HABERLER
Dini Haber

KORE ŞAMANİZMİ RİTÜEL VE UYGULAMALARI

şamanizm, Kore şamanizmi,Kore şamanizmi ritüelleri,Şamanizm ritüel ve uygulamaları,Şamanlık,Kadın şamanlar,Kore ve şamanizm,din,A,Kore inançları
Şamanizm Kore'de tarih öncesi çağlardan günümüze kadar geniş bir alanda uygulandı. Kuzeydoğu Asya ve Arktik kültürlerinden kaynaklanan bir inanç sistemidir ve şamanizm terimi pek çok farklı kültürde daha geniş bir anlam kazanmış olmasına rağmen, eski Kore'de kendi atadığı uygulayıcıların yaşamaya yardımcı olmak için ruh dünyası ile temas ve nüfuz etme sözü verdiği orijinal şeklini korumuştur. Şamanlara, değerlerine inananlar tarafından yetki verildi. Bu yüzden Şamanizm bir din değildir ve hiçbir hiyerarşik rahiplik sistemi, metni veya hiçbir dogması yoktur. Kore'nin kayıtlı tarihinin çoğu için, Budizm resmi devlet diniydi, fakat şamanizm sıradan büyük köylü nüfusu için önemli olmaya devam etti. Eski Kore kültürü üzerindeki etkisi, hayatta kalan sanat, mimari, edebiyat ve müzikte en somut olanıdır.

RİTÜEL VE UYGULAMALAR
Korece “yanlış” ya da “batıl inanç” olarak adlandırılan şamanizmde, yaşamın ötesinde başka bir dünya olduğu ve bu ruh dünyasında insan ilişkilerini etkileyebilecek iyi ve kötü varlıklar olduğu düşünülmektedir. Buna ek olarak, şamanizm, ağaçların, dağların, kayaların ve akarsular gibi doğal özelliklerin kendi ruhlarına sahip olduklarına ve yer, tapınak ve mezarların yerleştirildiği yer olan geomanlık düşüncesine sahip oldukları yerlerde, animizm unsurları ile karıştırıldı. Örneğin, dikkate alınacak ve bu ruhsal konutların ve yaşam kuvvetlerinin konumlarından en iyi şekilde yararlanacak şekilde dikkatle düşünülür. Bir şaman, en azından inananlar için, yalnızca bu ruhlarla iletişim kurmak değil, dünyalarına girmek için de bir yeteneğe sahiptir. Alternatif olarak, bir kut ritüeli içinde, bir ruhaniyet veya belirli bir tanrı şamanın bedenine geçici olarak sahip olabilir veya birlikte yaşayabilir ve bir konuşma yapabilir. Bunu, davul çalma ve zil çalma eşliğinde uzun süreli şarkı söyleme ve dans yoluyla ulaşılan değişmiş bir bilinç veya trans durumunda yapar. Son olarak, şamanlar iyileştirici güçler ve doğurganlık ve uzun ömür gibi vücut üzerinde olumlu etkileri teşvik etme yeteneği ile de ödüllendirilmiştir.

Kadın şamanlar “mudang” olarak bilinirken, erkekler “paksu” ya da “pansu” olarak biliniyordu, çünkü eskiden çok daha fazlası vardı, çünkü büyük bir kısmı kadınların takip etmesine izin verilen dört işten biriydi. Şaman olmak belirli bir tören, öğrenme veya inisiyasyon gerektirmiyordu. Mudang'ın kızları genellikle annelerinin ayak izlerini takip ettiler ve şamanlar oldular. Şamanların yeteneklerini yerine getirebilecekleri ama ihtiyaç duydukları her yerde gerçekleştirilebilecek özel bir yeri veya tapınağı yoktu fakat Dağ Tanrısı'na bağlı dağlık bölgelerdekiler gibi bazı şaman türbeleri de mevcuttu.

Şamanların herhangi bir özel kuruluşla ya da herhangi bir dini sorumlulukla hiçbir bağlantısı yoktu, inananlar onları bunu göze alarak görevlendirdiler. Ancak, birçok insan bu dünya ile ruh alanı arasında bir araç olarak hareket etme yeteneklerine inanmıştı. Bir grup ruh, özellikle de atalarından kalma ruhlardan olan "chosang" insanların baş belası olabilirdi ve her türlü olumsuz olay için suçlanırlardı. Daha sonra bir şaman bu ruhlarla temas kurmak ve huzursuzluklarının sebebini bulmak için kullanıldı, böylece yaşamın işlerinden ayrılmak üzere uğurlanırdı.

"Mudang" ve "paksu" nun Şamanlar için eski Kore halk toplumlarının toplum liderleri arasında yer aldığı düşünülüyordu, hatta belki de tek hükümdar olmuştu. Erken Silla krallarının şartlarından biri "chachaung" ya da şaman olmak idi. Bu olasılık, Silla krallığının 5. ve 6. yüzyıldan kalma kraliyet mezarları olan altın kronların tasarımlarıyla daha da ileri sürülmüştür. Bu kuronlar ağaç benzeri uzantılara, Şamanizm sanatında yaygın olarak bulunan bir motife ve Sibirya kabilelerinden gelenlere benzer. Çağdaş Baekje (Paekche) krallığı, kraliyet kronları için bir tür dallanma gibi süslemeler de üretti. Kore mitolojisi, Koreli ırkın Dangun'un kurucusu olarak şamanist niteliklere veya mirasa sahip olduğu gibi liderlerini tanımlamaktadır ve bazen sanatta Sansin olarak resmedilmiştir.

Yazan & Çeviren: A.Kara

UYANIŞ

GF, din, islamiyet, İslamiyetin aydınlık çağı, İslamiyetin son din olduğunun kanıtları, İslam son din mi?, İslamın karanlık dönemi, İslam ve zenci isyanı, İslam ve Afrika, Uyanış,

UYANIŞ


İslam felsefesi skolastik felsefe üzerine inşaa edilmiş  ve teorisyenliğini de Gazali  yapmıştır, tarihi dikkatli analiz eden herkes bunu bilir ve görebilir. Mesela 13. yüzyılda yaşayan Thomas Aquinas da Gazalî'nin bu skolastik felsefesinden etkilenmiş ve  Katolik kilisesinin teorisyenliğini üstlenmiştir. 1917 yılında bu adamın fikirleri Papalığın resmi görüşleri olarak kabul edilmiştir. Yani bu iki teorisyen yaklaşık bin yıldır skolastik düşünceleriyle insanlığı kararttılar , cehalete ve korkuya boğdular. Avrupa, Rönesans ve Reform hareketleri sayesinde bu karanlıktan kurtuldu.
Müslümanlar İslamın karanlık bir  dönemi olmadığını düşünürler ekseriyetle. Hatta bazı tarihçiler İslam Tarihinde en aydınlık döneminin 9. yy olduğunu iddia ederler. Bu tarihçiler(!) aydınlık dedikleri 9. Yüzyılda inanılmaz  ağır ve zor  koşullarda  bağda bahçede  çalıştırıldıkları için isyan eden 500.000 kölenin öldürüldüğü "Siyahi İsyanı"nı ne hikmetse yazmazlar. Bin yıl önce tartışılıp üstü kapatılan ve Kur'anın Ezeli mi Mahluk mu olduğunu tartışmasını yazmadıkları gibi! Aşırı bilgi eksikliğinden, bilgiye kapalı olduklarından ya da en doğrusu unutturmaya çalıştıkları için olabilir.

İSLAMİYETİN AYDINLIK ÇAĞI GERÇEKTEN YAŞANDI MI ?

Muhyiddin Arabi, İbn Haldun, Battani, İbn Rüşd, El Kındi, Farabi, İbn Sina, Harezmi, Nasreddin Tusi ve bir çok  Müslüman olduğu  düşünülerek müslümanların  övündüğü alimler ve yaşadıkları olayları düşünmek bile bu sorunun cevabını bulmak için yeterli olacaktır. Zira İslamiyetin karanlıktan hiç çıkamadığını biliyoruz.
Müslüman arkadaşlar, Müslüman  diye övündükleri  bu alimlerin fikirlerini ve nasıl bir hayat yaşadıklarını hiç araştırdılar mı acaba?
Bazı Müslüman arkadaşların , karşısında farklı fikirlere sahip insanları görünce , sürekli şerefleri ve  insanlık onurları aleyhinde  söylemler geliştirerek, hakaret, küfür ettiklerini ve  en nihayetinde de öldürmekle tehdit etmeleri , inandıkları ilkelerin ve inanç sisteminin  vahşetini göstermesi açısından ibret verici ögeler taşıyor.
Düşünün bir kez , Ol deyince kainatı yaratan, makro ve mikro evrendeki her şeyi tasarlayan, tüm zamanların, geçmişin ve geleceğin sahibi olduğu iddia edilen Allah'ın, Peygamberi Muhammed'e görev verirken Afrika kıtasını unutmuş olduğu gerçeğini İslam  dünyası neden hiç irdelemez. İlerlemenin hep kuzeye doğru gerçekleştiğinin sebeplerini neden hiç sorgulamaz ?
Kuzeyde yaşayan insanlar aynı Allah'ın gönderdiği kitaplara inanıyor ve yaşıyorlardı. Halbuki kendisine şirk koşulduğu için putlara çok kızan Allah ,  Güneyde, Afrika'da  puta tapan binlerce kabile olmasına  rağmen o insanlarla hiç ilgilenmedi.  İslamiyet o taraflara hiç gitmedi. Put düşmanı Allah oraları unutmuştu sanki. Yaşadığı iddia edilen Peygamber Muhammed ve Halifelerinin gözleri hep kuzeye baktı ve Allah’a inanan insanları hedef seçtiler.
Fethettiği  zengin ülkelerin ganimetleri de Kur’an’da hukuken düzenlenmişti üstelik. Afrika’da  ilkel bir şekilde yaşayan ve puta tapan kabilelerin ellerinde ganimet hiç yoktu oysa. Acaba para ve güç peşinde mi koşuyorlardı? Şuanda da yaptıkları gibi!


Müslümanların inancına göre bu dünya nimetleri haram, bu dünyanın bir değeri yok ve her Müslüman ahiret hayatı için hazırlanmak zorunda. Hal böyle olunca , dünya malının bir değeri yok, dünya malı dünyada kalıyor !
Peki bu durumda  Fey, Ayetnip, Humus, Ganimet ne olabilir ki?
Güneyde puta tapan kabilelerden  bunların hiçbiri elde edilemediği için Allah'ın yolu sadece ganimet merkezli  kuzeye ışık vermiş olsa gerek !

MÜSLÜMANLARIN , İNSANLIĞIN SON DİNİ OLDUĞUNU İDDİA ETTİKLERİ İSLAMİYETİN BELGELERİ NEREDE ? 
3500-4000 yıllık Mısır uygarlıklarının belgeleri bile günümüze ulaşmışken İslamiyetin belgeleri ne hikmetse yok!
İslamiyetle ilgili herşey 750-760 yıllarından itibaren başlıyor. Kur'an bile  henüz yok ortada.
En eski eksiksiz tam nüsha Kur’an Hicri 393 yılına bilimsel olarak kayıtlı. Bunun dışında bölük pörçük sayfalar halinde 715-720 yılına kayıtlı Avrupa’da çeşitli üniversitelerde bulunan Fragmentler var.

Kur’an için Harfi değişmemiş diyorlar ya , Türk-İslam dünyasında bu konunun en önemli uzmanı olarak kabul edilenlerden biri olan Dr. Tayyar AltıKulaç'ın İngilizce yazdığı(!) Al Mushaf Al Sharif Quran of Uthman Bin Affan adlı eserinde eski Kur’an Mushaflarında  binlerce değişiklik yapıldığını ve tutarsızlık olduğunu ispatlıyor. Hatta eski Diyanet İşleri Başkanı Tayyar Bey eski Mushaflara erişimin yasaklanmasını ve uluslar arası bir komisyon kurularak Kur’an’ın güncellenmesini istiyor! Hep güncelliyorsunuz nedense harfi değişmemiş olduğunu iddia ettiğiniz Kur’an’ı !

SADECE KUR'AN MI ?
Müslümanların inandıkları herşey rivayet üzerine inşaa edilmiş durumda. İslamiyetin ilk 200 yılı karanlıkta , aslı astarı olmayan muğlak bilgilerle şekillenmiş.
Günümüze ulaşmış bir kemik parçası , bir taş , yazılı tek bir belge yok.
Kutsal emanetler diye gidip ziyaret ettikleri materyallerin tarihi 600-700 seneyi geçmez.. Kaldı ki kıla , saça , hırkaya bu denli tapınma kendi inançları ile doğru orantılı değil , müslümanlar inançlarına şirk koştuklarının farkında dahi değiller.
Muhammed hakkında yazılı bir belge yok, olmadığı gibi eş zamanlı bir sözlü rivayet zinciri de sağlıklı olarak kurulamıyor. Düşünün veda hutbesinde sözüm ona binlerce kişinin dinlediği söylenen Peygamber hakkında, kendisini dinlediği iddia edilen binlerce insan geriye tek bir sözlü nakil bırakmamışlar.
İlk sözlü rivayetler 710 yılı itibariyle ortaya çıkmaya başlıyor , onlarda silik - kopuk ne olduğu belli olmayan sözler.
Ancak 8. yy sonlarına doğru net rivayetler ortaya çıkmaya başlıyor yani Muhammed'in öldüğü rivayet edilen 632 yılından yaklaşık 150 yıl sonra.
Muhammed hakkında yazılan herşey koca bir yalandan ibaret. Rivayetlerin hiç biri sahih değil , birileri 150 yıl sonra uydurmuş uydurmuş yazmış ve milyarlarca insan buna inanmış.
Bir yalana milyarlarca insanın inanması onu doğru yapmadığı gibi , yaygın bir ruh hastalığı belirtisidir bu.
İlki 1850 yıllarında ve diğerleri 1950 yılında ortaya çıkan ve Muhammed'in olduğu iddia edilen mektuplardan çoğumuzun haberi vardır ama bunların hepsinin sahte , kurmaca olduğunu çoğu insan bilmez.. Çünkü bu mektuplara tarih isnad analizi yapılmamıştır ayrıca yazı dili ise döneme ait değildir.
Bu mektupların yaş ve tarih analizi yapılmadığı gibi üzerinde akademik bir çalışma ya da araştırma yapılmamıştır.
Sadece Muhammed Hamidullah'ın yazdığı bir kitap vardır bu mektuplar hakkında , o da mektupları övmekten öteye gitmeyen bir çalışma zira mektupların orijinalleri ortada yok !


Müslümanlarının büyük çoğunluğu zaman zaman bizleri yani nonteistleri yaşadığını iddia ettikleri Halife Ali argümanı ile korkutmaya çalışıyorlar "eğer sizin dediğiniz doğu ise bizim kaybedecek bir şeyimiz yok ama eğer bizim dediğimiz doğu ise siz zararlı çıkacaksınız"
İşte bakın bu bile Müslüman arkadaşların bilinç altlarında ki korkunun tezahürü ve itikat zayıflığından başka bir şey değildir.
Bu argümanla karşılaşınca ister istemez "Tanrı Zar Atmaz" argümanı geliyor aklıma. Oysa görünüşe göre Müslümanlar zarı atmış ve binlerce din , binlerce tanrı arasından doğru olanı bulmuşlar , acaba kaç tanesi diğer dinleri ve tanrı kavramlarını araştırıp sorguladılar ?
Peki ya diğer dinlerden ya da tanrılardan biri doğru ise !

Müslümanlara ve kutsal gördükleri kitaba göre Allah cehennemi insanlarla doldurmaya söz vermiş. Cehennem inancının antik pagan inançlara ait bir korku öğesi olduğunu ve binlerce yıl önce , şuan İsrail dediğimiz yerde ölülerin yakıldığı ve uzun süreli yanması için kükürt dökülerek sürekli bir sönmeyen ateşin sağlandığı Geihinnom diye bir vadinin bulunduğunu ve cehennem isminin de oradan geldiğini kaç müslüman biliyor ki ?

Müslümanların en büyük hatası kendi doğrularını kesin kabul edip , başka doğrulara gözlerini kapatmaları işte bu noktada diğer inançlara tahammülsüzlük ve nefret hat safhaya ulaşıyor.
13.5 milyar yaşında ki evrenin ve 4.5 milyar yaşında ki dünyanın düzeninin düzeninin 1400 (gerçeği 1000) yıllık İslamiyet tarafından düzenleneceğini sanmak cahillikten öte bir şey değildir.
Ufak tefek istisnalar haricinde bir Hristiyana İslamiyeti anlatamazsın , bir Budiste Muhammed'i sevdiremezsin , bir Yahudiye Kur'an'ı meşru gösteremezsin , İslamiyet'in çapı ancak diğer dinlerin çapının sınırına kadardır.
Mesela Hristiyan inancı doğru ise ve İsa geri dönerse Muhammed yalancı durumuna düşmeyecek mi ?
Mehdi inip Mesihle mi savaşacak !
Şuan kendine Müslüman diyen arkadaşlar çok değil 1500-1600 sene önce yaşamış olsalardı İslamiyetten haberleri dahi olmayacaktı yani sen neye inanırsan inan , inancın dönemseldir.
Bir süre sonra , bugünün inançları klasik dönem inançları adını alacaklar.
Kısacası dünün inançları bugünün mitolojisi olduğu gibi , bugünün inançları da yarının mitolojisi olacaklar.
Bugün nasıl ki Olymposta oturup yıldırımlar fırlatan bir Tanrımız yoksa , yarın da kendi yarattığını cehennemde yakıp , irinli sular içiren bir Tanrımız olmayacak !

Sevgili Müslüman arkadaşlar ben sadece bir Ateistim bundan ötesi değil.. Benimle aynı fikirde olmayanları tehdit edip onlara karşı savaşmıyorum , 9 yaşında bir kızdan tahrik olmuyorum , cinsiyet , ırk ve insan ayrımı yapmıyorum , benden - senden ayrımı yapmıyorum , kimseyi ötekileştirmiyorum..
Senden benim yaptığım şeyleri de istemiyorum, sadece okumanı , araştırmanı , sorgulamanı ve bir dinden de bağımsız iyi bir insan olunabileceğini idrak etmeni istiyorum.. Zaten okuyup sorgulayıp bunları idrak ettiğin gün iyi bir insan olmak için herhangi bir dine ihtiyacın olmadığını göreceksin !

Yazan: Gregoire de Fronsac

ŞAMANİZM: ESKİ BİR TÜRK İNANIŞI

şamanizm, Eski Türk inancı,Eski Türkler ve Şamanizm, Şamanizm inancı, şamanizm nedir, Şamanizm'de gökyüzü,Şamanlar,Türkler'in eski inancı,Şamanizm tarihi,Şaman etimolojisi
Şamanlar uzun zamandan beri Sibirya'dan Hindistan'a, Afrika'ya ve Amerika'ya kadar geniş bir bölgede görülüyordu. Türk halklarının çoğu, Şamanistik geleneklere sahipti ve adı Gök Tanrı anlamına gelen üstün bir yaratıcıya inanıyorlardı.

Tarih kitapları, Türk halkının şamanizmi uygulamaya alışkın olduklarını belirtmektedir. Şaman, doğaüstü güçlerle temas etme yeteneğine sahip bir kişidir. Günümüz medyumlarını anımsatan Şamanlar, trance gibi davrandıkları gibi namaz kılmaları gibi kendi yöntemleriyle kendilerini trans hallerinde kaybederlerdi. Özel kıyafetleri, davulları ya da diğer belirli araçları kullanmışlar, dans etmişler ve sıradan insanların göremediği ya da duymadığı ruhlar ya da cinler gibi şeyler hakkında bilgi sahibi olmuşlardı. Şamanlar şair değildir, ancak duaları genellikle anlamsız ama büyülü kelimeler içeren bir şiir biçimindedir.

Şamanlar batı dinlerinde gördüğümüz din adamlarından ziyade “tıp adamları” idi. Geleceği de önceden bildirdikleri söyleniyor. Şamanlar, insanları kötülük ruhunu öldürüp yedikten ve ruhsal dünyada meydana gelen şeylerden bahsederek iyileştirirdi. Şamanların yetenekleri çoğunlukla kalıtsal olarak görülüyordu ve hem erkekler hem de kadınlar şaman olabiliyordu.

Şamanlar, Sibirya'dan Hindistan'a, Afrika'ya ve Amerika'ya kadar geniş bir bölgede yaygın olarak görülüyordu. Onlar dini uygulayıcılar olarak adlandırıldığından, bu bölgelerde karşılaştığımız dinlere şamanizm denir. Gerçekten de Şamanizm bağımsız bir din değildir, dinlerin bir parçası olan doğaüstü güçlerin bir sistemidir. Şamanizmin her dinde gözlemlenebileceğini söylemek yanlış olmayacaktır.

Antik Roma'da insanlar, bir sonraki yaşamlara ve ruhlara inanan insanlar için çok önemliydi. Birbirinin ellerinde çarpıcı silahlarla dans eden, şarkı söyleyen ve müzik yapan Salius rahipleri şamanlara benziyordu. Şamanlar ve Druidler arasındaki benzerlik, beyaz giysilerinde ortaya çıkan Kelt rahipleri, kırmızı meşeden toplayarak mistelerden ilaç üretiyorlardı.

Şamanizm, bitkilerin, hayvanların, kayaların ve diğer canlıların ve nesnelerin spiritüel bir öze sahip olduğu inancı olan, genellikle animizmde bulunan bir teknik ve uygulamadır. Spesifik güçlere sahip olan insanların doğayı kelimeler ve jestlerle etkilediğine inanılır ve bu kelimeler ve jestler arzulanan şeyle ilgilidir. Örneğin, bir hastalığın iyileştirilmesi için bir şaman hastalıktan vazgeçmek ve şöyle bir şey söylemek için sembolik jestler yapardı: "Papağan uçtu gitti / Hastalık uçtu." Eğer yağmur istenirse, bir şaman savaştan vazgeçmeden önce su dökmek ya da savaş dansı yapmak gibi bir jest yapardı. Bunların dışında ritüellerde sembolik nesneler de kullanılmıştır.

"Şaman" kelimesinin etimolojisine dair bir teori, "kendi kendini kontrolünü yitiren bir adam" köküyle ilgili olan Tungus dillerinden gelir, ama aynı zamanda bir Budist asiktik için sözde Hint-Avrupa kökenlidir. Şaman kelimesi doğrudan Rusça'dan Fransızca'ya aktarıldı. Eski Türk halkı dünyayı "şaman" yerine "kam" kullanmıştı. Ancak, eski Türk halkının yaşam tarzı ve tarihi hakkında değerli bilgiler sunan sekizinci yüzyıla ait Orhun yazıtları dünyadan yani "kam" dan bahsetmez.

MAVİ GÖKYÜZÜ
Şaman Türkler tek bir yaratıcıya inanıyordu. Yaratanlarına "Chalap", "Ogan", "Bayat" ve "Ülgan" gibi çeşitli isimler verdiler ve bunları, vurgulamak istedikleri yaratıcı özelliklerine göre kullandılar.

Bu isimler, Yusuf Has Hajib'in 10. yüzyıl siyaset ve etik kitaplarında “Qutadghu Bilig” ve Anadolu edebiyatı üzerine birçok eserde kullanılmıştır. Osmanlı döneminde çok kullanılan "Chalabi" dünyası da dünya "chalap" dan türemiştir. Aynı şekilde, Tanrı yeryüzündeki tüm insanlara merhamet gösterir ve onlara "al-Rahman" (hepsine merhametli) niteliği ile eşit davranır ve "Çelebi" niteliği olan bir kişi, hem dost hem de düşmana iyi davranır.

Eski Türk halkı, yaratıcının iradesinin üstünlüğüne inanıyordu. Onlar da kadere inandılar ve yaratıcının iradesi olduğu için olan her şeyi kabul ettiler. Bu yaratıcıyı Kök Tangri (Gök Tanrı) olarak adlandırdılar. Eski Türk dilinde, "kök" (gök) de zafere işaret etmiştir.

Yazan: Ekrem Buğra(Daily Sabah) | Çeviren: A.Kara

DARWİN'İN EVRİM TEORİSİ NEDİR?

Darwing,Darwin'in Evrim Teorisi,Evrim nedir?,Evrim teorisi nedir?,Doğal seçilim, Evrim gerçeği, Genetik miras,Canlı varyasyonu,Üreme eğilimi,Evrim ve canlılar,A
Darwin, Galileo'dan itibaren bir çok bilim adamından daha fazla itiabar görmüş ve övgü almıştır. İnsanlara ve bilim dünyasına ilk önce evrim olgusunu gösterdi. Yeryüzündeki tüm yaşamın, sıcak bir havuzda bazı atalara ait maddelere kadar dayanabilen başka biçimlerden evrimleştiğine dair ikna edici kanıtlar topladı. Darwin, insanlığı bu evrimden hariç tutmamış, insanları “tüylü, kuyruklu dört ayaklılar” ve “muhtemelen ağaçlarda yaşayan” olarak tanımlamıştır. Bu ifade ile Darwin'in akranlarından farklı olarak insanları dünyadaki yaşamın merkezinden çıkardı ve kozmik düzende yeni bir yer verdiği için bir şok etkisi yarattı.

Darwing,Darwin'in Evrim Teorisi,Evrim nedir?,Evrim teorisi nedir?,Doğal seçilim, Evrim gerçeği, Genetik miras,Canlı varyasyonu,Üreme eğilimi,Evrim ve canlılar,A
İkincisi, Darwin evrimin, bitkilerin ve hayvanların üreme başarısı, yani her bireyin ürettiği yavru sayısı gibi farklılıklar aracılığıyla çalıştığı mekanizmayı keşfetti.
Sonuçlarını üç gerçekle destekledi:
  1. Üstsel büyüme - Tüm canlıların sayı olarak hızla artma eğilimi,
  2. Varyasyon - Her bir popülasyonda bir bireyden diğerine küçük bir varyasyon ve miras kalması,
  3. Genetik Miras - Tüm canlıların ebeveynlerinin özelliklerini miras alması.
Darwin, bu üç gözlem üzerine inşa edilen evrim teorisini oluşturdu ve bu da bir nüfusun kaynaklarını sınırlayana kadar gelişeceğini söylüyor. Bunun sonucu olarak varoluş mücadelesinde çevrenin olumsuz kuvvetlerinin üstesinden gelmelerine yardımcı olan özelliklere sahip bireylerin hayatta kalma ve çocuk sahibi olma olasılıkları daha yüksektir. En azından bazı yavrular bu yeni özellikleri miras alacak ve onları gelecek nesillere taşıyacaklardır. Daha az elverişli özelliklere sahip olan yavrular, yavaş yavaş azalacak ve birçok nesil boyunca bu süreç, bazı canlıların yavaş yavaş türlerini değiştirmesine sebep olacak fakat bazı özellikleri korumaya devam edeceklerdir.

Yazan & Çeviren: A.Kara

YARATILIŞ VE EVRİM “GÖR”ÇEĞİ

DP, din,Yaratılış ve evrim gerçeği,Evrim gerçeği,Dinlerin yaratılış masalları,Çamurdan yaratılış,Evrim gerçeği,İnsan ile hayvanların benzerlikleri,Evrim teorisi,Evrim ve İslam,Evrim ve din
YARATILIŞ VE EVRİM 'GÖR'ÇEĞİ


Değerli yazar ve şair Sunay AKIN’ın gösterilerinin adı “GÖRÇEK”. Biraz atıfta bulunmak istedim değerli üstada başlık ile… Nedeni yazının içerisinde açıkça belli.

Gündeme ilahiyatçıların “Deizm” üzerine yaptıkları açıklamalar damga vurdu. Hatta devletin en üst kademeleri bile hususiyetle bu konu üzerinde kafa yordular. Fırçalar atıldı, toplum mühendisliği dendi, algı operasyonu dendi, gençlerimizin beynine sapık düşünceler aktarılmak isteniyor dendi… Dendi de dendi.

Yahu iyi de niçin gençlerde, özellikle dini çevrelerdeki gençlerde sağlam bir Deizm artışı var? Bunun birçok sebebinden bahsedebiliriz ancak beni çok da ilgilendirmiyor. Galiba kimileri kafayı kaldırıp “Neler oluyor?” diye sormayı tercih etti; bilmiyorum.

İnsanlar artık gözlerinin önünde cereyan eden tartışmaları ve kavram farklılıklarını, eksik açıklamaları ve gerçekleri göz ardı etmemeye başladı. Ancak ne kadar? Limitlerimiz kadar veya görmek istediğimiz kadar. Bazı sınırlar aşılmıyor çünkü aşmak istemiyoruz.

Hemen bir örnek: İnsanın yaradılışı…

Tüm semavi dinlere göre hikâye belli. Çamurdan yaratıldık. İlk insan Âdem. Kaburga kemiğinden de Havva yaratıldı. Onların bolca ikiz çocukları oldu (biri kız biri de erkek) sonra onlar çaprazlama evlendiler... (Sakın ensestlik demeyin. Mutlaka burada bizim göremediğimiz bir hikmet var. Şüphesiz zalimlerden olduğumuz için biz göremiyoruz.)

Aslında semavi olmayan dinler de ve mitolojiler farklı hikâyeler anlatmıyor. Yok, çamurdan ve kandan yoğurmalar…

Bu konuda bu site de o kadar çok makale ve bilgi var ki, okumanızı şiddetle tavsiye ederim.

Bazı komplo teorileri de var. Uzaylılar yarattı, diğer boyuttan gelen varlıklar yarattı, o yarattı bu yarattı. Eğer olurda bu konuda bilimsel kanıtlar önümüze konursa ve tüm bilimsel çevreler bunu kabul ederse o halde sorun yok. Ancak o zaman kadar beyin kıvrımlarının düşüncesi ile gelişen, bilimsel gerçeklikten uzak, fantastik olan bu teoriler sadece iyi bir “kamp ateşi yanı” hikâyesi olabilir o kadar. Ötesi yok. Ancak siz kendinizi “özel” hissetmek istiyorsanız? Yani “Dinleri reddediyorum ama bir varlık sebebimiz var. Uzaylılar yarattı beni, çünkü bize bir misyon yüklediler!” diyorsanız bu fantastik dünyanızda size iyi yolculuklar dilerim.

Alternatif yaratılış teorileri, günümüzde hiçbir bilimsel çevrede tartışılmıyor. “Türlerin Kökeni” adlı kitapta ilk olarak bu husus açıklandı. Hatta açıklanalı uzunca bir zaman oldu. İster kabul edin ister etmeyin. Hani şu bol sakallı Darwin var ya? Türlerin Kökeni adlı kitabın yazarı. İşte o. O sakallı doğruyu söyledi. Evrim diye bir şey var. Sakın “Evrim yok, ama türlerin adaptasyonu var. Milyonlarca yıl önce balık vardı hala var, evrimleşmemiş!” demeyin. Türleşme ve Adaptasyon tamamen farklı şeyler. Size tavsiyem azıcık kitap okuyun. Ama “Kitap” okuyun.

Bu sitede alternatif yaratılış teorileri ile ilgili bolca makale ve teori sunuldu. Burada amaç farklı yaklaşım ve düşünceleri ortaya koymak. Adı üstünde “Teori”. Gözlem ve ölçmeye dayalı olarak yanlışlanabilir veya kabul edilebilir teoriler. Bu teorilerin günümüz semavi dinleri ile örtüşmeleri de (Semavi dinlerden çok önce yer alan yaratılış efsanelerinin semavi dinlerde yer bulması) ayrı bir konu.

Küçükken hep “Üstün İnsan” üzerine fikirler duyuyordum. “Kamil insan” olmak. Bilinçli insan olmak üzerine hikâyeler… Âdem Babamız ve Havva Anamızdan geliyorduk. Onlardan türemiştik. Daha sonra sapmıştık. Nuh Aleyhisselam sayesinde sapkınlar tümden yok olmuştu. Nuh Babamızın soyundan tekrar çoğalmıştık. Buraya kadar tüm dini çevreler müttefik. Biz üstün kılınmıştık. Şeytan dahi bizim üstünlüğümüze isyan bayrağı açmış, “Ben bunları yoldan çıkartacağım!” demişti. Allah/Tanrı’da onu kovmuştu. Doğru muyuz? Eyvallah.

Hep aklımı kurcalıyordu. Benim annem ve babam var. Peki ya Âdem ve Havva’yı kim doğurmuştu? Onlar doğurulmamış “Yaratılmışlardı”. Peki nasıl? Çamurdan. Çamur şekillendirilerek insan yaratılmıştı. Tamam, onu anladım. Sonra ona ruh üflenmişti, o da tamam. Onların çocuklarından biz çoğalmıştık? O da tamam. Tüm sorular yanıtını buldu. Huzur doluyum artık.

Şimdi gelelim diğer tarafa. Dünyadaki tür çeşitliliği? Hayvanlar? Bitkiler? Onlar bir seferde mi yaratılmışlardı? Cevap evet. Allah “Ol” der ve olur. Tamam, o da oldu. Bu sorum da yanıtını buldu. Huzurum ikiye katlandı.

İçim içimi kemirdi. Acaba hayvanlar âleminde de “yaratılmış ilk çiftler” olabilir miydi? Cevap hayır. Onlar “Ol” denince oldular. Gerisi yok.

Tüm her şey bizim için yaratılmıştı. Dünya… Hayvanlar… Nimetler, evet evet nimetler. Bunca nimet varken, ayetler varken Allah’ı nasıl inkâr edebiliriz? Bunlar bize yetmiyor mu?

Buraya kadar da tamam. Huzur tamamlandı. Sonsuz huzur…

İnsan, akıl ile donatılmıştı. Dünyada bir “var olma” sebebimiz vardı. Burası sınav idi. Bu dünyada yaptıklarımız, Ahiret hayatımızı şekillendirecekti. Ya cennet, ya cehennem… Eğer kutsal kitapların rehberliğinde yaşarsak sorun yok. Diğer türlü durum vahim idi.

Yahudiler, Hristiyanlar, Müslümanlar, o’cular bu’cular. Hepsi bize ilahi emri hatırlatıp doğru yola girmemiz için uyarılar yapıyordu. Hocaefendileri hesaba katmıyorum dahi. Hocaefendiler ahiret hayatını bırakıp “Dünyevi” hayatı da arzu ettiklerinden olsa gerek ortalığı karıştırmaktan geri kalmıyorlardı. Hatta bu şeref ve haysiyet yoksunları, Pennsylvania’ nın ağlak soytarı imamı önderliğinde darbe yapmak suretiyle ülkeyi kaosa sürüklemeye çalışmışlardı. Neyse konuyu saptırmayalım.

Şimdi Dünya bizim sınav alanımız bu tamam. Diğer tüm mahlûkat burada aksesuar bu da tamam.

Şimdi gelelim sıkıntıya. Madem ben ayrı yaratıldım, yani diğer mahlûkattan ayrı özenle yaratıldım. Neden onlarla “İnanılmaz oranda, fazlasıyla” ortak yanımız var?

Dini inançlarımız ile yaşarken hep farklılıklardan söz ediyorduk. Ya ortak noktalar? Bunları hep görmezden geldik. Çünkü evrim yok. Hadi evrim yok eyvallah.

Peki diğer tüm canlılar ile biyolojik olarak “inanılmaz” benzerliğimizde ibret alınacak ne gibi dersler olabilir?

Şempanze, gibon gibi primatların gen yapısına, dizilimine, biyolojik özelliklerine bir bakın. Hadi ben sapkınım. Beni boş verin. Kendiniz bir araştırın lütfen. Bakın bakalım farklar mı çok fazla? Yoksa ortak yanlar mı çok fazla?

Diğer canlılarla, özellikle primatların ve memelilerin çoğalmasına bir bakın. Erkeklik dişillik, spermler, vajina, penis, üretra, kanallar, kasılma mekanizması. Hepsi aynı?

Neden aynı? Neden primatlar ve diğer memeli hayvanlarla aynı şekil ve yöntemler ile çoğalıyoruz? Neden üreme organlarımız “bu kadar” birbirine benziyor? Emzirme mekanizması? Erkek ve dişi organlar? Dişilerde meme yapısı ve emzirme sistemi? Hepsi aynı?

Burada ne gibi bir hikmet var? Ne gibi dersler var?

Neden hayvanların çiftleşmesi ve insanların çiftleşmesi bu kadar birbirine benziyor? Neden Allah bizi farklı yaratmadı? Onlara bakıp ne gibi dersler alacağız?

Şimdi kafayı üremeye taktı demeyin. Sırf buradan hareketle bile beni sapık ilan edebileceğinizi düşünerek rotayı başka örneklere çeviriyorum.

Büyük dolaşım ve küçük dolaşım, organlarımız ve işlevleri, beyin? Kalp, akciğer, sinir ağları, bağırsaklar, mide? Yahu her şey görevi itibariyle aynı. Nasıl açıklayacağız bunları?

Kollar, ön kollar, bacaklar, kafa, burun, kulaklar, vücut kılları, üreme organları, dışkılama, görevler ve yapıları itibariyle birbirinin aynısı. Şimdi diyebilirsiniz “Tüm memelilerde kuyruk var insanda yok!”. İyi de bazı primatlarda da kuyruk yok? İnsan da kuyruk sokumu diye bir bölge var ve iskelet yapınıza bakıldığında resmen ve alenen kısa bir kuyruk yapısı görülüyor, o ne olacak? İnsandan farkları düşünce yetisine sahip olmamaları o kadar. Neden hem iç hem de dış organlar görevleri ve şekilleri-yapıları itibariyle birbirinin aynısı? Neden diğer memelilerin, özellikle primatların iskelet yapısı insan ile hemen hemen aynı?

Yahu gözlerinizin yapısına, dizaynına ve işlevine bakın. Tüm canlılarda görev aynı. Memelilerde, omurgasızlarda kısaca görme işlevini gören organ hep göz. İnsana en yakın primat gruplarına bakın gözün yapısı ve şekli bile aynı. Hatta neredeyse renklere kadar aynı. Burun? Aynı.

Kollarınıza, ellerinize ve parmaklarınıza bir bakın. Şekilleri, görevleri, dizaynları ve içyapıları ufak farklar dışında hep aynı. Parmak sayılarınıza ve boğum yapılarınıza bakın. Bilek yapısı ve kemik tasarımlarına bakın. Aynı.

Ayak yapısı ve parmaklara bakın. Tırnaklara bakın. Neden bu kadar çok benziyoruz?

Bazı yaratılışçı çakma aydınların şöyle bir açıklaması var: “ Evrim yok çünkü ara türler yok. Darwinciler ara tür diye maymun kafatası gösteriyor. İnsan kafatasının azcık eğri büğrü şekilli olan kafatasları asla evrime kanıt olamaz!”

Yahu iyide kendi kendinizi ele verdiniz. Dediniz ki “insan kafatasının eğri büğrü şekilli olan maymun kafatasları”. Demek ki insan ve primat kafatasları birbirinden ufak tefek farklar dışında aynısı. Siz de kabul ediyorsunuz. Gözünüzü seveyim primatların iskelet yapısı ile insanların iskelet yapısını bir karşılaştırın. Hatta memelilerin genel olarak iskelet yapısına bir bakın.

Tüm canlıların yaşamsal fizyolojik döngüleri birbirinin aynısı. Nasıl açıklayacağız bunu?

Tamam, evrim yok bizi Allah yarattı. İyi de bu benzerlikler neden? Neden Allah bizim metabolizmamızı hayvanlar ile eş yarattı?

Objektif bakarsak tek fark zekâ. Yani hayvanlarda içgüdü var bizde zekâ. İyi de alet kullanma bilgisine ve becerisine sahip hayvanlar var? O ne olacak?

Eğer farkları konuşacaksak eyvallah. Farklar çok. Ancak ortak yanlara bakacak olursak o kadar fazla ki. Farklardan çok ortak yanlarımız olduğunu görürüz. Bunun için âlim olmaya gerek yok. Ortaokul fen-biyoloji kitaplarına bakmamız dahi yeterli.

Şimdi siz eğer “Farklar” penceresinden bakarak, yaratılış temelli bir yaklaşım ile dünyanın, evrenin ve dünya üzerinde bulunan bu kadar mahlukatın ve canlının bizim sınav alanımız olduğu ve aslında bizim “alayına” üstün kılındığımıza inanıyorsanız öyle olsun. Ancak biraz kafanızı kaldırarak ortak yanlarımıza da göz atmanızı isteyeceğim.

Yaratılışa olan inancınızı bırakın demiyorum. Peki, o halde bu kadar ortak yan neden var? Onu bir zahmet açıklayabilir misiniz?

Bırakın bilimi, bırakın dini. Birisi akıl ve mantık ile bana bu ortak yanları açıklayabilir mi?

NEDEN TÜM OMURGALILAR-MEMELİLER, ÖZELLİKLE PRİMATLAR VE İNSANLAR HER YÖNÜYLE (!) BU KADAR ÇOK BİRBİRİNE BENZİYOR? 

Bu yazıyı hazırlarken oradan buradan bilgi almadım. Hiçbir veriyi sentezlemedim. Kaynak göstermedim çünkü yok. Bu yazıda sadece önünüze “Bakmak isteyen herkesin” gördüğü unsurları koydum. Reddedilebilecek hiçbir veri yok çünkü ilginç (!) bir şekilde hem dini (yaratılışçı) çevrelerin hem de evrimci çevrelerin üzerinde müttefik oldukları konular üzerinde durduk. Yani ister hacı-hoca-dede-papaz-rahip-haham olun isterseniz ateist-deist-agnostik. Burada yazılan verilere hayır demek için dünya üzerinde yaşamıyor olmak gerekir.

Gerçi neden bu kadar çok kafa yordum ki? İnsanın nasıl yaratıldığını ve hangi görevle bu dünyada bulunduğunu inananlar biliyorken; bizim gibi hiç şüphesiz apaçık zalimler ve sapkınlar göremiyor. Bunca ayet varken, bunca nimet varken daha neden inkâr ediyoruz ki?

Sevgili Anu dostum. Bu kadar inkâr etmeye gerek yok. Bir ara buluşup şöyle en sağlamından bir “Hocaefendi hazretlerinin” yanına gidelim. Ondan feyz alıp tövbe istiğfar dileyelim. Onların tabiri ile “Kamil İnsan” olalım. Ateist-Deist-Agnostiklik falan hep Yahudi, mason oyunları bunlar. İngilizler kandırdı bizi. Amerikan evanjelistlerin tuzağına düştük. Sapkın olan biziz. Onlar mı? Onlar hak yolunda doğruyu yolu bulmuş mümin ve mümineler. Onlar cennet ile müjdelenenler. Hadi biz de onlara katılalım…

Ne demişti Turan DURSUN: “Rahat yaşamak uğruna gerçeği mezara mı götüreyim; halka gerçeği anlatmak için ölümü mü göze alayım?”.

Biz rahat yaşamak uğruna gerçeği mezara mı götürelim? Bilmiyorum. O kadar çok veri ve bilgi paylaşıyoruz ki… Sosyal medya veya sitede takip ediliyor muyuz bilmiyorum. Umarım yazılarımızı okuyan ve takip eden birileri vardır. Umarım birilerinin kalbine dokunabiliyoruzdur. Çünkü beyinlerden ümidimi kestim.

Yazıya Ulu Önder M. Kemal ATATÜRK’ün bir sözü ile son vermek istiyorum:
“Hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir. İlim ve fenden başka yol gösterici aramak gaflettir, delalettir, cehalettir.” “Eğer bir gün sözlerim bilim ile ters düşerse, bilimi seçin.”
Sağlıcakla kalın.

Yazan: Demon Product

CENNET TASVİRİ VE SÜMER RAHİBELERİ

din, islamiyet, Cennet tasviri ve Sümer rahibeleri,Kabenin önündeki vajina şekli,72 huri,Kurandaki cennet,Muhammed cennet kavramını nereden esinlendi?,Sümer rahibelerinin seks ibadetleri
Kadına hakaret eden ve saygısız davranan dincilerin bütün konuşmaları yalan ve yanlıştır çünkü Kuran'ı Kerim ana Erkil dönemden bahsetmektedir. Bu da ilk Tarım döneminden bahseder, taaaki tek tanrılı dönemlere gelene kadar (firavun ve günümüz).

İŞTAR
Fenikede eSTARte,
Etrüsklerde Ferunia,
Yunan'larda Afrodit,
Anadolu'da Kibele,
Romalılarda Verunia vs şeklinde değişir gider.

Herbiri binlerce yıl devam etmiş bir kültürün ana tanrıçaları tarafından çizilmiş (bereket tanrıçası) yaşanan bir gerçeğin kurandaki yansımasıdır.

Bunu yanlış gösteren erkeğin kadına cehaleti korku ve vahşet ile dayatması pekte önem arzetmiyor gibi görülsede ben önemli buluyorum. Söyleyeceklerim toplumun ayıp görebileceği, fakat bilimsel açıdan öğrenilmesi gereken şeylerdir.

Genelde ilk Metropol (Sümerler'de) sehirlerin düzeninde tanrıça şehrin düzenini belirlerken 104 madde, şimdiki Allah'nın 99 ismi ile aynı şekild ifade edilirdi.

Medeniyetin merkezi, ticaretçilerin tüm dünyadan (kurandaki 72 millet)  ilk uğradığı şehirlerin uğrak yeri, misafir ihtiyaç, huzur, özgüven, yiyecek, giyecek, lüks yaşam araç gereçleri, ve en önemlisi şarap ve zeytin yağının merkezi.


Bu merkez kanalizasyon, alt yapı, muhteşem şehir yapılanması, eğlence, sanat,  müzik, şarap, özel ve genelevler, takı ve esans, koku ve en önemlisi eğitim ve sağlıkta en öndeydi.

Neyse ben size sümer rahibelerinin ibadet için seks yaptığı bu yerin Kur'an'a nasıl bir cennet veya ilahi bir mesaj olarak girdiğini anlatayım:
Arabistan'dan kumaşını Mezopotamya'ya getiren tüccarı (hele birde gençse) orda misafir olarak düşünün.
Unutmamak gerek ki ticaretçilerin özel bir dokunulmazlığı vardı (Elçi kartı).
Bu şekilde binlerce yıl her tarafa böyle ulaşmıştılar.
Arap bölgesinden gelen Muhammed'in bu şehirde ilk uğradığı yerlerden biri, asma bahçesi olan merkezi bir binanın önünde bulunan (Mekke'deki Hacer-ul esved) kutsal vajinaya benzeyen deliğe kafasını sokarak (itaat eden kişi) içeri girer.

İçerde bulunan 72 milletten (kurandaki 72 huri)  gelen genç bayanlardan biri bu yolcuyu tavaf ettirir.
Eğer kişi birde ticaretin kervan sorumlusu ise ki zengindir, 72 bayandan dilediğini seçebilir (kurandaki 3,4 eşlilik ayeti) ve asma bahçesi olan bu özel yerde odalarından şarap akan (şarap çoktu o dönem) tabiki tütsü eşliğinde unutulmaz geceler yaşatılırdı.

İşte Muhammed memleketine gidince bunu anlatır ve bazılarını (şairler) kağıda döker (ilk ayet yazılımı).
Ve Sümer toplumunun Tanrıçası İştar'ın kerhanesinde yaşananları gelecekte "cennet, ahiret" gibi kavramlar için kullanacak insanların olabileceğine kimse inanmazdi.

Evet kessinlikle belirtiyorum Muhammed'in Fenikelilere kumaş ticareti için gittiği zamanda Mekke'deki o deliği kessinlikle cennet diye adlandırmış ve görüp yaşadığı olayları Kuran'ı Kerim'e aktarmıştır. Ve cennetin tarifi bu kadınların erkeğe geçmişte cenneti yaşatması ile bu noktaya geldi, artık uyanmanın zamanı. Kendinize gelin, geçmişi bilmeyen geleceğine yön veremez!

Yazan: Metin T.

Site Baş Yazarı Anu'dan İlave Notlar:
Metin T.'nin bu yazısındaki genelev-kerhane sözü kulağınıza agresif geliyor olabilir fakat bu kelimenin kullanılış sebebi insanların ilişkiye girmesi için kurulan evlere verilen ismin Türkçe karşılığının bu olmasıdır.
Eğer açık fikirli, inancınızle ilgili inandıklarınızın gerçek yüzünü gösteren veya düşünmeye sevk eden bilgilere karşı küfretmek yerine araştıran biri iseniz, kadınların baş kapama geleneğinin ve tarihteki ilk genelevin Sümer kaynaklı olduğu bilgisine ulaşabilirsiniz.

Fakat şu 2 nokta önemlidir:
  1. Sümerlerde kadınların bu mekanlarda erkeklerle ilişkiye girme sebebi "İBADETTİR" Çünkü o döneme göre insanları seksin bu kadar zevk vermesinin sebebini anlayamamışlardır ve verdiği aşırı zevkten dolayı onun tanrının bir armağanı gibi düşünmüşlerdir. Bu sebeple de kendini tanrıya adayan kadınlar bu mekanlarda erkeklerle ilişkiye girerek tanrıya ibadet ettiğini düşünmüştür.
  2. İbadet için ilişkiye giren bu Sümer rahibelerinin başlarını kapama sebebi, tanrıya ibadet ettikleri için yüzlerinin görünmesini istememeleridir.

HRİSTİYANLARIN - KİLİSELERİN CADI AVI TARİHİ

hristiyanlık, Hristiyanların cadı avı,Kiliselerin cadı avı,Kilise cadı avı yaptı mı?,Kilise cadı yaktı mı?,din,A,Hristiyanlığın karanlık tarihi,Hristiyanların cadı zulmü,Hristiyanların kadınları diri diri yakması,Orta çağ'da cadılık
HRİSTİYANLARIN CADILIK ZULMÜ
CADI AVI TARİHİ

M.Ö. 9.yy öncesinde kötü Cadıların var olduğuna dair yaygın bir inanç vardı. Yaşamlarını kara büyü ve kötü büyü ile başkalarına zarar vermeye ve öldürmeye adamış başta kadın olmak üzere kötü insanlar olarak görülüyorlardı. O zaman Katolik kilisesi resmi olarak bu cadıların gerçek olmadığını öğretmişti. Gerçek olduklarını söylemek bir sapıklıktı.
Örneğin: "5. yüzyıldaki St. Patrick Rahipler Meclisi 'Dünyada bir vampir, yani bir cadı olduğuna inanan bir Hristiyan aforoz edilmelidir ve işlediği suçu kendi ağzıyla iptal edene kadar kiliseye kabul edilmemelidir." diyordu.

MÖ 906: Treves Başrahibi "Episkopi İlkeleri"ni yazdı. Kilisenin öğretilerine göre cadıların var olmadığını pekiştirdi. Bazı kafası karışmış ve aldatılmış kadınların Pagan Tanrıçası Diana ile havada uçtuklarını düşündüklerini itiraf etti. Ama bu asla gerçekleşmemiş bir tür halüsinasyon olarak açıklandı.

Yaklaşık MÖ 975: Cadılık ve şifa sihri kullanımı için uygulanan cezalar nispeten hafifti. Ecbert'in konuyla ilgili konferansında kısmen şöyle bir söylem doğdu: "Eğer bir kadın büyücülük ile uğraşır ve büyülerle iş yapar ve büyülü aşk iksirleri kullanırsa 12 ay boyunca oruç tutacak... Eğer herhangi biri bu büyülü iksirler yüzünden ölürse cadı yedi yıl oruç tutacak." dedi. Bu durumda oruç tutmak yalnızca ekmek yemek ve su içmekti.

Yaklaşık 1140: İtalyan bir keşiş olan Gratian, Canon Episcopi'yi (Piskoposların Kilise Kuralları) Canon yasasına dahil etti.

Yaklaşık 1203: Gnostik bir Hristiyan grup olan Cathar hareketi, Fransa'nın Orleans bölgesinde ve İtalya'da popüler hale gelmişti. Kafir olarak ilan edildi. III. Papa Iİnnocentius, Catharlara karşı bir soykırım savaşı yapılmasını onayladı. Bilinen son Cathar MÖ 1321 'de kazıkta yakıldı. İnanç son yıllarda bir yeniden doğuş gördü.
1227: IX. Papa Gregory tutuklama, sınama, suçlu bulma ve kafirleri idam etme için Engizisyon Mahkemelerini kurdu.

1252: IV. Papa Iİnnocentius, konuşturma denemeleri sırasında işkencenin kullanılmasına izin veren "Ad exstirpanda" boğa ünvanlı bir yazı yazdı. Soruşturmalarda işkencenin kullanılmasına izin verince mahkumiyet oranı büyük ölçüde arttı.

1258: IV. Papa Alexander, engizisyon soruşturmalarına sapkınlık vakalarına sınırlama getirmeleri talimatını verdi. Sapkınlık dahil olmadıkça kehanet veya büyücülük suçlamalarını soruşturmamışlardı.

1265: Papa IV. Clemens, işkence kullanımını onayladı.


1326: Kilise, Engizisyon'u cadılıktaki büyümeyi araştırmakla "İblis öğretilerini açıklamakla" yetkilendirdi. Bu teori cadılığın nereden geldiğinin insanlık dışı yollarını aralıyordu.

1330: Cadıların kötü büyücüler olarak bilindiği popüler kavram, şeytan'a bağlılık yemini ettikleri, şeytanla cinsel ilişkide bulundukları, çocuk kaçırıp yedikleri vb. inançları içerecek şekilde genişletildi. Bazı muhafazakârlar bugün bile hala bunlara inanmaktadırlar.

1347-1349: Kara veba salgını Avrupa nüfusunun büyük bir bölümünü öldürdü. Komplo teorileri yayılmaya başlamıştı. Cinler, Yahudiler, Müslümanlar ve Cadılar kuyuları zehirlemek ve hastalığı yaymakla suçlanıyorlardı.

1430'lar: Hristiyan teologlar kendilerince cadıların varlığını "kanıtlayan" makale ve kitaplar yazmaya başladılar.

1436-7: Johannes (John) Nider, Cadılık için bir adamın yargılanmasını tanımlayan Formicarius adlı bir kitap yazdı. Bu kitabın kopyaları daha sonraki yıllarda Malleus Maleficarum'a eklenmiştir.

hristiyanlık, Hristiyanların cadı avı,Kiliselerin cadı avı,Kilise cadı avı yaptı mı?,Kilise cadı yaktı mı?,din,A,Hristiyanlığın karanlık tarihi,Hristiyanların cadı zulmü,Hristiyanların kadınları diri diri yakması,Orta çağ'da cadılık
1450: İlk büyük cadı avları batı Avrupa ülkelerinde başladı. Roma Katolik Kilisesi, Hristiyanlık öncesi dönemlerden beri dolaşan stereotipleri kullanarak hayali, şeytani bir din yarattı. Diana'ya ve diğer tanrılara ve tanrıçalara ibadet eden Paganların şeytani cadılar olduğunu, bebekleri kaçırıp öldürdüklerini, kurbanlarını yediklerini, ruhlarını şeytana sattıklarını, şeytanla anlaşma içinde olduklarını, gökyüzünde uçuştuklarını, gece karanlığında buluştuklarını, erkeklerde iktidarsızlık ve kısırlığa hatta erkek cinsel organlarının yok olmasına neden olduklarını, vb. birçok şey söylediler.

Tarihçiler dinden esinlenerek başlayan bu soykırımın Kilise tarafından tam bir dinsel tekel elde etme arzusuyla veya "bir baskı-yer elde etme aracı" olarak kullanıldığını ileri sürmüşlerdir. Özellikle kadınlar, ölü (düşük) doğumları, davranış biçimleri, ölü hayvanlar gibi birçok olaydan ötürü kilise tarafından cadılıkla suçlanıyor ve günah keçisi olarak kullanılıyorlardı.

"Johns Hopkins Üniversitesi'nde İtalyan araştırmaları profesörü Walter Stephens yeni bir teori önermektedir: "Bence cadılar Tanrı için bir günah keçisi idi." Dini liderler, her şeye gücü yeten ve her şeyi seven bir tanrı kavramlarını korumak zorunda olduklarını hissettiler. Böylece, dünyadaki kötülüğün varlığını açıklamak için Cadılar ve iblisleri icat etmek zorunda kaldılar. Bu tartışma, iyi ve güçlü bir Tanrı'nın dünyada kötülükle nasıl bir arada var olabileceğiyle ilgili olarak günümüze kadar devam etmiştir.

1450: Johann Gutenberg, toplu basımı mümkün kılan hareketli cihaz icat etti. Bu, Papanın boğaları kitabının yaygınlaşması cadı avını büyük ölçüde kolaylaştırıldı ve cadılık zulmünün yayılmasına sebep oldu.


1484: VIII. Papa Iİnnocentius, şeytan ibadetçilerinin izini sürmeyi, işkence ve idam etmeyi teşvik eden "Summis desiderantes" adlı bir yazı yayınladı.

1486-1487 : Heinrich Kraemer ve Jacob Sprenger, Cadı Çekici anlamına gelen Malleus Maleficarum'u yayınladı. Yazarların kadın düşmanlığı ve cinsel hayal kırıklıklarıyla ilgili bir çalışmadır. Bu kitap cadıların etkinliklerini, itirafların çıkarılma yöntemlerini açıklar. Daha sonra kilise tarafından terk edilmiş olsa da cadıları sınayan laik mahkemelerin "incili" haline geldi.

1500: 14. yüzyılda, İngiltere'de cadı ve büyücülere karşı 38, Fransa'da 95 ve Almanya'da 80 duruşma yapıldı. Cadı avları hızlandı. "Şeytan, cadılarına ruhlarını vermeyi seçerek, insanlara karşı ve Tanrı'ya karşı işlenen suçları işledi. Bu çifte cadılık suçu olarak sınıflandırıldı ve suçu cezalandırmak için normal delillerin askıya alınmasına izin verildi. "7 Çocuğun ifadesi kabul edildi. Esasen itirafları elde etmek için sınırsız işkence uygulandı. En inandırıcı olmayan, havadan sudan şeyler bile suçluluk kanıtı olarak kabul edildi.

1517: Martin Luther'in 95 yaşında Wittenburg, Almanya'daki katedral kapısında çivilenmiş olduğuna inanılıyordu. Görünüşe göre bu hiç olmamıştı; argümanlarını daha az dramatik ve etkileyici bir şekilde yayınlamasını sağlamıştı. Bu olay Protestan Reformu'nu tetikledi. Roma Katolik ülkelerinde, mahkemeler cadıları yakmaya devam ediyordu. Protestan topraklarında yargılanan insanlar çoğunlukla asıldılar. Bazı Protestan ülkeler işkenceye izin vermediği de oldu. İngiltere'de işkence yokluğu ufak bir düşüşle sadece % 19'luk mahkumiyet oranına yol açmıştı.

hristiyanlık, Hristiyanların cadı avı,Kiliselerin cadı avı,Kilise cadı avı yaptı mı?,Kilise cadı yaktı mı?,din,A,Hristiyanlığın karanlık tarihi,Hristiyanların cadı zulmü,Hristiyanların kadınları diri diri yakması,Orta çağ'da cadılık
Yaklaşık MÖ 1550-1650: Duruşmalar ve infazlar bu on yıl boyunca zirveye ulaştı, ki bu zaman dilimi "yanma süreleri" olarak adlandırılır. Özellikle Doğu Fransa, Almanya ve İsviçre'de yoğunlaşmıştı. Cadı zulümleri sıklıkla Katoliklerin ve Protestanların savaştığı bölgelerde meydana geldi. Kamuoyunun aksine, özellikle kötü büyülerle uğraşan ve cadılık şüphesi olanlar çoğunlukla Avrupa'nın sözde laik mahkemeleri tarafından yargılanmışlardır. Bir azınlık kilise yetkilileri tarafından suçlandı; Bunlar genellikle şifalı büyü kullanımı veya ebelik içeren vakalardı.

1563: Johann Weyer, cadı duruşmalarını eleştiren bir kitap yayınladı. "De Praestigiis Daemonum" (Ruhların batığı) denilen bu kitap cadıların gerçekten var olmadıklarını, ancak şeytan'ın bu inanca teşvik ettiğini iddia etti. İşkence yoluyla elde edilen itirafları değersiz olarak gördü ve reddetti. İşkence ve infaz yerine tıbbi tedaviyi önerdi. Kitabı isimsiz olarak yayınlayarak cadılıkla suçlanıp kazıkta can vermekten veya yakılarak öldürülmekten kaçtı.

1580: Jean Bodin "De la Demonomanie des Sorciers" (Cadıların hakettiği cezalar) adlı yazıyı yazdı. Hem devletin güvenliği için hem de Tanrı'nın gazabını yatıştırmak için cadıların cezalandırılmasının gerekli olduğunu belirtti. Suçlu olabileceğine dair bir delil kırıntısı bile olsa, suçlanan cadı serbest bırakılmamalıdır, bu kadınlar mutlaka suçlu bulunmalıdır diyordu. Savcılar sağlam kanıtlar bekliyorsa bir milyon cadıdan birinin bile cezalandırılmayacağı ve özgür olacağı hissi vardı.

1584: Reginald Scot, zamanının ötesinde bir kitap yayınladı. Cadılık Diskografisinde, doğaüstü güçlerin olmadığını, böylece cadıların da asla var olmadıklarını belirtti.


1608: Francesco Maria Guazzo, "Compendium Maleficarum" u yayınladı. Bu kitap cadıların şeytan olan anlaşmaları, cadıların insanları etkilemek için büyü yapmaları gibi konuları tartışıyordu.

Yaklaşık 1609: Bir cadı paniği İspanya'nın Bask bölgelerine hızla çarptı. Engizisyonun yönetim organı olan "La Suprema", bunu bir aldatmaca olarak kabul etti ve cadılık, büyücülük tartışmasını yasaklayan bir "Sessizlik Fermanı" yayınladı. Sonrasında bu cadı paniği hızla kayboldu.

1610: Hollanda'da cadıların infaz edilmesi, muhtemelen Weyer'in 1563 yılında yazdığı "De Praestigiis Daemonum et Incantationibus ac Venificiis" (Şeytan Yanılsamaları ve Büyü ve Zehirler Üzerine) adlı kitabı sayesinde sona ermişti.

1616: Vizcaya'da ikinci bir cadı çılgınlığı patlak verdi. Yine Engizisyon tarafından bir Sessizlik Bildirgesi yayınlandı. Ancak kral bildirgeyi geri çevirdi ve 300 cadı sanığı canlı canlı yakıldı.

1631: Bir Cizvit rahibi olan Friedrich Spee von Langenfield, "Cautio criminalis" (Ceza Davalarında Çığır Açma) adlı kitabı yazdı. Almanya'nın Würzburg kentindeki cadı avlarını ve zulümlerini kınadı. O, cadılıkla suçlanan sanıkların sadist işkencelerin kurbanı olduklarını, acılara dayanamadıklarını ve bu durumdan kurtulabilme umuduyla itirafta bulunduklarını yazdı.

1684: Cadılıkla suçlanan son kişi İngiltere'de idam edildi.

hristiyanlık, Hristiyanların cadı avı,Kiliselerin cadı avı,Kilise cadı avı yaptı mı?,Kilise cadı yaktı mı?,din,A,Hristiyanlığın karanlık tarihi,Hristiyanların cadı zulmü,Hristiyanların kadınları diri diri yakması,Orta çağ'da cadılık
1690'lar: Salem'deki cadı çılgınlığı sırasında yaklaşık 25 kişi öldü, bir kişi kendini savunmaya yanaşmadığı için ağırlıklar altında bırakılarak öldürüldü. Bazıları cezaevinde ölürken diğerleri asıldı. Yeni İngiltere'de boylu boyunca başka davalar ve idamlar vardı.

1745: Fransa cadıların infazını durdurdu.

1775: Almanya cadıların infazını durdurdu.

1782: İsviçre cadıların infazını durdurdu.

1792: Polonya, cadılıktan yargılanan ve suçlu bulunan son kişiyi idam etti. Cadıların ekstra yasal yollarla linç edilişleri Avrupa ve Kuzey Amerika'da 20. yüzyıla kadar devam etti.

1830'lar: Kilise, Güney Amerika'da cadıların infazını durdurdu.

1980: Lawrence Pazder ve Michelle Smith, "Michelle Remembers" adlı kitabı yazdı. Onlarca yıldır büyük ölçüde uykuya dalmış olan şeytan ile işbirliğindeki insanlar kavramı yeniden canlandırıldı. Kitabın bir kurgu çalışması olduğu gösterilmiş olmasına rağmen, kitap Michelle'in geri kazanılan anılarının olduğuna ve gerçekliğe dayanan bir olgu olarak sunulmuştur. Bu kitap, ABD ve Kanada'da yeni bir Cadı / Satanist / Şeytani Ayin paniğini tetiklemekten büyük ölçüde sorumluydu.


1980 ila 1995: Kuzey Amerika'da, daha önceki cadı duruşmalarının birçoğunu tekrar eden iki tür deneme yapıldı:
1) Bazı okul öncesi eğitim kurumları, gündüz bakım tesisleri ve Pazar okulları çocukları ayinler ile suistimal etmekle suçlandı. Kanıtlar, çok küçük çocukların zihnine nakledilen hatalı tıbbi tanılara ve var olmayan istismar anılarına dayanıyordu.
2) Kurtarılan Hafıza Terapisi tarafından mağdur edilen on binlerce yetişkin, çocukluk döneminde suistimal edildiklerine dair sahte hatıralar yarattı. Vakaların yaklaşık% 17'sinde, bu hatıralar şeytani ritüel istismarının hatırlatılmasına yol açtı. Yüzlerce ebeveyn canice suç eylemleriyle suçlandı. Fakat hemen hemen hepsi masumdu. Suçlamaların çoğu, asla gerçekleşmemiş eylemler içeriyordu.

O zamandan sonra aklıselimlik hüküm sürdü. Sanıkların çoğu hapishanelerden serbest bırakıldı. Massachusetts eyaletinde tutulanlar ise serbest bırakılacak son kişilerdi.

1990'lar: Bazı muhafazakar Hristiyan papazlar, birbiriyle ilgisiz iki inanç sistemini birbirine bağlamaya devam ediyordu:
1) Rönesans sırasında, şeytana tapanların hayali dinlerinin kilise tarafından desteklendiği.
2) Doğaya dayalı inançları olan ve Hristiyan şeytanın varlığını tanımayan cadılık ve diğer Neo-pagan dinleri.

1994'den 1996'ya kadar: Kuzey Afrika'da birkaç yüz insan cadılık ile suçlandı ve korku içindeki çeteler tarafından linç edildi.

1999: Muhafazakar Hristiyan papazlar zaman zaman cadılar ve diğer neo-paganları yok etmek için yanma zamanlarının yenilenmesini talep ediyorlardı. Aşağıdaki örnek, cadıların modern çağda var olmaya devam edebileceği korkusunun yanlışlığını ve nefretin yoğunluğunu göstermektedir.

Killeen'deki Tabernacle Bağımsız Vaftiz Kilisesi'nin papazı olan Rev. Jack Harvey, dini hizmetlerde bir tabanca taşımak için kilisesinden bir takipçisini ayarlamıştı ve o "bir kara büyücü çocuklarımızdan birini yakalamaya çalışırsa ...", Kan içtiklerini, bebekleri yediklerini duydum. Ateşleri var, muhtemelen onları pişiriyorlar ... " gibi sözler telaffuz ediliyordu.

21. Yüzyıl: Aşağıdakileri de içeren bir dizi faktöre bağlı olarak:
1980'lerden 1995'e kadar Şeytani Ayin İstismarları aldatmacasının çöküşü.
Cadılık ve diğer Neopagan dinleri ile ilgili birçok doğru TV belgeselinin yayınlanması.
Birçok Wicca'nın (modern cadılık) dini inançları ile halka açılmaları, cadılar, cadılık ve diğer Neopaganlara karşı olan korkunun büyük ölçüde azalması sağlandı.

Yazan & Çeviren: Anu

MARİD

Marid, Marid nedir?, mitoloji, İslam mitolojisi, İslam mitolojisinde Marid, İslam mitolojisinde cin, Marid cinleri, Mavi görünümlü cin, Cin ve Meleklerin savaşı, Süleyman ve cinler, Siyah marid,
Efsaneye göre Marid, zorlu, en eski ve en güçlü cin ırkıdır. Maridler şekillerini kendi istekleriyle değiştirebilir ancak doğası gereği mavi renkli bir görünüme sahiptir. Eşleştikleri kişinin göğsünde devasa bir şişliğe sebep olur ve övünme dolu kişiliği ile kendini belli eder.

Cinlerin isyanları sırasında, bazı maridler meleklere karşı savaştılar. Onların yenilgisinden sonra, çoğu cin boyun eğerek cinler alemine döndü, ama bazıları reddederek Dünya'ya göç etti. Mitolojiye göre maridler çölde yaşlı bir adam biçiminde dolaşırken bile bulunabilirlerdi. Bu yüzden insanlar “Çölde yalnız seyahat edenlere karşı dikkatli olun” diyorlardı.

Siyah bir marid onun mavi tarikat üyelerini yönetir. Allah, Kral Süleyman'a cinleri kontrol etme yeteneği verdiğinde, Süleyman'ın yanında kolları katlanmış siyah bir marid durdu ve Süleyman'ın emirlerine uymayı reddeden cinleri cezalandırdı. Fakat siyah marid de bu durumdan memnun değildi. Yüzünde her zaman ekşi bir ifade vardı ve kendisinin Süleyman'ın kasından başka bir şey olmadığını söylerdi.

Yazan: Anu

ARAP ŞİİRİ Mİ? AYET Mİ?

AY, din, islamiyet, Şiir mi ayet mi?,Gaşiye suresi,Kuran'ı Allah mı gönderdi?
6-7. YÜZYIL ARAP ŞİİRİ Mİ? AYET Mİ?

Allah gerçektende böyle bir ayet göndermiş olabilir mi?

88/GÂŞİYE-11 Lâ tesmeu fîhâ lâgıyeten.
Orada boş söz işitmezsin.

فِيهَا عَيْنٌ جَارِيَةٌ ﴿١٢﴾

88/GÂŞİYE-12 Fîhâ aynun câriyetun.
Orada devamlı akan bir pınar vardır.

فِيهَا سُرُرٌ مَّرْفُوعَةٌ ﴿١٣﴾

88/GÂŞİYE-13 Fîhâ sururun merfûatun.
Orada yüksek tahtlar vardır.

وَأَكْوَابٌ مَّوْضُوعَةٌ ﴿١٤﴾

88/GÂŞİYE-14 Ve ekvabun mevdûatun.
Ve (önlerine) konulmuş kadehler.

وَنَمَارِقُ مَصْفُوفَةٌ ﴿١٥﴾

88/GÂŞİYE-15 Ve nemârıku masfûfetun.
Ve dizilmiş yastıklar.

وَزَرَابِيُّ مَبْثُوثَةٌ ﴿١٦﴾

88/GÂŞİYE-16 Ve zerâbiyyu mebsûsetun.
Ve yayılmış süslü kıymetli halılar (vardır)

İSLAM PEYGAMBERİ MUHAMMED GERÇEKTEN YAŞADI MI? | 3

Yazan: Gregoire de Fronsac
GF, din, islamiyet, Hz Muhammed yaşadı mı?, Muhammed gerçekten yaşadı mı?, Muhammed Allah'tan üstün mü?, Muhammed ve Allah, Hz Muhammed yaşadı mı?, Hicaz Yahudileri, MHMD,
Daha önceki iki yazıda bize dikte edilen Muhammed isminde bir İslam Peygamberinin yaşamadığını , olsa olsa Eyyamü'l Arap içinde bir veya birden fazla kişinin hayat hikayelerinin , Kur'anın kitaplaştırıldıgı dönemde , Muhammed efsanesine esin kaynağı olduğunu ve hadislerde abartılarak anlatıldığını yazmıştım.
Buna bir takım itirazların olduğunu biliyorum . "Kur'an-da Muhammed ve Ahmed terimlerinin geçmesi onun yaşadığına dair kanıttır" yönünde itirazlar bunlar. 
Bakalım öyle mi ? 
Kur'an-da geçen MHMD isimden ziyade sıfattır. Özellikle Hicaz Yahudileri için önem teşkil eden bir sıfat bu.
Daha önce Süryani kroniklerinde bahsedilen sahte Mesih Mamet'ten bahsetmiştim , özellikle Hicaz bölgesinde taraftar topladığını söylemiştim.
Evet Kur'an-da Muhammed ve Ahmed geçiyor , doğrudur ama bunlar Hristolojik sıfatlardır.
Ahmed sıfatı Arap Hristiyanlar arasında önemlidir zira ; Yuhanna İncili'n de kehaneti geçen Paraklit (veya Faraklit) yani Şefaatçi/Yardımcı anlamına gelir.

Yuhanna 14 ( 16-17) : Ben de Baba'dan dileyeceğim ve O sonsuza dek sizinle birlikte olsun diye , size başka bir yardımcı , gerçeğin ruhunu verecek. Dünya onu kabul edemez çünkü O'nu ne görür ne de tanır , siz onu tanıyorsunuz. Çünkü O aranızda yaşıyor ve içinizden olacaktır.

İslam dünyası Ahmed isminin Peygamber Muhammed'in adlarından biri olduğuna inanıyor.
Oysa 1500-1600 yıl önce İslam diye bir din henüz ortada yokken , Arap Hristiyanlar İncil'in orijinalinde Şefaatçi/Yardımcı denilen bu sıfata Grekçe Paraklit demiyorlar , kendi dilleri olan Arapçada da aynı anlama gelen "Ahmed" diyorlar . Bakın bu çok önemli !
Saff suresinin 6. ayetini çok çok sonra yazan kişiler , Arap Hristiyanların Paraklit için kullandığı sözcüğü , Peygamberin ismi sanmışlar ve öyle de inanılıp gelmiş . Kısacası Kur'an da geçen Ahmed'in ne anlama geldiği ortada. 

Muhammed sıfatı ise Yahudiler için çok önemli , zira ; "HMD" kökü ortaçağ dönemi Hicaz lehçelerinde bile "Özlemi duyulan/Özlem çekilen" manasına gelir.
Yani Yahudiler , Zealot isyanı neticesinde çıkarıldıkları Filistin'e kendilerini götürecek Mesihi beklenmektedirler.
Yahudi geleneğinde "Mesih" "HMD" sözcüğünün karşılığıdır , İbranice de HMD hoşnut olmak anlamına da gelir.
7. yy. Süryani kroniklerinden takip ettiğimiz bu Mesih, Kudüs'e  hicreti esnasında , Hristiyanları da etrafında toplarken , şefaatçi anlamında ki aHMeD (HMD) sıfatını kullanmış olmalıdır . 
Semitik dillerde "SBH" kök sözcüğü , klasik Arapçada ki "HMD" kök sözcüğü ile aynıdır , yani övmek...
Burada önemli bir konuya değinmek gerekiyor ;
Semitik dillerde ki "SBH" kökünün , klasik Arapçada ki karşılığı "övülmüş" anlamında da olduğundan  MHMD ünvanının İsa'ya atıf olduğu izlenimi destekleniyor . Yani Hristiyan Araplar MHMD sözcüğünü , İsa'nın "çok övülen" anlamında ki sıfatlarından biri olarak kullanıyorlar.


Bakınız Maide 75 ; Mâl mesîhubnu meryeme illâ resûl , kad halet min kablihir rusul  ve ummuhu sıddîkah  kânâ ye’kulânit taâm  unzur keyfe nubeyyinu lehumul âyâti summenzur ennâ yu’fekûn(yu’fekûne).
"Meryem oğlu Mesih, sadece bir peygamberdir. Ondan önce de nice peygamberler geldi geçti. Onun annesi de dosdoğru bir kadındır.  İkisi de yemek yerlerdi. Bak, onlara âyetlerimizi nasıl açıklıyoruz. Sonra bak ki, nasıl da döndürülüyorlar." 

Ali İmran 144 ; Ve mâ muhammedun illâ resûl(resûlun), kad halet min kablihir rusûl(rusûlu), e fein mâte ev kutilenkalebtum alâ a’kâbikum, ve men yenkalib alâ akıbeyhi fe len yadurrallâhe şey’â(şey’en), ve se yeczîllâhuş şâkirîn(şâkirîne).
" Muhammed, ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi o ölür veya öldürülürse gerisin geriye  mi döneceksiniz? Kim gerisin geriye dönerse, Allah’a hiçbir zarar veremez. Allah, şükredenleri mükâfatlandıracaktır."

Bu iki ayetin başlarına dikkat ettiğimizde cümlenin yapısı ve kuruluşu aynıdır . Maide 75 de İsa olarak anlatılırken , Ali İmran 144 de İsa'nın yerinde Muhammed olarak geçiyor . Ayrıca burada Ali İmran suresinin Hristiyanlık , İsa ve İncil hakkında en çok bilgi veren sure olduğunuda hesaba katmak gerekir .
MHMD (seçilmiş) 7. y.y. Arap Hristiyanların özelikle Yemen ve çevresi Hristiyanların Mesih İsa'ya yaptıkları seçilmiş vurgusudur.

Bakınız siyer kaynaklarında Muhammed'in babası olarak anlatılan "Abdullah" bile isimden ziyade Hristolojik bir sıfattır.
Burada Cin suresinin 19. ayetine bakalım ; Ve annehu lemma kâme Abdullahi yedûhu kadû yekûnûne aleyhi libeda.
"Allah'ın kulu ona yalvarmaya kalkınca neredeyse onun etrafında keçe gibi birbirine geçeceklerdi"

Peki kimdir bu "Abdullah" ?
Evet yine Mesih'in sıfatlarından biridir.
Bu bağlamda Meryem suresinin 30. ayetini okuyalım; Kale inni abdullahi  , ataniyel kitabe ve cealeni nebiyya.
"Ben Allah'ın kuluyum. O bana kitabı verdi ve peygamber yaptı."
İsa'nın Bebeklik İncili'n de (Arapça olarak) Kale inni abdullahi yani Ben Allah'ın kuluyum geçer. Kısacası Arap Hristiyanların İsa için kullandığı bir başka sıfat.

Ne derler Müslümanlar ; Muhammeden Abduhu ve Resuluhu.
İslam dünyası bunu "Muhammed onun kulu ve peygamberidir" diye kabul ederler oysa doğrusu "Allah'ın kulu ve elçisi övülmeye değerdir" olmalıdır.
Bu ifade ise Mezmurlar 118/26 ve Matta İncili 21/9 dan alınmıştır.

Saff suresi 6. ayet ; Ve iz kâle îsâbnu meryeme yâ benî isrâîle innî resûlullâhi ileykum musaddikan li mâ beyne yedeyye minet tevrâti ve mubeşşiran bi resûlin ye’tî min ba’dîsmuhû ahmed (ahmedu), fe lemmâ câehum bil beyyinâti kâlû hâzâ sihrun mubîn(mubînun).
"Hani, Meryem oğlu İsa, “Ey İsrailoğulları! Şüphesiz ben, Allah’ın size, benden önce gelen Tevrat’ı doğrulayıcı ve benden sonra gelecek, Ahmed adında bir peygamberi müjdeleyici (olarak gönderdiği) peygamberiyim” demişti. Fakat (İsa) onlara apaçık mucizeleri getirince, “Bu, apaçık bir sihirdir” dediler."

Arap Hristiyanların Yuhanna'da ki Paraklit ifadesine aHMeD dedikleri ve Mesih olarak düşündükleri açıkça görülebiliyor.

Muhtemel sahte Mesih , Hristiyanlar arasından taraftar toplarken İncilde ki Paraklit yani Şefaatçi/Yardımcı kelimesini vaazlarında kendine referans almış ve kendini aHMeD olarak ifade etmiş olmalı.

İlk Muhammed öyküleri yazılırken İbn Hişam'ın , İbn İshak'tan aktardığı söylenir. İhtimal dahilinde ki ikisinden biri Ahmed tabirini kullandı ve Paraklit'le eş tuttu . Yine Saff suresinin 6. ayetinin Muhammed öyküsüyle beraber Kur'ana eklenmiş olması da ihtimal dahilinde.
Kur'an da sadece 4 kez geçen Muhammed sıfatının bir Peygambere işaret değil , Yahudilerin beklediği Mesih'e işaret ettiği ve sahte Mesih Mamet'tin , Yesrib civarında ki Yahudileri Kudüs'e sevk etmek için kullanmış olması yüksek bir ihtimaldir. Çünkü Süryani kroniklerinden 12.000 Yahudi savaşçının kendisine biat ettiğini rahatlıkla izleyebiliyoruz.
Düşünün o dönem bugünkü kabul edilen Kur'an olmuş olsaydı ;

Maide 82 ; (Âmenû olanlara karşı, insanlardan en şiddetli düşman olarak mutlaka Yahudileri ve (Allah'a) şirk koşanları (müşrikleri) bulursun. Dostluk bakımından âmenû olanlara en yakın olarak da: “Muhakkak ki biz nasrâniyiz.” diyenleri bulursun. Bu, onların arasında keşişler ve ruhbanların bulunması ve onların kibirlenmemesi (büyüklenmemesi) sebebiyledir.)

Elinde bu ayeti bulunduran bir kişinin peşinden Yahudilerin gitmesi düşünülemezdi. ( Bu ayetin İslamiyet dediğimiz oluşumun yeni bir din şekline bürünüp iktidar aracı olduğu dönemlerde yazıldığı bellidir)


Dikkat edin Yuhanna İncil'in de geçen Paraklit'in , Süryanice karşılığı "mnhmna" olup bu sözcük özellikle Filistin civarında , Hristiyanların ayinlerde okudukları ve içinde ilahi ile duaların bulunduğu Aramice kitapta ki Paraklit ile neredeyse aynıdır.
Bazı Nebati kitabelerinde karşılaştığımız "Ali il" sözcüğü  "Tanrı yücedir" anlamında kullanılıyor ve Ali kısaltılmış halidir. Muhammedil sözcüğü de buna karşılık "Tanrı övülür" anlamına gelir ve "MHMD" de kısaltılmış halidir.
Zira Kuzey Arapçası ile yazılmış Safaitik kitabelerde "msbh il" sözcüğü , semitik dillerde ki "sbh" sözcüğü ve klasik Arapçada ki "HMD" sözcüğü ile aynıdır .
Hristiyanlar İsa'yı tanrı olarakta tahayyül ettikleri için , Arap Hristiyanların bu sözcüğü İsa için de kullanmış oldukları son derece net bir durumdur.

9. yy. da yazılmış Yeşu Bar Ali'ye ait ve 10. yy. da yazılmış Hasan Bar Bahlul'a ait Süryanice sözlüklerde "shbih" (dürüst) sözcüğü , Arapçaya Hamid ve Mahmud (övülmüş) olarak geçmiş. Süryani İncili  Peşitta'da ki "shbih" sıfatının , pasif sıfat fiili Arapçada ki Muhammed sıfatı ile aynıdır.
Tevbe suresi 128. ayet ; Lekad câekum resûlun min enfusikum azîz(azîzun), aleyhi mâ anittum harîsun aleykum bil mu’minîne raûfun rahîmun
"Andolsun ki; size, sizin içinizden azîz bir Resûl geldi. Sizin üzüldüğünüz şey, O'na ağır gelir (O'nu üzer). Size çok düşkün, mü’minlere şefkatli ve merhametlidir."

Bakın burası çok önemli Rauf ve Rahim Tanrının adlarındandır.

İbn S'ad Tabakat'ın da Muhammed'in isimlerine ayrılan bir bölümde dikkat çekici bir hadise yer verir "Benim beş ismim var: Ben Muhammed'im (övülen) , Ben Ahmedim (en çok övülen) , el - Haşir'im (ölüleri bir araya toplayan) , el - mukaffa'yım (yolundan gidilen) ve rahmet Peygamberiyim.."
[Buhari, Menâkıb 17]

Kur'an da dahil geleneksel İslam anlayışında , Muhammed ile Allah aynı konumda değildir , Muhammed daha üstündür.
Hristiyanlık da ise İsa , Tanrı ile eşdeğer bir figürdür ve İsa çoğu zaman daha ön plandadır. Müslüman dediğimiz insanların Muhammed'e neden abartılı şekilde tapındıklarını anlayabiliyoruz.
İşte bu Kur'an da Allah'ın , Muhammed'e salât etmesi şeklinde tezahür eder.
Aslında Allah , Peygamber Muhammed'e salât etmiyor çünkü öyle biri yok , Allah oğlu İsa'ya salât ediyor.
Gerçekler çoğu zaman sinir bozucu ve tahammül edilmesi zor bir tokat gibidir , kabul etmek zordur.
Biz yine elimizden geleni yapalım , gerisi 1000 yıldır yalanlarla yaşayanların kapasitesine kalsın..
Her daim sevgi ve umutla kalın dostlar.
Yazan: Gregoire de Fronsac

İSLAM MİTOLOJİSİNDE MELEK

A, İslam mitolojisi, mitoloji, İslam mitolojisinde melek,İslam mitolojisinde melekler,Mitolojide melekler,Arap mitolojisinde melek, Arap mitolojisi, İslamda melekler,Melekler nasıl varlıklardır?
İslam mitolojisinde Allah melekleri, insanları ve cinleri yaratmıştır (ki bunlar da cinsel olarak bilinir). İnsanları çamurdan, şeytan ve cinleri ise dumansız ateşten yaaratmıştır. Her iki grup da iyilik ve kötülük arasında seçim yapma özgürlüğü ile kutsanmıştır. Allah, melekleri ışıktan-nurdan yarattı ve onları sadece iyi yaratıklar yaptı ama onlara özgür irade vermedi. İslamdaki melekler sadece Allah'ın onlara yapmalarını söylediklerini yaparlar. Yemek yemiyorlar, içmiyorlar, Allah'a ibadet etmekten de yorulmuyorlar. Bir nevi programlanmış makineler gibidirler (Bu yüzden Bakara 30'da çok büyük bir çelişki vardır fakat bu konuya ayrı bir yazı ile değineceğim).

İslam mitolojisinde melekler, dev büyüklüktedirler. En büyük melek olan Cebrail, her biri ufku kapsayan 600 kanat içerir. Onun yüksekliği cennetten Dünya'ya uzanır ve tüm melekler gibi ışık hızından daha hızlı hareket edebilir. Allah mesajcıları olarak melekleri kullanır ve isteklerini yerine getirtir, ama melekler aynı zamanda pagan tanrılarına ve koruyucu azizlere benzer işlevlere de sahiptirler. Örneğin melek mikail rüzgarı ve yağmuru kontrol eder. Bir diğeri ise gözlerinin arasındaki alan 70.000 yürüyüş mesafesi olan, dev Ölüm Meleği'dir (Azrail). Yarı kar ve yarı ateşten yaratılmış bir melek de vardır. Bu melek sürekli olarak şarkı söyleyen bir ölümsüz koroyla çevrelenmiştir.

Yazan: A.Kara

KUR'AN'IN MELEK ÇELİŞKİSİ

A, din, islamiyet, Kur'an çelişkileri, Kur'an'ın melek çelişkisi,İslamda melek çelişkisi, Kurandaki çelişkiler, Bakara 30, Meleklerin Allah'a isyanı,Melekler geleceği bilir mi?,Kur'an'da mantık hataları
Kur'an'a ve İslam'a göre melekler Allah'a ibadet etmeye ve her dediğini yapmaya programlanmış varlıklardır ve ÖZGÜR İRADELERİ ve kötülük yapma, günah işleme kabiliyetleri yoktur.

Fakat Kur'an'ı yazan her kimse (büyük ihtimalle Muhammed), Bakara 30'u yazarken bunu unutmuş ve kocaman bir çelişkinin içine düşmüş. Bir bakalım ayet ne diyordu:

Bakara 30: "Bir zamanlar Rabb'in meleklere: "Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım." demişti. (Melekler): "A!.. Orada bozgunculuk yapacak ve kan dökecek birisini mi yaratacaksın? Oysa biz seni överek tesbih ediyor ve seni takdis ediyoruz." dediler. (Rabb'in): "Ben sizin bilmediklerinizi bilirim." dedi."

Görüldüğü üzere ayette Allah meleklere insanı yaratacağını haber veriyor ve melekler "biz neyine yetmiyoruz" gibisinden isyan ediyorlar, hatta Allah'a sorular soruyorlar.

Şimdi gelelim bu ayetteki çelişkilere:
  1. Meleklerin özgür iradeleri yok ise, Allah'ın her dediğini yapmaya programlı iseler Allah'a nasıl soru soruyorlar? Nasıl düşünebiliyorlar?
  2. Meleklerin özgür iradeleri yok ise ve Allah'a tapıp her dediğini yapmak ile görevli varlıklar iseler ve doğal olarak onları yaratan Allah bunları biliyor ise nasıl oluyor da meleklere "Ben yer yüzünde bir halife yaratacağım" demek gibi bir hataya düşüyor? Çünkü yarattığı varlığın iradesi-düşünme kabileti yok.
  3. Hadi düşünebilmeyi, özgür iradeyi falan da geçtim, nasıl oluyor da Allah'ın bu sözüne karşı melekler isyan ediyor? Hani onlar Allah'ın kendine tapsın ve her dediğini yapsın diye yarattığı bir nevi nur'dan robotlarıydı?
  4. Nasıl oluyor da melekler "Bozgunculuk yapacak ve kan dökecek birisini mi yaratacaksın?" diye soru soruyorlar. Çünkü bunu söyleyebilmeleri için meleklerin gaybdan haber alıyor olmaları gerekir. Gaybı sadece Allah biliyor ise melekler burada nasıl bu şekilde konuşabiliyor? Eğer gaybdan haber alabiliyor olsalardı özgür iradeye sahip olmaları gerekmez miydi? Çünkü normalde sadece Allah'a ibadet ediyor ve o ne derse, hiç düşünmeyip, sorgulamayıp yapıyorlar. Saygıdan falan değil, Allah öyle programladığı, o şekilde yarattığı için.

Gelecek cevapları az çok tahmin ediyorum fakat acı olan şu ki bu cevaplar ciddi dansözlük ve ayet bükücülük istiyor çünkü çelişki çok büyük ve gayet net şekilde açık...

Yazan: Anu

ARES

12 Olimpos tanrısından biri olan Ares savaş tanrısıdır. Zeus ve Hera'nın oğludur. Edebiyatta Ares, savaşın şiddetini, fiziksel ve vahşi yönünü temsil ediyor. Bu yönüyle zekânın tanrıçası olan, askeri stratejilerde uzman bir generali temsil eden Athena ile zıtlık oluşturuyor.

Ares savaşta başarı için gerekli olan fiziksel saldırganlığı somutlaştırmasına rağmen, Yunanlılar ona karşı kararsızdı çünkü savaşta doyumsuz olan tehlikeli, ezici bir güçtü.

Ares, Hephaestus ile evli olan Afrodit'in sevgilisi olarak bilinir ve Ares, edebiyatta sınırlı bir rol oynasa da, mitlerde ortaya çıktığı zaman, genellikle aşağılanma ile karşı karşıyadır. Örneğin, Ares ve Afrodit'in ünlü bir hikayesinde, Afrodit'in kocası Hephaestus'un yaptığı akıllı bir cihaz ile yatakta çıplak bir şekilde onları tuzağa düşürülürler ve tanrılar tarafından alay konusu olurlar.

Ares'in Sembolleri:
Mızrak, kask, köpek, savaş arabası, domuz, akbaba ve yanan meşale.

Madde madde Ares:
  • Ares en çok savaş tanrısı olarak adlandırılırdı; savaşın hoş olmayan yönlerini temsil etti.
  • Her ikisi de ondan nefret eden Zeus ve Hera'nın oğluydu (Homer'e göre).
  • Ares, savaşla olan bağlantısına rağmen çoğu kez kinci bir korkak olarak nitelendirildi.
  • Bazı kaynaklara göre Ares, Afrodit’in sevgilisi olarak tanımlandı ve kocası Hephaestus tarafından hor görüldü. Aralarındaki ilişki, Olimposlular arasında bir sır değildi.
  • Ares erkekler ve diğer ölümsüzler arasında asla çok popüler değildi. Sonuç olarak, Yunanistan'daki ibadeti önemli veya yaygın değildi.
  • Yunanistan'ın kuzeydoğusunda kızgın bir halkın yaşadığı Trakya'dan geldi.
  • Kuşu akbaba idi.
  • Amazonlar, savaşçı kadınlar onun kızlarıydı. Anneleri Harmony adında barışsever bir su perisiydi.
  • Otus ve Ephialtes adındaki ikiz devler, Ares'i bir pirinç zinciriyle bağlayarak bir ay yılı boyunca tutukladılar; Sonunda Hermes tarafından kurtarıldı.
  • Ares Truva Savaşı'nda hep Afrodit'in tarafını tuttu. Bir Yunan savaşçısı onu Athena'nın rehberliğinde bir mızrakla delene kadar Hector (bir Truva atı) için savaştı. Daha sonra, Zeus’a Athena’nın şiddeti hakkında şikayette bulunmak için savaş alanından ayrıldı.
  • Harmonia, Uyum Tanrıçası, Ares ve Afrodit'in kızıydı.
  • Ayrıca Eros (daha çok Cupid olarak da bilinir) Ares ve Afrodit'in çocuğuydu.
  • Ares'in oğlu Tereus'a babasının miğde bulandıran mutlak niteliklerinden miras kaldığı biliniyordu.
  • Ares, Herkül'ün düşmanlarının en az üçünün biyolojik babasıydı: Cycnus, Lycaon ve Diomedes.
  • Ares'in anlaşmazlık Tanrıçası olan Eris adında bir kız kardeşi vardı.
  • Bir başka kız kardeşi olan Hebe, gençlik Tanrıçasıydı.
  • Ares mitoloji öykülerine nadiren girerdi ve öykülerde genellikle aşağılanırdı.
  • Ares iki başka savaş tanrısı ile ilişkiliydi: Enyalius ve Enyo.
  • Ares'in, çok sayıda Yunan tanrısının hemen hemen hepsinin karakteristik özelliği olan çok sayıda çocuğu vardı. Daha ölümlü çocukları tanrısal çocuklardan daha iyi kavramıştı.
  • Ares sanatta genellikle bir mızrak ve bir kask takar şekilde tasvir edilmişti.
  • Ares'in Roma mitolojisindeki adı Mars'dır.
Yazan: Anu

MELEKLERİN İNSANIN YARATILIŞINA İTİRAZI VE TALMUD'DAKİ KÖKENİ

Meleklerin insanın yaratılışına itirazı, Tanrı insanı yaratmak isteyince melekler, Bakara 30, Meleklerin isyanı, TaNah Mezmurlar 8:4, sizden gelenler, din, islamiyet, HC,
Bakara 30: "Bir zamanlar Rabb'in meleklere: "Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım." demişti. (Melekler): "A!.. Orada bozgunculuk yapacak ve kan dökecek birisini mi yaratacaksın? Oysa biz seni överek tesbih ediyor ve seni takdis ediyoruz." dediler. (Rabb'in): "Ben sizin bilmediklerinizi bilirim." dedi."

Aşağıdaki fotoğraflarda Talmud Sanhedrin 38b'de Tanrı insanoğlunu yaratmaya karar verdiğinde ilk ve ikinci melek grubunun insanların yapacağını öğrendikten sonra ( doğasını, kötü doğasını) insanın yaratılışına itiraz edip Tanrı tarafından yok edildiğini 3.grubun ise buna itiraz etmeyerek boğun eğdiğini görüyorsunuz.

Meleklerin insanın yaratılışına itirazı, Tanrı insanı yaratmak isteyince melekler, Bakara 30, Meleklerin isyanı, TaNah Mezmurlar 8:4, sizden gelenler, din, islamiyet, HC,

Ayrıca Talmud bu itirazı Mezmurlar 8:4'le temellendiriyor onu meleklerin ağzına yerleştiriyor.

TaNaH Mezmurlar 8:4
 Soruyorum kendi kendime: 
“İnsan ne ki, onu anasın, 
Ya da insanoğlu ne ki, ona ilgi gösteresin.

Özetle Kur'an Yahudi-Hristiyan geleneğinin doğal bir uzantısıdır  (ağırlıklı Hristiyan temellidir) bunu bu örnekte bir kez daha görüyoruz ona karşıt veya ters değildir. Onun Geç Antik Çag' a ait vaazsal-ders verici yeni ve şiirsel  bir yorumudur.

SİZDEN GELENLER | Yazan: A-gnostik

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)