HABERLER
Dini Haber
hristiyanlık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
hristiyanlık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

BOYNUZLU MUSA - Bölüm 1

Yazan: A.Kara

[HZ] MUSA'YI NEDEN BOYNUZLU TASVİR ETTİLER ?

Belki bazılarınız Musa'nın boynuzlu heykelini görmüşsünüzdür. Latin İncili Vulgata'ya göre Musa, Sina Dağı'nın tepesinde Tanrı'dan 10 emri aldıktan sonra İsraillilere 'keren' yani 'boynuzlar' eşliğinde geri döner. Teistler açısından bu şaşırtıcı, hatta rahatsız edici göründüğünden İbranice İncil'in hemen hemen tüm modern çevirileri "boynuzlar" kelimesini hariç tutar ve ilgili satırı "Musa'nın yüzünün parladığını izah ediyor" şeklinde açıklar.

Peki tüm bu çağrışımlara rağmen neden boynuzlarla gösterilmiştir? Bunun nedeni pek çok kişinin ileri sürdüğü gibi yanlış yapılan bir çeviri midir, yoksa Michelangelo'nun "Musa" heykelinde tasvir ettiği gibi Musa'nın boynuzları mı vardı?

TEORİLER - İHTİMALLER

Orta Çağ'dan önce İbranice İncil'in ve diğer dini metinlerin yanlış tercümeleri bugün hala mevcut olan Yahudi klişelerine neden oldu. Bazıları masum hatalar yaparken, bazıları sırf İsa'nın Mesih olarak gelişi konusunda “kanıt” yaratmak için İbranice İncil'in dilini değiştirmeye yönelik Hristiyan çabalarının kasıtlı bir parçasıydı. Orta Çağ'da çok az Hristiyan İbranice bildiğinden çevirideki herhangi bir değişiklik fark edilmemiş ve tercüme edilen versiyonlar Tanrı'nın sözü olarak kabul edilmişti.

Yakın anlamlara sahip kelimelerin oluşu hatalı çevirilere zemin hazırlamıştır. Örneğin İbranicede “bakire” ve “genç kadın”ın anlamı neredeyse aynıdır. Bu da birçok benzetmenin çevirilerinin bilim adamları arasında tartışılmasına neden olmuştu. Hatta "baba", "erkek kardeş" ve "kız kardeş" terimleri başlangıçta akrabalık bağları için değil de toplum hiyerarşisini tanımlamak için kullanılıyordu. Bu nedenle deneyimli ve bilgili bir çevirmen bile metinleri kolaylıkla yanlış yorumlayabilir.

Boynuzlu Musa fikri, MS 4. yüzyılın sonlarında Hieronymus tarafından yazılmış olan ve 1979'a kadar Katolik Kilisesi'nin resmi Latince İncil'i olmaya devam eden ve İbranice İncil'in Latince bir çevirisi olan Vulgata İncil'i ile Hristiyan alemine giriş yapar. [8]

Hieronymus'un** İbranice İncil'i Latince'ye çevirirken "yüceltilmiş" veya "ışık huzmeleri" anlamına gelen alternatif yorumlarını bilmesine rağmen İbranice "kāran pnei Moshe" ifadesini "Musa'nın yüzünün etrafındaki boynuzlar" olarak tercüme etmişti. Yani "ışıldayan", "ışık saçan" anlamına gelen "karan (קָרַן)" terimini "boynuz" anlamına gelen "keren (קֶרֶן)" olarak ele alınca Latince yazılmış olan Vulgata'da “quod cornuta esset facies sua,” yani "çünkü O'nun (Musa'nın) suratı boynuzluydu" ifadesi ortaya çıkmıştı.
Bu gerçekten onun bir yanlış yorumu mu yoksa Eski Ahit'in lideri olan Musa'yı şeytanlaştırmanın bir yolu mu olduğu tartışmalıdır. Çünkü dönem Hristiyanlardan bir kısmının bakış açısıyla Musa Yahudilerin "modası geçmiş" dininin bir simgesiydi. 

Hieronymus'un bunu kasıtlı yaptığını akla getiren bir diğer durum, onun Yahudiler hakkındaki düşünceleridir. Yahudilerin "vicdanlarını “Mesih'in kanıyla lekelenmiş” ve İsa'nın Mesih olduğunu reddeden küstahlar" olduğunu söylemiştir.

Bazılarına göre ortada bir karışıklık yoktur ve güneş ışınları boynuz şeklinde düşünülmüştür. Örneğin Roma'da, Colonna dell’Immacolata'daki ve Litvanya'daki Vilnius Katedralindeki Musa heykellerinin başındaki boynuzlar ışık huzmeleri şeklinde detaylandırılmıştır.

Kasıtlı ya da kasıtsız, doğru ya da yanlış yapılan bu çeviri sonucu Musa 10 emiri aldıktan sonra dağdan aşağı kafasındaki iki boynuz ile inmiş biri haline gelmiştir.

Latin Hristiyanlığında yaygın olan ikonografik geleneği takip eden heykelin başında iki boynuz vardır [1][3][5][6][7]. Ortaçağ Hristiyan sanatında Musa hem boynuzlu hem de boynuzsuz olarak tasvir edilmiştir. Boynuzlu tasvir ilk olarak 11. yüzyıl İngiltere'sinde bulunmuştur. Mellinkoff, Musa'nın boynuzlarının kökeninin hiçbir şekilde Şeytan'la ilişkili olmamasına rağmen, boynuzların erken dönemde Yahudi karşıtı duyguların gelişimi ile olumsuz bir çağrışım geliştirmiş olabileceğini öne sürmüştür [1].

Musa heykelindeki "ilahi gücün" göstergesi olan iki boynuz onu "Zülkarneyn Musa" yapar.

"İki boynuzlu" anlamına gelen Zülkarneyn, Kehf suresinin 83-101. ayetlerinde Allah'ın yetkisiyle insanlar ile kaosu temsil eden Ye'cüc - Me'cüc arasına duvar ören bir figür olarak öne çıkar. İslam eskatolojisine* göre Yecüc ve Mecüc hapsedildiği duvarın arkasından salıverildikten sonra Allah tarafından bir gecede yok edilir ve bu yaşananlar kıyamet gününün habercisi olur.
Zülkarneyn bazı bilginler tarafından Büyük İskender olarak tanımlanır, bunun nedeni olarak benzer maceralara sahip olmaları öne sürülür.

Siefker'a göre "iki boynuz" M.Ö. 4.binyıldan itibaren Mısır tanrılarının simgesi olmuştur. Bu boynuzlu tanrı geleneği Yahudilikte de korunmuş ve bunun sonucu olarak Musa boynuzlu olarak gösterilmiştir. [2] Çünkü Yahudiler Mısır tanrılarının boynuzlarından haberdarlardı ve esaretten kurtulur kurtulmaz peygamberlerinin tanrısal olduğunu düşünmüşlerdi. Boynuzlar da tanrısallığın işaretiydi. Hatta Musa'nın iki boynuzla tasvir edildiğinin ve Orta Çağ'da insanların bu boynuzlu Musa'ya inandıklarına dair oldukça fazla kaynak vardır. [2] 

Eski Mısır'dan günümüze ulaşan Zülkarneyn olgusu aynı aileden iki dil olan Arapça ve İbranice'de ifade edilmektedir. Bu yüzden Michelangelo da dahil olmak üzere Avrupalıların bakış açısından Rönesans dönemine kadar Musa'nın parıldayan bir yüz ya da ışık huzmeleri ile birlikte tasvir edilmesinin yerine iki boynuz ile görselleştirilmiş olması olağan bir durumdur. Önemli olan nokta bu boynuzlu Musa heykelinin Rab'bin gücünün ve Musa'nın peygamberliğinin sembolü olarak kabul edilmiş olmasıdır. 

Konuya dair yayınlanan bir çalışma Michelangelo'nun heykelindeki boynuzların görülmemesi gerektiğini, onları boynuz olarak yorumlamanın yanlış olduğu görüşünü ortaya koymuştur. [3]

Fakat meşhur boynuzlu Musa heykelinde gözden kaçırılmaması gereken önemli detaylar vardır; ki bunlar "olağanüstü bedensel güç" ve "yücelik" simgeleridir. Bu ikisinin birleşimi gücün mükemmelliğini işaret eder. Bedensel güç, bedenin büyüklüğünde ve iri kaslarda gizlidir. Çift boynuz ve sakaldaki işaret parmağına ek olarak sahip olduğu kalın ve uzun sakallar onun tanrısallığın, yüceliğinin simgesidir. [4]

Dinler, doğası gereği geleneğe dayanır ve değişmeden önce yüzlerce yıl büyük ölçüde durağan kalır. Hieronymus ve bizim zamanımızda boynuzların kötülüğü, şeytanı simgelediği yaygın bir görüş olsa da Hieronymus zamanındaki inanış bu kadar net değildi. Hieronymus'un tercüme ettiği Eski Ahit, Şeytan'ın bir tanımını içermediği gibi kötülükle açıkça bağlantılı olan tek hayvan yılandı. Boynuzların şeytanlaştırılması daha sonraları Hristiyanlığın yayılması ve Pagan dinleriyle çatışmaya girilmesiyle ortaya çıkmıştı. Çünkü paganların tanrılarının çoğu boynuzluydu. Bu boynuzlar bedensel ve cinsel gücü, bereketi, gökselliği, büyülü güçleri ve tanrısallığı işaret ediyordu. Tarih boyunca var olmuş eski inanışlarda düzinelerce boynuzlu tanrıya ibadet edilmişti.

Hıristiyanlık bazen bu varlıkları meleklerin ve iblislerin temsillerinde birleştirmiş bazen ise bu dinlerin geleneklerini kendi amaçları doğrultusunda benimsemişti. Çünkü genellikle bir din diğerinin temelleri üzerine inşa edilir. Tıpkı Yeni Ahit Eski Ahit'i takip etmesi gibi.

Yani "boynuzlar" ifadesi İncil'de yer aldığında "boynuz" herhangi olumsuz çağrışım içermiyordu. Dolayısıyla yazarlar İncil'de boynuzlar yazarken çeviri hatası falan yapmayarak gerçekten de boynuzları kastetmiş olabilirler. İsrailoğullarının gücün sembolü olarak bildikleri boynuzlar onlar için yabancı değildi. Muhtemelen Musa ve Tanrılarını daha önce var olmuş olan eski tanrıların temelleri üzerine inşa etmişlerdi.

Zaten birçok Yahudi tarafından yapılmış çok sayıda teolojik ve edebi eser de Musa'yı boynuzlu olarak tasvir etmiştir. Birçok insan için bu durum Musa'nın gerçekten de boynuzlu olduğunun başka bir kanıtıdır.

İbranice metnin yorumunun ilk olarak İngiltere'de ortaya çıktığını belirtmiştim. Ortaya çıktığı bu eser 11. Yüzyıl İngiltere'sinde yazılmış olan "Aelfric Yorumu'dur".*** Bu belge Tevrat'ın ve Yeşu Kitabı'nın resimli bir yerel baskısı olarak kullanılmıştı ve bu kitap Musa'yı o bölgeye aşina olunan Viking miğferlerinden farklı olmayan boynuzlu bir başlık takmış olarak tasvir etmişti. [1]

Bu şekilde Musa'yı boynuzlu başlıklarla tasvir etme modeli İngilizce ve Fransızca el yazmalarında 12. ve 13. yüzyıllar boyunca devam etti. Musa'nın boynuzları ilk kez 1200'de gerçek boynuzlar olarak tasvir edilmişti. Uygulama popülerlik kazanınca Michelangelo'nun Musa heykelinde olduğu gibi birçok heykelde Musa'nın başında boynuzlar yer almıştı. Fransa'nın Dijon şehrindeki Musa Kuyusu adlı sanat eserinde de başında 2 adet boynuz yer alır.

Hieronymus'un İbranice İncil'i kasıtlı şekilde yanlış çevirdiği iddiasına benzer şekilde Michelangelo'nun da Musa'yı kasıtlı olarak boynuzlu tasvir ettiği, çünkü onun dönemindeki Hristiyan sanatında boynuzların özellikle şeytan ve iblisleri çizerken kullanıldığına dikkat çekilmektedir. Çünkü Hristiyanlıkta boynuzlar kötülükle ilişkilendirilmiştir. Bunun en net örnekleri Vahiy Kitabı Bölüm 13'de Deccal'in gelişini anlatırken bahsettiği yaratık ve hayvanların boynuzlarına vurgu yapıyor olunmasıdır. Bazıları bunların gücü simgelemek için yazılmış olduğunu iddia etse de boynuzların Hristiyan geleneğinde kötülükle ilişkilendirildiği net bilinen bir gerçektir. Musa'nın boynuzlarla tasvir edilmesi Hristiyanların Yahudiler hakkında yürüttüğü karalama kampanyalarına katkı sağlamıştı. Yahudiler için "onlar şeytana bağlıdır" diyor, hatta onları boynuzlu şeytanlar olarak tasvir ederek doğrudan kötülükle ilişkilendiriyorlardı. Fakat detaylıca ele alacağım bu olaylar başka bir araştırma makalemin konusu.

Tabi Michelangelo'nun çeviri hatası nedeniyle değil de Tanrı'nın ihtişamını, gücünü, tanrısallığını yansıtmak için Musa'yı boynuzlu tasvir etmiş olabileceği de bir başka ihtimaldir.

Fakat çeviri ister yanlış olsun ister doğru, aslında iki şekilde de ortada boynuz gerçeği var. Çünkü ışık huzmeleri şeklindeki betimlemelerde de bu ışık huzmelerinin Musa'nın başında tıpkı bir çift boynuz gibi yer aldığı görünür. Halbuki istense ışık huzmeleri karışıklık yaratmayacak ve boynuzla benzeşmeyecek bir biçimde tasvir edilebilirdi.

DİPNOTLAR
* Eskatoloji dünyanın sonunu, hayatın bitişini konu edinen kıyamet efsaneleridir. 
** Latince adı Eusebius Sophronius Hieronymus, diğer bilinen adı Aziz Jerome'dur.
*** Aelfric Paraphrase

SERAF MELEKLERİ (SERAFİM)

Hazırlayan: A.Kara

SERAF (SARAF) MELEKLERİ

"Yanan biri" anlamına gelen Seraf'tan İncil'in Kral James versiyonunda Serafim şeklinde bahsedilir. Arapçadaki karşılığı مشرفين musharifin'dir.  En yüce meleklerdendir. Eski Yahudi kaynaklarında göksel varlıklar (melekler) olarak geçerler. Bu varlıklar daha sonra Musevilik, Hristiyanlık ve İslam'da da rol oynamışlardır. [1] "Seraf " İbranicedeki çoğulu olan "Serafim"den türetilmiştir. Halbuki İbranicedeki tekili "śārāf (שָׂרָף)"tır. [2]

Hristiyanlık Serafları'ı melek sıralamasında en yüksek seviyeye koyarken, 12. yy'da yaşamış olan Sefaradi Yahudisi, filozof, başhaham, Talmud bilgini ve çoğaltıcısı Musa bin Meymūn (30 Mart 1135 – 13 Aralık 1204) Musevilikteki melek hiyerarşisinde 10 melek statüsünün yer aldığı Musevi melek hiyerarşisinde onları beşinci sıraya koymuştur. [3][4][5]

Yeşaya Kitabındaki bir bölüm bu terim hakkında oldukça farklı bir anlatıya sahiptir. Onları tanrı'nın tahtı etrafında uçan altı kanatlı varlıklar olarak tanımlar.

Yeşaya 6: 1-7:
Kral Uzziya’nın öldüğü yıl yüce ve görkemli Rab’bi gördüm; tahtta oturuyordu, giysisinin etekleri tapınağı dolduruyordu. Üzerinde Seraflar duruyordu; her birinin altı kanadı vardı; ikisiyle yüzlerini, ikisiyle ayaklarını örtüyor, öbür ikisiyle de uçuyorlardı.
Birbirlerine şöyle sesleniyorlardı:
“Her Şeye Egemen RAB
Kutsal, kutsal, kutsaldır.
Yüceliği bütün dünyayı dolduruyor.”
Seraflar’ın sesinden kapı söveleriyle eşikler sarsıldı, tapınak dumanla doldu.
“Vay başıma! Mahvoldum” dedim, “Çünkü dudakları kirli bir adamım, dudakları kirli bir halkın arasında yaşıyorum. Buna karşın Kral’ı, Her Şeye Egemen RAB’bi gözlerimle gördüm.”
Seraflar’dan biri bana doğru uçtu, elinde sunaktan maşayla aldığı bir kor vardı; onunla ağzıma dokunarak, “İşte bu kor dudaklarına değdi, suçun silindi, günahın bağışlandı” dedi.

Gördüğünüz üzere bu metinler "Seraflar"ı, Tanrı'nın işlerini yapmak konusunda tutkulu olan kanatlı göksel varlıklar olarak tanımlar. [8] Fakat metindeki bu ifadelere rağmen Tevrat'ta yüksek melekler statüsünün bulunmadığını ve bu durumun yalnızca De Coelesti Hierarchia veya Summa Theologiae gibi sonraki kaynaklarda ortaya çıktığını ve ilahi elçilerin bir bölümü olarak kabul edildiğini iddia eden bir İbrani bilgin de olmuştur. [9]

Seraflar'dan Hanok (Enoch) Kitabı'nda ve Vahiy Kitabı'nda da göksel varlıklar olarak bahsedilir. MÖ 2. yüzyıla tarihlenen Hanok Kitabı'nda [10] Tanrı'nın tahtına en yakın duran göksel yaratıklar olarak Kerub'lardan (çoğulu Kerubim yada Keruvim) bahsedilen bölümde Seraflar yani yüksek meleklerden de birlikte bahsedilir. Buradaki Keruvim'ler İslam'a Kerubiyyun melekleri olarak geçmişlerdir. [20] İslami teolojide bazen cennetin 6. katında bazen ise Allah'ın tahtının yanında bulunan melekler olarak tanımlanırlar.
İncil dışı kaynaklarda bazen Akyəst olarak adlandırılırlar. Eritre ve Kuzey Etiyopya'da konuşulmuş eski bir Sami dili olan Geez (Ge'ez) dilinde "yılanlar", "ejderhalar" anlamına geldiği gibi cehennem için kullanılan alternatif bir terimdir. [11][12][13]

Kenan'da yüksek melekleri sergilemek için kullanılan motiflerin orijinal kaynaklarının antik Mısır'daki Uraeus ikonografisine dayandığı konusunda fikir birliği vardır. [6]

Seraf, Serafim kelimesi İşaya Kitabında dört kez geçmektedir (6: 2–6, 14:29, 30: 6). Fakat enteresan olan şudur ki İşaya 6: 2–6'da bir tür göksel varlığı veya meleği tanımlamak için kullanılan bu kelimenin diğer kullanımları yılanlarla ilgilidir, yılanlara atıfta bulunur. [7]

Dolayısı ile yılan = "melek"tir. Bazen düşmüş melek efsanelerinin etkisi ile şeytan-iblis ile ilişkilendirilmiştir. Bunun örneklerinden biri Şeytan'ın cennette, Aden bahçesinde Adem ve Havva'ya yılan kılığında görünmesi efsanesidir. 

Hanok'un İkinci Kitabında Seraf ve Kerub meleklerin yanında iki göksel varlık sınıfından daha bahsedilir. Bunlar feniks ve chalkydri'dir (khalkýdrai). Her ikisi de 4. veya 6. cennette bulunan, on iki kanadı olan, gün doğumunda şarkı söyleyen, "güneşin uçan ögeleri" olarak tanımlanır. [14]

Yeşaya'da 6 kanatlı Seraflar'ın tanrının üstünde durduğu söyleniyordu. Vahiy kitabında bahsedilen 6 kanatlı melekler ise tanrının tahtının çevresinde bulunmaktadır ve kanatları gözlerle kaplıdır.

Vahiy Kitabı 4: 4-8:
Tahtın çevresinde yirmi dört ayrı taht vardı. Bu tahtlara başlarında altın taçlar olan, beyaz giysilere bürünmüş yirmi dört ihtiyar oturmuştu. 5 Tahttan şimşekler çakıyor, uğultular, gök gürlemeleri işitiliyordu. Tahtın önünde alev alev yanan yedi meşale vardı. Bunlar Tanrı’nın yedi ruhudur. 6 Tahtın önünde billur gibi, sanki camdan bir deniz vardı. Tahtın ortasında ve çevresinde, önü ve arkası gözlerle kaplı dört yaratık duruyordu. 7 Birinci yaratık aslana, ikincisi danaya benziyordu. Üçüncü yaratığın yüzü insan yüzü gibiydi. Dördüncü yaratık uçan bir kartalı andırıyordu. 8 Dört yaratığın her birinin altışar kanadı vardı. Yaratıkların her yanı, kanatlarının alt tarafı bile gözlerle kaplıydı. Gece gündüz durup dinlenmeden şöyle diyorlar:
“Kutsal, kutsal, kutsaldır,
Her Şeye Gücü Yeten Rab Tanrı,
Var olmuş, var olan ve gelecek olan.”

Bu varlıklardan ayrıca Dünya'nın Kökeni Üzerine (On the Origin of the World) adlı gnostik metinlerde de bahsedilmektedir. [15]

Seraf'lar Yahudi Kabalasında, Beriah (Briah) Alemi'nin yüksek melekleridir. Beriah ise "Yaratılış", ilk yaratılmış alem, ve ilahi anlayıştır. [16]
İnanışa göre Beriah alemi Kabaladaki Yaşam Ağacı'nın tepesinde yer alan 4 alemden ikincisidir. Bu 4 alemin en tepesindeki alem ise Atzilut'tur. İşte Kabala'ya göre 2. alemde bulunan Seraf meleklerinden 1.alemi görüp onun mutlak tanrısallığından uzak olduğunu fark edenler yanmaya başlar. Bu yanma öyle uzun ve süreklidir ki melek kendini geçersiz kılar. Böylece Tanrı'ya yükselir ve yerine geri döner.

Bunların altındaki 3. alem Yetzirah'dır. Burası "Oluşum", arketipsel yaratılış ve ilahi duygular alemidir. Bu alemde Hezekiel'in vizyonlarında bahsedilen, kendisinin farkında olan ve içgüdüsel duygularla Tanrı'ya hizmet eden aslan, öküz ve kartal suratlı Hayyot melekleri vardır.

Serafim, modern Ortodoks Yahudiliğin melek hiyerarşisinin bir parçasıdır. Seraf'lardan İşaya'nın vizyonu, Yahudilerin ayinlerde okudukları temel dua olan Amida ve onun bir parçası olan Keduşah da dahil olmak üzere günlük Yahudi hayatında ve birkaç başka duada bahsedilir.  

Muhafazakâr Yahudiler meleklerle ilgili geleneksel öğretileri korur ve ayinlerde onlardan bahseder. Fakat bu meleklere olan inanç tüm Yahudilerde aynı değildir. Reform Yahudileri ve Yeniden Yapılandırılmış Yahudiliğinin inananları meleklerin tasvir ve görüntülerini genellikle sembolik işaretler olarak ele alırlar.

MÖ 8. yüzyıldan kalma eski bir Yahudi mührü melekleri bir peygamber olarak görevlendirirken diğer yandan onlardan tıpkı İşaya'nın vizyonlarındaki gibi uçucu ama insani özelliklere sahip varlıklar olarak bahseder. [17]

MS beşinci yüzyıl ortalarında yaşamış olan ve gerçek kişiliğini gizlemiş olan Hristiyan düşünürü Sahte Dionisos (Pseudo-Dionysius the Areopagite) kendi Göksel Hiyerarşisini oluştururken (vii) yüksek meleklerin ortaçağ tahayyülündeki ateşli doğasını tespit etmek için İşaya Kitabı'ndan yararlandı. Onun görüşüne göre Seraf melekleri yalnızca tanrıyı öven ilahiler-sözler zikretmiyor aynı zamanda tanrının kurduğu düzenin korunmasına da yardım ediyorlardı. Haham geleneğindeki metinlerden yararlanan Sahte Dionisos, Serafim kelimesine "tutuşanlar veya ateş sağlayanlar" gibi etimolojik anlamlar verdi. [18]

Ne kadar tanıdık değil mi? Sizce Muhammed'e boşuna mı eskilerin masalları demişler?
Musevilikteki sürekli Rabbi öven, tespih eden, onun işlerine yardım eden melek inanışı İslam'a aynen geçmiş. Bu inanıştan dolayı her şeye kadir, istediğini anında yapabilen, ol deyince olduran dedikleri Allah'a, Cebrail, Mikail gibi melekler yardım ederler. Halbuki her şey ol dediğinde olan bir gücün hiçbir şeyi yaptırmak için başka varlıklara ihtiyacı olmaması gerekir.

Seraf'lar Hristiyan teolojisinde ayrıca İsa ile de ilişkilendirilmişlerdir. İskenderiye'li Kilise Babası Origenes, İlk İlkeler Üzerine (On First Principles) adlı çalışmasında Yeşaya Kitabı'ndaki Serafim'in, Mesih ve Kutsal Ruh'un fiziksel temsilleri olduğunu yazmıştır. Gerekçesi ise "Tanrı dışında hiçbir gücün bir şeyin başlangıcını ve evrenin sonunu tam olarak bilemeyeceği" görüşüdür. Bu yüzden Origenes, Serafim'i tanrının ilahi bilgeliğinden verdiği tanrısal bilgilerle yükselen varlıklar olarak tanımlamıştır. Yazısında şöyle der: 

Yine de, bu güçler, Tanrı'nın Oğlu'nun ve Kutsal Ruh'un vahyiyle öğrenmiş olsalar da - kesinlikle büyük miktarda bilgi edinebilecekler ve daha yüksekte olanlar, daha aşağıda olanlardan çok daha fazlasını elde edebilecekler - yine de onların her şeyi (bilgiyi) kavramaları imkansızdır; çünkü şöyle yazılmıştır: "Tanrı'nın işlerinin çoğu gizlidir". [19]

Origenes daha sonra Seraflar'ın bu bilgilere sahip olma nedeninin onların Tanrının Oğlu ve Kutsal Ruh tarafından mesh edilmiş (kutsal yağ ile yağlanmış) olmalarına bağladı. Bu tür iddialarda bulunduğu için eleştirilere maruz kalarak Hristiyan kilisesi tarafından kafir ilan edildi. Bununla birlikte Yeşaya'da da bahsedildiği üzere, onun Serafim hakkındaki teorisinin yansımaları diğer erken Hristiyan literatüründe ve ikinci yüzyıl boyunca erken Hristiyan inancında yansıtılacaktır.

Rahip Thomas Aquinas, Summa Theologiae adlı eserinde Serafim yani yüksek meleklerin doğasına ilişkin şöyle bir açıklama sunar:

"Serafim" adı sadece hayırseverlikten değil, şevk ya da ateş kelimesiyle ifade edilen aşırı hayırseverlikten gelir. Dolayısıyla Dionisos (Coel. Hier. Vii) "Serafim" ismini aşırı ısı içeren ateşin özelliklerine göre açıklar. Şimdi ateş ile ilgili üç ihtimali düşünebiliriz.

Birincisi, yukarı doğru ve sürekli olan hareket. Bu onların inatçı bir şekilde Tanrı'ya ulaşma isteği taşıdıklarını gösterir.

İkincisi, ateşe bakıldığında gözle görülemeyen ancak belli bir keskinlikle, en nüfuz edici eylem olarak var olan ve en küçük şeylere bile büyük bir coşkuyla ulaşabilen, delici etkileri olan "ısı"dır. Bu meleklerin kendilerine tabi olanlar üzerinde güçlü bir şekilde uyguladıkları, onları benzer bir şevkle uyandıran ve onları ateşleriyle tamamen temizleyen eylemleri anlamına gelir.

Üçüncüsü, ateşin netliği veya parlaklığının kalitesidir. Bu meleklerin kendi içlerinde sönmez bir ışığa sahip olduklarını ve aynı zamanda başkalarını da mükemmel şekilde aydınlattıklarını gösterir.

Birçok makalemde neredeyse her dinin temelinde Işığa tapınmanın olduğunu, sadece her toplum ve dinin bunu farklı şekilde, farklı isimler, ayinler altında uyguladığını belirterek bazı toplum ve dinlerde bunun Güneş yada Ateş olabileceğini ifade ettim.
Ateşe, ışığa ilahi anlamlar yüklenen bu anlayışın izlerini çoğu kez bu makalede, Seraf melekleri konusunda da görmek mümkün.

KUTSAL BAKİRE : JAN DARK

Yazan: Hermes Trismegistos

KUTSAL BAKİRE : JEANNE D'ARC

Jan Dark, Yüzyıl Savaşları süresince İngiltere’ye karşı ülkesi Fransa’ya memleketi Lorraine’deki cephelerden başlayarak ruhani manada büyük destek olan ve sonradan ünü Fransa’nın dört bir yanına yayılmış bir Fransız Katolik azizesidir. Jeanne D’arc , Joan of Arc veya Jan Dark da denir.

Fransa’nın yüzyıllar boyunca sembolü olmuştur. Hatta bir rivayette, ülkeyi kurtarmak için Tanrı tarafından görevlendirilmiş güzel çoban Jeanne d’Arc efsanesinin, geçmişte İngilizler karşısında zor durumda bulunan Fransız sarayı tarafından uydurulmuş bir “psikolojik silah“ olduğu ileri sürülür. Zira günümüzde bile bu hikaye efsaneleşmiştir , döneminde de bakire ve bir kurtarıcı olarak ütopik bir figürdür.

Jan Dark’ı 10 yılı aşkın süredir araştıran ve “L’affaire Jeanne d’Arc” (Jan Dark Davası) adlı eserin yazarları gazeteci Marcel Gay ve Roger Senzig, Fransız kahramanın isminin dahi bir “sapkınlık” olduğunu belirterek, Jeanne d’Arc’ın asıl isminin Jeanne d’Orleans olduğunu öne sürdüler.

YAŞAMI

Jeanne d’Arc,1412 yılında, Fransa’nın doğusundaki Maaş (Meuse) Irmağı üzerinde bulunan Domremy köyünde dünyaya geldi. Babası, köyün en önde gelen çiftlik sahiplerinden biriydi. Jeanne, okuma yazma bilmezdi; ama çok dindar bir kızdı ve küçük yaşlardan beri yaşadığı bölgedeki yoksulluk ve bitmişliği görmüştü.

12-13 yaşındayken St. Catherine, St. Margaret ve St. Micheal’in ruhları ile önsezi yoluyla iletişime geçmeye başladığı söylenir. Hristiyan teolojisine göre çok büyük olan bu azizlerin biri ile iletişime geçmesine nadir rastlanır. İletişime geçilen kişi ise özeldir. Jeanne Tanrı’nın onunla konuştuğunu, saraya giderek veliaht Prens Charles’ın Fransa kralı olarak taç giymesine yardımcı olmasını istediklerini, kutsal bir kaderi olacağını söylemeye başlamıştı. Yaşı arttıkça duyduğu gelecekten gelen sesler görümler ve vizyonlar da çoğaldı.

Birçok şeyin sonunda ise ülkesini İngiliz belasından kurtarma görevinin ona emanet edildiği ve ülkenin gerçek yöneticisine Rheims Katedrali’nde taç giydirilmesi gerektiği yolundaki inancı gittikçe kuvvetlendi. Bu, ona Tanrı tarafından verilen kutsal bir görevdi, en azından o böyle inanıyordu.

İçinde bulunduğu topluluk ve ailesi Jeanne’nin bu fikirlerini oldukça çılgınca buluyorlardı. Çünkü henüz dediğimiz gibi azizlerle konuştuğunu, gaipten sesler duyduğunu iddia ediyordu. Basit bir köylü olan babası onu bu amaçtan döndürmeyi denediyse de başarılı olamadı ve Jeanne on altı yaşına geldiğinde, bölgelerini yöneten Robert de Baudricourt’un şatosuna giderek kendisine Chinon’a kadar eşlik edecek birinin verilmesini istedi. Robert, basit bir askerdi, böyle kutsal hikayelere ve bir takım aziz ve azizelerin ülkeyi kurtarma görevini küçük bir köylü kızına verebileceklerine inanacak biri değildi. Alay eder şekilde böyle uçarı ve saçma şeyler üzerine kafa yormamasını söyleyerek Jeanne’yi köyüne geri gönderdi. Fakat Jeanne ilhamının gerçekliğine yürekten inanıyordu ve dileğini kabul ettirmek için inatla çalıştı. En sonunda ise Robert Jeanne’ın ısrarlarına dayanamayarak istediği muhafızları ona verdi.

Zorlu bir yolculuktan sonra Jeanne kafilesi ile beraber saraya vardı.
Jeanne , başlangıçta kendisini saraya alıp almayacağından emin olmayan Charles'ın kalesine gitti. Kralın danışmanları ona çelişkili tavsiyeler verdi ama iki gün sonra ona bir şans verdiler. Bir test olarak Charles kendisini saray mensuplarının arasına sakladı ama Joan onu çabucak fark etti ve İngilizlere karşı savaşmak istediğini söyleyerek, onu Reims şehri ile taçlandıracağını vaat etti.
Charles’ın emri üzerine kilise yetkilileri tarafından, gözlemcilerin huzurunda sorguya çekildi. Charles'ın bir akrabası, ona iyi niyetli olduğunu gösterdi. Daha sonra üç hafta boyunca Poitiers'e götürüldü ve burada kralın davasına gönül vermiş olan seçkin ilahiyatçılar tarafından daha fazla sorgulandı. Kaydı günümüze ulaşamayan bu incelemeler, Batı Bölünmesinin sona ermesinin ardından her zaman var olan sapkınlık korkusuyla ortaya çıktı.
Joan, kilise görevlilerine Poitiers'de değil, Orléans'ta kendini kanıtlayacağını söyledi ve hemen 22 Mart'ta İngilizlere meydan okuyan mektuplar yazdırdı. Raporlarında kilise mensupları, aylardır İngiliz kuşatması altında olan Orléans'ın çaresiz durumu göz önüne alındığında, kralın Jeanne’dan yararlanmasının iyi olacağını karar verdiler.

Jeanne Chinon'a döndü. Atları hazırlattı, Nisan ayında erkeklerden oluşan bir birlik edindi. Jean d'Aulon, Jeanne d’arcın yaveri oldu ve kardeşleri Jean ve Pierre, Jeanne’a katıldı. Flamasını apocalypsete İsa simgesi ile boyattı ve İsa'nın adını taşıyan bir pankart yaptı. Kılıç sorusu gündeme geldiğinde, onun Sainte-Catherine-de-Fierbois kilisesinde bulunacağını açıkladı ve bir tanesi orada keşfedildi.

ORLEANS KUŞATMASI

27 Nisan 1429 tarihinde, Jeanne ve askerleri Orléans'ın için yola çıktı. 12 Ekim 1428'den beri kuşatılan şehir, neredeyse tamamen bir İngiliz kalesi halkasıyla çevriliydi. Jeanne ve Fransız komutanlardan biri olan La Hire, 29 Nisan'da malzemelerle geldiklerinde, daha fazla takviye getirilene kadar eylemin ertelenmesi gerektiği söylediler.

4 Mayıs akşamı, Jeanne dinlenirken azizlerden biri aniden ortaya çıktı, görünüşe göre ona ilham verdi ve gidip İngilizlere saldırması gerektiğini duyurdu. Kendini silahlandırarak aceleyle şehrin doğusundaki bir İngiliz kalesine gitti ve burada bir nişan yapıldığını keşfetti. Onun gelişi Fransızları uyandırdı ve kaleyi aldılar. Ertesi gün Jeanne, İngilizlere karşı koyduğu bir başka mektubuna daha yolladı. 6 Mayıs sabahı nehrin güney kıyısına geçti ve başka bir kaleye doğru ilerledi; İngilizler, yakınlardaki daha güçlü bir konumu savunmak için derhal tahliye edildi.

Ancak Jeanne ve La Hire de boş durmadı ve İngilizlere saldırdı .O sırada iki tarafta kötü hava şartlarından dolayı fırtınaya yakalandı. 7 Mayıs'ın erken saatlerinde Fransızlar, Les Tourelles kalesine karşı ilerledi. Jeanne yaralandı ama çabucak savaşa döndü. Ertesi gün İngilizler geri çekilirken görüldü, ancak Jeanne Pazar günü olduğu için herhangi bir takibe izin vermeyi reddetti.

Jeanne 9 Mayıs'ta Orléans'tan ayrıldı ve veliaht Charles ile Tours'da buluştu. taç giymesi için acele etmesini istedi. Daha ihtiyatlı danışmanlarından bazıları ona Normandiya'yı fethetmesini tavsiye ettiği için tereddüt etse de , Jeanne’ın ilk hedefi İngilizleri Loire Nehri kıyısındaki diğer kasabalardan temizlemekti . Jeanne Fransız ordularının korgenerali olan arkadaşı Duc d'Alençon ile tanıştı ve birlikte bir kasaba ve önemli bir köprüyü ele geçirdiler.

Daha sonra Beaugency'ye saldırdılar ve bunun üzerine İngilizler kaleye çekildi. Sonra Charles ve Jeanne ,Fransız mahkemesinde şüpheli olan Constable de Richemont . Jeanne’a sadakat yemini ettikten sonra yardımını kabul etti ve kısa bir süre sonra Beaugency kalesi teslim oldu.

Fransız ve İngiliz orduları karşı karşıya geldi 18 Haziran 1429'da Patay. Jeanne, Charles'a o gün şimdiye kadar kazandığı zaferden daha büyük bir zafer kazanacağını söyleyerek Fransızlara başarı sözü verdi. Zafer gerçekten de tamamlanmıştı; İngiliz ordusu bozguna uğradı ve nihayet bununla birlikte yenilmezlik şanı arttı.

Jeanne ve Fransız komutanlar, Paris'e cesur bir saldırıda bulundular Sully-sur-Loire'da La Trémoille ile birlikte kalanlar Charles’a yeniden katılmak için geri döndüler. Jeanne yine, Charles'a taç giyme töreni için hızlıca Reims'e gitmesi gerektiğini söyledi. Bununla birlikte, Loire boyunca kasabalarda dolanırken, Jeanne ona eşlik etti ve tereddüdünü yenmeyi ve taarruzda yavaşlamayı tavsiye eden danışmanlara karşı çıktı. Jeanne tehlikelerin ve zorlukların farkındaydı, ancak bunlardan çekinilmemesi gerektiğini söyledi ve sonunda Charles ile Jeanne aynı düşüncede bir oldular

Ordunun toplanmaya başladığı Gien'den dauphin, geleneksel çağrı mektuplarını taç giyme törenine gönderdi. Jeanne iki mektup yazdı: Biri her zaman Charles'a sadık olan Tournai halkına bir öğüt, diğeri ise Burgundy Dükü Philip the Good için bir meydan okumaydı.

Kasaba halkı Anglo-Burgundia rejimine sadık kalmaya karar verdi. Charles’ın konseyi, Joan'ın şehre bir saldırı düzenlemesi gerektiğine karar verdi ve vatandaşlar hemen ertesi sabahki saldırıya boyun eğdi. Kraliyet ordusu daha sonra Châlons'a yürüdü ve burada daha önce direnme kararına rağmen piskopos kasabanın anahtarlarını Charles'a verdi. 16 Temmuz'da kraliyet ordusu kapılarını açan Reims'e ulaştı. Taç giyme töreni 17 Temmuz 1429'da gerçekleşti. Jeanne, sunaktan çok uzak olmayan bir yerde bayrağıyla ayakta duruyordu. Törenden sonra Charles'ın önünde diz çökerek onu ilk kez kral olarak adlandırdı. Jeanne, Paris’e yapılacak cesur bir saldırıyı da içeren yeni bir askeri harekatı üstlendi. Ne var ki Orleans’ı kurtarmada gösterdiği başarıyı Compiegne seferinde tekrarlayamayacak ve 24 Mayıs 1430’da Paris’in 80 km. kadar kuzeyinde Burgonya Dükü’ne esir düşecektir

JEANNE'IN SONU

Jeanne’ın yakalanma haberi 25 Mayıs 1430'da Paris'e ulaşmıştı.
Jeanne d’Arc dük tarafından on bin frank karşılığında İngilizlere teslim edilir ve engizisyon mahkemesinde Beauves piskoposu Pierre Cauchon ve engizitör JeGeç Ortaçağ Avrupası’nda yaşanan cadı avı çılgınlığının hemen öncesinde engizisyon mahkemesi tarafından görülen bu dava içerdiği politik unsurlar nedeniyle klasik büyücü/cadı davalarından ayrılmakla birlikte, suç istinadı (kilisenin kutsal varlığına ve Katolik inancına karşı suç işlemek), sorgulama (fiziki işkence dışında, kanıtlanamayan suçlamalar, yalancı tanıklıklar, sorularla tehdit ve psikolojik işkence), yargılama ve infaz sürecinin bütünlüğü davanın tipik bir engizisyon davası olduğunu göstermektedir.a

Engizisyon mahkemesi, sorgulanması sonrasında Jeanne d’Arc’ı on iki maddede sıralanan eylemlerden ötürü dolayı suçlu bulur. lk dört maddede duyduğu seslere ilişkin suçlamalar yer alır: Katolik kilisesinin kutsal varlığını hiçe sayarak Aziz Mikail, Azize Katharina ve Azize Margareta’nın sözde buyruklarıyla kralın ve ülkenin geleceğine ilişkin kehanette bulunmak (falcılık/medyumluk).

Diğer maddeler ise ;
  • Erkek giysileriyle dolaşarak Tanrı’nın yarattığı bedende başka bir cinsiyeti aramak,
  • Ailesinin itirazına karşın evini terk ederek ailesinin onurunu zedelemek,
  • Burgonya Dükü’ne esir düştüğünde tutulduğu kuleden kaçma, yani intihar girişiminde bulunarak, Tanrı’nın verdiği ve zamanı gelince yine sadece Tanrı’nın alabileceği yaşama bilerek ve isteyerek son verme girişiminde bulunmak,
  • Azize Katharina ve Azize Margareta’mn Burgonyalıları artık sevmedikleri, İngilizlerin tarafını tutmadıkları için İngilizce değil, Fransızca konuştukları iddiasında bulunmak,
  • Tanrının varlığını yadsıyan bir tavır içinde nereden ve kimden geldiği belli olmayan seslere ibadet etmek,
  • Azize Katharina ve Azize Margareta’nın, bakireliğini korursa kendisini cennete göndereceklerine dair söz verdikleri iddiasında bulunmak,
  • Putperestlik,
  • Düştüğü kötülüklerde inatla ısrar ederek kâfirlik yapmak.

Jeanne d’Arc 1431 yılının 24 Mayıs günü cellatları tarafından Rouen mezarlığına getirilir. Uzun ve yorucu sorgulama günlerinin sonunda bitap düşmüş durumdadır. Uğruna savaştığı ve hayatını ortaya koyduğu kralı VII. Charles’ın onu kâfir olarak tanımladığı kendisine söylenince, Jeanne d’Arc, “Kralım aleyhinde değil, benim hakkımda konuşun; o iyi bir Hıristiyan” diye yanıt verir.

1431 yılının 30 Mayıs günü Rouen kenti Saint-Sauveur Kilisesi’nin civarında eski pazar meydanında (Vieux Marche) yapılacak infaz için üç platform kurulmuştur. Bunlardan birinde İngiltere kardinali, kraliyet ve başpiskoposluk üyeleri, diğerinde bu korkunç dramın mimarları olan, davanın hâkimi, rahipler ve askerler yerlerini almışlardır. Son platformda sanık Jeanne d’Arc bulunmaktadır. Platformdan alınarak, meydanın ortasında kendisi için hazırlanmış odun yığınının üzerine dikilmiş direğe bağlanan Jeanne d’Arc’a, engizisyon mahkemesinin kararı okunur: bir kâfir olması nedeniyle yakılarak öldürülecektir. Cellatları ayakları altındaki odunları tutuşturmaya başladığında henüz 19 yaşındadır. Alevler yükselirken Jeanne d’Arc’ın ağzından defalarca aynı sözcük yükselir: "İsa…"
Elinde ise yakılmadan önce bir askerden istediği iki tahta parçasından yaptığı haçı tutmaktadır.

Jeanne D’Arc’ın yakılması çok ilgi uyandırmıştır. Avrupa tarihinin üzerinde en çok tartışılan kimliklerinden birini yaratmıştır. Jeanne d’Arc’ın suçsuzluğu, Katolik Kilisesi tarafından değer geç de olsa anlaşılmış, 1909 yılında itibarı iade edilmiş, yakıldıktan tam 490 yıl sonra 1920’de azize ilan edilmiştir.

Jeanne sinema filmlerine, oyunlara, baladlara bestelere ve nice sanat eserlerine ilham kaynağı olmuş bir figürdür başta bahsettiğimiz gibi gerçekten yaşadı mı yoksa Fransızların bir akıl oyunu muydu bilemeyiz fakat Jeanne hayatını İsa'ya adamış son sözleri de İsa olan saygıdeğer tarihi bir kişiliktir.

KAYNAKLAR
https://nafidurmus.com/jan-dark-fransanin-tarih-sahnesinden-silinmesini-engelleyen-kiz/
https://fr.wikipedia.org/wiki/Jeanne_d%27Arc
https://en.wikipedia.org/wiki/Joan_of_Arc#Biography
https://bilgeseli.com/jan-dark-kimdir/
https://www.britannica.com/biography/Saint-Joan-of-Arc/Capture-trial-and-execution
https://tr.wikipedia.org/wiki/Jeanne_d%27Arc#:~:text=Jeanne%20d'Arc%20(%5B%CA%92an%CB%88da%CA%81k,%C3%BCn%C3%BC%20Fransa'n%C4%B1n%20d%C3%B6rt%20bir

DECCAL VE KÖKENLERİ

Yazan: A.Kara

İSLAM, MUSEVİLİK VE HRİSTİYANLIKTA DECCAL

Deccal, Hristiyan eskatolojisinde (dünyanın sonu ile ilgili konular) Mesih karşıtı, Musevilikte ise Armilos (Armilus) olarak bilinir. İslam'a göre Deccal, ahir zamanda ortaya çıkıp insanları saptıracak, fitne yayacak, kendini önce peygamber olarak tanıtacak, daha sonra ise tanrı olduğunu iddia edecek olan kişidir. Tabi bazı İslam alimlerince bir kişi değil de, bir ideoloji yada akım olduğu görüşü de ortaya atılmıştır.
İnanışa göre Deccal, Mesih tarafından öldürülecektir fakat Şia'ya göre onu öldürecek olan Mesih değil Mehdi'dir. [1][2]

Deccal'in ortaya çıkacağı yerle ilgili farklı rivayetler vardır ancak genellikle doğudan ortaya çıkacağı söylenir. Tek gözü kör olarak tanımlansa da hangi gözünün kör olduğu tartışmalıdır. Fakat ağırlıklı olarak sağ gözünün kör olduğuna dair rivayet ve görüşler hakimdir. Kusurlu bir göze sahip olmanın, genellikle kötü hedeflere ulaşmak için daha fazla güç verdiği düşünülür. [4]

İnanışa göre Deccal, Mekke ve Medine hariç her şehre girerek tüm dünyayı dolaşacaktır. [5] Sahte bir Mesih olarak insanları kandıracağına, aralarında Yahudiler, Bedeviler ve sihirbazlar da dahil olmak üzere birçok kişinin onun tarafından aldatılıp safına katılacağına ve bir iblis ordusunun ona yardım edeceğine inanılır.
Rivayetlere göre yine de onun en güvenilir destekçileri Yahudiler olacaktır. Deccal'in takipçilerinin çoğunluğunu oluşturan bu Yahudiler kavramı muhtemelen Hristiyanların Deccal efsanelerinden bir kalıntıdır. [6]

Deccal, hastaları iyileştirerek, ölüleri dirilterek, bitki örtüsünün aşırı büyümesine, çiftlik hayvanlarının daha çok üremesine ve ölmesine neden olarak ve güneşin hareketini durdurarak bazı mucizeler gerçekleştirecektir. [6]
Onun mucizeleri, İsa'nın gerçekleştirdiğine inanılan mucizelere benzer. İkisi arasındaki ilişki belirsizdir. Bir rivayette İsa'nın Kabe'yi tavaf derken Deccal'in onu takip ettiği ve ondan İsa'nın kötü, karanlık bir kopyası olarak bahsedildiği görülür [45]

Pek çok versiyonda anlatılanlara bakıldığında Deccal İsa'nın kötü bir varyantı gibidir. [7] İsa'nın Kuran'daki muğlak statüsüne benzer şekilde, ilahî olmayan ama yine de bir insandan daha fazlası olan Deccal, görünüşe göre alışılagelmiş birçok peygamberden daha niteliklidir. Bazı kesimler onu daha çok bir insan olarak görse de İslami geleneklerde insan formunda bir şeytan-iblis olarak tanımlanmaktadır. [8]

●►Sünniler İsa'nın safranla hafif boyanmış iki elbise giymiş ve elleri iki meleğin omuzlarına dayanır vaziyette Şam'daki Emevi Camii'sinin (Şam Ulu Camii) Doğu Minaresine ineceğine inanırlar.
Başını eğdiğinde, saçından su akıyormuş gibi görünecek, başını kaldırdığında ise saçları incilerle donatılmış gibi parıldayacaktır. Onun nefesi gözünün görebileceği yere kadar uzanacak ve kokusunu koklayan her inançsız ölecektir. [15]

Deccal, daha sonra Meryem oğlu İsa tarafından yakalanıp öldürüleceği, Tel Aviv'in 15 kilometre güneydoğusundaki Arap-Yahudi şehri Lod'un kapısına kadar kovalanacaktır.
Daha sonra Mesih'in haçı kıracağına, domuzu öldüreceğine, cizyeyi kaldıracağına ve tüm uluslar arasında barışı sağlayacağına inanılır.
İsa'nın kuralı adil olacak ve herkes tek gerçek dine dahil olmak için ona akın edecek. [16]

Haç'ın kırılmasının Hristiyanlığın sahte bir din olarak ilan edilmesini ve Haç'a duyulan saygının sona ereceğini sembolize ettiği söylenir.
Domuzun öldürülmesinin ardındaki anlam din adamları tarafından hala tartışılmaktadır. Bazıları, domuzun üç İbrahim inancının öğretilerine aykırı olduğunu ve Hristiyanların, Yahudiler ve Müslümanların aksine domuz eti tüketmeyi yasaklayan Kutsal Kitap kurallarına aykırı davrandıklarını düşünerek domuzun öldürülmesinin Hristiyanların bu yanlışını işaret edip ortadan kaldırdığını söylemektedir.

Şimdi hadislerdeki anlatılara bakalım:

1) "Ben, Deccal ile beraber olanı ondan daha iyi bilirim. Onun yanında akar iki nehir vardır. Onlardan biri dış görünüş itibarıyla beyaz bir sudur, diğeri alevlenmiş bir ateştir. Sizden biri ona yetişirse ateş olarak gördüğü nehre gelsin. Sonra başını daldırıp ondan içsin, çünkü o, soğuk bir sudur. Deccal’in sol gözü yoktur, üzerinde kalın bir perde vardır. İki gözü arasında kâfir yazılıdır. Okuması olan olmayan her Müslüman o yazıyı okur." [3]

2) Bize Abdullah ibn Mesleme, Mâlik'ten; o da Nâfi'den: o da Abdullah ibn Umer(R)'den tahdîs etti ki, Rasûlullah (S) şöyle buyurmuştur: "Ben bu gece ru'yâmda kendimi Ka'be'nin yanında buldum. Ve ben orada esmer bir adam gördüm ki, o görmekte olduğun esmer erkeklerin en güzeli idi, onun kulak memelerine geçmiş bir saçı vardı ki, o da görmekte olduğun saçların en güzeli nev'inden olup, bunları taramış idi. Ve bu saçlar su damlatıyordu. Bu zât iki adam üzerine -yâhud: İki adamın omuzları üzerine- dayanarak Ka'be'yi tavaf ediyordu. Ben:
— Bu kimdir? diye sordum.
— Bu, Meryem 'in oğlu Mesih 'tir, denildi.

Bu sırada ben, düz değil çok kıvırcık saçlı, sağ gözü sakat, sanki salkımındaki emsalinden dışarı çıkmış iri bir üzüm tanesi gibi olan bir adamla karşılaştım. Ben:
— Bu kimdir? diye sordum. Bana:
— Deccâl Mesih'tir, denildi" [45]

3) “Ebû Saîd el–Hudrî’den rivayet edildiğine göre Peygamber şöyle buyurdu:
“Deccâl ortaya çıkınca, mü’minlerden biri onun bulunduğu tarafa doğru gider. Deccâlin silâhlı adamları onun önüne çıkarak:
– Nereye gitmek istiyorsun? diye sorarlar.
– Şu ortaya çıkan adamın yanına, der. Deccâlin adamları:
– Sen bizim Rabbimize inanmıyor musun? diye sorarlar. O da:
– Bizim Rabbimizin gizli bir yanı yok ki onu bırakıp başkasına inanalım, der. Deccâlin bazı adamları:
– Öldürün şunu, derler. Bir kısmı ise:
– İlahınız deccal, haberi olmadan bir kimseyi öldürmeyi yasaklamadı mı! derler ve o mü’mini deccâlin yanına götürürler. O mü’min deccâli görünce diğer mü’minlere:
– Ey mü’minler! Bu adam Resûlullah’ın kendisinden bahsettiği deccâldir, diye seslenir. O zaman deccâl adamlarına:
– Bunu iyice bir dövün, der. Onu dövmek üzere tutarlar. Deccâl tekrar, “Yakalayın şunu, yarın kafasını”, der. Onun sırtını, karnını dayaktan geçirirler. Bu defa deccâl, “Bana iman etmiyor musun?” diye sorar. O mü’min:
– Sen yalancı Mesîh’sin, der.

Deccâlin emri üzerine onu testereyle baştan aşağı ikiye biçerler. Deccâl o zâtın ikiye bölünen cesedinin arasından yürüyüp geçtikten sonra ona:

– Ayağa kalk! der. O da doğrulup kalkar. Deccâl tekrar:
– Bana iman ediyor musun? diye sorar. O da:
– Senin hakkındaki kanaatim iyice pekişti, dedikten sonra halka dönerek, ‘Ey insanlar! O benden sonra artık kimseyi öldürüp diriltemez’, der. Deccâl onu kesmek için yakalar. Fakat Allah Teâlâ o mü’minin boynundan köprücük kemiğine kadar olan kısmı bakır haline dönüştürür; bu sebeple deccâl ona bir şey yapamaz. Bunun üzerine deccâl onun ellerinden ve ayaklarından tutup fırlatır. Halk onu cehenneme attığını zanneder. Halbuki o cennete atılmıştır.”

Resûlullah sözünü şöyle tamamladı:
“İşte bu mü’min, âlemlerin Rabbine göre insanların en büyük şehididir.” [41]

4) Abdullah ibn Umer (R) şöyle demiştir: Peygamber(S)'in yanında Deccâl zikrolundu. Bunun üzerine Peygamber: "Şübhesiz Allah sizin üzerinize gizli olmaz. Çünkü Allah sakat gözlü değildir" buyurdu ve eliyle kendi gözüne işaret etti. "Mesih Deccâl ise, sağ gözü sakattır. Sanki onun gözü, salkımındaki emsalinden dışarı çıkmış iri bir üzüm tanesi gibidir" buyurdu. [42]

5) Bana İbrâhîm ibnu Sa'd, babası Sa'd ibn İbrahim'den; o da dedesi İbrâhîm ibn Abdirrahmân ibn Avf tan; o da Ebû Bek-re(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S):
"Medine'ye Deccâl Mesih'in (değil kendisi) korkusu (bile) giremeyecektir. O fitne günlerinde Medine'nin yedi kapısı olacak, her kapı önünde (koruyucu) iki melek bulunacaktır" buyurmuştur. [43]

6) Hz. Ebu Hüreyre anlatıyor: "Resulullah buyurdular ki: "Kıyametin üç alameti vardır, onlar zuhur edince, "daha once inanmamış olanların artık inanmaları da onlara fayda vermez" (En'am, 158) Güneşin battığı yerden doğması, Deccal, Dabbetu'l-arz." [44]

●►Kadıyânîlik'te (yada Ahmedîyye / Kadıyânîyye) Deccal'in ortaya çıkışına ilişkin kehanetlerdeki Deccal tek bir kişi olmaktan ziyade Hristiyanlık gibi sahte bir dine odaklanmış olan spesifik bir gruptur. 
Ahmedîler Deccal'i özellikle İstanbul'un fethinden kısa bir süre sonra, 15.yy'da Keşif Çağı ile başlayan ve Sanayi Devrimi ile hızlanarak dünya çapında yayılan Avrupa ülkeleri ve Hristiyanlık dini ile özdeşleştirir. [17] [18] [19] [20] [21]

Diğer eskatolojik temalarda olduğu gibi Ahmedîye hareketinin kurucusu Mirza Gulâm Ahmed'de bu konu hakkında kapsamlı yazılar yazdı.

Deccal'in özellikle Gulâm Ahmed tarafından kolonici misyonerlerle özdeşleştirilmesi, Deccal'in Adem'in yaratılışından bu yana ortaya çıkan en büyük musibet olarak anlatıldığı hadisindeki anlatımlar ve Kehf, Fatiha gibi belirli Kur'an ayetleri ve hadislerle ilişkilendirerek ortaya çıkmıştır. Böylece Deccal'in hükümdarlığının Hristiyanlığın hakimiyetine denk geldiğini söylemiştir. [24] [22]

Deccal'in hadis literatüründe anlatılan sıfatları, sembolik temsiller olarak ele alınıp, Kur'an ayetleriyle uyumlu hale getirilerek Allah'ın taklit edilemez sıfatlarından ödün vermeyecek şekilde yorumlanır. Örneğin Deccal'in sol gözü aşırı büyük iken sağ gözünün kör olması onun (onların) dini ve manevi anlayıştan yoksun, ancak maddi ve bilimsel başarıda mükemmel olduğunun göstergesi olarak yorumlanır. [23] Aynı şekilde Deccal'in Mekke ve Medine'ye girmeyecek olması da kolonici misyonerlerin bu iki yere ulaşmadaki başarısızlığının işareti olarak yorumlanmaktadır. [24]

●►Şia'da ise peygamber evinden on ikinci imam olarak gördükleri Mehdi'nin yeniden ortaya çıkışının alametlerinden biri Deccal'in gelişidir. [25]

Bir Şii hadisi şöyledir: "Mehdi'yi inkar eden Allah'ı inkâr etmiş, Deccal'ı kabul eden de Allah'ı inkâr etmiş (kâfir olmuştur)."
Muhammed'e atfedilen bu Şii hadisi Deccal'in dönüşünü ve Mehdi'nin yeniden zuhur etmesi olayını vurgulamaktadır. [26]

Bir başka hadiste şöyle yazar:
Deccal ile ilgili soru sorulduğunda Ali şu açıklamayı yaptı:
Deccal'in adı Said bin Said'dir. Dolayısıyla ona destek olan talihsizdir. Ve onu inkar edenler şanslıdırlar. İsfahan'ın Yahoodiya köyünden çıkacak. Alnında okuma yazma bilmeyenlerin bile okuyabileceği şekilde şöyle yazacak: "Kafir".

Denizlere atlayacak. Güneş onu takip edecek. Önünde bir duman dağı olacak ve onu beyaz bir dağ izleyecek, ki bu dağ kıtlık zamanlarında bir yiyecek (ekmek) dağı zannedilecek. Beyaz bir eşek üzerine monte edilecek. O eşeğin bir adımı bir mil olacak. Hangi kaynak veya kuyuya ulaşırsa ulaşsın onu sonsuza kadar kurutacak. Cinlerden, insanlardan ve şeytanlardan doğuda ve batıda herkesin duyabileceği kadar yüksek sesle seslenecek. [28][29]

Şii'lere göre Deccal, insani ihtiyaçları olan tek gözlü bir adam olmasına rağmen takipçilerine kendisinin tanrı olduğunu söyleyecektir. Muhammed Deccal'in bu aldatıcı iddiasıyla ilgili olarak sahabeyi ve müminleri şiddetle uyarmıştır.
Bir hadise göre "Deccal, gerçekten de annesi tarafından Mısır'da doğurulacak ve doğuşu ile ortaya çıkışı arasından otuz yıl geçecek.
Şam'ın doğu kapısına inecek ve ardından halifeliğin verileceği Doğu'da görünecek."

Müslim'in bir rivayetine göre Deccal'in, Yemen Denizi'ndeki bir adada, bir manastır veya sarayda hapsedildiği söylenir. Bazı hadisler onun Horasan'dan çıkacağını bildirirken, bazıları Şam ile Irak arasında bir yerde görüneceğini söylüyor.[27]

İnsanlar onun sihri ve büyücülüğü tarafından aldatılacak ve onun Mesih olduğu iddia edilecek. Ortaya çıktığı ilk gün 70.000 Yahudi onu takip edecek. Yeşil başlık takacaklar. Onu kendilerine vaat edilen kurtarıcı, kutsal kitaplarında anlatılan kişi olarak kabul edecekler. Bu inançlarının asıl nedeni de Müslümanlara düşmanlıkları olacaktır.
İnanışa göre Deccal Müslümanlara karşı savaşacaktır ki bu aslında siyonistlerin ve Yahudilerin asıl amacı olacaktı. Bu yüzden Deccal'in Siyonizm uğruna terörü ve yıkımı artırmaya devam edeceği söylenir.

Cafer el-Sadık, Hz.Muhammed'den, Deccal'in takipçilerinin çoğunun gayri meşru ilişkiden doğan insanlar, alkolikler, şarkıcılar, müzisyenler, bedeviler ve kadınlar olacağını aktarır. Mekke, Medine ve Kudüs dışında tüm dünyayı dolaşacak. Yeryüzü öylesine kontrolünde olacak ki harabeler bile hazineye dönüşecek ve onun emriyle yeryüzü bitki örtüsü filizlenecektir. İner inmez bir nehrin akmasını ve sonra geri dönmesini ve son olarak kurumasını emredecek ve nehir onun emrini takip edecektir.
Dağlar, bulutlar ve rüzgar bile onun tarafından kontrol edilecek. Bundan dolayı takipçileri giderek artacak ve sonunda kendisini Tanrı ilan edecek. [25]

Bir hadis dünyanın dönüşeceği durumunu şöyle anlatır. "Deccal'in gelişinden beş yıl önce kuraklık olacak ve hiçbir şey ekilmeyecek. Öyle ki tüm toynaklı hayvanlar yok olacak". Onun ortaya çıkmasından sonra dünya şiddetli kıtlıkla karşı karşıya kalacak. Yanında yiyecek ve su olacak. Pek çok kişi onun taleplerini sadece yiyecek ve su için kabul edecek, tüm dünyaya zulüm edecek ve onu kabul etmeyen öldürülecektir. [30][31][32][33]

Deccal'in asıl amacı halkın fitnesi ve imtihanıdır, ona uyan İslam'dan çıkar, onu inkar eden mümin olur ve müminlere en kötü şekilde işkence edilir. [25]

Mehdi tekrar ortaya çıktığında İsa'yı temsilcisi olarak atayacaktır. İsa Deccal'e saldıracak ve onu Lod kapısında yakalayacaktır. Ali'nin rivayetlerine göre Mehdi döndüğünde namaz kıldıracak ve İsa onu takip edecek. [34][35][25]

Ali, bir vaazında Deccal'in yenilgisinden bahsederek Deccal'in Hicaz'a doğru yola çıkacağını ve İsa'nın Harşa geçidinde onu durduracağını söyler.
İsa ona korkunç bir şekilde haykıracak ve sağlam bir darbe indirecek. Deccal tıpkı ateşte eriyen kurşun gibi yanan bir ateşte eriyecek. [36][25]

Muhammed el-Bekir, Deccal'in doğacağı zamanda insanların Allah'ı bilmeyeceklerini, dolayısıyla Deccal'in kendisinin Allah olduğunu iddia etmesinin kolay olacağını anlatmıştır. İsa bu sırada göklerden inecektir. Mehdi'nin önderliğinde dua edecek ve Deccal'i öldürecek böylece Mehdi'nin tüm dünyaya barış ve sükunet yaymasına yardımcı olacaktır. [37]

●►Musevilikte Deccal'in adı Armilus'tur (Hebrew: ארמילוס‎). Armilus (Armilos veya Armilius) [9] Orta Çağ Yahudi eskatolojisinde Mesih karşıtı bir figürdür.
Adının Roma'nın kurucularından biri olan Romulus'tan veya Zerdüştlükteki şeytani ilke Ahriman'dan (Arimainyus = Armalgus) türetilmiş olabileceği düşünülür. [12]

Armilo'dan bahseden ilk metin, VII. Yüzyıldan kalma Zerubbabel Kıyametidir. 1519'da Konstantinopoli'de yayınlanan ve 11.yüzyıldan kalma midraşik bir metin olan Midraş Vayoşa, Armilus'u kel, kısmen sağır, sakat ve cüzzamlı olarak tasvir eder. [13] [14] Zerubbabel ise onu fiziksel olarak insanlık dışı, muazzam bir boy ve kırmızı gözlere, altın rengi saçlara, yeşil tene ve iki başa ait olarak tanımlamaktadır. [38][14]
Bu figür, tüm Dünya'yı fethedecek ve Kudüs'ü merkezi haline getirerek Allah'ın Elçisi veya gerçek Mesih tarafından yok edilene kadar inananlara zulüm edeceğine inanılan Hristiyan ve İslam'daki Deccal'in ortaçağ yorumlarıyla karşılaştırılabilir. Onun kaçınılmaz sonu ise Mesih Çağı'nda iyinin kötüye karşı nihai zaferini simgeler.

Zerubbabel Kitabı veya Zerubbabel Kıyameti olarak da adlandırılan Sefer Zerubabel MS 7. yüzyılın başında yazılmış bir ortaçağ İbranice kıyamet kitabıdır ve Zerubbabel'in görülerine, rüyalarına dayanır. Tıpkı Daniel Kitabı gibi. [9] İsrail tarihinde önemli bir rol alan Zerubbabel [10] [11] MÖ 6. yüzyılda İkinci Tapınağın temelini atan ve Davud'un neslinden olan son kişidir. [9]

Armilus'un Bizans imparatoru Herakleios için bir kriptogram (şifreli yazı) olduğu ve Sefer Zerubbabel'de anlatılan olayların Herakleios'a karşı gerçekleştirilen Yahudi isyanına denk geldiği düşünülmektedir. [10]

Midraş Vayoşa (Midrash Vayosha) Zerubbabel ve diğer metinlerde kendisinden bahsedilen Mesih karşıtı Armilus, zamanın sonunda ortaya çıkacak ve İsrail'e büyük sıkıntı çektirip daha sonra İsrail'i fethedilecek bir kraldır.
Armilus Yahudilere sırt çevirir ve kendini Tanrıları olarak tanımaya zorlar. Fakat Musa'nın mucizelerini gösteremeyince insanların gözünde şeytan konumuna düşer. [39][40] Canavar daha sonra Yecüc ve Mecüc de dahil olmak üzere bir putperest ordusunun başında Yahudilere savaş açar ve bir Nehemya'lının önderliğinde savaşmaya giden 30.000 Yahudi ile yüzleşir. [38] Armilus ve güçleri galip gelerek Yahudileri katleder ve onları çölde büyük sıkıntıların ortasında yaşamaya zorlar, ta ki Tanrı mesih Davut'u ve peygamberi İlyas'ı melekleri ile birlikte gönderene kadar. Bu sefer kötüler Tanrı ile yüzleşir ve yenilirler. Mesih nefesinin gücüyle Armilus'u yok eder Zerubbabel'de Mecüc'ün yerini alır ve Mesih ben Joseph'i yener. [11]

Şeytan ve bir bakirenin ya da Şeytan ve bir heykelin soyu olduğu söylenen bu figürün kökeni, Hristiyan öğretisi, efsanesi ve kutsal metinleriyle olan çeşitliliği ve açık ilişkisi nedeniyle Yahudi Ansiklopedisi tarafından sorgulanabilir olarak kabul edilir. ] [12]

●►Hristiyanlıktaki Deccal, yani Mesih karşıtı tek bir kişidir fakat aynı zamanda Hristiyanlığa karşı olan ve İsa'ya inanmayanlardan da Mesih karşıtı diye bahsedilir ve onlar tıpkı Müslümanlar gibi "Rab Mesih değildir" diyecektir.

Bazıları Vahiy 13'deki denizden çıkan canavar veya yerden çıkan canavarın da Deccal olduğunu, sadece burada ondan canavar olarak bahsedildiğini söylese de bu anlatılar Deccal değil de Dabbe'tül-Arz tanımına daha yakındır. 

Deccal anlatımları için İncil'e göz atalım.

1.Yuhanna 2:18: "Çocuklar, bu son saattir. Mesih Karşıtı’nın geleceğini duydunuz. Nitekim şimdiden çok sayıda Mesih karşıtı türemiş bulunuyor. Son saat olduğunu bundan biliyoruz."

1.Yuhanna 4:3: "İsa’yı kabul etmeyen hiçbir ruh Tanrı’dan değildir. Böylesi, Mesih Karşıtı’nın ruhudur. Onun geleceğini duydunuz. Zaten o şimdiden dünyadadır."

2.Selanikliler 2:3-4: Hiç kimse hiçbir şekilde sizi aldatmasın. Çünkü imandan dönüş başlamadıkça, mahvolacak olan o yasa tanımaz adam ortaya çıkmadıkça o gün gelmeyecektir. Bu adam, tanrı diye anılan ya da tapılan her şeye karşı gelerek kendini hepsinden yüce gösterecek, hatta kendisini Tanrı ilan ederek Tanrı’nın Tapınağı’nda oturacaktır.

2.Selanikliler 2:9-12: Yasa tanımaz adam, her türlü mucizede, yanıltıcı belirtilerle harikalarda ve mahvolanları aldatan her türlü kötülükte sergilenen Şeytan’ın etkinliğiyle gelecek. Mahvolanlar, gerçeği sevmeye ve böylece kurtulmaya yanaşmadıklarından mahvoluyorlar. İşte bu nedenle Tanrı yalana kanmaları için onların üzerine yanıltıcı bir güç gönderiyor. Öyle ki, gerçeğe inanmayan ve kötülükten hoşlananların hepsi yargılansın.

Markos 13:5-6; Matta 24:4-5: İsa onlara anlatmaya başladı: “Sakın kimse sizi saptırmasın” dedi. “Birçokları, ‘Ben O’yum’ diyerek benim adımla gelip birçok kişiyi saptıracaklar.

Luka 21:8: İsa, “Sakın sizi saptırmasınlar” dedi. “Birçokları, ‘Ben O’yum’ ve ‘Zaman yaklaştı’ diyerek benim adımla gelecekler. Onların ardından gitmeyin.

İSA ve MUHAMMED

Yazan: Serdar Kaangil


İSA ve MUHAMMED


Kanaldaki videolardan ve internet sitesindeki makalelerden de bildiğiniz üzere zaman zaman Hristiyanlık ve Musevilik hakkında da eleştirel yayınlar yapıyorum. Tıpkı en son hazırladığım İncildeki Çelişkiler videosu gibi. O yüzden lütfen takacağınız etiketleri ve atacağınız iftiraları kendinize saklayınız.
Benim gözümde tüm dinler ve peygamberler aynıdır, hiçbirine inanmam. O yüzden dini metinlerden bildiğimiz 2 farklı karakter olan İsa ve Muhammed'i yine kendi dinlerine ait metinler üzerinden tarafsızca kıyaslayacağım. 

İsa ve Muhammed’in hayatlarını genel olarak biliyoruz. Bazı hatırlatmalar yaparak konuya giriş yapalım.

İsa’nın hayatı İncillerde anlatılır. Matta ve Luka hem Hz.İsa’nın soy kütüğünü verirler, hem de doğum öncesi olayları ve doğumunu anlatırlar, çocukluğundan bahsederler. Markos ile Yuhanna da ise İsa’nın şeceresi yoktur, doğumundan ve çocukluğundan bahsedilmez.
İsa’nın gençlik yılları ile ilgili hiçbir bilgiye de yer verilmez.

Benzer durumu Muhammed’in hayatında görsek de, az da olsa gençlik yılları ile ilgili bilgiye rastlayabiliriz. Çocukluk yıllarında bolca mucizelerden bahsedilirken gençlik yılları sade anlatımlıdır. İsa’nın ise hemen hemen tüm hayatı mucizelerle doluymuş gibi anlatılır.

Hem İncillerde hem de Kur’an’da İsa’nın annesi Meryem’in hiçbir erkekle ilişki kurmaksızın bakire iken Allah tarafından melek vasıtasıyla döllendirilerek İsa’ya hamile kaldığı ifade edilir.

Muhammed’e cinsel yönden sıkıntıya düşmemesi için ayetle evlilik serbestliği getirilmişken, İncilde İsa’nın cinsel hayatı ile ilgili olarak hiçbir ifadeye rastlanmamaktadır.

Muhammed’in 15-16 eşi ve cariyeleri bilinirken, 6 çocuğu ve küçük yaşta ölen oğulları hakkında bilgi mevcutken, İsa’nın evliliği ve çocuğu olup olmadığı hakkında bilgi mevcut değildir.

İsa’nın gerçekten yaşayıp yaşamadığı dahi tartışmalıdır. Yaşamı ile ilgili tek kaynak İncillerdir.
Muhammed’in yaşadığı ile ilgili olarak ise dönemin Hristiyan kayıtlarında bilgi bulunmaktadır.

Kur’an ve Muhammed İsa’yı doğruladığına göre, yani İslam’a göre İsa’yı da Muhammed’i de elçi olarak gönderen aynı Allah olduğuna göre yaşam tarzlarındaki bu uçurumun nedeni nedir?
Neden Muhammed çok eşli bir yaşam sürmüşken, İsa hiç evlenmemiştir?
İsa hiç evlenmemişse, yaşamı boyunca cinsel ilişkide bulunmamış mıdır?
Cinsel ihtiyacı olmamış mıdır? Yoksa iradesiz midir?

İsa 33 yıl yaşar. Sahneye çıkışı ise takriben 30 yaşındadır.
20’li yaşlarda İsa ne yapmıştır?
30 yaşında iken “Hadi başla!” emri mi almıştır da bayrak açmıştır?
Bunlar İncillerde belirtilmez.

Muhammed’e vahiy ise Kur’an ve hadislerde belirtilmiştir.

Ama efsanevi anlatımlarda benzerlik vardır.
Muhammed’in annesi Amine’ye de, İsa’nın annesi Meryem’e de müjde verilmiştir.
Her ikisinin de doğumlarında mucizevi olaylar öne sürülür.
Fakat belli bir yaşa kadar ikisi de ortaya çıkmaz.
İsa 30’unda, Muhammed de 40’ında çağrıya başlar.

İsa’nın cinsellikten uzak oluşunun etkisi Hristiyan din adamlarına da yansımış ve onlar da İsa gibi cinsellikten ve evlilikten el çekmişlerdir.
Bu ne derece doğrudur?
Mesele dünya zevklerinden kaçınmaksa Muhammed neden tersini yapmıştır?
İsa gerçekten cinsel yaşamdan ve kadınlardan kopuk muydu?

İsa kadınlardan pek kopuk değildir aslında.
Örneğin İncillerde Mecdelli Meryem olarak anlatılan günahkar fahişe kadın için İsa ile evli olduğu, ondan hamile kaldığına dair kurgular da vardır. Bir başka Meryem’in İsa’nın ayaklarını yıkadığı, saçlarıyla kurladığı, öpüp okşadığı yazılıdır. Daha sonra bu kadın İsa’nın öğrencileri arasına katılır.

Luka / 7. 36-39:
Ferisiler’den biri İsa’yı yemeğe çağırdı. O da Ferisi’nin evine gidip sofraya oturdu.
O sırada, kentte günahkâr olarak tanınan bir kadın, İsa’nın, Ferisi’nin evinde yemek yediğini öğrenince kaymaktaşından bir kap içinde güzel kokulu yağ getirdi. İsa’nın arkasında, ayaklarının dibinde durup ağlayarak, gözyaşlarıyla O’nun ayaklarını ıslatmaya başladı. Saçlarıyla ayaklarını sildi, öptü ve yağı üzerlerine sürdü.
İsa’yı evine çağırmış olan Ferisi bunu görünce kendi kendine, “Bu adam peygamber olsaydı, kendisine dokunan bu kadının kim ve ne tür bir kadın olduğunu, günahkâr biri olduğunu anlardı” dedi.

İncillerde İsa’nın dirildikten sonra Mecdelli Meryem’e göründüğü yazılır.
Bu kadın Da Vinci’nin kurgusundaki Maria Magdalena’dır ve İsa’dan Sarah isminde bir kız çocuğu doğurur. İsa’nın çarmıha gerilmesinden sonra çocuğunu korumak amacıyla Fransa’ya kaçar ve oradaki yahudilere sığınır.

Fransa’da 22 temmuz Meryem günü olarak kutlanır ve ilk olarak onun manastırında yapıldığına inanılan Madeleine çörekleri o gün kutsal bir yiyecekmiş gibi tüketilir.

Yuhanna 11-2:
Meryem, Rab’be güzel kokulu yağ sürüp saçlarıyla O’nun ayaklarını silen kadındı. Hasta Lazar ise Meryem’in kardeşiydi.

Bu kadınla İsa’nın dostluğu daha sonra ilerledi öyle ki başbaşa bile kalıyorlardı:

Luka 10:39-42:
39. Marta’nın Meryem adındaki kızkardeşi, Rab’bin ayakları dibine oturmuş O’nun konuşmasını dinliyordu.
40. Marta ise işlerinin çokluğundan ötürü telaş içindeydi. İsa’nın yanına gelerek, “Ya Rab” dedi, “Kardeşimin beni hizmet işlerinde yalnız bırakmasına aldırmıyor musun? Ona söyle de bana yardım etsin.”
41. Rab ona şu karşılığı verdi: “Marta, Marta, sen çok şey için kaygılanıp telaşlanıyorsun.
42. Oysa gerekli olan tek bir şey vardır. Meryem iyi olanı seçti ve bu kendisinden alınmayacak.”

Bu noktada İsa’nın bu kadar çok kadına ayaklarını yıkatmış, okşatmış olması düşündürücü gelebilir.

İsa ile Maria Magdalena’nın evliliğinin kurgu olarak ileri sürüldüğünü yazmıştım.
İncil’de Mecdelli Meryem olarak geçen Magdalena fuhuş suçu nedeniyle recmedilirken İsa tarafından kurtarılan kadın olarak sunulur.
Buna karşın bu kadının ezoterik bir tarikat üyesi olduğu öne sürülür.

Şimdi gelelim karşılaştırmaya. Siz karar verin İsa ile Muhammed’in tanrısı aynı olabilir mi?

6 Asırda Bu Ne Değişiklik:

İsa Diyor ki: ( Tanrıdan esinlendiği rivayetiyle)

Matta 5/ 39: Ama ben size diyorum ki, kötüye karşı direnmeyin. Sağ yanağınıza bir tokat atana öbür yanağınızı da çevirin.

Muhammed diyor ki: (vahiy rivayetiyle)

Bakara 178: Ey iman edenler! Öldürmede kısas size farz kılındı. Hüre hür, köleye köle, kadına kadın. Ama her kim, ölenin kardeşi tarafından bir şey karşılığı bağışlanırsa, o zaman örfe uyması, ona diyeti güzellikle ödemesi gerekir. Bu, Rabbiniz tarafından bir hafifletme ve bir rahmettir. Her kim bunun arkasından yine saldırırsa, artık ona acı veren bir azab vardır.

Merhamet Farkı

İsa, Yahudilerin recmetmek istedikleri bir kadını taşlanarak öldürülmekten kurtarır.

Muhammed ise, aralarındaki zina yapan kadın ve erkeğe dayak cezası vermek isteyen Yahudilere recmi emreder ve taşlatarak öldürtür.

İsa’nın Recmi Önlemesi:

Yuhanna 8:3-9:
3. Din bilginleri ve Ferisiler, zina ederken yakalanmış bir kadın getirdiler.
4. Kadını orta yere çıkararak İsa’ya, “Öğretmen, bu kadın tam zina ederken yakalandı” dediler.
5. “Musa, Yasa’da bize böyle kadınların taşlanmasını buyurdu, sen ne dersin?”
6. Bunları İsa’yı denemek amacıyla söylüyorlardı; O’nu suçlayabilmek için bir neden arıyorlardı. İsa eğilmiş, parmağıyla toprağa yazı yazıyordu.
7. Durmadan aynı soruyu sormaları üzerine doğruldu ve, “İçinizde kim günahsızsa, ilk taşı o atsın!” dedi.
8. Sonra yine eğildi, toprağa yazmaya başladı.
9. Bunu işittikleri zaman, başta yaşlılar olmak üzere, birer birer dışarı çıkıp İsa’yı yalnız bıraktılar.

Muhammed’in Recme Zorlaması:

Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor:
“Yahûdilerden bir kadınla bir erkek zinâ yaptılar. Birbirlerine: ‘Bizi şu peygambere götürün. Çünkü bir kısım hafifletmeler getiren bir peygamberdir. Bize recm dışında fetvâlar verirse kabul eder, Allah indinde O’nun hükmünü kendimize delil kılarız ve: ‘Peygamberlerinden bir peygamberin bize verdiği fetvâlar(la amel ettik, hevâmıza uymadık) deriz’ dediler. Mescidde ashâbıyla birlikte oturmakta olan Hz. Peygamber (s.a.s.)’e gelerek: ‘Ey Ebû’l-Kasım, zinâ yapan kadın ve erkek hakkında kanaatin nedir?’ dediler. O, onlara tek kelime söylemeden Beyt-i Midrâslarına geldi. Kapıda durarak: “Hz. Mûsâ (a.s.)’ya Kitabı indiren Allah aşkına söyleyin, muhsan olan birisi zinâ yapacak olursa bunun Tevrat’taki hükmü nedir?” diye sordu. “Yüzü siyaha boyanır, eşek üzerine ters bindirilir ve dayak atılır.”
Hadiste geçen tecbiye: Zânileri, enseleri birbirine bakacak şekilde bir eşeğe bindirilip, bu halde sokaklarda dolaştırılmasıdır.
Râvi devamla der ki: “Yahudilerden bir genç (bu cevaba katılmayap) susmuştu. Rasûlullah (s.a.s.) onun suskunluğunu görünce sualinde ısrar etti. Bunun üzerine genç: “Madem ki sen bize Allah’ın adına yemin veriyorsun (gerçeği söyleyeceğim): “Biz Tevrat’ta recm emrini görüyoruz” dedi. Rasûlullah (s.a.s.): “Allah’ın emrini hafifletmenizin başlangıcı nasıl oldu?” diye sordu. (Genç) şu cevabı verdi: ‘Krallarımızdan birinin bir yakın akrabası zinâ yaptı. Kralımız, recmi ona tatbik etmedi. Sonra halka mensup bir aileden bir erkek zinâ yaptı. Bunu recmetmek istedi. Ancak adamın kavmi buna mâni olup: ‘Sen yakınını getirip recmetmedikçe biz de adamımızın recmedilmesine müsâade etmeyeceğiz!’ dediler. Bunun üzerine, aralarında şimdiki cezâyı vermek üzere anlaşıp sulh yaptılar.’ (Bu açıklama üzerine) Rasûlullah (s.a.s.): “Ben Tevrat’taki âyetle hükmediyorum!” dedi ve onların recmedilmelerini emretti ve recmedildiler.
(Ebû Dâvud, Hudûd 26, h. no: 4450, 4451)

Hümanist İsa’ya karşın Savaşçı Muhammed

Muhammed, Müslüman olmayanların yurtlarını, mallarını yağmayı, onlara karşı savaşı, cihatı, fethi emretmiş, teslim olmayanların öldürülmesini istemiştir.

Ahzab 27: Allah sizi onların topraklarına, yurtlarına, mallarına ve henüz ayak basmadığınız topraklara varis kıldı. Allah her şeye hakkıyla gücü yetendir.

Saff  11: Allah’a ve Resulüne inanırsınız, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihat edersiniz. Eğer bilirseniz sizin için en iyisi budur.

Fetih 1: Biz sana doğrusu apaçık bir fetih ihsan ettik.

Tevbe 5: Haram aylar çıkınca putperestlerin gelip geçecekleri bütün yolları tutun, onları kuşatın, bulduğunuz yerde öldürün, yakalayın hapsedin. Fakat tövbe ederler, namaz kılarlar ve zekat verirlerse bırakın onları, şüphe yok ki Allah suçları örter, rahimdir.

İsa’nın ise şiddetten uzak durduğu, savaş, cihat, fetih çağrısı yapmadığı, yayılmacı bir din anlayışında olmadığı görülür.
Buna karşın “Ben barış değil, kılıç getirdim”, ” Abanızı satın, kılıç alın” dediği gibi,
“Kılıç kullanan kılıçtan geçirilir” sözleri mecazi anlamları itibarıyla tartışmalıdır.

Bir genelleme yapacak olursak İsa’nın daha barışçı ve hümanist, Muhammed’in ise daha savaşçı ve daha katı olduğunu söyleyebiliriz.

Muhammed Çalışmayı Öğütlerken İsa Tersini Söylüyor:

Muhammed, ayet ve hadislerde boş durmamayı, çalışmayı, ticareti öğütlemiştir.
İsa’nın ise çalışma, üretme konusunda bir teşviki olmadığı gibi tersini ima eden söylemleri vardır.

Necm 39-40: İnsan ancak çalıştığını elde eder, şüphesiz karşılığını da görecektir.

“Hiç ölmeyecekmiş gibi çalış, yarın ölecekmiş gibi ibadet et.”
“Çalışmak ibadetin yarısıdır.”
“Çalışanın hakkını alın teri kurumadan verin.”
“Ticaret yapın! Çünkü rızkın onda dokuzu ticarettedir.”

Hadislerde çalışma ve ticaretle ilgili başka örnekler de çoktur.

İncil'de ise İsa kaygılanmamayı öğütleyerek şöyle der:

Matta 6:25-26:
25. Bu nedenle size şunu söylüyorum: `Ne yiyip ne içeceğiz?` diye canınız için, `Ne giyeceğiz?` diye bedeniniz için kaygılanmayın. Can yiyecekten, beden de giyecekten daha önemli değil mi?
26. Gökte uçan kuşlara bakın! Ne eker, ne biçer, ne de ambarlarda yiyecek biriktirirler. Göksel Babanız yine de onları doyurur. Siz onlardan çok daha değerli değil misiniz?

İsa Komüncü, Muhammed Sadakacıydı

İsa, Muhammed’e göre dünya nimetlerine, zenginliğe, ganimete, mala-mülke düşkün değildi.
İsa, insanların tasarruf etmesine, mal ve para biriktirmesine kesinlikle karşıydı.
Bu mülkiyet karşıtı dünya görüşüyle onu bir komünist olarak tanımlayamasak da o döneme göre dinsel bir komün yaşamını savunan biri olarak görebiliriz. Zaten içinde yetiştiği Esseniler bu yapıdaydı.

Söylemlerinden bazı örnekler:

Markos 10:21-25:
21 Ona sevgiyle bakan İsa, “Bir eksiğin var” dedi. “Git neyin varsa sat, parasını yoksullara ver; böylece gökte hazinen olur. Sonra gel, beni izle.”
22 Bu sözler üzerine adamın yüzü asıldı, üzüntü içinde oradan uzaklaştı. Çünkü çok malı vardı.
23 İsa çevresine göz gezdirdikten sonra öğrencilerine, “Varlıklı kişilerin Tanrı Egemenliği’ne girmesi ne güç olacak!” dedi.
24 Öğrenciler O’nun sözlerine şaştılar. Ama İsa onlara yine, “Çocuklar” dedi, “Tanrı’nın Egemenliği’ne girmek ne güçtür!
25 Devenin iğne deliğinden geçmesi, zenginin Tanrı Egemenliği’ne girmesinden daha kolaydır.”

Muhammed ise Müslüman olmayanlara karşı yayılmacı, Müslümanlar için de sosyal adaletçiydi. Sadaka ve zekatı, yoksulların doyurulmasını, komşusu açken tok olunmamasını Müslümanlığın şartları arasına koymuştu.
Ama zenginlere, zenginliğe karşı değildir. Der ki “Allah zengindir, dilediği kullarına da zenginlik verir.” Muhammed, Halil İbrahim zenginliğine erişmek ister ve bunun için Müslümanlardan kendisi için salavat ister. Hala Müslümanlar bunun için dua eder, salavat getirirler.