HABERLER
Dini Haber

AGARTA VE ŞAMBALLA

Yazan: Gregoire de Fronsac
Agarta, GF, Agarta nedir?,Şamballa,Mu,Atlantis'ten göç eden bilim rahipleri,Brahatma,Abdülvahid Yahya,Kutsal dağ,Dünyanın merkezi,Gamalı haç,Agarta nedir?,din

“Şamballa” (Shambhala), “Dünyanın Kalbi”, “Yüce Ülke”, “Bilgeler Ülkesi” gibi çeşitli adlarla belirtilen Agarta, teozofik ve ezoterik kaynaklara göre, önceki devrenin sonlarına doğru Mu ve Atlantis’ten göç eden bilim-rahipleri tarafından kurulmuş bir organizasyondur.

İlk başlarda insanlıkla açık şekilde temas halinde olan bu organizasyon, bu devrenin koşullarından ötürü gizlenme gereği görmüş ve ikamet yeri olarak birbirlerine tünellerle bağlanan, dağlar içindeki yeraltı kentlerini tercih etmiştir.

Agarta, dünya insanlığının tekamülünde sorumluluk sahibidir. İlahi Hiyerarşi’ye hizmet eder. Dünyanın Efendisi ve “Kutup” olarak ifade edilen ve “Brahatma” veya “Brahitma” adıyla belirtilen Agarta’nın lideri, Dünya’yı sevk ve idare eden İlahi Hiyerarşi’nin fizik alemindeki temsilcisidir.

1912’de Müslüman olduktan sonra Abdülvâhid Yahya adını alan; ezoterik, okült ve mistik konularda çok sayıda yapıtı bulunan Fransız asıllı Mısırlı düşünür ve yazar Rene Guenon’a göre tradisyonlarda “Kutsal Dağ”, “Dünyanın Merkezi”olarak ifade edilen yer, O’nun mekânıdır. Kimilerine göre, dünyanın tüm geçmişi, yitik kıtalara indirilmiş dinler ve kozmik öğretiler, Agarta arşivlerinde kayıtlıdır ve birçok peygamber (Musa, İsa), dinlerini kurmadan önce, bu arşivleri incelemişlerdir ki, bazıları burada “inisiyasyon”dan da geçmiştir.

Agarta’nın yeryüzüne açılan 7 (kimi kaynaklara göre 4) ana çıkış noktası bulunmakla birlikte, mağaralarda inzivaya çekilen bilgelerin ve mağaralarda etkinliklerini sürdüren bazı inisiyatik toplulukların Agartalılar’la ilişki içinde oldukları ileri sürülür.

Rene Guenon’a göre bu durum, en çok, Türklerin yaşadığı Orta Asya’da görülmektedir. Kimi yazarlara göre, Göktürk, Uygur ve Hun masallarındaki, “ataların kutsal mağaraları” ve bir mağaradan geçilerek ulaşılan “gizli ülke” inanışında Agarta’nın sembolizmi bulunmaktadır. Tibet tradisyonlarına göre, Agartalılar şimdiki devrenin sonunda dışarı çıkacak ve Agarta’nın lideri yeryüzündeki olumsuzlukları  yenecektir.

Agarta’nın ne olduğuna ilişkin en yaygın, internet ve ansiklopedik kaynaklarda kullanılan tanım, ‘Tibet ve Orta-Asya geleneklerinde sözü edilen, Asya’daki sıradağların içinde bulunduğu ileri sürülen efsanevi bir yer altı Organizasyonu’dur.

Ancak bu tanım, ivedilikle not düşülmeli ki, Agarta’yı anlamak ve çözmek için tamamıyla yetersiz. Ne bu kadar basit ne de bu denli sığ. Ancak bir açılış tanımı olarak kullanılabilir.

Günümüze değin “Agarta”nın ne olduğunu inceleyen bir çok yayın ve yazar bulunuyor. Bunlar içinde en ünlüleri ve kaynak olarak en itibar edilenleri üç tane. Bunları meraklıları için öncelikli olarak-konunun daha başında-yazalım. Saint-Yves d’Alveydre, Ferdinand Ossendowsky ve René Guénon.

Agartha kelimesi; “Agharta” ve “Agarthi” olarak da kullanılabiliyor. Agarta veya Agarti sözcükleri, Sanskritçe’de “ele geçirilemeyen, ulaşılamayan, her şeyden korunmuş, şiddetin yakalayamayacağı, anarşinin erişemeyeceği” anlamlarına gelmekte.

Bir de “Şamballa” (Shambalah) kelimesi var. Bunu da söylemek gerekiyor ki, meraklıları için şaşırtıcı olmasın.

Kimi kaynak ve kişilere göre Şamballa, Agarta’ya karşıt olarak kurulmuş, gizli bir karşıt merkez. Ancak genel ve yaygın kanı, Şamballa’nın Agarta’nın bir diğer adı olduğu yönünde.

Agarta ismi, ilk kez “Saint-Yves d’Alveydre” tarafından kullanmış. d’Alveydre, bir simyacı. Metalleri altın ve gümüşe dönüştürme formülleri düzenlemiş. Martinist tarikatının (Tours piskoposu Aziz Martin (MS.. 316-397) tarafından kurulmuş tarikat) mürşitlerinden. Topluluğun bir diğer adının, “yeşil adamlar topluğu” olduğu da kayıtlar da mevcut.
Buda bize Reptilian'ları hatırlatır.

Gamalı Haç
Agarta’nın hakimi, “dünyanın kralı” rütbesini taşıyor. Yardımcıları durumundaki iki rahip kral bulunuyor. Sembollerinden biri bugün günümüzde hala Hint ve Tibet tapınaklarını süsleyen gamalı haçtır.

Bu sembol, Mu ‘dan kaynaklanıyor. Güneşi ifade eden kadim bir sembol. Dünyanın en eski sembollerinden biri sayılıyor. Bu haç, yaradılışın dört kuvvetini ve dört büyük enerjiyi sembolize eder. Zamanla “yönü çevrilerek” II. Dünya savaşında Nazilerin kullandıkları haline gelecektir.

Bu teknik; ama açıklayıcı tanımlamalardan sonra Agarta’yı biraz daha açmaya çalışalım.

Bir başka tanım, Agarta’nın ‘Mu ve Atlantis’ten göç eden bilim rahiplerince ya da inisiyelerce kurulmuş, sonradan gizlenme gereği görüp dağ ve mağara içlerine çekilmiş’ bir grup olduğunu ileri sürüyor.
Bu açıklama da Agarta ile ilgili yaygın bilgiler arasında. Neredeyse “mutabakatla kabul edilmiş” bir yaklaşım.
Buradan Agarta ile ilgili ilk ve en bilinen “tartışma” konusuna gelebiliriz. Agarta’nın “bir yeraltı ülkesi”ni veya “gizli bir dernek (oluşum)”mu olduğuna ilişkin bir tartışma bulunuyor.
Agarta üzerindeki hemen tüm çalışmalarda bu ayrışmaya rastlanıyor. Ancak ortak nokta, bir “gizlilik” olduğu yönünde. Yani ister “yer altı” olsun ister “örgüt, dernek, oluşum”; gizlilik var.

Peki Agarta ne yapar ?
Amacı nedir ?
Kimlerden oluşur ?
Burada kesin yargılarla ayrışan bir farklı okuma yok. Değişik ‘görev’ tanımları varsa da genel olarak amaç ve araçlar belli. Agarta, ‘sahip bulunduğu binlerce yıllık sırları uygulamak suretiyle insanlığı büyük bir spiritüel ilhama (illumination/aydınlanma/ışık) kavuşturmayı amaçlayan bilge ve filozoflardan oluşuyor’.

Saint-Yves d’Alveydre’den sonra Agarta isminin ilgi çeken biçimde sunuluşu, Fransız konsolosu olan Jacoliot’un “Hint’teki Tevrat’ adlı eserinde ve teozofinin kurucusu H. P. Blavatsky’in “Gizli Doktrin ve Gün lşığına Çıkarılmış İsis” adlı eserinde oluyor.

Bundan sonra en bilinen ve en sık gönderme yapılan ‘Rene Guenon’ oluyor ve “Dünyanın Kralı” adlı çalışmasıyla Agarta hakkında en geniş bilgileri kamuoyuna veriyor.

Peki Agarta nerede ?
Agartalılar nerede ?
Bu konu üzerinde asla mutabakat yok. Hemen her kaynak kendine göre bir adres gösteriyor. Böyle olmakla beraber, ‘geniş coğrafi’ tanım açısından bir harita çıkarmak mümkün.

Guenon’a göre, çok eski bir tufan bugünkü Gobi bölgesinde çok gelişmiş bir uygarlığı yok etmiştir. Burada yaşamakta olan ‘spiritüel mürşitler’ Himalayaların altında yer almakta olan büyük bir mağara şebekesine sığınmışlar.

Bu tezin  devamı da var. Coğrafi bir tanım verip, siyasi bir bilgiyi de içeriyor. Yukarıda ‘Agarta ve Şamballa’ ilişkisine değinmiştik. ‘Ayrı-rakip’ olduklarına ilişkin bilgi burada bulunuyor.

Bu göçten sonra, iki gruba ayrılıyorlar ve “sağ elin yolu’ diye anılan grup Agarta’ya, yani dünya hayatından uzak ‘murakabe ve mükaşefe’de bulunma ülkesine, “sol elin yolu” diye anılan diğer grup ise ‘Şamballa’ya yani kaba güç ülkesine yerleşiyor.

Bir diğer Agarta adresi Ferdinand Ossendowski’den gelmekte. Ossendowski, Bolşevik ihtilaline direnmiş Polonyalı bir bakandır ve başarısız olunca Moğolistan ve Çin’e kaçmıştır.

Sığındığı bir Lama manastırında kendisine, ‘altı bin yıldan fazla bir zaman önce kutsal bir insanın bütün bir halkıyla bir mağarada kayıplara karıştığı, ve yitik bir bilim yardımıyla, Agarta adlı yeraltı krallığının temelini attığı anlatılmış. Ossendowski bu bilgileri 1924’de yayınladığı “Hayvanlar, İnsanlar ve Tanrılar” kitabında derlemiş.

‘Agartalı olmak’, günümüz değerleriyle pek mümkün gözükmemekte. Kut Humi’ye göre, “Agarta’ya girmek, katılmak, atanmak, seçilmek’ söz konusu değil; ‘Ancak, spiritüel anlamda olmak üzere, bileğinin hakkıyla Agartalı olunabilmektedir; kişi, ancak ulûhiyetle tekrar bütünleşip özdeşleşebilecek seviyeye ulaştığı takdirde Agartalı olabilmektedir, ki bu seviyeye ulaşmanın yolu da tatbikat ve tahakkuk sürecinden geçmektir, çünkü beşer varlığını en tam ve en aşkın biçimde değişime uğratan ve güçlendiren tek şey ancak spiritüel bilimdir.’

Yani Agartalılık; Yogiler’e veya ilk İbranilerdeki “semavî insana” özgü en derini hal ile mümkün. ‘Agartalılar dünya sakinlerinin şuurlarında genişleme ve açılma meydana getirmek ve kendilerinin ruhani anlamda ulaşmış bulundukları duygu ve düşünce birliğine onları da ulaştırmak amacıyla kendi aralarında işbirliği yapmaya her an hazır durumda bulunmaktalar’.

Agarta’nın nerede bulunduğuna ilişkin bir diğer adres ise bize oldukça yakın. Kapadokya. Bölgenin yer altı dehlizleriyle bilinen mimarisi ipucu oluşturuyor. Geniş ve büyük tüneller yapısı bölgeyi Agarta’nın olası adresi haline getirmiş.

Tabii bu da bir iddia. Zaten Agarta’ya ilişkin tüm bilgiler çeşitli ve renkli iddialara dayanıyor. Tünellerin kaynağı Daniken gibi araştırmacılar tarafından uzay uygarlıkları olarak gösterirken, bazıları Atlantis ve Mu kıtalarının batışlarından sonra kurtulan kimseler olarak gösteriliyor.

Elbette bu iddiaların en büyüğü, Agartha sakinlerinin insanlarla çok az iletişim kurarak günümüze kadar yaşadıklarıdır.

Popüler ve çok ilginç hatta inanılası bilgiler içeren yakın tarihli söylencelerin başında ise Adolf Hitler’in, Agarta rahipleri tarafından yönlendirilen bir medyum olduğudur. Bu nedenle bir çok araştırmacı Agarta ile ilgili konulara Naziler ve Hitler ile başlanmasını önerir.

Bazı kaynaklarda, Agarta(lıların) dünyayla iç içe yaşadığı, ancak 4. boyutta olduğu için görünmediği söyleniyor. Göründükleri zaman dilimi ise ‘kıyametle’ ilişkilendiriliyor.

‘Bizlerin şu an göremediği, ancak iç içe yaşadığımız, bu Medeniyet Mensupları (Agartha) dünya insanlarının dördüncü boyuta geçişi sürecinde onları karşılayacak, kendilerini tanıtacak ve insanlara bilgi aktaracaklardır. Kur’an’ın Neml Suresi’nde bahsedilen Dabbetül Arz, yani ‘yerden çıkacak’ ve hakikatleri anlatacak olan canlı varlıklar, bu medeniyetlerin mensupları olan varlıklardır gibi bir iddia da söz konusu.

Agarta, popüler kültüre de defalarca konu olmuş bir figür; Umberto Eco, ‘Foucault’nun Sarkacı’ kitabında Agarta’dan bahseder. Abel Posse’nin meşhur romanının ismi: ‘El viajero de Agartha’dır. ‘Agarta: Hollow Earth’ adıyla bir bilgisayar oyunu da var. Bir başka meşhur oyun ‘Final Fantasy IV’te de Agarta şehrinden cücelerin yaşadığı bir yeraltı ülkesiyle bağlantı kuruluyor. Miles Davis ‘in bir albümünün adı da Agarta.

Tabi ki yukarıda da söylediğimiz gibi AGARTA , hakkında olduğu iddia edilen kanıtlar , spekülasyona açık  bir söylence. Doğruluk payı nedir dersek , sanırım hiç bir zaman öğrenemeyeceğiz.
Her daim sevgi ve umutla kalın dostlar.

MORMONLAR HRİSTİYAN MI?

A, Mormonizm, din,Mormonlar Hristiyan mı?, Mormon kilisesi,Son Zaman Azizleri'nin İsa Mesih Kilisesi,Mormonizme göre geleneksel Hristiyanlık,Mormonlara göre Hristiyan kilisesi
"Biz Hristiyan mıyız? Elbette öyleyiz! Hiç kimse bunu inkar edemez.
Geleneksel Hristiyan modelinden biraz farklı olabiliriz. Ancak, Rab İsa Mesih tarafından yapılan kefarete ve kurtuluşa kimse tam anlamıyla inanmaz.

Hiç kimse, temel olarak Tanrı'nın Oğlu olduğunu, O'nun insanların günahları için öldüğünü, tekrar dirildiğini ve O'nun yaşayan Baba'nın dirilmiş evladı olduğunu düşünmez."
Başkan Gordon B. Hinckley

Son yıllarda, Son Zaman Azizleri'nin İsa Mesih Kilisesi, belirgin bir şekilde Hristiyan olduğunu vurgulamaktadır.

2001 yılında kilise adının ilk olarak "Son Zaman Azizleri İsa Mesih Kilisesi" olmasına karar vermişti fakat daha sonra "İsa Mesih'in Kilise'si" olarak adlandırılması gerektiğine karar vermiştir.

Son Zaman Azizleri'nin İsa Mesih Kilisesi, Mesih'in inançlarının merkezde olduğu ölçüde Hristiyan'dır. Mormonlar, Mesih'in öğretilerini takip ederek hayatlarını yaşamaya çalışırlar.

Mormon Bakışı
Mormonlar, geleneksel Hristiyan kiliselerinin Tanrı'nın otoritesini kaybettiğine inanırlar. Geleneksel Hristiyan inançlarının, yüzyıllar boyunca eklenen yanlışların ve hakikatin bir karışımı olduğuna inanırlar.

Mormonlar, İsa Mesih'in öldüğünü, gömüldüğünü ve üçüncü günde yükseldiğini düşünür. Kefareti olmadan kurtuluş olmayacağına, Mesih'in hüküm sürmesi ve yönetmesi için dünyaya döneceğine inanırlar.


Geleneksel Hristiyan Görüşü
Mormonlara göre geleneksel Hristiyan inancı yüzyıllar boyunca çeşitli mezheplerin yorumladıklarından dolayı dine eklemeler olmuştur.

Son Zaman Azizleri'nin İsa Mesih Kilisesi'nin öğretisi birçok Hristiyan'da onların Hristiyan olmadığına dair fikir uyandırmaktadır ve Mormonlar bunun sebebini geleneksel Hristiyanlığın tahrifine bağlamaktadırlar.

Hem Vatikan hem de Birleşik Metodist Kilisenin politika oluşturma organı, Mormonların Katoliklik veya Metodizm'e geçişinde yeniden vaftiz edilmesi gerektiğine karar verdiler.

Bu, Roma Katolik Kilisesi'ne göre Mormonizmin geleneksel Hristiyanlığın temel inançlarına kıyasla farklılık gösterdiğine işaret etmektedir. Çünkü pek çok Protestan ve Ortodoks kilise üyelerinin tekrar vaftiz edilmeden Katolikliğe dönmelerine izin verilmektedir.

Ancak Mormonlar, insanların kiliseye katıldıklarında, hangi geçmişten geldiklerine bakılmaksızın vaftiz edilmelerini isterler.

Kaynak: BBC

Yazan & Çeviren: Anu

BÜYÜ VE FAL TEORİSİNE GİRİŞ

din, DP, islamiyet, Büyü,Büyü var mı?,İslam'a göre büyü,Muhammed'e büyü yapıldı mı?,Cinci büyücü hocalar,Burç ve fal yalanları,Büyü yalanı,Dua ve büyü yalanları,Hadislerde büyü

BÜYÜ VE FAL TEORİSİNE GİRİŞ


Büyü… Halkımızın en çok korktuğu, adını bile anmak istemediği mistik olgu. Büyüler tüm çağlar boyunca, hemen her din ve toplumda görülmüştür. Çeşitli amaçlarla gerçekleştirilen bu mistik olgu, bazen çeşitli ayin ve materyallerle desteklenerek daha gizemli ve esrarengiz bir hal alıyor.

Hali hazırda toplumumuzun büyük bir çoğunluğu büyü ve büyücülüğe inanıyor. Hatta deist ve ay ateist kesimlerden dahi büyüye inananlarla karşılaşıyoruz. Şimdi inançsız okurlar bana kızabilirler ancak büyüye inananların savunması şu şekilde: “ Ben tanrıya inanmıyorum. Ama insan beyninin gücü yadsınamaz. Büyü ayinleri katalizör vazifesi görerek bu beyin gücünün odaklanmasını ve istenen unsurun gerçekleşmesinde motor gücünü teşkil ediyor.”

Yani bir insan dinden de, tanrıdan da sıyrılabilir. Ancak büyüden zor. Çünkü hemen hemen tüm dinlere ve kültüre yayılmış, onları biçimlendirmiş bir olgu.

Yahudilerde, Hristiyanlarda, paganlarda kısacası hemen her inançta karşımıza çıkıyor.

Büyünün daha soft bir biçimi “nazar” adıyla karşımıza çıkıyor. İnanışa göre göz değmesi olarak adlandırılan bu fenomende kişinin istem dışı psişik güçleri devreye giriyor, ya kişiye ya da bir materyale zarar veriyor.

 Zaten toplumumuz büyü ve nazar konularında engin (!) bilgilere sahip olduklarından dolayı bu konunun derinine inmeyeceğim.

İslami ölçekte değerlendirildiğinde büyü var. Hatta İslam peygamberi Muhammed’e bile büyü yapılmıştır.

Beraberce İslami literatüre bir göz atalım:

“Peygamberimizin, zilhicce ayında Hudeybiye’den döndüğü ve muharrem ayına girmiş bulunduğu sırada idi ki Medine’de kalan Yahudilerin elebaşları, Müslüman olduğunu açıkladığı halde, münafıklıktan ayrılmayan Yahudi Lebid b. Asam’ın yanına vardılar. Lebid Zurayk oğullarının müttefiki idi. Kendisi sihirbazdı. Yahudiler onun sihirde ve sihirle adam öldürmekte Yahudilerin en bilgilisi olduğunu biliyorlardı.

 Ona:
-Ey Ebul’Asam! Sen bizim sihirbazımızsın! Muhammed, bizim erkeklerimizi ve kadınlarımızı büyüledi. Biz, ona karşı bir şey yapamadık. Sen, O’nun bize neler yaptığını dinimize nasıl aykırı davrandığını bizden kimleri öldürdüğünü veya sürgün ettiğini gördün.! Biz bütün bu yaptıklarına karşı onu sihirleyip cezalandırmak üzere seni tutuyor, görevlendiriyoruz." dediler ve Peygamberimizi sihirlemesi için de ona üç altın verdiler.

Lebid b. Asam; Peygamberimizin tarağı ile başından taranmış saçlarını elde etmeğe girişti. Yahudilerden bir genç, gelir gider Peygamberimizin işini tutardı. Yahudiler, peygamberimizin saç ve sakal tarantısı ile bazı tarak dişlerini elde edinceye kadar bu gencin üzerine düştüler.

Yahudi genci, Peygamberimizin saç tarantısı ile tarak dişlerini alıp Yahudilere verdi. Lebid. B. Asam istediklerini elde edince ona bir takım düğümler düğdü ve üfledi. Bu düğümlenmiş ve üflenmiş saç tarantılarını, erkek hurmanın kurumuş çiçek kapçığının içine koydu. Sonra onu götürüp kuyunun içindeki basamak taşının altına yerleştirdi. Bu kuyu Zurayk Oğullarına aitti.

Sihir yapılmasının ardından Peygamberimizin sıhhati bozuldu. Başının saçları dökülmeğe başladı. Peygamberimiz, yapmadığı bir işi yapmış, ailesine yaklaşmadığı halde, yaklaşmış gibi sanır oldu. Gözlerinin de feri azaldı. Ashab-ı Kiram Peygamberimizin hastalığını yoklamağa geldiler. Hastalığı günlerce sürdü. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 367)

Peygamberimiz hastalanınca Lebid b. Asam’ın kız kardeşlerinden birisi, Hazreti Aişe (Radıyallahu anha)nın yanına gelmişti. Kadın, Peygamberimizin hastalandığını öğrenince, dönüp bunu kız kardeşlerine ve Lebid’e haber verdi. Onlardan birisi:

-Eğer o gerçekten bir Peygamberse kendisine bu iş Allah tarafından haber verilir. Aksi takdirde, bu sihir kendisine nereden gösterilir? En sonunda aklı başından gider. Böylece de, kavmimiz ve dindaşlarımız umduklarına ermiş olur.” Dedi.

Hazreti Aişe, Peygamberimizin (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) den şöyle rivayet ediyor: Nihayet Resulüllah günün birinde tekrar tekrar dua etti. Sonra da bana: “Ey Aişe! Yapmış olduğum duamı Allah’ın kabul buyurduğunu biliyor musun?

Bana meleklerden iki kişi geldi. Bunlardan birisi başucumda, o birisi de ayakucumda oturdu. (iki melek arasında konuşma şöyle geçti:)

– Bunun hastalığı nedir?
– Sihirlenmiştir
– Kim sihir yapmış ona?
– Lebid b. Asam!
– Sihir ne ile yapılmıştır?
– Erkek hurmanın kurumuş çiçek kapçığı, tarak, saç ve sakal tarantısı ile!
– Nerededir o?
– Zervan kuyusunda, basamak taşının altındadır.
– O’nun şifa bulması ne iledir?
– Kuyu suyunun tamamıyla çekilip içindeki basamak taşının kaldırılması ve altındaki kurumuş erkek hurma çiçeği kapçığının çıkarılması suretiyledir! Dedi. Bundan sonra melekler havalanıp gittiler.”


Peygamberimiz, Hazreti Ali ile Ammar b. Yasir’i çağırdı. Zervan kuyusuna gitmelerini ve meleklerden işittiği şeyleri yapmalarını onlara emretti. Hazreti Ali ve Amer b. Yasir, hemen Zervan Kuyusuna gittiler. Kuyunun suyu, kınaya boyanmış, kuyu başındaki hurma ağaçlarının başları da şeytan başları gibi idi. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.6, s. 57, Buhari, Müslim)

Kuyunun suyunu çekip boşalttılar, içindeki basamak taşını kaldırdılar. Taşın altında hurma çiçeği kapçığı, Peygamberimizin tarağı, başının saç tarantısı, üzerine iğneler saplanmış bir yay kirişi bulunup çıkarıldı.

Yay kirişi üzerindeki düğümleri çözmeye güç yetirilemedi. Cebrail gelip Felak ve Nas surelerinin ayetlerini okudukça, düğümler çözülmeye başladı. Her düğüm çözüldükçe, Peygamberimiz, önce elem, sonra da ferahlık duymakta idi.

En son düğüm çözüldüğü zaman, peygamberimiz, bir düz bağından boşanmış, kurtulmuş gibi açıldı. Yemeğe içmeye başladı.”

Şimdi buraya kadar İslam peygamberi Muhammed’in büyü hadisesini yine İslami kaynaklardan aktardık. Yani İslamiyete göre büyü var. Kurtulmanın yolu da Felak ve Nas sureleri. Peki, büyünün kökeni ne?

(Bu arada yüce Allah, kendi resulü Muhammed'i basit bir büyüye karşı, üstelik lanetlenmiş Yahudiler tarafından yapılmış bir büyüye karşı  koruyamadı mı? O da ayrı bir konu)

Kuranı Kerim'e bakıldığında (Bakara Suresi) bütün olay Harut ve Marut isimli iki meleğe bağlanıyor. Bir imtihan(!) vesilesi olan bu melekler, insanları uyarıyor, eğer hala öğrenmek isterlerse onlara büyü öğretiyorlardı.

Anadolu’da cinci- efsuncu-büyücü hocalar cirit atıyor. Kimisi helalinden (!) iyilik için kimisi de şeytan işi kötülük büyüsü yapıyor.

Ülkemizde bazı bölge ve beldeler cinci-büyücü hocaları ile meşhur. Hatta sosyetenin bile kendi büyücüleri var. Örneğin yurt dışında tahsil yapmış, iyi eğitimli, kültürlü bir ailenin üyesinde dahi büyüye bağlılık görülebiliyor. Burada faktör, büyünün sadece sosyolojik değil, bireysel anlamda da psikolojik bir tatmin metası olduğu.

Ülkemizi ve İslamiyet’i bir kenara bakalım. Alt gelişmiş toplum ve kültürlerde de büyüler inanılmaz yaygın. Büyüye olan inanç ve bağlılık, o toplumun gelişmişlik seviyesi ile de doğru orantılı.

Olaya gerçekçi yaklaşıldığında Büyü diye bir şey yoktur. Fal diye bir şey yoktur. Yıldızlar sizin geleceğinizi göstermez. Akrebin yükselmesi ile başınıza bir şey gelmez. Marsın etkisi altına girdiğinizde bolluk yaşamayacaksınız. Terazinin pozitif etkisi ile cinsel gücünüz artmayacak. Boğa ve Yengeç asla sizi olumsuz etkilemeyecek. Muskalar sizi korumayacak. Bebeğe bir şeyler saplayıp abuk subuk mırıldanmalar ile ancak kendinizi tatmin edeceksiniz. Evdeki nazar boncukları sadece seyyar boncukçu ablanın daha fazla para kazanmasını sağlayacak, evinizde mavi renkli aksesuarların artmasını sağlayacak. Hocaya okutup yazdırdığınız duanın kâğıdını bir gece suda bekletip, üç ihlas ve bir fatiha eşliğinde içtiğinizde üniversiteye gitmeyecek veya sevdiğinize kavuşmayacaksınız. Eğer girdiğiniz işlerde bir türlü dikiş tutturamıyor veya üç kere nişanlınızdan ayrılıp bir türlü evlilik yapamıyorsanız, bunun sebebi bir düşmanınız tarafından kıyafetlerinizden kesilen parçaların ve saçınızın kefen bezine, mezardan alınan bir toprak ile sarılıp, kör bir kuyuya atılması suretiyle tarafınıza yapılan büyü değildir.

Evrene gönderdiğiniz pozitif düşünceler sizi Lamborghini’ye kavuşturmayacak veya yine evrene gönderdiğiniz negatif düşünceler patronunuzun poposunda patlamayacak.

Şimdi bu fenomenlere inanan, inanmakla kalmayıp bizzat bu işle iştigal olan okurların bana serzenişlerini duyar gibiyim: “Sayın yazar, tamam inanmıyor olabilirsin ama madem olaya bilimsel yaklaşıyorsun, bir şeyin yokluğu kanıtlanamaz, ancak varlığı kanıtlanabilir! Olmadığını nereden biliyorsun?”

Kusura bakmayın ama tekerinize çomak sokacağım. Dinleri eleştirirken iyi, büyülere, fallara, astrolojik fal saçmalıklarına giydirince mi kötü oluyoruz?


Kanıt mı istiyorsunuz?
-Tüm İslam aleminin bedduaları neden ABD ve İsrail’i ve bilumum küffarı duman etmiyor? Neden İslam ülkeleri onların ağzına bakıyor?
-Neden büyüler İslam coğrafyasını kalkındırmıyor?
-Neden büyüler ile hastalıklar iyileşmiyor?
-Neden büyü ile kimse önümüzdeki maçlarda sağlam oranlı müsabakaları yakalayıp zengin olmuyor?
-Neden kimse büyü-fal ile altılıyı ve lotoyu tutturamıyor?
-Neden kimse geleceği öngörüp ona göre hareket edemiyor?
-Neden büyü ve fal ile uğraşanların kendine dahi hayrı yok?
-Neden büyü ve fal ile Türkiye “LİDER” konuma gelemiyor?
-Neden büyü ve fal ile süper güç olmuyoruz?
-Neden büyü ile milli takımımız dünya kupasına ambargo koymuyor?
-Neden büyü ile sevdiğiniz araba sizin olmuyor?
-Neden büyü ile hafta sonunda Los Angeles’te bir tur atamıyorum?
-Neden fal ile kaç çocuğum olacağını ve isimlerini göremiyorum?
-Neden? Neden? Neden?...
Bu nedenleri çoğaltmak mümkün.

Pardon unutmuşum. Nasıl olur da gözden kaçırırım. Aslında A.B.D. büyüler ile süper güç. Minnak İsrail, tüm dünyayı yaptığı büyüler ile yönetiyor. Mason ve İlluminati şeytani büyüler ile gizli dünya gücü. Rothschild ve Rockefeller aileleri parayı büyüler ile vurdular. Japonlar, büyü ve faldan elde ettikleri teknolojiler ile dünya teknoloji devi oldu. Almanlar, İngilizler ve Fransızlar büyüden ve faldan gelen bilgilerle bu kadar gelişti. Hatta A.B.D. ‘de CIA ve FBI sırf astrologlardan oluşan bir tim kurmuş. Yıldız hareketlerine göre A.B.D.'nin dış politikası belirleniyormuş. Hatta büyücülerden oluşan bir grup sayesinde PUTİN Rusları dünya arenasında ayakta tutuyormuş….

Ne içtiğinizi ve ne kullandığınızı bilmiyorum ama bu kadar kafayı nasıl yakalayabiliyorsunuz? Şaşılacak şey.

Kusura bakmayın ama hepsi yalan. Dualar, büyüler, fallar, yıldızların hayata etkisi… Yoklar. Sadece beyin kıvrımlarınızın ürettiği fantastik hikâyelerden ibaret.

Beni çürütmek mi istiyorsunuz?
Yapın bir dua da Tüm İslam alemi dünyaya güneş gibi doğsun. İslam alemi tüm cihana hükmetsin. Hastalıklar son bulsun, Akan kan dinsin. Bir problem ile karşılaştığınızda bakın bakalım Nas ve Felak sizi kurtaracak mı? Madem büyü gerçek, nasıl oluyor da milleti etkileyebiliyor? Herkes Nas ve Felak okusa büyücü ve cinci hocaların işsiz kalması gerekmez miydi? Eğer büyü ve sihir varsa ve etkili ise Nas ve Felak sureleri etkisiz mi? Bir işe yaramıyor mu?

Sevgili büyücü, falcı ve astrolog okurlarımıza:
Hadi yapın bir büyü de Neymar Galatasaray’a, Ronaldo Beşiktaş’a, Messi’de Fenerbahçe’ye gelsin. A.B.D. bir anda üçüncü dünya ülkesi olsun. İsrail, Ortadoğu’nun en fakir ülkesi olsun. Türkiye süper güç olsun. Hadi. Yapın büyünüzü…

Astroloji ve Fal’da ihtisas mı yaptınız? Önümüzdeki haftanın tüm sayısal loto, iddaa ve at yarışı sonuçlarını Site Başyazarı ve Yöneticisi A. KARA dostuma site maili üzerinden yollayın. Söz, çıkan paraları kırışacağız.

Size saatli maarif takvimine göre de 1 ay mühlet. Hepsine de gerek yok. Sadece birini becerin. Yok, yapamadınız mı? O halde şaklabanlığa gerek yok.

Bilime sıkı sıkıya bağlı kalın. Bilimin kanıtladıklarını kabul edin, gerisini çöpe atın. Hayatınızı bilim kurtarır.

Okunmuş pirinç ve büyüye bel bağlamayın gençler. Okuyun ve ders çalışın. Eğer birileri bazı cemaatlere (!) soruları peşkeş çekmediyse sınavları zaten hak eden kazanacak.

İşinizde yükselmek için kendiniz olun. Eğer yağcılık ve yalakalığın prim yapmadığı, liyakat esasına göre çalışılan bir yerde iseniz zaten hak ettiğiniz yerde olursunuz. Doğru ve dürüst olun.
Sağlıcakla kalın.

Yazan: Demon Product

15 YIL TANRI VE ATEİZM | 7

Yazan: Zübeyde Savaş
15 yıl tanrı ve ateizm 7, din, Farklı tanrılar, Gerçek hayat hikayesi, Küçük çocuklara tanrı masalları, Tanrılar nasıl oluştu?, Zübeyde SAVAŞ,

15 YIL TANRI VE ATEİZM | 7

Barış, şaşırmış birşey söyleyemez, bu kadar bilgili bir insan nasıl olurda tanrı yok der, var diyor da  ben mi anlamıyorum yanlış olan  hangisi diye düşünür.
Barış:
- Bilmiyorum tanrıma dua edeceğim seninle tanıştığım için.
Ramadan:
- Hayat insanı olgunlaştırır ekmeğin mayalanması gibi.
Barış:
- Sanki çok kızgın gibisin insanlara.
Ramadan, güler:
- Yok kızgın değilim atın götürebileceği bir yük vardır, bana müsaade, başını ağrıtmadım umarım, gerçekten seni tanıdığıma çok mutluyum.
Barış:
- Ben de çok mutlu oldum, lakin ben yaşlı insanlara ismim söylensin diye yardım etmedim, isterimki kimse bilmeseydi.
Ramadan:
- Biliyorum olması gereken bu, yaptığın insanlara anlatıldığında  senin yaptığın bilinse, başka amaçlar olmasa (tanrı) kullanılmasa, sabah görüşürüz.

Ramadan üzgünce ayrılır. Barış sürüyü tekrar toparlar akşam olmak üzeredir, yemek yer, tanrıya uzun uzun dua eder, atının yanına gider uzanır, yıldızlara bakarak düşünür Ramadanın sözlerini, köpekler atı kıskanırcasına Barış’ın yanında yatarlar, at ve köpeklerini sever ve anlatır:
- Ne garip bir adam çok zeki okumuş bilgili ben de tam olarak anlayabilseydim sözlerini, yardım neden anlatılır ki, bırakın anlatmayı boş konuşan insanlar da olmasa, Ramadan acaba nerelerde okudu çok okuyan biri fakat çilesi var gibi insanlara çok kızgın anlamadım, bilgisi çok herşeye yorum yapabiliyor. Keşke ben de okuyabilseydim ilk okulu okudum sonra çobanlık olan aile mesleğini!  Başka çarem de olmadı ki , belki annem ve babam yaşasaydı ben de okuyabilirdim,  on iki yaşımdan beri dağlarda koyunları otlatıyorum aldığım para ne, hala evimin çatısını bile yapamadım, kışın üç yorganda yatıyorum, tanrımı buldum bana yardım edecek inanıyorum çünkü o çok yüce çektiğim acılarımı ve içimi biliyor, kimseye bir kötülük yapmadım, yüce tanrım koyunlar bir kısmı ikiz doğum yapsın yüce tanrım lütfen, sıcak olmaya başladı koyunların yünlerini de kesmem gerekir hem verdiğim sözü yerine getiririm da  koyunlar rahatlasın, (ata bakarak ) sen çok güzelsin yünleri teslim ettiğimde dostuma benim olacaksın,  yarın tanrım izin verirse koyunların yünlerini kesmeye başlarım.

Barış bir haftada koyunların yünlerini keser, peynir yapmaya da başlamıştır, öğleden sonra atına bakarak:
- Akşam olduğunda yünleri teslim edecem ve benim olacaksın.
Barış çok yorgun olsa da içindeki atın sevinci ile  koyunların kaldığı yerleri düzenler Ramadan’ın geldiğini görür çay hazırlar, Ramadan kamyondan inerek yanına gelir.
Barış:
- Selam seni gördüğüme çok sevindim, koyunların yünlerini kestim.
Ramadan:
- Yünün ne önemi var güzel dost sohbeti oldukdan sonra.
Barış Ramadan’ı kucaklar, çay ve peynir verir.
Ramadan heyecanla:
- Bu peyniri yirmi yıl vardır yemeyeli, çok güzel, herşeyi hakkıyla yaptığın için bu kadar güzel ve lezzetli.
Barış:
- Teşşekkür ederim, bu kış bol bol peynir yerim tanrımın izniyle.
Ramadan:
- Para benden peynir senden, peynir satalım insanlara, bu tadı bulanlar vazgeçmezler bu peynirden.
Barış:
- Benim evimin çatısı yok, hayal ötesi oldu bu.
Ramadan ciddi bir tavırla:
- Hayallere ulaşman için bir başlangıç işte sana.
Barış:
- Olmaz, önce benim bir sürümün olması gerekir.
Ramadan:
- Tamam, koyunların yavrulama zamanı gelmiş gibi duruyor.
Barış:
- Evet bir kaç gün içinde, ikiz olanlar benim olacak tanrının izniyle. O zaman sürüm olduğunda peynir üretir satarız.

Barış muhtarın ve köylülerin söylediklerini bir çocuk gibi sürüsü olduğunda neler yapmak istediklerini bir bir anlatır, Ramadan sadece dinler hiç konuşmaz, akşama doğru yünleri ve sütü alır, Barış kendine yaptığı peynirden verir, Ramadan oradan ayrılır.

Aradan üç dört gün geçer, koyunlar doğum yapmaya başlar iki hafta içinde hepsi doğum yapar, koyunlardan bir tanesi ikiz yapar doğumdan bir kaç gün sonra ölür. Barış  tanrıya sen benim için en iyisini bilirsin der, umudu ve tanrıya olan inancı hiç sarsılmaz aksine daha fazla ibadete başlar. Yayla dönemi biterek köyüne döner, herkesin koyunlarını teslim eder evine gider. Yedi yıl aynı yaylaya gider fakat koyunlar bir türlü ikiz doğurmaz. Barış bu yıllar içinde nerde bir yoksul görse yardım eder, Ramadan’la olan dostluğu güvenle devam eder, bir çok insan din hakkında bilgi almak için gelirdi yanına.

Sekizinci yıl aynı yaylaya gider, koyun sürüleri köylülerin artmıştır. Barış yaylaya geldiğinin ikinci günü Ramadan gelir:
- Dostum, beni yanlış anlamazsan birşey söylemek istiyorum.
Barış:
- Olur mu öyle şey, sana güvenir ve severim.
Ramadan:
- Bilirim her şeyi kendin yapmak istersin, sen tanıdğım hayatda tanrıya inanan tek insansın gerçek anlamıyla, gördüğün, duyduğun yardıma muhtaç insanlara hep yardıma koşarsın, derdini bilirim anlarım seni, sen de inançlı kardeşlerinden yardım neden istemiyorsun? Köyün cami ve onun bağlı olduğu din kuruluşlarından, hep övgü ile bahsedersin insanlara, müslüman müslümanın kardeşi dersin senin kardeşlerin de sana yardım etsin.
Barış, düşünür :
- Aslında bu doğru, ben yıllarca ibadet kurumlarına yardım topladıklarında fazlasıyla verdim.
Ramadan:
- Süt ve yünlerden çok olmasa da para kazandın, belki evinin çatısını yaptırabilirdin.
Barış:
- Evet yaptırabilirdim  belki, o zaman çaresiz insanlara nasıl yardım ederdim. Tanrım bana yardım edecektir.

Yayla dönemi biter, Barış köye gelir gelmez koyunları sahiplerine teslim eder ve koşarak din görevlisinin yanına gider, durumunu anlatır, kendisi için din kardeşlerinden yardım toplanmasını ister.
Din görevlisi:
- Ben bunu yapamam, yetkim yok ancak benim bağlı olduğum din kuruluşuna git onlar yardım edebilir.
Barış bu sözleri duyduğunda çok sevinir, koşarak evine gider.

Barış sabahtan kalkarak din kuruluşuna gider, derdini anlatırken sözünü keserler, bağlı oldukları merkeze gitmesini  söylerler. Barış o gün din merkezine gider, en yetkiliyi bulamaz, yardımcılarından birinin yanına gider derdini anlatır, yardımcı dua edeceğini söyler, tanrı yardımcın olsun der, yardım toplayamacaklarını söyler, ülkenin din merkezine gitmesini, ancak onların belki yardım edebileceklerini söyler. Barış ellerini kaldırarak yardımcının yanında tanrım sen islam kardeşliğini koru diye dua eder. Barış oradan ayrılır, adresi alarak cebindeki parasına bakar sayar, ülkenin en yetkili din merkezine bilet alarak gider. Genel merkeze gelir bir yetkili bulur, derdini anlatır, yetkili ona şu sözleri söyler:
- Barış durumuna çok üzüldüm, tanrıya senin için dua edecem, biz ülke genelinde para toplarız fakat dış ülkedeki müslüman kardeşlerimize göndeririz, sen bir adresini gene de bırak, bu arada seni buraya kim gönderdi.
Barış:
- İslamiyette ilk yardım akrabana sonra yakın komşuna sonra yakın insanlara sonra ülkendeki fakirlere daha sonra, dış ülkelere yardım gönderilmez mi müslümanlıkta bu değil mi?
Yetkili hiç bir şey söylemez bu sözler karşısında. Barış odadan çıkarak başka yetkilerle görüşür aynı sözleri duyar, en yetkiliyle görüşmek ister bir türlü olmaz, oradan çıkarak köyüne gider. Din görevlisine olanı biteni tek tek anlatır, din görevlisi üzülür.
Din görevlisi:
- Birşey diyemem, sen zeki adamsın çok para değil evin çatısı kazanırsın, takma kafana tanrı yardım eder.
Barış:
- Olay artık evin çatısı değil hocam, bu nasıl din anlamak istiyorum.
Din görevlisi:
- Aman dikkat et dinden çıkarsın, senin kafan karışmış evine git  güzelce bir dinlen.

Diğer sayfalar:
◄ [6] , [8] ►

DEİST OLMA HİKAYEM


Ben güneydoğuda yaşayan ailesi Alevi olan bir kızdım. Alevi olsalar da haliyle İslam inançlarını taşır ve ibadetlerin Aleviliğe esas olanlarını yerine getirirlerdi. Ailem hep bizi bu Alevilik felsefesi ile büyütmeye çalıştı .Bir dine mensup olsalar da çağdaş olmaya çalıştılar. Ama hangi inanç ne kadar çağdaş olabilirdi değil mi?

Çocuk olsam da sevmediğim ve yüreğimin kaldıramadığı şeyler olmuştu hep. Küçük yaşlarda çocukların gözü önünde yapılmayacak şeylerin yapıldığının kanıtı olan ben, iyi ki de yapmışlar diyorum. Ne mi onlar?
Örneğin ; kurban bayramlarında çocukların gözü önünde kurbanları kesmeleri. Bir iki kere o ana şahit olduktan sonra bir dahaki kurban bayramının gelmemesini isterdim. O an hep gözyaşları ile o hayvanlara veda eder ,ağlayarak eve inerdim. Ama olmuyordu tabi her yıl aynı terane, aynı acımasızlık, aynı saçmalık. Çocuk olduğum halde ayrı bir bilince sahiptim hep. Bunu neden yaptıklarına aklım erdiğinde bile anlayamadım, anlam veremedim. Mantık bulamadım. 12-13 yaşlarımdan sonra kurban bayramlarında kurbanın eve geldiği gece ertesi günü bayram olacaktı haliyle. Sabaha kadar o koyunun sesini dinleyip içimden lanet okurdum. Annem yaşım büyüdükçe beni çağırıp kurbanın kesimine ve etlerin yerleştirilmesine yardım etmemi isterdi. En kötüsü sabahın erken saatlerinde millet kurbanları kesip kebap dumanlarını tüttürürdü. Bizimkiler de kurban kesildikten bir kaç saat sonra kebap hazırlığı yapmamı ve ablamlara yardım etmemi söylerlerdi. Ama 15-16 yaşlarımdan sonra kimse beni o alana sokamadı. Ve bayram boyunca yani o dört gün boyunca et yediremedi.

Bu nasıl bir aç gözlülüktür ki keser kesmez mideye indiriyor bu insanlar diye tiksinmeye başladım. Aileme karşı sözlerim hep yersiz ve anlamsız kalıyordu tabi ,bense kendimi rahatlamak için sanal ortamlarda bu yapılanın vahşet olduğunu anlatmaya çalışırdım gün boyu. Sonra etten 5-6 yıl boyunca tamamıyla kopmuş ve uzaklaşmıştım. Bu süre zarfında her geçen gün İslamiyet'teki ibadetler daha da gözüme battı. İbadet nedir ? Neden yapılır ? Yapanlar ne kazanır ? gibi birçok soruyla yüz yüze kaldım. Hepsine cevap aradım ama mantıklı bir şey bulamadım. En basiti aileme dedim ki kurbanın kesim amacı madem fakirlere o eti yedirmekse hangisine yediriyorsunuz (dağıtırlardı ama tabak tabak, yani 3'te 1'ini)? Kim tamamını fakirlere dağıtıyor? Kimse! Hepsi dolaplarına kaldırıp bir yıl boyunca yiyordu. Orada o soru geldi aklıma 'Ya bu Tanrı insanları bu kadar çok düşünse bu bayramı yapmak yerine her aile bir aileye yardım edip karnını doyursun' dese daha güzel olmaz mıydı? dedim. Ya bu Tanrı işi bilmiyor ya da ben ondan daha merhametliyim. Milyonlarca canlının o an kesilmesini isteyen Tanrı benim gözümde doyumsuz, acımasız bir egoistten başkası değildi. Yıllar yılları kovaladı. Oruç tutan ben, onda da mantık bulamayınca kopmuştum. Kendime işkence etmekten başka bir şey değildi bu. Kimin için ne yapıyordum. O benim için ne yapıyordu ? Hiç.

Bunun dışında o süreçlerde sık sık çocuk tecavüz haberleri ,bebeğe tecavüz haberleri gelirdi. Bunları duydukça dinlerde var olan Tanrı'nın ne kadar da boş, adaletsiz, merhametsiz olduğunu düşündüm. Tanrı varsa dinlerdeki gibi güçlü ve kudretli ise nasıl bu yapılan iğrençliklere göz yumabilirdi ki ? Tanrı'nın işi Kuran'daki emirleri mi yağdırmaktı sadece. Değildi tabi. Dedim ki kendime eğer ben Tanrı olsaydım bu beceriksiz Tanrı'dan daha merhametli ,daha adil olurdum. Bu Tanrı benim Tanrım olamazdı. Karar vermiştim.

Bir süre sonra kendimi kitaplara vurdum. Tanıdığım bilinçli bir aile dostu doktorun bana doğum günümde hediye ettiği kitapla bilimin aslında ne kadar da önemli olduğunu anladım. Carl Sagan 'Tanrı'nın Kapısını Çalan Bilim ' adındaki kitabı benim hayatıma bir ışık yaktı. Bu adam Tanrı'nın varlığını da inkar etmiyordu aslında. Kitapta evrimi, evrenin oluşumunu çok da güzel anlatıyordu.  Sonra bu dinin kitabı Kuran'ı okumaya karar verdim. O karar hayatımdaki en güzel karar oldu zaten. Türkçe mealini alıp günlerce okudum. Gördüm ki bu kitap Muhammed'in cinsel hayatından ve günümüz insanına göre önem arz etmeyen içeriğe sahipti. Kağıtlara mantıksız olan tüm ayetleri ve ne demek istediğini yazdım çizdim. Olmadı! Ama tümüyle bitmemişti içimdeki o his. Onun ardından hala vicdanımda bir köşede dindarlıktan bir nebze bir parça kalmışken Turan Dursun ile tanıştım. Okuduğum ilk makalesinde o parçayı da söküp attım. Ardından Osho ışık oldu bana ,hayatımı nasıl yaşayacağımı , kendimi bulmamı, aydınlanmamı sağladı.

Düşündüğüm şeyin ne olduğuna gelince google de tüm inançları tek tek okuyup kendi inandığımı bulmaya başladım. Tüm inanç ve düşünce sistemlerini. Agnostisizm, Nihilizm, Pandeizm, Deizm vs. hepsini sordum kendime senin düşüncen bu mu diye? Sonunda tek şey bana cevap oluyordu. Düşüncelerimle eşleşen Deizm'di. Yani Müslümanlıktan sonra direkt Deist oldum. Ama hep bir yerde soru işareti bırakıyorum. Düşüncelerime kilit vurmuyorum, sorgulamaya devam ediyorum. Çünkü bir daha hiç bir güç beni bir şeye körü körüne inandıramazdı. Buna izin vermeyecektim.

İyi ki aydın insanlar, bilim insanları var olmuş yoksa kapatılmış ve üstü betonlanmış bu bilincimiz daha yakın bir zamanda aydınlanır mıydı acaba?

Yazan: N.Kara

KADEŞ

A, mitoloji, mısır mitolojisi, Quadesh, Kadesh, Qedesh, Qetesh, Qudshu, Mısır Tanrıçaları, Mısır tanrıları,
Kadeş (Kedeş, Keteş, Kutşu) aslen Yeni Krallık sırasında ibadeti Mısır'a ithal edilen bir semitik (Sami'lere ait) tanrıydı. Doğa, güzellik ve cinsel zevk tanrıçasıydı. Kocası, İbadet'i Orta Krallık zamanında Mısır'a taşınan bir Suriye tanrısı olan Tanrı Reshep idi. Onun ibadeti Mısır'a yayıldığında bereket tanrıçası Min ile ilişkilendirildi. Min ve Reshep'e Kadeş'le ile birlikte üçlü olarak ibadet edildi. Kadeş'e bu iki tanrının karısı bazen ise Reşpu'nun karısı ve Min'in annesi olarak ibadet edilirdi.

Kadeş aslen bir aslanın sırtında duran çıplak bir kadın (Mısır'ın dışındaki bazı bölgelerde bu aslanın at olarak değiştiği görülür) olarak başının üstünde bir hilal ile resmedildi. Mısır panteonuna kabul edilmesinden sonra daha çok Hathor'un başlığı ile veya bir çift inek boynuzu ve bir güneş diski (Hathor ve “Ra'nın Gözü” ile bağlantılı olarak) ve dar bir kılıf elbise giyilerek tasvir edilmiştir. Sağ elinde (erkek cinsiyetini temsil ettiği düşünülen) yılanlar veya sağ elinde papirüs bitkisi (Reshep'i temsil eden) ve sol elinde lotus çiçekleri (dişi cinsel organını veya Min'i temsil eden) vardı.

Adının muhtemelen İbranice kelime "kedeş" ile ilgili olduğu düşünülmektedir. Bu kelimenin anlamı ise biraz sorunludur. Genellikle "kutsal kadın" olarak çevrilir ve (bazılarına göre), Kuedhot (Mısır'daki Hathor'la ilişkilendirilen Semitik doğa tanrıçası) olarak bilinen Aşera kültünün kutsal fahişelerini ifade eder. Aslında, Kadeş bazen ayrı bir tanrıçadan ziyade Aşera'nın bir yönü olarak düşünülür. Bununla birlikte, bazı araştırmacılar onun ayrı bir tanrıça olduğunu ve fuhuşla olan bağlantının ilk İncil metinlerinin hatalı çevirisinden kaynaklandığını ileri sürmüşlerdir. Onlar kelimenin aslında tapınak personeli ile ilgili olduğunu ve cinsel ilişkide barındırmadığını öne sürmektedirler.

Yazan & Çeviren: Anu

15 YIL TANRI VE ATEİZM | 6

Yazan: Zübeyde Savaş
15 yıl tanrı ve ateizm 6, din, Farklı tanrılar, Gerçek hayat hikayesi, Küçük çocuklara tanrı masalları, Tanrılar nasıl oluştu?, Zübeyde SAVAŞ,

15 YIL TANRI VE ATEİZM | 6

Barış Ramadan'ın sözleri açık olduğu için etkilenir güven duyar.
Barış:
- Burda kalmayı düşünüyorum, otu çok iyi gördüm, başka çoban gelmezse kalacam tanrının izniyle.
Ramadan:
- Tamam, yünler için ne istersin.
Barış düşünür aklına bir fiyat gelmez, aklına kış için peynir yapmak gelir nasıl götürecektir:
- Senden bir at istiyorum genç olacak  yanında on kiloluk sekiz bidon istiyorum kışa peynir yapıp evime götürmek için.

Ramadan güler:
- At tamam benim de işime gelir çok atım var, gülmem bidon.
Barış:
- Neden?
Ramadan:
- Ben süt topluyorum bende bidon yüzlerce ona güldüm.
Barış ve Ramadan birbirlerine bakarak gülerler.

Ramadan:
- Sen peynir yap iki bidon da bana olsun, sekiz bidon değil istediğin kadar bidon alırsın bende sorun olmaz anlaştık mı?
Barış:
- Tamam o zaman anlaştık tanrının izniyle, sen bana bu akşam bidon getir ki sabaha süt alayım koyunlardan.

Ramadan:
- Barış sen çok dürüst birine benziyorsun anlaştık, bana müsaade sana akşama bidonlarını getirim.
Ramadan ve Barış ayağa kalkar el sıkışırlar, Ramadan gider. Barış  yüce tanrım beni utandırma diye dua eder namaz kılar, koyunların yanına giderek onları tek tek sever, bana çok süt verin der. Akşam yakın  koyunları toparlarken Ramadan yaklaşır, seslenir:
- Barış köpekleri tut.
Barış bir anda korkar ve köpekleri çağırır yanına.

Ramadan:
- İşte istediğin.
Barış sürüyle uğraşırken bir şey göremez, sürüyü toparladıktan sonra Ramadan’ın yanında genç bir kır at vardır, üstünde de bir sürü bidon.
Barış:
- Hoş geldin, gel otur.
Ramadan atdan inmez:
- Benim yolum uzun geceye kalmayayım, bunlar bidonların ve bu da  elimdeki en genç atım.
Barış:
- Ben daha sana yün vermedim, bu atı alamam olmaz.

Ramadan:
- En fazla benim genç atımı çalmış olursun bu beni ne fakir seni de zengin etmez, yolum uzun bana müsaade sabah gelirim.
Ramadan atın ipini bırakır ve hızla gider.
Barış bir şey diyemez, atın yanına gider ipini tutar ve sevmeye başlar; sen ne kadar güzelsin. Bidonları alır saatlerce atı izler. Tanrı için dualarını artırır ve namazını kılar.

Barış sabah çayı demler kahvaltısını yapar, koyunların yanına giderek süt sağmaya başlar. Koyunlar sanki sıra halinde dururlar, süt sağma işi bittiğinde bidonlara baka kalır. Ramadan uzaktan kamyonla yaklaşır:
- Günaydın bu sabah çok süt almışsın.

Barış:
- Selam ben de anlamadım koyunlar çok süt verdi, yüce tanrıma teşşekkür ederim.
Ramadan ve Barış hızlıca arabaya sütleri bırakırlar.

Ramadan:
- Akşam erken gelirim sohbet ederiz.
Barış:
- Dur bir çay içelim.
Ramadan el sallayarak gider.

Barış sütün kötü olacağını düşünmemiştir, Ramadan’ın doğru yaptığını anlar.  akşama iki üç saat varken koyunlardan sütleri sağar bidonlara biriktirir. Ramadan kamyonla uzaktan görünür Barış çay demler hemen.

Ramadan:
- Merhaba çay yaylanın olmazsa olmazı.
Kamyondan inerek Barış’ın elini sıkar ve otururlar çayını yudumlar.

Barış:
- Sabah kızmıştım hemen gittin diye senden sonra düşündüm hak verdim sana.
Ramadan, süt bidonlarına bakar:
- Koyunlarından çok güzel süt alıyorsun, süt sıcakta bekletilmez, hemen bozulur. Nasıl sevdin mi atı?
Barış:
- Çok güzel fakat koyunların yünlerini kesene kadar sende dursun.
Ramadan:
- Sen bana sabah süt verdin parasını vermeden ben gittim, bu arada haftalık verecem sütün parasını.
Barış:
- Tamam bu aynısı değil.
Ramadan:
- Aynısı, önemli olan hayatda tek şey kendini bulmaktır, bunu  sende gördüm, sen tanrına inanıyor ve güveniyorsun.
Barış:
- Senin inancın yok mu?
Ramadan:
- Az, belki yok, bununda önemi yok benim için, bana göre kendini bilen insan insandır.

Barış hata mı yaptım diye düşünür, bir yandan da dikkatlice dinler.
- İnsanın en büyük düşmanı insandır, insan doymaz dünyayı yönetse, ayı, yıldızları, evreni bu böyle gider, bana göre insan akrabalarına yakın tanıdıklarına canlılara saygı duyan, geçmişte ve gelecekte yaşayanları düşünen paylaşan kişi insandır, bana say kaç insan tanıyorsun bu şekilde.
Barış düşünür bulamaz:
- Aklıma gelmiyor.
Ramadan:
- Kendini niye söylemedin.
Barış şarırmış bir durumdadır:
- Ben öyle değilim ki.
Ramadan:
- O zaman düşün kime kötülük yaptın, kimin hakkında kötü söz söyledin var mı, buraya gelmeden yaşlı insanlara iyilik yapmadın mı?
Barış şaşırır:
- Sen nerden öğrendin, ben tanrı için yardım ettim,  çok zor bir durumdalardı.
Ramadan tebessümle:
- Şu anda bütün yayla köyleri seni konuşuyor, biri çok yardım sever insan, biri tanrı gönderdi, biri fakirlerin yardımına koşan, bazıları çok zengin birisi çoban kılığına girmiş biriydi diyorlar. Genelde herkesin söylediği ve inandığı tanrı tarafından gönderilen fakirin dostu umudu tanrı dostu deniyor, peki sen hangisisin?

Barış çok şaşkın bir haldedir:
- Ben sadece acıdım kim olsa aynısını yapardı, tanrı zor durumda olanlara yardım edin der bu dinimizde vardır.
Ramadan:
- Peki tanrıya inanmasan da yaşlı insanlara yardım yaparmıydın?
Barış hiç tereddüt etmeden:
- Evet tabi yapardım.
Ramadan:
- Tamam, sizleri izleyen insanlar neden yardım etmediler sence?
Barış:
- Bilemiyorum.
Ramadan tebessüm eder:
- Bunların hiç mi inancı yoktu?
Barış:
- Kendilerini kaybetmiş şeytana uymuş insanlardı.
Ramadan:
- Barış bu sözlerimi hiç unutma, fakir cennetini, zengin parasını kaybederse dünya olmaz, neden  fakir sadece  umudu cennettir, orada nasıl zevkler içinde yaşıyacağını, sonsuz mutluluğu düşünür, dünyada yaşıyamayacağı her şeyin orda olduğuna inandırılmış ve kabul etmiştir. Zengin dünyada zevk içinde hayatını öyle yaşar ki başka nasıl zevk alırım  dünyadan diye düşünür. İnsanlar en ufak  kendilerine göre veya kendilerinden daha düşük insanların çile çektiğini gördüğünde mutlu olurlar, bu onların tek mutluluk kaynağıdır, başka türlü kesinlikle mutlu olamazlar. Bir de şöyle düşün o yaşlı insanların yanına çok saygın zengin biri gelseydi oradan hemen kaçarlardı çünkü o anda kendilerini ezilmiş hissedeceklerdi, bu belki elli veya yüz yıl içinde değişecektir insanlar gittikçe daha fazla bilime inanıyor o zamanda belki uzaylılarla bile tanışırız, benim yaşım otuz iki senin ki de yirmi, yirmi üç, bundan elli atmış yıl sonra senin yapmış olduğun yaşlı insanlara yardım aslında insanlık diyelim herkesin yapması gereken tanrının mucizesi diye anlatılcak, bir de şöyle düşünelim aynı durumda olan fakir ve borçlu milyonlarca insan vardır  bunların hiç bir hikayesi yaşadıkları söylenmiyecektir, bu insanlar tanrı mucizesi olmadan mı yaşıyacaklar? Onların yanında yaşayan insanlarda tanrı din dostu yok mu?

Diğer sayfalar:
◄ [5] , [7] ►

ZÜLKARNEYN KİMDİR ?

Yazan: Gregoire de Fronsac
GF, din, islamiyet, musevilik, Zülkarneyn kimdir?, Zülkarneyn'in kimliği, Kur'an'da Zülkarneyn, Tevrat'ta Zülkarneyn, Zülkarneyn Enlil mi?, Zülkarneyn ve Yecüc Mecüc, Zülkarneyn,

ZÜLKARNEYN'İN KİMLİK PROBLEMİ

Zülkarneyn İslam dininin kutsal atfedilen kitabı Kur'an'ın , Kehf Suresi'nde geçen bir kişidir. Peygamber olup olmadığı ise  tartışmalıdır. Kendisiyle ilgili anlatı Ye'cüc ve Me'cüc'ü de içerir ki bu bağlamda benzeri anlatılar Tanah'ta da bulunur. Kur'an'daki anlatıda kim veya ne oldukları açıklanmayan Yecüc ve Mecüc'ü engellemek için bir set inşa ettiğinden söz edilir. Hangi çağda yaşadığı belirtilmemiştir.

Zülkarneyn kelimesi Arapçadır. Zü, sahip ve mâlik demektir. Karn ise boynuz, perçem, tepe, zaman, güneş anlamlarına gelir. Karneyn, karn'ın tesniyesi yani iki tanesi demektir. Buna göre Zülkarneyn kelimesi iki boynuz sahibi şeklinde tercüme edilebilir.

Kur'an da isminin zikredildiği ayetler ise şunlardır ;
"Bir de sana Zülkarneyn hakkında soru soruyorlar. De ki: “Size ondan bir anı okuyacağım.”
Biz onu yeryüzünde kudret sahibi kıldık ve kendisine her konuda bir yol verdik.
O da bir yol tuttu.
Güneş'in battığı yere varınca onu siyah balçıklı bir su gözesinde batar buldu. Orada bir kavim gördü. “Ey Zülkarneyn! Ya cezalandırırsın ya da haklarında iyilik yolunu tutarsın” dedik.
Zülkarneyn, “Her kim zulmederse biz onu cezalandıracağız. Sonra o Rabbine döndürülür. O da kendisini görülmedik bir azaba uğratır” dedi.
“Her kim de iman eder ve salih amel işlerse ona mükâfat olarak daha güzeli var. O'na emrimizden kolay olanı söyleyeceğiz.”
Sonra yine bir yol tuttu.
Güneş'in doğduğu yere ulaşınca onu, kendileriyle Güneş arasına örtü koymadığımız bir halk üzerine doğar buldu.
İşte böyle. Şüphesiz biz onun yanındakileri ilmimizle kuşatmışızdır.
Sonra yine bir yol tuttu.
İki dağ arasına ulaşınca bunların önünde neredeyse hiçbir sözü anlamayan bir halk buldu.
Dediler ki: “Ey Zülkarneyn! Ye'cüc ve Me'cüc yeryüzünde bozgunculuk yapmaktadır. Onlarla bizim aramıza bir engel yapman karşılığında sana bir vergi verelim mi?”
Zülkarneyn, “Rabbimin bana verdiği daha hayırlıdır. Şimdi siz bana gücünüzle yardım edin de sizinle onların arasına sağlam bir engel yapayım” dedi.
“Bana demir madeni getirin” dedi. İki yamacın arasındaki boşluğu bir hizaya getirince “Körükleyin!” dedi. Demiri eritip kor yapınca da “Bana erimiş bakır getirin, bunun üzerine boşaltayım” dedi.
Artık onu ne aşabildiler, ne de delebildiler.
Zülkarneyn, “Bu, Rabbimin bir rahmetidir. Rabbimin vaadi gelince onu yerle bir eder. Rabbimin vaadi gerçektir” dedi.(Kehf 83-98 )

96. ayet için Diyanet İşleri Başkanlığı mealinde şöyle bir dipnot mevcuttur: "Kur’an’da “zübera’l-hadîd” şeklinde geçen ibare “demir parçaları”, “demir kütleleri” diye çevirilmiş ise de biz “demir madeni” diye çevirmeyi tercih ettik". Ayrıca 98. ayetteki vaad kelimesi Kıyamet'e yakın zaman dilimi (âhir zaman) olarak algılanır ve Ye'cüc ve Me'cüc'ün Dünya'yı istila etmesi kıyamet alametlerinden birisi olarak yorumlanır.


ZÜLKARNEYN'İN KİMLİĞİ PROBLEMİ
Zülkarneyn karakterini, kelime anlamının çift boynuz sahibi olması nedeniyle (çift boynuzlu miğfer takan) Büyük İskender'e veya Ebu'l Kelam Azad,Muhammed Hüseyin Tabatabaî  ve Nasir Mekarim Şirâzî gibi tefsir âlimleri tarafından ve bâzı Hıristiyanlarca Büyük Kiros'a atfedilir.

Kur'an'da kimlik tanımı flu çizgilerle yapılmış efsanevî bir komutan veya kral olduğu anlaşılan Zülkarneyn’in demir işlemeyi bildiği göz önüne alındığında Demir Çağı'ndan sonra yaşadığı anlaşılır. Sınırları doğu ve batıda olabilecek en geniş noktalara ulaşan bir devlet veya hükümranlığın başını temsil ediyor. Başarılarının büyüklüğü, kendisini Tanrı’nın desteklediği efsanesinin yerleşmesine yol açıyor. Başında savaşlarda kullandığı çift boynuzlu kaska atfen Zülkarneyn (çift boynuzlu) ifadesi kullanılıyor. Hikâyenin buraya kadarki kısmı Büyük İskender ile uyumlu gözüküyor ve Kur'an yorumcularının çoğu Zülkarneyn’in İskender olduğu sonucuna ulaşıyor.Ancak hikâyenin diğer parçaları başka coğrafyalardan derlenmiş unsurlardan oluşuyor. İskender’in demir kitleleri ile inşâ ettiği Zülkarneyn Seddini inşa edenin kimliği, seddin harcı ve kimlere karşı (Ye'cüc ve Me'cüc) yapıldığı göz önüne alındığında yorumcuların aklını karıştırıyor ve Zulkarneyn için sonu olmayan kimlik arayışlarına, hatta onun Muhammed'in kendisi olduğu iddialarına yol açıyor.

Kur'ana göre Süleyman’a krallık, Lokman’a hikmet, Zülkarneyn’e de ‘sebep’ verilmiş.
‘Sebep’ kelimesi Kurân da sadece 8 yerde geçiyor. Bunların 4’ü Zülkarneyn ayetlerinde. Diğerleri de göğe çıkmaya yarayan vasıta anlamında kullanılmış.

"Kim Allah’ın dünyada ve âhirette kendisine yardım etmeyeceğini sanıyorsa; bir SEBEPLE göğe uzansın, sonra öteki ilişkilerini kessin de bakıversin: Oyunu, öfkelendirdiği şeyleri gerçekten giderecek mi? "
Hac : 15 

"Yoksa göklerin, yerin ve bu ikisi arasında bulunanların mülk ve saltanatı onların mı? Eğer öyleyse SEBEPLER içinde yükselsinler."
Sad :10

"Firavun dedi ki: “Ey Hâmân, SEBEPLERE ulaşabilmem için bana yüksek bir kule yap!”
Mü’min : 36

"Göklerin SEBEPLERİNE ulaşırsam, Mûsa’ın tanrısına, da ulaşırım. Ben onun yalancı biri olduğunu düşünüyorum.” Firavun’a, yaptığı işin kötülüğü bu şekilde süslü gösterildi de yoldan saptırıldı. Firavun’un tuzağı hep kayıptadır."
Mü’min : 37

"Biz onun için yeryüzünde güç ve saltanat hazırladık ve ona herşeyden bir sebep verdik.
O da bir sebebi izledi."
Kehf :84-85

"Sonra bir sebebi daha izledi."
Kehf : 89

"Sonra yine bir sebebi izledi."
Kehf: 92

Bu ayetelerden yola çıkarak Zülkarneyn’e verilen SEBEB’in yükselmeyle alakalı , yükselmeye yarayan bir araç-vasıta olabileceğini düşünebiliriz.
Şimdi birde Zulkarneyn Tevratta nasıl aktarılıyor ona bakalım ;

"Ve gözlerimi kaldırıp baktım ve işte ırmağın önünde bir koç durmaktaydı.Ve koçun iki boynuzu vardı. İki yüksek boynuz. Ama biri, öbüründen daha yüksekti. Yüksek olanı sonradan çıktı. Koçu, batıya, kuzeye ve güneye doğru tos vurmakta gördüm."
“Ve ben düşünmekteyken işte batıdan, tüm yeryüzü üzerinde, ayağı yere dokunmayan bir teke geldi. Tekenin gözleri arasında, göze çarpan bir boynuzu vardı. Ve ırmağın önünde durmakta olduğunu gördüm. İki boynuzu olan koçun yanına geldi. Ve tüm gücüyle onun üzerine seğirtti… Ve ona karşı kudurdu ve vurup koçun iki boynuzunu kırdı…" (8:3-7.)

"Ve vaki oldu ki ben, Daniel (Danyal), bunları görünce, anlayayım diye araştırdım. Ve işte karşımda biri durdu. Bir insan görünüşündeydi. Ve Ulay Irmağı ortasından bir adam sesi işittim. Şöyle sesleniyordu: ‘Cebrail!Gördüğünün anlamını bu adama anlat!’ Ve durduğum yere yakın geldi. Ve gelince ben korkup yüzüstü kapandım. Ve bana şöyle dedi: ‘Ey Âdemoğlu! Bu gördüğün, ‘ahir zaman alameti’dir. Dinle!’ Ve benimle söyleşirken, yüzüm yerde olarak derin uykuya daldım. Ve bana dokunarak beni ayağa kaldırdı. Ve şöyle konuştu: ‘İşte Tanrı gazabının sonunda ne olacağını ben sana bildiriyorum! Çünkü gördüğün, ahir zamanı belirtmek içindir:
"Gördüğün iki boynuzlu koç, Medya ve Fars Krallarıdır.
‘”O kıllı teke de, Yunan Kralıdır. Gözleri arasında olan büyük boynuz, birinci Kraldır." (8: 15-21.)


Hristiyanlarca Eski Ahit, Yahudilerce Tora olarak adlandırılan, Kur’an’ı Kerim’in ise Tevrat olarak isimlendirdiği metinlerinde yer alan, dağınık, coğrafî, tarihi ve biyografik belirsizliğe boğulmuş bir halde, Zülkarneyn’e mal edilen anlatımlar; hidayete yönelik mesajlardan ziyade mitolojik, efsanevî metinler mesabesinde anlatımlar olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bu hususun daha iyi anlaşılması açısından Tevrat’ta yer alan, kral teması işlenen metinlerinden örnekler vermekte yarar var ;

"Pers Kralı Koreş’in krallığının birinci yılında RAB, Yeremya aracılığıyla bildirdiği sözünü yerine getirmek amacıyla, Pers Kralı Koreş’i harekete geçirdi." Ezra 1. Bab, 1

"Babil Kralı Nebukadnessar’ın Babil’e sürgün ettiği insanlar yaşadıkları ilden Yeruşalim ve Yahuda’daki kendi kentlerine döndü." Ezra 2. Bab, 1

"Şimdi sana gerçeği bildireceğim: Pers krallığında üç kral daha ortaya çıkacak. Ama dördüncü kral öbür üçünden daha zengin olacak. Zenginliği sayesinde elde edeceği güçle herkesi Grek ülkesine karşı kışkırtacak." Daniel 11.Bab, 2

"Asur Kralı İsraillilerin yerine Babil’den, Kuta’dan, Avva’dan, Hama ve Sefarvayim’den insanlar getirtip Samiriye kentlerine yerleştirdi."  2. krallar 17. Bab, 24

Yecüc ve Mecüc anlatıları Tevrat ve İncilde Gog ve Mogog isimleriyle anılıyor. Her iki dinin yorumcuları da Yecüc ile Mücüc’ü daha çok bir insan ırkı olarak nitelemiştir.
Moğollar, İskitler, Çinliler, Kırgızlar gibi ırklar genellikle Yecüc Mecüc olarak nitelenmiştir.

Kur'an'ın Kehf Suresi'nin Orhun Yazıtları ile olan birebir benzerliğine dayanarak Zülkarneyn'in Bilge Kağan veya antik çağda yaşamış bir başka Türk komutan veya Oğuz Kağan olduğu da iddia edilir. Türk efsanelerinde Türk hakanının gökten bir ağaç kovuğuna inen kızlarla evlenmesi, Türk adı ile kurulan ilk devletin uzayla ilgili bir ad ile kurulması ("Gök"Türkler), bir efsanede dağa bakır dökülerek kapatılması ve bir müddet sonra körüklerle eritilmesi ve yolun tekrar açılması, kadim Orta Doğu kazılarında şaşırtıcı şekilde bu kültüre ait izlerin bulunması, Muhammed'den nakledilen hadislerin bulunması gibi hususlar bu son iddiayı güçlendiriyor gibi..

Yorumlarında çağdaş unsurları kullanan bâzı modernist yorumcular ise onun gezegenler arası seyahat yapabilen bir zaman yolcusu olduğunu ileri sürüyorlar.

Şimdi tüm bu bilgileri kısaca özetleyip toparlayalım ;
  • Çift boynuzlu (muhtemelen miğfer)
  • Uzay aracı benzeri bir vasıtaya sahip (Sebep)
  • Çift zamanlı (Zaman mefhumu yok)
  • Kahraman ve adaletli biri .
  • Peygamber değil.
Peki gerçekten kim bu Zulkarneyn ?
Büyük İskender mi ?
Bilge Kağan mı ?
Yemen Kralı mı ?
Pers Kralı mı ?
Yada diğer iddialarda anlatılan başka bir Kral , Hükümdar , Melik yada komutan mı ?
Bunların hiç biri olduğunu düşünmüyorum açıkçası.
Benim şahsi fikrim, Yahudiler'in , sümer tabletlerinde yazan hikayeleri Babilden devşirerek kendi kitaplarına aktarmış oldukları yönünde.
Yani kısacası bu da yine Enlil'in hikayesi..
Madenciliği, uçması, istediği anda istediği yerde olması (zaman mefhumunun olmaması), başka yıldızlara seyahat edebilmesi..
Tüm bunlar sümer tabletlerini ve Enlil'in hikayesini fazlasıyla anımsatıyor bize..
Tabi bu bilgi aktarımının zamanla farklı hikâyelerle karıştığı , farklı kral ve hükümdarlardan etkilenerek değişime uğradığı da göz ardı edilemez..
Her daim sevgi ve umutla kalın dostlar.

ATEİST OLMA HİKAYEM

sizden gelenler, din, Ateist olma hikayem, Neden Ateist oldum?, Nasıl Ateist oldum?, Allah var mı?, Vicdan ve akıl, ateizm,
20 yıl dini bütün bir ailede yaşadım. Her kuralın mantığını sorgularım bu yüzden kuranı da hocaların tefsirlerine göre yorumlayarak anlamlandırmıştım. 2009 yılında hac vazifem sırasında alışveriş yaptığımız kabenin arka sokaklarında 1 adam karısını ve yaklaşık 2 yaşlarındaki çocuğunu tekme tokat eve sokmaya çalışıyordu.

Kilometrelerce uzaktan biz bu kabeye hiza durup namaz kılıyorken adam kabenin arkasında zulüm ediyor?? 2 yaşındaki bebenin imtihanı ne olabilir? Üstelik kimse kimsenin günahını yüklenmez diye ayet varken...?

Üniversitemdeki ilahiyat bölümü doçentinin konuşmalarından dinden uzak olduğunu anladım. O yıllarda hala var olan ablaların arasına karışıp sohbetlere gittik ve bende yeni yeni oluşmaya başlayan soru işaretlerini hocaya sordum.Yüzündeki gülümsemeyi unutamıyorum.Bana sorgulamaya devam et dedi.

Üni. kütüphanesinden bulduğum dinler tarihi, tevrat, incil, kuran hadis kitaplarını....Tarih ve arkeoloji bölümünden bulduğum sümer tarihi,sümer tabletleri,gılgamış,mezapotamya ve eski mısır uygarlıkları,fen bölümünden bulduğum kozmoloji ve astrofizik yayınları ,deneyler....felsefeden görüşler....kısacası sorularım cevaplarını sadece kuranda değil her yerde aradım....Ama bulduğum tek şey şuydu...İnanmak istediğim için inanıyordum ve korkuyordum...O korkuyu küçüklükten sokmuşlar içimize ya yanacağız çünkü....:/

Kuranı sübyan okulunda ezberlemeye başlamıştım...30 yaşına kadarda bir çok mevlütte ve gecelerde...Perşembe kuranlarında onlarca kez hatmettim.


Teker teker ayetleri okuyup genel durumla bağlantı kurmaya çalışınca o bağın aslında hiç olmadığını fark edip dinden çıktım...Dinler tarihindeki tüm dinler insanların kendi istekleri doğrultusunda uydurup yaydığı inanç zincirlerinden başka bir şey değildi....Dinden çıkacak mıyım korkusuyla ayetleri telaşla değiştirmeye çalışan bir sürü insan türemişti...Bir ayetin anlamını 10 farklı çeşit söylüyorlarda hangisi doğruydu? Çelişkiler dalga dalga yayıldı...Kimse ne söyleyeceğini bilemez durumdaydı...

Ve düşündüm...Peki allah? O var mı?

Burada devreye vicdanım girdi...Bana öğretilen allah sonsuz kudret sahibi,sonsuz merhametli,affedici,hoşgörülü...Esmai Hüsnanın bütün sıfatlarına uygundu...Ama olamazdı...

Dünyadaki sınav adı altındaki gidişatta allahın görevi hiç yoktu...Hiç müdahale yoktu...Ama kuranda savaşlara müdahale etmişti...yardımcı olmuştu...

Bunda bir terslik olduğu apaçık ortadaydı...Bir yaratıcının var olamayacağı gerçeği her gün gelen tecavüz taciz haberleriyle yüzüme tokat gibi çarptı...Şeytanla pazarlık yapması...Yakacağını bildiği insanları yaratması....ve bir çok neden bu gerçekle yüzleşmem gerektiğini bana kanıtladı...

Dinden çıkmamak için çok çaba sarfettim çünkü 20 yılımın tamamen bir yalandan ibaret geçtiğini bilmek beni üzmüştü...

Yaşayacak zamanım kaldıysa bunu sonuna kadar değerlendireceğime kendime söz verdim...Çalışıyorum çabalıyorum baş etmeye çalışıyorum ama allah demiyorum çünkü allah diyip el açtığım zamanlarda zaten beni hiç duymamıştı...
Gerçeklerle yüzleşmeniz dileğiyle.....

SİZDEN GELENLER | Yazan: Ozberk Kas

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)

HERMES TRISMEGISTUS KİMDİR ?

Hermetizm, Hermes Trismegistus, Hermetika, Hermetik Corpus, Hermes ve Thoth, mitoloji, Yunan tanrısı Hermes, Putperest peygamber, Zümrüt Tablet, Isaac Newton, A, Açıklanamayanlar,
Hermetizm'in temeli olan ve bir dizi kutsal metinlerin yazdığı Hermetika (Hermetik Corpus) 'a göre Hermes Trismegistus gizemli bir isimdir.

Birçok yazar onu Yunan Tanrısı Hermes ve Mısır Tanrı Thoth ile ilişkilendirir. Örneğin Thot, bilgiyle yoğun bir şekilde ilişkiliydi. Mısır mitolojisinde, Toth kozmosta düzeni sürdürmede çok önemli bir rol oynamıştır ve büyük ölçüde sihir, yazı ve bilimin gelişimi ile ilişkilendirilmiştir.

Antik Yunan mitolojisinde Hermes, din ve mitoloji Tanrısı olarak anılmıştır. Sık sık tanrıların elçisi ve habercisi olarak karşımıza çıkar. Ayrıca Hermes, Roma tanrısı Merkür ile tanımlanır.

MISIR İLE BAĞLANTISI
Gizli literatürde Hermes Trismegistus'dan simyayı yaratan ve günümüzde hermetizm olarak bilinen metafizik inanç sistemi geliştiren bir Mısır bilgesi olarak Thoth ile eşdeğer tutulur.

Bir dizi orta çağ düşünürü için Hermes Trismegistus, Hristiyanlığın ortaya çıkışını açıklayan putperest bir peygamberdi.

Hermetizm, Hermes Trismegistus, Hermetika, Hermetik Corpus, Hermes ve Thoth, mitoloji, Yunan tanrısı Hermes, Putperest peygamber, Zümrüt Tablet, Isaac Newton, A, Açıklanamayanlar,
ZÜMRÜT TABLET VE ISAAC NEWTON
Simya çalışmaları onunla bağlantılıydı, Zümrüt Tablet bizzat Isaac Newton tarafından Latince'den İngilizceye tercüme edilmiştir.

Bu, Isaac Newton’un Zümrüt Tablet çevirisidir. Cambridge Üniversitesi'nin Kral Kütüphanesi'nde bulunan simya makaleleri arasında keşfedilmiştir.

Hiç yalan olmadan doğrudur , kesindir ve çok gerçektir.
Aşağıda olan yukarıda olan gibidir, yukarıda olan da aşağıda olan gibidir , ve birlikte tek bir şeyin mucizesini gerçekleştirirler.
Ve bütün her şey bir olandan geldiğinden , bir olanın düşüncesinden gelmiştir. Böylece her şey bu tek olandan uyum sağlayarak çıktı.
Güneş onun babasıdır, Ay annesidir. Rüzgar onu karnında taşımıştır, toprak beslemiştir.
Dünyanın bütün gücünün babası budur. Onun gücü eğer toprağa dönerse her şeye yeter.
Toprağı ateşten ayıracaksın, sübtil olanı kalın olandan; bu büyük bir maharetle olmalı
Topraktan gökyüzüne çıkacak ve yeniden toprağa inecek , ve yukarıda ve aşağıda olanın gücünü alacak. Bununla bütün dünyanın zaferi senin olacak; bunun için bütün karanlık senden uzaklaşacak.
Bu bütün kuvvetlerin en kuvvetlisi; çünkü her sübtil şeyi yenecek, her katı şeyin içine girecek.
Dünya da böyle yaratıldı.
Hayranlık verici biçimler bundan çıktı , bunların ortamı buradadır.
Bu yüzden bana Üç Kere Büyük Hermes denir , çünkü bütün dünyanın felsefesinin üç bölümü de bana aittir. Güneş’in yaptıkları hakkındaki söylediklerim böylece bitiyor ve tamamlanıyor.

Ayrıca felsefede Hermes Trismegistus ile yoğun bir şekilde bağlantılıdır.
Bununla birlikte, varlığı hakkında kesin kanıtların bulunmaması nedeniyle özellikle de ezoterizmin yeniden dirilişinden sonra bir tarihsel figür olarak Orta Çağ'da hayali bir biçimde inşa edilmiştir.

Avrupalı simyacılar Zümrüt Tablet'i sanatlarının ve hermetik geleneklerinin temeli olarak kabul ettiler.

Eski Mısır inançlarına göre, tanrılar eski Mısır'ı fani firavunlardan daha önce yönetmiştir. Bu Tanrılar uygarlaşmış ölümlü kurallarını onların bilgilerine aktarıyordu.

Mısır tanrısı Thoth, bilgelik tanrısı ve sihirbazların koruyucusuydu. Ayrıca tanrıların bilgisini içeren kayıtların koruyucusu ve katibi idi.

İskenderiye'li Klement, Mısırlıların, Mısır rahiplerinin bütün öğretilerini içeren büyülü/cinli 42 kutsal yazıya sahip olduğunu tahmin ediyor. İskenderiye'li Klement, İskenderiye Hristiyan Okulunda ders veren bir Hristiyan ilahiyatçıydı.

İKİ TANRININ BİRLEŞMESİ
Sonunda Yunan Tanrısı Hermes ve Mısırlı meslektaşı Thoth astroloji ve simyanın koruyucusu olarak birleştirildi.

Hermes Trismegistus'a atfedilen sağ kalan metinler olan Asclepius ve Hermetik Öğreti, Hermetica'nın en önemlileridir.

Rönesans sırasında, Hermes Trismegistus'un Hz.Musa'nın moderni olduğunu kabul eden birçok bilim adamı geldi. Sonunda, bu fikir, Hermetik yazıların MS ikinci veya üçüncü yüzyıldan daha önce yazılmamış olduğu anlaşıldıktan sonra ortadan kalktı.
Ayrıca Seyyid Ahmed Amiruddin gibi bazı yazarlar, Hermes Trismegistus'un Gize Piramitlerinin kurucusu olduğuna inanmaktadır.

Diğer alimler, Hermes Trismegistus ve Hz. Muhammed arasında bir bağlantı olduğunu söylemektedirler.

Miraç gecesinde cennete seyahat ettiğine inanılan Hz. Muhammed, Arap soy bilimcilerin iddialarına göre Hermes Trismegistus'un soyundan gelebilir. Suriye'deki Memluk döneminden çok etkili bir tarihçi, yorumcu ve bilgin İbn Kesir şöyle demiştir:

“İdris'e gelince… O, bir soy bilimciye göre Hz.Muhammed'in soy ağacı zincirinde bulunmaktadır… İbn İshak, kalemle yazan ilk kişi olduğunu söylüyor. Onunla Adem'in hayatı arasında 380 yıllık bir süre vardı. Akademisyenlerin çoğu, bunun hakkında ilk konuşanın o olduğunu iddia ediyorlar ve ona Üçlü Hermes [Hermes Trismegistus], ”- İsmail ibn Kesir (kaynak) diyorlar."

Yazan & Çeviren: Anu

ANTİK SİTELER ARASINDAKİ AÇIKLANAMAYAN BENZERLİKLER

Göbekli Tepe'de bulunan tasarım öğeleri, Paskalya Adası'ndaki devasa Moai Heykelleri, Tiahuanaco ve dünyadaki diğer antik yerler üzerinde de bulunur. Bu nasıl mümkün olabilir?

Atalarımızı, kültürlerini, kökenlerini ve yaşam biçimlerini incelediğimiz gerçeğine rağmen, geçmişimizle ilgili birçok soruyu cevaplayamadık.

Dünyanın dört bir yanına dağılmış olan sayısız anıt, atalarımızın geride bıraktığı eski bir mesajdır, kapsamlı çalışmalara rağmen, henüz çözemediğimiz bir mesaj.

Dünya üzerindeki en esrarengiz antik tapınaklardan biri ülkemiz Türkiye'de Urfa şehrinde bulunuyor.
Orada araştırmacıların MÖ 9.600 civarında yapıldığını söyledikleri antik bir tapınak kompleksi bulunmakta.

A, Açıklanamayanlar, Göbeklitepe, Açıklanamayan benzerlikler,Antik siteler,Antik kazılar,Anik heykellerin benzerlikleri,Antik heykellerdeki duruş,
Göbekli Tepe birçok uzman tarafından dünyanın en eski tapınağı olarak düşünülür fakat önemine rağmen çok az şey biliyoruz.

Bu antik tapınak kompleksi sadece çağından dolayı önemli değil, çünkü kimler tarafından yapıldığı ve ilginç bir şekilde sunduğu sembolizm ile aynı zamanda büyük bir önem taşıyor,.

Göbekli Tepe'ye yakından bakarsanız, dünyanın birçok yerinde bulabileceğimiz tuhaf bir duruş ve sembolizm fark edeceksiniz. Örneğin, Paskalya Adası'ndaki Moai ile Göbekli Tepe'deki sütunlar arasında ilginç bir benzerlik göze çarpıyor. Her iki arkeolojik alanda da eski inşaatçılar aynı sembolojiyi (duruşu) kullanmışlardır.

Peki bu sadece bir tesadüf mü?
Göbekli Tepe'nin arkeolojik alanı, ana yapı motifi 30 ila 60 ton arasında değişen büyük taş sütunlar olan birkaç tapınaktan oluşmaktadır.

Her nasılsa, binlerce yıl önce, “ilkel” kültürler taş ocağı işletmeyi, taşımayı ve bir şeyler inşa etmeyi başarabilmemiz gerektiğini söyler.

Bu esrarengiz T-şekilli sütunlar, tilki, aslan, yılan gibi bir çok hayvanın tasvirleriyle karmaşık bir şekilde dekore edilmiştir.

Ancak Göbekli Tepe'deki çeşitli hayvan tasvirlerine ek olarak bazı sütunlarda insansı karakteristik özellikleri olan heykeller görüyoruz.

Göbekli Tepe'nin T şeklindeki dikilitaşlarının yüzeyinde ve insansı eller vardır ve araştırmacılarca bu insanın tasfiri olarak düşünülmektedir.

Göbekli Tepe'nin kurucuları, t-biçimli heykellerinin üzerine tanrılarının temsili olanın uzun el ve kollar oymuşlardır.

Bununla birlikte bu son derece ilginç sembolizm sadece Göbekli Tepe'ye özgü değildir ve dünyanın dört bir yanındaki çeşitli arkeolojik sitelerde bulunur.

Dünyanın dört bir yanından Pasifik Okyanusu'nun ortasındaki Paskalya Adası'na doğru gidersek, büyük Moai heykellerini ve onların Göbekli Tepe'nin taş sütunlarına benzer bir şekilde ilginç sembolizmlerini görürüz.

Büyük Moai heykeli elleri göbeğinin üzerinde bulunur halde, kutsal bir pozisyonda, karmaşık bir şekilde oyulmuştu. Pek çok yazar bu duruşun doğum veya yeniden doğumu tasvir etmeyi amaçladığını kabul eder.

Fakat bu sembolizmin hem Göbekli Tepe'de hem de Paskalya Adası'nda olması ve aynı olması nasıl mümkün? Bu sadece bir tesadüf mü?

Cilalı taş devrine ait yerleşmeler olan ve Türkiye'de bulunan Nevali Çori ve Kilisik'in benzer tasarım unsurlarını barındırdığı göze çarpmaktadır.
Ama bu kadar da değil.

Bolivya'daki Tiahuanaco, Meksika ve Mezopotamya'daki arkeolojik sitelerdeki heykeller de aynı sembolizme sahiptir; Elleri bir araya gelen büyük taş heykeller.

Cevap aranan soru şu: "Bu antik kültürlerin arkeolojik sitelerinin tümünü birbirine bağlayan şeyin ortak bir tasarımcısı olması mümkün mü?"

Yazan & Çeviren: Anu

MUHAFAZAKARLIĞIN ÇELİŞKİSİ

Diyanet işleri başkanlığı yediği haltı temizlemek için Cuma namazlarında hutbe okutmuş... Ancak hutbede bir özür duyan var mı?? Yoook; biz bir halt ettik, özür dileriz bir daha yapmayacağız demek yerine "çocukları evlendirmeyin, küçük yaştaki çocukları evlendirmek günahtır" diyor... Ulen zaten 9 yaşını geçeni büyük kabul ediyorsun ya!? 9 yaşında bluğa erdi deyince zaten onun çocuk vasfını kendi zihniyetine göre kaldırmış oluyorsun!!

Neyse bunu geçelim; aslında bu olay muhafazakar kesimin kendi içindeki bir çelişkiyi de ortaya çıkardı... Hz. Aişe'nin ağzından olduğu ileri sürülen bir hadise göre ve başka bir grup hadise göre peygamberin Aişe ile 6 yaşında iken evlendiği ve 9 yaşında da birlikte olduğu söyleniyor. Bu aslında hatalı ama işte sorgu olmayınca öyle kabul edip küçük kızların haysiyetiyle oynuyorlar...

Muhafazakar kesim, aslında bu çelişkiyi yaşıyor. Bir yanda İran'da laiklik çağrılarını duyuyor. Bir yanda yurtlarda, cemaatlerde tacizlerin yaygınlaştığını görüyor, bir yandan artık yolsuzluğa arsızlığa eyvallah deyip savunuyor ama kendi içinde bunların yanlış olduğunun farkında ve bu durumda söylenen ilk söz şu oluyor: "Ülkede kanunlar var ve yaş sınırı bellidir." Yani Medeni kanuna ve anayasaya sığınılıyor, sözde elbette...

İşte muhafazakar kesimin hatası bu; 21. yüzyılda 14 yüzyıl öncesini bugüne aktarmaya çalışınca, dinin zaman içinde içine yerleşmiş hurafeler, her türlü yalan dolan, pislik de aynı şekilde ortaya çıkıyor. Herşey mükemmel olacak zannederken, her yer güllük gülistanlık olacak zennederken bir b-k çukurunun ortasında buldular kendilerini...

SİZDEN GELENLER | Yazan: S. Başgöz

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)

KUR'AN'DA MİRAS PAYLAŞIMI ÇELİŞKİSİ

din, islamiyet, Kur'an çelişkileri, Kur'an'da miras paylaşımı, Kur'an'ın hatalı miras hesabı, Kur'an'ın matematiksel hataları, A, Nisa 12, Nisa 11,

KUR'AN'DA MİRAS PAYLAŞIMI ÇELİŞKİSİ

Bir tanrı düşünün : Sonsuz güç ve kudret sahibi. Bir "ol" demesiyle her şey oluyor. Olacak her şeyi önceden görüp biliyor. Hatasız ve kusursuz. En ufak ama en en ufak bir biçimde hata yapmıyor. Mükemmel ötesi bir varlık.

Bu hatasız, kusursuz ve kudretli tanrı yarattığı sonsuz evrende yer alan dünya adlı bir gezegendeki, yine yarattığı insanlarla iletişime geçmek istiyor. Kendini göstermiyor ve insanlar arasından seçtiği bir elçi aracılığı ile onlara şöyle 2 ayet gönderiyor :

Nisa Suresi 11. Ayet : "Allah size, çocuklarınız hakkında, erkeğe, kadının payının iki misli (miras vermenizi) emreder. (çocuklar) İKİDEN FAZLA KADIN İSELER, ÖLÜNÜN BIRAKTIĞININ ÜÇTE İKİSİ ONLARINDIR. Eğer yalnız bir kadınsa yarısı onundur. ÖLENİN ÇOCUĞU VARSA, ANA-BABASINDAN HER BİRİNİN MİRASTAN ALTIDA BİR HİSSESİ VARDIR. Eğer çocuğu yok da ana-babası ona varis olmuş ise, anasına üçte bir (düşer). Eğer ölenin kardeşleri varsa, anasına altıda bir düşer."

Nisa Suresi 12. Ayet : "Yapacakları vasiyetten ve borçtan sonra eşlerinizin, eğer çocukları yoksa, bıraktıklarının yarısı sizindir. Çocukları varsa bıraktıklarının dörtte biri sizindir. Çocuğunuz yoksa, sizin de, yapacağınız vasiyetten ve borçtan sonra, bıraktığınızın dörtte biri onlarındır (zevcelerinizindir). ÇOCUĞUNUZ VARSA, BIRAKTIĞINIZIN SEKİZDE BİRİ ONLARINDIR (ZEVCELERİNİZİNDİR). Eğer bir erkek veya kadının, ana babası ve çocukları bulunmadığı halde malı mirasçılara kalırsa ve bir erkek yahut bir kız kardeşi varsa, her birine altıda bir düşer. bundan fazla iseler üçte bire ortaktırlar. Kimse zarar görmesin; Allah’ın hükmü budur. Allah her şeyi bilendir, ilim sahibidir."

Yani bu hatasız ve kusursuz varlık; bu iki ayet ile insanların ölümlerinden sonra miraslarının nasıl paylaşılacağını söylüyor. "Bakın mirasınızı benim söylediğim bu şekilde paylaşacaksınız" diyor.

Şimdi yukarıdaki ayetlere dayanarak bir adamın öldüğünü; geride 3 kız evlat, ana-babasını ve karısını bıraktığını düşünelim. Bu durumda büyük harflerle yazdığım yerdeki durum ve hisseler geçerli olacaktır. Şimdi bu hatasız ve kusursuz tanrının söylediği paylaşımı yapalım :

Üç kız evlada mirasın 2/3'ü
Ana ve babanın her birine 1/6
Karısına 1/8 kalacaktır.

Matematiksel olarak paylaşımı yapalım :
(2/3) + (1/6) + (1/6) + (1/8) = 27/24 Yani 1,125 bulunur. Oysaki bu oranın 24/24 yani 1 (bir) çıkması lazımdı. Yani miras fazla vermiş, ortada bulunan mirastan fazla paylaşım yapılmış oluyor. Konuyu daha iyi anlamak için somut örnekle açıklayalım :

Adam ölsün ve geride 96 Lira bıraksın. Bu 96 liranın :
2/3 ü yani 64 lirası üç kız evladın
1/6 sı yani 16 lirası annenin
1/6 sı yani 16 lirası babanın
1/8 i yani 12 lirası eşinin

Şimdi bölüşülen miras paralarını topladığımız zaman ana miras miktarını yani 96 lirayı vermesi lazım değil mi ? Toplayalım :

64+16+16+12 = 108

Miras 96 liraydı ama paylaşılan miktarları toplayınca 108 lira çıkıyor. Yani kusursuz, hatasız ve mükemmel tanrının verdiği oranlarla miras paylaşımı yapılamıyor. İmkansız oluyor. Hatta baksanıza, mirası dağıtırken dağıtmaya çalıştığımız miras bile çoğaldı, nasıl mucize ama? Bu nasıl hatasız tanrı ? Bu tanrı matematiği bilmiyor mu ? Sen kalk sonsuz evreni, trilyonlarca yıldızı, galaksiyi, gezegeni yarat, insanı yarat ama en basit toplama-bölme olayını dahi bilemeyip çuvalla ? Olacak iş mi bu ?

Elbette gerçekten mükemmel ve hatasız bir tanrı böyle bir hata yapmayacağına göre, miras paylaşımını anlatan bu ayetleri, Muhammet'in Allah'tan geldi diyerek uydurduğu ama eline yüzüne bulaştırdığı çok açıktır.

Gelelim başka bir noktaya, bahsettiğim gibi Nisa suresi 12.ayette erkeğe kadına göre daha fazla pay veriliyor. Diyanet İşleri ve yüzlerce Kur'an alimine göre ise bunun nedeni "Kadına hiçbir maddi yük yüklenmediği, erkeğin maddi sorumluluk altında" olmasıymış. Şimdi biz bundan nasıl bir anlam çıkaralım? Neresinden bakarsan bak bu ayet, yani bu düşünce tamamen çağ dışıdır.

Eğer her şeyi bilen Allah gelecekte kadınların da iş hayatında yer edineceğini hatta bazılarının erkeklerden çok daha fazla para kazanacağını bilemediyse sözleri çağ dışıdır!

Eğer her şeyden haberdar olan Allah kocası sakatlandığı yada öldüğü için yada maddi güçleri yetmediği için kadınların da çalışmak zorunda kalabildiğini bilemediyse sözleri çağ dışıdır!

Ve yine eğer Allah kadının tek görevinin çocuk yapıp ev temizlemek, kocasını memnun etmek olduğunu bu yüzden de maddi sorumluluğu bulunmadığını ve mirastan az pay alacağını düşünüyorsa kadını konumlandırdığı bu durumdan ve düşünce yapısından dolayı sözleri çağ dışıdır!

Ne bileyim, yada bu sözleri söyleyen adamın sözleridir çağ dışı olan.

Bu arada, mal paylaşımında kadının az paya sahip olmasına getirilen bir diğer absürt açıklama şudur:
"Erkeğin maddi durumunun karısından iyi olması onun aile içindeki konumunu güçlendirir. Çünkü eşi ve çocukları için harcamada bulunamayan bir erkek onlar karşısında küçük düşer ve aile reisliğini gereği gibi yapamaz. Bu durum aile huzurunu temelinden etkiler. Kadının zengin, kocanın fakir olduğu ailelerde huzursuzluğun olduğu, çocukların iyi yetişemediği kadının da mutsuz olduğu daima müşahede olunmaktadır."

Kafaya bakar mısınız, kadının zengin, kocanın fakir olduğu durumlarda aile saadeti olmuyormuş. Yahu iyi de parayı bulup zengin olduğu için ve beş kurusu olmayan, yol yordam bilmediği için hakkını bile arayamayacak olan karısının tepesine padişah gibi çöken, gününü gün eden, fazla parayı bulunca havalara girip aile saadetini batıran erkekler ne olacak?

Yani sadece kadın mı parayı bulunca değişiyor? Erkek değişmiyor mu?
Bu mantıkla ya Allah denen tanrı kadınlardan nefret eden bir cinsiyetçi ya da parayı bulduğunda erkeğin ne naneler yiyeceğini düşünemeyecek kadar bilgisiz. Tabi bir diğer ihtimal ile vahiy geldi diyerek ayet yazan yada yazdıran kişinin, kadınları bastırma, onların toplumdaki statüsünün sadece doğurmak, erkeği memnun etmek olduğunu düşünmek ve düşündürmek çabası da olabilir bunun nedeni. Çünkü biliyoruz ki İslamiyet'in Allah'ı kadının kocasına karşı gelmesinden hoşlanmayıp onları tehdit ediyor. Erkeğin gölgesinin altında sığınma gibi yaşayan kadına tabii ki doğru düzgün haklar verilmesi beklenemezdi.
Aydınlanmanız ve gerçekleri görüp anlamanız dileğiyle...