HABERLER
Dini Haber
din etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
din etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

KUR'ANDAKİ ÇELİŞKİLER |2

Gönüllü Yazar: Kirpi

Kur'an Müslümanlar açısından Tanrının insanlara gönderdiği bir kitaptır. Bunu tartışmak bile suçken ben inanıyorum ki her Müslüman hayatında bir kez olsun bile korkarak bile olsa "Ya bunu Muhammed yazdıysa" diye kendi kendine sormuştur. Kur'anda insanları bu kitabın Allah tarafından gönderilmesine ikna etmek için birçok ayet vardır. Onlardan en etkilisi Nisa Suresi 82.ayettir. Ayet şöyledir:

Onlar bu Kur'ân'ı gereği gibi düşünmezler mi? Eğer O Allah'tan başkasından gelseydi, onda mutlaka birçok tutarsızlık ve çelişkiler bulurlardı.

İşte can alıcı nokta burası. Bu ayette Allah insanlara bir meydan okuma yapıyor. Muhtemeldir ki Mekke'nin önde gelen insanları Kur'an'ı Muhammed'in yazdığını söylemişlerdir. Bunun üzerine Muhammed Allah'ın diliyle bir meydan okuma yapıyor. Eğer bu insan tarafından yazılmış olsaydı onda tutarsızlık ve çelişki olurdu. İşte bu yazımızda Kur'an'daki tutarsızlıkları ve çelişkileri göstererek bu kitabın bir insan ürünü olduğunu kanıtlayacağız. Ama konumuza geçmeden önce bir şeyi netleştirelim. İçinizde bu tutarsızlıkları o dönemde ortaya çıkaran biri neden olmadı diye soran insanlar olacak. Kur'an 23 yılda tamamlanmış bir kitap. Tamamı okunmayan kitaba eleştiri yapılmaz. Kur'an'ın Muhammed döneminde değil de ondan sonra toplanarak kitap haline getirilmesi de bir başka neden. Ama muhakkak Kur'an'ı o dönemde de eleştirenler olmuştur. Bunun az bilinmesi eleştiren olmamıştır anlamına gelmez. Nitekim tarihte Mısır Firavunlarının masasında yemek menüsü bile belli olurken Muhammed'in hayatından çok az bir şey bilmemiz de bir başka soru işaretidir. Hatta bazı tarihçiler Muhammed isimli birinin olmadığını iddia ediyor. Gerd Puin tarafından Yemende bulunan Kur'an'ın radyoaktif karbon incelemesiyle M.S. 645-690 yıllarına ait olduğu ortaya çıktı. Daha da ilginci araştırmaların devamında bulunan bu Kur'an'ın yazılarının silindiği ve üzerine yeniden günümüz Kur'an ayetlerinin yazıldığı görüldü. Yeni yazılar eski yazılarla benzerlik içerse de tamamen farklı yazılar da vardı. Neyse fazla uzatmayalım, bu mevzuyu ayrıca ele alacağım. Dönelim asıl meselemize Kur'an'daki çelişki ve tutarsızlığa.

KUR'AN'DAKİ ÇELİŞKİ VE TUTARSIZLIKLAR

İlk önce Kur'an'daki sayısal hatalara göz atalım. Eğer Müslümanların dediği gibi Allah her şeyi biliyorsa, tüm evrenin sırrına vakıfsa o zaman böyle basit matematiksel hatalar yapması çok ilginç.
A'raf/7:54 "Şüphesiz ki Rabbiniz gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra Arş'a istivâ eden, geceyi durmadan kendisini kovalayan gündüze bürüyüp örten güneşi, ayı ve yıldızları emrine boyun eğmiş durumda yaratan Allah'tır. Bilesiniz ki, yaratmak da emretmek de O'na mahsustur. Alemlerin Rabbi Allah ne yücedir!
Ayetten anlaşıldığı gibi Allah yer ve gökleri altı günde yaratıp bitirdiğini söylüyor. Peki başka ayetlerde ne diyor bir bakalım.
Fussılet/41:9. "De ki: Gerçekten siz, yeri iki günde yaratanı inkâr edip O'na ortaklar mı koşuyorsunuz? O, âlemlerin Rabbidir.
Fussılet/41:10. "O, yeryüzüne sabit dağlar yerleştirdi. Orada bereketler yarattı ve orada tam dört günde isteyenler için fark gözetmeden gıdalar takdir etti.
Fussılet/41:12. "Böylece onları, iki günde yedi gök olarak yarattı ve her göğe görevini vahyetti. Ve biz, yakın semâyı kandillerle donattık, bozulmaktan da koruduk. İşte bu, azîz, alîm Allah'ın takdiridir.
Hesap edelim: 2 gün yer + 4 gün yiyecekler + 2 gün gökler = 8 GÜN.

Gördüğünüz gibi yeri ve göğü 6 günde yarattığını iddia eden Allah bu yaratılışı izah ederken sayısal hata yapıyor. Bir başka çelişkiye bakalım.

Kur'anda birçok mesele yazıldığı gibi en çok verilen meseleden biri de ölmüş bir insanın vasiyetiyle mirasının paylaşılması meselesidir. Her konuda olduğu gibi burada da kadınlar arka plana atılmıştır. Önce ayetlere bakalım:
4/Nisa suresi 11: "Allah size, çocuklarınızın (mirası) hakkında şöyle tavsiye ediyor. Erkeğe, kadının payının iki katı, fakat, eğer kadınlar ikiden fazla iseler, o zaman terekenin (mirasın) üçte ikisi onlarındır ve eğer o (kadın) bir tek ise, o zaman yarısı onundur. Eğer ölenin çocuğu varsa, onun anne ve babasının her biri için, bıraktığı mirasın altıda biri pay vardır. Fakat onun çocuğu yoksa ve yalnız ana-baba mirasçı oluyorsa, o taktirde, üçte biri annesinindir (geriye kalan babanındır). Fakat eğer ölenin kardeşleri de varsa, o zaman, altıda biri annesinindir. Bunlar, borcu ödenip ve de vasiyeti yerine getirildikten sonradır. Babalarınızdan ve oğullarınızdan hangisinin fayda bakımından size daha yakın olduğunu bilemezsiniz. (Belirlenen bu paylar) Allah'tan bir farzdır. Muhakkak ki Allah, Alîm’dir, Hakîm'di.
4/Nisa suresi: "Ve eğer eşlerinizin (kadınlarınızın) çocukları yoksa, onların bıraktıklarının yarısı sizindir. Fakat eğer onların (kadınların) çocukları varsa o zaman dörtte biri sizindir. (Bunlar) yapılan vasiyet veya (üzerindeki) borç ödendikten sonradır. Ve eğer sizin çocuğunuz yoksa, bıraktığınızın dörtte biri onlarındır (kadınlarındır), fakat eğer çocuğunuz varsa o taktirde bıraktığınızın sekizde biri onlarındır (kadınlarındır). Bu da yaptığınız vasiyet veya borç (ödendikten) sonradır. Ve eğer miras bırakan erkek veya kadının evlâdı ve ana-babası olmayıp, erkek veya kız kardeşi varsa, bu taktirde ikisinden her biri için altıda biridir. Fakat eğer bundan daha fazla iseler, o zaman onlar üçte bire ortaktırlar. Bunlar (kimseyi ) darlığa düşürmeden yapılan vasiyet ve de borç ödendikten sonradır. (İşte bunlar), (size) Allah tarafından vasiyettir. Ve Allah Alîm'dir, Halîm'dir.
4/Nisa suresi 176:  "Senden fetva istiyorlar. De ki: Allah, kelâle (annesi, babası ve çocuğu olmayan kişi) hakkında şöyle fetva veriyor. Eğer kişinin (erkeğin) ölümünde, onun çocuğu yoksa ve kız kardeşi varsa, o taktirde bıraktığının yarısı onundur. Ve eğer onun (ölen kız kardeşin) oğlu yoksa, o (erkek kardeş), ona (kız kardeşe) varis olur. Fakat, eğer iki kız kardeşi varsa, o taktirde bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Ve eğer kadın ve erkek birçok kardeşlerse, o zaman “iki kız kardeş payı” kadarı erkeğindir. Allah, şaşırırsınız diye size beyan ediyor (açıklıyor). Allah her şeyi en iyi bilendir.
Farz edelim ki bir Müslüman insan ölmüş ve geride üç kız evlat, bir ana, bir baba ve eşini bıraktı. Bu durumda mirasın 2/3'ü kızlarına, ana ve babanın her birine 1/6, eşine ise 1/8 pay kalacak.

Hesap yapalım: 2/3 + 1/6 + 1/6 + 1/8 = 1.125 (toplamın 1 olması gerekirdi)

Yani miras paylaşıldığı zaman her bir mirasçının aldığı payın toplamı mirasın kendinden fazla ediyor. Evrenin yaratıcısı Allah böyle basit bir hesap hatası yapmayacağı için bu ayet Allah'a değil hesap bilmeyen Muhammed'e aittir.

Gelelim Allah katında bir günün dünya zamanıyla kaç sene olduğuna. Bu meselede diğerleri gibi çelişkilidir, zira ayetlerin biri diğeri ile örtüşmüyor.
Secde suresi 5: Gökten yere kadar bütün işleri Allah yürütür. Sonra bu işler, süresi sizin hesabınızla bin yıl olan bir günde O’na yükselir.
Bu ayette Allah bir günde yaptığı işin insanların zamanıyla bin yıla denk geldiğini söylüyor. Bir diğer ayete bakalım:
Mearic suresi 4: Melekler ve Ruh (Cebrail) ona süresi elli bin yıl olan bir günde yükselir.
Bu ayette ise Cebrail'in Allah'ın yanına bir günde gittiğini söylüyor ve bu bir günün elli bin yıl olduğunu net olarak söylüyor. Muhammed zamanında Kur'an ayetleri yalnızca sözle sözlendiği (yazılmadığı) için önceki ayetteki söylediği sayıyı bir sonraki ayette unutması ve başka sayı söylemesi gayet mantıklı. Nasıl olsa o da bir insan.

Kur'an'a göre kaç tane cennet var?
Kur'an bazı ayetlerde cennet sözcüğünü tekil manada işlemiştir. Bu ayetlere bakan her hangi bir insan kolaylıkla bir tane cennetten bahsedildiği kanaatine varır.
Zümer 73: "Rablerine karşı gelmekten sakınanlar, bölük bölük cennete götürülürler... (ayrica bakiniz 41/Fussılet:30-32, 57/Hadid:21, 79/Naziat :40-41.)
Yukarıdaki ayetlere göre cennetin sayısı birdir. Ama şimdi göstereceğimiz ayetlerde Allah cennetten bahsederken çoğul şekilde sözler kullanır. Bu da cennetin birkaç tan olduğu manasına gelir.
Kehf 31:  İşte onlara (onlar için) Adn cennetleri vardır. Onların altından nehirler akar. (Ayrıca bakınız Ayrıca bak. 22/Hacc:23; 35/Fatır:33; 78/Nebe:31-34.)
Yüce yaratıcı önce yazdığını sonra unutamayacağı için demek ki bu Muhammed'in yanlışıdır.

Hristiyanlar cennete (cennetlere) girebilir mi?
Günümüz din adamları (tüccarlar) İslam'dan başka bir dine mensup olan hiç kimse cennete giremez diyor. Bu konuyla ilgili olarak Kur'an'da olumlu ve olumsuz (girer ve giremez) manalarında ayetler vardır. Şükürler olsun ki günümüz Müslümanlarının kafası Muhammed'inki ve Allah'ın ki kadar karışık değil, yani cennete giremeyecekleri konusunda daha netler. Çünkü Kur'an'da bir kaç ayet Hristiyanlar cennete girebilir derken bir başka ayet giremez diyor.
Bakara 62: Şüphesiz, inananlar (Müslümanlar) ile Yahudiler, Hıristiyanlar ve Sâbiîlerden (her bir grubun kendi şeriatında) “Allah’a ve ahiret gününe inanan ve salih ameller işleyenler için Rableri katında mükâfat vardır; onlar korkuya uğramayacaklar, mahzun da olmayacaklardır” (ayrıca bakınız 5/Maide:69)
Yukarıdaki ayetlere göre Hristiyanlar ve başka dinden olanlar cennete girebilirler.
Ali Imran 85: Kim İslâm’dan başka bir din ararsa, (bilsin ki o din) ondan kabul edilmeyecek ve o ahirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır.
Bu ayet ise açık bir şekilde İslam dışında başka dine mensup kimsenin cennete giremeyeceğini anlatıyor.

Hesap gününde şefaat (kayırma) var mıdır?
Müslümanların en çok söyledikleri şey Allah'ın kimseye torpil yapmayacağıdır. Ben de tüm kalbimle buna inanıyordum ama biraz araştırınca bunun böyle olmadığını gördüm. Bir düşünün eğer tüm insanları Allah yaratsaydı o zaman hesap gününde onları sorguya çekince hiç kimseyi kayırmaması gerekirdi. Kur'an'ın bazı ayetleri bunun böyle olacağını söylerken bazı ayetlerde torpile izin verildiğini görüyoruz.
Bakara suresi 48: Kimsenin kimseden faydalanamayacağı, kimseden bir şefaat kabul edilmeyeceği, kimseden bir fidye alınmayacağı ve yardım görülmeyeceği günden korunun.
Ayette açıkça hesap günü hiç kimsenin bir başkasına şefaat edemeyeceğini belirtiyor. Aslında olması gereken de bu zaten. Zira Allah bir başkasının lafıyla birinin günahlarını bağışlarsa o zaman Tanrının adaleti şüphe altına girer. Ama bir başka ayete baktığımızda şefaate izin verildiğini görüyoruz:
Meryem suresi 87:  Rahman’ın katında söz almış olanlardan başkaları şefaat hakkına sahip olmayacaklardır.
Ayet hesap gününde Allah'ın konuşmaya izin vereceği kişilerin şefaat edebileceğini anlatıyor. Muhtemeldir ki Muhammed hesap gününde söz alacak olan insanlardandır. Şimdi size soruyorum: Eğer Muhammed söz alarak dinsiz olan amca Ebu Lehebe (asıl ismi Abdüluzza b. Abdulmuttalib b. Haşim'dir) şefaat ederse nasıl olur? Bir Müslüman şefaat edeni yok diye cehenneme girsin ama Ebu Leheb'in Muhammed gibi amcası var diye paçayı cehennemden kurtarsın. Bu ne kadar adaletli?

Kötülük Allah'tan mı gelir?
Nisa suresi 78: Nerede olursanız olun, sağlam kaleler içinde bulunsanız bile, ölüm size yetişecektir. Onlara bir iyilik gelirse: “Bu Allah’tandır” derler, bir kötülüğe uğrarlarsa “Bu, senin tarafındandır” derler. De ki: “Hepsi Allah’tandır”. Bunlara ne oluyor ki, hiçbir sözü anlamaya yanaşmıyorlar?
Ayeti çok iyi okuyun. Ayette Allah "iyilik Allah'tandır, kötülük kendinizdendir" lafını eleştiriyor ve akabinde hem iyiliğin hemde kötülüğün Allah tarafından olduğunu açıkça söylüyor. Bir diğer ayete bakalım:
Nisa suresi 79: Sana ne iyilik gelirse Allah’tandır, sana ne kötülük dokunursa kendindendir. Seni insanlara peygamber gönderdik, şahit olarak Allah yeter.
Bir ayet sonrasında ise dediğini inkar edip bu defa tam aksini söylüyor. Bu şaka olmalı. Buradan iki şey anlaşılır. Ya Muhammed çok unutkan yada Kur'an'ı birbirinden habersiz iki Allah yazmıştır.

Allah'ın velisi var mı?
Şimdi bakacağımız ayetler Kur'an'da çelişkileri en net şekilde gözler önüne seren ayetlerden biridir.
Isra suresi 111: Ve de ki: “Övgü, Allah’adır. O çocuk edinmemiştir, yönetimde ortağı ve muhtaçlıktan ötürü de bir velisi de yoktur.” O’nu alabildiğine yücelt.
Yunus suresi 62: Açın gözünüzü! Allah velilerine ne korku vardır, ne de onlar mahzun olurlar!
Geleneksel dinciler ve ateistlerin aksine ben bu ayetin neden böyle çeliştiğini kendi düşüncelerimle aktaracağım. Düşüncem şu yöndedir ki Muhammed İsra suresi 11.ayeti yazarken insanları bu ayetten etkilenip onu veli olarak görmeyeceklerinden korkarak sonrasında Yunus suresi 62. ayeti kendisine vahiy etmiştir.

Allah sözünden döner mi?
Dincilerin Allah tanımına bakarsak eğer (geleceği bilir, her şeyden haberdardır, her şeyin en doğrusuna karar verir) Allah'ın herhangi bir hükümde hata yapıp sonradan düzeltme gibi bir şansı yoktur. Zira böyle bir şey olursa Allah'ın yukarıda saydığımız vasıfları şüphe altına girer. Kur'anda da bu konuda kesin hükümler vardır.
Fatr suresi 43: Hayır! Sen Allah’ın kanununda değişiklik bulamazsın. Sen Allah’ın kanununda asla bir döneklik bulamazsın. (bakınız Rum suresi 6, Zumer suresi 20 , Ali Imran suresi 9)
Buraya kadar anlaşılmayan hiçbir şey yok. Peki o zaman diğer ayetlerde neden Allah sözünü değiştirebileceğinden bahsediyor?
Bakara suresi 106: “Herhangi bir ayetin hükmünü yürürlükten kaldırır veya unutturursak, onun yerine daha hayırlısını veya benzerini getiririz. Allah’ın her şeye gücü yettiğini bilmez misin?
Eminim ki dinciler mutlaka burada konu farklı diyecek ve unutursak lafını delil olarak sunup bak işte "unutturduk demiyor unutturursak diyor" diyecekler. Bu yüzden Allah'ın "unutturarak" sözünden döndüğüne dair hadislerden birkaç örnek sunacağım sizlere:

"İçinizden kimse, Kur’an’ın tümünü elinde tutuğunu söylemesin. Bunu diyen bilir mi Kur’an’ın tümü ne kadardı, nasıldı? Kesin olan o ki, Kur’an’ın çoğu yok olup gitmiştir." (Bkz. Süyuti, el İtkan, 2/32)

Ebu Ümame’ye bir grup sahabînin anlattığına göre, onlardan biri geceleyin kalkarak ezbere bildiği bir sûreyi okumak ister, ancak besmeleden başka bir âyeti okuyamaz. Sabahleyin bu durumu sormak üzere Peygamber (asm)’in kapısına varır. Derken başkaları da oraya gelip toplanır. Birbirlerine ne için geldiklerini sorarlar. Aynı sûreyi unutma sebebiyle geldiklerini söylerler. Sonra, Resulullah (asm) onları kabul eder ve haberlerini anlatırlar. Unuttukları sûreyi sorarlar. O da bir müddet suskun vaziyette cevap vermeden bekler. Sonra şöyle der: “O sûre, geceleyin neshedildi. Bu yüzden ezberleyenlerin göğsünden ve yazılı bulunduğu her şeyden silindi” (Ebû Ubeyd, s.13-14; İbnu’l-Cevzî, Nevâsih, s. 33.)

İbn-i Mes’ud’un şöyle dediği rivâyet edilir: “Rasulullah (asm)’a bir âyet indirildi. Ben de onu mushafıma yazdım. Sabahleyin bir de baktım ki, kâğıt (varaka) bembeyaz! Bu durumu Rasulullah (asm)’a haber verince şöyle buyurdu: “Bilmiyor musun, o âyet bu gece kaldırıldı” (İbnu’l-Cevzî, Nevâsih, 34)
Şimdi sizlere soruyorum: Kur'an'ı kabul ediyorsunuz, hadisleri de kabul ediyorsunuz peki o zaman Allah'ın sözünden caydığını da kabul ediyor musunuz? Allah bir ayeti vahiy edip sonra onu kaldırıyorsa demek ki bu onun her şeyi bilmediği, en doğru kararı veremeyeceği anlamına gelir.

Konuyu çok uzatmadan burada bitirmek istiyorum. Bu saydığım çelişkiler Kur'anın üzerindeki 2-3 saatlik araştırmanın neticesiydi. İyice bakılırsa Kur'anda tutarsızlık olmayan neredeyse tek bir ayet bile bulamazsınız. Siz de Kur'anı sadece sevap için okumak yerine araştırarak okursanız bunları bizzat şahidi olursunuz. Din tüccarları tarafından daha fazla sömürülmemek için şimdiden okumaya ve araştırmaya başlayın.
Gönüllü Yazar: Kirpi

ZERDÜŞTLÜK VE İSLAM

Yazan: Kirpi
din, islamiyet, K, Zerdüştlük, Zerdüştlük ve İslam, İslamiyet'in Zerdüştlükten alıntıları, Zerdüşt İslam benzerliği, Zerdüşt ve Muhammed'in michracı, Kıble, Ölümden sonra sorgu, Vahiy meleği,

ZERDÜŞTLÜK VE İSLAM, BİR ELMANIN İKİ TARAFI


Zerdüştlük günümüzden 3500 yıl önce Zerdüşt tarafından yaratılmıştır. İran'da kurulan bu din M.O 6 yüzyıldan M.S 7 yüzyıla kadar 3 büyük Pers İmparatorluğunun dini olmuştur. Dünyanın en eski tek tanrılı vahiy dinidir. Bu dinin ortaya çıktığı topraklar İran olmasına rağmen günümüzde İran'da yaklaşık 30 bin kadar Zerdüşt kalmıştır. Müslümanların İran'ı işgalinden ve İslam'ın bu topraklarda hakim olmasından sonra Zerdüştlerin büyük bir kısmı Hindistan'a irtica etmek zorunda kalmıştır ve coğrafi kökenleri nedeniyle bu insanlara Persi denilmiştir. Zerdüştlük Budizm gibi felsefi tarafı ön planda olan bir dindir. Diğer bazı dinlerde olduğu gibi bu dininde temelinde iyilik ve kötülüğün savaşı vardır ve iman etmiş her bir insanın iyilik için savaşması gerekir. Zerdüştlük dininde Tanrı olarak Ahura Mazda Kabul (Aklin Efendisi) edilir ve kötülüğün simgesi olan Ehriman'la savaşır. Tabi diğer tüm dinlerde olduğu gibi bu dinde de insanlarla tanrı arasında bir olumlu Tanrı (vasıta) var ki onunda ismi Zerdüşt Espantaman'dır. Bu anlattıklarım şimdiden İslam ile aynı görünmeye başladı değil mi? Baş tanrı olarak Allah, kötülüğün simgesi Şeytan ve Allah'la insanlar arasındaki vasıta Muhammed. Ama benzerlikler bunla da sınırlı değil.

Zerdüştlükte ve İslam'da yaratılış hikayesi
Zerdüştlükte dünyanın «altı evrede» yaratıldığına inanılır(Kuranda tıpkı Zerdüştlük gibi evrenin altı günde yaratıldığını söylüyor) "Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra da işleri yerli yerince idare ederek arşa istiva eden Allah'dır." (Yunus suresi 3.ayet) Ve insanoğlunun tarihini(geçmişini ve geleceğini) tasvir ederken dört döneme bölüyor. Birinci dönemde iyilik ve kötülük ortaya çıkar(Allah'ın insanı yaratıp kendini belli etmesi ve Habil Kabil formatında iyiliği kötülüğü ayırt etmesi gibi), ikinci dönemde dünya karanlığa felaketler ve kötülüklere bürünür (Lut kavmi gibi günahkar kavimlerin olması ve Nuh tufanı gibi felaketlerin bas vermesi), üçüncü dönemde iyilik ve kötülük savaşında iyilik kazanır (iyi olan Muhammed'in kötü olan Mekke'li müşriklerle savaşı gibi) ve Zerdüşt halklara doğruyu ve adaleti gösterir (tıpkı Muhammed'in insanlara İmanın yolunu öğretmesi gibi), dördüncü dönemde ise her tür kötülük ve karanlık kayıp olacak (tıpkı kurtarıcı Mehdinin peyda olup kötülüğü yok etmesi ve İslam'ı yer yüzünde tek din haline getirmesi gibi). Ne kadar çok benziyor değil mi? Oysa benzerlikler bununla bitmiyor.

Zerdüştlükte ve İslam'da inanç sistemi
Çoğu insan Zerdüştlerin «ATEŞE» taptığını düşünür. Oysa bu doğru bir bilgi değildir. Zerdüştler de Müslümanlar gibi Tek Tanrıya inanırlardı. Ateşi Tanrı Ahura Mazda'nın fiziksel bir yansıması olarak kabul ederlerdi. Müslümanlar buna TECELLİ der. Allah'ın yarattıkları yoluyla insanlara görünmesi ve insanlarla konuşması. Bunun örnekleri Kur'an'da da var. Misal Musa peygamberin Allah'la bir ağaç vasıtasıyla konuşması. Kur'an'da bu olay şöyle anlatılır.

"Böylece oraya geldiği zaman vadinin sağ tarafından, mübarek yerdeki ağaçtan nida edildi: "Ey Musa! Muhakkak ki Ben, âlemlerin Rabbi Allah’ım." KASAS 30

Gördüğünüz gibi Zerdüştlerin ateşi Allah'ın tecellisi olarak görmesi hiç de yanlış değil. Kuran'a göre de Allah yarattığı nesnelerde tecelli edebilir (görüne-konuşabilir).

Zerdüşt peygamber ve Muhammed'in miracı
Rivayete göre Zerdüşt yanına bir grup müridini de alarak Belh'e gitmiştir. Yolda karşılarına çıkan Gaitya nehrini Zerdüşt'ün gösterdiği mucize ile yürüyerek geçmişlerdir. (Musa'nın denizi ikiye ayırmasına ne kadarda benziyor değil mi?) Daha sonra Avaital gölü yakınlarında 45 günlük bir ibadetin sonunda Miraca çıkmıştır. Zerdüşt, Vahumenah isimli vahiy meleği (İslam'daki ismiyle Cebrail) ile ve başkalarıyla görüşerek tanrı Ahura Mazda'nın yanına çıkmıştır. İyi bakın Muhammed'in Miraca çıkarak meleklerle ve kendisinden önceki peygamberlerle görüştükten sonra Allah'ın huzuruna çıkmasına ne kadar da benziyor değil mi?

"Kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu (Muhammed’i) bir gece Mescid-i Haram’dan çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa’ya götüren Allah’ın şanı yücedir."  (İsra suresi 1.ayet)

“O (peygamber), Cebrail’i bir başka inişinde de görmüştü. Sidretü’l- Müntehâ’nın yanında. Ki Cennet’ül-Me’va da onun yanındadır. O zaman ki, o Sidre’yi bürüyen bürüyordu. Gözü kaymadı ve sınırı aşmadı. Andolsun o, Rabbinin en büyük âyetlerinden bir kısmını gördü.” (Necm, 13-18)

İslam dünyasının neredeyse tümü Muhammed'in Miraca çıkıp Allah'la görüştüğünü kabul eder. Örnek kaynak göstermek lazımsa: Taberi, Camiu’l-Beyan fi Te’vili’l-Kur’an, c: 11, s: 519; Fahru’r-Razi, et-Tefsiru’l-Kebir, Beyrut, 1999, c: 10, s: 246; Ebu Hayyan, el-Bahru’l-Muhit fi’t-Tefsir, Beyrut, 1992, c:10, s:14; Kurtubi, el-Cami’ li Ahkami’l-Kur’an, Beyrut,1988, c: 17, s: 65; Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili, c: 7, s: 297

Muhammed'in Miraç (Allah'la görüşme) olayı Hadis kitaplarında da geçer ve sahih(şüphesiz doğru) hadisler sayılır. (Ahmed, I, 285; Heysemî, I, 78) (Müslim, Îman, 292)

Zerdüştlükte ve İslam'da iyilik-kötülük kavramları
Zerdüştlük inancına göre her insanın yaptığı iyilik ve kötülük onun kitabına yazılır. Bu da İslam'ın amel defteri kavramıyla (iyiliği ve kötülüğü yazan melekler) aynıdır. İslam'a göre de insanın sağ ve sol taraflarında birer tane melek bulunur. Sağ tarafındaki melek iyi şeyleri, sol tarafındaki melek kötü şeyleri yazar:
"İnsan hiçbir söz söylemez ki, yanında onu gözetleyen, dediklerini zapt eden bir melek bulunmasın." (Kâf, 17-18) Zerdüştlük dinine göre kötülük yapan kötü ruh ile birlikte olur (İslam'a göre şeytan) iyilik yapan ise Ahura Mazda'nın (Müslümanlarda Allah) tarafına geçmiş olur. Ne kadarda benziyor değil mi?

Zerdüşt'lükte ve İslam'da ölümden sonra sorgu
Tıpkı İslam inanışında olduğu gibi Zerdüştlük dininde de insanların öldükten sonra bir muhakemeye tabi tutulacaklarına inanılıyordu. İnanca göre insan ölümünden sonra Çinvat isimli bir köprüden geçer ve bu köprüden geçerken de sorgulanır. İslam dininin Sırat köprüsüne çok benzedi biliyorum.

"Cehennem üzerine Sırat köprüsü kurulur. Buradan ümmetiyle ilk geçecek Peygamber benim." [Buhari]

“Mahşerde muhakeme ve muhasebe işlerinden sonra Cehennemin üzerinde bir köprü (Sırat) kurulur. Allah şefaate izin verir. (Mü’minler) ya Allah selamet ver, selamet ver, diye dua eder durur”. Ya Rasulallah, köprü nedir? diye sorulduğunda; “Kaypak ve kaygan bir yoldur. Orada; kancalar, çengeller ve Necidde bilen sa’dan denilen sert dikencikler gibi dikenler vardır. Mü’minler amellerine göre kimi göz açıp kapayıncaya kadar, kimi şimşek gibi, kimi rüzgar gibi, kimi kuş gibi, kimi iyi cins yarış atları gibi, kimi deve gibi süratle geçerler. Mü’minlerden kimi sapasağlam kurtulur. Kimi de tırmalanmış (hafif yaralı) olarak salıverilir. Kimileri de Cehennem ateşi içerisine dökülür” (Buhari, Müslim, Tirmizi’den naklen Mansur Ali Nasıf, Tâc, V, 394-395).

Bu hadislere dayanarak Müslüman din adamları Kurandaki Saffat suresi 23.ayeti ( “Onları cehennemin yoluna (sırata) sürün.”) ve Meryem suresi 71.ayetlerini ("İçinizden hiçbiri istisna edilmemek üzere mutlaka Cehenneme varacaktır. Bu, Rabbinin katında kesinleşmiş bir hükümdür. Ancak cennetlikler yanmadan geçecekler, cehennemlikler ise ateşe düşeceklerdir") Sırat köprüsüne işaret gibi anlamış ve anlatmışlar.

Zerdüştlükte ve İslam'da ibadet ve kıble
Zerdüştlük dininde de tıpkı İslam'da olduğu gibi gün içinde beş defa ibadet vardır. (Sabah-Havaan, Öğlen-Rapithwan, İkindi-Uziren, Akşam-Aivisuthrem, Yatsı-Uşaen) Bu ibadetler içinde sabah ibadetinin özel yeri vardır ve erkenden insanları ibadete kaldıran Horoz da bu yüzden kutsal sanılıyordu. Zerdüştlerde ibadetin yönü (yani kıble) Güneş olarak belirlenmiştir. Geceleri güneş olmadığı için kıble Ateş Kabul edilirdi. Günümüz İslam dünyasında da gün içerisinde beş ibadet vakti (sabah namazı, öğlen namazı, ikindi namazı, akşam namazı, yatsı namazı) vardır ve Zerdüştlerde olduğu gibi ibadet ederken yüzlerini dönecek kıbleleri de (Mekke) var.

Tüm bunları göz önünde bulundurarak İslam'ın Muhammed tarafından yeni bir din olarak değil de, eski Zerdüştlük dininin reform edilerek insanlara sunulduğunu söyleyebiliriz. Zerdüştlük dini bir tek Müslümanlığı değil bir çok dini etkilemiştir ve o dinlerde Tek Tanrılığı ön plana çıkarmıştır. Bunlara misal olarak İran ve Orta Doğu'da Manescilik, Mazdekcilik, Mitracılık gibi dinleri ve mezhepleri de etkilemiştir.

DİN, GÜÇ VE İTAAT OLGUSU

Celal Şengör, din, Dinlerin çıkış amacı, Dinlerin ortaya çıkışı, DP, Stanford hapishane deneyi, Tapınma ve emir alma güdüsü, İtaat olgusu,Din ve güç,İlkel insanın tapınma isteği
Daha önce “İnanç Tarihi ve Sınav Üzerine Bazı Teoriler” adlı yazımda bahsetmiştim Sineklerin Tanrısı adlı kitaptan. Adaya düşen bir grup çocuğun başlarında yetişkin olmadan yaşadıklarını anlatıyordu. Çocuklar arasında liderlik ve yönetim hırsı baş gösteriyor bu da aralarında gruplaşmaları ve rekabeti getiriyordu. Sonunda bu rekabet aralarında cinayet ve öldürmeye kadar ulaşıyordu. Bunu yapanlar daha çocuktu. İktidar ve güç için tanrısal ögeleri ve canavarları devreye sokuyorlardı. Kafalarında oluşturdukları varlıklara çeşitli güçler yüklüyor ve onlara ya tapıyorlar ya da korkuyorlardı. William GOLDING tarafından 1950’lerde kaleme alınan bu kitap oldukça iyi bir satış grafiği tutturmuştu. Sürükleyici ve macera içeriği yoğundu.

Romanı kafamda yoğurdum. Bu çocukların yaşadıkları bizle yani günümüz toplumları ile fazlasıyla örtüşüyordu. Liderlik, iktidar hırsı, gruplaşmalar, ötekileştirmeler, güç için ilahi varlık tasarlama ve kullanma, şefaat isteme ya da korkma hatta bunların cezalandırmasından örnek vererek grupları korkutmak)

İster yaratıcı olmadığını, bir mutasyon ve evrim sonucu primat kökenli bir yaratık olduğumuzu, diğer hayvanlardan bizi ayıran tek ve en önemli özelliğin zekâ ve akıl olduğunu ya da Allah’ın/Tanrı’nın/Yaratıcı’nın var olduğunu, tüm evreni ve yaratılmışları onun yarattığına inanın. Neye inandığınız ya da inanmadığınız çok önemli değil.

İnsanoğlu güce tapar ve boyun eğme içgüdüsü ile hareket eder. Daima Alfa’sını, dominant türdeşini veya sosyal yapı içerisinde liderini arar. Bunu yapmayan tek bir insanoğlu yoktur. Kesinlikle peşinden gittiği bir güç vardır.

İlkel, gelişmemiş beyninin bir köşesinde hep tapınma, saygı duyma, emir alma güdüsü vardır. Sosyal statünüz veya yaşantınız her ne olursa olsun bu sabittir. Bu tapınma hiyerarşisi içerisinde bulunduğunuz statüler sadece astlarınıza hükmetmenizi sağlar. Ancak hükmettiğiniz çoğunluğa rağmen kesinlikle bir üstünüz vardır. Nihai üst ister doğa, ister evren, ister yaratıcı olsun. Bazen bu üstü siz yaratırsınız. Çünkü ihtiyacınız vardır.

Herhangi bir güç hiyerarşisine inanmayan insanlarda dahi hayatının bir noktasında bu durum vardır. Yorgun düşüldüğünde metabolizmayı ele geçiren bir mikrop gibi vücutta parazit olarak yaşar. Ne zamanki ruhsal veya bedensel bir dengesizlik yaşanır, işte o noktada bu parazit mikrop devreye girer ve bir güçten yardım istersiniz. Bu güç bazen ruhani bir varlık, bazen de bir insan olur. Talimat dinlersiniz. Sığınacak bir güce ya da varlığa ihtiyacınız vardır.


Tüm yaratılmışlar bir şeyin peşinden koşar. İşte bu “Şey” sizi şekillendirir. Biçime sokar. Yön verir. Amaç sağlar. Evrildiğinden/Yaratıldığından bu yana bu sistem hiç değişmemiştir. Bazen gücü seçebilirsiniz. Bu sayede bir çoğunluk/sosyal yapı içerisinde liderinizi belirlersiniz. Bu güç bazen site yöneticisi, bazen siyasi parti lideri, bazen takım kaptanı olabiliyor.

Her ne kadar amaç özgür iradeniz ile yapıyı idare edecek bir beyin seçmek gibi gözükse de aslında Alfa’nızı seçersiniz.

Bazen doğduğunuzda tapınılacak güç, dominant birey, lider otomatik olarak önünüze konur. Koşulsuz biat etmeniz istenir. Sizde sistem içerisinde biat edersiniz. Oradan sizin çocuğunuza, o da onun çocuğuna, o da onun çocuğuna…

İnsanoğlu denen primat, ilk jenerasyonlarına ait kalıtsal özelliklerinin bir kısmını halen barındırır. Sosyal olarak yaşar. Avlanır, çoğalır, genlerini sonraki jenerasyonlara aktarmak ister. Sosyal yapı içerisinde kendisine biçilen görevi üstlenir. Tabii biat edeceği lideri ile birlikte. Bu lider bazen “En Güçlülerin Savaşı” ile belirlenir. Aynı günümüzde de olduğu gibi. Doğada sosyal yaşayan hemen hemen tüm türlerde lider, güçlülerin savaşı ile belirlenir.

Bu fikirleri radikal, gerçekten uzak, fantastik veya zırva olarak nitelendirebilirsiniz. Okumadığı bir kitabın dinine sıkı sıkıya bağlı çoklarımız gibi…

Şöyle yapalım. Stanford Hapishane Deneyi’ni duydunuz mu? Eminim birçoklarınız biliyor, belki makalelerden, belki kitaptan, belki filmden belki de arkadaş ortamından.

Kısaca hatırlayalım. 1971 yılında Philip Zimbardo isimli bir sosyal psikolog, insanların sosyal rollere nasıl tepki verdiğine dair bir deney düzenleme kararı aldı ve Stanford Üniversitesi'nin Psikoloji Departmanı'nın bodrum katına inşa edilen sahte bir hapishanede, gardiyanlar ve mahkumlar olarak davranmalarını sağlayacak şekilde, 2 hafta sürecek olan deneyi için 24 kişiden oluşan bir grup erkek, üniversite öğrencisini deneyinde kullandı. Fakat Zimbardo deneklerine hangi role sahip olacaklarını, onların haberi olmaksızın belirledi. Deneklere, önceden bunun 2 haftalık bir deney olacağı, bir hapishanenin simüle edileceği ve gün başına 2012 parasıyla 85 dolar alacakları bildirildi.

Mahkumlara deney süresince gardiyanların emirlerini dinleme zorunluluğu yükledi. Gardiyanlara ise mahkumlara sözlerini geçirebilmek için olabildiğince sert davranmalarını; ancak şiddete kesinlikle başvurmamalarını tembihledi. Zimbardo, sonradan yayınlanan görüntülerde, deney öncesinde gardiyanları eğitirken şunları söylüyordu:
"Mahkumlar üzerinde can sıkıntısı hissi yaratabilirsiniz, bir dereceye kadar korku yaratabilirsiniz ve onların hayatlarını tamamen rastgele güçler tarafından, sistem tarafından, sizler ve bizler tarafından kontrol edildiği hissine kapılmalarını sağlayabilirsiniz. Ve kesinlikle özel hayatları olmayacak. Onların bireyselliklerini çeşitli yollarla ellerinden alacağız. Genellikle bunun sonucunda, kendilerini güçsüz hissederler, bunu bekliyoruz. Yani bunun sonucunda, biz tüm güce sahip olacağız, onlarsa hiçbir güce..."

Gardiyanlar, tıpkı gerçek gardiyanlar gibi giydirildi, ellerine tahta sopalar verildi ve tamamen gerçek bir hapishane ortamı yaratılmaya çalışıldı. Göz temasına engel olması amacıyla aynalı gözlükler verildi. Mahkûmlaraysa, tıpkı gerçekte olduğu gibi, oldukça rahatsız edici bir mahkûm kıyafeti giydirildi ve bileklerine birer zincir vuruldu. Gardiyanlara, mahkûmları onlara atanmış ve mahkûm kıyafetlerine işlenmiş numaralar ile çağırmaları tembihlendi. Böylece tamamen gerçek bir hapishane ortamı yaratıldı.

Zimbardo, 14 Ağustos 1971 günü, "mahkum" konumunda olacakları kendi evleri önünde ansızın, beklenmedik bir zamanda tutuklayarak deneye dâhil etti. Tutuklamaları Palo Alto polisi, Zimbardo ile anlaşmalı olarak yaptı ve mahkûmları silahlı soygun suçuyla suçladı. Mahkumlar, tüm gerçek tutuklanma prosedürlerinden geçirildi, parmak izleri alındı ve profil fotoğrafları çekildi. Polis karakolundan sonra, sahte hapishaneye gerçek bir mahkûm taşıma aracıyla transfer edildiler.


Hapishanedeki her bir hücre, 3 mahkûma ev sahipliği yapmaktaydı. Hücreler oldukça dardı; mahkûmlar için bir hapishane bahçesi yaratılmıştı ve gardiyanlar içinse geniş, rahat alanlar kurulmuştu. Gardiyanlar, üçlü gruplar halinde, 8 saatlik vardiyalarla çalıştılar. Gardiyanların görev sonrası hapishane alanında bulunmaları gerekmiyordu.

Deney bu şekilde başladı ve göreceli olarak sorunsuz bir ilk günden sonra, daha ikinci günden ortalık karışmaya başladı. İkinci gün, 1. Hücre'de kalan mahkûmlar kapılarını yataklarla bloke ederek, kıyafetlerini çıkardılar ve gardiyanları dinlemeyeceklerini söyleyerek emirleri reddettiler. Olaylar bu şekilde başladı ve sonuçlar oldukça rahatsız edici düzeydeydi.

Sıradan ve normal sayılacak üniversite öğrencileri sadece birkaç gün içerisinde vahşi düzeyde sadist gardiyanlar ve gitgide korkaklaşan mahkûmlara dönüştüler. Her geçen gün, her biri, rollerine daha da bağlı hale geldiler. Günler geçtikçe, gardiyanlar giderek şiddetlenen psikolojik kontrol taktikleri geliştirmeye başladılar. Örneğin isyanlara katılmayanları aldıkları özel bir hücre yarattılar ve burada onları ödüllendirmeye başladılar. Benzer şekilde, mahkûmların yatak çarşaflarını ve süngerlerini alarak onları metal yataklarda uyumaya zorladılar. Kısa süre içerisinde gardiyanlar, mahkûmlara önce gizli, sonrasında ise açık şiddet uygulamaya başladı. Yemeklerini yemeyenler için gardiyanlar tarafından karanlık bir oda yaratıldı ve oraya hapsedilme cezası uygulanmaya başlandı. Sadece 36 saat içerisinde, 8612 numaralı "mahkum", Zimbardo'nun tanımıyla "çılgın" tavırlar sergilemeye başladı. Zimbardo, olayları şöyle anlatıyor:
"8612 numaralı mahkûm delice davranmaya başladı, bağırıyor, çığlık atıyor, küfrediyor ve kontrolsüz öfke nöbetleri geçiriyor. Onun gerçekten bu psikolojik durumda olduğunu kabullenmemiz epey bir zaman aldı ve sonunda onu salma kararı verdik."

Deneyin başlamasından sonra sadece 6 gün geçmesine ve deneyin içeriği tamamen rol olmasına rağmen sosyal ilişkilerin gerçekliğinden ötürü mahkûmlar ile gardiyanlar arasındaki ilişki o kadar sadist ve vahşi bir hale gelmişti ki, Zimbardo beklediği süreyi tamamlayamadan deneyini sona erdirmek zorunda kaldı.

Deneyin ilk günlerinden itibaren gardiyan konumundaki öğrenciler, sözlerini mahkûmlara dinletebilmek için giderek şiddetli hale gelen yöntemler uygulamışlardır. Mahkûmlar da, ilk günlerde gardiyan konumundakilerin gerçek hayatta "kendileri ile aynı düzeyde" olduğunu bildiklerinden inatçı ve "zoraki" bir şekilde rollerini üstlenen bir tablo çizmişler, ancak her geçen gün bu inatlaşmaya bağlı olarak artan gardiyan şiddeti, onları giderek uysal ve korkak bir hale getirmiştir.

Zimbardo, deneyden kendisinin bile etkilendiğini belirtmiştir, çünkü kendisi de deneyde "hapishane müdürü" rolüne sahipti ve tamamen rol yapması gereken gardiyanların, tamamen rol yapması gereken mahkumlara uyguladıkları şiddeti sürdürmesine izin verecek kararlar almıştır.

Bu deney, toplumun onlara biçtikleri rolleri farkında olmadan nasıl sahiplendiğini ve o rolün etkisinden çıkamadan, kontrolsüz bir şekilde yerine getirdiğini net bir şekilde ortaya koymuştur. Bu deney aslında “GÜÇ” denen olgunun yanlış ellerde, yanlış fikirler ile birleştiğinde neye dönüşebileceğini, “GÜÇ”e sahip olmayan bireylerin ise karşılaştıkları durumu mükemmel derecede açığa çıkartmıştır.

Dinlerin ortaya çıkışı da tam olarak bu şekildedir. Kastettiğim semavi dinler değil. Tüm inançlar. “İlkel insan yıldırımı görmüş, gücünden etkilenmiş ve ona Zeus demiştir. Denizin gücünü görmüş ve onu Poseidon ile tanımlamıştır. Patlayan volkan ve yer hareketlerini görerek Hades demiştir (Prof. A.M. Celal ŞENGÖR).”

İnsan tanımlayamadığı, açıklayamadığı bu gibi durumlarda bir tanrı sistemi oluşturmuştur. Bu tanrılara hikâyeler atfetmiş, karşılaştığı her şeyi bu ilahi varlıklar ile açıklamaya çalışmıştır. Eğer toprak ürün vermezse tanrı/tanrıça kızmıştır. Eğer verirse duaları/sunulanları kabul etmiştir.

Hemen her toplum birbirinin mitolojisinden/dinlerinden etkilenmiş ve günümüz dinleri oluşmuştur. En ilkel, medeniyetin ulaşmadığı kabilelerde dahi bir tapınma/tanrı mekanizması oluşturulmuştur. Totemler vb. yapıtlar insan ile tanrı arasındaki bağı kurmuştur.

Günümüzde bu inanç sistemi öyle sağlam temellere oturtulmuştur ki, adeta kusursuz işlemektedir.

İster devlet başkanı olun, ister ayakkabı boyacısı. İnançlı iseniz bir tanrınız var. Yani, edinilmiş öğretiler size yön veriyor. Ateist bir devlet başkanını ele alalım. Ülkesinin refahı için başka ülkelere avuç açmak zorunda. Ancak burada ayırıcı bir faktör var. Eğer bu ateist devlet başkanı GÜÇ piramidinin en üstünde ise o zaman kendini Tanrı görmeye başlıyor. Tüm güç onda. Ol derse olur. Günümüz Kuzey Kore liderlik sistemine bakın. Peki, bu “Tanrı” oyunu ne zamana kadar işliyor? Hastaneye düşene kadar. İşte orada Tanrı’lık gidiyor. Doktor ne derse ve yaparsa o. Bazen bu Tanrı Asker olabiliyor. Sizi kurtarırsa en ala. Kurtarmazsa gitti güzelim Tanrı’lık.

Bazı inançlı ülkelerde Din, güç piramidinin en üstündeki kişi/yapı için en önemli yönetim silahı. Kitleleri bir anda yönlendirebiliyorsunuz. Papa’nın tüm bölünmüş Avrupa’yı bir parmak hareketi ile nasıl Haçlı Seferlerine gönderdiğini hatırlayın. Selahaddin Eyyubi nasıl topladı ordusunu Hristiyanlığa karşı? Emeviler Türkleri nasıl kılıçtan geçirdi? Yahudiler nasıl diğer insanları kendilerinin kölesi görüyor? Katolik Adolf HITLER, ilk dönemlerinde halkı dindarlığı ile kandırmadı mı (Gott Mit Uns posterleri…) ? Engizisyon cadı diye kızları/kadınları yakıp infaz etmedi mi? Endüljans kâğıtları ile cennet toprağı satmadı mı? Bizim Hocalar televizyonlarda peygamber terliği, bilmem ne düası diye milletin dini duygularını sömürüp para kazanmıyorlar mı?

Sadece “inançlı biri başımızda olsun” mantığı ile ülke yönetiminin teslim edildiği toplumlara bakın.

Yazının ilk paragraflarını okuduğunuzda benimle aynı görüşü paylaşmadığınızı, hatta belki gülünç bulduğunuzu biliyorum. Ancak inanıyorum ki şu an fikirleriniz az da olsa değişti.

İstesek te istemesek te, kabul etsek te etmesek te bir “GÜÇ” hep olacak. Bazen bu gücü biz yaratacağız, bazen önümüze hazır olarak konulacak ve “aha bak ben inanıyorum çünkü bu doğru, hadi sende inan. Sonra çocuklarına da söyle onlarda böyle inansınlar. Bu sayede cennetlik olursun” denecek.

İşte dinler bu nedenle var. Çünkü bir şeylere inanmak istiyoruz. Yaradılışımızdan/evrimleşip “akıllandığımız” andan beri bir lider peşindeyiz. Çünkü başka türlü açıklayamıyoruz. Gerçekler suratımıza çarptığında da öfke nöbetleri geçirip sağa sola saldırıyoruz. Bazen bu gerçekler bizi öyle ele geçiriyor ki Ateist olunduğunda birey kendisini aydınlanmış hissedip kendisini diğerlerinden üstün sayıyor ve farkında olmadan bu düşüncesini bir “DİN” haline getirip bir ayrıştırma unsuru olarak kullanabiliyor.

Bu noktada bireyler için tek çıkış var. Sorgulamanın özünü de bu teşkil ediyor. Daima “GERÇEĞİN” peşinde olun. Bilimden ayrılmayın. Gözlemlenebilir, test edilebilir, toplumsal ve bireysel yararlar sağlayan düşüncelere zaman ayırın ve araştırın. Ötekileştiren, ayrıştıran ve acımasız bir biçimde sınıflandıran her düşüncenin karşısında olun. Hayatınızı mutlu yaşayın ve mutlu yaşatın.


Yazılı ve gözlemlenebilir insanlık tarihi incelendiğinde her inancın ötekileştirdiği, ayırdığı görülmüştür. Orta doğu din geleneğinin damıtılması ile elde edilip insanlığa farklı zaman aralıklarında servis edilen semavi dinler bile “insanlık için kurtuluş ve huzura erme” mottosu ile ortaya çıkmış, ancak kendisinden olmayanları ölüme mahkûm etmiştir. Hem bu dünya’ da hem de varsayılan ölümden sonraki yaşamda.

Dinlerin ortaya çıkmasının amacı GÜÇ oluşturma ve bu GÜÇ ile yönetmektir. İnsanoğlu yönetmek-yönetilmek ve hükmetmek-hükmedilmek ister. İşte bu primat kökenlerinden gelen açlığını doyurmak için de hiç görmediği, kanıtlayamadığı, sadece inanca dayalı sistemler geliştirmiş. Evet, şu an bu yazıyı okuyan sen. Sen de bu kategoriye dâhilsin. Sadece ya farkında değilsin ya da şiddetle reddediyorsun. Hatta şu an bana küfürler yağdırarak “zırvalamış” ya da “Allah ıslah etsin” diyebilirsin. Ancak gece uyurken yastığa başını koyup kendinle baş başa kaldığında bunların aslında doğru olduğunu görecek ve kabul edeceksin, bunun cevabı sende. Daha önce bahsettiğim gibi, zaten bu güdü beynimizin en ücra noktalarında var. O halde gelin bu açlığımızı “GERÇEKLER ve BİLİM” ile doyuralım.

Eğer gerçeklerden ve bilimden uzaklaşırsanız. O zaman Sineklerin Tanrısı’nda olduğu gibi kendi tanrılarınızı yaratırsınız. Bugün olduğu gibi… Sineklerin Tanrısı adlı romanı okuyun ve ya filmini izleyin. Musa’dan, İsa’dan, Muhammed’den… Daha da önemlisi kendinizden bir şeyler bulacaksınız.

Zamanında bu arayış için ne kitaplar okuduk. Ne ayetler büktük. Semavi din kitaplarının her kelimesini araştırdık. Dünya inanç tarihinde ve mitolojilerde girmediğimiz delik kalmadı. Daha da detay mı istiyorsunuz. Site Başyazarı ve Yönetici dostum A. KARA’ nın şu dört yazısını sırası ile okuyun ve bunların üstüne yazımı tekrar okuyun.

Neden Deist Oldum – 1
Neden Deist Oldum – 2
Neden Deist Oldum – 3
Benim Tanrım

O zaman anlayacaksınız.
Sağlıcakla kalın.

Yazar Notu:
İş yoğunluğumdan bayağıdır bu yazımı bitiremiyordum. Arada takip ettiğim bazı gruplar var. Gerçek hayat bir yana sanal ortamda dahi kin kusuluyor. Her nedense din savunucuları hep karşımızda oldu. Zalim olan bizdik, sapkın olan bizdik, elimizden şarap düşmüyordu, her gece eğlencedeydik, marjinaldik, eşimizi/partnerimizi kıskanmayan varlıklardık, kötüydük, Allah ’sız Kitapsızdık, elimizden gelse dünyayı kaosa sürükleyecektik… İyi de biz böyle değiliz ki? Olur da bir misafirim eve geldiğinde namaz kılacak diye seccade var benim evimde. Bu ülke de yaşıyorum sonuçta. Kimsenin malına ve ırzına göz dikmiyoruz, hiç kimsenin malı, karısı ve kızı bana caiz değil, eşimin üstüne başka bir kadın/kadınlar getirip onları sıraya sokmak istemiyorum. Ben eşimi seviyorum. Evde alkol alıyorsam bardağım belli, olur da inancı gereği alkol alınan bardağı kullanmayan dostlarım için. Okumak isteyene her dinin kutsal kitabı var evimde. Arada (maalesef sadece aklıma geldiğinde) sokak hayvanları için marketten mama alıp onlara veriyorum. Vergimi veriyorum. Taksitlerimi ödüyorum. Evet? Tek kusurum gerçeğin ve bilimin koşmak mı? O halde ben bu kusurla yaşamaya razıyım. Varsın ben cehennemlik olayım.

Sineklerin Tanrısı kitabındaki çocuklar gibi olmak istemiyorum. Kimseyi, hiçbir canlıyı sınıflandırmak ve ötekileştirmek istemiyorum. İyilikleri ve düşünceleri dışında onların hiçbir şeyini istemiyorum. Kimin neye inandığı da zerre umurumda değil. Bana dokunmadıkları sürece...

Prof. Celal ŞENGÖR hocamdan bir alıntı: “Uzaydan Dünya’ya en ufak bir yok edici tehlike belirsin, bakın bakalım sınıf, millet, ülke, ötekileştirme kalıyor mu? Nasıl tüm insanlık birleşiyor. İşte o zaman Dünyalı olduğumuzu anlarız. Çünkü genlerimiz böyle.”

Kaynak (Stanford hapishane deneyi): Şeytan Etkisi Philipp G. Zimbardo - Haney, C., Banks, W. C., & Zimbardo, P. G. (1973). Study of prisoners and guards in a simulated prison. Naval Research Reviews, 9, 1–17. Washington, DC: Office of Naval Research

Yazan: Demon Product

DHARMA

A, Dharma, din, hinduizm, Hint dini,Hindu dini,Dharma,Veda,Rita,Hinduizm inançları,Hinduizm kavramları,Bhagavad Gita,Savaşçı Arjuna ve Krişna,Sva-dharma
Dharma , Hint dinlerinde önemli bir terimdir. Hinduizmde 'görev', 'erdem', 'ahlak', hatta 'din' anlamına gelir ve evreni ve toplumu destekleyen gücü ifade eder. Hindular genelde Dharma'nın Vedalar'da ortaya çıktığına inanıyor, ancak 'evrensel hukuk' ya da 'dürüstlük' için daha yaygın bir sözcük "Rita"dır. Dharma, toplumu koruyan, çimleri büyüten, parıldayan güneş ve insanları ahlaki insanlar haline getiren ya da insanlara gerçekçi davranma fırsatı veren güçtür.

Ancak, haklı davranmanın, herkes için tam olarak aynı şeyi ifade ettiği anlamına gelmez; farklı insanların yaşlarına, cinsiyetlerine ve toplumsal konumlarına göre farklı yükümlülükleri ve görevleri vardır. Dharma evrenseldir ancak aynı zamanda somut koşullarda ve özeldir. Bu nedenle her insanın adı "sva-dharma" olan kendi dharması vardır. Bir kadın için doğru olan şey bir erkek için olmayabilir veya bir yetişkin için doğru olanın bir çocuk için olmayabileceğini anlatır.

Sva-dharma'nın önemi, Bhagavad Gita tarafından gösterilmiştir. Mahabharata'nın büyük savaşından önce belirlenen bu metin, Arjuna'nın savaş arabasına Krişna'nın büyük ordular arasında sürdüğü arabasına binen kahramanı tasvir etmektedir. Savaşçı Arjuna, savaşta neden savaşması gerektiğini Krishna'ya soruyor. Birinin yakınlarını ve öğretmenlerini öldürebiliriz diyor ve bu yüzden savaşmayı reddediyor.

Krishna, bu savaşın dürüst olduğunu ve görevini yerine getirip savaşmasını ya da savaşçı olan dharmasından dolayı mücadele etmesini ister. Arjuna'nın sva-dharması, savaşçı olduğu için savaşmalıydı,ancak eylemlerinin sonucundan ayrılmak ve savaşçıların kuralları dahilinde savaşmak zorundaydı. Fakat birinin dharmasına göre davranmamak yanlıştır ve adharma olarak adlandırılır.

Dharma'ya göre doğru hareket, aynı zamanda insanlığa ve Tanrı'ya hizmet olarak anlaşılmaktadır. Sanatana dharma olarak bilinen şey eski çağların metinleri olan puranalara kadar uzanabilir. Bu ebedi dharma veya anayasa fikrine uyanlar, diğer sıradan aksanlarının ötesine geçtiğini iddia eder - bu, benliğin nihai dharma olan para dharma'dır. Sık sık kişisel davranışlara ebedi bir hizmet tutumu bağlayan bhakti hareketleriyle ilişkilendirilir.

Kaynak: Bbc

Yazan-Çeviren: A.Kara

NASIL BU KADAR KÖR OLUNUR?

din, islamiyet, K, Dindar tepkileri, dinlere inanmıyorum, Sünni şia düşmanlığı, Mezhepler saçmalığı, Müslümanların sadece Muhammede bakması, Enam 159, Yunus suresi 100, Müslüman olmayan cennete,
İnsanlar genelde nasıl aptallaştığını anlamaz. Çünkü düşünmek, aklini kullanmak, araştırmak yerine daha kolay olanı seçiyor. Düşünme ve karar verme yetkisini başkalarına vermekle. Sıkça karşılaştığımız vak'alardan biride insanların çoğunluğu her konuda haklı sayması ve bir meseleyi binlerce insan kabul ediyorsa sorgulamadan o kitlenin fikirlerini kabul etmesidir. Genellikle yıllardan beri kabul gören ve milyonlarca insanin inandığı, doğru saydığı bir şeyi eleştirmeye kalktığımızda «Bunca insan yanıldı da bir tek sen mi doğru anladın» diye saçma sapan cevaplarla karşılaşıyoruz. Çoğu insan da bu cevaplar önünde pes ediyor ve doğru bildiği şeyi söylemekten ya vazgeçiyor yada tehdit ve can korkusuyla vazgeçtiriliyor. Simdi insanları aptallaştırmanın en kolay yollarından biri olan DİN anlayışını inceleyeceğiz. Din bir afyon gibidir, insanların umut ve bir kurtarıcı arayışını karşılayan nabza göre şerbettir. Konumuza geçmeden önce bir kaç ünlü düşünürün dinle ilgili söylediklerine bakalım:

"Kendi adıma konuşursam, insanlığın mı Tanrı'yı, yoksa Tanrı'nın mı insanlığı yarattığına kafa yormayı bırakalı çok uzun zaman oldu."
FYODOR DOSTOYEVSKİ

Kâfirlik, düşünce özgürlüğü için kullanılan bir başka sözcüktür.
GRAHAM GREENE


"İddia ediyorum hepimiz ateistiz. Ben yalnızca, sizin inandıklarınızdan bir eksik tanrıya inanıyorum. Siz öteki tanrıları neden göz ardı ettiğinizi anladığınızda, benim de neden sizinkini göz ardı ettiğimi anlayacaksınız."
STEPHEN HENRY ROBERTS


din, islamiyet, K, Dindar tepkileri, dinlere inanmıyorum, Sünni şia düşmanlığı, Mezhepler saçmalığı, Müslümanların sadece Muhammede bakması, Enam 159, Yunus suresi 100, Müslüman olmayan cennete,
DİNDE PARÇALANMA
Günümüz dünyasında bir çok din vardır. Bu dinlerde içlerinde farklı mezheplere bölünmüştür. Her biride ben haklıyım diyenleri haksiz olarak görür. Bu makalede tüm dinleri değil onlardan sadece birini İslam'ı konu edeceğim ve İslam adı altında din tüccarlarının insanları nasıl aptallaştırdığını anlatacağım.


İslam peygamberinin ölümünden sonra (Kuran tüm peygamberlerin Müslüman olduğunu söylediği halde ne hikmetse Müslümanlar bir tek Muhammed'e şehadet eder, bakınız 2/Bakara 136) din parçalanmaya başladı. Farklı mezhepler yaranmaya başladı ve bu mezheplerin başına farklı şeyhler, evliyalar getirildi. Bu basa getirilen insanlar etrafındaki insanların başka gruplara gitmemesi için kendilerini haklı başkalarını yanlış göstermeye mecburdur. Onun için sünniler şiaları onlarda aksine birbirlerini yalanlarlar. Her birinin kendine özgü hadis ve fıkıh kitapları vardır. Aynı Allah'a ibadetleri bile farklı. Hatta bu insanlar sırf ibadeti yanlış diye birbirlerini öldürmeye bile hazır. Oysa İslam'ın kitabı olan Kur-an'da dini parçalamamak emir ediyor.

"Şu dinlerini parça parça edenler ve kendileri de grup grup ayrılmış olanlar var ya, (senin) onlarla hiçbir ilişiğin yoktur. Onların işi ancak Allah’a kalmıştır" Enam suresi 159

Din tüccarları bu gerçekleri insanlardan saklıyor ve ne yazık ki insanlarda araştırmak, okumak ve öğrenmek yerine bu sahtekar din adamlarının onlara söylediklerine inanıyor. Akıl ve mantığı yok etmek için uyduruk mucizeler, sahte kerametler yarattılar. Aklını kullanan bir insanin bunlara inanmayacağını bildikleri için ilk önce insanları akıldan uzaklaştırdılar. Düşünmeyi, eleştirmeyi kafirlik olarak gösterdiler ve din akil değil nakil ile anlaşılır dediler. Düşünsenize aklini kullanan bir insan her hangi bir dine inanır mı? Bunu iyice anlamak için bir kaç soru sorayım hem kendime hem sizlere.
  1. Hiçbir zaman görmediğin bir şeye (Tanrıya) nasıl inanırsın? Var ama göremeyiz demek, yoktur sözcüğüyle aynı manayı verir. Bir düşünün, çalışıyorsunuz ve ay sonunda paranızı almak için gittiğinizde size parayı sana vermedik ama tüm kalbinle paranın sende olduğuna inan deseler. Böyle bir şeyle karşılaşsanız ne yapardınız?
  2. Allah yarattıklarını sever ama kötülükleri de bizi imtihan için yarattı. Babanızın size "seni çok seviyorum evladım ama bana na kadar dayanabileceğini görmek için her gün seni döveceğim" demesi gibi bir şey. Ne kadar mantıklı değil mi?
  3. Allah iman etmeyenleri cehennem ateşinde yakacak. "Allah’ın izni olmadıkça, hiçbir kimse iman edemez." (Yunus suresi 100.ayet) Şimdi soruyorum sizlere benim imanım Allah'ın iznine bağlıysa eğer, o izin gelinceye kadar iman etmemekte haksız mıyım?
ŞİMDİ BEN KAFİR MİYİM?
Ne kadar üzücü olsa da zaman zaman Allah'a inanmadığı, dinden çıktığı için öldürülen insanların haberlerini alıyoruz. Kendi düzenlerini, para kaynaklarını korumak için din tüccarları ölüm fetvaları vererek insanların doğal hakkı olan yaşamını elinden alıyorlar. Bu meselenin vahim tarafı ise insanların tüm bu vahşetin Allah-din adına yapıldığına inanıp bunu haklı görmesindedir. Kur-an açık bir şekilde dinde zorlama yoktur kim neye istiyorsa inana bilir demesine rağmen (bakınız Bakara suresi 256. ayet) hala bu insanlar kendi sapıklıklarını savunmaya devam ediyor. Her şeyi anlıyoruz da bir tek şunu anlamak güç: "Neden yıllarca İslam uğruna savaşan, İslam uğruna malını mülkünü sadaka veren bir insan dinden cıktığı an kafir oluyor ve ölmeyi hak ediyor? Yani iyilik yapması, insanlara yardım etmesi için illa Müslüman mı olmak gerek? Hristiyanlar, Yahudiler, Budistler , Ateistler Müslüman olmadığı sürece cennete giremez diyorlar din tüccarları. Oysa sizin din tüccarlarınız yanmayan kefenler, peygamberi rüyada gördüren terlikler satarken bu insanlar aklini kullanarak insanlığa faydalı olmaya çalışmışlar. Peki sizin üyesi olduğunuz cemaatin başındaki evliyalar hangi işiyle insanlığa bir yarar sağladı?

E.Jener 1775 yılında İngiltere'de çiçek hastalığına karşı aşıyı bulan kişi. Hatta bu buluşunu patentleştirmekten imtina etmiş, böylece milyonlarca dolardan vazgeçmiştir.

Simdi size soruyorum bu insan mı cennetlik yoksa fakir Muhammed'i anlatarak zengin olan evliyaların mı? Bu insan mı akıllı yoksa 600 yıldır sakal bırakmak şart mıdır değil midir diye tartışan senin din hocaların mı? En son sizlere soruyorum BEN KAFİR MİYİM??? HAYIR, SİZ KÖRSÜNÜZ…

Yazan: Kirpi

KUKLALARIN EFENDİSİ

DP, din, Kuklaların efendisi, Koşulsuz biat, Sorgulamamak, Öğrenme güdüsü, Dinden çıkış, Nonteist, Dinsiz, İnkar edenleri aşağılama, Dine inanmayanları aşağılama, Dindarların hoşgörüsüzlüğü, İslam hoşgörüsü, Müslüman tahammülsüzlüğü, islamiyet,
Kuklaların Efendisi ya da orijinal adı ile ”Master of Puppets”. Metallica grubunun 1986 yılında çıkardığı albümün aynı adlı şarkısı. Her nedense bu şarkı takıldı ağzıma birkaç gündür. Eğer bu müzik tarzına meyilli iseniz melodisi kulağınıza hoş gelecektir. Ancak önemli olan bu şarkının sözleri. İnanılmaz anlamlıdır benim için.

Bazı mısralarına bir göz atalım :
“Kendini adamışsın sen
Seni öldürüş şeklime
Daha hızlı gel sürünerek
İtaat et efendine
Yaşamın daha hızlı tükeniyor
İtaat et efendine
Efendine
Kuklaların efendisiyim ben ipleri yöneten
Zihnini bulandıran ve düşlerini yok eden
Seni körelttim, hiç bir şey göremiyorsun
Yalnızca çağır beni ismimle, çünkü haykırışlarını işiteceğim”

Peki, Kuklaların Efendisi kim? Sizce bu şarkı sözleri neyi anlatıyor ya da size göre nasıl bir mesaj içeriyor? Buradan hareketle insan farklı şeyler düşünmeye başlıyor.

İnsanların temelde hep iyi ve kötü diye iki ayrı kategoriye ayrıldığı söylenir. Aslında insanları ayırmak için kullanılacak o kadar çok parametre var ki. İnanç, siyasal düşünce, din, dil, ırk, sosyal statü, meslek grubu vs.

Aslında bu parametrelere eklenecek güzel bir örnek daha vardır. “Öğrenmek İsteyenler/Sorgulayanlar” ve “Koşulsuz Biat Edenler”.


Ateist, Deist, Agnostik, Panteist, Pandeist, Panenteist, Panendeist, bilmemneist vs. hangi fikre sahip olursanız olun. Dinlerden sıyrılanların büyük çoğunluğu sorgulama ve öğrenme güdüsü ile hareket edenlerden çıkmıştır. Mesela, aslında dinine sıkı sıkıya sarılmak için detaylıca öğrenmek için araştıran, öğrenen ve sorgulayan bireylerde de sık rastlanır bu durumla. Kişi aslında dinini kaynağından doğru öğrenmek ister. Ancak karşılaştığı düşünce ve pratik çelişkileri arasında bocalar ve dini inançlarda ciddi bir sarsılma meydana gelir.

Tüm semavi dinlerde, dini yaymaya yönelik söylev ve pratiklerden çok savunmaya dayalı bir yaklaşım söz konusudur. “İnkâr edenler, zalimler, sapmışlar, sapkınlar, müşrikler, maymundan-eşekten daha aşağı varlıklar vb.” benzetme ve yakıştırmalar ile sorgulayanların veya inanmayanların düşünceleri ve fikirleri aşağılanır. Alt sınıf insan kategorisine itilirler. Eğer dini sorgular veya inkâr ederseniz, yeryüzünde hayatınız alt üst olur. Canınız ve Malınız onlara helaldir. Karınız ve kızlarınız onlara helaldir. Şunu düşünebilirsiniz: “Ülkemizde böyle bir şey olması imkânsız sayın yazar. Saptırma yapıp insanların beynini bulandırma!”.

Çevrenize, ailenize, iş ortamınıza, arkadaşlarınıza dinden sıyrıldığınızı bir söylesenize? Hadi bir düşünün.

Sosyal anlamda rahat bir ortamda yaşayanları kastetmiyorum. Bir fabrika çalışanı olan siz… Tezgâhtar olan siz… Öğrenci olan siz… Simitçi olan siz… Ev hanımı olan siz… Polis olan siz… Doktor olan siz… Mühendis olan siz… Ayakkabı boyacısı olan siz…

Hadi? Diyelim ki dinden sıyrılmış veya sorgulama aşamasında olan, yani aslında dinine bağlı ancak dine ait pratikleri ve verileri sorgulayan bir kişisiniz. Etrafınızda nasıl tepkiler aldınız? Herkes size pozitif mi yaklaştı ya da yaklaşır?

  • “Aman ne demek bu da senin görüşün be biraderim, sana saygım sonsuz” mu dediler ya da,
  • “ Boş ver kız biz inanıyoruz sen inanmıyorsun, ne var yani? Biz seni seviyoruz önemli olan bu!”

Şeklinde ifadeler le karşılaştınız mı ya da karşılaşır mısınız?

Birçoğunuz düşüncesini en yakınına bile açamıyor. Mesela, bir yerde mevlit okunacaksa “El Fatiha” dendi mi sizin de elleriniz semaya açılmak zorundadır. Hristiyan iseniz kilise de cenazeye gittiğinizde ölen yakınınıza mum yakarak gerekli ritüellerde birkaç kelam da siz etmek zorundasınız. Yahudi iseniz ve cumartesi sinagoga gittiyseniz o kippayı takacaksınız.

Alacağınız tepkilerin şiddetinden o kadar korkarsınız ki adeta kişilik bölünmeleri oluşur beyninizde. Bir ev hanımı düşünün; eşi ve çocukları dinlerine sıkı sıkıya bağlı. Sizce o ev hanımı ne yapabilir ya da bir fabrika işçisi ele alalım. Eşi kapalı ve dini bütün. Fabrikadaki tüm arkadaşları milliyetçi muhafazakâr. Patronu da dâhil. Sizce bu kişi düşüncelerini özgür bir biçimde dile getirebilir mi? Koşulları ve imkânı rahat olanlar hemen “Sayın yazar hayata bir kez geliyoruz. Zaten bir yaratıcı da yok. Mutlaka birey inancını dışa vurmalı” diyebilir. Peki, ya sosyal gerçeklerimiz? Sizce toplumumuzda ne kadar gizli ateist, deist vs. vardır bir fikriniz var mı? Cevap mı istiyorsunuz? İnanılmayacak kadar fazla. Kimse ülkemiz sosyal ve düşünsel yapısından dolayı kendini dışa vuramıyor.

Birçoğu kendi içinde yaşıyor düşüncelerini. Aslında dinden sıyrılmış bir birey. Ancak “Elalem ne der? Ailem ne der? İşyerimde ne olur? İşten atılır mıyım?” korkusu ile kiliseye de gidilir, camiye de gidilir, sinagoga da gidilir. O namaz da kılınır, o eller semaya da açılır.


Toplumda çok fazla dinden sıyrılan var dediğim için benden kanıt mı istiyorsunuz? Etrafınıza bir bakın. Ayna da kendinize bir bakın. Aslında farkında olmadan herkes bir sorgu âleminde. Özellikle internet ve TV kullanımının yaygınlaşması, okuma potansiyelinin genç nüfusta artması ile bu sorgulayan toplulukta muazzam bir artış olmaya başladı. Özellikle Ramazan ayında TV lere çıkan hocalara gelen sorular ülkemiz durumunu gayet iyi gösteriyor. Herkes sorgulama periyodunda. Artık her bilgiye kolaylıkla ulaşılabiliyor. Elbette ki her yazılan doğru bilgi anlamına gelmiyor. Kaynağı olmayan, kaynağı olsa da doğru gözlem ve ölçmeye dayanmayan, test edilmemiş hiçbir bilgiyi de kabul etmeyin. Bu şekilde ulaşılan veriler dahi inanç dünyanızı şekillendirmeye yetiyor. Ancak bu durum yazının başında bahsettiğim üzere sadece “Sorgulayanlar” için geçerli. “Koşulsuz biat edenler” için durum gerçekten vahim.

Maalesef ülkemizde dinden sıyrılanlara bakış açısı çok kötü. Ailenizden reddedilme riskiniz var. Sevdiğinizin sizi terk etme olasılığı var. Boşanma olasılığınız var. İşinizden olma olasılığınız var. Çevrenizden aforoz edilme olasılığınız var. Hemen “vatan, devlet, millet, bayrak düşmanı, Gâvur” ilan edilirsiniz. Sakın, “E madem sana saygı duymuyorlar, zaten seni sevmemişler demektir. Oh iyi olmuş, boş ver, aydın ve ilerici bir çevren olur” gibi sığ bir yaklaşıma girmeyin. Bazı pozitif vakaları bu tasnifin dışında tutuyorum.

Hiç kimseye karamsar bir tablo sunmak istemedim. Birçoğunuz zaten bu halde. Peki, ya bizim gerçeklerimiz? Kendimden örnek vermem daha doğru olacak. Birçoğunuz gibi benimde etrafımdaki çoğu kimse dinlerden sıyrıldığımı bilmiyor. Peki, korkak biri olduğumdan mı açığa vurmuyorum? Belki. Bunu tartışmayacağım. En yakınımdakiler ve sevdiklerim biliyor bu da bana yeter. Ancak ben (özellikle Site Baş Yazarı ve Yöneticisi dostum A. KARA’nın katkısını inkâr edemem. Onun fikirlerinden çok faydalandım.) özellikle son 2,5-3 yıldır;

  • Daha çok kitap okuyorum.
  • Çevreme ve topluma daha saygılı biri haline geldim.
  • Dünya kültürlerini ve coğrafyalarını araştırmaya koyuldum.
  • Kimseyi ötekileştirmiyorum ve ya inancından dolayı kimseyi yargılamıyorum.
  • İnanılmaz tarih okumaya başladım. Çünkü başka tarihler bana dikte ettirilmiş.
  • Mitolojileri adeta su gibi yutuyorum (Bu site ve yazar arkadaşlar sağ olsun)
  • Tüm dinlerin kutsal kitaplarını ve metinlerini çok defa okudum ve araştırdım. (Doğrusu Hristiyan Kitabı Mukaddes sadece 1 kez, ancak kanonik İncil'ler birkaç defa elimden geçti, Talmud’u da midem kaldırmadı)
  • Nasıl Tayland’a gittiğinizde bir tapınak ziyareti yaptığınızda oranın ritüelleri ile saygı gösteriyorsanız, bu durum ülkemiz içinde geçerli. Mevlitlere çağrıldığımda gidip bir ayran içiyorum. Tanıdığım ve sevdiğim birisi ise gerçekten gözyaşı döküp üzülüyorum ve eski günleri yad ediyorum. Tam bu esnada birisi cennet ve cehennemden bahsettiğinde bende çelişkilerini dışa vurup karşımdakine “404 Not Found” yaşatıyorum.
  • Kimseyi cehennemlik ve ya cennetlik addetmediğimden dolayı insanları kendimce, iyi ve kötü davranışları ile yargılıyorum.
  • Deve sidiğinden ve sineğin öteki kanadındaki pan zehirden uzak duruyorum.
  • Nuh’ un gemisinin Nükleer teknolojiye sahip olduğunu ve oğluyla mobil telefon ile konuştuğunu düşünenleri daha dikkatli izliyorum.
  • Arkadaş ortamlarında bazı çelişkileri ve aykırılıklardan bahsederek fikirlerini almaya çalışıyorum. Daha önce belirttiğim gibi “404 Not Found” yaşıyorlar. Amacım onları küçük görmek veya bilgisiz farz etmek değil. Sorgulamalarını sağlamak. (Sanırım Deccal benim : ) )
  • Dinleri bilimsel bir tabana oturtmak için bir tarafımı yırtmayıp daha faydalı işlere vakit harcıyorum.
  • “Nereden geldik, nereye gidiyoruz” gibi düşünceleri artık çok takmıyorum. Mutlu yaşamaya ve mutlu yaşatmaya çalışıyorum.
  • Cinlerin musallat olmasını ya da bedenimi şeytanın ele geçirmesi fikrini pek te sallamıyorum : )
  • Doğal evrimim gereği çok eşli değil, tek eşli olmam gerektiğinden sadece sevdiğim insan ile hayatımı paylaşıyorum. (Bir zamanlar inandığım din bana daha fazlasına sahip olabileceğimi söylüyordu ki insan doğasına ve FITRATINA aykırı.)
  • Kadınların benim kaburga kemiğimden yapılmasına çok takmıyorum çünkü buna inanmıyorum. (Bir zamanlar inandığım din kadınların böyle yaratıldığını söylüyordu).
  • Kutu gibi bir taş yığınının kutsal olduğunu düşünmüyorum.
  • Bilginin, doğruluğun, iyiliğin, yardımlaşmanın ve saygının yegâne din olduğuna inanıyorum.
  • İlla bir lider arıyorsam veya Rol Model peşindeysem, artık bu şahsın kesinlikle Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK olduğuna daha net kanaat getirdim.

Peki, dinlerden sıyrılanlara veya farklı düşüncelere bu toplum hoşgörü sahibi mi? Madımak.... Başbağlar… Çorum… Kahramanmaraş… Malatya… Konca KURİŞ… Turan DURSUN…

Yazımızın başına geri dönelim. Kuklaların Efendisi… Kim ya da kimler? İpler kimin elinde? Zihnini bulandıran ve düşlerini yok eden… Sağlıcakla kalın.

Yazan: Demon Product

ÖMER'İN KULLANDIĞI İFADELER AYNEN AYETTE YER BULUYOR

AY, din, islamiyet, Kuran, Kur-an, Bakara Suresi, Kabe,İbrahim makamı,Kabe yanında İbrahim makamı, Ömer'in Muhammed ve Kur-an'a etkileri, Ömer'in sözü sonrası ayet inmesi, Hz Ömer,
Bakara Suresinde geçen bir ayette; "İbrâhim makamını bir namaz-dua yeri edinin!" Deniliyor.
Bilindiği gibi Kâbe'nin hemen yanında İbrahim makamı diye bir yer vardır. İşte orda namaz kılmanın dua etmenin bir ayrıcalığı vardır. Kur-an'da. Bu ayetin iniş/oraya atılış hikayesine bir bakalım

Ömer üç konuda ben Allah'a muvafakat ettim/benimle Allah aynı şeyi söyledik: bunların biri, 'Makam-ı Ibrâhim'dir diyor ve şöyle açıklıyor: Ben bir gün Muhammed'e 'Biz ibrâhim peygamberin kâbe içindeki makamını namazgâh/dua yeri edinsek ne güzel olur' dedim. O sırada Muhammed, Ibrâhim makamından bir namazgâh/dua yeri edinin' ayetinin indiğini söyledi diyor.

Burada hem Ömer'in isteği ayetle yanıt buluyor, hem de kullandığı ifadeler aynen ayette yer buluyor. Ömer'in kullandığı kelimeler ayette neredeyse aynıdır. Tüm bunlar olduğu gibi ayette var. Birçok örnekte olduğu gibi burada da hem içerik, hem de cümlede ki kelimeler Ömer'e aittir. Allah sadece onay vermiştir.

Kaynaklar:
Buhari: Namaz bölümü, ban 32/402 ve Tefsir bölümü, Bakara suresi bab 9/4483.
Sahih-i Müslim, Fedail bölümü, Hz. Ömer kısmı, bab 2/23399
Tirmizi, tefsir bölümü, Bakara suresi, bab 2/2959-60.
Ahmet b. Hanbel, Müsned, Ömer kısmı no:157,160 ve 250.
İbni Mace, Namaz kısmında bab 56/1009.
İbn-i Hacer Askalani, el-Uccab, s,192 Bakara 125 açıklaması
Taberani, Mucem-i Sağir, c.2/38

ORUÇ GECESİNDE KADINLARINIZA YAKLAŞMAYIN

AY, din, islamiyet, Oruçluyken cinsel ilişki,Kur-an'a göre oruçluyken,Oruç,Oruç yasakları,Bakara 187, Hz Ömer'in cinsel konuları, Hz Ömer oruçluyken ilişki,Ömer için ayet geliyor
Müslümanlara daha önce Ramazan da geceleyin uyuyup da kalktığında yemek-içmek ve cinsel ilşkide bulunmak yasaktı. Bunu çiğneyen hiyanet etmiş olurdu.

"ORUÇ gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak (cinsel ilişkide bulunmak) size helal kılındı. Onlar size örtüdürler, siz de onlara örtüsünüz. Allah, sizin Ramazan aynın gecelerinde kadınlarınıza yaklaşarak kendinize zulmetmekte olduğunuzu BİLDİ de tövbenizi kabul edip sizi affetti. Artık karılarınıza yaklaşın." Bakara 187

Yukarıdaki ayetten önce oruç ayında geceleyin cinsel ilişki mutlak surette; yemek içmek ise şartlı olarak yasaktı. Eğer kişi gece uyuyup bir daha uyansaydı, artık uyuduğu için yemek içmek yasak sayılırdı.

Ramazan ayında bir gece Ömer Muhammed'in yanında epeyce kalır. Eve geldiğinde eşi artık uyumuştur. Onu uyandırıp cinsel ilişkide bulunur. Yukarıda belirttiğim gibi o zaman oruç ayında insan iftardan sonra uykuya daldı mı yemek, içmek, cinsel ilişki yasak sayılırdı. Kadın Ömer'e, ben uyumuştum, niye böyle yapıyorsun, yasaktır dediği halde Ömer dinlemiyor. Ömer Muhammed'in yanına varıp dinen yasak olanı çiğnediğini söylüyor. İşte o sırada Muhammed "Ayet Geldi: 'Madem nefsinize hakim olamıyorsunuz ben ALLAH OLARAK bu yasağı kaldırdım' deniliyor" diyor.

İşte Ömer bu kadar önemli. Çünkü ÖMER'İN için inen Ayetleri anlata anlata bitiremiyoruz. Kendisi bizzat Muhammed'e başvurunca AYET hemen oracıkta iniveriyor. Ayetin içeriği senaryosundan daha ilginç! Mesela; oruç GECESİNDE cinsel ilişkide bulunmak size helal kılındı deniliyor. Demek ki o ana kadar haram kılmış. Bunu doğrulayan bir diğer cümle ayette var: "Allah BİLDİ Kİ siz nefsimize hıyanet edersiniz; bu yüzden tövbenizi kabul etti" deniliyor.

O zaman sormak lazım: Acaba Allah daha önce bu yasağı koyarken insanların bunu çiğneyeceklerini, nefeslerine hakim olamayacaklarını bilmiyor muydu, İlk başta yanlış mı yapmıştı? Görüldüğü gibi ayetin oluşum senaryosu kadar içeriği de enteresan.

Kaynaklar:
İbn-i Kesir, Bakara 187, c.1/510-12., Kurtubi, Bakara 187, c.2/315., Cessas, Ahkamu'l Kur'an, c.1/281, Bakara 187., Begavi, Mealim'ü Tenzil, Bakara suresi ayet 187, c.1/206, Beyhakı, Sünen-i Kübra, Nikâh bölümü, c.7/318, no:14113., El- Muharraf fi Esbab-ı Nüzul, c.1/239, Bakara suresi, ayet 187.

YILAN VE DİN

MT, din, islamiyet, Yılan ve din, Dinlerde yılan, Dinlerde ateş, İslamiyet ile Zerdüştlük, İslamiyette yılan neden kötü, Kureyş Arapları Zerdüşt'ü düşman görüyor, din ve mitoloji, Tek tanrılı dinlerin yaşattıkları,
Yeryüzünde bulunan tüm medeniyetlerde yılan hep bilime ışık tutmuştur.
"Bana dokunmayan yılan bin yaşasın" çok saçma!
Sen yılana dokunma o sana dokunmaz !

Yılan; Asya'dan Hint boylarına, Mezopotamya dan Avrupa'ya özellikle bir çok inanca mistik bilgiyi taşımış ve hala felsefesi mistik sayılır.

Bildiğimiz üzere yılan, İslam dininde bir tür düşmandır. Bu temelde din bilime düşmandır anlamı çıkardım. Fakat yılanın yeryüzünün önemli bir hayvanı olduğunu ifade ederek şunları belirtmek isterim:

Nereden geliyor Arapların yılan düşmanlığı?
Sözde mağarada saklanırken Muhammedi görmek-öldürmek istemiş yanındaki de onu korumuş, tüm delikleri kapatmış son deliği de ayağı ile kapatmış, yaw he he bizde yedik!
Tüm mistik bilgilerini Zerdüşt felsefesinden ç-alan Arap kabilesi, en önemli insani konuları yasaklayarak, insanlık için önemli olan etkenleri düşman ilan etmiş, Tıpkı yılanı düşman gösterdiği gibi.


Çünkü yılan; Zerdüşt'ün mağarada kaldığı 10 yılda ona yoldaşlık etmiş, Kartal ile birlikte (mitoloji).
Kureyşli Araplar ise yılanı düşman gösterirken, Zerdüşt'ün mağaradaki mistik bilgilerini, 40 günde aldığını sanır, (Hira mağarası 40 gün ve ilk vahiy). 10 yılını insanlık için, yılan ve kartal ile birlikte sürdüren Zerdüşt'ün yapmaya çalıştığını Kureyş kabilesi 40 güne indirgeyerek çözeceğini sanması o medeniyete ihanettir.

Ayrıca ilk vahiy falan hepsi ayni hikaye, Zerdüşt'ün yaşamış olduğu mistik bilgiler M.Ö. 10 bin yılına kadar gider (Göbekli taş örneği).

Ateşte aynı şekilde yılan gibi kötü gösterilse de ateşin kutsallığı, ışık, özgürlük, bilgi, pozitif enerjinin sembolüdür. Bu kadar karalama bir şeylerin yeniden ortaya çıkmasına engel olmak için olmuş olmasın, yani hırsızlıkların ortaya çıkma ihtimali.

Bugün dünyanın sağlık Amblemi yılan sembolüdür.
Arapların yılanı yasaklamasında ki niyet ve etken insanların ve insanlığın bilgi sahibi olmasına engel içindir. Yani yılan bilgidir.

Yılan felsefesini yasaklayan bilgi düşmanıdır, bugünkü cehaletin bütün kaynakları, haram helal etkenleri ile insanların bilgiye ulaşmasını engellemektir. Resmen insanlıkla dalga geçiyorlar.
Batı medeniyetini Arap cehaletine yönlendirenler insanlığın düşmanıdır.
Arap kabile önderinin vardığı ve yapmak istediği kendi bireysel çıkarı için olsa da gerçeği ve tarihi karalamaktır amaç. İnsanlığın gerçeğinden uzaklaşması için uydurulan ve neredeyse tamamını Zerdüşt kültüründen, bazılarını da Mısır firavunlarından ç-alanlar bunu Tanrı'ya mal etmeye çalışsalar da yer yüzünün en barbar kültürlerinden birini İnsanlığa yaşatıyorlar.

Çok uzatmadan kısaca toparlayalım, Kureyşli Arapların tüm mistik bilgilerini Mezopotamya'nın kadim kültüründen ç-alarak kendi kabile anlayışına göre dizayn etmeye çalışırken insanlığı ayaklar altına almış olduğunu ifade etmek isterim.

Bir başka etkende o kadim kültürdeki bilginin, mistizm, ışığın, ruhsal, sosyal, felsefik, antropolojik, serüvenin yaşanmasını sağlayan sembolik tüm soyut ve somut işaretleri ya düşman ilan etti, yada insanların ulaşmasını engelleyen metotlar üretti.

50 bin yıllık insanlık tarihinde bu dinlerin (tüm tek tanrılı dinler) yaşattığı acı, savaş, körlük, ihanet, rezalet, ahlaksızlık, kadına zulüm, insanlığa zulüm, bilgi düşmanlığı ve daha bir çok acı gerçek.

Yani insanlığın en iğrenç donemi bu tek tanrılı dinlerin oluşması ( yaklaşık 3 bin yıl) ile yaşanmıştır. insanlık tarihinin (50 bin yıl) yaklaşık yüzde 98 i insani geçerken, bu tek tanrılı dinlerin insanlığa yaşattığı en iğrenç dilim "% 2'lik" bölümüdür.

Son olarak, bu kadar cehaletin artık gereksiz olduğunu belirterek tüm insanlık için oluşacak düzene geçerken, dinler ya insanlık adına kendine çeki düzen verir yada bu yeni düzenin altında can verir (ki can veriyorlar, her gün binlerce insan dinlerin uydurma olduğunu anlayarak dinlerini terk ediyorlar).

Yazan: Metin T.

OSMANLI İSLAM DEVLETİ MİYDİ?

Yazan: Kirpi
K, Osmanlı islam devleti miydi,Osmanlıda şarap,Osmanlıda esrar,Padişahların alkol ve esrar,Kur-an'a uymayan Osmanlı,Fatih Sultan Mehmet'in Hristiyan aşkı,din, islamiyet, Şura suresi, Ali İmran suresi, Neml suresi

OSMANLI İSLAM DEVLETİ MİYDİ?


1299-1922 yılları arasında varlığını sürdürmüş Osmanlı İmparatorluğu yıllarca bir İslam devleti ve İslam adına savaşmış bir imparatorluk olarak okullarda öğretildi. Oysa bu devletin İslamla hiç bir alakası olmamış ve dahi İslam adına değil başkalarının topraklarını işgal etmek, insanları köle yapıp vergi yoluyla sömürmek için savaşlar yapmıştır. Hatta günümüz Türkiye Cumhuriyetinde bu İmparatorluğu yüceltmek ve putlaştırmak adına binlerce tarihi yalanlar uydurulmuştur. İşin vahim tarafı bu yalanlar okullarda hocalar tarafından ve bazı profesör adi altındaki cahiller tarafından öğrencilere öğretilmiştir. Bu yazımızda size Osmanlının yapısını ve yaptıklarını Kuranla eşleştirip Osmanlının bir İslam devleti değil Bizans kalıntısı bir devlet olduğunu kanıtlayacağız.

İlk önce Muhammed tarafından övülmüştür denilen İstanbul fatihi Fatih Sultan Mehmet'in hayatını Kuranla eleştireceğiz. Bildiğimiz gibi unlu jeoloji uzmanı ve bir o kadarda tarihi iyi bilen Celal Şengör bu yakınlarda Fatih Sultan Mehmet'in Müslümanlığı tartışılır diye bir açıklama yaptı. Bu açıklamadan sonra beynini hocalara, şeyhlere, evliyalara yedirmiş bir kısım insan ona saldırmaya başladı. Size F.S. Mehmet'in Hristiyan bir erkek çocuk hakkında yazdığı bir şiirini takdim ediyorum

Bağlamaz firdevse gönlünü Kalatayı gören
Servi anmaz onda ol serv-i dilârâyı gören
Bir firengî şîveli İsayî gördüm onda kim
Lebleri dirisidür der idi İsâyı gören
Akl u fehmin dîn ü îmânın nice zabt eylesün
Kâfir olur hey müselmânlar o tersâyı gören
Kevseri anmaz ol içdiği mey-i nâbı içen
Mescide varmaz o varduğı kilisâyı gören
Bir Frengi kafir olduğunu bilürdi Avniya
Belün ü boynunda zünnari çelipayı gören.


TERCÜMESİ

Galata’yı gören gönlünü Firdevs Cennet Bahçesine bağlamaz
Gönlü ihya eden o Ulu’yu (başkanı) gören başka bir Ulu’nun ismini asla anmaz.
Bir Hıristiyan aksanlı(şiveli) İsa’yı gördüm onda ki
İsa’yı görenin dudakları İsa’nın diri olduğuna şahadet eder.
Aklın dinini ve imanını nasıl korusun!
O Hristiyan'ı gören tüm Müslümanlar kafir olur.
Nebi’nin (İsa’nın) o içtiğini içenler Kevser’i (Ehli Beyti) anmaz olur.
Onun olduğu o kiliseye varan Mescide gitmez olur.
Belindeki Hristiyan kuşağını, boynundaki haçı gören;
Bir Hristiyan kafir olduğunu bilirdi Avniya.(Avniya: Fatih’in mahlası)

Şiirden anlaşıldığı kadarıyla Fatihin Hristiyanlıkla çok büyük bir bağı var. Eğer bu şiiri kimin yazdığını söylemeden sokakta her hangi bir insana okusan bu şiiri Hristiyan bir papaz yazdı diye cevap verir. Ama Fatih'in Müslüman olmadığının kanıtı bir tek bu değildir. Bildiğiniz üzere Fatih kararnameleriyle ünlü bir padişahtır. Bu kararlarından en çok bilineni taht ve saltanat için kardeşlerinin (kundaktaki bebek bile olsa) katli kararnamesidir. İşin garip tarafı sözde Şeyhülislamlar da bu karara caizdir diye onaylayarak fetva vermişlerdir.
Ve her kimesneye evlâdımdan saltanat müyesser ola, karındaşların nizâm-ı âlem içün katl itmek münâsibdir.
Bu kararın Kur-an'la çelişip çelismediğini söylemeden önce bir şeyi hatırlatalım. Kur-an'da hakimiyetin babadan oğula geçmesi yasaktır. İslama göre hakimler (padişahlar) şura yoluyla (sesverme) seçilir.

Onların iş ve yönetimleri aralarında şura iledir.

Şura Suresi 42.ayet

Allah’tan bir rahmet sayesindedir ki sen onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba saba, katı yürekli olsaydın, senin çevrenden kesinlikle dağılır giderlerdi. O halde bağışla onları, af dile onlar için, iş ve yönetim konusunda da onlarla şuraya git.
Ali İmran Suresi 159.ayet

Ayetlerden de açıkça belli oluyor ki İslam'da babadan oğula hakimiyetin geçmesi söz konusu bile değil. Gelelim asıl meselemize Fatihin kardeş katli kararına. Bu karara da Kur-an'la baktığımızda bunun tümden İslamla çeliştiğini açıkça görebiliriz. Bazı yanlı tarihçiler bu karara hak kazandırmak için olası taht savaşlarını ve binlerce insanın ölmemesi için yapmıştır diyor. Peki soruyoruz Osmanlı padişahları geleceği bilen kahin miydi ki gelecek de bu şehzadelerin taht savaşı çıkarıp çıkarmayacağını anlasın? Bu bile kendi başına Kuranla taban tabana zıttır. Cünkü Kur-an'a göre gaybı bir tek Allah bilir. Osmanlı padişahları da gelecek de bu şehzadeler taht kavgası çıkaracak diyerek gaybdan haber vermiş ve kendilerini Allah'la eşit tutmuşlardır.

De ki: "Göklerde ve yerde Allah'tan başka kimse gaybı bilmez. Neml suresi 65.ayet

Ayetde apacik bellidirki Osmanli padisahlarin gaybi bilme gibi bir durumu olamazdı. Şimdi ey muslumanlar size soruyorum Fatihin bu kararnamesi ile biri 3 yasinda olmak uzere 3 oglunu ve 6 torununu oldurten Sultan Suleyman ne kadar musluman? 2 yasindaki kardesini ve 2 esini oldurten Fatih Sultan Mehmet ne kadar musluman?


PADİŞAHLARIN ŞARAP KULLANMASI…
Hiç kimse için Osmanlı'nın şarap kullandığı sır değildir ve bazıları esrar bile içmiştir. Hatta ünlü tarihçi İlber Ortaylı geçenlerde Osmanlı'da esrar kullanımı şaraptan bile fazlaydı diye bir açıklama yaptı. Osmanlı devletinde şarap kullanan bazı padişahların listesine bakalım.

Ikinci Beyazid, Ikinci Selim(Sari Selim), Üçüncü Murad, Üçüncü Mehmed, Dördüncü Murad(içki içtiği için karaciğer sirozundan ölmüştür),  Üçüncü Ahmed, İkinci Mahmud, Sultan Abdulmecid, Sultan Abdulaziz.

Yukarıda isimleri verilmiş padişahların hepsi kendilerini İslam imparatorluğunun padişahı ve Allah'ın yer yüzündeki gölgesi olarak adlandırmışlardır. Para ve mevki peşinde olan sözde din insanlarıda bunları onaylamıştır. Şimdi gelelim Kur-an'ın şarapla ilgili hükmüne:

"Sana şarap ve kumardan soruyorlar. De ki: İkisi de büyük bir günah"
Bakara suresi 219. ayet

Ayetin hükmünü yukarıda ismi yazılı padişahlara uygulamış olursak eğer bu insanlar İslam devletinin padişahı değil sıradan bir günahkardırlar.

Tüm bunları söylememizin sebebi Osmanlı'yı kötülemek değil yanlışları düzeltmektir. Osmanlı İslam devletiydi ve şeriat hükümleriyle yönetildi diyerek insanları yanlış bilgilendiren tarihçiler ve din tüccarları bu konulardan konuşmayı pekte sevmezler. Kafalarını Gazi Mustafa Kemalin rakı bardağını saymaya yoran tarihçi ve din tüccarları şanlı Osmanlı imparatorlarının şarap küplerini nedense görmezden geliyor. Bu konuyla ilgili yazılarımız devam edecek ve sonraki yazılarda Osmanlı padişahlarının Has bahçelerde 14-15 yaşlı erkek çocuklarıyla eğlencelerinden bahsedeceğiz. Bizi okumaya devam edin…

İSLAM'DA ÇOCUK YAŞTAKİ KIZLARLA EVLENMEK

AY, din, islamiyet, Talak suresi,İslamda çocukla evlenmek,İslam ve pedofili,Pedofiliye onay,Talak suresi pedofili,Kur-an çocuk geline izin vermiyorÇocuk gelin,Kız çocuğu ve şehvet
"Kadınlarınızdan adetten kesilmiş olanlarla, henüz adet görmeyenler hususunda Tereddüt ederseniz, onların bekleme süresi üç aydır. Hamile olanların bekleme süresi ise, doğum yapmalarıyla sona erer. Kim Allah'a karşı gelmekten sakınırsa, Allah ona işinde bir kolaylık verir." (Talak Suresi Ayet 4)

49 yaşındaki adam (Muhammed), 6 yaşındaki bir çocuk (Aişe) ile evleniyor:
Aişe'nin kendisinin anlattığını dile getiren bir hadis:
Bu hadisin başında, Aişe aynen şöyle diyor:
"Peygamber benimle evlendi; ben o sırada 6 yaşındaydım."

Evet, bir yanda 49 yaşındaki Muhammed, öbür yanda 6 yaşındaki Aişe evleniyorlar. Muhammed ile evlendiği zaman Aişe'nin 6 yaşında olduğunu İslam dünyası kabul etmek zorundadır. Çünkü bunu anlatan hadis, tartışmasız sağlam (sahih) kabul edilir. Bu hadisi, İslam dünyasında en sağlam olarak benimsenmiş olan Buhari'nin ve Müslim'in E's-Sahih’lerinde de buluyoruz.

Anlatıldığına göre evlilik gerçekleşiyor ama yine de 3 yıl kadar zifaf (yani cinsel birleşme) gerçekleşmiyor. Bu süre geçtikten sonra oluyor zifaf !
Aişe 9 yaşındayken 52 yaşındaki Muhammed ile gerdeğe giriyor:

Hadisi izleyelim. Aişe anlatıyor:
"Ve be dokuz yaşındayken benimle gerdeğe girdi. Medine'ye göçmüştük. Haris İbn Hazrec oğullarına konuk olduk. O sırada sıtmaya yakalandım. Saçlarım döküldü. Saçlarım yeniden geldi; bölükler oluştu. Annem Ümmü Ruman bana geldi. Arkadaşlarım ile birlikte salıncakta sallanıyorduk. Annem beni çağırdı. Yanına gittim. Benden ne istediğini bilmiyordum. Elimi tutup alıp götürdü. Evin kapısına gelince durdu. Soluk soluğa kalmıştım. Sonunda soluğum biraz yatıştı. Annem, sonra biraz su alıp yüzüme başıma değdirdi. Sonra beni eve soktu. Bir de baktım ki bir takım Medineli kadınlar. Evdeler. Bana şöyle demeye başladılar:
-Hayırlı, bereketli olsun. İyi şanslar.
Annem beni bu kadınlara teslim etti. Bunlar benim saçımı başımı yıkadılar, beni güzel bir biçimde hazırladılar. Peygamberle birden karşılaşmaktan başka hiçbir şey beni korkutmamıştı. Kadınlar, beni ona teslim ettiler. Ve ben o sıralar 9 yaşındaydım."


Aişe, Muhammed'in koynuna verilmek üzere götürüldüğünde, salıncakta sallanıp oynayan bir oyun çocuğuydu. Yani Muhammed, 52 yaşında böylesine bir çocukla cinsel birleşimde bulunmuştu.

Bir kız 9 yaşına geldiğinde, İslam hukukunda "şehvet konusu" oluyor:
Aişe 9 yaşındayken Muhammed'in koynuna sokulmuş olunca, İslam hukuku bundan şu sonucu çıkarıyor: "9 yaşındaki bir kız, müştehat (şehvete konu olabilecek çağda) sayılır" diyor. Ve bu nedenle de 9 yaşındaki bir kız çocuğu ile evlenilebileceğini bildiriyor.

Aişe, Muhammed'in karısı iken büyüyecek ve 18-19 yaşına geldiğinde de Muhammed'in ölümü üzerine, kimi kumaları gibi, çok genç yaşta dul kalacaktır. Ve hiçbir erkekle evlenmemeye "mahkum" edilerek... Muhammed'in karıları, müminlerin anaları sayıldığı için...

Kaynaklar: Sahih-i Buhari Muhtasarı, Tecrid-i Sarih Tercemesi