HABERLER
Dini Haber

BAT (BATA)

mısır mitolojisi, Mısır Tanrıçaları, Bat,Bata,Tanrıça Bat,Tanrıça Bata,A,mitoloji,İnek tanrıçası,Yarasa Tanrıça, Antik mısır tanrıları,
Bat (veya Bata), Yukarı Mısır ile ilişkilendirilmiş eski bir Mısır inek tanrıçasıydı. O aslen bir inek sütü havuzuna benzetilen Samanyolu'nun tanrısallaştırılmasıydı. Onun adıruhun ana unsurlarından biri olduğuna inanılan "ba"nın dişi olduğunu vurgulayan bir forma sahipti. Bat, Ankh (yaşam ya da nefesin sembolü) ve sistrum ile ilişkiliydi (ki bu da Hathor'la ilişkiliydi.) Ona tapınılan ana yer, yani kült merkezi Sheshesh'deki "Sistrumun Konağı" idi.

Onun hakkında Mısır'daki piramit metinlerinde Mısır tarihinin ilk dönemine ait açıklamalar bulunmaktadır. Piramit metinlerinde "2 yüzlü yarasa, kendini tüm köyü şeylerden kurtarmış olan kişi" olarak anılır ve onun çift yüzü hem geçmişi, hem de geleceği görme gücünü temsil eder. Ancak bu iki yüzün Nil'in iki kıyısını veya Alt ve Üst Mısır'ı temsil ediyor olduğu da düşünülmektedir.

Eski Mısır sanatında nadiren betimlenen Bat, bazen yıldızlarla çevrili göksel bir inek olarak göze çarpar ancak onun yüzünün insan olarak gösterildiği durumlarda yüzünün genellikle mücevher ve tılsımlarla süslendiği göze çarpmaktadır. Yarasa olduğu düşünülen bir inek tanrıçası olan Bat, iki toprağı birleştiren güçler olduğu ima edilen ve alt-üst Mısır'ı temsil eden Horus ve Set'in kuşattığı 12.hanedanlığın bir kesiminde ortaya çıkmıştır. Narlı Palet ve Gerzeh Paleti (aynı zamanda "inek paleti" veya "Hathor Paleti" olarak da bilinir) olarak tasvir edilen Hathor'dan ziyade tanrıça Bat'tır.

Yazan: A.Kara

TANRI & ALLAH

TANRI NE DEMEK?
Bazı insanların içinden çıkamadığı bir soru var: Tanrı ne demek?

Tanrı, temel olarak her şeyi yarattığı, koruduğu ve kolladığı düşünülen yüce varlıktır. Din ve inanışlara göre farklı isim, güç ve cinsiyete sahip olabilir.

İlah, diğer adıyla Tanrı, özellikle tek tanrılı dinlere inananların evrenin tek yaratıcısı ve yöneteni olduğuna inanılan doğaüstü varlıktır. Aynı şekilde çok tanrılı inanışlarda da tanrı inancı vardır fakat bu inanışlarda ilahlar cinsiyet sahibidir. Erkek olanlarına tanrı, dişi olanlarına ise tanrıça dendiği gibi ilah-ilahe şeklinde de kullanılır. Fakat henoteistik ve monoteistik inançlarda tanrı kavramını tanımlamak için sadece tanrı sözcüğü kullanılırdı.

Antik metinlerden ve arkeolojik keşiflerden de görüldüğü üzere geçmişten bu güne sayısız tanrı ve tanrıça gelip geçmiştir. Bu yüzden tarih boyunca birçok teolog ve filozof metafizik ve din felsefesi alanlarında tanrı kavramı üzerine kafa yormuş, bu kavramı anlamaya çalışmıştır.

Dinbilimi önceleri tanrı kavramı 2 farklı şekilde kullanılmıştır. Bunlar monoteist (tek tanrılı) ve politeist (çok tanrılı) inanışlarda farklılık göstermiştir. Örneğin çok tanrılı inanışlardaki tanrıyı ifade etmek için tanrısal varlık anlamına gelen "Gottheit" kullanılırken tek tanrılı dinlerdeki tanrıyı ifade etmek için "Tanrı" ifadesi kullanılmıştır.

İngilizcede duyduğumuz God kelimesinin bu güne gelişi türlü serüvenler içerir. Cermenlerin Demir çağından sonra Teiwaz adında bir ortak tanrıya taptığı belgelerle sabittir. Tanrı "Gott" sözcüğünün kökeni çok eskilere dayanır ve sadece Cermen dilinde bulunan bir sözcük olarak karşımıza çıkar. Ortaçağ ve eski Almancada kullanılan "got", "gotisch", "guth" olarak tabir edilirken İngilizcede "god" , İsveç dilinde "gud" olarak yer alır.

Cermenlerin taptığı tanrının adı olan Teiwaz daha sonra Hint-Avrupa dillerinde Deiwoz olarak yer alır. Bu tanrının karşılığı ise Yunan mitolojisinde Zeus, Roma mitolojisinde Jüpiter, Vedik dillerinde Dyaus Pita ve eski Yunan kavimlerinin dillerinde "Dei-patyros" dur.

Tanrı sözcüğü Türkçedeki Tengriden gelmektedir. Bunu Orhun yazıtlarındaki "Tengri teg tengride bolmuş Türk Bilge Kağan..." ifadesinde görebiliyoruz. Tanrı, Tengri kelimesinin ise Arapça karşılığı Allah (el-ilah) tır.

Yani aklınızda tanrı kimdir yada nedir gibi sorular varsa, temel olarak yaratıcı ve ilahlar için kullanılan genel bir kavram olduğunu görebilirsiniz. Dolayısı ile tanrı kimdir sorusunun cevabı da değişklik gösterir, İslam'a göre Allah, Museviliğe göre RAB, Bahailiğe göre Baha'dır.


ALLAH NE DEMEK?
Bu soruyu garip bulanlarınız olabilir fakat aslında çok makul bir sorudur çünkü kişi inandığı yada inanmayı düşündüğü dini, o dinin yaratıcısını, dolayısı ile de yaratıcısının adının anlamını bilmek ister. O yüzden farklı başlıklar altında Allah ne demek? sorusuna cevap vereceğim.

Öncelikle bilmenizi isterim ki Kur'an'da Allah diye bir kelime yoktur. Doğrusu Ellah'tır ve El-İlah'tan gelir. Ülkemizde Allah şeklinde söylenmesinin sebebi ise (nadiren bazı din adamlarının namaz sırasında Ellahuekber dediğini duyabilirsiniz) Lafza-i celalin Lamlarının kalın okunmasını sağlamaya yöneliktir. Yani ismin azametine uygun olması için Allah diye okunarak oradaki E, A'ya dönüştürülür denerek konunun üstü kapatılır ama bu gerçekte islam tanrısının adının El-ilah olduğunu değiştirmez.

ALLAH KİMDİR?
Allah kimdir, kökeni nedir? gibi sorular gelebiliyor çoğu zaman, şimdi bu konuya açıklık getireyim.

Dil bilimcilere göre de Allah ismi Al-ilah (El-İlah) tan türemiş ve zaman içerisinde El İlah birleşik şekilde söylenmeye başlanmış ve son olarak Allah şeklini almıştır.

Allah'a putperest Arapların çok tanrılı dinlerinin tanrılardan biri olarak tapınıldığına dair hiçbir kuşku yoktur. İslam öncesi Araplar putperest yani pagan inancına sahiplerdi ve Kabe'de bulundurdukları 360 puta tapıyorlardı. Fakat tıpkı diğer coğrafyalarda olduğu gibi Arapların tanrılarının da aralarında bir hiyerarşi, rütbe-makam farkı vardı. En güçlüleri ve baş putları, dünyayı yarattığına, havadan yağmuru indiren, yerden dane çıkardığına ve Kabe'nin efendisi olduğuna inandıkları Al-ilah (El-ilah) idi ve onu diğerlerinden daha yüksekte tutuyorlardı. Bu baş tanrılarının ise El-Lat, El-Uzza, El-Manat isminde 3 kızı bulunmaktaydı.

Muhammed doğmadan önce Mekke'de Allah'a zaten ibadet edildiğini söylemiştim. Muhammed, Mekke'nin zaten tanıdık olduğu bir tanrıyı ilan ettiği için pagan Araplar Muhammed'i ibadet ettiklerinden daha farklı bir Allah'ı vaaz etmekten asla suçlamadılar. Diğer tanrılarına dil uzatıyor olsa da baş tanrı olan Allah (Al-ilah) aynıydı.

Kureyş'teki adı Al-ilah olsa da ay tanrısı olan Al-ilah'a bazı toplumlar "Sin" ve "Hubal" isimleri ile tapıyorlardı. MÖ 800'lü yıllarda "Al-ilah'ın Evi" olarak anılmaya başlayan Kabe İslamiyetten önceleri de vardı ve putperestlerin Al-ilah'a taptıkları bir ibadethaneydi. Bu Al-ilah ismi İslam öncesi Arap şairlerinin şiirlerinde sıkça kullanılmıştır.

ARAP PAGANİZM'İNDE ALLAH KAVRAMI
Bu maddelerle eski Arap halkının gözünden şu soruyu cevaplayacağım: Allah ne demek?
1) Allah dünyanın yaratıcısıdır.
2) Yağmuru yağdıran odur.
3) Yer yüzündeki tüm canlıların yaşamasını o sağlar.
4) O, en kutsal yeminlere önderlik eden kişidir.
5) O sonsuz ve uludur.
6) Son olarak, Allah Kabe'nin sahibidir.

İslamda "Allah'tan başka tanrı yoktur" sözü sıkça geçer çünkü Muhammed'den önce de Al-ilah adlı puta zaten tapıyorlardı fakat Muhammed diğer tüm putları yıkarak baş tanrı olan Allah'ı tek ilah ilan edip bu sözü söylemişti. Muhammed'in öz babasının adının Allah'ın kölesi-Allah'ın kulu anlamına geldiğini unutmayın (Abdullah). Babası İslam öncesinde yaşayan biriydi ve doğal olarak bu isim ona putperest Araplar tarafından verilmişti. Daha İslamiyet yokken babasının Allah'ın kulu anlamına gelen bir ada sahip olması, İslam öncesi Arapların zaten Allah adında bir tanrıya (Al-ilah adlı put) taptıklarının en büyük kanıtlarındandır. Kur'an'daki birçok bölümde Muhammed'in seçtiği bu baş putu tek ilah olarak ilan etmeye çalıştığı görülür. İlaveten, Allah adı İslamiyet öncesindeki Arapça arkeolojik ve edebi eserlerinde de açıkça göze çarpmaktadır. Dolayısı ile aslında Allah kimdir? sorusunun cevabı görmek isteyenler için açıktır. Tüm diğer dinlerin tanrıları gibi Allah da insan ürünü bir tanrıdır.

İslam öncesi şiirlerde Allah adının geçmesi, daha İslamiyet yokken Muhammed'in babasının adının "Allah'ın kulu" olması, Kabe'nin yine İslam henüz yokken tıpkı şimdiki gibi onun evi olması ve içerideki en güçlü tanrının o olarak görülmesi, İslam devletlerinin tarihten bu güne kadar bayraklarında ay sembolü kullanması, cami minarelerinin tepesinde "ay" sembolü olmasının kökeni de ay tanrısı Allah'tır ("Maalesef kimse cami minarelerinin ucundaki sembol neden ay?" diye sormuyor).


TANRI MI ALLAH MI?
Tanrı, tepedeki bir yaratıcı, yönetici güçtür. Dinden dine göre ise sadece adı, bazı özellikleri ve ona olan inanç değişse de, farklı isimleri olan ilahlar da neticede tanrıdır.
Örneğin: Tengri, Baha, Vaheguru, Ahura Mazda, Allah, Zeus, YHWH, İsa vb.

Yani Tanrı mı Allah mı? demeden önce şunları bilmek gerekir. Allah bir dine ait (İslamiyet) tanrının ismidir, Tanrı ise hem Türkçedir, hemde özel bir dine ait değil, genel bir kavramdır. Dolayısı ile Allah'ta Tanrıdır, tıpkı Zeus gibi, Ahura Mazda gibi.

Eğer söylem olarak Tanrı mı Allah mı daha doğru derseniz, mantıken Türkçe olanı seçmek daha doğrudur ama maalesef tamamen arap sevici bir halk olup kendi kimliğimizi kaybettiğimiz için (Türkler ve Kürtler) Tanrı kelimesini kullanmak bile diğerleri tarafından farklı algılanabiliyor. O yüzden hiç Allah yerine Tanrı diyen müslüman göremezsiniz.

Fakat eğer bir dine inanmadığınız halde, Tanrı gibi genel bir kavramı kullanmak yerine Allah, Rab vb. kelimeler kullanırsanız biraz tuhaf olacaktır, çünkü onlar bir dine ait olan tanrıların isimleridir. Tanrı ise geneldir ve Türkçedir.

ALLAH VAR MI?
Bir yaratıcı var mı yok mu bilemem, neticede bu henüz bilimin ıspatlayabileceği bir durum değil, ister istemez bir yerden sonra "inanmak" yada "inanmamak" kişinin kendinde bitiyor. Fakat önemli olan şu, eğer inanacaksan bile Allah'ın, YHWH'nin, Ahura Mazda'nın yada hangi tanrıya inanacaksan onun kökenlerini araştırıp üzerinde düşünmen gerekir, yoksa uydurma, insan ürünü bir tanrıya inanıp inanmadığını bilemezsin.

Yani Allah var mı? demeden önce yukarıda yazdığım onca yazıda Allah'ın aslında diğer tanrılar gibi insan ürünü olduğunu, zaten İslamiyet yokken bile ay tanrısı olarak insanların taptığı bir put olduğunu, bazı yerlerde ona "Sin" adıyla tapıldığını tekrar hatırlamalısınız.

Eğer Allah gerçekten var olsaydı aynı isimde bir put Kabe'de hiç var olmuş olmamalıydı.
Eğer Allah varsa, daha önce putların evi olan ve bir put olan Al-ilah'ın evi olan Kabe, Allah'ın da evi olamazdı. Çünkü putların evi olan bir mekanı kendine uygun göremezdi.
Eğer Allah var olsaydı bir yandan putları ve onlara tapanları lanetlerken diğer yandan lanetlediği putlardan biriyle aynı ismi, aynı mekanı (Kabe) hatta aynı sembolü (ay) paylaşmazdı.
Eğer Allah gerçek olsaydı:
Spermin kaburgalar arasından değil testislerden geldiğini,
Anne karnındaki bebeğin önce iskeletinin oluşup daha sonra onu etin sardığını,
Güneşin akşamları çamura batıp gündüz yeniden çıktığını,
Dünyanın düz olduğunu ve bunlar gibi yüzlerce yanlış bilgiyi vermezdi. Çünkü İslamiyete göre Allah hatalardan uzaktır, hata yapamaz.

Son olarak eğer Allah varsa bir insanı sınava tabi tutmak için bir bebeğin dünyaya gelmesini sağlayıp, sonra da sırf o bebeğin ailesini ve ona tecavüz edip boğacak olan adamı "sınava tutacak" diye bu olayın yaşanmasına müsade etmez, "merhametliyim" derken diğer yandan birini sınamak için ufacık çocukları "test aracı" olarak kullanmazdı (burada çocuğu boğan, ona tecavüz eden sınava tabi tutuluyorda, işkenceyi gören çocuk neye tabi tutuluyor? hiçbirşeye...)

Hristiyanlıkta her insanın günahkar olarak doğması, İsa'nın insanların işleyeceği günahlar yüzünden çile çekmiş olması inancı vardır, Allah'ın bu sınav olayı, tıpkı Hristiyanların bu günah olayı kadar mantıksız ve saçma...

Uzun lafın kısası, Allah mitolojik bir tanrıdır, tıpkı Poseidon, Zeus, Agni, Magnus, Odin vb. tanrılar gibi. He ama bir yaratıcı, bir tanrı var mıdır? İşte onun cevabı sende biter, çünkü kişiden kişiye bu sorunun cevabı değişiklik gösterecektir, önemli olan bu soruya cevap ararken hiçbir zaman bilim ve mantıktan kopmamaktır.

Konuyla ilgili olarak okumanızı tavsiye ettiğim makaleler:
Al-ilah
İslamiyet Öncesi Allah'ın Kökeni
Muhammed'in Babası Abdullah
Allah Sözcüğünün Kaynağı ve Akademisyenler
İslam Dininin Babildeki Kökenleri
Modern Putperestler
Hilal ve Yıldızın Tarihi

Kaynaklar: Orhun Yazıtları  |  Who Is This Allah?, G. J. O. Moshay, 1994, p 138, A Restatement of The History of Islam & Muslims, Sayed A. A. Razwy, Muslim, The State of Religion in Pre-Islamic Arabia, p19-20 1997,First encyclopedia of İslam, 1987, Islam, p. 587-591  |  God and Man in the Quran, Toshihiko Izutsu, Chapter 4: Allah, p96-119, 1980  |  A Guide to the contents of Quran Faruq Sherif, Reading, 1995, pgs. 21-22  |  Encyclopedia of Islam, eds. Lewis, Menage, Pellat, Schacht; Leiden: E.J.Brill, 1971, III:1093  |  İslam Muhammed and his religion, Arthur Jeffery, 1958, p 85,Muhammad at Mecca, W. Montgomery Watt, 1953, p 23-29  |  http://beyt-nahreyn.com/?p=318  |  https://www.etimolojiturkce.com/kelime/Allah  |  God and Man in The Koran, Toshihiko Izutsu, Chapter 4: Allah, p96-119, 1980  |  The Call of The Minaret, Kenneth Cragg, 1956, 35-41

Yazan: A.Kara

HANGİ İSA? TYANALI APOLLONİUS | PDF KİTAP

Aytunç Altındal'ın "Hangi İsa?" adlı kitabının pdf formatı sizlerle. Bu kitapta İncilde anlatılan İsa'nın aslında İsa olmadığı, kitapta bahsedilen İsa'nın da aslında MS 1.yy'da yaşamış olan Tyanalı Apollonius olduğu anlatılır. Ermiş olduğu ve ölüleri dirilttiği söylenen Apollonius'un "ölüleri diriltmiyorum, onları bazı bitkisel ilaçlarla sağlıklarına kavuşturuyorum o kadar" dediği, sonraları bu olayın İncil'e "Ölüleri dirilten İsa" olarak geçtiğini anlatan bu kitapta oldukça fazla bilgi bulacak ve farklı ihtimalleri düşünmeye başlayacaksınız.

Umarım meraklıları için iyi bir kitap paylaşımı olmuştur. İyi okumalar.
Kitabı okumak veya indirmek için aşağıdaki resme yada buraya tıklayabilirsiniz.

Rica: Lütfen maddi zorluk çekmiyorsanız kitabı alarak yazara destek olunuz. Şuanki fiyatı siteden siteye değişse de ortalama 10-12 tl arasındadır.

Uyarı: Telif hakları eser sahibine aittir, uygun görülmemesi durumunda telif sahibi dinvemitoloji@gmail.com adresinden irtibata geçerek yayını kaldırtabilir.

İNCİL (YENİ AHİT)


Hiçbir dine inanmasam da tüm dinlerin kutsal saydıkları kitaplarını sizlerle paylaşıyorum (hatta Satanizm'in kitaplarını bile) Sıra sizlerle Türkçe İncil'i paylaşmaya geldi. İncil'in tamamını Türkçe olarak indirebileceğiniz bu makalede önce kitap hakkında kısa bilgi vermek istedim çünkü hakkında çok fazla kafa karışıklığı yaşayan insan var.

Nöldek'ye göre İncil Arapçadan Türkçeye geçen bir kelimedir. Arapçaya da Habeşçe dilindeki "wangil" sözcüğünden geçmiştir. Fakat "iyi haber, müjde" anlamına gelen kelimenin aslı "Ευαγγέλιον" (euangelion) dur.

İngilizcedeki karşılığı ise eski ingilizcedeki godspel sözcüğünden gelen Gospel'dir. Good (iyi) ile spel (mesaj) sözcüklerinden oluşmuş bir kelimedir.

İncil, İsa'nın öğretilerini, yaşamını, ölüm ve dirilişini anlatan bir kitaptır. Kaleme alan yazarların adlarıyla anılan 4 İncil bulunmaktadır:
Matta, Markos, Luka, Yuhanna.
Bu İncil'ler Yeni Ahit'in ilk 4 bölümünü teşkil eder ve bu 4 incile Kanonik İnciller denir. Kilisenin kabul etmediği inciller ise "Apokrif İnciller" olarak isimlendirilir.

Matta, Markos ve Luka ortak kaynaktan beslenen, benzer içeriğe sahip olduğundan sinoptikler olarak adlandırılırlar. Fakat Yuhanna İncili içerik olarak diğerlerinden oldukça farklıdır.

Aşağıda sizlere hem İncil'i bölümleri ile sunacağım hem de bunlardan istediklerinizi tıklayarak okuyabilecek yada pdf olarak indirebileceksiniz.

kutsal kitap pdf, hristiyanlık, İncil, Türkçe İncil, İncil pdf, Türkçe İncil pdf, İncil nedir?, İsa, Hz İsa, Yeni Ahit,

İNCİL (YENİ ANTLAŞMA)
MÜJDELER
Matta | Markos | Luka | Yuhanna

TARİHSEL
Elçilerin İşleri (Havariler)

PAVLUS'UN MEKTUPLARI
Romalılar
1. Korintliler | 2. Korintliler
Galatyalılar
Efesliler
Filipililer
Koloseliler
1. Selanikliler | 2. Selanikliler
1. Timoteos | 2. Timoteos
Titus
Filimon

GENEL MEKTUPLAR
İbraniler
Yakup
1. Petrus | 2. Petrus
1. Yuhanna | 2. Yuhanna | 3. Yuhanna
Yahuda

KEHANET
Vahiy

Kaynaklar: Kutsalkitap.com. Erişim: 30 Aralık 2014  |  Nişanyan Sözlük. Erişim: 30 Aralık 2014  |  Online Etymology Dictionary. Erişim: 30 Aralık 2014  |  Türkçe İncil Çevirisi (Thomas Cosmades), önsöz

Yazan & Derleyen: A.Kara

NOEL

Noel bayramı, Noel bayramı ne zaman?, Noel nedir?, Yılbaşı neden kutlanır?, A,din,tarih
Noel nedir? Noel bayramı ne zaman?
Bir Hristiyan bayramı olan Noel (aslında çalıntı bir bayramdır, yazının ilerleyen kısmında değineceğim) her yıl 25 Aralıkta kutlanır. Kutlanma sebebi ise inanış gereği Hz İsa'nın 25 Aralıkta doğmuş olmasıdır, bu yüzden de Noel bayramı 25 Aralıkta kutlanır, zannedildiği gibi yeni yıla girilen gece, yani Aralık ayının son gecesi kutlanmaz.

20.yüzyılın başlarından itibaren Hristiyan olmayan halkın daha çok birbiri ile hediyeleşmek için kutladığı, dini motifleri bulunmayan bir gün olan Noel, ayrıca Doğuş Bayramı, Kutsal Doğuş veya Milat Yortusu isimleri ile de bilinir. 20.yy'daki bu hediye alışverişi bayramının seküler Noel versiyonunda hayali bir karakter olan Noel baba temel rol oynar (ki bu da çalıntıdır, anlatacağım).

Noel bayramı genellikle Hristiyanlar tarafından 25 Aralıkta kutlanırken, bu kutlamalar 24 Aralıktaki Noel arifesiyle başlayıp bazı ülkelerde 26 Aralık akşamına kadar devam edebilir. Noel'in kutlanış zamanı kitlelere göre farklılık gösterebilir, örneğin Ermeni Kilisesi Jülyen takviminde 25 Aralığın karşılığı olan 6 Ocak tarihinde kutlar.

Bazı Ortodoks kiliselerinin Noel'i 25 Aralıkta kutluyor olmasına rağmen, Ortodoks kiliselerinin bazılarının Noel'i Jülyen takvimine göre kutluyor olmasının nedeni miladi takvimi Katolik Papa XIII. Gregory'nin düzenlemiş olmasıdır.

TARİHÇE
Noel bayramı ve kutlamalarının dini inanca sonradan entegre edilen bir gelenek olduğu görüşü vardır (ki bunu birçok antik bulgu, farklı toplumlara ait olan belge desteklemektedir). Antik çağlardan beri kutlanmakta olan Pagan kış festivali Yule, Roma'da yayılmış olan Mitraizm'in kış festivalleri ve Satürnalya'daki bazı uygulamalar Noel'in kökeninin aslında nereden geldiği gerçeğine ışık tutmaktadır.

Örneğin İskandinavlarda kış gündönümü olarak Yule kutlanırken, Roma'da güneş tanrısının doğum günü olduğuna inanılan 25 Aralık'ta kutlamalar yapılırdı ve Hristiyanlık öncesi Roma halkının çoğunluğu pagandı.

İlaveten eski Türkler, Nardugan adlı bir yeni yıl bayramı kutlardı ve bu bayram gece ile gündüzün savaşmasını temsil etmekteydi, bu yüzden de eski Türkler için en uzun gece olan 22 Aralık çok önemliydi. Yani Türklerce kutlanan şey güneşin yeniden doğuşu, gündüzün karanlığı yenişi ve güneşin yeniden doğuşuydu, İsa'nın doğuşu falan değil (Okumak için: Türklerde Çam Süsleme ve Yılbaşı Kutlaması: NARDUGAN).

DOĞU ROMA VE BİZANS DÖNEMİ
300 yıl kadar süren büyük baskıdan sonra Roma İmparatoru Büyük Konstantin M.S.313 yılında Hristiyanlığı kabul etmek zorunda kalınca Roma'da Hristiyanlığa ve diğer dinlere izin verildi. Bir süre sonra pagan olan Roma halkından geriye pek birşey kalmadı çünkü büyük bir çoğunluğu Hristiyan oldu.

Roma'da paganlar tarafından güneş tanrısının doğumu için kutlanan güneş gününün, pagan geleneklerinden olan kutsal pazar günü, İsis-Meryem ana vb. gibi kavramlarında Hristiyanlığa adapte ettirildiği, böylece toplumdaki barışı korumayı amaçladığı, güneş gününü, İsa'nın doğum günü olarak kabul ettirdiği iddia edilir. (Tıpkı Muhammed'in İslamiyeti yayarken çok tepki çekmemek için Arap paganların uygulamalarını kaldırmayıp onlara İslam'da yer vermesi gibi)

Roma İmparatorluğu'nda İsa'nın doğumu için kutlanan bayramlarla ilgili olarak en eski tarihler 325 ve 336'dır. Yani Noel bayramı Konstantin'in saltanatının sona ermesinden sonra kutlanmaya başlamıştır. Papa Liberius, MS 354 yılında 24 Aralık'ı 25 Aralık'a bağlayan geceyi İsa'nın doğum gününün yıldönümü ilan etmiştir. Diğer yandan 25 Aralık tarihi ayrıca 8. Papa Telesphorus’a (MS. 138-161) atfedilse de tarihin Roma İmparatoru Commodus’un (MS. 180-192) zamanında seçildiğine dair kesin izler vardır. 

NOEL AĞACI
Noel ağacı, Noel şenlikleri sırasında ışık ve süslerle donatılır. Bu geleneğin ise paganlardan gelen bir ritüel olduğu herkesçe bilinmektedir. Yaprak dökmeyen ağaç ve çelenklerin ölümsüzlüğün bir simgesi olarak kullanılması birçok antik toplumda vardı (Mısırlılar, Çinliler, İskandinavlar, Yahudiler, Hristiyanlar, Türkler vs. Türkler yaprak dökmeyen ağaç olarak çevrelerinde daha çok bulunan selvi ağaçlarını süsleyerek kullamış, altlarına hediyeler bırakmışlardır)

Özellikle Avrupalı putperestlerde ağaca tapınmak yaygındı, fakat Hristiyanlığı benimsemelerinden sonra ortadan kaybolmayan bu eylem, şekil ve amaç değiştirerek İskandinavyalıların şeytanı korkutup kovmak ve kuşlar için bir ağaç hazırlamak amacıyla ev ve bahçelerini yılbaşı ağaçları ile donatlamaları şeklinde devam etti.

Noel ağacının Almany'dan kaynaklandığı düşünülmektedir. Almanya'da kış ortasına denk gelen tatillerde evin giriş kısmına yada içine Yule ağacı konurdu. Orta Çağda gerçekleştirilen, Adem ve Havva'nın canlandırıldığı bir oyunun ana dekorunda, cennet bahçesini temsil eden ve üzerinde elmaların olduğu bir çam ağacı bulunuyordu. Adem ve Havva yortusunda (24 Aralık) Almanlar evlerine cennet ağacını temsil eden bir ağaç getirir, üzerine de Komünyon'daki kutsanmış ekmeği simgelemesi için ince, hamursuz ekmek parçaları asarlardı. Bir süre sonra bu ekmek parçalarını yerini değişik biçimlerdeki çörekler alırken, bazı yerlerde İsa'yı simgeleyen mumlar eklenmeye başlandı.

Noel mevsiminde ağaçla aynı odada Noel piramidi bulunurken bu piramit daha sonraları 16.yy'da Noel piramidi ve cennet ağacı ile birleşerek Noel ağacını oluşturdu.

Noel ağacının yaygınlaşması ise 19'yy başlarında İngiltere'de, Kraliçe Victoria'nın eşi Alman Prens Albert'in desteği ile olmuştu (malum adam Alman, kendi geleneğinin yayılmasını istiyor) 19.yy İngilteresinde ise öncekinden farklı olarak ağaçlar kurdele, kağıt, zincirlere asılan mumlar, şekerleme ve keklerle süsleniyordu. Bir süre sonra ise gçömen Almanların K.Amerika'ya 17.yy'da taşıdıkları geleneklerinin parçası olan Noel ağacı 19.yy'da moda haline geldi.

Moda haline gelen Noel ağacı daha sonra zamanla İsviçre, Hollanda ve Polonya'ya yayıldı. Sonraları Amerikalı misyonerlerin Çin ve Japonlara tanıtmasıyla 19-20.yy'da uzakdoğuda da kendine yer edilen Noel ağacı orada ince işlenmiş kağıt süslerle donatılmaya başlandı.

NOEL ÖZETİ
Noel bir Hristiyan bayramıdır fakat yeni yılı kutlamak bir Hristiyan geleneği değildir, ikisi birbirine karıştırılmamalıdır.
Noel nedir? diyecekler için İsa'nın doğumunun kutlandığı bir Hristiyan bayramıdır ifadesi kısa ve nettir (yine dediğim gibi, yeni yıl kutlamaları ile karıştırılmamalıdır, yeni yıl kutlaması ayrı bir olay)
Noel bayramı ne zaman kutlanır? sorusunun cevabı 25 Aralık'tır.
Noel çalıntı, esinlenilmiş bir uygulamadır. Vikinglerin (İskandinavların) 12 gün boyunca kış gündönümünü kutladığı Yule adlı bayramın çalınarak değiştirilmiş halidir, buna Noel baba figürü de dahildir. Daha sonra Vikinglerin Hristiyan topraklarına girerek Pagan halkla Hristiyan halkın tanışması sonucu bilgi alışverişi olduğu gibi paganlar tarafından kutlanılan dini, özel günler, ayinler, şenlikler gibi halka ait değerler de zamanla Hristiyan camiası tarafından ç-alınarak, süslenip, püslenip, adı, şanı değiştirildikten sonra kullanılmaya başlanmıştır.
Eski Türkler ölümsüzlüğü simgeleyen selvi ağaçlarını süsleyerek, altına hediyeler bırakarak yeni yılın gelişini kutlamışlardır, bu kutlama ise temelde baharın gelişine olan sevincin göstergesidir.

YILBAŞI NEDEN KUTLANIR?
Bu sorunun aslında çok cevabı var, ama yukarıda da anlattığım gibi sebebi İsa'nın doğumu falan değildir, çünkü İsa'nın doğumu 25 Aralık kabul edilir ve o zaman kutlanır. Yılbaşı geçmişten bugüne kadar birçok antik toplum tarafından farklı inanışlarla kutlanmıştır. Örneğin Sümerler'den Türklere geçen yılbaşı kutlaması geleneği, benzer şekilde İskandinavlardan Hristiyanlara geçerken temelde kutlanan şey yeni yılın gelmesi, kışın ortadan kalkması, güneşin tekrar dünyaya hayat verecek, bitkileri yeşertecek olmasıdır.

Bu yeşerme antik toplumlarda farklı inanışlarla yorumlanmış olsa da (yazı ve üremeyi sembolize eden tanrıça yada tanrıların tekrar dirildiğine inanmak gibi) günümüze daha çok bir eğlenme fırsatı olarak gelmiştir, çünkü açık birşey vardır ki insanların eşek gibi çalıştırıldığı dünya düzeninde insanların eğlenip kafasını dinleyebileceği, hediyeleşebileceği gün sayısı bir elin parmaklarını geçmez bu yüzden yılbaşı neden kutlanır? diye düşünmek yerine "neden kutlanmasın ki" diye düşünmek daha mantıklı olabilir.

İlave olarak ilk olarak Perslerin kutlamaya başladığı (kaynağı antik İran dönemindeki metin ve kabartma resimleridir) ve günümüzde Kürt, Afgan, Azeri, Zaza, Özbek ve birçok toplumun kutladığı Nevruz'da yeni yılın gelişini temsil eder ve baharın gelişi, doğanın uyanışı kutlanır.

Yani yeniyılın kutlanmasının genel olarak amacı her zaman kışın bitişi olmuştur, çünkü eski dönemlerde kışın bitişi, çiftçilikle ve hayvancılıkla geçinen halkar için hayat demektir. Kar ortadan kalkıp güneş açtığında insanların da hayvanların da karınları doyar. Bu sebepledir ki yeni yıl kutlamaları farklı toplumlarca hep varlığını devam ettirmiştir.

BİTİRİRKEN
Umarım bu makaleden sonra yeni yıl kutlamak Hristiyanların geleneğidir gibi cehalet kokan düşünceleri kafanızdan silersiniz. Hayatın tadını çıkarmak gerek, yeni yıl geliyor, hala yaşıyorum, nefes alıyorum diye sevinmek, yağan karı fırsata çevirip karın keyfini çıkarmak, evleri süsleyip birilerine hediye vermek gayet normal, insani eylemlerdir.

Önemli olan yılbaşını kutlarken bunu kendi geleneklerine göre yapmaktır. Örneğin imkanım olsa bir selvi ağacı alıp, yeni yıla girişimizi, tıpkı eski Türkler gibi eşime, dostuma hediye vererek geçirmek isterdim. Yani bunu evimin içine çakma Noel baba figürü sokarak yapmazdım.

Konuyla ilgili olarak okumanızı tavsiye ettiğim makaleler:
Türklerde Çam Süsleme ve Yılbaşı Kutlaması: NARDUGAN
Türklerin Noel Babası: AYAZ ATA

Kaynaklar:
Uygarlığın Kökeni Sümerler - Muazzez İlmiye Çığ   |   Noel." Encyclopædia Britannica. Encyclopædia Britannica Online. Encyclopædia Britannica Inc. Since the early 20th century, Christmas has also been a secular family holiday, observed by Christians and non-Christians alike, devoid of Christian elements, and marked by an increasingly elaborate exchange of gifts. In this secular Christmas celebration, a mythical figure named Santa Claus plays the pivotal role   |   Why the Orthodox Church Celebrates Christmas on Jan. 7 Michael Grybosk. Christianpost.com. Erişim: 25 Aralık 2014   |    Oxford Dictionary of English 2e, Oxford University Press, 2003, "Noel" maddesi   |   "Noel." Online Etymology Dictionary. Erişim: 17 Aralık 2013   |   "Noel." Türkçe Büyük Sözlük. TDK. Erişim: 17 Aralık 2013.]   |   "Christmas." Online Etymology Dictionary. Erişim: 17 Aralık 2013   |   "Yule." Oxford Dictionary of English 2e, Oxford University Press, 2003

Yazan: A.Kara

BAHAİLİK

Hazırlayan: A.Kara
bahailik, din, A,

BAHAİLİĞİN TARİHİ
1844'te Seyyid Ali Muhammed'in (Bab) yeni bir çağın geldiğini ve yeni bir elçinin geleceğini ilan etmesiyle temelleri atılan Bahailik, Babi inancının bir uzantısı olarak 1800'lerde doğan bir dindir. Bahailiğin kurucusu Mirza Hüseyin Ali'dir ve lakabı Bahaullah'dır. Bahaullah, 21 Nisan 1863 tarihinde Bağdat'ta sürgünde iken peygamber olduğunu ilan etmiştir.

Dinin doğuşu İran'ın içinde bulunduğu sosyal ve kültürel kötü şartların sayesinde gelişmiştir çünkü o dönem halk bir nevii kurtarıcı beklemektedir. Baskıcı İran hükümetinin uygulamaları, halkın ekonomik olarak git gide ezilmesi gibi hususlar, hükümetin iç ve dış karışıklıklara çözüm bulamaması gibi nedenler bu süreci hızlandırmıştır.

Hükümet halk üzerinde tam bir otorite kuramayınca ulema güç kazanmış ve halkın üzerindeki etkisini artırmıştır. Bundan dolayı Bahailik kendine taraftar bulmakta biraz zorlansa da ırkçılık, sınıfçılık gibi ayrımların var olması Bahailik dininin taraftar bulmasını kolaylaştırmıştır.

PRENSİPLERİ
19.yy'da Bahaullah tarafından İran'da kurulan, bütün insanların ruhani birliğini vurgulayan ve tek tanrılı bir din olan Bahailik 3 ana prensibe sahiptir ve öğretileri için temel oluşturur. Bu 3 prensibi sıralayacak olursak:
  1. İlki tanrı birliğidir. Yani tüm yaratılışın kaynağı olan tek bir tanrı vardır.
  2. İkincisi din birliğidir. Yani tüm büyük dinler aynı tanrıdan gelmektedir, aynı ruhani kaynağa sahiptir.
  3. Üçüncü prensip ise insanların birliğidir. Bununla söylenmek istenen bütün insanların eşit yaratıldığı, çeşitlilikleri, farklılıkları ile bir araya getirildikleri, ırk, kültür gibi çeşitliliklerin takdire ve kabule değer görülmesi gerektiğidir.

BAHAİ İNANIŞLARI
Bahai dinine göre insanın var olma amacı dua etmek, tefekkür ve insanlığa hizmet etmek yolu ile Tanrı'yı sevmeyi öğrenmek ve onu tanımaktır.

Bir zamanlar Babi hareketi ile olan ilişkisinden dolayı hapsedilen, İran'dan Osmanlı'ya sürgün edilen Bahaullah, Bahailik dinini 19.yy'da İran'da kurdu. Ölümü sırasında ev hapsinde olan Bahaullah'ın oğlu Abdülbaha, Avrupa ve Amerika'da ilerletme kaydetti fakat zamanın İran'ında hala yoğun bir zulme maruz kalıyordu. Abdulbaha'nın ölümünden sonra Bahai toplumunun liderliği bir kişiden çıkıp idari düzene evrilerek yeni bir şekil aldı. Günümüzde 200'den fazla ülkede 5.000.000 üzerinde Bahai bulunmaktadır.

Bahailiğe göre diğer dinler, zamanın ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde, insanların kapasitesine göre, ilahi elçiler tarafından ortaya çıkmıştır. Yani Bahailik, birçok dinden farklı olarak diğer dinlere "tü-kaka" demez. Örneğin bir müslümana göre Hinduizm yada Budizm "saçmalıktır" fakat Bahailiğe göre o da aynı tanrıya hizmet eden ve dönemin şartlarına göre bir elçinin ortaya çıkardığı dinlerdendir.

Bahailiğin kutsal metinleri özellikle İsa, Musa, Muhammed gibi İbrahimi şahsiyetlerden bahsettiği gibi Krişna, Buda gibi Dharma dinlerinin önemli şahsiyetlerinden de bahsetmektedir ama Bahailere göre gönderilen en son elçiler Bab ve Bahaullahtır. Fakat yine de gelecekte ihtiyaca göre yeni elçiler gönderilebileceği inancı vardır. Çünkü Bahai inancına göre sırayla gelen peygamberlerden her biri daha sonra gelecek olan peygamberin haberini vermektedir.

BAHAİ ÖĞRETİLERİ
  • Allah birdir.
  • Tüm ilahi dinlerin temeli birdir.
  • İnsanlık âlemi birdir.
  • Din, bilim ve akıl ile uyum içinde olmalıdır.
  • Irksal, dinsel, etnik taassuplar terk edilmelidir.
  • Kadın ve erkek eşittir.
  • Genel barış için çalışılmalıdır.
  • Eğitim zorunludur ve evrensel eğitim hedeflenmelidir.
  • Serbest düşünce ile gerçek araştırılmalıdır.
  • Aşırı zenginlik ve yoksulluk kaldırılmalıdır.
Bahailer Kur'an, Tevrat, İncil, Bhagavad Gita vb. tüm dinlerin kutsal kitaplarının tek bir sistemin parçası olduğuna ve kutsallıklarını yitirmediğine inanmaktadır.

BAHAİLERİN KUTSAL KİTAPLARI
Kitab-ı Akdes, diğer isimleriyle En Kutsal Kitap, Akdes Kitabı, Bahai dininin temel yasalarını ve dinin hükümlerini içerir.
Kesin Bilgi anlamına gelen İkan Kitabı ise Tevrat, İncil ve Kur'an'daki birtakım ayetlerin açıklamalarını ve bazı ilahiyat konularını ele alır.
Saklı Sözler anlamına gelen Kelimat-ı Meknune, Kurdun Oğlu Risalesi gibi kitapları da bulunmaktadır.


BAHAİLİKTE İBADET
Bahailikte de tıpkı İslamiyet'teki gibi dua, namaz, oruç gibi kurallar vardır fakat namaz bireysel bir tapınmadır yani toplu namaz yoktur.
Oruçları da diğer dinlere göre farklılık gösterir, 2-21 Mart tarihleri arasında kutsal sayıları olan 19'dan oluşan bir Bahai ayı süresince oruç tutarlar. Dua, oruç, namaz gibi ibadetler kişiyi meditasyona yöneltmek, karakterini düzeltmesi için kişiye yol göstermek amaçlıdır ve bu ibadetler bireyin kendi sorumluluğundadır.

ELEŞTİRİ & İNCELEME
Her ne kadar İbrahimi dinlere benziyor olsa da "Kadın ve erkek eşittir" , "Din, bilim ve akıl ile uyum içinde olmalıdır" gibi öğretileri ile onlardan ayrılıyor. Nedeni ise örneğin bir müslümana göre Kur'an hatasızdır, fakat günümüzde Kur'an'ın içindeki bilimsel bilgilerin çoğunun hatalı olduğu ortadadır (bilimle ilgilenmeyen inançlı kesim yazanları doğru zannediyor). Aynı şekilde İncil ve Tevrat'ta da bilimle ve akıl ile uyuşmayan metinler bulunmaktadır.

Bir diğer husus olarak ise kadın ve erkek özellikle İslamiyet ve Musevilikte eşit görülmemektedir. Fakat yine de bunlar Bahailiğin gerçekten bir yaratıcı tarafından gönderildiğini yada peygamber seçip gönderdiğini, o kadar dine rağmen tekrar, bu işi hiç beceremiyormuş gibi Tanrının yeni bir din yarattığını ıspatlamaz.

Demem o ki, diğer dinler gibi, Bahailik'te tamamen çevresindeki insanları yönetmek için, insanlar tarafından kurulmuş bir dindir. Çünkü hep belirttiğim gibi tanrının başarısız bir stajyer gibi sürekli din göndermesi, üstelik onları kalıcı kılamayıp koruyamaması mantıksızdır. Kendi varlığını (eğer var ise) kanıtlamak isteyen tanrı, kitap ve elçiler yollamak yerine, çok daha kolay şekilde varlığını insanlara ıspatlayabilir.

Fakat yine de Bahailiğin diğer tüm dinleri kucaklayışı, kadın ve erkeği eşit görüşü, bilime uymak zorundayız demesi diğer birçok dine göre onu daha ılımlı bir din yapıyor. Fakat ılımlı bir görünüme sahip olması, tıpkı diğer dinlerin yüzünden olduğu gibi ilerde ayrımcılığa, din tüccarlığına, savaşlara vb. birçok etkiye sebep olmayacağı anlamına gelmiyor...

Kaynaklar:
Dictionary 2017   |   Hutter, 2005. pp 737–740   |   Affolter, 2005. pp 75–114   |   Smith, 2008. pp 56   |   Smith 2008, pp. 107–9   |   Süleyman Özkaya, “Osmanlı Devleti’nde Marjinal Bir Hareket: Bahâîlik”, Türkler Ansiklopedisi, XII, 111   |    Muhammed Ebu Zehra, İslam’da Siyasi ve İtikadi Mezhepler Tarihi, çev. E. R. Fığlalı-Osman Eskicioğlu, Yağmur Yayınevi, İstanbul 1970, s. 267   |   Bahais believe, erişim tarihi: 18 Ağustos 2013   |   Social principles, erişim tarihi: 18 Ağustos 2013   |   Bahai Calendar/bahai.org http://reference.bahai.org/en/t/je/BNE/bne-145.html   |   Since the Baha'i Faith's birth it has faced resistance and persecution from Iran. Many Baha'is have become martyrs and many are imprisoned, Although in Iran Christians and Jews are permitted to freely practice their religion, Baha'is are denied that right. (Ostling, 1984:73) http://religiousmovements.lib.virginia.edu/nrms/bahi.html   |   A Faith Denied-Report on persecution of Bahais in Iran, http://www.leithjb.net/blog/2007/01/25/a-faith-denied-report-on-persecution-of-bahais-in-iran   |    "Bahá’í House of Worship for South America". http://templo.bahai.cl   |   Abdu’l-Baha, Selections from the Writings of Abdu’l-Baha, Baha’i Publishing Trust, y.y., 1978, s. 79-80   |   Abdu’l-Baha, Selections from the Writings of Abdu’l-Baha, s. 86   |   Abdu’l-Baha, Paris Talks: Addresses Given by 'Abdu'l-Baha in 1911, Baha'i Publishing, 2006, s.162   |   Abdu’l-Baha, The Promulgation, s. 182 Abdu’l-Baha, The Promulgation, s. 166   |   Moojan Momen, A Short Introduction To The Baha’i Faith, One World, Finland, 1997, s.40   |   Moojan Momen, A Short Introduction To The Baha’i Faith, One World, Finland, 1997, s.55

DİYANET VAKFI

DİYANET VAKFI'NIN KURULUŞU
Diyanet Vakfı, 429 sayılı kanunla, Mustafa Kemal Atatürk'ün emriyle kurulmuştur. Başlarda T.C. Başkanlığı'na bağlı olan vakıf daha sonra 9 Temmuz 2018'de başkanlık sistemine geçilmesinden dolayı T.C. Cumhurbaşkanlığına bağlanmıştır.

Diyaneti kuran kişinin ve Kur'an'ın Türkçe tercümesini yaptıranın Atatürk olması özellikle yobaz kesimi bir hayli şaşırtmıştır. Çünkü çoğu Kur'an'ı bile okuyup bilmiyor, kaldı ki Diyanet'i kuran kişinin kim olduğunu bilsinler...

Atatürk'ün bunu yapma sebebi ise ülkeyi inci-cinci hocalardan, kafasına göre tarikat kurup halkı yönlendiren, sömüren kişilerden kurtarmak, devlete tehlike arz edebilecek dini örgütlenmelerin önüne geçmek ayrıca halkın inandığı kitabı kendi dilinde okumasını sağlamaktı.

Bir deist olduğunu düşündüğüm Atatürk'ün bunu yapmasının en büyük nedeni dediğim gibi hem inançlı halkı sahtekarların elinden kurtarmak, hemde halkın Kur'an'ı anlayacakları dilde okumalarını sağlamaktı. İçinde yazanlardan haberleri olmalarını, yani inanıyolarsa da en azından kendi dillerinden, anlayarak okuduktan sonra inanmalarını amaçlıyordu.

Ayrıca dini bir kurum yada ruhban sınıfı bağımsız olamazdı. Çünkü tarih bunun ne kadar tehlikeli olduğunu insanlığa defalarca göstermişti (Örneğin devletten bağımsız kilise veya tarikatların iktidarları yıkması, kraliyetleri devirmesi vs.)


DİYANET VE ANAYASANIN 136.MADDESİ
Peki, Diyanet Vakfı kurulurken anayasaya konmuş olan 136.madde ne diyor bir bakalım:
"Genel idare içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı, laiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasî görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve milletçe dayanışmayı ve bütünleşmeyi amaç edinerek, özel kanununda gösterilen görevleri yerine getirir"

Yani yasada; Diyanet İşleri Başkanlığı din ile devlet işlerini birbirinden ayırmalı, dolayısı ile siyasi meselelere karışmamalı, milli dayanış ve bütünleşmeyi amaç edinmeli, yani insanları bölmemeli, ayırmamalıdır denmektedir.

Peki öyle midir? Anayasa maddesinde yer alanları madde madde inceleyelim:

İLK BÖLÜM
"Laiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasi görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak"
Bu bölümün demek istediği çok açık, sen dini öğretmekle görevli bir kurumsun dolayısı ile siyasete falan dahil olma, işine bak denmiş. Neticede islami inanca göre sorgu melekleri "hangi partiyi destekliyordun" diye sormayacak değil mi? Yada Kur'an'da "bu partiyi seçenleri cennete alırım" diye bir ibare bulunmamakta.
Anayasada siyasete bulaşması yasaklanan Diyanet günümüzde bırakın siyasete bulaşmamayı, siyasetin içinde kulaç atıyor bildiğiniz.

Çünkü bakıldığında Diyanet Vakfı'nın artık bir partinin yancısı-destekçisi olduğu açıkça ortadadır. Hatta siyasi idolojisi olduğu ve bunu çekinmeden, bariz bir şekilde gözler önüne serdiği açık ve nettir. Bunun en basit örneklerinden biri de Diyanet Başkanının 10 Kasım gelirken Kadir Mısıroğlu denen şarlatana, keşke Yunan galip gelseydi diyen, Diyanet'i bizzat kuran Atatürk'ün kendisine hakaretler eden, hatta ve hatta Atatürk'ün annesine terbiyesiz ithamlarda bulunan o yobaz Atatürk düşmanına yaptığı ziyaret dini öğretsin diye kurulan bu kurumun artık siyasette rol aldığının bir göstergesidir. Bir yandan "kul hakkı" hakkında fetvalar verirken diğer yandan bir liderin annesi hakkında iftiralar atabilen birinin yanında yer alması ise ayrıca dini değer ve öğretilerden ziyade Diyanet'in artık tamamen siyaset amaçlı bir kurum haline geldiğinin en büyük örneğidir.

İKİNCİ BÖLÜM
"Milletçe dayanışmayı ve bütünleşmeyi amaç edinerek"
Diyanet milletçe dayanışmayı sağlıyor mu hakikaten? Yani Diyanet Vakfı'nın açıklama yada eylemleri insanları birleştiri türden mi?

Eğer öyle ise yazdırabilecek onlarca güzel-farklı söz varken neden Ramazan Bayramı'nda cami süslerine "Sizden olmayanları dost edinmeyin" ayetini yazdırıyor?
E hani halkı birleştirip bütünleştirecekti? Bu ülkede Alevi, Hristiyan, Yahudi vb. farklı inanca sahip insanlar da yaşamıyor mu? Neden onları dost olarak edinmeyeceksin? Onlar halkın bir parçası değil mi?

Bunlar bile Diyanet'in Anayasaya uymadığının, günümüzde bu maddeye aykırı işlediğinin ispatı olmaya yeter.


DİYANETİN FETVALARI
Diyanetin şaşırtan, çağ dışı, insanları ayrıştırıcı fetvalarından bazıları:

A) "İslâm hukukçularınca bulûğ çağının alt sınırı, erkekler için 12, kızlar için 9 yaş olarak belirlenmiştir" diyerek bariz bir şekilde 9 yaşındaki kız çocuğunun evlenmesine, dolayısı ile çocuk gelin denen saçmalığa kapı aralamış, yapanların sırtlarını sıvazlamıştır.

Ocak 2016'da Diyanet'e "Bir babanın öz kızına duyduğu şehvet, karısıyla olan nikâhını düşürür mü?" diye soru sorulmuştu (soran kişinin sapık olduğu aşikar).
Bu soruya ise Diyanet'in cevabı şu şekilde oldu:
"Babanın kızını kalın elbiselerden tutarak ya da vücuduna bakıp düşünerek, şehvet duyması, bu tür bir haramlık oluşturmaz"
"Babanın kendi öz kızını öperken şehvet duyması durumunda nikâhın ne olacağı konusunda görüş ayrılığı vardır. Bazı mezheplere göre, babanın şehvetle kızını öpmesi ya da şehvetle ona sarılmasının nikâha bir etkisi yoktur."
"Hanefilere göre ise; babanın, kızını şehvetle öpmesi, kızına şehvetle sarılması durumunda kızın annesi bu babaya haram olur. Ancak bu tür sonuç doğuracak tutmanın, teni tenine değerek olması ya da altının sıcaklığını iletecek kadar ince bir örtüden olması gerekir. Ayrıca kızın, 9 yaşından büyük olması gerekir. Şehvet duymanın işareti, erkeğin organında bir uyanma, uyanıksa uyanışının artması, kadının da kalbinin heyecanla çarpmasıdır."

Günümüzde Tdv'nin ne kadar faydalı bilgiler paylaştığını göstermeye (Araştır: ironi nedir?) devam ederken, imanlı olduğunu iddia eden bazı kesimin de içlerindeki sapık hislere sorularla nasıl cevap aramaya çalıştığını göstermeye devam edeyim:

B) 6 Aralık 2017'deki, bir erkeğin telefon, faks, sms veya internet üzerinden eşiyle boşanıp boşanamayacağı sorusuna ise: 'Telefon, faks, SMS ve internet ile eşinizden boşanabilirsiniz' şeklinde cevap verdi.
Yani erkek (kadın da kimmiş, ayrılırsa erkek ayrılır) bu yollarla da boşanabilir. İmam nikahı ile yaşayan dini bütün bacılarımız bir gün telefonlarına gelen "BOŞOL" mesajını görünce şaşırmasınlar.

Gelelim Diyanet Vakfı'nın bu konuda yaptığı açıklamanın detaylarına:
"Bir kimse, yüzüne karşı 'seni boşadım, benden boş ol' gibi boşamayı ifade eden sözleri şifahî olarak söylemek suretiyle, eşini boşayabileceği gibi, bu sözleri telefon, mektup, mesaj, internet ve faks yoluyla bildirerek de boşayabilir. Söz konusu iletişim vasıtalarıyla boşamak, sözlü olarak yüz yüze boşamak gibi geçerlidir. Ancak, bu durumda kocanın, boşamış olduğunu inkar etmemesi gerekir."

"Boşamanın yazılı olması halinde ise boşanan kimse, yazının veya mesajın eşinden geldiğinden emin olmalıdır. Bu durumda boşama hükümleri, kadının mektubu okuduğu andan itibaren başlar. Fakat koca eşini daha önce gıyaben boşamış da bunu mektupla haber veriyorsa, boşamanın hükümleri, kocanın boşadığı andan itibaren başlar."


C) Yazının başlarında Anayasanın 136.maddesindeki "Milletçe dayanışmayı, bütünleşmeyi amaç edinerek" kısmını inceleyip Diyanet buna uymuyor demiştim, bakın kuruluş amaçlarına, anayasaya uymadıklarının bir başka kanıtı:
3 Ocak 2016'daki "Cemevleri kırmızı çizgimizdir" açıklaması. Bariz bir şekilde ayrıştırı, milletçe dayanışmaya zarar verici bir söylem değil ise nedir bu?
Bakalım açıklamanın detayına:

"Biz dini statü veremeyiz, statüyü ancak bu yolun bizatihi sahipleri belirleyebilirler. Alevilik meselesini teolojik bir tartışma zeminine çekmeden, sadece sosyal, hukuki zeminde konunun ele alınması gerektiğini hep ifade etmişimdir. Bizim daima iki kırmızı çizgimiz olmuştur, bundan hiçbir zaman vazgeçmedik."

"Bir tanesi; Aleviliğin İslam'ın dışında bir yol olarak tarif edilmesi. Çünkü bin yıllık tarih bunu yalanlıyor, doğru olmadığını ortaya koyuyor. İkincisi de; cemevlerinin caminin alternatifi, başka bir inancın mabedi gibi gösterilmesi. Ama kendi tarihinde var olduğu şekliyle ocakların talepleri doğrultusunda özgürce kendi geleneklerini, kendi kültürlerini, kendi inançlarını yaşamalarının da hem İslam'ın, hem hukukun onlara verdiği bir hak olduğunu düşünüyorum"

D) Ayrıştırmaya, ötekileştirip etiketlemeye, yaftalamaya devam. Bakın bir başka örneği:
8 Mart 2008'de Dünya Kadınlar Günü'nde Diyanet Vakfı resmi internet sitesine kendilerinin hazırladığı İlmihal 1-2 adlı kitabın Kadın Hakları ile ilgili olan 14 sayfalık bölümünü koydu. Bu bölümde ise şöyle yazıyordu: "Feminizm Ahlaksızlıktır"

Aldığı tepkilerden dolayı ise daha sonra aşağıdaki gibi bir açıklama yayınladı:
"Başkanlık olarak kadın haklarını ve toplumda bu konuda bilinç ve duyarlılık oluşmasını çok önemsediğimizi, bunun için de kadın haklarını güçlendirmeye yönelik etkinlikleri her geçen gün artırdığımızı bütün kamuoyu bilmektedir. Diyanet İşleri Başkanlığı olarak kadın hakları, cinsiyet ayrımcılığı, kadınlara yönelik şiddet, kadınların eğitimi ve benzeri konularda yanlış anlaşılmaya meydan verecek her türlü söz ve tavırdan kaçınmakta duyarlı olacağımızı da bilmenizi isteriz."

E) 2018'de yapılan "Deizm sapıklıktır" açıklaması ise "kul hakkı"ndan bahseden Tdv'nin başkalarına, farklı inanca sahip kişilere ne kadar rahat iftira atabildiğinin, onlara "sapık" ifadesini rahatça yapıştırabildiğinin göstergesidir. Ülkede nonteist yani dinsiz sayısı azımsanmayacak seviyededir, bu tür söylemler ise yine milleti birbirine düşman edip ayrıştırmaktan öteye gitmemektedir.

Diyanet'in işi kendi kesimine (müslümanlara) İslamiyet'i öğretmek, Kur'an çalışmaları yapmak olmalıdır, başkalarını karalamak, çirkin yakıştırmalar yapmak, iktidarın peşinde koşup dediğini tasdik etmek, vatan düşmanlarını hasta yatağında ziyaret etmek değil. Kaldı ki "sapıklık" vakalarının daha çok hangi kesimden geldiği açıkça ortadadır.

Yazan: A.Kara

DİN ÖĞRETİMİ

Hazırlayan: A.Kara


DİN ÖĞRETİMİ


Din öğretimi inançlı ailelere göre çok önemli. Yani onlara göre çocuklarının dini eğitim alması hayatlarındaki birçok şeyden daha önemli.

Fakat işin çelişkili ve komik yanı budur ya, daha 4 yaşında kendi dinini öğretmeye (empoze etmeye) başladığın birinin müslüman-hristiyan yada museviliği ile gurur duyman komiktir. Çünkü kendisi isteyerek, merak edip tamamen araştırıp sorguladıktan sonra doğru olduğuna kanaat getirerek seçmemiştir bu dini. Sadece sen dayattığın ve "diğerleri yalan" dediğin için, kendi yolunu ona doğru olarak gösterdiğin için inanmaktadır senin dinine, çünkü sana da zamanında baban göstermişti "doğru yol budur" diye, yani bir nevi kısır döngü.

Halbuki din öğretimi öncesinde daha önemli şeylerin eğitiminin verilmesi ve öğretilmesi gerekir çocuğa. Dürüst biri olmayı, iftira atmamayı, başkalarını sırf onunla aynı görüşü, dini paylaşmıyor diye "fetöcü, hain, terörist" gibi etiketlerle damgalamaya hakkı olmadığını, onun inandığı dini eleştiren birinin sırf sorguluyor diye bu şekilde lanse edilemeyeceğini öğretmen gerekir en başta ona.

Ama öğretir misin? HAYIR.
Çünkü balık baştan kokar derler. Daha en başta sen, kendin gibi olmayanları çok basit şekilde etiketleyebiliyor, iftira atabiliyorsun ve yüzün kızarmadan cuma hutbesinde hoca "kul hakkından" bahsederken "evet hoca doğru diyor" şeklinde başını sallayıp onaylayabiliyorsun.

Örneğin ben, tüm dinleri eleştiren, inceleyen yazılar yazıyorum ama en çok iftirayı müslümanlardan yiyorum. Hristiyanlık, Musevilik vb. tüm dinleri eleştirmeme rağmen çoğu müslümandan "yahudi, gizli papaz, bilmem ne uşağı" gibi ithamlar yiyip iftiraya maruz kalıyorum. Peki hani nerede kul hakkı?


Siz böylesiniz çünkü anne-babanız sizi yetiştirirken iyi bir birey olmak yerine din öğretimini ön planda tuttu. Bu da sizi zamanla öyle tabucu-yobaz yaptı ki sizinkine karşıt bir görüş söylendiğinde kul hakkı hikayeleri geride kalıyor ve karşınızdaki kişinin yemediği itham kalmıyor.

Din öğretimi mi? BOŞVER!
Önce insan olmayı öğret insan. Ne olursa olsun kimseyi karalayıp yaftalayamayacağını öğret.
Besmeleden önce karşısındakinin de insan olduğunu öğret, sünnet düğünü sonrası çükünü açtırıp sağda solda koşmasına izin vermek yerine erkek olmanın özel birşey olmadığını, önemli olanın insan olmak olduğunu ve karşı cinse saygı duyması gerektiğini öğret.
Hangi siyasi parti olursa olsun, ona körü körüne inanıp diğer insanları suçlamaya hakkı olmadığını, siyasete alet olmaması gerektiğini ve siyasi oyunlar yüzünden başkalarına iftira atamayacağını öğret.
Yahudileri veya başka dinden olanları "çok paragözler yahu" diye eleştirirken ona da Çin'den 250 dolara aldığı malı burada vatandaşa 6.800tl ye itelememesi gerektiğini öğret.
Yani insan olmayı öğret!

DİNİ ÖĞRETİM OLMALI MI?
Eğer din adamları, din kurumları, yada dindar aileler dinlerinin doğruluğu konusunda samimi iseler çocukların daha 3-4 yaşında beyinlerini yıkamayı bıraksınlar. Eğer samimi iseler ve dinlerine, yaratıcılarına güveniyorlarsa çocuklarını ergenliğe gelene kadar sadece iyi biri olarak, dinini empoze etmeden yetiştirsinler. Esir kampındaki bir esirin kafasına dayanan silah gibi kendi dinlerini çocukların kafasına dayamasınlar.
Ergenlik yaşına geldiğinde bırak tüm dinleri, inançları araştırsın. Senin beyin yıkamaların olmadan, araştırsın.

Fakat olmaz, korkarsın değil mi? Ya başka dini seçerse falan... Gördün mü, demekki anne-baban sana küçükken kendi dinlerini dayatmasaydı aynı şekilde sende başka dini seçebilirdin hatta dinsiz bile olabilirdin.

Ailelerin beyin yıkamaları olmasa, birkaç seneye ortada din diye birşey kalmaz. Bu yüzden artık bazı kesimlerde ana okulunda bile dini eğitim veriliyor, daha kayanın nasıl oluşuğunu bilmeyen ufacık beyinlere, taştan duvarlar etrafında dönmeleri söyleniyor ve başları kapatılıyor...

Onlara dininizi öylesine empoze ediyorsunuz ki 6 yaşındaki çocuk korona'dan dolayı Kabe'ye gidemediği için ağlıyor. Halbuki normalde 6 yaşındaki bir çocuk ne anlar Kabe'den? Onun yaşı gereği derdi oyun ve öğrenim olmalıdır. Ama her nasılsa çocukların zihinlerini öylesine yıkıyorsunuz ki çocuk daha tam olarak ne olduğunu, detayını, geçmişini bile bilmediği şeyler için ağlayabiliyor.

ALLAH'A / YHWH'YE / İSA'YA GÜVENMİYOR MUSUN?
Eğer inandığın dinin tanrısına güveniyorsan zaten inancın gereği onun tüm insanların kaderini zaten belirleyip yazdığını, yazdığının aksinin olamayacağını biliyorsun. "Alna ne yazıldıysa o", yada Hristiyan demiyiyle "Tanrının dilediği" neyse o zaten olmayacak mı?

Bak En'am 39'da ne diyor:
"Ayetlerimizi yalanlayanlar karanlıklarda kalmış sağır ve dilsizlerdir. Allah kimi dilerse onu saptırır ve kimi dilerse onu doğru yola koyar"

Birde İncil'e bakalım ne diyor:
"Çünkü her olayın, her eylemin zamanını belirledi." (Vaiz 3:17)

Yani sen kendini de parçalasan, yırtınsan da "ben kimi istersem saptırır, kimi istersem doğru yola koyarım" diyor. O halde inançlı biri olarak senin bu korkun niye? Çocuğun daha oyuncak yaşlarında aklına dini içerik yükleme çaba ve korkun niye? Yoksa Allah'a / Rab yada Tanrıya güvenmiyor musun? Yoksa inandığın yaratıcının senin çocuğunu başka bir dini seçmekten koruyamayacağını mı düşünüyorsun?
Böyle düşünmüyor olsan dinini ufak çocuğa yana yana empoze etmeye kalkmazsın.

Bu şekilde beyin yıkayarak büyüttüğünüz bireylerin büyük bir kısmını o dinin içinde belki de yaşlanıp ölene kadar tutabilirsiniz evet, fakat artık teknoloji ve internet sayesinde her türlü bilgiye ulaşmak mümkün. Eğer çocuğun içinde bir nebze bile merak veya sorgulama isteği varsa, yetişkinliğe girişi ile istediği bilgiye ulaşması kaçınılmaz olacaktır. Yani bir süre sonra sizin ona küçükken anlattığınız masallar gerçek anlamda masal olacaktır.
Zaten sizler ve din üzerinden kan emerek beslenen bir takım cemaat liderleri de bunu bildiğinden mümkün olduğunca gençleri yurtlarda tutarak teknoloji ile iletişimlerini kesmeyi, yaptığı saçma sapan korku filmleri ile interneti Dabbetül-arz gibi göstermeyi akıl edip uyanmalarını engellemeye çalışıyorsunuz ama nereye kadar? Tüm bu çabalarınız dininize en başta da tanrınıza güvenmediğinizin, hatta aslında inandığınız tanrıların elinden hiçbir şey gelmediğinin ve içten içe sizin de bunu açıkça bildiğinizin fakat türlü bahanelerle kendinizi bile kandırdığınızın kanıtıdır. Tamam kendinizi kandırıyorsunuz bari gelecek nesilleri kandırmayın...

PEGASUS

mitolojide pegasus, pegasus mitoloji, pegasus yunan mitolojisi, mitoloji, A, yunan mitolojisi,
ETİMOLOJİSİ
Pegasus, πηγή pēgē "ilkbahar, iyi"anlamlarına gelmektedir.
Bir diğer görüşe göre ise ismin "yıldırım" anlamına gelen Luwian Pihassas'dan, Güney Kilikya'da gök gürültüsü ve yıldırımla temsil edilen yerel bir Luvi-Hitit hava tanrısı olan Pihassassi'den geldiği söylenmektedir.

PEGASUS MİTOLOJİSİ
Yunan mitolojisindeki ölümsüz, kanatlı bir at olan Pegasus, Poseidon ve bir zamanlar Lybian prensesi olan Medusa'nın iki çocuğundan biridir. Zeus'un kendine musallat ettiği dev bir at sineğinin ısırmasından korktuğu söylenen Pegasus'un bir dev olan Chrysaor'un ve Zeus'un oğlu Herkül'ün kardeşi ve Geryon'un amcasıdır.

Perseus, Medusa Gorgona'nın kafasını keser. Kafasından toprağa sıçrayan kanlardan Pegasus doğar. Doğuşuna dair diğer söylemler ise Medusa'nın kesilen başından dünyaya geldiği yada Medusa'nın boynundan ortaya çıktığıdır.

Hesiodos, Pegasus'un doğumunu şöyle anlatmaktadır:
"Phorkys’le birleşen Keto Graiaları doğurdu…
Gorgoları da doğuran Keto’dur…
Sthenno, Euryale ve bahtsız Medusa…
Perseus kestiği zaman kafasını
Khrysaor’la Pegasos çıkıverdi kanından.
Biri Okeanos ‘un kaynaklarından doğduğu için,
öteki elinde altın kılıç tuttuğu için
almışlardı Pegasos’la Khrysaor adlarını.
Pegasos bırakıp davarlar anası toprağı
havalandı gitti ölümsüzlere doğru.
Zeus ‘un sarayında oturur şimdi
şimşekle yıldırım taşıyıp onun adına."

Beyaz renge sahip olan ve uçarken havada koşmakta olan bir at gibi görünen Pegasus'un devasa iki kanadı vardır. Zeus'un yıldırımlarını getirme görevi üstlenen Pegasus doğar doğmaz tanrıların diyarına uçmuştur.

Pegasus'un sembolizmi zamanla değişmiştir. Rönesans'a kadar Ortaçağ'dan gelen bilgelik ve şöhretin simgesi olan Pegasus daha sonraları şairlerin ilham aldıkları kaynak olarak, 19. yüzyıldaki şiirlerle ilişkilendirildi. Bu değişimin sebebi ise Helicon Dağı'ndaki Hippocrene pınarının Pegasus'un ayağını yere vurması ile oluştuğu inanışıdır. Bu yüzden Pegasus "şiirsel ilham" ile özdeşleşmiştir. Daha sonraları Athena'nın Bellerophontes'e verdiği altın dizgin yardımıyla yakalandığı, Amazonlar ve Kimera ile olan çarpışmalarında da ona yardım ettiği anlatılır.

Aşırı hırsın zararının bir sembolü olan Bellerophontes Pegasus'a binip Olimpos dağına çıkmak ve ölümsüzlerin arasına karışmak ister fakat Pegasus onu üzerinden atar ve Olimpos dağına geri dönerek eski görevlerine kaldığı yerden devam eder.

Türk mitolojisinde Tulpar olarak göze çarpan Pegasus, kendine eş olarak Ocyrrhoe'yi (Euippe) alır ve üreyerek kanatlı atların soyunu başlatır.

PEGASUS HAKKINDA BİR EFSANE
Efsaneye göre dünyanın çok uzak bir köşesinde yaşamakta olan korkunç 3 başlı bir canavar vardı (Chimera). Aslan, keçi ve ejder başına sahip olan bu canavar nefesinden alev ve duman saçıyor, yakınındaki bitki ve hayvanları kavurup yok ediyordu. Birçok savaşı bu canavarı öldürmeye and içmişti ama hepsinin sonu kavrularak ölmek olmuştu.

Onlarca savaşçıdan sonra Bellerphon adında Yunanlı genç bir adam bu canavarı öldürmeye and içtiyse de bunu nasıl başaracağı konusunda hiçbir fikri yoktu. Günlerden bir gün gece uyumaktayken bir rüya gördü ve rüyasındaki bir tanrıça (Athena) ona mücevherlerle bezenmiş, parıl parıl, altın bir dizgin veriyor ve ona:
"Bu canavarı öldürme niyetinde ciddiysen bu dizginler sana yardım edecektir. Bununla kanatlı at Pegasus'a binebilirsin. Pegasus su içmeye hep aynı pınara gider, oraya git ve bu dizgini hızlıca boynuna geçirip sırtına atla. Pegasus'a binebilirsen canavarı da öldürebilirsin" dedi.

Bellerphon uyandığında bir mucize ile karşılaştı çünkü mücevherlerle parıldamakta olan altın dizgin hemen yanında duruyordu. Bunu gören savaşçı, rüyasının aslında gerçek olduğunu ve tanrıçanın onunla görüştüğünü anlayarak Pegasus'u bulmaya koyuldu. Pegasus'un su içtiği pınarı kolayca buldu fakat Pegasus'u yakalamak için günlerce uğraştı. Yükseklerde süzülen, büyük, beyaz atın pınara indiğini görüyordu fakat her seferinde birileri bağırıyor ve Pegasus ürküp kaçıyordu.


Yine bir gün güneş doğarken Pegasus su içmek için pınara geldiğinde Bellerphon ona doğru atılıp boynundan altın dizgini geçirdiği gibi sırtına atladı. Bellerphon'u üzerinden düşürmek isteyen Pegasus birden uçmaya, yüksek hızda ilerlerken dönüp manevralar çizmeye, kıvrılıp taklalar atmaya başladı. Ne kadar uğraşsa da başarılı olamayan Pegasus sonunda uslandı ve savaşçının ona hükmettiğini anladı.

Pegasus sırtındaki savaşçı hemen büyük korkunç canavarın yaşadığı yere gitti ve oraya vardığında canavarın mağarasında olduğunu gördü. Tüm gün bekledikten sonra canavarın mağaradan çıkıp etrafındaki köylerden birine doğru ilerlediğini gördüler.

Pegasus canavarı takip edip ona yaklaştığında Bellerphon keskin kılıcı ile canavarın 3 başından birini gövdesinden ayırınca canavarın ağzından alevler püskürmeye başladı. Fakat Pegasus'un hızı sayesinde alevlerden kaçmayı başardılar.

Pegasus tekrar aşağıya doğru inince Bellerphon canavarın başlarından birini daha kesti. Canavar acıyla pençelerini havaya sallayarak saldırırken dev kuyruğu ile yeri dövdü fakat Pegasus hızıyla Bellerphon'u yükseklere uçurdu.

2 başı kesilen Chimera güç kaybetmeye başlayınca Bellerphon bir ok attı ve canavarı öldürdü.

Bu savaş sonrası tanrıların kralı olan Jüpiter, kanatlı at Pegasus'u gökyüzünde bırakmak istiyordu ama Bellerphon daha dünyaya lazımdı. Bu yüzden atı sokması için bir sinek gönderdi ve sinek atı sokunca Pegasus öyle bir sıçradı ki savaşçı üzerinden düştü. Pegasus ise gökyüzünde kalmaya devam etti.

DİPNOT: Pegasus, Muhammed'in atı Burak ve Türk mitolojisindeki Tulpar arasında neredeyse hiç fark yoktur. Fakat ne hikmetse Tulpar ve Pegasus'u saçma bulan veya anlatıldığında gülen insanlar, aynı ata Muhammed'in binip uçtuğuna inanırlar.
Makale tavsiyesi:
Muhammed'in Mitolojik Atı Burak

Yazan: A.Kara

NASIL MÜNAFIK OLDUM?

Yazan: Kainatta Toz Zerresi
sizden gelenler, din, islamiyet, Nasıl münafık oldum?, İslamı nasıl terk ettim?, Dinden nasıl çıktım, İslamı neden terk ettim?, Müslümanlıktan neden çıktım?, Değişim hikayesi,

İSLAMI NASIL TERK ETTİM?

Yedi ya da sekiz yaşındayım,  arkadaşlarla oynuyoruz.  Uyanık arkadaşlarımızdan birisi “Allah’ınızı seviyorsanız zıplayın” diyor. Başlıyoruz zıplamaya, hatta öyle çok zıplıyoruz ki hem en yükseğe sıçramaya çalışıyor hem de “ben Allah’ımı daha çok seviyorum, bak en yükseğe zıplıyorum” gibi sözler sarf ediyoruz.  Hiç birimiz de demiyoruz ki “yahu Allah’ı sevmek için ille de zıplamak  zorunda mıyız?”, çocuk aklı herhalde. Bir süre sonra uzak gruptan bir çocuk gelip  “Allah’ınızı seviyorsanız yerde yılan gibi sürünün” diyor. Bizi  zıplatan arkadaşımız da dahil olmak üzere hepimiz yere yatıp sürünmeye başlıyoruz. Siz buna sevgi diyebilirsiniz. Ben buna şartlanmışlık diyorum. Annemizi severiz, babamızı severiz, arkadaşımızı severiz fakat o yaşlarda hiç görmediğimiz, hakkında doğru dürüst  bilgimiz olmayan bir varlığı nasıl severiz? Eğer bize dini eğitim küçücük yaşlarda değil de ilerleyen yaşlarda verilseydi muhakkak dinden çıkmam zor olmazdı. Zira küçücük çocuklara hem korku yoluyla hem de çeşitli vesilelerle “O sizin bizim Allah’ımız, O’ndan büyük yoktur. Tek gerçek Tanrı O’dur.”  Diyerek henüz dini bilgileri öğretmeden, aklın şuna buna ermeye başlamadan “Allah Allah” dedirtirsen sana kutsal diye tanıtılan kitabı ister 10 defa ister 100 defa oku, hiçbir çelişki hiçbir mantıksızlık göremezsin. Gözünün önünde çelişkiler bağırır ama Allah inancına kilitlenmiş beynin o manasız cümlelerin farkına varmaz. Daha açık ifade etmek gerekirse o gariplikler beyninin ilgili yerlerinde işleme alınmaz ve bundan dolayı şuuruna sinyal göndermez. Bu tıpkı fabrikada üretilen ürünlerin kontrolünü sağlayan bilgisayar sistemine benzer. Bilgisayara komut verirsiniz. Komut: “kontrol bandına gelen her metali tara ve yüzde yüz kırmızıya boyanmış olan metalleri paketlemeye gönder.”  Bilgisayar,  sensörleri yardımıyla kontrol bandına  gelen her metalin yüzde yüzü kırmızıya boyanmış olanlarını  paketleme bölümüne gönderir fakat yüzde doksan, yüzde seksen oranında boyanmış olan  metalleri de geri dönüşüme ya da tekrar boyama kazanına gönderir. Siz bu kez bilgisayara “kontrol bandına gelen bütün metalleri yüzde yüz boyanmış ve bitmiş kabul et  pakete gönder”  komutu verirseniz bu kez ister  tamamı  boyanmış  isterse yarısı boyanmış  olsun hiçbir metali sensörle tarayıp kontrol etmez, kontrol bandına gelen bütün metal ürünleri bitmiş kabul eder ve paketlemeye gönderir. İnsan beyninin kodlanması da buna benzer. Tek fark bilgisayara komutu bir kez girersin, insan beynine ise defalarca… Komut her yerde aynıdır ve şudur: “O,  yeryüzüne Tanrı katından gelen en son ve tek gerçek kitaptır, O Kur’an ki O’nda hiçbir çelişki göremezsin.” Gerçekten de göremezsin. Gözünün önünde çelişkiler bağırır, cirit atar  fakat kodlanmış beynin “O’nda çelişki yoktur, göremezsin” komutu ile  okuduğun hiçbir ayeti işleme almaz sadece okur gider.  Zaten bir çoğumuz O’nu eleştirmek ya da çelişki aramak için, hata bulmak niyetiyle   okumayız. İmanımızı artırmak ve kesin olarak iman ettiğimiz Kitaptaki bilgileri öğrenmek için okuruz. Kur’an’ı öğrenmekten kasıt sorgulamak değildir, biraz ezberdir aslında biraz da dindarlık.  Olur da aklına takılan ve garip bulacağın ayetler olursa   cevap bellidir, “Allah’ın hikmetinden sual sorulmaz”.

Benim dinden çıkmam  aslında radikal diyebileceğimiz ya da sosyete hocası diyebileceğimiz hocalardan birisinin bir gün televizyon ekranlarından “Ben Kur’an’ın bütününü okudum, hatmettim, yıllarca araştırdım. Cennete gitmek için ille de Müslüman olmaya gerek yok” dedikten sonra kendi kendime “madem ki cennete gitmek için Müslüman olmaya gerek yok, ben de Müslümanlıktan çıkıyorum” dedikten sonra oldu.  Müslümanlıktan çıktım, çıkış o çıkış. Meğer beynimdeki nöronlar, Kur’an’ı gerçek anlamda okuyup anlayabilmem için Müslümanlıktan çıkmamı yani o kilitli kapıyı açmamı bekliyorlarmış. Size Allah kelamı diye yutturulan kitabı inanç gözüyle iman etmiş halde okursanız onda hiçbir çelişki ve gariplik bulamazsınız. Okuduğunuz bir yazıyı her açıdan objektif bir şekilde değerlendirebilmeniz için şüpheci ve tarafsız bir şekilde okuyup değerlendirmeniz gerekir. İşte ben de Müslümanlıktan çıkışımın ertesi günü elime  Kur’an-ı kerimin Türkçe mealini aldım ve o zamana kadar en az 10 kez okumuş olduğum ayetleri gözden geçirmeye başladım.  Belki  de bilinçaltımdaki yıllarca birikmiş sessiz itirazların bir patlamasıydı bu hareketim. Onlarca kez okuduğum ayetlerin içindeki saçmalıklar, tutarsızlıklar, mantıksızlıklar birer birer gözüme batmaya tek tek patlamaya  başladı. Neden daha önce hiç fark etmedim? Zaten bir erkeğin dört kadınla evlenebilmesini, kocasına baş kaldıran kadının kocasından dayak yiyebileceğini ya da evden gönderilebileceğini ve buna benzer şeylerin  Allah’ın emri olduğunu biliyordum fakat konu iman etmek olunca hoşuma gitmese bile kabul etmek zorunda kalıyordum. Hatta şimdiki cambaz diyebileceğim ilahiyatçıların getirdikleri yorumlara açıklamalara sığınıyor ve “o devirde arap yarımadası ve arap gelenekleri farklıydı, hatta kadınlar daha kötü durumdaydı, İslam oradaki kadın haklarını  yumuşattı fakat şimdiki zaman dilimi farklı, o ayetlerin bu devirde hükmü kalmadı” gibi saçma sapan söylemlere kulp gibi yapışıyordum. Şimdi düşünüyorum da bu mu Kur’an’ın evrenselliği?  Hükmü kalmadığı söylenen ayetleri kim hükümsüz  kılıyor? Bununla ilgili bir ayet var mı? Yani Kur’an’ın bir yerinde şöyle bir cümle olsa: “Ey inananlar, zaman ilerledikçe ihtiyaçlarınıza ve gelişmişlik düzeyinize göre şu şu veya bazı ayetleri devreden çıkartınız gibi bir ayet var mı? Kimileri de çıkıp diyor ki peygamber efendimizin hayatı bize örnek teşkil eder, o hiçbir hanımını dövmemiştir, bizim de onu örnek almamız gerekir. Yani Allah bu konuda ayet gönderirken bunu düşünememiş ama Peygamber kulu düşünmüş, yaşamış öyle mi? Müslümanlıktan çıkmış olmanın verdiği rahatlıkla içsel olarak bile cesaret edemediğim soruları,  gariplikleri irdeledikçe bir de baktım ki İslam’ı  Kur’an’ı  neresinden tutsam elimde kalıyor. Nasıl bir Kur’an ki nasıl bir üstün yaratıcı kelamı ki  herkes farklı farklı yorumluyor. Kimse bir ayet üzerinde anlaşma sağlayıp sulh edemiyor.  Kur’anda  hristiyanları ve Yahudileri dost edinmeyin  diye  ayet var. Şöyle bir düşünün: Aşırı dindar bir Yahudi ya da hristiyan ailesinde doğduğunuz zaman Müslüman olma ihtimaliniz nedir? Hani insanlar imtihan için gelmişti? İmtihanın ne olduğunu hepiniz iyi bilirsiniz. Bir dersin yazılısına veya bir üniversite sınavına girdiğiniz zaman aynı sorularla karşılaşır aynı şartlara maruz kalırsınız. Müslüman ailede doğan çocukla Yahudi ailesinde doğan çocuğun imtihan şartları aynı mı? Bu nasıl imtihan? Nerede bu imtihanın adaleti? Peki küçük yaşta çirkefliklere uğrayarak hayatını kaybeden çocukların imtihanı nedir? Bunun da cevabı var elbette. İlahiyatçıların ağzından neler duymadık ki. “O yavrumuz şimdi cennette”. Hadi öyle olsun,  ölen yavrularımız cennete, ya ölmeyip hayatta kalanlar?...  Yıllar yılı, radikal  ilahiyatçıların yorumlarına sarıldım. “Kur’an, yanlış tercüme ediliyor, yanlış yorumlanıyor. Kur’an’ın dilini konuşan İslam ülkelerinin halkları kitaplarını açıp okumazlar, onlar cahil insanlar, zaten okusalar da pek bir şey anlamazlar çünkü Kur’an’ın Arapçası eski Arapça” ve daha neler neler. Ben onlara buradan cevap veriyorum. Hayır efendim. Müslüman Arapların yaşadığı hayat tam da Kur’an’ın müminlerden istediği hayat. Kadına değil, erkeğe seslenen, kadınlarla ilgili hususlarda bile erkeği muhatap alan bir dinin yaşandığı ülkede kadınların modern olmasını mı bekliyorsunuz? “O, tek gerçek kitaptır, O’nda çelişki yoktur” komutu ile yıllarca sarıldığım açıklama ve bahaneleri sıraladım bir gün. Sizinle paylaşayım:

  • Tercüme yanlış.
  • O ayetin hükmü kalmamıştır. (Kim söylüyor bunu, ölçüsü nedir? Neye göre kaldırılıyor? Allah’ın gönderdiği ayetin hükmünü kaldırmak kimin haddine?)
  • O devirdeki Arapların yaşam şartlarını gözlerimizin önüne sermemiz gerekiyor. 1400 yıl öncesinden bahsediyoruz. Kalkıp da o devirde gelen her ayeti bu döneme göre yorumlayıp kabul edemeyiz. (Allah düşünememiş bu günlere geleceğimizi) Allahü Teâlâ her devrin ve her milletin durumuna şartına  göre ayet mi gönderecekti? Buna sayfalar yetmezdi. (Ben bir tane göndereyim: “Ey inananlar! Kölelik, İslamiyetin kabul ettiği bir uygulama değildir. Kimilerinin atalarından gelen bu geleneği bir anda kaldırmanın da zor olduğu bellidir. Rabbiniz bu  konuda sizlere kolaylık getirmiştir.  Allah sizlere  Kur’an’ın her ayetinin indirilip tamamlanmasından sonraki elli yıl içinde ve bu elli yıla kadar olan istediğiniz her hangi bir zaman diliminde kölelik ve cariyelik uygulamasını tamamen kaldırmanızı, bütün köle ve cariyeleri özgürlüklerine kavuşturmanızı  ve kıyamete kadar da köle ve cariye uygulamasını bir daha geri getirmemenizi emreder. Allah’ın gazabı, emrine uymayanlara karşı çok şiddetlidir.”) 
  • Falanca mezhep şu şekilde kabul eder, şu mezhepte olanlar için de hüküm şudur. (Hangi meshepe girsem acaba? Hangisi işime gelir?)
  • Arapça ile Türkçe arasında anlam farklılıkları olabiliyor.
  • Kur’anda geçen ayetler tek başına okunduğunda tabi ki farklı anlamlar çıkartılabilir. Kur’an’ın o ayetinde aslında şu olaydan bahseder ve şöyle yorumlamak gerekir. (Eğer Kur’an ayetleri, bize doğru olarak gelip gelmediğinden emin olamayacağımız  hadis, rivayet ve insan yazması kaynaklarla yorumlanacaksa Kuran otomatikman devre dışı kalır. Kur’an’a iman etmemizin tek sebebi O’nun Allah katından inmesi ve tek bir harfinin bile değiştirilmemiş olması. Böylesine hassas terazi üzerindeki bir kitabı nasıl olur da her hangi bir harfinin korunmuş olup olmadığı belli olmayan hadis ve anlatımlarla açıklarız?)
  • Kur’an’ı sürekli olarak araştırıyoruz. Her araştırmamızda O’nda yeni cevherler buluyoruz. Hatta bu zamana kadar ki alimlerimizin Kur’an’ı yorumlarken içinde bulundukları şartlardaki  cehaletleri ile ne kadar sığ açıklama ve tercüme ettiklerini sonradan fark ettik. (Bekar erkeklerin ellerinin altındaki cariyeleri, cahil olmayan modern aklınla yorumla bi zahmet. )
  • Kuran evrenseldir ve her devre uygundur? ( Vallaha mı? Nisa 34: “Erkekler, kadınların koruyup kollayıcılarıdırlar. Çünkü Allah, insanların kimini kiminden üstün kılmıştır. Bir de erkekler kendi mallarından harcamakta (ve ailenin geçimini sağlamakta)dırlar...”   demek erkekler, kendi mallarından hanımlarına harcamaktadırlar.  Bugünün kadını kocası gibi çalışıp para kazanıyor. Erkekler evlenmek için çalışan kadın arıyor. Hatta kadının kazandığı para, mutfak harcamalarına, kıyafete, faturalara, evin bozulan beyaz eşyalarına, market alışverişine yatırılırken erkeğin parası ev taksitine, araba kredisine gidiyor. Ne malından harcaması be, erkek  hanımının sırtından ev araba sahibi oluyor. Ev adamın üstünde, araba adamın üstünde. Kur’an’ın bu ayeti bu devre uygun mu şimdi? Nerede bu ayetin evrenselliği?  Efendim? Çalışma hayatından çıkalım, erkeğimizin eline bakalım değil mi?... Söylenecek çok şey var da boş ver  hangi birini  kaleme alayım?)

Çelişkileri, saçmalıkları, gariplikleri, rezillikleri saymaya sayfalar yetmez. Keşke hepsini, yüzlercesini sayabilsem çevreme, sevdiğim insanlara…  Ne yazık ki münafık olarak yaşamayı seçtim. Dar ve dindar bir çevrede yaşıyorum. Bir bayan olarak böyle bir çevrede dinden çıktığınızı söylemek intihar olur. En yakınlarımın bile dinsizliğimden haberi yok. Söylemek kolay fakat anlaşılmak imkânsız gibi duruyor. Etrafımda örtülere bürünen ve sürekli olarak Kur’an’ın Arapçasını okuyup huzur bulduğunu düşünen ve kendi yakınlarındaki kadınları da örtülerin altına hapsetmek ve Kur’an’ın Arapçasını okumayı  öğretmek için seferber olmuş hemcinslerime haykırmayı o kadar çok isterdim ki? Bir gün bir tanesine söyleyecek oldum. Sence bu ayet mantıklı mı diye sordum. Cevap neydi biliyor musunuz? “O kadarını bilemem ama ben Kur’an okurken çok büyük bir huzur yaşıyorum, sana da tavsiye ederim. En azından Arapça okunuşunu öğren, aç bir iki sayfa oku, ne demek istediğimi anlarsın.”  Sizin Kur’an’ı okurken yaşadığınız huzuru, Yahudiler Tevratı okurken yaşıyorlar. Hristiyanlar İncili okurken yaşıyorlar. Budistler ve Hindular ise kitap bile okumuyorlar, işin tekniğini keşfetmişler huzurun mutluluğun  en yükseğini yaşıyorlar demek isterdim.  Ben dinden çıkalı, namazda bulmadığım huzuru buldum, insan olmanın hakikatine, onuruna erdim demek isterdim. İnanmış beyinlerin kodlanmış kilidini açmayı isterdim.   “O,  Allah katından gelmiş tek gerçek kitaptır. Kur’anda çelişki yoktur.”

İçimi boşaltmama, duygularımı paylaşmama vesile oldunuz, teşekkür ederim. Sağlıcakla kalın.