HABERLER
Dini Haber
tarih etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
tarih etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

SAYYİDE EL-HURRA

Yazan: A.Kara
A, tarih, Sayyida, Sayyida Al-Hurra, Korsan kadın, Fas'lı korsan kadın, Barbaros Hayrettin Paşa, İslam tarihi, Müslüman kadın korsan, Kadın savaşçılar,

FAS'IN KORKULAN VE SAYGI DUYULAN KORSAN KRALİÇESİ "SAYYİDE EL HURRA"

1492'de Katolik Hükümdarları Kastilya'dan I.Isabel ve Aragon'dan II.Ferdinand İber Yarımadası'nın kontrolüne sahip olarak Grenada'yı ele geçirmeyi başardı. Hristiyanlığa geçmeyi reddedenler bölgeyi terk etmeye zorlandılar. Grenada'dan gelen ve Fas'ta sığınma isteyen mülteciler arasında Sayyide adında küçük bir kız vardı, ailesi ve akrabaları ile birlikte bölgeye sığınmışlardı.

Sayyide yabancı bir ülkede yeni bir yuvaya sahip olduğunda sadece 2 yaşındaydı. Güçlü ve zengin bir kabile olan Banu Rashid'in bir aile üyesi olduğu için çocukluğu güvenli ve mutlu geçiyordu. Ama Sayyide Grenada'dan ayrılmaya zorlanmalarının onları küçük düşürmesini asla unutamadı ve affetmedi. Büyüdüğünde Hristiyanların çetin bir düşmanı haline gelerek İspanyollardan intikam almaya çalıştı.

SAYYİDE EL-HURRA KİMDİR?
Gerçek adı tarihte kaybolmuştur ancak günümüzde "özgür ve bağımsız soylu kadın, üstün otoriteye boyun eğmeyen asil kadın" anlamlarına gelen "Sayyide el-Hurra" ismiyle bilinir. Sayyide el-Hurra (1485 - 1561) 16 yaşında iken Endülüs'ten gelen mülteciler arasından yaşlı bir adam olan Ali Al Mandri ile evlendi. Babasının da bir arkadaşı olan kocası Fas'ın kuzeyindeki Tetuan şehrinin valisi idi. Bazı kaynaklar Sayyide'nın onun oğluyla evlendiğini de ifade ettiğini söylemek gerekir.

Hangisiyle evlendiğine bakılmaksızın akıllı bir kadın olan Sayyide'nın kocasına tavsiyelerde bulunduğu, işlerinde yardım ettiği ve politikaya karıştığı bilinmektedir.

Sayyide birçok önemli toplantıya katılmasıyla birlikte hayatının ilerleyen kısmında önemli bir rol oynayacak birçok güçlü insanla tanıştı. Bunlardan biri de 1400'ler civarında Kastilyalılar tarafından tahrip edilen Tetuan kentini yeniden inşa etmesi için ona izin veren Wattasid hanedanlığından Faslı Sultan Ebu Al-Abbas-Ahmad İbn Muhammad idi.

Sayyide el-Hurra kocası öldükten sonra Tetuan valisi olarak göreve başladı ve şehrin tek yöneticisi olduğunu ilan etti. "Endülüs-Fas Sözlü Anlatılarında Feminist Gelenekleri" kitabının yazarı Hasna Lebbady'e göre "Sayyide farklı koşullar altında yapılması gerekenleri biliyordu ve bunlar onu lider yapacak niteliklerdi."


SAYYİDE'NIN KORSANLIĞA BAŞLAMASI
Laura Sook Duncombe "Korsan Kadın" adlı kitabında şöyle diyor:
"Sayyide’nin döneminde şeriat yasası altındaki kadınlar dönemin birçok Batı hukuk sistemi altındaki kadınlardan daha fazla özgürlüğe sahipti. Örneğin şeriat hukukunun geleneksel yorumları müslüman kadınların boşanabileceğini, evlendikten sonra soyadlarını koruyabildiklerini ve kendi mali meselelerini idare edebileceğini söylüyordu."

(Hristiyan ve Yahudi topluluklarda kadının statüsünün kötü olduğunu hatta Hristiyanların cadı diye binlerce kadın ve çocuğu yakıp astığını size bir yazımda anlatmıştım. Fakat bu yine de İslamiyet kadına boşanma hakkı vermiştir demeye neden olamaz. Çünkü Kur'an hiçbir zaman kadını muhatap almamış, her zaman erkeklere seslenmiştir. Ayrıca birçok İslami kaynağa göre kadının boşanma hakkını bile kocasından alması gerekmektedir. Yani kocası ona yol vermedikçe kadın ondan ayrılamaz. Laura Sook bu açıklamayı yapmadan önce konuyu daha iyi araştırmalıydı.)

Sayyide 1541'de Faslı Wattasid hanedanlığının bir Sultanı olan Ahmed Al-Wattasi ile evlendi. Bu onun hayatında yeni bir bölümün başlangıcıydı. Rahat bir hayat yaşayabilir ve politik başarının tadını çıkartabilirdi ama o daha fazlasını istedi. Geçmişten gelen hatıralar onu rahatsız etti ve İspanyolların ailesine neler yaptığını unutamadı. Grenada'dan gönderildikleri ve gitmeye zorlandığı gerçeğini unutamadı.

Tarihçiler o zamanlar sadece küçük bir çocuk olmasına rağmen nefretinin çoğunun çocukluk döneminde yetişkinlerin konuşmalarına kulak misafiri olduğundan kaynaklandığını düşünüyor. Sürgün edilen birçok kişi İspanyollardan intikam almaktan bahsediyordu ve Sayyide'nın aklı Hristiyan istilacılarla nasıl mücadele edebileceği konusunda fikirlerle doluyordu. Hristiyan düşmanlarından intikam almak istediği için korsanlığa başladı ve Cezayir'deki ünlü Osmanlı denizcisi Barbaros Hayrettin Paşa ile temasa geçti.

Barbaros (1475 - 1536), Sayyide el Hurra ile ilk tanıştığında ona gülse de saygı duyması gereken olağanüstü bir kadın olduğunu fark ettiğinde ona karşı olan tutumu hızla değişti. Sayyide Cebelitarık'ta başarılı birkaç korsan operasyonuna liderlik etti ve bir gün Endülüs'e geri dönmeyi hayal etmeye devam etti fakat rüyası asla gerçekleşmedi.

Lebbady şöyle diyor:
"Fas’ın bir donanmaya sahip olmamasından ve ülkenin sahili savunmak için bazı korsanlara bağlı olmasından dolayı Sayyide'yi korsan olarak adlandırmanın yanlış olduğunu belirtti. Korsanların çoğu Salé ve Tetuan gibi yerlere yerleşen Endülüs'lüler idi. Sayidda'nın emri altında, Fas'ı sömüren ve zaman zaman nüfuslarının çoğunu köleleştiren agresif İberyalıları savuşturmak için ona yardım ettiler.

Bu yüzden ona korsan demezdim. Ona korsan olarak atıfta bulunmak topraklarını agresif sömürgeci güçlerden savunanlar üzerine suç atmaktır"

Ancak diğer araştırmacılar farklı görüşlere sahipler.

Fatima Mernissi'nin "İslam'ın Unutulmuş Kraliçeleri" kitabında Sayyide'nin "Batı Akdeniz'deki korsanların tartışmasız lideri" olduğunu yazdı. Akdeniz’in kontrolünü elinde bulundurduğunu anlayan Hristiyanlar tarafından ona saygı duyuldu. Ayrıca Portekiz ve İspanyol esirlerin serbest bırakılıp bırakılmama sürecini o yönetti. Komuta ettiği korsanlarla gerçekten yelken açıp açıp açmadığı belli değil ancak yağmadan elde ettiği gelirleri ile kenti Tetuan'a yatırım yapılıyordu.

Sayyide bir korsan olarak 20 yıl boyunca batı Akdeniz'i yönetti. Kariyeri ise ironik bir şekilde damadı olan Muhammed al-Hasan al-Mandri tarafından sona erdi. Sayyide 1524 Ekim'de sınır dışı edilirken malları el konuldu ve elindeki gücü alındı.

Laura Sook Duncombe:
"Sevilen bir yönetici olmasına ve çeyrek asırdan fazla bir süredir refah getirmesine rağmen, taht iddiasını korumak için başvuracak kimsesi yoktu" diyor.

Sayyide gururlu bir kadın olarak kaderini kabul etti ve Şafşavan'a giderek 14 Temmuz 1561'e kadar yaklaşık 20 yıl kadar daha yaşadı.

Her ne kadar Sayyide bu kadar yıl geçirse ve Tetuan'ı müreffeh bir şehre çevirmiş olsa da yaptıklarını belgeleyen tarihi kayıtlar neredeyse hiç yok.

İLK İNCİL'İN BASILIŞI

Yazan: A.Kara
A, hristiyanlık, Gutenberg, Gutenberg İncili, Biblia Sacra, İlk İncil Baskısı, tarih, İlk basılı İncil, İnciller nasıl çoğaltıldı?, Alman mucit Gutenberg, Hristiyanlığın yayılışı,
23 ŞUBAT 1455 YILINDA GUTENBERG İLK İNCİL BASKISI

23 Şubat 1455'te Avrupa'nın ilk seri üretilen kitabı olan Gutenberg İncil'i Almanya Mainz'deki hareketli tipteki bir baskı makinesi ile basılmıştır. Basıln bu kitap Latin dilinde bir İncil idi.

Hristiyanlık tarihinin en önemli olaylarından biriydi (keşke diğer din kitapları gibi İncil'de hiç dünyaya yayılmasaydı ya neyse). 1455'ten önce kitaplar çoğunlukla çok varlıklı ve yüksek mevkili insanlar içindi yani fakir yada sıradan halkın kitap sahibi olabilmesi çok zordu. Kitaplar kesinlikle ucuz falan da değildi.

Kitap kopyalamak uzun ve sıkıcı bir işti. Uzun bir süre boyunca İncil elle kopyalanmıştı. Yazması neredeyse tek bir keşişin 20 yılını alıyordu.

Johann Gutenberg’in mükemmel matbaa buluşu kitapların ve içerdikleri bilgilerin popülerleşmesine yardımcı oldu.


Buluşu tek bir çalışmanın birçok doğru kopyasını üretmeyi mümkün kılarak bilginin yayılımı konusunda devrim yarattı. Böylece basılı kitaplar daha geniş bir nüfusa daha kolay ulaşabilir hale geldi.

Gutenberg zengin bir adam değildi ama kitapları yaymak istedi. Bu yüzden 1448'de borç para alaral hareketli tip baskı yapabilen matbaasını icat edip inşa ettirdi.

Baskı sisteminden çok az para kazanıyordu ama 1455'te her biri 300 florin değerinde iki İncil (Biblia Sacra) kopyası satarak matbaanın gücünü gösterdi.

Bu para ortalama bir tezgahtar için yaklaşık üç yıllık maaşın karşılığıydı ancak el yazısı bir İncil'den çok daha ucuzdu.

İncil'in kaç kopyasının basıldığı bilinmemektedir ve tahminler yaklaşık olarak 150 ila 180 arasındadır. Bugün çeşitli eyaletlerde kayıt altına alınan 48 kopyası bulunmaktadır.

Parşömen kopyalarının tamamı Paris Bibliotheque Nationale Kütüphanesi, Londra İngiliz Kütüphanesi, Washington, D.C Kongre Kütüphanesi ve Almanya’daki Göttingen Eyalet ve Üniversite Kütüphanesinde bulunabilir.

Kaynak: Gutenberg-Bible.com

FİRAVUN 1.ŞEŞONK (ŞİŞAK)

A,tarih, Antik tarih, yahudilik, Firavun Şeşonk,Şişak,1.Şeşonk, Mısır firavunları, Kudüs'e düzenlenen sefer,Yehuda krallığına saldırı,Yahudi tarihi,Rehavam,Rehoboam,Yarovam
1. ŞEŞONK (SHİSHAK)
YEHUDA KRALLIĞINI VE BİRLEŞİK MISIR'I İSTİLA EDEN MISIR KRALI


İbranice İncil'e göre daha sonraları 1.Şeşonk olarak tanınan Shishak (Shishaq) M.Ö. 10. yüzyılda Kudüs'ü yağmalayan Mısırlı bir firavundu.

1.ŞEŞONK KİMDİR?
Şeşonk, İncil'deki adıyla Şişak semitik bir ailenin üyesi ve Libya şefinin görevlisiydi. Ailesi uzun zamandır Mısır'a yerleşmişti ve ikametgahı haline gelen Bubastis kasabası onların evi olmuştu. Shishak’ın dedesi (aynı isme sahipti) doğrudan kraliyet evine giden evlenme düzeni ile üst sıralarda yer aldı.

Eski Mısır adlı kitabında George Rawlinson şöyle diyor:
"Babası Nemrut (Namrut) o sırada ayakta kalan ordunun en önemli bölümünü oluşturan Libyalı paralı askerlerin komutanı olarak yüksek bir askeri bakanlık kurdu. Bu yüzden de Şeşonk'un itibarı Mısırlı mahkeme yetkililerinin önünde aşağı düşmüştü.

Onun adını kaynaklarda ilk gördüğümüzde "Majesteleri" olarak adlandırıldığı ve tüm paralı askerler arasında ilk sırayı aldığını düşündüren "prenslerin prensi" ünvanı göze çarpar.."

1.Şeşonk yönetimindeki Mısır birleşti ve Şeşonk meşru bir firavun olmak için etkili ve hızlı hareket etmesi gerektiğini anladı. 21 hanedanındaki son firavun olan 2.Psusennes'in kızı Mısırlı bir prenses olan Maatkare ile evlenerek önemli bir evlilik düğümü yaptı. Açıkça bu sayede oğlunun Amun rahibi ünvanını taşımasına da yardımcı oldu.

Güçlü bir yönetici olan Şeşonk bölünmüş olan Tanis ve Teb'i bir kez daha birleşmiş olan Mısır'ın bünyesine kattı.

Libya şeflerinin oğullarının öne çıkan yüksek yerlerde yetkili olmalarını mümkün kıldı ve böylece Mısır’ın politik durumunu da istikrara kavuşturdu.


ŞEŞONK'UN YEHUDA KRALLIĞINA VE KUDÜS'E SEFERLERİ
İbranice İncil'e göre (TaNah) 1.Şeşonk, Süleyman'ın saltanatının ilk yıllarında hüküm süren (M.Ö 943-922) İsrail'in kuzey krallığının ilk kralı Jeroboam'a sığınmıştı.

MÖ. 930'da Süleyman'ın ölümünün ardından Yehuda ve Süleyman'ın oğlu Rehav'am ile 1.Jeraboam'ın yönetimindeki İsrail krallıkları Şeşonk'un yaklaşmakta olan ordusuna karşı fazla direnç gösteremedi.

Mısır kralı Şeşonk İsrail kralı müttefiki 1.Yarovam'ı (Jeroboam) desteklemek için 60 bin süvari ve 1.200 savaş ordusundan oluşan devasa ve güçlü bir orduyla Yehuda Krallığına saldırdı. 2. Tarihler 12: 3'e göre, eski bir Afrika ülkesi olan Luvlu'lar (Lubim-Libyalılar), Kûş Krallığı ve Suklu'lar tarafından desteklenmişti:

[2.Tarihler 12:3]
3) Şişak’ın bin iki yüz savaş arabası, altmış bin atlısı ve Mısır’dan onunla birlikte gelen Luvlu, Suklu, Kûşlu sayısız askeri vardı.

Bu önemli olaylar Süleyman'ın oğlu ve Davut'un torunu olan Rehavam'ın yönetiminin 5.yılında gerçekleşmiştir. Rehavam onbeş müstahkem şehir kurmayı başarmıştı ve bu eylemleri Mısır yöneticisinin yapacağı saldırıların tamamen beklenmedik olmadığı anlamına geliyordu.

Şeşonk'un Yehuda Krallığı'na (Tel Megiddo'da keşfedilen bir dikilitaş ile belgelenmiştir) karşı seferleri ve Kudüs'ü yağmalaması TaNah'da şöyle geçer:

[2.Tarihler 12:1-12]
  1. İsrail Kralı Yehu’nun krallığının yedinci yılında Yoaş Yahuda Kralı oldu. Yedi yaşında kral oldu ve Yeruşalim’de kırk yıl krallık yaptı. Annesi Beer-Şevalı Sivya’ydı.
  2. Yoaş Kâhin Yehoyada yaşadığı sürece RAB’bin gözünde doğru olanı yaptı. Çünkü Kâhin Yehoyada ona yol gösteriyordu.
  3. Ancak alışılagelen tapınma yerleri henüz kaldırılmamıştı ve halk oralarda hâlâ kurban kesip buhur yakıyordu.
  4. Yoaş kâhinlere şöyle dedi: “RAB’bin Tapınağı için yapılan bağışları: Nüfus sayımından elde edilen geliri, kişi başına düşen vergiyi ve halkın gönüllü olarak RAB’bin Tapınağı’na sunduğu paraları toplayın.
  5. Her kâhin bunları hazine görevlilerinden alsın. Tapınağın neresinde yıkık bir yer varsa, onarılsın.”
  6. Yoaş’ın krallığının yirmi üçüncü yılında kâhinler tapınağı hâlâ onarmamışlardı.
  7. Bunun üzerine Kral Yoaş, Kâhin Yehoyada ile öbür kâhinleri çağırıp, “Neden RAB’bin Tapınağı’nı onarmıyorsunuz?” diye sordu, “Hazine görevlilerinden artık para almayın. Aldığınız paraları da RAB’bin Tapınağı’nın onarımına devredin.”
  8. Böylece kâhinler halktan para toplamamayı ve tapınağın onarım işlerine karışmamayı kabul ettiler.
  9. Kâhin Yehoyada bir sandık aldı. Kapağına bir delik açıp sunağın yanına, RAB’bin Tapınağı’na girenlerin sağına yerleştirdi. Kapıda görevli kâhinler RAB’bin Tapınağı’na getirilen bütün paraları sandığa atıyorlardı.
  10. Sandıkta çok para biriktiğini görünce kralın yazmanıyla başkâhin RAB’bin Tapınağı’na getirilen paraları sayıp torbalara koyarlardı.
  11. Sayılan paralar RAB’bin Tapınağı’ndaki işlerin başında bulunan adamlara verilirdi. Onlar da paraları RAB’bin Tapınağı’nda çalışan marangozlara, yapıcılara,
  12. duvarcılara, taşçılara öder, tapınağı onarmak için kereste ve yontma taş alımında kullanır ve onarım için gereken öbür malzemelere harcarlardı.
[1.Krallar 14:21-25]
21) Süleyman oğlu Rehavam Yahuda Kralı olduğunda kırk bir yaşındaydı. RAB’bin adını yerleştirmek için bütün İsrail oymaklarının yaşadığı kentler arasından seçtiği Yeruşalim Kenti’nde on yedi yıl krallık yaptı. Annesi Ammonlu Naama’ydı.
 22) Yahudalılar RAB’bin gözünde kötü olanı yaparak, işledikleri günahlarla Tanrı’yı atalarından daha çok öfkelendirdiler.
23) Ayrıca kendilerine her yüksek tepenin üstüne ve bol yapraklı her ağacın altına tapınma yerleri, dikili taşlar ve Aşera putları yaptılar.
24) Ülkedeki putperest törenlerinde fuhuş yapan kadın ve erkekler bile vardı. Yahudalılar RAB’bin İsrail halkının önünden kovduğu ulusların yaptığı bütün iğrençlikleri yaptılar.
25) Rehavam’ın krallığının beşinci yılında Mısır Kralı Şişak Yeruşalim’e saldırdı.

Musevi araştırmacı Flavius Josephus'un yazdığı "Yahudi Gelenekleri" adlı kitaba göre Rehavam'ın en müstahkem şehirleri “savaşmadan” alınmış ve seferlerde Şeşonk'a direniş gösterilmemişti.

Pek çok kişi Şişak'ın Kudüs’ü tahrip etmediğine, eldeki tüm hazinelerin ona verilerek girmeden satın alındığına inanıyor. Böylece Yeruşalim yıkımdan kurtulmuştu çünkü Rehoboam Şişak'a haraç vermişti.

İncil'de yazılanlar dışında Şişak’ın zaferini ilan eden ve ele geçirdiği 50 şehri adlandıran bir anıt da bulunmaktadır. Bu anıt Karnak'taki Amun tapınağındadır. Şişak tarafından ele geçirilen şehirlerin sayısı ve Yukarı Mısır'da, Karnak'taki Amun tapınağında bulunan bir kabartma olan Bubastite Kapısı hala tartışılıyor.

Her zaman dediğim gibi, eğer mistik-mitolojik bölümlerini çıkarırsak kutsal olduğuna inanılan Kur'an, Tevrat, İncil gibi kitaplardaki bazı tarihi anlatımlar, bulunan arkeolojik metinler ve bulgular ile eşleştirilirse antik tarih hakkında bize bilgi verebilirler.



Yazan: A.Kara

POCAHONTAS GERÇEKTEN YAŞAMIŞ BİRİ MİYDİ?

Pocahontas, tarih, Pocahontas gerçek mi?, Tarihi karakterler, Sömürgeci İngilizler, İngiliz kolonileri, Amerikan yerlileri, Kızılderililer, Pocahontas'ın hikayesi, A, Powhatan,
POCAHONTAS (MATOAKA)

Pek çoğumuz Pocahontas'ı duymuşuzdur, hatta bir dönem ülkemizdeki birçok çocuk onun çizgifilmini izleyerek büyümüştür. Ancak öyküsü Walt Disney'in 1995'te yayınladığı animasyon filminde anlatıldığı gibi değildir. Pocahontas Kızılderili bir kadındı ve asıl adı Matoaka (Amonute olarak da bilinir).

Canlı ve meraklı doğası nedeniyle kabilesi tarafından ona "oyuncu, zıpır" anlamına gelen "Pocahontas" takma adı verildi. Yaklaşık 1595 doğumlu olan Pocahontas Virjinya, Jamestown'daki sömürge yerleşimi ile olan ilişkisiyle bilinmektedir ancak kısa bir süre için de olsa tarihi değiştiren bu sıradışı kadın hakkında araştırmacıların elinde çok fazla bilgi bulunmamakta.

Araştırmacıların edindiği bilgiler başkaları tarafından yazılmış ve bu yazılarda Pocahontas'ın kendi düşünce ve hisleri kayda geçirilmiştir.

Pocahontas, İngilizler tarafından "Kral" veya "Baş" olarak adlandırılan ve erken sömürgecilerin karşı karşıya kaldığı ana siyasi ve askeri gücü yöneten olağanüstü güçlü lider Powhatan'ın (1545-1618) kızıydı. Powhatan'ın şefliği sırasında Kızılderililer zirvedeydi, 25.000 civarında bir nüfusa sahipti ve 30'undan fazla Algonkin dili konuşan kabile içeriyordu - her biri kendi şeflerine sahipti. Powhatan Kızılderilileri vatanlarına "Tsenacomoco" adını verdiler.

Sömürgeci İngilizler Mayıs 1607'de Jamestown'a gelip yerleştiklerinde Pocahontas yaklaşık on bir yaşındaydı. Pocahontas büyük oranda Nisan 1607’de yüzlerce yerleşimciyle birlikte Virginia’ya gelen İngiliz sömürgeci Kaptan John Smith ile ilişkilendiriliyor. Aralık 1607’de Smith Chickahominy Nehri’ni keşfederken Powhatan’ın küçük kardeşi Opechanough tarafından düzenlenen bir av partisi sırasında yakalanıp ele geçiriliyor ve Powhatan'ın Werowocomoco'daki başkentine getiriliyor.

Tarihçiler Pocahontas'ın Smith ve Jamestown kolonisi ile dost olduklarını doğruladılar. Sık sık yerleşimi ziyaret ettiği ve oradaki çocuklarla oyun oynadığı yazılmış. Sömürgeciler açlıktan ölmek üzereyken Pocahontas Smith'i serbest bıraktı, dört ya da beş günde bir defa olmak üzere de kolonisini ziyaret etti ve onlara yiyecek taşıdı. Bu sayede bir çok İngiliz sömürgecisinin açlıktan ölmesini engelledi.

Fakat sömürgeciler yerleşimlerini daha da genişlettikçe Powhatan topraklarının tehdit altında olduğunu hissetti ve çatışmalar yeniden patlak verdi.

1609'un sonlarında barut patlamasından kaynaklanan bir yaralanma Smith'i tıbbi bakım için İngiltere'ye dönmek zorunda bıraktı. İngilizler Powhatanlara Smith'in öldüğünü söyledi. Pocahontas bu anlatılanlara inandığı için sonrasında Jamestown'u ziyaret etmeyi bıraktı. Çok sonraları John Rolfe'in karısı olarak oraya gittiğinde Smith'in aslında ölmediğini ve İngiltere'de yaşadığını öğrenecekti.


Pocahontas 18 yaşındayken İngilizler tarafından yakalanarak rehin alındı ve fidye için kullanıldı. Onu elinde tutan İngilizler karşılığında babasından elinde tuttuğu bütün İngiliz sömürgecileri serbest bırakmasını istedi.

Pocahontas yakalandıktan sonra Jamestown'a getirilmişti. Daha sonra ne olduğu tam olarak belli değil ancak bazı metinlere bakıldığında Richmond yakınlarındaki küçük bir İngiliz yerleşimi olan Henrico'ya götürüldüğü anlaşılıyor. Babası kızının yakalandığını ve fidye bedelini öğrendiğinde onun serbest bırakılması için İngilizlerin birçok talebini kabul etti. Hemen müzakereler başladı.

Bu sırada Pocahontas Henrico'da yaşayan Rahip Alexander Whitaker'ın sorumluluğuna verilmişti. İngilizce konuşmayı, onların din ve geleneklerinı öğreniyordu. Pocahontas için her şey olmasada birçok şey Powhatan dünyasından farklıydı.

Dini öğretisi sırasında Pocahontas dul bir erkek olan John Rolfe ile tanıştı ve çift 1614'te evlendi. Fakat bu gerçekten onun istediği bir şey miydi? Bu soruların cevabı Pocahontas'ın yaşam hikayesinin hangi versiyonuna güvendiğimize bağlıdır.
Bütün İngiliz kayıtları onun ve Rolfe'un aşık olduklarını ve evlenmek istediklerini belirtirken, diğer kaynaklar onun bu İngiliz adamla evlenmeye zorlandığını iddia ediyor.

Evlilik sonrasında Pocahontas için hayat kesinlikle değişmişti. Thomas adında bir oğlan doğurdu, Hristiyan dinine tabi edildi ve "Rebecca" ismi verilerek vaftiz edildi. Bu evlilik "Pocahontas Barışı" denen bir sürece yol açtı. Bu süreçte İngilizlerle Powhatan yerlileri arasındaki çatışmalarda bir durgunluk oldu. Rolfe ailesi ise 1616'da İngiltere'ye taşındı.

Bir anda her şey sona erdi. 1617'de Rolfe ailesi Virjinya'ya geri dönmeye hazırdı. Thames Nehri'nden aşağıya doğru yolculuk ederken ağır hasta olan Pocahontas'ın karaya çıkarılması gerekiyordu. Pocahontas'ın hastalığına neden olan şey belirsizdi ve Gravesend kasabasında öldü ve 21 Mart 1617'de Aziz George Kilisesi'ne gömüldü. Öldüğünde sadece 21 yaşındaydı.

Birçok tarihçi zatüre gibi üst solunum yolu rahatsızlığından muzdarip olduğuna inanırken diğerleri onun bir çeşit dizanteriden öldüğünü düşünüyor.

John Rolfe Virjinya'ya döndü ancak genç ve hasta olan Thomas'ı İngiltere'deki akrabalarıyla terk etti. Bir yıl içinde Powhatan da öldü. Böylece "Pocahontas Barışı" yavaş yavaş bitmeye başladı. Onun insanları (kızılderililer) için hayat asla tekrar aynı olmayacaktı.

Pocahontas'ın mirası yaptığı evliliğinin Jamestown yerleşimcileri ile Amerikan yerlileri arasındaki anlaşmazlığı durdurmasıydı. Ne var ki bu süreç tekrar canlanacaktı.

Kaynaklar:
Helen C. Rountree - Pocahontas, Powhatan, Opechancanough: Three Indian Lives Changed by Jamestown
Sarah J Stebbins - Pocahontas: Her Life and Legend
Wikipedia

Yazan: A.Kara

CERMEN HAYALET SAVAŞÇILARI

mitoloji, tarih, Antik tarih, Cermen Hayalet Savaşçıları, Alman efsaneleri, Cermen mitolojisi, Alman mitolojisi, Roma imparatorluğu, Roma ve Cermen savaşları, A,
ROMALILARIN EN BÜYÜK ASKERİ YENİLGİSİ VE ANTİK CERMEN HAYALET SAVAŞÇILARI EFSANESİ

Derin, karanlık ve yoğun ormanları hızla ve sessizce geçtiler. Ne görüldü ne de duyuldular. Çeşitli ölümcül silahlarla eğitilmiş olup Romalılara karşı en büyük orduyu oluşturan bu hayaletlere bugün elit savaşçılar deniyor. Efsaneye göre Romalı askerler ne olduğunu anlayana kadar Germen hayalet savaşçıları hava şeffaf bir şekilde görünüyor göz açıp kapayıncaya kadar Romalıları öldürüp karanlıkta kayboluyorlardı.

Düşmanlarıyla yüz yüze gelen Vikinglerin aksine Cermen hayalet savaşçılar doğadan ve sürpriz unsurlarından yararlandılar. Ham bir yöntem olabilirdi ama kesinlikle başarılı bir askeri taktikti. Eski Romalılar bölgelerine girdiklerinden kısa bir süre sonra Cermen hayalet savaşçılarının hiç kimseye boyun eğmediğini ve böyle bir niyetleri olmadığını öğrendiler.

CERMEN HAYALET SAVAŞÇILARI KİMLERDİ?
Birinci yüzyılın ilk on yılında Almanya bugün olduğundan çok farklıydı. Ülkeye dağılmış çeşitli kabileler, gevşek bir şekilde yapılandırılmış topluluklar yaşadı. Birbirlerinden bağımsız olmalarına rağmen özgürlüğü her şeyden daha önemli olarak değerlendiriyorlardı. Bundan dolayı bir istila ile karşılaştıklarında kendilerini örgütlediler ve farklılıklarını bir kenara bırakıp düşmanlarına saldırdılar.

Romalılar için eski Cermen savaşçıları korkunç vahşi adamlardan başka bir şey değildi ve doğal olarak Barbarlardı. Ancak “Barbarlar” terimi günümüzde büyük ölçüde yanlış kullanılmaktadır. Modern zamanlarda sık sık Barbarların medeniyetten yoksun veya kötü insanlar olduklarını söylüyorlar. Ancak kelimenin gerçek anlamı unutuldu. Bu kelime eski Yunanistan'dan gelmektedir ve başlangıçta yalnızca Yunanca bilmeyen insanlara atıfta bulunmak için kullanılmıştır (Bir nevi Yunanlıların kendini üstün görüp diğerlerini aşağılaması, ırkçılık durumu).


ESKİ ROMANIN EN BÜYÜK ASKERİ FELAKETİ: TEUTOBURG ORMANI SAVAŞI
Roma İmparatorluğu kısa süre sonra kuzey-orta Avrupa'daki coğrafi bölgenin fethedilmesinin son derece zor olacağını fark etti. Bölge çoğunlukla Cermen kabileleri tarafından işgal edilmişti fakat bölgede aynı zamanda Keltler, Baltlar, İskitler ve daha sonraki süreçte Erken Slavlar da vardı.

Eğitimli Romalı askerler ile ağır silahlar kullanan Cermen savaşçıları arasındaki çatışma korkunçtu.

Mitolojisi sihir ve şeytani karanlık güçlerin gücü ile ilgili hikayelerle dolu eski Romalılar gibi bir medeniyet için Teutoburg Ormanı çok yabancı ve korkutucu bir bölge olmalıydı. 9 Eylül'de Teutoburg Ormanı Savaşı sırasında üç Romalı lejyon Romalılarla savaşmak için bir grup Cermen toplayan Çerusker şefi Arminius tarafından yenildi.

Cermen kabileleri bir zaferden daha fazlasını başardı. Üç Roma lejyonunu tamamen imha ettiler. Çok az Romalı asker sağ kurtuldu fakat kurtulanlar da köle oldu. Romalıların katliamı İmparatorluğu daha dikkatli davranmaya itti. Zaman zaman yapılan baskınlar ve seferler olsa da Romalılar bir daha asla Ren Nehri boyunca geçemediler.

HAYALET SAVAŞÇILARIN SİLAHLARI
Roma askeri birlikleri eğitimli ve düzenliydi. Büyük cesaret sahibi bu askerlere duyulan saygının bir belirtisi olarak 'Merih lejyonu veya Merihliler' adı verildi.

Disiplinli Romalı askerlerinin Cermen savaşçıların yarattığı kaostan tamamen etkilendiği anlaşılıyordu. Cermen kabileleri, mızrak, sapan, cirit ve ilkel ama etkili olan tokmak gibi çeşitli silahlar kullanıyorlardı.

Adrian Ambrose'nin Antik Roma Tarihi adlı kitabında yazdığı gibi Cermen savaşçılar asla birleşik ve yapılandırılmış ordulara sahip olarak mücadele etmediler. Savaşları geniş şekilde yapılandırılmış bir saldırı planı olan topluluklar olarak savaşan yüzlerce savaşçıdan oluşuyordu. Yani saf bir kaos..

Saha ve askeri harekat düzeninde savaşmaya alışkın olan organize Roma ordusu için bu bir kabustu.

Tarih kayıtlarının yazdığı gibi Romalılar eski Cermen hayalet savaşçılarıyla karşılaşırlar ve bu birçok insanın ölümüne neden olan yıkıcı bir andır. Yani aslında bu efsanenin kaynağının Roma'nın şaşkılığı sonrası ortaya çıktığı nettir, dönemin Cermen savaşçılarına hayalet benzetmesi yapıp bunu bir efsane haline getirmişler. Romanın kaderi güçlerini birleştiren ve onları ülkelerinden kovan Cermen kabilelerinin saldırdıkları gün mühürlenmişti.

Kaynaklar:
Ambrose Adrian - Ancient Roman History, Barbarians at the Gate: Ghost Warrior: Ancient Rome VS Germanic Barbarian
Peter S. Wells - The Battle That Stopped Rome: Emperor Augustus, Arminius, and the Slaughter of the Legions in the Teutoburg Forest

Yazan: A.Kara

BİR FİRAVUN : "AY"

A,tarih, Antik tarih, Mısır firavunları, Firavun Ay,Gizemli bir firavun,Gizemli firavunlar,Akhenaton,Zannanza,Şuppiluliuma,Ankhesenamen,Antik Mısır tarihi,Mısır tabletleri,Vezir Ay
Amhen mezarındaki bu taş blok Akhenaten'in Firavun Ay'a "Altın Şeref " ödülünü verişini resmediyor.


FİRAVUN AY GİZLİ İŞLER ÇEVİRMİŞ BİRİ Mİ YOKSA TALİHSİZ BİR KURBAN MI?
Firavun Ay'ın yaşamında olanları bir araya getirmek tarihçiler için gerçekten de kolay değildir. Firavun Ay, Keops, II.Ramses, Akhenaton, Hatşepsut kadar ünlü değildi, sadece bir kaç yerde ondan bahsediliyordu ama kesinlikle ilginç biriydi.

Kısa bir süre boyunca Mısır'a hükmetti ve firavun olduğu süre boyunca pek başarılı olamadı ama antik dönemde önem bir tarihsel dramda figürüydü.

Bu güne kadar tarihçiler ve Mısırbilimciler hala Firavun Ay'ın gizli bir gündemi olan ya da sadece talihsiz durumların kurbanı olan yalancı bir erkek olup olmadığını belirlemeye çalışıyorlar.

Firavun Ay masum olduğunu iddia etmişti ve asla tahttaki durumunu yükseltmek için kimseyi öldürmedi ancak sözlerinin birçoğu belgelenmiş tarihi olaylarla çelişiyormuş gibi görünüyor.

FİRAVUN AY KİMDİR?
Firavun Ay'ın Nil'in doğu kıyısında bulunan Ahmim kentinde Tanrı Min'e adanmış bir taş şapel inşa ettirmesi tarihçilerin Ay'ın yerli bir Mısırlı olduğunu varsaymasının nedenlerindendir. Ancak babasının adı Yuya Mısır'da nadir görülen bir isimdi ve bu durum Ay'ın Suriye kökenli olduğu yönündeki spekülasyonlara yol açtı.

Ian Shaw ve Paul Nicholson Antik Mısır Sözlüğü adlı kitabında şöyle diyor:
"Ay 'kraliyet atlarının müfettişi' ve 'tanrı'nın babası' ünvanlarını aldı. Bu nedenle Tiy'in erkek kardeşi Akhenaton'un amcası ve belki de Tutankamon'un amcası ya da büyük amcası olabileceği iddia edildi. 'Tanrı'nın babası'nın olağandışı makamının Ay'ı Nefertiti'nin babası yaparak bu makamı kayınpederinin elinde tutabileceği bile öne sürüldü."

Ay tahta çıkmadan önce Firavun Akenaton'un mahkemesinin bir üyesiydi. Generalin hemen altındaki en yüksek askeri rütbeye sahipti ve kraliyet ailesi ile yakın bir ilişkisi vardı.

Ay’ın karısı Tey, Nefertiti’nin hemşiresi olarak görev yaptı. Akhenaten’ın kraliçesi ve Ay’ın, ortodoks olmayan ailesiyle yaşadığı Tell el-Amarna’da kendi büyük mezarını inşa etmesine izin verildi.


TUTANKAMON'UN REHBERLİĞİNİ YAPAN VEZİR AY
Ay'ın hayatı iyiydi ancak Firavun Akenaton'un ölümünden sonra küçük oğlu Tutankhamun'un muhtemelen sekiz, dokuz yaşındayken tahta çıkması işleri karmaşık hale getirdi.

Firavun Tutankhamun Mısır'ı kendi başına yönetmek için çok gençti bu yüzden çevresi güçlü danışmanlar tarafından kuşatılmıştı. Bunlardan biri General Horemheb diğeri de Ay idi. Her ikisi de ona yardımcı olarak görevlerini yerine getiriyorlardı. Antik Mısır'da Firavun'dan sonraki en güçlü kişi vezirdi. Vezir en yüksek devlet memuru olarak kralın hemen altındaydı ve yasal konulardan sorumluydu. B nedenle de suçlular vezirden çok korkuyorlardı.

Mahkumlar Firavun Tutankhamun'a Mısır'ı eski ihtişamına kavuşturarak babasının hükümdarlığı döneminde yapılan bazı değişiklikleri tersine çevirmelerini tavsiye ettiler. Firavun Akenaton daha önce Mısır'da yalnızca tek bir tanrıya (Aten) ibadet ederek ve rahiplerin sahip oldukları güçlere kısıtlamalar getirerek tartışmalara yol açmıştı. Firavun Tutankhamun Amun rahiplerinin gücünü kabul ederek sahip oldukları hakları yenileyerek eski tanrıların ülkeye geri dönüşünü sağladı.

Tutankhamun hayatı gerçek bir trajedi kaynağı olan üvey kardeşi Ankhesenamen ile evlenmişti.

Eski Mısır'da ensest ilişki yaygındı ve yanlış kabul edilmiyordu. Mısırlılar kız kardeş ile veya kızlarıyla evlenerek kraliyetin kan bağını korumanın mümkün olduğuna inanıyorlardı Ankhesenamen'in ilk önce kendi babası olan Akenaton ile evlendiğine inanılmaktadır.

Firavun Tutankhamun ve Ankhesenamen'in hayatta kalan hiçbir çocuğu yoktu. Arkeologlar Tutankhamun’un mezarı içinde düşük yapılmış iki kız çocuğunun kalıntılarını keşfettiler.

Bu kızları yaşamış olsaydı sonunda Kraliçe Ankhesenamen'in yerini alabilecekti. Amarna kan bağının devam etmesi eski Mısır tarihini değiştirdi.

Firavun Tutankhamun öldüğünde Kraliçe Ankhesenamen kendisini büyük zorluklar içinde buldu. Amarna kan hattına devam etme ihtiyacı olduğunu hissetti ve büyük bir umutsuzluk hissi ile Hitit Kralı I. Şuppiluliuma'ya bir mektup yazdı. Bu da tartışmalı olan "Zannanza" meselesinin başlangıcıydı.

FİRAVUN AY İKİ CİNAYET İLE DE İLİŞKİLİ MİYDİ?
Tarihçiler Ankhesenamen'ın Hitit kralına yazdığı mektubu imzalarken Dakhamunzu ismini kullandığını öne sürüyorlar. Bu mektupta Hitit kralından onunla evlenebilecek birini göndermesini istemişti.

Kral Şuppiluliuma bir başlangıç yapmak için isteksizdi ancak evlilik talebinin ve mektubun gerçek olduğunu doğrulamak için bir elçi gönderdi. Daha sonra ise sonunda oğlu Zannanza'yı Tutankhamun’un eşi ile evlenmek üzere Mısır'a göndermeye karar verdi. O zamanın şartlarına göre akıllıca bir karar gibi görünüyor çünkü Zannanza yeni firavun olabilir buu yolla da Mısır Hitit imparatorluğunun bir parçası olabilirdi.

Ancak bu plan başarısız oldu çünkü Zannanza öldürülmeden önce Mısır sınırına bile ulaşmadı. Nasıl öldüğü ve onu kimin öldürdüğü ise bilinmiyor.

Kraliçe Ankhesenamen ittifaka yönelik güçlü itirazlarına rağmen Ay ile evlenmek zorunda bırakıldı. Ay tahta geçerek firavun oldu ancak iktidardaki gücünün durumu tam olarak belli değildi.

Kral Şuppiluliuma Ay'ın Mısır'ı yönetme isteğinden dolayı oğlu Zannanza'yı öldürmekle suçladı. Ay suçlamaları reddederek masum olduğunu söyledi.

Firavun Ay daha sonra tahttaki üstünlüğünü eline aldığını hissettiği General Horemheb ile de çatışmaya girdi.

Bu eski tarihsel dramda en şaşırtıcı olan şey Firavun Ay ile evlendikten kısa bir süre sonra ortadan kaybolan Kraliçe Ankhesenamen'ın gizemli ölümüdür. Aynı derecede şaşırtıcı olan diğer şey ise Firavun Ay'ın mezarını inceleyen arkeologların duvarlarda Ay'ın karısı ve Kraliçe Nefertiti'nin yaşlı hemşiresi Tey'in adını bulmuş olmalarıydı.

Kraliçe Ankhesenamen’ın adı hiç belirtilmemişti, sanki tarihten silinmiş gibiydi.

Pek çok tarihçi Firavun Ay'ın prens Zannanza'yı firavun olmasını engelleyeceği için işlediğini ve artık ihtiyaç duymadığı için Kraliçe Ankhesenamen'i öldürmekten sorumlu olduğunu ileri sürdü.

Firavun Ay'ın ise gizli işler çeviren bir adam mı yoksa sadece talihsiz durumların çaresiz bir kurbanı mı olduğu henüz belli değil.

Kaynaklar:
Ian Shaw, Paul Nicholson - The Dictionary of Ancient Egypt
Wikipedia
John Haywood, Simon Hall - The Penguin Historical Atlas of Ancient Civilizations

Yazan: A.Kara

ANTİK ÇAĞDA SOLAK OLMAK

Yazan: A.Kara
A,tarih, Antik tarih, Eski inanışlar,Sol el,Sol el ile yemek,Sol eli kullanmak,Dinlerde sol,Kur'an'da sol,din, Batıl inançlar, Solak olanlara işkence,Antik Mısır'da solak olmak,Roma'da sol el

ANTİK ÇAĞDA SOLAK OLMAK KÖTÜLÜĞÜN BİR İŞARETİ OLARAK MI GÖRÜLDÜ?


Eski zamanlarda sağ yön iyi demekti. Günümüzdeki birçok söylem bu anlayıştan gelir. Güvenilen birine "falanca kişinin sağ kolu" denir. Sol kolu değil. Doğru ve akla uygun kararlar veren birine solduyulu değil de sağduyulu deriz. Tokalaşırken sağ elimizi kullanırız.

Çünkü insanlar solakların gerçekten kötü bireyler olduğuna inanıyorlardı. Sağ el kullanımı Yunanistan, Roma, Çin, Mısır ve Mezopotamya genelinde yaygındı. Ayrıca birinin sağında oturmak ya da dikilmek bir ayrıcalıktı. Mezopotamyalılara göre solaklık Tanrıların verdiği bir cezaydı. Eski Mısır'lılar ciddi şekilde sol karşıtıydılar. Düşmanlarını sıklıkla solak tasvir ederken kendilerini sağ el kullanan veya sağ yönden gelen kişiler olarak tasvir ediyorlardı. [Stanley Coren, Advances in Psychology. Cilt. 67. Left-Handedness: Behavioral Implications and Anomalies. 1990.] Ayrıca dini figürlere dair heykellerde sağ el sembolizmi hakimdi. Örneğin bir Mezopotamya rahibi veya herhangi bir Tanrı sağ eli havada tasvir ediliyor, insanları sağ eliyle selamlıyordu. Tıpkı kralların da yaptığı gibi. 

Romalılar alyansları sol elin üçüncü parmağına takıyor, böylece kötülükleri uzak tutacaklarını düşünüyorlardı. Selamlaşırken sağ ellerini kullanarak silahsız olduklarını da göstermiş oluyorlardı. [Coren S. The left-hander syndrome: the causes and consequences of left-handedness. 1992]

Birçok din ve inanışta solaklık kötülük, şeytan ve şeytani eylemler ile ilişkilendirilmişti.
Yunan inancına göre Kiklop ve Titanlar Uranüs ile Gaia'nın çocuklarıydı. Uranüs Kiklopları yeraltı dünyası Tartarus'a kapattğında anneleri Gaia intikam almak isteyip Titanları babalarına karşı kışkırtmıştı. Gaia ile Uranüs'ün seviştiği bir sırada en genç titan olan Kronos sol elinde tuttuğu taştan yapılmış orak ile babasının cinsel organını kesmişti. [Graves R. The Greek Myths. 1963]

Havva ile Adem'in yasak elmayla birlikte resmedildiği çizimlerde Havva her zaman Adem'in solunda çizilmiştir. Çünkü elmayı alıp Adem'e veren Havva'dır. Ayrıca unutulmamalıdır ki İbrahimi dinlere göre Havva Adem'in sol yanından çıkmış yani sol kaburgasından yaratılmıştır. Bu yüzden yüzyıllar boyunca sol taraf dişilik ve aşağılık-bayağılık ile ilişkilendirilmiştir.

Çoğu kültürde olduğu gibi eski Âsurlular da sağ elin yemekte, ayin ve dini törenlerde kullanılması gerektiğine inanıyorlardı. Sanat uğruna bile olsa bu inançlarından sapmadılar. Kabartmalarında insanlar sağ elleri ile tokalaşıyor veya sağ elleri havada tasvir ediliyorlardı.

Sol kötüyle-cezalandırmayla ilişkilendirildiğinden Hristiyan sanatında İsa her zaman tanrının sağında resmedilir. Aynı nedenden ötürü "tanrının sol eli" denen Cebrail tanrının solunda yer alır.

Hristiyanlığın yayılmasıyla birlikte sol tarafa verilen özellikler kendi kurucu mitleriyle harmanlandı. Hristiyanlık solu zayıflığın da ötesinde bir yere koyarak ahlaksızlıkla ilişkilendirdi. Birçok tarihçi solun kötülükle olan ilişkisinin ortaya çıkışını açıklamaya çalışırken Matta Kitabındaki bir bölümü işaret eder. Hesap (Yargılanma) Günü'nde şöyle yazar:

Matta 25: 31-41:
31. “İnsanoğlu kendi görkemi içinde bütün melekleriyle birlikte gelince, görkemli tahtına oturacak.
32. Ulusların hepsi O’nun önünde toplanacak, O da koyunları keçilerden ayıran bir çoban gibi, insanları birbirinden ayıracak.
33. Koyunları sağına, keçileri soluna alacak.
34. “O zaman Kral, sağındaki kişilere, ‘Sizler, Babam’ın kutsadıkları, gelin!’ diyecek. ‘Dünya kurulduğundan beri sizin için hazırlanmış olan egemenliği miras alın!
35. Çünkü acıkmıştım, bana yiyecek verdiniz; susamıştım, bana içecek verdiniz; yabancıydım, beni içeri aldınız.
36. Çıplaktım, beni giydirdiniz; hastaydım, benimle ilgilendiniz; zindandaydım, yanıma geldiniz.’
37. “O vakit doğru kişiler O’na şu karşılığı verecek: ‘Ya Rab, seni ne zaman aç görüp doyurduk, susuz görüp su verdik?
38. Ne zaman seni yabancı görüp içeri aldık, ya da çıplak görüp giydirdik?
39. Seni ne zaman hasta ya da zindanda görüp yanına geldik?’
40. “Kral da onları şöyle yanıtlayacak: ‘Size doğrusunu söyleyeyim, bu en basit kardeşlerimden biri için yaptığınızı, benim için yapmış oldunuz.’
41. “Sonra solundakilere şöyle diyecek: ‘Ey lanetliler, çekilin önümden! İblis’le melekleri için hazırlanmış sönmez ateşe gidin!

Solun kötü sağın iyi olduğu düşüncesi Yahudi yazarlar arasında da görülür. Eski Ahit insan doğasını anlamlandırırken insanların “yetzer” olarak adlandırılan iki dürtüsü olduğunu yazar. Sağa doğru eğilimi olanlar için "Yetzer tov", sol tarafa yani kötülüğe eğilimi olanlar için "Yetzer Ra" ifadeleri kullanır.

Mezopotamyalılardan Mısırlılara, Yunanlılara ve Romalılara kadar dünyanın ilk büyük uygarlıklarının tümü sağ el konusunda taraflı olmuştur. Tanrıların sağ elinin şifa verici ve faydalı olduğu düşünülürken sol ellerini lanetlemek ya da cezalandırmak için kullandıklarına inanılırdı. Bu kültürlerin neredeyse hepsinde törenlerde ve yemeklerde sağ el kullanılmış ve sağ taraf her zaman tercih edilen konum olmuştur.

Tanah'da solak insanların başka bir yönlerine atıf yapılır. Birkaç örneğe bakalım ve Ehut'un, Moav kralına düzenlediği suikasti anlatan hikayeden başlayalım [Hakimler 3: 12-21]
12) Sonra İsrailliler yine RAB’bin gözünde kötü olanı yaptılar. RAB gözünde kötü olanı yaptıkları için Moav Kralı Eglon’u onlara karşı güçlendirdi.
13) Kral Eglon Ammonlular’la Amalekliler’i kendi tarafına çekerek İsrail’e saldırdı. Onları bozguna uğratarak Hurma Kenti’ni ele geçirdi.
14) İsrailliler on sekiz yıl Moav Kralı Eglon’un boyunduruğu altında kaldılar.
15) Ama RAB’be yakarmaları üzerine RAB onlar için Ehut adında bir kurtarıcı çıkardı. Benyaminli Gera’nın oğlu Ehut solaktı. İsrailliler Ehut’un eliyle Moav Kralı Eglon’a haraç gönderdiler.
16) Ehut kendine bir arşın uzunluğunda iki ağızlı bir kama yaptı ve bunu sağ kalçası üzerine, giysisinin altına sakladı.
17) Varıp haracı Moav Kralı Eglon’a sundu. Eglon çok şişman bir adamdı.
18) Ehut haracı sunduktan sonra, haracı taşımış olan adamlarını salıverdi.
19) Ama kendisi Gilgal yakınındaki taş putlardan geri döndü. “Ey kral, sana gizli bir haberim var” dedi. Kral ona, “Sus” diyerek yanındaki adamların hepsini dışarı çıkardı.
20) Ehut, üst kattaki serin odasında yalnız kalan krala yaklaşarak, “Tanrı’dan sana bir haber getirdim” deyince kral tahtından kalktı.
21) Ehut sol eliyle sağ kalçası üzerindeki kamayı çekti ve kralın karnına sapladı.

Taş askılarını yani taş fırlatmak için kullanılan antik savaş aletini ölümcül bir doğrulukla kullanabilen Benyaminoğullarından iki yerde şöyle bahsedilir: [Hakimler 20:16]
16) Solak olan yedi yüz seçme adam da bunların arasındaydı. Hepsi de bir kılı sapanla vuracak kadar iyi nişancıydı.
2) Benyamin oymağından, Saul’un ailesindendiler. Yay taşır ve yayla ok, sapanla taş atmak için hem sağ, hem sol ellerini kullanabilirlerdi. [1. Tarihler 12:2]

İncil öykülerinin Benyaminoğulları kabilesinin solak insanları içerdiğini söylemesi önemlidir. Görünüşe göre onları tıpkı tanrının sol eli gibi zarar verebilecek,kötü insanlar olarak görüyorlardı.

Sağ eli, sol elden üstün tutarak onurlandırmak Müslümanlar arasında da yaygın görülür. Sağ eli tüm onurlu amaçlarla kullanırken sol el yapılacak olan kirli işlerde kullanılır. Sağ elle yemek yenir, taharet sol el ile yapılır, bir yere sağ ayakla girilir, sol ayakla çıkılır. Bunlar Kur'an'da yazan şeyler olmasa bile Mezopotamya ve Mısır'dan Arap coğrafyasına taşınan inançların kalıntılarıdır. Bu sayede rivayet ve hadislerde kendilerine yer bulmuşlardır.

Ayrıca tıpkı Tevrat ve İncil'deki gibi Kur'an ayetlerinde de sol tarafın kötülükle, kötü olan şeylerle ilişkilendirildiğini görebiliriz. Bir örnek olması için Hakka suresi 25. ayete bakalım:
"Kitabı kendisine sol tarafından verilen ise şöyle der: “Keşke kitabım bana verilmeseydi.”
İlaveten, ayetlerde ve hadislerde cariye, köle ve ganimetlerden bahsederken "sağ elinizin sahip oldukları" ifadeleri yer alır. Yani Kur'an Müslümanların savaşırken kullandıkları "sağ el" üzerinden vurgu yaparak savaşlarda ganimet ele geçirmelerini, köle ve cariyeler edinmelerini ayıplamaz. Hatta sağ el ile alınanlara ayrıcalıklar tanıyarak onları savaş ve yağmaya teşvik eder.

Sol elin ve sol tarafın kötüyle ilişkilendirilmesi ile ilgili bazı rivayetler de vardır:
Peygamber bana geldi ve benim sol elim sağ elimin üzerindeydi. Benim sağ elimi tuttu ve sol elimin üzerine koydu. [Sünen İbni Mâce 811; Kitap 5, Hadis 9. Statü: Sahih]
Her kim yemek yiyecekse sağ eliyle yemelidir ve içecekse sağ eliyle içmelidir. Çünkü Şeytan sol eliyle yer ve sol eliyle içer. [Sahih Müslim 2020a; Kitap 36, Hadis 139; Sünen-i Tirmizi 1799; Kitap 25, Hadis 13. Statü: Sahih]

SOLAKLIĞI KÖTÜLÜK OLARAK GÖREN FİLOZOFLAR VE YAKIN TARİH

Plato ve Aristoteles bile hemen hemen her zaman iyi olanı sağ el ile kötü olanı ve suç unsuru taşıyanı ise sol el ile ilişkilendirdiler. Büyük filozof Plato uzuvların doğal olarak eşit güçte ve kabiliyette olduğuna ve bu düşüncelerin tamamen kültürel olduğuna ikna olmuştu. Ama yinede solak olan çocukların, sol elini kullanan bakıcılardan ve annelerin yanlış eğitiminden kaynaklandığını söylemekten geri kalmadı. Diğer yandan Aristoteles insanların el kullanımının doğuştan gelen bir miras olduğuna inanıyordu.

Filozof ve matematikçi Pisagor'un Zıtlıklar Tablosunun sağ tarafında hafif, iyi, erkek, sınırlı, durgun ve heteroseksüellik gibi şeyler yer alırken sol tarafında karanlık, kötülük, kadın, sınırsız, hareketli ve çarpıklık gibi şeylerin yer alması şaşırtıcı değildir. Anaksagoras'ın yalnızca sağ testisten gelen spermin erkek çocuğa gebe bırakacağını düşünmesi de muhtemelen bu bakış açısıyla ilgiliydi. [Corrbalis M. 1983. Human laterality. 1983]

Anaksagoras'ın düşüncesi eyleme çevrilmişti. Yunan erkekler yüzyıllar boyunca çocuklarının cinsiyetini seçme amacıyla testislerinden birini bağlayacak kadar ileri gitmişlerdi.

Ortaçağ'da sol elini kullanan insanların karşılaştıkları sorunlar hakkında çok az şey biliniyor. Fakat Katolik Kilisesi'nin güçlü etkisi ile sol elini kullanan insanlar şeytani, zayıf, pis, sağlıksız ve kadınsı olarak nitelendirilmeye başlamıştı. Engizisyon döneminde bir kadının yalnızca solak olması bile onun cadı ilan edilip öldürülmesi için yeterliydi. Birçok masum bu nedenle öldürüldü.

Akıl Çağı ve Aydınlanma Çağı'ndaki sınırlı reformlara rağmen 18 ve 19. yüzyıllar özellikle solaklar için zordu. Onlara karşı uygulanan ayrımcılık kökleşmiş ve resmen kurumsallaşmıştı.

Avusturyalı hekim ve psikolog Wilhelm Stekel 1911'de "sağ el her zaman doğruluğu, sol el ise suça giden yolu belirtir." demişti. Böylece sol eli kullanmak, eşcinsellik, ensest ilişki ve sapkınlık anlamlarına gelebilirken, sağ el evlilik veya fahişe ile ilişki gibi anlamlar içeriyordu.

19. yüzyıl Avrupa'sında eşcinsellerin solak olduğu söylenirdi. Birleşik Krallık'ın Protestan çoğunluğunun olduğu kesimlerde Katoliklere "sol ayak" denirken İrlanda ve İrlanda’nın Katolik kesimlerinde durum bunun zıttıydı.

Fransız sosyolog Robert Hertz, 19.yüzyılda Güney Afrika'ya yaptığı seyahatlerde Zulu kabilelerinin bir deliğe kaynamış su döktüğünü, daha sonra çocukların sol elini içine koyarak haşladıklarını, böylece sol el kullanımını engellemeyi amaçladıklarını yazmıştı.

Göreceli olarak Kuzey Amerika ve Batı Avrupa’nın özgür toplumlarında bile solaklığı bastırmak ve eğitim sistemindeki düzeni empoze etmek için kasıtlı ve acımasız girişimlerde bulunuldu. Örneğin, okulda sol elini kullanan çocukların elleri gerilerek oturduğu sandalyenin arkasından bağlanıyordu. Bazen ise çeşitli bedensel işkenceler uygulanıyordu. Sol elini kullanırken yakalanan herkes için bu cezalar geçerliydi.

Çok yakın zamanda bile birçok ülkede solak çocukların eğitim kurumları gibi alanlarda sağ ellerini kullanmayı öğrenmek zorunda bırakıldıkları görülmektedir.

Bu anlayışa zıt kimi din ve uygarlıklar da olmuştu elbet. Örneğin İnkalar solakların büyücülük ve şifacılık gibi özellikleri olduğuna inanıyorlardı. Günümüzde And dağlarında yaşayan yerliler arasında aynı inanış vardır. Ayrıca Tantra Budizminde sol el bilgeliği simgeler. [Robert Beer. The Encyclopedia of Tibetan Symbols and Motifs (2004). S.150.]

Kaynaklar:
Biblical Archaeology Society
Evans, Dave (2007). The History of British Magick after Crowley.
Dolan, T. P. (2004). "left-footer". A Dictionary of Hiberno-English: The Irish Use of English. p. 139. "Notes and Queries: Where does the phrase 'left footer' come from?". The Guardian; Mencken, Henry Louis (1962). The American language. A. A.Knopf. p. 745.; Partridge, Eric (May 2, 2006). "left-footer". A Dictionary of Slang and Unconventional English. Nature. 142. Routledge. p. 674.

5500 YILLIK SÜMER YILDIZ HARİTASI

Arkeolojik keşif, Sümer tabletleri, Sümer yıldız haritası, Sümer yıldız haritası tableti, A, Arkeoloji, Sümerler, Sümer medeniyeti, Sümer gök bilimi, Gök bilimi, Yıldızların hareketleri, tarih,
ANTİK SÜMER'İN 5.500 YILLIK YILDIZ HARİTASI TABLETİ KÖFELS OLAYINI NASIL AÇIKLIĞA KAVUŞTURDU?

M.Ö. 650'de sümerlerin yıldız haritası olarak kullandıkları yuvarlak taş döküm tablet 19. yüzyılın sonlarında Irak'ın Ninova kentinde bulunan Kral Asurbanipal'ın yeraltı kütüphanesinde keşfedildi. Bunun bir Asur tableti olduğu düşünülüyordu ancak bilgisayar analizi sonrası tabletin M.Ö. 3300’deki Mezopotamya’nın gökyüzü ile eşleşti. Böylece tabletin Asurlardan çok daha eskiye dayandığı Sümer kökenli olduğu ortaya çıktı.

Tablet en eski astronomik alet olan "Usturlap" dır. Taş üzerine kazınmış, işaretlenmiş açılı ölçü birimleri olan, disk şeklindeki bir yıldız grafikten oluşur.

Ne yazık ki bu tablette bulunan gökyüzü haritasının önemli kısımları eksiktir (yaklaşık% 40). Bu da Ninova'nın yağmalanmasının sebep olduğu hasarlardan biridir. Tabletin arkasında ise herhangi bir yazı bulunmamaktadır.

Yine de modern bilim insanları tarafından incelenen İngiliz Müzesi koleksiyonundaki K8538 numaralı çivi yazısı tablet ("Planisphere (Gökyüzü haritası)" olarak bilinir) sofistike Sümer astronomisinin varlığına dair olağanüstü bir kanıt sunuyor.

2008 yılında Alan Bond ve Mark Hempsell isimli iki yazar "Kofels'in Etki Olayının Sümer Gözlemciliği" adıyla tablet hakkında bir kitap yayınladılar.

Arkeolojik çevrelerde bir fırtına etkisi yaratarak çivi yazısı metnini yeniden çevirdiler ve tabletin eski bir asteroidden bahsettiğini ve Köfels'in Etkileyenin de bu olduğunu söylediler (Bu asteroidin Avusturya'yı M.Ö. 3100 civarında vurduğunu söylediler).

Avusturya'daki Köfels'te bulunan dev toprak kayması, 500 metre kalınlığında ve beş kilometre çapındadır. Jeologlar 19. yüzyıldan beri inceliyorlar fakat hep gizemini koruyordu.


20. yüzyılın ortalarında yapılan araştırma sonucunda ortaya çıkan sonuca göre ezici baskı ve patlamaların etkisi nedeniyle buna çok büyük bir meteorun neden olabileceğiydi.

Ancak bu görüş 20. yüzyılın sonlarında geliştirilen etki alanlarının daha iyi anlaşılması ile geçerliliğini kaybedilmiştir.

Köfels'in yaşadığı durumuda hiçbir krater gözlemlenmemektedir. Bununla birlikte önceki araştırmacıları şaşırtan bazı kanıtlar bunların sadece başka bir toprak kayması tarafından gerçekleştiği görüşüyle de açıklanamayacaktır.

Öyleyse Ninova'daki yeraltı kütüphanesinde bulunan sofistike Sümer yıldız haritası ile Avusturya'da meydana gelen gizemli etki arasındaki bağlantı nedir?

Kil tabletin incelenmesi ile üzerinde takımyıldızların çizimleri olduğu ve bilinen takımyıldız adlarının bulunduğu astronomik bir çalışma olduğunu ortaya konmaktadır. Bu tablet çok dikkat çekmişti ancak yüz yıldan beri kimse ne olduğuna dair ikna edici bir açıklama getiremedi.

Araştırmacılar gökyüzü haritası tabletinin neyi ifade ettiğini bulabilmek için binlerce yıl önceki gökyüzünü ve yörüngelerin modern bilgisayar programlarıyla taklitlerini yaparak yeniden oluşturdular.

Tabletin yarısı gezegen konumlarını ve bulut örtüsünü gösterir ancak tabletin diğer yarısı hala uzayda olmasına rağmen yeterince büyük görünen bir nesneden bahseder.

Gökbilimciler yıldızlara göre yörüngeyi not edip belirlediler ve sonuçta gördüler ki bir dereceden daha az bir sapma ile Köfels'teki alanla eşleşiyordu, yani Köfels'i işaret ediyordu.

Gözlemler asteroitin bir kilometreden daha büyük olduğunu ve Dünya'nın yörüngesinde dönen bir asteroit sınıfı olan bir Aten türü olduğunu ortaya koyuyor.

Bu yörünge aslında Köfels'te neden krater olmadığını açıklıyor. Gelen açı çok düşüktü (altı derece) ve bu da asteroidin Gamskogel adlı bir dağın Längenfeld kasabası üzerinde Köfels'den 11 kilometre uzaktaki bir dağa çarpması anlamına geliyordu. Böylece asteroit nihai çarpma noktasına ulaşmadan patlamıştı. Vadiden geçerken de yaklaşık beş kilometre çapında (alandaki göçmenin büyüklüğü) bir ateş topu olmuştu.

Asteroit Köfels'i vurduğunda bölgede muazzam baskılar yarattı. Çarpma ile un ufak oldu ve toprak kaymasına sebebiyet verdi ancak artık katı bir nesne olmadığı için darbe sonucu oluşan klasik bir krater yaratmadı.

Köfels olayını inceleyen Mark Hempsell konuyla ilgili şöyle diyor:
"Bu yörüngeden başka bir sonuç daha çıkarılabilir. Patlamadan kaynaklanan mantar bulutu bükülerek Levant, Sina ve Kuzey Mısır üzerindeki atmosfere yeniden girmiş olabilir.

Çok kısa süreli olsa da yerin aşırı ısıınması insan saçı ve kıyafetleri de dahil olmak üzere herhangi bir yanıcı maddeyi tutuşturmak için yeterli olacaktır. Steroidin patlaması nedeniyle ölen insan sayısının Alp dağlarında ölen insanlardan daha fazla olması muhtemeldir."

Başka bir deyişle bu antik yıldız haritası Sümerlerin M.Ö. 29 Haziran 3123 sabahının erken saatlerinde Avusturya'daki Köfels'i vurarak etkileyen bir kilometreden büyük Aten asteroidinin gözlemini yaptıklarını göstermektedir.

Yazan: A.Kara

ANTİK ROMALILARIN BELASI KRALİÇE AMANİRENAS

Yazan: A.Kara
A,tarih, Antik tarih, Kraliçe Amanirenas,Roma'ya saldıran kraliçe, Tarihteki savaşçı kadınlar, Nubia krallığı,Kush krallığı,Amanirenas,Roma ile savaşan kadın, Antik Mısır,

KORKUSUZ KRALİÇE AMANİRENAS


Tek gözü vardı ama bu bir ordu toplayıp Mısır'daki Roma'ya saldırmasını engellemedi. Mısır'a saldırı başlattı. Krallığı ile Romalılar arasındaki çatışma beş yıl sürmüştü savaşın sonucunu kendi lehine çevirmişti.

KRALİÇE AMANİRENAS KİMDİR?
Amanirenas, M.Ö. 40-10 yılları arasında Kush'un iktidarındaki cesur tek gözlü kraliçeydi.

Kuş (Kush), Sudan ile güney Mısır Nil Vadisi arasında bulunan Nübye'deki (Nubia) eski bir krallıktı. Bu güzel krallık muhteşem binaları, ünlü firavunları ve piramitlerin ülkesinde ortaya çıkan şaşırtıcı antik eserleri ile Mısır tarafından gölgede bırakıldı. Ancak antik zamanlarda Nübye krallığında yaşayan sofistike bir medeniyet vardı.

Sudan'da Mısır'dakinden daha fazla piramit var ancak çok daha sanatsal olsalar da Mısır'dakilerle kıyaslanamazlar.

Napata ve Meroitik krallığın güney başkenti Meroe'nin çevresinde iki yüzden fazla piramit vardır. Meroe M.Ö. 800 ile 350 yılları arasında gelişip yükselmiş bir şehirdi.

Ne yazık ki o günlerden geriye sadece bu muhteşem piramitler kalıyor ve Nübye antik krallığı neredeyse unutuluyor ve arkeoloji tarafından ihmal ediliyor.

Ünlü bir Kandake ("kraliçe" ya da muhtemelen "kraliyet kadını" için kullanılan bir terim) olan Amanirenas  Meroitik dönemde hüküm sürdü ve yirmi beşinci Hanedanlığı'ndan kalma bir kültürü Kush'da geliştirdi. Saltanatı boyunca Mısır'ı kontrol altında tutmaya çalışan Romalılarla sürekli tekrar eden çatışmalar vardı. Kocası bir savaşta ölünce ve oğlunun yardımı ile Romalılarla savaşmaya devam etti.

MÖ. 2 Eylül 31'de Roma'nın Mark Antony filosu ve Mısır kraliçesi Kleopatra'nın filosu Augustus'un (Calligula) donanmasıyla karşılaştı. Bu tarihi olay Aktium savaşı olarak bilinir.

Antony ve Kleopatra'nın ordusu yenilince geriye bile bakmadan kaçtılar. Augustus, Kleopatra’nın oğlu Küçük Sezar'ı (Caesarion) idam etti ve Mısır’ı Roma İmparatorluğu’na dahil etti.

KRALİÇE AMANİRENAS VE KUSH ORDULARININ ROMALILARA SALDIRISI
Kuş, Mısırlı Roma krallığından çok daha küçük bir krallıktı. Kraliçe Amanirenas ve ordusu ilk saldırılarını başlattıklarında sürpriz unsurunu kullanmak istediler. Vali Aelius Gallus uzakta bir bölgede mücadele yürütmekle uğraşıyordu, bunu fırsat bilerek saldırdılar. Kuş'lar Asvan ve Filai isimli iki büyük Roma kentini ele geçirdi, halkı esir aldı ve sınırlarını genişletti.

Ordusu bir ganimet ve zafer gösterisi olarak Augustus'un başının bronz tasviri ile geri döndüler, bunu da Roma imparatorunun bir heykelinden almışlardı. Kraliçe Amanirenas bu zafer göstergesini takdir etti. 100 Nesnede Dünya Tarihi kitabının yazarı Neil MacGregor'a göre Augustus'un başını aldılar ve bu başı zafere adanmış bir tapınağın basamaklarının altına gömdüler (Bu bronz baş şuan İngiliz Müzesinde sergilenmektedir).

Fakat Kraliçe Amanirenas ve Kuş savaşçıları zaferin keyfini çok uzun süremediler. Ertesi yıl başa geçen yeni Roma Valisi Gaius Petronius tarafından Asvan'dan (Syene) sürüldüler.

Petronius Kuş'lular tarafından sürekli rahatsız edildiği ve tehdit devam ettiği için öfkeliydi. Kuş Krallığının bu saldırı ve tehditlerinden dolayı İmparator Augustus çok sinirlendi ve Roma ordusundan rakip krallığı kontrol etmelerini istedi. Petronius’un ordusu M.Ö. 15. yüzyılda Nubileri fethettikten sonra Kuş Krallığını Firavun III.Thutmose tarafından kurulan antik bir şehir olan Natapa'ya ulaşana kadar sürükledi.

Romalılar binlerce Nübyeliyi esir aldı ve onları köle olarak sattı. Napata'nın büyük kısmı yok edildi geri kalan kısımda ise büyük zayiat vardı. Fakat Kraliçe Amanirenas'ın Romalılara teslim olma niyeti yoktu.

Kuş Krallığı ve Romalılar tekrar çarpıştılar fakat bu sefer Roma'nın yeni valisi Petronius, Kraliçe Amanirenas ve güçlerinin Primus'u ele geçirmeye çalıştıkları zamankinden daha hazırlıklıydı. Kuş'lar başarısız olunca her iki taraf savaşmak yerine pazarlık etmeye başladı. Zamanla her ikisinin de yararına olacak bir anlaşmaya vardılar ve M.Ö. 21/20 yıllarında Romalılar ile Kushlar aralarında bir barış antlaşması imzalandı. Kuş'ların şikayet edeceği pek bir şey yoktu. Romalılar Primus'dan ayrılınca Meroe'ler imparatora haraç ödemek zorunda kalmaktan kurtuldular.

Bu anlaşmanın bir sonucu olarak Roma ile Kuş Krallığı arasındaki ilişki uzun süre barışçıl olmaya devam etti. Kraliçe Amanirenas’ın Romalılarla olan savaşı toplamda beş yıl sürmüştü ancak bu zaman boşa harcanmış değildi.

Kraliçe Amanirenas pes etmeyerek Romalıları durumlarını yeniden gözden geçirmeye zorlamış ve bölgedeki konumlarını yeniden değerlendirmelerini sağlamıştır.

Kraliçe Amanirenas Nübye'deki tek vahşi kadın savaşçı değildi. Kraliçe Amanishakheto Roma İmparatoru Augustus'un yolladığı bir orduyu mağlup etmişti.

Nübye krallığındaki kadınlar çok güçlüydü. Mesela Amanitore de tıpkı annesi, büyükannesi, büyük büyük anneannesi gibi savaşçı bir kraliçeydi. Tarih açık bir şekilde Nübye kraliçelerinin savaştan korkmadığını göstermektedir.

BÜYÜK İSKENDER : AMUN'UN OĞLU VE BİR FİRAVUN

A,tarih, Antik tarih, Büyük İskender,Büyük İskender'in firavun ilan edilmesi,Tanrı Amun'un oğlu Büyük İskender, Antik Mısır, Eski Mısır'ı kurtaran Büyük İskender,İskenderiye
BÜYÜK İSKENDER'İN FİRAVUN OLARAK TAÇLANDIRILMASI VE TANRI AMUN'UN OĞLU İLAN EDİLMESİ
Tüm firavunlar Mısır kökenli değildi. Büyük İskender (MÖ 356 - 323) olarak bilinen Makedonyalı III. İskender sonraları firavun olarak taçlandırıldı ve eski Mısır'da Tanrı Amun'un oğlu ilan edildi.

MÖ. Mayıs 334'te Büyük İskender Pers İmparatorluğu'nu işgal etmeye başladı. Biga Çayı Savaşı sırasında Ahameniş İmparatorluğu'nun son kralı olan III.Darius'u mağlup etti.

Savaş Küçük Asya'nın kuzeybatısında Truva sahasının yakınında gerçekleşti ve bu savaş Büyük İskender ile Pers İmparatorluğu arasında gerçekleşen üç büyük savaştan ilki idi.

Büyük İskender'in başarısızlığa ve ölüme yakınlaştığı bir savaştı. Ancak sağ salim kurtuldu ve zaferden sonra Mısır'a yöneldi.

Büyük İskender’in Pers’ler üzerindeki zaferi Persler tarafından daha önce fethedildikten sonra artık egemen bir krallık olmaktan çıkan eski Mısır’da memnuniyetle karşılandı. Bu yüzden Büyük İskender Mısır'a girdiğinde insanlar onu Mısırlıları Pers İmparatorluğunun ellerinde yıllarca süren acımasız baskıdan kurtarmış bir kurtarıcı olarak görüyorlardı.

MÖ. 332 Sonbaharında o zamanlar sadece 24 yaşında olan Büyük İskender Memphis'te firavun olarak taçlandırıldı. Libya sınırından çok uzakta olmayan Mısır'ın çölünün batısında bulunan Amun'un Tapınağı'nı ziyaret etti. Büyük Makedonyalı savaşçı İskender daha sonra tanrı Amun'un oğlu ilan edildi. Bu çok özel bir ünvandı çünkü Amun'a Mısır halkı yaratıcı tanrı olarak tapınıyordu. O tanrıların kralı ve tüm firavunların babası olarak kabul ediliyordu.


Mısır'ın hükümdarı olan Büyük İskender Perslerin aksine insanları kendi dinlerini uygulamaya devam etmeye teşvik etti. İlginç olan şu ki İskender Mısırlıların tanrılarına ona rehberlik etmeleri için dua ettiğini söylemiş ancak dualarında onlara ne söylediğini asla açıklamamıştır.

Büyük İskender iki ayını harcayıp sarayda tanrı gibi yaşadığı halde bir yönetici olarak görevini kesinlikle ihmal etmedi.

Bir firavun ve askeri komutan olarak görev yapan Büyük İskender ülkedeki siyasi gücü geri kazandı ve başına Mısırlıları atadı. Ancak Mısır ordusunun kendi komutası altında kaldığından emin olarak gereksiz riskler almadı.

Yeni toprakları fethetmek için ayrılmadan önce Mısır'ın kuzeyindeki Akdeniz kıyıları boyunca uzanan İskenderiye şehrini kurdu. Muhteşem deniz feneri ve ünlü kütüphanesi ile bilinen İskenderiye bir zamanlar antik Akdeniz bölgesinin Roma'dan sonraki en güçlü ikinci şehriydi.

Büyük İskender, MÖ. 11 Haziran 323'te Babil'de öldü ve ölümü Mısır tarihinde yeni bir sayfanın açılmasına neden oldu.

Büyük İskender'in generallerinden ve milletvekillerinden biri olarak görev yapan I.Ptolemaios (M.Ö. 366-282) Mısır kralı oldu. Ülkeye önemli değişiklikler getiren Ptolemaios Krallığı'nı kuran da oydu.

Eski Mısır halkı kısa süre sonra Ptolemaios'u bağımsız Mısır'ın firavunlarının halefi olarak kabul ettiler. Ptolemaios hanedanlığı Mısır'ı Romalılar fethedene kadar yönetti. VII.Kleopatra Mısır'daki Ptolemaios Krallığı'nın son aktif hükümdarıydı ve oğlu Caesarion sayesinde sözde firavun olarak hayatta kaldı.

Antik Sayfalarda daha önce de belirtildiği gibi, Küçük Sezar - Sezar, 23 Ağustos 30, yalnızca 17 yaşında öldürüldü. Mısır Ptolemies'in son kralıydı, büyük olasılıkla Julius Caesar'ın oğlu ve annesi Kleopatra VII idi.

Mısır'daki Ptolemaios hanedanlığının son kralı olan küçük Sezar (Caesarion) büyük olasılıkla Julius Sezar ve VII.Kleopatra'nın oğluydu ve henüz 17 yaşında iken öldürüldü.

Yazan: A.Kara