti topraklarına katılmıştır.

SİYONİZM KARŞITI YAHUDİLER

Siyonizm karşıtı hareket, adından da anlaşılacağı üzere, Siyonist anlayışa karşıdır. Bu terim, geniş bir biçimde, Yahudilerin, tarihi İsrail’in toprakları (Filistin, Kenan ülkesi ya da Kutsal Topraklar olarak da adlandırılır) üzerinde kendi kaderini tayin etmesi görüşünü savunan siyasi harekete karşı olan itirazları belirtmek için kullanılır.

Terim, çeşitli dini, ahlaki ve politik bakış açılarını tanımlamak için de kullanılır; ancak bu alandaki amaç ve görüşler, siyonizm karşıtlığı tek bir ideoloji veya kaynağa dayandırılamayacağı için ziyadesiyle çeşitlidir. Felsefi yaklaşımları ve politik ya da sosyal görüşleri arasında da farklar bulunur. Dikkat çeken birçok Yahudi ve Yahudilik dışı kaynak, bu hareketin İsrail politikalarının eleştirilmesini engellemek için bir taktik olduğunu söyleyen bazı görüşler olduğunu belirtiyor. Buna karşın, birçok başka Yahudi ve siyonizm karşıtı düşünür, bu görüşleri paylaşmıyor.

Siyonizm karşıtı Yahudiler, siyonizmin kendisi kadar eskidir ve Yahudi cemaatleri arasında II. Dünya Savaşı’na kadar yaygın biçimde destek gördüler. Yahudi cemaati tek ve birleşik bir grup değil ve siyonizme ilişkin yaklaşımlar hem Yahudi grupları arasında hem de grupların kendi içlerinde farklılıklar gösteriyor. Başlıca görüş ayrılıklarından biri, laik Yahudiler ile dini Yahudiler arasındakidir. Siyonist harekete ilişkin laik muhalefetin sebepleri dindar Yahudilerinkinden epey farklı. Yahudi devletine karşı muhalefet zaman içinde değişti ve çok çeşitli dini, etik ve politik tutumlar doğdu.

KARŞITLIĞIN SEBEPLERİ

İsrail topraklarına geri dönüş umudu, Yahudi dininin içeriğinde yer alan bir beklentiydi. “Yükselen” ya da “göğe giden” anlamına gelen İbranice bir kelime olan Aliyah, inançlı Yahudilerin İsrail’e dönüşünü tanımlamak için eski zamanlardan beri kullanılan bir terim. Orta çağ ve sonrasında pek çok ünlü haham ve takipçileri İsrail topraklarına geri dönmeyi seçti. Farklı ülkelerde yaşayan diaspora Yahudileri için ‘Eretz İsrail’ (İsrail Diyarı), dini bağlamda büyük saygı görüyordu. Yıllarca dua ettiler ve Mesih’in çağıyla birlikte geri dönüşün gerçekleşmesini beklediler.

Ancak Yahudi Aydınlanması’nın ardından Reform Yahudiliği, Aliyah da dahil olmak üzere, diasporadaki modern yaşamla uyumlu olmayan birçok geleneksel inançtan ayrıldı. Daha sonrasında siyonizm, Aliyah kavramını ideolojik ve politik anlamda, geleneksel dini inanca paralel biçimde yeniden diriltti. Bu terimi Kutsal Topraklar’daki Yahudi nüfusunu göç yoluyla arttırmak için kullandı ve siyonist ideolojinin temel prensibi olarak korumaya devam etti. Ancak, yaşayan Yahudi nüfusunun çoğunluğu diaspora içinde kaldığı için, Aliyah’a verilen destek her zaman göçle eşit olmadı. Modern siyonist harekete verilen destek evrensel bir olgu değil ve sonuç olarak bazı dindar ve bazı laik Yahudiler siyonizmi desteklemeyi reddediyor.

SİYONİZM HAKKINDA SÖYLENMİŞ SÖZLER

Yahudi’nin zengini hükûmetlere, fakiri halka musallat olur.”
Ziya Uygur

Derler ki bir zamanlar bütün hayatını vakfedercesine Yahudi aleyhine, siyonizm aleyhine kitaplar yazan biri Yahudinin adamıydı. Öyle bir hale getiriyordu ki Yahudiyi, senin kafanda şöyle bir imaj doğuyordu: Yahudiyle asla baş edilmez.
Cahit Zarifoğlu

Siyonizm ırkçılık ve ırk ayrımının bir başka şeklidir.
Roger Garaudy

Siyonizm bir timsaha benzer. Bu timsahın üst çenesi Amerika ise alt çenesi Avrupa Birliğidir. Beyni Siyonizm, gövdesi ise işbirlikçilerdir.
Necmettin Erbakan

Siyasi Siyonizm'in babası olan Theodor Herzl'in kendisi dinsizdi. Tanrı'ya inanmazdı.. Dini kitaplara sadece kendi güç politikasını destekledikleri ölçüde yakınlık gösteriyordu.
Roger Garaudy

BAKTERİLERİ ALLAH YARATMADI MI?

Yazan: Kirpi


BAKTERİLERİ ALLAH YARATMADI MI?

Evrende var olan her şeyin yaratıcısı olarak Kur'an'da Allah ifade edilir. Oysa bunun gerçekten böyle olduğunu kimse ispat edemez. Örneğin biri size atomu ben parçaladım derse ona soracağınız ilk soru nasıl parçaladın olurdu değil mi? Zira bir şeyi senin yaptığını ve yahut yapmadığını teyit etmenin en kısa yolu nasıl yaptığını bilmek. Bu kural neredeyse her yerde geçerli. En basitinden bir suç işleyen dahi o suçu nasıl işlediğini anlatmayınca ve anlattığın şekil gerçekten ispatlanmadığı sürece suçu işleyen kişi olarak kabul edilmezsin. Kur'an'da da aynı mantığın işlemesi gerek. Allah her şeyi kendisi yarattığını iddia ediyorsa nasıl yarattığını izah etmek zorunda. İzah ettiği yer ise kendi kitabı olan Kur'an olmak zorunda. Çoğu Müslüman bu eleştiriye "işte bilim Allah'ın nasıl yarattığını anlatıyor" gibi ütopik cevaplar veriyorlar.

Bilim göreceli bir kavramdır ve sürekli değişir. Bilimde bir şeyin yaranma şekli bu gün doğru olarak kabul edilse dahi yarın bunun yanlışlanamayacağının garantisi yok. Fakat Kur'an'a baktığımızda Allah'ın yasalarında (sünnetullah) hiç bir değişimin olamayacağını görüyoruz.

“...Bizim sünnetimizde değişiklik bulamazsın.”(17.İsra’: 77)
“...Sünnetullâh’ta asla değişme bulamazsın!” (48.Fetih: 23)
“...Sünnetullâh için bir alternatif asla bulamazsın! Sünnetullâh’ta bir değişme asla bulamazsın!” (35.Fâtır: 43)

Göreceli ve sürekli değişen bilimin değişmeyen sünnetullah'ı (Allah'ın yasasını) açıkladığını iddia etmek mantık hatasıdır. Bu yüzden bizler Allah kendi yarattıklarını nasıl yarattığını Kur'an'da açıklamak zorunda, zira iddia sahibi kendi olduğu için iddianın ispatıyla yükümlü olan da kendisidir. Meselenin bir başka tarafıysa bilim Allah'ın her şeyi nasıl yarattığını açıklıyor diyen Müslümanlar bilimin bir kısmını kabul edip bir kısmını kabul etmiyorlar.  Allah'ın insanları yer yüzünde tutması için yer çekimini yarattığına inanıyorlar ama her ne hikmetse bilimin de kabul ettiği evrim teorisini kabul etmiyorlar. İşte bu çifte standarttır. Ya bilimin tamamına (şu an elimizde olan veriler üzerine kurulu olan kanunlara) inanacaksın yada tamamını reddedeceksin, bunun orta yolu yok. Kur'an'a baktığımızda Allah'ın yaratılış şeklinin temel görseli şu şekildedir:

kün feyekün = ol der, o da hemen oluverir (Bakara 117, Enam 73, Nahl 40) 
Fakat bu kavramın kendisinde bile sorun var. Örneğin Hadid suresinde göklerin ve yerin yaratılış şekli anlatılırken şöyle diyor: 
“O’dur ki gökleri ve yeri altı günde yarattı.” (Hadid 4)

Bu yalnız Hadid suresinde geçmiyor. Araf 54, Yunus 3, Hud 7, Furkan 59, Secde 4, Kaf 38 gibi ayetlerde de altı gün ibaresi geçiyor. Şimdi Ol deyince olduran Allah neden altı gün zaman sarf etmiş ki?  Bu eleştiriye Müslümanlar genellikle şöyle cevap veriyorlar:

Hikmeti bildirilmese bile, biz anlamasak bile olduğu gibi inanmak lazım. Müslümanın yapması gereken de, Müslümana yakışan da budur. (http://www.dinimizislam.com)

İşte Müslümanların temel inancı şu şekildedir. Hikmetini anlamasak bile inanmak zorundayız. Af buyurun ama ben anlamadığım şeye inanmam.
Neyse konumuzu fazla uzatmadan esas meseleye geçelim.
Zariyat suresi 49. ayete baktığımızda her şeyin çift yaratıldığı gibi bir iddiayla karşılaşıyoruz.

Zâriyât Suresi 49. Ayet (Diyanet İşleri Meali (Yeni))
وَمِنْ كُلِّ شَيْءٍ خَلَقْنَا زَوْجَيْنِ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ
Düşünüp ibret alasınız diye her şeyden (erkekli dişili) iki eş yarattık.

Ayetin önünde (كُلِّ شَيْءٍ) külli şey-in – diye bir kelime kullanılmış. Bu her şeyden anlamına geliyor ki evrende var olan ve Allah tarafından yaratılan her şeyi içinde barındıyor. Ayetin devamında (زَوْجَيْنِ) zevceyni diye bir ifade daha kullanılmış ki asıl tartışma konusu olan bölüm burası. Bu kelime Arapçada ÇİFT anlamına geliyor. Ve yine Arapçada  bu kelime cinsiyet içinde kullanılıyor. Peki bu ayette kullanılan zevc kelimesi hangi manada kullanılmış? Müslümanlar genellikle şöyle bir şey söylüyorlar: Bir kelimenin Kur'an'da hangi anlamda kullanıldığını bilmemiz için Kur'an'ın başka ayetlerinde o "kelimenin hangi manalarda kullanıldığına bakmamız gerek."     Şimdi bizde aynısını yaparak zevc kelimesinin Kur'an'ın başka hangi ayetlerde ve hangi manalarda kullanıldığına göz atalım.
Zariyat suresini saymazsak bu kelime Kur'an'da 3 yerde daha kullanılmıştır.

Hûd Suresi 40. Ayet
حَتّٰٓى اِذَا جَٓاءَ اَمْرُنَا وَفَارَ التَّنُّورُۙ قُلْنَا احْمِلْ ف۪يهَا مِنْ كُلٍّ زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ وَاَهْلَكَ اِلَّا مَنْ سَبَقَ عَلَيْهِ الْقَوْلُ وَمَنْ اٰمَنَۜ وَمَٓا اٰمَنَ مَعَهُٓ اِلَّا قَل۪يلٌ
Nihayet emrimiz gelip, tandır kaynamaya başlayınca (sular coşup taşınca) Nûh’a dedik ki: “Her cins canlıdan (erkekli dişili) birer çift,( اثْنَيْنِ زَوْجَيْنِ min kullin zevceyni-śneyni) bir de kendileri hakkında daha önce hüküm verilmiş olanlar dışındaki âilen ile iman edenleri ona yükle.” Ama, onunla beraber sadece pek az kimse iman etmişti.

Mü’minûn Suresi 27. Ayet
فَاَوْحَيْنَٓا اِلَيْهِ اَنِ اصْنَعِ الْفُلْكَ بِاَعْيُنِنَا وَوَحْيِنَا فَاِذَا جَٓاءَ اَمْرُنَا وَفَارَ التَّنُّورُۙ فَاسْلُكْ ف۪يهَا مِنْ كُلٍّ زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ وَاَهْلَكَ اِلَّا مَنْ سَبَقَ عَلَيْهِ الْقَوْلُ مِنْهُمْۚ وَلَا تُخَاطِبْن۪ي فِي الَّذ۪ينَ ظَلَمُواۚ اِنَّهُمْ مُغْرَقُونَ
Bunun üzerine Nûh’a, “Bizim gözetimimiz altında ve vahyimize göre o gemiyi yap” diye vahyettik. “Bizim emrimiz gelip de tandır kaynamaya başlayınca, (sular coşup taştığında Nûh’a) dedik ki: “Her cins canlıdan (erkekli dişili) birer çift,( مِنْ كُلٍّ زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ min kullin zevceyni-śneyni) bir de kendileri aleyhinde daha önce hüküm verilmiş olanlardan başka aileni gemiye al ve zulmeden kimseler hakkında bana hiç yalvarma! Şüphesiz onlar suda boğulacaklardır.”

Ra’d Suresi 3. Ayet
وَهُوَ الَّذ۪ي مَدَّ الْاَرْضَ وَجَعَلَ ف۪يهَا رَوَاسِيَ وَاَنْهَارًاۜ وَمِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِ جَعَلَ ف۪يهَا زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ يُغْشِي الَّيْلَ النَّهَارَۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ
O, yeri yayıp döşeyen, orada dağlar, nehirler meydana getiren, orada her türlü meyveden (erkekli-dişili) iki eş yaratandır.( زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ fîhâ zevceyni-śneyn) O, geceyi gündüze bürüyor. Şüphesiz bunlarda, düşünen bir kavim için (Allah’ın varlığını gösteren) deliller vardır.

Gördüğünüz gibi kelimelerin geçtiği her yerde Diyanet İşleri cins kavramı üzerinden çeviri yapmış nitekim doğru olanda bu zaten. Örneğin Nuh Allah'ın emriyle büyük selden önce gemiye hayvanlardan ve bitkilerden türler (çiftler) aldığında erkeklik ve dışılık kavramı üzerinden çiftler almış. Çünkü sel çekildikten sonra bu hayvanlar ve bitkiler yeniden karaya çıkarılacak ve yaşam tekrardan başlayacaktı. Onun için Diyanet İşleri de mantıklı olanı yaparak ilk 3 ayeti göz önünde bulundurup Zariyat 49 ayetindeki zevc kelimesini erkek ve dışı çiftler olarak çevirmiştir.

Şimdi Diyanet İşlerinin Zariyat suresinin 49. ayetinin tefsiriyle ilgili neler söylediğine bakalım:

Müfessirler “her şeyden çift çift yaratma”nın anlamını açıklarken daha çok “gece-gündüz, erkek-dişi, yer-gök, insan-cin, iman-küfür, ay-güneş” gibi karşıtlık örnekleri üzerinde durmuşlardır. Taberî bunu “Cenâb-ı Allah’ın her yarattığının yanı sıra amaç ve işlevi itibariyle ondan farklı bir ikincisini yaratması” şeklinde anlamanın uygun olacağı kanaatindedir. Yine Taberî’nin izahına göre burada esas amaç Allah’ın yaratma sıfatına dikkat çekmektir. O’nun yaratmasını –meselâ ateşin yakma özelliği gibi– tek sonuçlu olarak algılamamak gerekir, O dilediği her şeyi dilediği biçimde yaratma gücüne sahiptir (XXVII, 8-9). Elmalılı, bu konudaki görüşleri özetledikten sonra, Beyzâvî’nin “her cinsten iki nevi bulunduğu” tarzındaki yorumunu öncekileri de içine alması itibariyle daha kapsamlı bulur. (Kaynak- Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 133-135)

Diyanet işleri tefsirinde zevc kelimesini her şey ibaresiyle yan yana işlendiği için bir tek erkek ve dışı olarak değil hemde zıtlık teşkil eden çiftler (gece-gündüz, iman-küfür) içinde  geçerli olduğunu söylüyor. Amenna. Bunda bir sorun yok. Fakat bizim sorumuz  kavram ve işlevsel olarak zıtlık teşkil eden çiftlerle bağlı değil cinsiyet içeren erkek ve dışı çiftleriyle alakalı. Fakat burada bir not düşelim.

Not: Diyanet İşlerinin belirttiği gece-gündüz, iman- küfür gibi misaller de tam olarak doğru değil. Peki neden? Eğer Zariyat suresi 49. ayette her şey denildiğinde bunun içerisine hem cinsiyet hemde zıtlıklar dahil oluyorsa o halde zamanın zıttı nedir? Zamanı Allah yaratmadı mı? Zamanda yaratılan her şeyden biriyse o zaman ayete göre onunda bir zıt kavramı olması gerek.
Taberi'nin söylediği “Cenâb-i Allah’ın her yarattığının yanı sıra amaç ve işlevi itibariyle ondan farklı bir ikincisini yaratması”  tefsirine göre de bildiğimiz zamanın yanı sıra amaç ve işlevi itibarıyla bildiğimiz zamandan farklı olan çiftini yaratması gerek değil mi? Böyle bir zıtlık olmadığı için ayetin tam olarak cinsiyet (erkek dışı) olarak çiftlerden bahsettiği aşikar.
Şimdi Kuranın başka ayetlerinde de zevc kelimesinin kullanma şeklini göz önünde bulundurarak ve yine Diyanetin tefsirini esas alarak  Zariyat suresi 49. ayette kullanılan zevc kelimesinin erkek ve dışı olarak anlamamızda hiç bir sakınca olmadığını görüyoruz. Sorumuza geçmeden önce birazda bakterilerin ne olduğuna kısa bir şekilde göz atalım.

BAKTERİLER

Öncelikle biyolojide bakterilerin nasıl tanımlandığına bakalım:

Bakteri- toprakta, suda, canlılarda bulunan, mayalanmaya, çürümeye ya da hastalıklara yol açan, küresel, silindirimsi ya da kıvrık biçimde olan, çok basit yapılı, bölünme yoluyla çoğalan, klorofilsiz, tekgözeli canlılardır.

Bakteriler ilk kez 1976 yılında Antonie van Leeuwenhoek [1-2] tarafından kendi tasarımı olan tek mercekli mikroskop yardımıyla keşfedilmiştir. Onlara "animalcules" (hayvancık) adını takmış, gözlemlerini Kraliyet Derneği'ne (Royal Society'ye) yazılmış bir dizi mektupla yayımlamıştır. [3][4][5] Bacterium adı çok daha sonra, 1838'de Christian Gottfried Ehrenberg tarafından kullanıma sokulmuş, Antik Yunanca "küçük asa" anlamına gelen βακτήριον -α (bacterion -a)'dan türetilmiştir. [6] Latince kullanımıyla Bacteria, bakteri sözcüğünün çoğulu, bacterium ise tekilidir. Bakterilerin cinsiyeti (erkek-disi) yoktur ve eşeysiz üreme yoluyla çoğalırlar. [7]

Peki nedir eşeysiz üreme? Eşeysiz üreme [8] tek bir organizmadan yalnızca bu organizmanın genlerini alarak yeni bir canlı üremesidir. Bu üreme yönteminde ploitlik [a] görülmez. Yani eşeysiz üremelerde Otomiksis [b] haricinde herhangi bir kromozom birleşmesi ve yeni bir canlı yaratılması gerçekleşmez. Ortaya çıkan canlı ana canlının genetik olarak birebir kopyalanmış halidir. Eşeysiz üreme arkea, bakteri ve protistler gibi tek hücreli organizmalar için ana üreme yoludur. Birçok bitki ve mantar eşeysiz ürer.

Müslümanlara bakterilerin erkek ve dişilerinin bulunmadığını söylediğinizde genellikle bakterilerdeki F-faktörünü delil olarak sunarlar. Bunun sebebi de bilim çevrelerinde F-faktörüne daha iyi anlaşılması için erkeklik dişilik faktörü denmesidir. Peki nedir F-faktörü?

Bazı bakterilerde F faktörü [8] (fertilite=döllenme) faktörü bulunur. Bu F faktörü bakterilere vericilik özelliği sağlar ve bu nedenle F faktörü taşıyan bu bakterilere erkek, F faktörü taşımayanlara ise dişi bakteri denir. Bu erkek ve dişi ayrımı alıcı ve verici olan bakterileri daha iyi algılamak için kullanılır. Aslında bir plazmit olan F faktörünün bir hücreden diğerine geçişi sex pilusları aracılığı ile olur. Bunu daha iyi anlayabilmemiz için plazmitin ne olduğunu anlamamız gerek.
Plazmit 9-kendi kendini eşleyebilen, kromozomdan ayrı bir DNA parçasıdır. Tipik olarak dairesel ve çift sarmallıdır. Genelde bakterilerde, bazen ökaryotlarda da bulunur.

1: Kromozomal DNA , 2: Plazmidler

Plazmidler öyle sandığınız gibi X ve Y (erkek dışı) kromozomları değil. Her plazmid kromozomdan bağımsız olarak kopyalanmasını sağlayan bir DNA dizinine sahiptir. İşte bazen bakterilere selektif (antibiyotiğe karşı direnç) avantajlar sağlaması da plazmidlerin kromozomdan bağımsız olan DNA yapısına sahip olmalarıdır. Dolayısıyla plazmidler Bakteri kromozomundan (DNA’sında) ayrı olarak replike (bölünüp çoğalma, yenilenme) olurlar. Ve bunun erkeklik ve dişilik sağlayan kromozomlarla herhangi bir ilişkisi yok.

Aslında bu yanlış anlamanın bir diğer nedeni de Bakteriyel konjugasyondur. Bakteriyel konjugasyon çoğu zaman hatalı olarak cinsel birleşmenin ve üremenin bir benzeri olarak gösteriliyor. Bunun nedeni de Bakteriyel Konjugasyon zamanı DNA aktarımının doğrudan hücresel bir temas yoluyla aktarılıyor olmasıdır. Oysa bu süreç cinsel değildir zira eşey hücreler [c] birleşerek bir zigot [d] oluşturmaz. Olay sadece verici bir hücreden (f-faktörü taşıyan erkek) alıcı bir hücreye (f-faktörü taşımayan dişi) genetik malzeme aktarımından ibarettir ve bu aktarım zamanı hücresel yani fiziki bir temasta bulunmasıdır.[10] Ayrıca Konjugasyon olabilmesi için verici bakterinin konjugatif, yani hareket ettirilebilir bir genetik unsura sahip olması gerekir, bu çoğu zaman bir konjugatif plazmittir. Yani bakterilerde f-faktörü bildiğimiz anlamıyla erkeklik ve dışılık ayrımı oluşturmaz. F-faktörü bakterinin bulundurduğu plazmidlere göre hangisinin alıcı hangisinin verici olduğunu teyit etmek için kullanılan bir terimdir. Cinsellikle uzaktan yakından bir alakası yoktur.

Özetleyecek olursak Zariyat 49'da çift diye kullanılan genel mananın içinde bulunan erkeklik ve dişilik ayrımı bakterilere uymuyor. Zira bakteriler erkek ve dişi olarak ayrılmıyorlar.

Müslümanlar Zariyat 49'u eleştirilerden kurtarmak için bir teori daha üretmişler. Teori şöyle.
Evrende maddenin bir karşıtı yani anti-maddesi vardır. Bu durumda maddeden yaratılan her şeyin (bakteriler de dahil) anti maddesi (karşıtı, eşi, çifti) vardır. Bu teorilerine ünlü fizikçi Stephen Hawking'in [11] şu sözlerini kanıt olarak sunuyorlar:

“Zamanın daha kısa tarihi” kitabında şöyle der: “Karşıt parçacıklardan yapılmış karşıt Dünyalar ve Karşıt insanlar olabilir. Yani eğer karşıt benliğinizle karşılaşırsanız, el sıkışmayın, büyük bir ışık patlaması içinde ikinizde kaybolabilirsiniz.”

Teorinin anti madde kısmı doğru. Zira Paul Dirac [12] denklemiyle maddenin karşıtı bir anti-maddenin var olduğu ortaya çıktı. Fakat Hawking'in sözleri bir teoridir, yani ispatlanmış bir şey değildir. Nitekim Hawking kitabında "olmalıdır" yahut "vardır" demiyor "OLABİLİR"  diyor. Bugüne kadar antimaddeden oluşan dünyalar, insanlar, bakteriler hakkında herhangi elle tutulur bir kanıt bulamadık. Bunlar daha çok teorik düzeyde var olan şeyler. Yani dünyamızda maddeden oluşan bir bakterinin evrenin başka bir yerinde antimaddeden oluşan bir çiftinin olduğu henüz ispat edilmiş bir şey değildir. Onun için bahsi geçen teorinin hiçbir bilimsel tutarlılığı yoktur.

SONUÇ: Konumuzu kısaca özetleyecek olursak:
1: Evrendeki her şeyi Allah'ın yarattığını söylememiz için o şeylerin nasıl yaratıldığını Kur'an'ın detaylarıyla izah etmesi gerek. Bilim Allah'ın yaratma şeklini açıklayacak bir araç olamaz. Zira sürekli değişkendir. Bilim yalnızca Kur'an'da anlatılan yaratılış şeklinin doğru olup olmadığını test etmek için kullanabileceğimiz bir araçtır.
2: Hikmetini bilmesek bile inanmalıyız tezi yanlıştır. Zira İsra 36'ya göre bir şeye inanmak için onun hakkında kesin bilgiye sahip olmamız gerek.
3: Zariyat 49'da kullanılan zevc kelimesini Kur'an'ın bütünüyle ele aldığımızda bir tek zıtlıkların çifti değil cinsiyet anlamında, erkek ve dişi olarak da çift manası taşıdığı görülüyor. Bizim sorguladığımız yönü tam olarak erkek ve dişi olarak yaratılan çiftlerdir. Nitekim ayetin önünde kullanılan (كُلِّ شَيْءٍ) külli şey-in ibaresi Allah'ın yarattıklarından sadece biri olan bakterileri de kapsıyor. O zaman bakterilerin erkek ve dişi olanlarını göstermek zorundasınız.
4: Evrende maddedinin bir karşıtı yani anti maddesi mevcuttur, Zariyat 49 bunu anlatıyor tezi de yanlıştır. Bu tezi savunmak için evrenin her hangi bir yerinde anti-maddeden oluşan bir bakteri türü göstermeniz gerek. Kısacası Zariyat 49'da her şeyi yaratmış olan Allah'ın kendi yarattıkları içinde bakterilerden habersiz olduğu görülüyor.

ŞERİATÇIYLA MÜCADELENİN EL KİTABI | PDF KİTAP

İlhan Arsel'in "Şeriatçıyla Mücadelenin El Kitabı" adlı kitabının pdf formatını sizlerle paylaşıyorum.

Umarım meraklıları için iyi bir kitap paylaşımı olmuştur. İyi okumalar.
Kitabı okumak veya indirmek için aşağıdaki resme veya buraya tıklayabilirsiniz.
Uyarı: Telif hakları eser sahibine aittir, uygun görülmemesi durumunda telif sahibi dinvemitoloji@gmail.com adresinden irtibata geçerek yayını kaldırtabilir.

KUTSAL SUÇLULUAR: TAPINAK ŞÖVALYELERİ

Yazan: HERMES Trismegistos
Tapınağın son Büyük Üstadı Jacques de Molay

TAPINAK ŞÖVALYELERİNİN KISA TARİHİ


9 kişilik gruptan oluşan Tapınak Şövalyeleri Fransız Hugues de Paynes liderliğinde Godfrey de Saint-Omer, André de Montbard, Payen de Montdidier, Archambaud de Saint-Aignan, Geoffroy Bisol, Hughes Rigaud, Rossal ve Gondemare tarafından 1118 yılında Fransa’da oluşturulur. İlk Büyük Üstat, Hugues de Paynes’tir.

Tapınakçıların en baştaki amacı Kudüs’ü ziyaret eden hacıları koruyup kollamaktı ama bundan daha büyük ve her ne kadar hem rahip hem şövalye olsalar da daha tatmin edici amaçlara sahiplerdi.

Tapınak şövalyelerinin varlığı resmi olarak haçlı seferlerinin bitişi ile sonlanmıştır. Beyaz üzerine kırmızı haç motifli giyimleriyle zamanının hem nüfuz hemde savaşçılık olarak korkulan birliklerindendir

TAPINAKÇILARIN YÜKSELİŞİ

1118 yılında Fransız Hugues de Payens ve arkadaşı Godfrey de Saint-Omer hacıları korumak amacı ile kuracakları tarikata destek sağlamak için Kudüs Kralı II. Baudouin'e başvurdular Kral onlara Müslümanlarca Zeytin Dağı olarak adlandırılan Tapınak Tepesi’nde bir yer verdi. Süleyman Mabedi’nin kalıntılarının burada bulunması sebebi ile de Süleyman Tapınağının Şövalyeleri (Templars,Templiers) adını aldı.

Tapınak Şövalyelerinin bilinen ilk ambleminde aynı ata binmiş olan Hugues de Payens ve Godfrey de Saint Omar resmedilmiş bu hem Tapınak Şövalyeleri’nin kardeşliğini hemde kuruluşunun ilk yıllarında sadece bağışlarla varlığını sürdürmesini ve sadeliğini simgeliyor.

Fakat tarikatın bu yoksulluğu fazla sürmedi. Bernard de Clairvaux (Aziz Bernard) kurucu şövalyelerden birinin yeğeniydi, Troyes kentinde toplanan konseyde tarikatı Papa'ya anlattı ve Papa tarafından resmî olarak onaylandılar. Bundan sonra Papa II. İnnocentius tarafından yayınlanan özel bir fermanla tarikat mensupları bütün ülke sınırlarından serbestçe geçme, vergi ödememe ve Papa dışında hiçbir otoriteye karşı hesap vermeme gibi geniş haklara sahip oldu. Papa'dan gördükleri bu destek sonrasında Avrupa genelinde soylulardan para, arazi ve askerî destek gördüler.

En güçlü dönemlerinde askerî varlıkları 20 bini bulan Tapınakçılar¸ sahip oldukları silahlı gücün ötesinde¸ ülkelerin ve imparatorlukların geleceğini belirleyecek ölçüde caydırıcı bir güce erişmişlerdir. Öylesine zenginleşip güçlendiler ki¸ Avrupalı kralları¸ borç para bulmak umuduyla kendilerinin kapısını çalmak¸ yüksek faizlerle büyük borçlar altına girmek zorunda bırakmışlardır. Sonuçta bu da kendilerine¸ krallar üzerinde söz sahibi olma ve onları yönlendirme imkânı sundu.

Tapınak Şövalyeleri aynı zamanda o dönemde Müslüman dünyasına karşı gerçekleştirilen Haçlı seferlerine de katıldı. Yapılan bu seferler barış içinde yaşayan Müslümanlara karşı barbar bir saldırıydı. Bu olay binlerce masum sivilin yaşamını yitirmesine yol açtı Bu yüzden¸ Selahaddin Eyyûbî 1187'deki Hıttin Zaferi'nden sonra¸ Hristiyanların büyük bir bölümünü bağışlamasına rağmen¸ Tapınakçıları affetmemiş; işledikleri katliamlardan ötürü onları idamla cezalandırmıştır. Hıttin'den sonra Kudüs'teki merkezlerini kaybetmelerine ve pek çok kayıp vermelerine rağmen Tapınakçılar yine de varlıklarını korudular.

Hristiyanlar 1229 yılında Kudüs'ü geri aldılarsa da 1244 yılında şehri bu kez Memlükler aldı. Akka'ya taşıdıkları karargâhlarını da 1291 yılında kaybeden tarikat, merkezini Kıbrıs'taki Limasol'a taşımak zorunda kaldılar.Bu hezimetlerden sonra Tapınakçılar güçlerini kaybetmiş olsalar da vatanları Fransa'ya çekilip Hospitalier Şövalyelerinin ve Töton Şövalyelerinin yaptığı gibi devlet içinde devlet mantığı ile varlıklarını sürdürme çabaları sonlarını hazırladı.

TAPINAKÇILARIN DÜŞÜŞÜ

Haçlı Seferleri'nin hezimetle sonuçlanması üzerine misyonları bitmesi gerekirken¸ onlar siyasi güçlerini¸ servet ve üyelerini artırmaya devam ettirmişlerdir. Bir müddet sonra Papalık ve Fransa Kralı 4. Filip (IV. Philippe)¸ Tapınakçıların¸ giriştikleri politik oyunlar ve karanlık amaçlarla kontrol edilemez bir kuvvete erişmelerinden tedirginlik duymuş ve güçlerinin azaltılması gerektiğine karar vermiştir.

1307'de ise Papa V. Clemens'in emriyle bazı şövalyeler geri çağrılmıştır. Dinden sapma¸ eşcinsellik¸ şeytana tapma ve büyücülükle suçlanarak işkence edilmek ve yakılmak suretiyle öldürülmüşlerdir. 1314'de Tapınak Şövalyeleri'nin büyük üstadı Jacques de Molay ve 34 üyesi¸ Paris'te kazığa çakılarak yakılmıştır.


TAPINAKÇILARIN İSA HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERİ

Tarih boyunca süregelen rivayetlere göre Tapınakçıların İsa hakkındaki görüşleri Hristiyanlıktan çok daha farklıdır. Yaygın olan bir rivayete göre Tapınakçı şövalyeler Johannit mezhebe mensupturlar.
Bilindiği gibi, Hristiyanlık tarihine baktığımızda İsa’nın gelişinden önce Vaftizci Yahya’nın kişiliğinin öne çıktığını görürüz. Ancak Yahya , kabul edilen İncillerde İsa’nın geleceğini müjdeleyip onun vaftiz olmasını sağlayan bir kişidir sadece . Hatta Matta İncilinde Yahya şöyle der : «Gerçi ben sizi tövbe için suyla vaftiz ediyorum, ama benden sonra gelen benden daha güçlüdür. Ben O’nun çarıklarını çıkarmaya bile layık değilim. O sizi Kutsal Ruh ve ateşle vaftiz edecek.» Ancak zaman içinde bazı topluluklar Yahya’yı İsa’dan daha önemli tutmuşlar hatta bu düşüncelerini çağlar boyu, İsa betimlemelerinde aslında Yahya’yı resmederek sürdürmüşlerdir.
Aslında Tapınakçıların Johannit olduklarına dair çok da somut deliller yoktur , ancak kendilerine yöneltilen birtakım suçlamalarda Johannit mezhebe yöneltilen suçlamalara benzer suçlamalar vardır. Son yıllarda yapılan araştırmalar ise , biraz zorlamalı da olsa, bazı Tapınakçı sembollerinde Johannit mezhebine ait izler bulmaktadırlar.
Tapınakçılara atfedilen başka bir inanışa göre ise Tapınakçılar Mecdelli Meryem’in İsa’nın karısı olduğuna ve Mecdelliden bir çocuğu olduğuna inanırlar.

Anlattığım gibi Tapınakçılar seks ayinleri,kadın veya küçük çocuk kurban etme,keçi kurban etme,haça ve Hristiyanların kutsal saydıkları ikonalara işeme, eşcinsel ilişki,kaba at öpme gibi pis şeylerle suçlanarak kağıt üzerinde ortadan kaldırılmıştır ama daha sonraki yüzyıllarda farklı örgütler adı altında¸ yer altına indiler Avrupa'da (Sadece Fransa'da 9 bin temsilcilikleri vardı ve çeşitli ülkelere yayılmış binlerce şato ve merkezleri bulunuyordu.) varlıklarını devam ettirmişlerdir. Bunların en önemlisi "Rose Croix" (Gül Haç) örgütüdür.

Tapınakçılığın¸ İllüminati ve masonluk gibi örgütler aracılığıyla sürdürüldüğü ve hatta masonluğun etkisiyle gelişen Fransız Devrimi ve Amerika'nın bağımsızlığı gibi topyekûn Batı'nın siyasi geleceğini belirleyen pek çok mühim hadisenin bunun bir sonucu olduğu kimi tarihçiler ve yazarlar tarafından savunulmaktadır.

Tapınak şövalyeleri tanrı adına kurulmuş bir tarikattı kilisenin söylediği suçları işlemişler mi kesin kanıt olmadığı için tam olarak bilmiyoruz fakat farklı bir bilgiye göre tapınakçıların büyük üstadı Jacques de Molay idam edilirken itiraz etmemiş hatta kılı bile kıpırdamamış. Bundan kimileri tarikatın yer altındaki nüfuzuna ve ebedi olacağına güvendiği için tepki göstermediği yorumunu yapar.

HRİSTİYANLIĞIN İÇİNDEKİ PAGANLIK

Yazan: HERMES Trismegistos
HRİSTİYANLIKTAKİ PAGAN ETKİLERİ

Şöyle başlamak isterim Hristiyanlar ilk yayılma zamanlarında yada Milan fermanına kadar diyelim çok fena zulüm ve işkenceye maruz kaldılar zira Hristiyanlık paganlığa Romalıların dinine göre çok farklılık gösteren bir din olmuştu bunun birçok sebebi olduğu gibi en büyük sebebi de tek bir tanrı olabileceğini paganların anlayamaması olarak yorumlayabiliriz.

Romalılar çoğunlukla dini inanç konularında hoşgörülü davrandılar ve sayısız dini tarikat, kült, kurtarıcı ve kurtarıcıların kısıtlama olmaksızın proleterleşmesine izin verdiler. Toplumun sadık ve itaatkâr üyeleri, İsa da dahil olmak üzere istedikleri Tanrı'ya inanabilirler. İnanç, Roma makamlarının ilgisini çekmeyen özel bir konuydu. Roma uyumu, otoriteye itaat etmeye ve devlete sadakatin - Roma Tanrılarına sembolik fedakarlıklarla özetlenerek - vaat edilmesine dayanıyordu. Daha sonraki yanlış algıların aksine, ilk başta Romalılar İsa'ya olan inanca karşı çıkmadılar. Daha ziyade, Romalılar Roma otoritesini Hristiyanlaşmanın nedeni olarak reddedenlere, Roma Tanrılarına kurban etmeyi reddeden inananların (bağlılık yeminin eşdeğeri) dahil edilmesine zulmettiler. İsa'nın Yahudi olmayan inançlılara yönelik Roma zulmü iki yüzyıldan fazla sürdü ve yerel düzeyde tacizi içeriyordu ve zulmü resmen onayladı ya da reddetti. Resmi olarak yaptırım uygulanan Roma zulmü en çok Marcus Aurelius (161-180), Decius (249-251), Diocletian (281-305) ve Galerius (305-312) saltanatı sırasında yoğun olmuştur.

Bundan çıkaracağımız sonuç Romalılar hoşgörülü fakat otoriterdir, tabiri caizse tanrı göklerden tüm insanlığın duyabileceği bir şekilde bizimle konuşsa bile şahsi fikrim Romalıların ne kadar doğru olsa da bu dine bile kabulleneceklerini sanmam tabi bunun üstüne sürebileceğiniz argümanda Romalıların daha doğrusu önce doğu romanın Hristiyanlığı kabul edişidir.
Kökenini ve Hristiyanlığın başlangıçta paganlıktan ne kadar farklı olduğunu açıkladığıma göre sıra neden Hristiyanlığın paganlaştığına geldi.

HRİSTİYANLIĞIN PAGANLAŞMA NEDENLERİ

Hristiyanlığı tebliğ etmek yada misyonerlik bunun en başlıca sebebidir.Şöyle düşünebilirsiniz yepyeni bir dini görüş ama asırlardır hakim olan başka bir dini görüş de bunun rakibi bu yüzden bu dini karşına almak yerine onu yozlaştırarak kendi dinini onun içinde büyütmelisin bakın bu tamamen kişilerin dinlerini yayma isteği yüzünden dinini çarpıtarak yaymak ne kadar doğru tartışılır tabi.Zamanın misyoner Hristiyanları Hristiyanlığı paganlığa benzeterek tebliğ ettiler ki insanlar yabancılaşmasın yada Hristiyanlığa kolay geçebilsin.
  
Dünyadaki bir çok dini görüşte tanrının oğlu  terimi vardır, veya tanrının tahtını kendi kanından oğluna devretmesi. Güneş tanrısı Apollon Zeus’un Leto’dan olan oğlu Apollon Zeus’un veliaht oğludur,bir örnek vermek gerekirse ikonalarda yada fresklerde İsa’nın kafasında hale ile resmedilmesi de diyebilirim. 

HRİSTİYANLIĞIN İÇİNDEKİ PAGAN ÖGELER

Mitra, Diyanissos, Attis, Krişna , Hepsinin doğumu 25 Aralıktır ve hepsi çarmığa gerilmiştir. Sizce de benzer değil mi?
İsa'dan öncede ölüp dirilen pagan tanrılar olmuştur,bu GrekoRomen inanç Hristiyanlığı öyle etkilemiştir ki İncil bile İsa'nın dili olan Aramice değilde Yunanca yazılmıştır.

Komünyon ayini;
Komünyon ayini ekmek ve şarap ayini olarak bilinir ve İsa'nın kanı olan şarabı içip İsa'nın eti olan ekmeği yiyerek arınmayı amaçlar.

İncil de bu şöyle ifade edilir;
Yu 6:53 İsa onlara şöyle dedi: «Size doğrusunu söyleyeyim, İnsanoğlu’nun bedenini yiyip kanını içmedikçe, sizde yaşam olmaz.
Yu 6:54 Bedenimi yiyenin, kanımı içenin sonsuz yaşamı vardır ve ben onu son günde dirilteceğim.
Yu 6:55 Çünkü bedenim gerçek yiyecek, kanım gerçek içecektir.
Yu 6:56 Bedenimi yiyip kanımı içen bende yaşar, ben de onda.”

Peki ya bu ayetlerin kökeni nedir?

Pagan Yunanların Dionysos ve Attis kültürüdür,Dionysosçular bazen bir hayvanı kurban ederek ve etini yiyerek sembolik olarak Dionysos'un ruhu ile bütünleşip arınmayı yada ruhen ölümsüz olmayı amaçlamışlardır,

Bugün kiliselerde hala gerçekleştirilen bu ayini İncil yazarları (yada her kim yazdıysa) bu kültten alıp İncil'de İsa'nın ağzındanmış tanrının sözüymüş gibi anlatmışlardır.
Yukarıda anlattığım gibi bu ayetler sadece Yuhanna incilinde geçer çünkü Yuhanna incili ve Pavlus’un mektupları paganizmden en fazla etkilenen yazıtlardır. İncil'de yine paganizmden ziyadesiyle etkilenmiş bir hikaye daha vardır;

Yu 2:7 İsa hizmet edenlere, «Küpleri suyla doldurun» dedi. Küpleri ağızlarına kadar doldurdular.
Yu 2:8 Sonra hizmet edenlere, «Şimdi bundan alın, şölen başkanına götürün» dedi. Onlar da götürdüler.
Yu 2:9-10 Şölen başkanı, şaraba dönüşmüş suyu tattı.”
Suyu şaraba dönüştürmek sıradan bir mucize sayılabilir ama bununda kökeni yine şarap tanrısı Dionysosdur.

Dionysos da aynı İsa gibi suyu şaraba dönüştürmüştü…Ve bu mucize Dionysos inançlılarınca sürekli dile getiriliyordu…Yuhanna incili yazarları bu mucizeyi kendi tanrıları olan İsa’ya uyarlayıverdiler.

MİTRA VE İSA MESİH BENZERLİĞİ

Mitra’nın kayadan doğduğu belirtilen versiyonlarında “kayadan gelen Tanrı” (Theos ek Petras) olduğu söylenirdi. Takipçileri, kurtarıcı Tanrı Mitra’nın doğduğu bu kayadan çıkan “ruhsal” suyu içmeye çalışırdı. Aynı hikaye İsa’ya şöyle uyarlanmıştır;

Hepsi aynı ruhsal içeceği içti. Artlarından gelen ruhsal kayadan içtiler, ve o kaya Mesih'ti.”

Mitra aynı zamanda bir “güneş” Tanrısı idi. Güneş tanrısı olarak takipçileri tarafından “Light of the World” (Düyanın ışığı) olarak bilinirdi.

İncil’de aynı lakap, İsa’ya uyarlanmıştır:
Yu 8:12 “İsa yine halka seslenip şöyle dedi: «Ben dünyanın ışığıyım. Benim ardımdan gelen, asla karanlıkta yürümez, yaşam ışığına sahip olur.”

Mitra şöyle der:
Bedenimden yemeyecek ve kanımdan içmeyecek böylece benimle bir olmayacak kişi kurtarılmayacak kişidir”

Benzer ifade Dionysos'da da bahsettiğim gibi Yuhanna incilinde geçer.

Mitra bir yazıtta şöyle der:
“Ölümsüz kanıp döküp bizi kurtardın” (R. Turcan “Cults of the Roman Empire” 226)
 
Aynı ifade, “İsa’nın bizim için döktüğü kutsal kanıyla kurtulduk” şeklinde İncil’de hayat bulur.
 
Tıpkı İsa gibi Mitra'da öldükten sonra göğe yükselmiş ve insanları yargılamak için geri döneceği söylenmiştir.

BABA TANRININ ZEUS (JÜPİTER) İLE BENZERLİĞİ

Şimdi biraz da tanrı babanın Zeus ile benzerliğine değinelim.
Baba tanrı dünyada resim sanatında hep saçı sakalı ağarmış bir o kadarda ruhani ve kuvvetli bir ihtiyar olarak gösterilir.

İlk iki resim Hristiyan tanrısının betimlenişidir.

Ademin yaratılışı (Michalengelo)


Cima da Conegliano'nun Baba Tanrı isimli tablosu, yak. 1515

Şimdi de Zeus'un tasvirlerine bakalım.

4 nehir çeşmesindeki Zeus heykeli (Gianlorenzo Bernini)


Hera ve Zeus (Albertina Müzesi)


Bunlardan anlayacağımız şey ise yalnızca İsa Mesih'in değil baba tanrının hatta ayin ve ritüellerin çoğunda bile eski pagan inaçlarından esinler olmasıdır. Bunun nedeni dini yaymak beklide insanların uyum sağlamasını sağlamaktır zira belki de bunlar olmasaydı Milan fermanı ve Büyük Konstatin’in Hristiyanlığı kabulünden önce Hristiyanlık küçük topluluklar tarafından bilinen bir dinden başka bir şey olmayacaktı.